9 Ağustos 2017 Çarşamba

Gazeteci Erol Erk'in anıları 1



Gazeteci Erol Erk'in anıları
SUNUŞ
Gazetecilik geçmişten günümüze üstlendiği önemli misyonla
kişilere, topluma ve tarihe karşı büyük sorumluluk gerektiren
önemli bir meslek dalıdır.
Dünyada yayınlanan ilk gazeteden günümüzün zengin sosyal
medya mecrasında bu işi üstlenmiş meslek mensuplarına kadar
geniş bir perspektifte mesleğinin gerektirdiği insani ve tarihi
sorumluluğun bilinciyle hareket eden sayılamayacak kadar çok
gazeteci vardır.
Dünyada genel kabul görmüş mesleki kriterleri baz alarak
üstlendiği vazifenin hakkını veren tüm gazetecilere bu vesileyle
bir kez daha saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
1950'li yıllardan itibaren Adana medya dünyasında gerek
yaygın gerekse yerel gazeteler ve televizyon kanalları aracılığıyla
aktif gazetecilik, gazete sahipliği ve yöneticiliği görevlerinde
bulunmuş Erol Erk'in 40 yıllık döneme yayılan hatıralarını bu
mütevazi çalışma aracılığıyla meraklılarının ilgisine sunduk.
Gazeteci Abdulkadir Kaçar'ın 1993 yılında hazırladığı 'Adana
Bab'ı Ali'si yazı dizisi kapsamında 35 günlük bir söyleşinin ardından
kaleme aldığı ve küçük bir bölümü Yeni Güney Haber Gazetesi'nde
tefrika edilen yazı dizisi bu çalışmayla ilk kez kitap haline getirildi.
Sarıçam Şehir Kitaplığı'nın ikinci ürünü olarak huzurlarınıza
gelen bu çalışmaya emek veren herkese teşekkür ediyorum.
Kitaplığımızın yeni eserlerinde buluşmak temennisiyle iyi okumalar
diliyorum.
Bilal ULUDAĞ
                                              Sarıçam Belediye Başkanı



GAZETECİ ÇAĞININ TANIĞIDIR
Her gazeteci 'çağının tanığıdır' denir. Bu çok doğrudur. Çünkü
gazeteciler yaşadıkları dönemde normal bir insanın görmedikleri,
bilmedikleri, ulaşamadıkları, bilgilere ve kişilere ulaşarak elde
ettiği bilgileri mensubu olduğu medya kanalıyla kamuoyuna yansıtır.
Erol Erk, yerel ve ulusal anlamda döneminin en yıldız ve en
başarılı gazetecisidir.
Mesleğini aktif şekilde sürdürdüğü dönemde siyaset, yerel
yönetim ve güncel konularla ilgili pek çok olayın içine bizzat girmiş,
inanılmaz bazı olayları yaşamış ve görev yaptığı gazeteler aracılığıyla
bunları topluma yansıtmıştır. Bu haliyle de günümüz gazetecilerine
örnek bir davranış sergilemiştir. Bu arada aktif olduğu dönemde
mesleğe başlayan gazeteciler içinde bir rol model pozisyonu
üstlenmiştir.
Erol Erk, 1950'lerden başlayıp 1990'ların başına kadar Adana
ve Türkiye medyasında önemli bir görev üstlenmiştir. Bu kitapta
yer alan anıları ışığında değerlendirdiğimizde Erol Erk, kendisiyle
aynı dönemde gazetecilik yapmış pek çok meslektaşından daha
önde, daha öncü ve daha yönlendirici bir kimlik taşımıştır.
Tüm gazeteci meslektaşlarımın üstad Erol Erk'i örnek alarak
gördükleri, yaşadıkları, tanık oldukları olayları kaleme alıp
kendilerinden sonraki kuşakların faydalanabilmesi için ölümsüz-
leştirmeleri en büyük mesleki sorumluluktur.
Bu vesileyle tecrübeli bir gazetecinin hatıralarını kaleme
alan Çukurova Gazeteciler Cemiyeti'miz üyesi Gazeteci–Yazar
Abdulkadir Kaçar'a ve bu kıymetli söyleşinin gazete kolleksiyonları
arasında kaybolmasına izin vermeyip kitaplaştıran Sarıçam Belediye
Başkanı Bilal Uludağ'a tüm meslektaşlarım adına teşekkür ederim.
(Temmuz 2014)
Cafer ESENDEMİR
Çukurova Gazeteciler
Cemiyeti Başkanı



EFSANE GAZETECİ EROL ERK…
1979 yılında Hürriyet Gazetesinin Adana bürosunda
mesleğe başladım…
İlk duyduğum, en çekinilen, en büyük gazeteci, efsane
lakabıyla bilinen Erol Erk’ti…
Gün geldi birlikte çalışma şansım oldu… Yeni Güney
Haber Gazetesinde 5 yıl sorumlu yazı işleri müdürlüğü ve
yazarlık yaptım…
Hayatımın en özgür gazeteciliğini Erol Erk döneminde
yaptım…
Hakkımda en fazla tazminat ve ceza davası yine o
dönemde açıldı…
Erol Erk bir dönem Adana hatta Türkiye gazeteciliğine
damgasını vuran efsane bir gazetecidir…
Söylediklerimin doğruluğunu da anılarını okudu-
ğunuzda anlayacak ve bana hak vereceksiniz…
Onunla çalışmak, onu tanımak, her şeye rağmen
güzeldi…
Sağlıklı uzun ömürler diliyorum…
...
ABDULKADİR KAÇAR
2014 Adana Türkiye
(Gazeteci-yazar)



BİLAL ULUDAĞ BAŞKANIMA
TEŞEKKÜRLER…
Sarıçam Belediye Başkanım Sayın Bilal Uludağ;
1990'lı yıllarda kaleme aldığım dosyalar arasında
unutulmaya yüz tutmuş bu anıların kitaplaşmasını, gün ışığına
çıkmasını sağlayarak, Adana ve Türkiye medya tarihine
önemli bir hizmeti yapmış oldu…
İnsanlar gelip geçicidir, kalıcı olan eserlerdir…
Bir söz vardır; ÂLİM UNUTUR, KALEM UNUTMAZ…
Bu hizmetinizle medya tarihine damganızı vurdunuz…
Sağ olunuz, var olunuz…
                                                 Saygılarımla…
ABDULKADİR KAÇAR
2014 Adana Türkiye
(Gazeteci-Yazar)



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
BİRİNCİ BÖLÜM
MAVİ TULUMLU İŞÇİYDİM
Her zaman, her yerde söylemekten gurur duyduğum
cümleyi burada bir kez daha dile getirerek yaşamımı anlatmak
istiyorum. Ben, gazeteciliğe başlamadan önce Adana Tekel
Fabrikası’nda çalışan sabah 06.00’da kart basıp, akşam
19.00’da çıkan mavi tulumlu bir işçiydim.
Beni öykü yazmaya teşvik eden de ünlü opera sanatçımız
Aydın Gün’ün kardeşi olan Şefim Hamdi Gün’dü. Bu
saygıdeğer yöneticim sayesinde daktilonun başına geçer,
zaman zaman ufak - tefek öykü denemeleri yapardım, ama
yazdıklarımın gün gelipte yayınlacağını, ya da bir gazetede
yer alacağını hiç düşünmüyordun, sanmıyordum.
1952 yıllarında Adana Babıalisi; Çakmak Caddesi’ydi.
Türkiye’nin en ünlü şöhretleri (Gazeteci, sinemacı, yazar,
sendikacı vb.) hep bu cadde de yetişmiş ulusal ve evrensel
olmuşlardır. Nihat Oral’ın sahibi olduğu Bugün Gazetesi de
Çakmak Caddesi’nde yayınlanan cesur, kararlı, yürekli, en
etkili ve yetenekli gazeteydi. Ayrıca, Yeni Adana, Vatandaş,
Türksözü, Selahattin Canka’nın sonradan çıkarttığı
DEMOKRAT Gazetesi de o döneme mühürünü vuran günlük
yayınlardı.
-1-



Abdulkadir KAÇAR
Hiç unutamıyorum; bir gün üzerimde mavi işçi
tulumuyla yazdığım öyküyü BUGÜN Gazetesine götürdüm,
sonradan hocam olacak Gazetenin Müdürü Çoban Yurtçu
ile karşılaştım. Nev-i şahsına münhasır bir usta olan Çoban
Yurtçu’nun üzerimde o andan itibaren başlayan ve bugünde
süren, büyük bir etkisi vardır. Aslında onunla ilk karşılaş-
mamın sonradan başlayacak olan büyük serüvenimin ilk
dakikaları olduğunuda bilmiyordum Makamına girdiğim de
etkileyici, vakur bir görüntüsü vardı, yavaş yavaş masasına
yaklaştı hazır ol vaziyette ilk öykümü korkarak uzatırken:
-Efendim, bir öykü yazdım, acaba bunu gazetenizde
yayınlayabilir misiniz ?
O bilinen sert ifadesi ile yüzüme baktı, etkilenmesi
olanaksız olduğu için ağır ağır ve hakim olduğu harflerden
oluşan sözcüklerle şöyle dedi:
-Peki, bırak şuraya inceleyim…
O sırada karşı odada benim gibi yeni gelen, muhabir
olduğunu sonradan öğrendiğim birisi hızlı hızlı, hatta
uçarcasına daktilo yazıyordu. Aynı yaşıtım olan bu genç
arkadaş hafifçe başını kaldırınca göz göze geldik. İşte o
andan bugüne kadar dönemin büyük ustalarından birisi olan
bu kişi Kenan Gedikoğlu idi. O anı, sevgi dolu, saygılı, dürüst
bakışı BUGÜN Gazetesi’ne girmemin gerçek nedenlerinden
birisi oldu. Gazeteye bıraktığım öykümün hemen sayfalara
gireceğini düşünerek ertesi sabah işe gitmeden önce gazete
bayi’ne uğrayarak, BUGÜN Gazetesi’ni aldım, ama benim
öyküm yayınlanmamıştı. O günkü heyecanımı bugün bile
unutamıyorum, Aradan biraz zaman geçince Ander Abi
koşarak yanıma geldi:
-Erooool Müjdemi ver, bak öykün yayınlanmış…
-2-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Gerçektende inanamıyordum, kalbim duracak gibi
atıyordu, heyecanlanmanın ötesinde tuhaflaşmış, aptallaş-
mıştım. Fabrikada bu olay kulaktan kulağa birkaç dakika
içinde yayılmıştı.
Çalışan bütün arkadaşlarım sırayla tebrik ediyorlardı:
-  Bravooo Erol,
-  Helal olsun.
-  İşte böyle başarılar seni ileride ünlü birisi yapacaktır.
-  Tebrikler Erol..
-  Kitaplarını da bekliyoruz..
Ama, ben işin tam olarak bilincinde bile değildim. O
nedenle, şu anda bile o yazdığım ilk öykünün ismini anım-
sıyamıyorum.
İşte ilk öykümün Çoban Yurtçu tarafından yayınlan-
masından sonra kendime özgüvenim gelmiş, BUGÜN
Gazetesine daha sık uğramaya başlamıştım. Bu gidiş-gelişler
o kadar sıklaşmıştı ki, 19.00’daki paydos saatinden sonra
koşarak gazeteye gidiyordum ve o zamanın gelmesini
sabırsızlıkla bekliyordum. Artık yaşamımda fabrikadan sonra
gazete ilk sırayı alıyordu. Gazeteye gitmekten, o atmosferi
solumaktan, oradaki insanlarla birlikte olmaktan büyük
mutluluk duyuyordum. O dönemde Kenan Gedikoğlu ile de
ilişkilerimiz iyice gelişmişti. Herkesin yanına yaklaşamadığı
köşe yazarı Hakkı Gülmen’le de çok samimiydi. Av. Kemal
Göksel de gazetenin köşe yazarları arasındaydı, onunla da
çok iyi anlaşıyordum.
Ve 1952 yılında 140 Lira maaşla gazetenin muhabir
kadrosuna girdiğimde işçi tulumumu çıkartıp dostlarımın
verdiği bir ziyafetle gazeteciliğe ilk adımımı attım. BUGÜN
Gazetesi’nde 7 yıl geceli gündüzlü sürecek olan serüvenim
-3-



Abdulkadir KAÇAR
başlamış oldu. Ama hiç bir şey dışarıdan görüldüğü gibi
değildi. Özellikle Çoban Yurtçu’nun öğretmenlikten gelen
disipliniyle, o gençlik döneminde oldukça sıkıntılı günler
geçirirken bir taraftan da iyi eğittiğini anladım. Zaman zaman
çok duygusal olmasına rağmen Çoban Yurçu’yla birlikte çok
büyük ve sancılı günler yaşadım…
Çoban Yurtçu bana ilk görev olarak adliye muhabirliğini
verdi. Ama, fabrika işçisi iken öykülerimin noktasına bile
dokunmadan yayınlayan, bana ‘ŞEHİR NOTLARI’ isimli köşe
yazısı yazdıran Çoban Yurtçu haber yazmam konusunda
üzerimde olağan üstü baskılar kuruyordu, hatta beni
bunaltıyordu. Sabah gittiğim adliyeden akşamüzeri dönüyor,
haberimi yazıp Çoban Bey’in masasına koyuyordum. O ise
yazdıklarımı önce okuyup sonra yırtıp çöp kutusuna atıyor,
yeniden yazmamı istiyordu. Buna çok üzülüyordum. Öyle
ya köşe yazmak, öykü yazmak, uzun söyleyişler yapmakla
kalıplarına uygun haber yazmak çok farklıydı, bende bu
konuyu bir türlü kavrayamıyordum. Ama, çabalarım devam
ediyor ısrar ediyor ve asla vazgeçmiyordum. Aradan biraz
zaman geçince, Çoban Yurtçu haberlerimi artık üzerinden
düzelterek gazeteye koyuyordu, yani birinci etap olan yırtıp-
atmayı geçmiş, ikinci etaba başlamıştım. Serbest söyleyişlerle
çok başarılıydım. Denemelerimin bir tek noktasına dokun-
madan yayınlıyordu. Ama, günün her dakikası, saniyesi
benim üzerimde baskı kuruyor, bunalıyor, bunalıyordum.
Bir gün annem sıkıntılarımı farketmiş olmalı ki çağırdı,
dizinin dibine otutturdu :
-Oğlum (Gazetecilik gazetecilik dedin ama her yanın
sinir küpü oldu) Eğer, bu işi beceremeyeceksen kendini daha
-4-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
fazla tüketme, fabrikana geri dön, orda yükselirsin, ileride
ustabaşı, makam sahibi birisi  olursun…
Annemin bu söyledikleri beni etkilemişti :
-Hayır anne, inat ettim, bu işin en iyisini, en üstününü
ben yapacağım, hiç bir güç beni yolumdan döndüremez…
Aslında, anneme bunları söylerken çok sıkıntılıydım,
çünkü Çoban Yurtçu’nun üstümdeki baskısı arttıkça artmış,
intihar etmeyi düşünmeye başlamıştım. Hatta bir akşam
Seyhan Nehri üzerindeki Taşköprü’ye gidip demir trabzanlara
yaslandım. Ay ışığında bile pırıl pırıl akan bu nehre atlayıp
atlamama arasında gidip geliyordum ki, bir el omzumu
şefkatle kavradı, dönüp baktığımda 60,70 yaşlarında nur
yüzlü bir kişiydi. Ya bir sarhoş, ya garip, ya da evliya gibi
bir adamdı. Bilge bir üslupla sordu :
-Evlat, deminden beri, seni izliyorum, bir şeyler düşünü-
yorsun galiba ?
Durakladım, biraz kekeledim:
-Şey, şu anda bir şey düşünecek durumda değilim,
yalnız yaşamdan da, çalıştığım iş yerinden de nefret ediyorum,
ölmek istiyorum kısacası…
Kırış kırış yüzlü, çok tatlı bu kişi güldü :
- Evlat kaç yaşındasın ?
- 20 yaşındayım.
- Evlat, yaşam, yaşamaya ne de ölmeye değmez, ama
adı yaşamdır. Gel sen bu ölüm işinden vazgeç, önünde uzun
yılların tadını çıkartmaya çalış…
Düşünce yapım bu sözlerle değişmişti ki. O kişi; beni
sonu yüzde yüz intiharla bitecek ölümden kurtarmıştı. Birden
silkindim ve kendime geldim, eve dönmeye karar vermiştim.
Annemin hazırladığı yemekleri bir güzel ve iştahla yedikten
-5-



Abdulkadir KAÇAR
sonra rahat rahat bir uyku çekerek, sabah  gazetedeki işime
daha da hırsla sarıldım, o bilge kişinin söylediği gibi, yaşamı
sürdürmek, meslekte başarılı olmak gerekiyordu…
Tüm bu çelişkiler, sıkıntı ve bunalımlar içinde öykü ve
denemelerimi de yazıyor, gazetede yayınlamaya devam
ediyordum. Beni gerçekten yaşama bağlayan, coşkumu
arttıran bir olayda Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan ‘SERSERİ’
başlıklı öykümdü. Böylece kendime güvenim daha da artmış,
yaşamı dört elle kavradığımın bilincine varmıştım. BUGÜN
Gazetesinde ‘FANTAZİ’, ‘ŞEHİR NOTLARI’ köşem de
başarıyla sürüyordu, Çoban Yurtçu bile köşelerimi çok
beğendiğini söylüyordu.
Günler su gibi akıp geçerken, mesleğimin ilk cinayet
haberine gitmemi söyleyen Çoban Yurtçu, başarılı olmam
için öğütlerde bulunuyordu. Adana’nın ünlü kabadayılarından
Karikatür Duran’ın kız kardeşini kocası öldürmüştü.
Çoban Yurtçu :
- Erol, bu cinayetin hem haberini, hem de geniş bir
röportajını yazacaksın. Ünlü kabadayı Karikatür Duran’ın
ailesi ile ilgili yazacağın her şey çok ilgi çeker.
Görevi aldıktan sonra koşarak cinayet yerine ulaştım,
Avluya girdiğimde Boşnak güzeli bir kız olan Karikatür
Duran’ın kız kardeşi sapsarı saçlarıyla kanlar içinde yatıyordu.
Yüzünde o donuk, durağan, korkunç görüntü, yaşamında
ilk defa bir cinayet haberine giden gazeteci olarak beni şok
etmişti. Tek bir kelime alamadan koşarak Hacıbayram
Karakolu’na gittim. Orada yine bana meslek yaşamımda
ağabeylik yapacak olan Hilmi Kürklü’yle ilk defa karşılaştım.
Demokrat Gazetesi’nin polis muhabiri olarak o da cinayet
haberini izliyordu. Ama, mesleğe benden önce başladığı için
deneyimli bir kişiydi. Ayaküstü yaptığımız konuşmalardan
-6-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
benim öykülerimi okuduğunu, beğendiğini, ilerisi için ümit
verdiğimi, acemi olmam nedeniyle beni tüm gücüyle
yetiştireceğini söyleyince sevinmiştim.
Berberlik mesleğini bırakarak gazeteciliği seçen Hilmi
Kürklü orada cinayetle ilgili notlarını verip haberi nasıl
yazacağımı anlatmıştı. Gazeteye geldiğimde Kenan Gedikoğlu
da bu ilk cinayet haberimi yazmamda bana yardımcı olmuştu,
daha sonraki yazı dizimde okurların büyük takdirini
kazanmış, olumlu puanlar almıştım.
-7-



Abdulkadir KAÇAR
CASUSLUK ÖYKÜSÜ
GECE YAŞAMIYLA TANIŞTIRDI
Adana’mız pamuk, buğday, narenciyesi kadar gece
eğlencelerinin odağı olan pavyonlarıyla da Türkiye de bir
ekoldü. 1960’larda Ziyapaşa Bulvarı gazinolarla doluydu.
Renk renk ışıkları, botanik bahçelerini andıran dev
sarmaşıkları, okaliptüsleri, palmiyelerin arasına kurulan
localarıyla pavyonlar eğlence dünyasına açılan kapılardı.
Gönül Yazar’lar, Sevim Tuna’lar daha pek çok sanatçılar
buralarda çalışarak ünlü olmuşlardır. Aynı şekilde Kemani
Hasan Özçivi, Darbukacı Hüseyin İleri, Şenyaylar Kardeşler,
Coşkun Erdemler’ler ve adını duyamadığım daha yüzlercesi,
binlercesi Adana Pavyonlarında sanatlarını icra ederek
Türkiye’de ünlü olmuş kişilerdir…
İşte, bu pırıl pırıl gecelerde 45 yıllık süren meslek
yaşamımda bir casuluk öyküsüne karıştırılacaktım. Bu da
benim gece yaşamıyla tanışmamı sağlayacaktı.
1950’li yılların sonlarına doğru o zamanlar Adana’nın
en etkili yerel gazetesi olan BUGÜN’de çalışan 20-22
yaşlarında, çubuk gibi pırıl pırıl bir delikanlıydım. Çocuk-
luğumdan bu güne kadar yurtseverliğimden, milliyet-
çiliğimden kimse zerre kadar kuşku duymamıştı. Atatürk
sevgisi de gençlikte, hatta doğuştan itibaren oluşan benim
dünya görüşümün kaideleriydi. Bu özelliklerim çevremde
-8-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
çok iyi biliniyor, izleniyor, seviliyordu. İşte bu nedenlerimden
dolayı beni baş aktör olarak casusluk öyküsünün içine atmıştı.
BUGÜN Gazetesi’nin bulunduğu Çakmak Caddesi
Adana’nın ünlü bir gezi mekanıydı. Çalışma masamda bu
caddeye bakıyordu, gelip geçenler de gazetemizi şöyle bir
göz ucuyla süzerlerdi. O yıllarda mesleğe yeni atılmanın
heyecanı ve gururuyla koltuğumda oturmanın heybetini
taşıdığımı, coşkusunu yaşadığımı söylersem de beni kimse
lütfen yanlış anlamasın. Çalışma masamdan gelip geçen genç
kızları süzerdim.
- Acaba, bunlar bana ilgi duyuyor mu ? Genç kızlar
beni beğeniyorlar mı ?
Hatta bazen daktilo yazarmış gibi yapıp, kimseyi
ürkütmeden dışarıyı kolaçan ediyordum. Onların arada bir
benimle olan düşüncelerini öğrenmek  istiyordum…
Bekar olmanın verdiği coşkuyla akşam saatlerinde Kız
Lisesi’nin önüne gidip, oradan çıkacak kızları bekliyor, onun
çocuksu heyecanıyla yaşıyordum. Kadınları ise sadece
Çakmak Caddesi’nden ve akrabalarımdan tanıyordum. Gece
yaşamının kapısını bile bilmiyordum. Hatta, akşamları eve
geç kaldığımda babamdan bir ton azar işitiyordum. Nereden
bilebilirdim ki, yaşamım hiç ummadığım bir tesadüfe
karışacak, devlet güçleri beni bir manken gibi kullanarak
Rus Casusu Kadını Rozeta’yı yakalatacaktı? İşte gazetecilik
mesleğimde karşılaştığım, yaşamımın rengini değiştirecek,
ilk macera budur. Üstelik benim gece yaşamına girmeye iten
olayların başlangıcıda budur. O günlerde kıymetli patronum
Nihat Oral , gazetede dizgicilik yapan Muzaffer Bey, gece
aleminin ünlü isimleri arasında yer alıyorlardı. Ayrıca,
Vatandaş Gazetesi’nin sahibi Mahmut Karabucak’ta bu
-9-



Abdulkadir KAÇAR
ekipteydi. Bu kişiler gece sabahlara kadar yaşadıkları
maceraları gündüz ballandıra ballandıra anlatıyor, onları
duyuyor merak ediyordum :
- Bu alem nasıldır ? Nasıl girilir ?
- Orada yaşam nasıldır ?
Ama bir yandan da çalıştığım BUGÜN Gazetesi’nden
aldığım 140 lira maaşla hiçbir şey olmayacağını da tahmin
ediyordum, üstelik param olsada ayrıca gece alemine
giremezdim. Çünkü, kapısını bile bilmiyordum. İşte çiçeği
burnunda, tertemiz, çubuk gibi, ince narin bir gazeteci olarak
dünyanın sınırları böyleyken BUGÜN Gazetesi’nde otur-
duğum bir gece vakti saat 21.00 de iki meçhul kişi geldi,
kapıda :
- Erol Erk kim? dediklerinde, koşarak kalktım :
- Benim buyurun efendim.
- Erol Bey, kabul ederseniz, bir kahvenizi içmeye geldik,
olur mu ?
- Çok memnun olurum hay hay buyrun.
Bana karşı böyle nazik, saygılı davranan bu kişiler
hoşumada gitmişti. Bir ara gazetede yer alan küçük fantezi
yazılarımı okuyup- beğenen hayranlarımın olduğunu
düşündüğümde içimden daha da çok sevinmiştim. Bu saygı
değer iki kişiyi patronum Nihat Oral’ın makamına aldım,
gece çalışanlara iki kahve yaptırdım, bu kişilerle güya sohbet
ediyorduk:
- Nasılsınız Erol Bey ?
- İyiyim … ya siz nasılsınız ?
- Bizde çok iyiyiz…
- Gazeteye başlayalı kaç yıl oldu ?
- Birkaç yıl oldu efendim, henüz genç sayılırım.
-10-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Ama, biz sizin yazılarınızı, günlük olarak okuyoruz
çok da beğeniyoruz, hoşumuza gidiyor dikkatimizi çekiyor.
Bu konuşmalar sürerken gelen kişilerin kim olduk-
larını, neden gazeteye geldiklerini benimle niçin konuştuk-
larını bir türlü soramıyordum. Bu ilginç kişiler benim ileride
yaşamımı çok büyük ölçüde değiştirecekler, etkileyeceklerdi.
O sırada sadece:
- Afedersiniz bende sizleri tanımak isterim, dedim
Birbirlerine bakıp gülümsediler:
- “Bizler sizi tanıyoruz” lafı hoşumada gitmişti. Çünkü,
bir iki yıllık gazeteci olmama rağmen tanınmış olmak güzel
bir duyguydu. Böyle çabuk tanındığım için kendimle gurur
duymuştum.
- Herhalde benim yazdıklarımı da takip ediyorsunuz?
- Evet, her gün okuyoruz ve senin kim olduğunu
biliyoruz.
Onların bu sözleri merakımı daha da arttırmıştı,
heyecanlanmıştım, o sırada şöyle dediler :
- Sen tam bizim aradığımız kişisin…
O gece geç saatlerde gazetede tektim, Kenan Gedikoğlu
gitmişti, Çoban Yurtçu da çıkmıştı, iki yabancı ben üçümüz
baş başa oturuyorduk. Aklıma da yavaş yavaş kötü şeyler
gelmeye başlamıştı. Adana’da oluşan cinayetler film şeridi
gibi gözümün önünden geçiyordu. Ama, ben henüz o büyük
haberleri giremiyordum, çünkü yeni bir gazeteciydim, sıradan
bir muhabirdim. Güçlükle ve sesim titreyerek:
- Afedersiniz, nasıl tam sizin aradığınız kişiyim ?
Bu iki kişi aşırı heyecanlandığımı görünce,
- Erol Bey, heyecanlanmanıza gerek yok…
Beni güya yatıştırmak istiyorlardı. Yüzüm pembe pembe
-11-



Abdulkadir KAÇAR
olmuştu, utanmıştım, biraz çekinmiştim. Kahvelerinide
bitirdikleri için hemen ayağa fırladılar:
- Bugünkü görüşmemiz bu kadar yanına daha sonra
yeniden geleceğiz. Bugün sizi sadece yakından görmek ve
tanımak istedik hepsi bu kadar… Gerçektende çok dürüst,
saf, bir insana benziyosun. Kahve için teşekkür ediyoruz…
Bu kişileri kapıya kadar yolcu ettim ama başka hiç bir
şey sormamıştım. Onlar çekip gidince o saatten sonra
kuşkularım heyecanım daha da artmaya başlamıştı. Hatta
çekinmiştim, olayı babama bile anlatmak istiyordum. Çünkü,
yaşımın daha genç olması nedeniyle sorunlarımı ailemle
paylaşmak istemiştim. Özellikle anneme - babama saygım
çok büyüktü, ancak heyecanımıda bu arada gizlemeye
çalışmam gerektiğini biliyordum.
Aradan uzun bir süre geçmişti, bu iki kişinin beni
unuttuklarını düşünmeye başladığım zaman saat 21.00’e
doğru yine telefon çaldı, kaldırdım, nazik bir ses :
- Erol Bey, nasılsınız ?
- Çok teşekkür ederim kimsiniz ?
 - Hatırlamadınız galiba, geçenlerde ziyaretinize gelip
kahvenizi içmiştik ya. İşte, biz o kişileriz. Ama, şu anda
arkadaşım yok, sadece ben arıyorum, sizinle görüşmek
istiyorum:
- Buyurun gazetemize gelin, kahve içelim.
- Tamam, bende zaten bunu bekliyordum, yarım saat
sonra oradayım.
Telefonu kapatmıştım ama yine heyecan basmıştı beni.
Yanaklarım al al olmuştu. Başıma nelerin geldiğini ya da
geleceğini çözüyordum. Kendi kendimede düşünüyordum:
- Erol sen bir çeteye mi karıştın?
-12-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Erol tehlikenin içine mi giriyorsun ?
- Yazdığın haberle birisine hakaret mi ettin ?
Telefon açan kişi gerçekten de yarım saat sonra gelmişti,
yine patronum Nihat Oral’ın makamına almıştım...
- Öteki arkadaşınız neden gelmedi ?
- Haa, onun işi vardı, gece sadece ben gelip sizinle
sohbet etmek istemiştim.
İsminin Naci olduğunu söyleyen kişiyle kahvelerimizi
içtik yüz yüze bakıyoruz, yine dereden tepeden konuşuyoruz:
- Nasılsınız ?
- İyiyim. Ya siz ?
- Bende iyiyim ?
İçimde sormam gereken çeşitli sorular yankılanıyor
- Beyefendi siz kimsiniz ?
- Beyefendi beni neden arıyorsunuz ?
- Beyefendi açık konuşur musunuz ?
Bu soruların hiç birisini soramıyordum. Bir süre sonra
Naci Bey açıldı,
- Erol Bey, sizin gece hayatınız var mı ?
- Hayır Naci Bey ?
- Peki, gece dışarıya çıkar mısınız ?
- Hayır efendim.
- O zaman sizin kadın arkadaşlarınız da yok.
- Yok tabi…
- Erol Bey, senin gibi genç, yakışıklı bir delikanlının
kadın arkadaşı olmaz mı ? Olması gerekmez mi ?
Düşündüm, sustum.
Naci Bey bana ‘Kadın’ konusunu sorunca bu kişilerin
kadın tellalları olduğunu düşünmeye başlamıştım. O konuş-
masını sürdürdü :
-13-



Abdulkadir KAÇAR
- Yarın akşam benim davetlim olmayı kabul eder misiniz?
Oldukça afalladım, çünkü gece hayatım olmadığı gibi
gece bir yerlerde yemekte yememiştim… Bir nefeslik bir
düşünmeden sonra :
- Hayhay… dedim.
O tarihlerde Bebekli Kilise’nin yanında Adana’nın en
ünlü KONAK Oteli bulunuyordu. Eski Koç Otobüslerinin
kalktığı yerde.
- Erol Bey, yarın saat 20.00’de Konak Oteli’nde buluşalım,
benim davetlim olursunuz.
O otelde de ünlü kabadayılardan Karikatür Duran
kalmıştı, ismini oradan biliyordum, ama onun lüks lokantasına
ilk defa gidecektim.
Ertesi gün, davete uymak gerekiyordu, her zaman
yiğitlik ve korkusuzluk olduğu için bu onurlu davranışı da
gösterme şartı vardı. Çok şık giyinerek Otel’e gitmiştim.
Ahşap olan binanın ikinci katına çıktığımda Naci Bey’i
sordum, Garsonlar birden etrafımı sarıp:
- Naci Bey, sizi bekliyor…dediler, beni onun masasına
beş - altı garson birden götürdü.
Naci Bey, beni ayakta karşılayıp, saygıyla elimi sıkmıştı.
İçkili, temiz, lüks bir lokantada kadınlı erkekli gruplar çeşitli
konularda yüksek sesle konuşuyorlar, kahkahalar atıyorlardı.
Naci Bey, centilmence:
- Erol Bey hoş geldiniz.
- Sağolun hoş bulduk…
- Sen buralara hiç gelmedin galiba, böyle telaşlı ve
heyecanlı olduğuna göre.
- Hayır, ilk defa geliyorum, sizin tarifiniz üzerine buraya
çıktım.
-14-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Sonradan gecelerin kralı olacak Erol Erk’in başına
gelen işlerin heyecanını anlatayım da, bana herkes hak versin.
Bir süre oturduk:
- Ne alırsınız ?
- Bir duble rakınızı alayım.
Servisler geldi, soğuk mezeler, sıcak yemekler, meyveler,
tatlılar her şey dolu doluydu…
Naci Bey sık sık:
- Erol Bey, sıkılmayın, rahat oturun, bakın herkes nasıl
mutlu kahkahalarla gülüyor, sen de gül rahat ol.
Aslında Adana da o dönem pavyon artistlerinin dışarıya
çıkmaları yasaktı, ama bazen kaçamak olarak gelip, Adana
kebabı yiyorlar, müşterileriyle kahve içiyorlardı. Ben de
etrafıma saf saf bakarken, garson yanımıza gelip, eğilip Naci
Bey’in kulağına bir şeyler söyledi :
- Efendim, konuğunuz geldi…
Naci bey, hemen ayağa fırladı
- Gelsin, buyursun… dedi.
İçeriye leopar kürklü, kalın kaşlı, beyaz benizli Türkücü
Hülya Süer’in benzeri 30 yaşlarında bir kadın girdi. Naci
Bey ayakta karşıladı, kadını yanıma oturttu:
- Hoşgeldiniz… dedi
Garsonlar kürkünü,  çantasını alırken, Naci Bey, bana
dönüp tanıştırdı:
- Semra Hanım,  Erol Bey… Erol Bey, sıkılma Semra
benim akadaşım...
Semra Hanım, bıçkın, nazik, buğulu bir ses tonu ile
çok güzel bir kadındı. Yaşamımda ilk defa böyle bir kadınla
yan yana oturuyordum… Naci Bey ve Semra Hanım şakalaşıp
gülüşüyorlardı.
-15-



Abdulkadir KAÇAR
- Konuğumuzu nasıl buldun Semra ?
- Yeni tanıştık,
- Erol Bey gazetecidir, bu gece kendisini ağlıyorum,
sıkılmasın diye de seni çağırdım.
Naci Bey bana döndü:
- Erol, sende katılsana bize.
Sesimi çıkartmadım, Semra Hanım ekledi :
- Çok genç ve yakışıklı bir delikanlıymış.
Yüzlerim utandığım için pembe pembe olmuştu…
- Erol kaç yıldır gazetecisin ?
- Hanımefendi, yeni sayılırım.
- Gazetede neler yazıyorsun bakalım ?
- Adliye muhabiriyim, cinayet davalarını izliyorum, bir
de polis olaylarına gidiyorum.
Gece geç saate kadar sohbet ettik, zaman oldukça
ilerlediği için izin istedim:
- Eve geç kaldım, gitmem gerekiyor.
Semra Hanım alaycı alaycı güldü:
- Ne yani, siz evden hala korkuyo musunuz ?
- Hayır, şeey aslında anneme-babama çok saygılıyım,
özellikle babam çok disiplinlidir. Geç kalırsam, önce gazeteye
gider, arayıp bulmasa olmaz.
O yıllarda Melekgirmez’de oturuyorduk, izin verdiler
kalkıp gitmek üzereyken, Semra Hanım o buğulu sesiyle
sordu :
- Erol Bey, zaman zaman sizi arayabilir miyim ? Yanınıza
gelebilir miyim ? Gazetede kahveni içebilir miyim ?
- Hayhay, ne zaman isterseniz, gelip benim kahvemi
içebilir, ziyaret edebilirsiniz…
-16-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Erol Bey, sizin gözünüzü biraz açacağız…
- Teşekkür ederim, iyi geceler… deyip ayrılmıştım.
“Gözünüzü açacağız” sözü beynimin içinde yankılanıp,
duruyordu,
- Gözümü nasıl açacaksınız diye soramamıştım.
Eve geldiğimde uzun süre yatağımın içinde bir sağa bir
sola dönüp durdum bir türlü uyuyamıyordum. Kendi kendime
de :
- Oğlum Erol, başına büyük işler açıyorsun.
Önce iki erkek ziyaret ediyor, kahve, içiyor, sonra bir
kadın-bir erkek yemeğe davet ediyor, “Gözünüzü biraz
açacağız” diyorlar.
Bu nasıl iştir anlayamadım…
Yorgunluğun etkisiyle uyuyup kalmıştım…
-17-



Abdulkadir KAÇAR
GECE YAŞAMINA ESRARENGİZ
ROZETA’YI TANIYARAK ADIM ATTIM
Semra ile ilişkilerimiz daha sonraki günlerde de devam
etmişti. Samimiyetimiz öyle ilerlemişti ki, her gün telefonla
halimi- hatırımı soruyordu. Ama, aramızdaki ilişkileri çözmem
olanaksızdı. Bana aşık bir kadın mıydı ? Gizli görevli miydi?
Casus muydu ?
Bunları bir araya getirip kafamdaki mozaiklerden bir
sonuç çıkaramıyordum. BUGÜN Gazetesi’ndeki Çoban
Yurtçu’nun makamında otururken telefon çalmış, ben
açmıştım, karşımdaki kişi Semra’ydı.
-Erol Bey, bu gün İstasyon Lokantası’nda buluşalım mı?
-Şeey, yani.
-Buluşalım buluşalım, bu gün belki daha ciddi konular
konuşuruz…
İlk defa bu laf hoşuma gitmişti, bir süreden beri
yaşamımın etrafını saran esrarengizlik dalgası biraz dağılacak,
gerçeği daha net biçimde görme şansını yakalayacaktım.
-Peki, mutluluk duyacağım.
-O zaman saat 15.00’te yarın orada buluşalım.
-Peki, gelirim.
-18-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Saat 15.00 ‘te yine giyinip- kuşanıp, şık biçimle faytonla
lokantaya gidiyordum. Ne de olsa karşımda güzel bir artist
bulunuyordu, bir bayan vardı. Kendisine karşı herhangi bir
cinsel his duymuyordum ama, gençlik maceramın başlan-
gıcında olduğum içinde tuhaf ve pembe duygular taşıyordum.
İlk defa bir artistle arkadaşlık yapıyordum. Üstelik, her geçen
gün biraz daha gizemli rüzgarlara kaptırıyordum kendimi.
Randevu saatinde karşı karşıya oturmuştuk. Söze Semra
girdi:
-Erol istersen aparitif bir şeyler alalım.
-Peki
Garsona emir verdi,
-Erol Ağaya hafif bir cintonik yapın.
Yaşamımda ilk defa cintonikle orada tanışmıştım…
Üstelik garsonların Semra’ya karşı iki kat biçimde saygı
göstermesi beni çok etkiliyordu. Demek ki, bu lokantaya sık
sık gelenlere garsonlar böyle davranıyorlardı. Semra ile
cintonik içip fıstık yerken biraz rahatlayınca söze başladım:
-Semra, beni ziyaret eden esrarengiz kişiler piyasada
yoklar, sadece Naci bey zaman zaman telefonla arayıp hatırımı
soruyor. Bu kişiler neden benim yanıma geldiler ? Seninle
neden tanıştırıldık ?
Şu anda karşımda sadece sen varsın, bir şeyler sormaya
kalktığımda benim lafımı başka yerlere çeviriyorsunuz, siz
kimsiniz ? Benden ne istiyorsunuz ? Gece-gündüz şüpheler
içinde yaşıyorum, lütfen beni anlayın kimseye de bir şeyler
anlatmıyorum, çok tuhaf durumdayım. Nedir bu olayın gerçek
yüzü ? Ben bir maceraya mı atıldım ? Bir yanlışın içinde
miyim ? Üstelik bana aşık olmanız olanaksız. Çünkü, daha
-19-



Abdulkadir KAÇAR
olgunsunuz, siz olgun erkeleri seversiniz, ben sana layık bir
kişide değilim üstelik. Saf, toy, deneyimsiz bir gencim.
Böyle kararlı, birazda sinirli konuşmamda havayı
yumuşatmak için gülmüştü, yüzündeki ben yüzüne yayılınca
da:
-Erol, belki sana aşık olmuşumdur. Sen çok hoş bir
delikanlısın, tam bizim istediğimiz gibisin.
Ellerimi tuttu:
-Erol, inan bana sen çok temiz, pırıl pırıl, bir çocuksun.
Öfkem geçmemişti:
-İlk defa, sizin sayenizde, esrarengiz bir olaya girerek
kaşarlanmış oluyorum. Ben gazetede yazı yazmaktan başka
hiçbir şey bilmeyen küçük dünyası olan kişiydim. Dünyam
gazetemdeki Müdürüm Çoban Yurtçu, Patronum Nihat Oral,
sık sık bisikletini sakladığımız Dizgicimizdi… Benim bu
küçük dünyamı allak-bullak ettiniz.
-Erol, o halde küçücük dünyana biraz renk katmak
istiyorum.
-Nasıl bir renk ?
-Bak göreceksin, çok beğeneceksin bu rengi şimdi sana
anlatacağım.
Bu cümleler beni biraz rahatlatmıştı, o zaman gerçeğe
doğru yakınlaşıyordum ve çok sevinmiştim.
-Evet, bekliyorum.
-Var mısın, Adana’nın gecelerine götüreyim seni.
Ürpermiştim, Adana’nın renkli gecelerini bilmiyordum.
Zevk sahibi, iri heybetli, kalıplı, saygın bir kişi olan Nihat
Oral, yani patronum bu yaşama girip- çıkıyordu. Onun girdiği-
çıktığı yere uğramam olanaksızdı. Ben ona karşı aşırı
-20-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
saygım ve sevgimden dolayı, birazda korkumdan neredeyse
geceleri sokağa bile çıkamıyordum.
- Peki nereye götüreceksin ?
- Adana’mızda harika gece kulüpleri var, oralara
götürmek istiyorum.
- Peki, oradaki eğlenceler kaçta başlayıp – kaçta bitiyor?
- Bunları sorma, yaşayarak öğreneceksin. Yarın saat
20.00 de giyinip buraya gel tamam mı ?
- Tamam anlaştık…
Bu kezde aklım eve takılmıştı ? Anneme - babama hangi
yalanları söyleyecektim ? Neyse, zamanım yaklaştıkça anneme
– babama Çoban Yurtçu ile Adana Kulübü’ne gideceğimizi,
geç kalırsam merak etmemelerini söylemiştim. Babam da:
- Aferin oğlum, seninle gurur duyuyorum, sana inanıyor,
kötü bir yola sapmayacağına inanıyorum:
Oysa gittiğim yol gerçekten kötü değildi, ama maceralı
bir yolun eşiğindeydim, büyük bir serüven denizinde kulaçlar
attıkça dalgalar daha da büyüyordu.
Çağla yeşili takım elbisemi giyip İstasyon Lokantasına
gittiğimde Semra da beni bekliyormuş, birlikte yemek yedik
ben bir an önce gidip-sonra eve erken dönmekte istiyordum.
- Kaçta gideceğiz Semra ?
- Saat 23.00 te başlıyor eğlenceler, ama biz 22.00’ye
kadar burada oturalım, sonra kalkarız…
- Nereye gideceğiz ?
- Seni Adana’nın en ünlü eğlence merkezi olan Yıldız
Gazinosu’na götüreceğim biraz bekle…
Gerçekten de Yıldız Gazinosunda diğerleriyle birlikte
Ziyapaşa Bulvarın’daki Eski Güney Haber ve MİT binasının
olduğu köşedeydi. Botanik bahçesini andıran bahçede
-21-



Abdulkadir KAÇAR
dünyanın bütün çiçekleri açıyordu, tam bir cennetti. Adana’nın
bitmeyen renkli geceleri oralarda yaşanıyor ve bitiyordu.
Semra’ya sordum:
- Peki, Yıldız Gazinosu’nda ne yapacağım ?
Gülümsedi:
- Ne yapılacağını bilmiyor musun ? Hiç gitmedin mi ?
- Hayır, vallahi gitmedim, ilk defa seninle gideceğim.
Kahkahalarla gülmüştü…
O kahkaha atarken beni büyük bir korku sarmıştı,
çünkü, üzerimde hiç para yoktu. Maaş zaten 140 liraydı,
Semra zaten bu sıkıntımı fark etmiş olmalı ki, hemen beni
rahatlatmak istemişti :
- Erol, sen işin parasal yönünü hiç düşünme, oraya
benim konuğum olarak gideceksin, bütçenin dar olduğunu
çok iyi biliyorum. Bu aleme para yetmez, oradaki hiçbir
masrafa karışmayacaksın. Bu lokantada dahi senin paran
geçmez…
- Semra sen öyle diyorsun ama, ben erkeğim ve bir
eziklik duyuyorum. Masrafları ben karşılamak isterdim aksi
takdirde çok ağrıma gider.
Gülmüştü:
- Hayır hayır, biz dostuz, arkadaşız, asla ağırına
gitmesin…
Sonra tekrar kafamı kurcalayan bir soru sordum:
- Semra beni neden Yıldız Gazinosun’na götürmek
istiyorsun ?
Hemen söze girdi:
-Erol, sana ufak ufak bilgiler vereyim. Yıldız
Gazinosu’nda Türkiye’nin en güzel artistleri çalışıyor.
- Bu artistlerle ben ne yapacağım ?
-22-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
 - Program izleyip, eğleneceğiz o kadar.
- İyi…
- Yalnız senden küçük bir ricam var, sakın küçükte olsa
bir pot kırma, falso yapma.
- Neden ?
- Çünkü, seni Türkiye’nin ve Adana’nın en güzel
artistleriyle tanıştıracağım. Adı  ROZİTA İtalyan kızı, harika
bir kişi …
- Rozita mı ?
- Rozita…
- Peki, Rozita’yla benim ilişkim nedir? Neler olacak?
Gülerek:
- Gençsin, delikanlısın, erkeksin birazda bu renkli
dünyaya kapı açmalısın. Yaşamına heyecan, renk kat. Sabah
gazeteye gelip, akşam eve gidiyorsun, artık yaşamayı öğren
Erol Erk, yaşamayı…
-23-



Abdulkadir KAÇAR
LEOPAR KÜRKLÜ ESRARENGİZ SEMRA
YAŞAMIMI DEĞİŞTİRDİ
Ertesi sabah erkenden uyanıp, gazeteye koşmuştum.
Çünkü, Müdür Çoban Yurtçu’nun mesai saatlerine olan
hassasiyetini bildiğim için her dakikanın hesabını soruyordu.
O gün ve ertesi gün beni kimse aramayınca yine
endişelenmeye başlamıştım. Çünkü, Semra beni çok
etkilemişti. Naci Beyden de haber çıkmamıştı. Üçüncü gün
öğle vakti Kenan Gedikoğlu yazılarını erkenden bana bırakıp
gitmişti, Çoban Yurtçu’nun masasında bu yazıları kontrol
ediyordum. Gözüm kapıda, kulağım telefondaydı. Sık sık
dışarıdan gelip - geçenlere de bakıyordum, ama içimde bir
endişe vardı. Saat 13.30’da telefon çaldı, açtım, karşımdaki
buğulu sesiyle Semra’ydı:
- Erol Bey orda mı ?
- Evet benim buyurun…
- Erol beni tanımadın mı ?
Tanımıştım ama tanımamazlıktan geldim
- Hayır tanımadım.
- Ben Semra canım, vay hayırsız vay daha geçenlerde
Konak Lokantası’nda buluşmadık mı ?
- Ooo Semra Hanım, nasılsınız ?
-24-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- İyiyim Erol, sen çok hoşuma gittin, arayıp halini
hatırını sormak istedim. Çok cazip bir delikanlısın.
- Vallahi bilemiyorum cazip miyim, değil miyim ?
Farkında bile değilim…
- Yok yok alçakgönüllülük etme, çok dikkat çekici
birisin.
- Teşekkür ederim, buyurun.
- Yoo, sadece öyle bir aradım, küçük bir teklifim var
bilmem kabul eder misiniz ?
- Nedir o ?
- Yarın benim davetlim olur musun ? Seninle birlikte
İstasyon Lokantasında bir öğle yemeği yiyebilir miyiz ?
- Tabi, neden olmasın…
Muharrem Gülergin’in ünlü lokantasına bir defa sportif
amaçla gitmiştim. Adana’daki tüm ünlülerin, sporcu ve
politikacısının uğrak yeri olan nadide ve lüks bir lokantaydı.
Ama, gazeteden aldığım 140 lira maaşla bir kadın oraya nasıl
götürürüm ?
Semra bu tereddütümü bildiği için hemen açıklama
yaptı :
- Erol senin ekonomik durumunu çok iyi biliyorum,
takdir ediyorum. Benim davetlim olacaksın, orada sana para
ödettirmem, paran orda geçmez… Yarın saat 14.00’ de
buluşalım.
- 14.00 biraz geç değil mi ?
- Hayır, o saatte lokantada kimse olmaz, oturup baş
başa konuşuruz biraz.
- Peki, saat 14.00 ‘ te oradayım.
-25-



Abdulkadir KAÇAR
Telefonu kapattım, yine bir heyecan almıştı, karışmaya
devam ettiğim olayların boyutlarını düşünmeye başlamıştım.
Kafamı karıştıran, beni gıdıklayan sorular yankıla-
nıyordu kafamda. Ama yine de yemeği kabul etmiştim. Ertesi
gün öğle saatlerinde eve gittim, çağla yeşili takım elbisemi
giyerek, bir fayton arabasıyla randevu yerine gittim. Cebimde
de fayton parasını zor yetecek bir miktar vardı. Bunu
düşününce yüzüm bir hayli kızarmıştı. Ama, bana para
ödetmeyeceğini bildiğim, ısrar ettiği için oraya geldiğimi
düşünüp rahatlamıştım. Fayton lokantanın önünde durdu,
indim, 5-6 garson etrafımı sardı :
- Erol Bey Erol Bey, buyurun, buyurun.
Şaşırmıştım :
- Siz beni nereden tanıyorsunuz ?
- Sizin şeklinizi ve saat kaçta geleceğinizi söylediler,
talimat aldık.
Hemen içeride çiçeklerle süslenmiş bir masaya
oturttular:
- Siz, bugün bizim konuğumuzsunuz… Rahat edin…
Semra ortada görünmüyordu, gelip gelmediğini de bir
türlü soramıyordum. Hemen soda istedim, alkol alıp
almayacağımı sorduklarında da kullanmadığımı söyledim.
Birkaç dakika sonra siyah Cadillac marka bir araba lokantanın
önünde durunca garsonlar yine koşuşturmaya başladılar.
Gidip kapısını açtılar, Semra’nın Leopar Derisinden Kürkünü
alıp, masaya kadar eşlik etmişlerdi. Semra, kırmızı bir bluz
giymiş, başına kırmızı bir gül takmış, tıpkı İspanyol dansözleri
gibi salına salına gelip karşıma oturmuştu… İlk sözü şöyledi:
- Çok mu beklettim Erol ?
-26-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Hayır, birkaç dakika oldu. Ama, sizi burada bulacağımı
sanıyordum.
Bu arada servisler yapıldı:
- Nasılsın Erol Bey ?
- İyiyim ama nasıl olmam gerektiğini bilemiyorum. Bir
aydır başıma gelen ilginçlikler, buluşmalar, sizin karşıma
çıkışınız beni hayli meraklandırdı ve tedirgin etti…
- Hiçbir şey yok, kendini üzme, Erol biz bir dost
grubuyuz. Naci Bey seni çok seviyor, arkadaşı da beğenmiş.
Bende seni çok sevdim, dürüst, yakışıklı bir insansın,
sohbetimizi dostluğumuzu seninle devam ettirmek istiyoruz,
hepsi bu kadar, canını sıkma, endişe etme…
O sırada yemeklerimiz, gelmişti, içki içmediğimi
öğrenince çok şaşırmıştı:
- Erol bari bir bira al.
O saatlerde zaten rakı olmazdı, üstelik Tekel’in geçmiş
yıllarda ürettiği siyah bira vardı ve insan içince oldukça
rahatlıyordu. Bira istedim… Zaman zaman İstasyon Büfesi’ne
patronum Nihat Oral’da gelip – giderdi, onu düşününce bu
kez heyecanlanmaya başlamıştım, alnımdan boncuk boncuk
terler beliriyordu, siliyordum, yine kızarıyordum. Semra
şaşırmıştı:
- Hayırdır Erol ? Neden korkuyorsun ?
- Hayır, üşüdüm biraz.
Halbuki ne üşünülecek, ne de sıcaklanacak bir hava
yoktu…
-Gelen biradan iç bakalım…
Birkaç yudum aldım, kendisi de viski içiyordu…
Semra’ya da, sormak istiyordum :
-27-



Abdulkadir KAÇAR
- Semra Hanım, siz kimsiniz ? Çok garip biçimde
karşılaştırılıp – tanıştırıldık ? Sizler neden beni seçtiniz ?
Bu soruyu bir türlü soramıyordum… Sürekli bu soruyu
sorup – sormamak için kafamın içinde yankılanırken Semra
birden sordu:
- Erol sen vatanını seviyor musun ?
- Evet çok seviyorum.
- Bayrağı seviyor musun ?
- Evet çok seviyorum.
- Ya milletini ?
- Evet çok seviyorum, tabi seviyorum.
Semra rahatlamıştı,
- Zaten bizde bu özelliklerini bildiğimiz için seni seçtik,
onun için seviyoruz seni. Mazini biliyoruz, tertemiz, pırıl
pırıl…
Yine şaşırmıştım:
- Mazimi nerden biliyorsunuz ?
- Erol sen aynı zamanda asker çocuğusun.
- Ben asker çocuğu olduğumu unutmuştum:
- Bunu nerden biliyorsunuz ?
Sorular peş peşe geldikçe şaşırıyor, şaşırdıkça heyecan-
lanıyor, heyecanlandıkça soruyordum:
- Bir yerde gazetecilerle ilgili sohbet yapılırken senin
adın, geçti babanın asker olduğunu söylemişlerdi.
- Öyle miii ?
- Üstelik, Adana’da yeni yeni parlamak isteyen bir
gazetecisin, gülmece konusunda yazdığın yazılar harika...
Gerçekten de gülmece konusunda çok güzel yazılar
yazıyordum.
-28-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Aradan saatler geçti, yine hiçbir şey konuşmamıştık
neredeyse ? Kafamdaki soruların hiç birisine yanıt alamadığım
gibi, hayretim daha da artmıştı… Semra:
- Erol vatanın – milletini seven birisi olarak seninle
dostluğumuz devam edecek. Bazen buluşacağız, ayrıca
Ceyhan’da da bir görevim var oraya gidip – geliyorum.
Bir gecede seni oraya götürmek isterim…
Ceyhan’a da birkaç defa patronum Nihat Oral la politik
olarak gitmiştik, hiç bilmiyordum. Israr ederek :
- Yani senin için uygun mu ?
- Olabilir… ama nasıl gidip – geleceğiz ?
Dışarıda duran Cadillac marka arabasını görtererek,
- Sen yarın giyin gel, burada bekle bir şeyler atıştırırız,
bu arabayla gider – geliriz…
Lahavle çekiyordum kafamda binlerce soruyla. Ertesi
gün yine buraya gelecektim. Anneme babama akşam
çıktığım zaman yalan üstüne yalan söyleyip, ertesi gün yine
fayton arabasıyla Semra’nın İstasyon Lokantası’ndaki
randevusuna gelmiştim. Semra oturuyordu, saçını toplamıştı,
kırmızı bir gül takmıştı… İçimden de geçiriyordum :
- Semra Hanım bana aşık mı oldu acaba ?
Ama, bu soruyu onunu yüzüne karşı sormak ne
haddime… Lokanta’da hafif bir şeyler atıştırdık, Semra
- Erol, yine bira al… dedi.
- Ama, yola gideceğiz,
- Önemli değil, rahatlarsın…
- Olsun canım gideceğimiz yer eğlenceli, çakır keyif
olursun hiç olmasa.
-29-



Abdulkadir KAÇAR
Gece ilk defa Adana dışına çıkacaktım… Birkaç kadeh
siyah biradan sonra çakır keyif olmuştum, biraz sonra
Ceyhan’a gidecektim ama, içimden korkuyordum. Çevremde
tanıdık kişiler arıyor, ama bulamıyordum… Hatta lokantanın
resepsiyonuna ‘ BEN CEYHAN’A SİYAH CADİLLAC MARKA
ARABAYLA GİDİYORUM ‘ diye not bırakmak istiyordum,
buda olmamıştı.
Eski yollardan geçerek Ceyhan’a vardığımızda, renkli
ışıklarla çevrili kapısından ‘SAZ’ yazılı bir yere gelmiştik,
ama burasının neresi olduğunu bilmiyordum, ilk defa
giriyordum. Yine kapıda garsonlar karşılamıştı, etrafımızda
iki sıra halinde bizi içeriye götürürken bir yandan da iltifat
ediyorlardı :
- Hoşgeldiniz hanımefendi.
- Sizleri görmek ne büyük mutluluk.
- Şeref verdiniz…
- Şuradan buyurun Semra Hanım.
Loş ve izbe bir yerde Semra benden ayrıldı, ve en dipte
yapayalnız bir masaya oturttular. Üzerimde para olmadığı
içinde yine ter basıyordu, garsonlar bu konuyu çok iyi anlayıp
ölçtüklerinden profesyonelce davranıyorlardı:
- Beyefendi, lütfen rahatınıza bakın, Semra Hanımın
talimatıyla siz bizim şeref konuğumuzsunuz…
- Ne emredersiniz ?
- Ben siyah Tekel Birası rica ediyorum.
- Peki… demişlerdi.
Bu sırada, sahneye etleri yanlarından fışkırmış, göbekli,
popolu, takma kirpikli bir kadın çıkıp şarkı söylüyordu,
meğerse okuyucuymuş. Masama yanaştı :
-30-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Erol Bey, hangi şarkıyı emredersiniz ?
Ne şarkı biliyordum, ne de emretmeyi, ama pot
kırmamam gerekiyordu:
- İçinizden ne geliyorsa, onu benim için okuyun.
Kadın sonra ‘NEREDEN SEVDİM O ZALİM KADINI’
şarkısını benim için okumuştu. Bir süre sonra da sahneyi
terk etmişti. Ceyhan’ın toprak ağaları, ekabir takımı, beyler
masalarda kadınlarla birlikte kahkahalar atıyorlardı. Semra
hala yoktu saatler gece yarısını çoktan geçiyordu. Garsonu
çağırdım:
- Semra Hanım nerede ?
Garson, her şeyi bilen bir eda ile gülümseyip, gizemli
bir ses tonuyla:
- Size bir süprizi var efendim…
Bir süre sonra uzun boylu, bir sunucu çıktı, elinde
mikrafon vardı, şöyle demişti :
- Saygıdeğer konuklarımız, gecenin yıldızı, şuh dansöz
SEMRA SARI’yı takdim ediyoruuum…
Sahneye Semra fırlayarak çıktı, bir oynuyor, bir
döktürüyor, hayretle onu izliyordum. Harika bir oryantal
yapıyor ama, benim yüzüme bile bakmıyordu. Çok profes-
yonelce davranıyordu, meğerse o harika kadın Semra
Dansözmüş…
Ceyhan o günlerde teksas gibi bir yerdi, şampanyalar
patladı, viskiler açıldı, bir süre sonra Semra kıvıra kıvıra
masama gelip, elindeki kastanyelleri başımda iki defa
şıkırdattıktan sonra kulağıma eğildi:
- Biraz sonra işim bitecek, sıkılma.
Yanağıma da bir öpücük kondurmuştu. 15-20 dakika
daha oynadıktan sonra çekilip gitmişti.
-31-



Abdulkadir KAÇAR
“EROL ROZİTA’YLA NE YAPACAĞINI
SANA SÖYLEYECEĞİZ….”
Kafamda bilerce soruya bir de ‘ROZİTA’ eklenmişti
tekrar sordum:
-Semra iyi güzel diyorsunda, Rozita ile ben ne
yapacağım?
- Seni şimdi tanıştıracağım, sonra ne yapacağını zaten
biz söyleyeceğiz..
Kafam yine karışmıştı, Ne yapacağını sonra biz
söyleyeceğiz sorusu beynimde yankılanıyordu. Kim söyle-
yecekti ? Neyi söyleyecekti ? Neden söyleyecekti ? Talimatı
kim veriyordu ? Nerede duracaktı bu esrarengizlik? Bunu
bilemiyordum..
- Peki, Roziya’lla tanıştım, sonra ne olacak ?
- Erol, yapacağın tek şey var.
- Rozita’yı kendine aşık edeceksin.
Haydaaa, başımdan kaynar sular dökülüp, tırnak-
larımdan çıkmıştı… Vücudum ateş gibi yanıyordu, şaşırıp –
heyecanlandım:
- Neee ? Kendime aşık mı edeceğim ? Nasıl olacak bu
iş ? Ben kimim ? Ben neyim ki ?
- Erol’cuğum, Erol’cuğum, bizim senden istediğimiz
küçücük bir rica var, hepsi bu. Tabi, bunların tamamı da bir
-32-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
gecede olacak diye bir kural yok. Ne yapacaksın, ne edeceksin,
o kadını kendine aşık edeceksin.
- Bilemiyorum, mahallemde tek bir aşık olduğum kızın
dışında kimseyi tanımıyorum. Ufak tefek maceralarım
olmuşsa da hiçbir zaman aşk macerası falan yaşamadım,
kimseyi tanımıyorum..
- Yahu Erol, gerçektende çok saf konuştuğun kadar saf
olma arkadaş. Sende büyük, çok büyük kendin bile farkında
olmadığın kabiliyetler var, bunu henüz keşfetmemişsin…
İşte bu sözcükler, ileride olacak olaylar konusunda ilk
sözü Semra söylemişti, ve bu kabiliyetlerimin gerçektende
hiç farkında değilmişim…
Adana’nın sosyal yaşamının kalbinin attığı Eski İstasyon
Lokantası’nda, Yıldız Gazinosu’na gideceğimiz saati beklerken
bir yandan da bu konuşmalar oluyordu. Ama benim gerçek
korkum, patronum Nihat Oral’ın gelmesiydi. Etrafa iyice
bakarak tanıdığım olup – olmadığını gözlemliyordum. İyi ki,
hiç tanımadığım simalar vardı. Sadece Muharrem Gülergin’i
ve bazı futbolcuları birkaç defa görmüştüm, onları tanıyordum.
O dünyada yabancı bir kişiydim sanki. Saat 23.00’e doğru
Sema hareketlendi:
- Erol, istersen haydi gidelim.
- Peki, ama kalkalım mı ? oturalım mı bilemiyorum ?
Ben sana karşı büyülenmiş gibiyim. Ne dersen aynısını
yapıyorum. Benim yaşamıma girdiğinizden beri rahatım,
huzurum kalmadı. Zaman zaman çıldıracak gibi oluyorum.
Gel, otur, kalk, git, konuş, sus, hareketlerine dikkat et… Bu
emirlerinize aynen uyuyorum…
-33-



Abdulkadir KAÇAR
Semra bu söylediklerimi bir süre dinledi, biraz tedirgin
olduğumu, çekingen davranacağımı düşünerek yavaş yavaş
konuştu:
- Erol, Vatan ve Bayrak sevgisinin ne olduğunu sen bilir
misin ?
 Her yanım ürpermişti:
- Tabi bilirim Sema, Vatanımı, Milletimi, Bayrağımı
sevdiğimi herkes biliyor…
Durdu
- O Halde, Vatanına, bayrağına, milletine hizmet etmek
istemez misin ?
Ama, benim gideceğim yerle vatan-millet-bayrağın ne
ilgisi olduğunu bir türlü çözemiyorum… Bu konuşma üzerine
hiçbir şey diyememiştim, yutkundum:
- Tamam Hanımefendi, kendimi sizin kollarınıza teslim
ediyorum, etki alanındayım, ne istersen onu yapacağım..
Semra sevinmişti:
- O zaman sesini çıkartma, senden istenenleri yaparsın
olur biter.
- Peki, peki dedim.
Biraz sonra siyah Cadillac marka siyah otomabil gelip
bizi aldı, Ziyapaşa Bulvarı’ndaki  Gazinoya getirip bıraktı.
Yıldız Gazinosu’da pırıl pırıldı, yıldızların arasında yeşil,
kırımız, sarı lambaların altında muhteşem bir görüntü
sunuyordu. O günler de Yıldız Gazinosu’nun eşiğinden
adımımı atarak, GECE ALAMİNE giriş yapmıştım. Bizi bir
garson ordusu karşılamış, şaşırmıştım. En çok dikkatimi
çeken de Adana’nın yakından tanıdığı daha sonra öldürülen
Yahya o zamanlar gençti, koşarak gelip Sema hanımın elini
öperek:
-34-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Buyurun Hanımefendi…
Bana da ilk defa pavyon alemine girdiğim anda, bir
garson:
- Buyrun Beyefendi… demişti.
Bu garson Yahya’ydı… O, daha ileriki yıllarda çok
sevdiğim o alemin tatlı bir simasıydı. İşi herkesin aşağılık
görebileceği insanlara hizmet etmekti, ama bunu severek,
profesyonelce yapıyordu. Öyle ki, bu garsonlar, gelen
müşterilerin cebinde kaç lirası olduğunu, bunu kaç lirasını
harcayacağını, gazinoda kaç dakika kalacağını, hangi kadınla
kaç dakika sohbet etmek istediğinin röntgenin çekebilecek
kapasitede insan sarrafı profesyonellerdir. Bahçeye girdiği-
mizde Semra:
- Yahya, bize şöyle teras’ta bir yer bul, biraz serinlemek
istiyorum..
- Emredersiniz ablacığım…
Teras’a oturduğumuzda etrafımız sarmaşıklarla doluydu,
büyük bir pist, harika bir fıskiyeli havuzu muhteşem biçimde
görebiliyorduk. İçkili kadınlar, birbirileriyle sohbet eden
konuklar, Adana’nın en zenginleri bir araya toplanmıştı. Bu
görüntüleri zevkle izlerken, bir yandan da patronum Nihat
Oral’ın gelip buraya beni görmesinden çok korkuyordum,
birazda bu nedenle tedirgin olmuştum. Nihat Abi de zaman
zaman buraya geliyordu, bir de sevgilisi vardı, ona bir içki
ısmarlıyordu. Beni bu tedirginlikten uzaklaştıran, etrafımızda
garsonların pervane olmasıydı. Kimileri Semra’nın Leopar
derisi kürkünü alıyor, kimisi çantasını, kimisi masayı
düzenliyor, kimisi servis yapıyor, kimisi de hazır ol vaziyette
duruyordu. Semra masaya uymam için cintonik içmemi
istemişti, bir yandan da çılgın kahkahalar yükseliyordu, bu
-35-



Abdulkadir KAÇAR
o renkli gecenin ilk başlangıcıydı. Semra bir ara Yahya’yı
çağırmıştı, düğmeleri ilikli, iki büklüm masaya gelen Yahya,
-Emredin ablacığım.
-Yahya, bu arkadaşım gazeteci Erol Eerk, kendisi benim
konuğum, onu eğlendirmek istiyorum, ama bu alemi o fazla
tanımıyor.
Yerlere kadar eğilip seramoni yapan Yahya:
-Hay haaay, başımızın üstünde yeri var. Erol Bey
emretsin ne isterse yapayım ? Erol Bey, Erol Erk, Nihat
Abi’nin gazetesi’nde çalışan kişi mi ? diyince tepeden tırnağa
ürpermiştim, çünkü, beni tanımıştı.
Biraz ürkek bir sesle:
-Yahya Bey, aman Nihat Abi duymasın olur mu ?
-Merak etmeyin Erol Bey, merak etmeyin, Nihat Abi
bu saatte gelmez. O geç gelir, bir kahve içer çeker gider. Ben
sizi asla karşılaştırmam.
Yahya’nın bu teminatı beni rahatlatmıştı…
Semra devam etmişti:
-Yahya, Erol’u bu gece biraz eğlendirelim.
-Yook, bir tek kişi gelecek, o da henüz teşrif etmemiş
herhalde.
Yahya, şöyle bir etrafına bakındı:
-Kimi istiyorsunuz Abla ?
-Rozeta ne yapıyor ?
Yahya birden tokat yemiş gibi susmuştu, yutkunarak,
-Şeeey, Abla Rozeta buranın süper starı, bak şu
gördüğün Kadirli, Kozan masaları hep onun gelmesini
bekliyorlar.
Semra gülerek:
-Ne yani, biz Rozeta ile oturamaz mıyız ?
-36-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Yahya endişeliydi:
-Vallahi Abla, bilemiyorum, o programa gelmeden tüm
dakikaları doldu da.
Yahya ile Semra bu konuşmaları sürdürürken kendi
kendime söyleniyordum,
-Bu kadın kimmiş ? Ben onunla ne yaparım ? Kendime
nasıl aşık ederim ? Üstelik Çukurova’nın tüm ağaları- beyleri
kadının peşinde ? Olmaz böyle şey.
Semra bastırıyordu,
-Yahya, Rozeta gelirse benim selamımı söyle, 5-10
dakikasını bize ayırmasını rica ettiğimi ilet, seni kırmaz.
Yahya gittikten sonra Semra’ya:
-Yahu Semra, ne yapıyorsun, baksana kadını kimse
paylaşamıyor, bu lüks kadınla ben ne yapacağım ? Aşık falan
nasıl olacak bu iş ?
Semra rahattı:
-Olabilir, o buranın süper starı olabilir, paylaşılmayan
bir artist olabilir. Ama, senin konumunda çok farklı…
-İtalyan Kızı Rozy, Rozy dudaklarımdan bu cümleler
dökülürken, Semra beni rahatlatmak istiyordu.
-Hiçte kötü birisi değildir, canı sıkılırsa kalkıp İtalyanca
şarkılar söyler, herkesle oturmaz denildiğine bakma, Adana’yı
kasıp kavursa bile seni beğeneceğine inanıyorum…
-Semra, Adana’yı kasıp kavuran kadın, benimle ne, işi
olabilir ki ? Gencim, toyum.
-Kafanı yorma Erol’cuğum.
-Kalantor zenginler varken, bu kız beni ne yapsın,
bugün senin ısrarınla masaya geldi, ya yarın ne olacak ? Ben
nasıl geleceğim ? Nasıl neyi ısmarlayacağım ? Üstelik dışarıya
çıkıp yemekte yemiyormuş… Ne yaparım söylesene  ?
-37-



Abdulkadir KAÇAR
ROZETA HAVALI
BİR KADIN
Biz aramızda bu konuşmaları yapıp Yıldız Gazino-
su’ndaki sarmaşıkların arasında masamızı aydınlatan kırmızı-
yeşil-sarı- mavi ışıkların altında otururken, garsonlar arasında
bir hareketlenme, bir koşuşturmaca başlamıştı. Biraz sonra
da içeriye Rozeta girmişti. Aman tanrım, kürkler içinde, film
artisleri gibiydi. Hiç etrafına bakmıyor, randevu olan masalarla
bile ilgilenmeden yürüyordu. Garsonların tamamı etrafında
pervane olmuşlardı. Kimisi kürkünü alıyor, kimisi çantasını,
kimi masayı düzeltiyor, kimi masasına servisler yapıyor, kimi
oturacağı sandalyeyi hazırlıyodu. Etrafındaki diğer garson-
larda hazır ol vaziyetinde bekliyorlardı. Sanki, artist değilde,
kraliçe gibiydi. Uzaktan gördüğümde bu muhteşem pahalı
ve havalı kadının değil bizim masamıza gelmesi, benimle
konuşmaya bile tenezül etmeyeceğini düşünerek korkmuştu.
Semra’nın eline dokundum:
- Semra haydi kalk gidelim, baksana kadının havasına.
- Erol, sen kafanı yorma, bu gece bu kadınla tanışıp
sohbet edeceksin, bunu başaracaksın sana bunu ispat-
layacağım.
- Neden tanışacağım ?
- Tanışacaksın, bizim sana ikramımızdır. Senin iyi bir
-38-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
arkadaşın olarak gece alemine eğlenmeni, yaşamına renk
katmanı istiyorum o kadar.
Yine sessizlik olmuştu, ne kadar zaman geçtiğini
anımsamıyorum, Yahya sözünde durmuştu, koşarak yanımıza
geldi, yerlere kadar eğilerek selam ve saygısını sunduktan
sonra:
- Rozeta Hanım, size 10 dakikasını ayırıyor…
Birkaç dakika sonra da 10 garsonun arasında bizim
masaya, alımlı biçimde teşrif etmişti. Elini Semra’ya uzattı:
- Hanımefendi hoş geldiniz.
Bana da lütfen elini uzatıp:
- Beyefendi, sizde hoş geldiniz.
Ben tam o sırada ayağa kalktım, neredeyse masa
devrilecekti, oturmak sonradan aklıma geldi, karşılıklı
konuşmaya başlamıştık.
- Nasılsınız ?
 -İyiyim, Ya siz ?
- Eh, bende iyiyim. Nerede çalışıyorsunuz ?
 - BUGÜN Gazetesi’nde.
- Haa, Nihat Oralla mı ?
Korku basmıştı onun adını duyduğumda, heyecanla:
- Evet ama, n’olur geldiğimi duymasın.
Rozata gülerek:
- Yok canııım, bunlar söylenecek şeyler değil. O büyük
bir insan, hepimizin abisi:
- Teşekkür ederim.
- Erol Bey, Nihat Oral’ın bir sürü arkadaşı var, sizin yok
mu ?
- Rozy hanım ilk defa geliyorum buraları ilk kez
görüyorum.
-39-



Abdulkadir KAÇAR
Gülerek:
-Öyleyse çok acemiymişsiniz.
-Öyle, Semra da biliyorlar.
Semra da:
- Rozy Erol’un bu gece bu güzellikleri görmesini ve
sadece senin gibi büyük bir artisti tanımasını istedim, hepsi
bu. Ona sizden çok söz ettim.
Rozeta şuh bir kahkaha atmıştı:
- Aaah, Teşekkür ederim.
Bize ayrılan 10 dakika su gibi akıp geçmiş, garsonlar
sürenin bittiğini anlatmak için, özellikle de Yahya eliyle
saçlarını tarıyarak ona işaret veriyordu. Bende onların bu
garip hareketlerine hayretle bakıyordum. Sonradan
öğrenmiştim ki, gazinolarda bir artist eğer kadının daha
zengin müşterisi gelirse, oradaki garsonlar saçını tarıyarak
işaret veriyorlarmış. Artistin işini bitirip, sohbeti toparlayıp
kalkmasını istiyorlarmış. Rozy kalktı:
- Erol Bey, sizinle sabaha kadar sohbet etmek isterdim
ama inanın çok müşterim var, hepside sırasını bekliyorlar.
Kadirli’den, Kozan’dan gelen avukatlar gurubu da beni
bekliyor. Hatta verilmiş sözlerim olmasına rağmen Semra
ve Yahya’yı kıramadım. Erol Bey artık görüşürüz, beni ara
olur mu ?
Şaşırmıştım:
 - Nereden, nasıl arayacağım ?
Esprili biçimde:
- Nihat Abine söylersen o beni bulur.
Rozeta izin isteyip garsonların hazır olduğu bir
koridordan çekip gitti. Semra’ya döndüm:
- Semra, yahu bu kadın.
-40-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Sözümü kesti:
-Ben sana, bu gece onunla tanışacaksın, sohbet
edeceksin demedim mi ?
- İyi hoşta bu kadın bana aşık olur mu ? Baksana tüm
Çukurova’yı avucunun içine almış, zenginler, yakışıklılar
hep etrafındalar. Parasız, pulsuz bir gazeteyi ne yapsın…
Semra Israrlı ve kararlı hatta iddialıydı:
- Erol, bir gün bu kadını kendine aşık edeceksin.
Canını da sıkma, tüm masraflarıda biz karşılayacaz.
Adana’nın renkli gecelerine adım atmıştım. Türkiye’nin
en ünlü gazinosunda, en ünlü artistiyle bir arada olmama
rağmen mutsuzdum. Çünkü, Rozeta o kadar havalıydı, o
kadar havalıydı ki, ayağı yere basmıyor, sigara dumanını da
havaya üflüyordu, üstelik tanışırken, masa devrilecek gibi
olmuştu, çok çaylak olduğumu düşünüyordu. Semra da
ısrarla, ve tekrar tekrar:
- Bu kadını kendine aşık edeceksin…
O gece kalktık, Semra siyah Cadillac marka arabasıyla
beni evimizin yanındaki Erciyes Sineması’nın önünde
bırakmıştı…
Arabadan inerken de:
- Erol merak etme, ben seni yine arayacağım demişti.
Sabaha kadar düşünüp bir kabına koyamıyordum.
Rozeta’nın bana aşık olması olanaksızdı. Kendi kendime
böyle bir işe giriştiğim için kızıyordum. Hatta kendimle
konuşuyordum
- Erol, nasıl bir işe girdin çetelerin eline mi düştün ?
Mafya seni filmlerdeki gibi kullanıyor mu ?
-41-



Abdulkadir KAÇAR
Mafya sözünü de Amerikan filmlerinda ‘İTALYAN
MAFYASI’ olarak duyuyordum, bu da Türkiye’deki Çetelerin
karşılığını oluşturuyordu…
Ertesi gün Semra beni yine telefonla aradı:
- Erol’cuğum, nasılsın, iyi misin ? Memnun musun ?
- Vallahi hiç memnun ve de mutlu değilim. Semra sen
benim başıma öyle bir iş açtın ki, eve geç gittim, istifra ettim
babamla annem çok kızdılar..
- Erol sana inanıyor, güveniyorum, bu işi başaracağını
da biliyorum. Al sana Rozete’nın telefonunu veriyorum, bir
yere yaz ve hemen ara..
- Neee arayım mı ?
- Ara, halini hatrını sor canım…
O zaman artistlerin dışarıya çıkmaları yasaktı,
gazinoların kadınlar pansiyonu vardı, orada kalıyorlardı.
Yıldız Gazinosu da bu günkü Çetinkaya’ların olduğu yerdeki
pansiyonunda kalıyordu… Telefonu çevirdim uzun uzun
meşgul çaldı daha sonra açılmıştı:
- Ben Erol Erk’im Rozy hanımla görüşebilir miyim ?
- Kim arıyor diyelim ?
- Ben Erol’um …
Telefon bir süre bekledi, cevapı santral memuru
veriyordu,
- Rozy hanım rahatsızmış, rahatsız edilmek istemiyorlar.
Çaat diye telefon yüzüme kapanınca, maneviyatım yine
sıfıra düşmüştü. Telefonda bile beni anımsamayan kadını
kendime nasıl aşık edecektim? Yarım saat sonra Semra
yeniden aramıştı:
- Ne oldu konuştun mu ?
-42-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Yoook, telefona bile çıkmadı, üstelik santral telefonu
yüzüme kapattı..
- Erol bu işler böyle olur, sen aramaya devam edeceksin.
- Semra nasıl devam ederim.
- Ne diyorsam onu yap, önemli olan senin ona kendini
aşık etmen ...
- Bu nasıl olur Semra ?
- Edeceksin, edeceksin, üstelik bu akşam aynı gazinoya
tekrar gideceksin..
- Semra iyi güzel hoşta, para nerede ?
- Merak etme, tabi bu konuları senin cebinden harca-
yacak halin yok. Biraz sonra birisi gelip, zarf içinde sana
para getirecek, masraflarını bununla karşılarsın…
Bu konuşmalar aramızda geçerken, korkacağım o kadar
çok şey vardı ki, bunların en önemlilerinden birisi de Müdürm
Çoban Yurtçu’ydu. Eğer, bu olayları duyarsa beni mahvederdi.
Dünyada korktuğum ikinci kişiydi, öğrencilerine karşı çok
sert ve zalimdi. Hele bu tip işleri hiç sevmezdi…
Gazetede otururken, gözlerim kapıda, kulağım telefon-
dayken, akşamüstüne doğru genç bir çocuk içeriye girdi,
elinde beyaz bir mektup zarfı vardı:
- Erol Erk, burada mı ?
Hemen ayağa kalkmıştım,
- Benim..
Zarfı uzatarak:
- İçinde, fotoğraflarınız var..
Beyaz zarfı alıp, Nihat Oral’ın masasına koşmuştum.
Açtığımda içinden o dönemin çok büyük parası 100 lira
çıkmıştı. Afalladım, ama yapacak başka şeyim yoktu, yine
-43-



Abdulkadir KAÇAR
yüzüm al al, kızarmıştı. Parayı aldığıma göre, yine pavyona
gidip Rozy’le karşılaşacaktım. Cebime parayı yavaşça yerleş-
tirmiştim. Bu konuda muhatabım hesap vereceğim kimse de
yoktu. Tam bu sırada telefon çalmıştı, Patronum Nihat Oral
Duvudi sesiyle seslendi:
- Eroool.
Koşarak gitmiştim:
- Buyur Nihat Abi ?
- Oğlum seni bir hanımefendi arıyor ?
Şaşırarak:
- Kim acaba ? Eyvaaaah..
- Al eline sor öğren, yoksa sendemi azıttın ?
-  Şeey abi, olur mu ? bir okurum falandır.
Telefondaki ses Semra’ydı:
- Emaneti aldın mı Erol ?
- Evet… dedim, hemen lafı değiştirdim, komşumuz
Meserret abla vardı:
- Meserret Abla ben şu anda müsait değilim, sen sonra
yine ararsın olur mu ? dedim, telefonu kapattım.
Nihat Oral’ın yüzü simsiyahtı, kızdığı zaman yüzü
asılırıdı, ama Meserret Abla lafım iyi tutmuştu.
Saat 17.00’ye doğru, telefon yine çaldı, arayan Semra’ydı:
- Erol kusura bakma, ben seni yalnız sanıyordum, iyi
misin ?
- İyiyim, iyiyim… Ama siz benim amatör yaşamımı allak
bullak ettiniz. Ben sadece gazetemi biliyordum, yazımı yazı-
yordum, bunu değiştirdiniz.
- Erol, bu gece yalnız gideceksin tamam mı ?
- Nee ? Yalnız mıı ?
-44-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Canım, git bir iki duble içki ısmarla, sonra çek git.
Ama hafızasında yer et, seni unutmasın. Tanışıklılığın devam
etsin, kendini ona unutturma ama üstüne de fazla düşme.
- Peki, başüstüne…
Erken gitmeyi kafama koymuştum saat 22.30’dan önce
hareket başlamıyordu. Annem-Babama yine o yıllarda
ayrıcalıklı olan Alsaray Sinemasına gideceğim yalanını
söylemiştim.
Saat 23.00’e doğru Yıldız Gazinosun’dan içeriye girince
Garson Yahya karşılamıştı, sanki 40 yıllık dostummuş gibi
yerlere kadar eğilip, güleç bir yüzle:
- Oooo Erol’cuğum ? Nasılsın ? Semra hanım yok mu?
- Yok ben tek geldim.. Rozeta hanıma bir teşekkür edip
gideceğim. Bu konuda yardımcı olursan sevinirim.
- Olur Erol’um, bir iki dakika senin için randevu isterim
hatta alırım..
Ben de zaten zoraki görevim için orada bulunuyordum.
Bir süre sonra garsonları yine koşuşturunca Rozete’nın
geldiğini anlamıştım. Yahya çok anlayışlı olduğu için, bende
kaç lira bulunduğu, ne kadar oturup – gideceğimi çok iyi
bildiğinden Rozeta içeriye girer girmez hemen  benim masama
oturt-muştu.
- Abla’cığım, Erol Erk, size teşekküre gelmiş.
Rozy çok sevinmiş gibi bir ifade takındı:
- Ooo, Hangi Erol ?
- Hani dün akşam Semra Hanım tanıştırmıştı ya
- Aaa unuttum, Vallahi kusura bakma, Erol otur otur
unutmuştum..
İçki ısmarladım,
-45-



Abdulkadir KAÇAR
- Erol kusura bakma, yani o kadar yoğunum ki…
Bu arada Rozeta’nın şöyle demesini beklemiştim:
- Erol Bey kusura bakmayın, bu gün telefonla aramış-
sınız, yok dedirttim, özür dilerim..
Ben bunları söylemesini beklerken o hiç oralı bile
olmuyordu..
- Rozeta Hanım, bugün sizi telefonla pansiyondan
aradım.
- Haa, sahi birisi beni aramıştı siz miydiniz o kişi ?
- Evet.
- Yahu kusura bakma, akşamları alkol alınca, olan her
şeyi unutuyorum , kusura bakma..
- Ne iş yapıyorsun ?
Allah allah, yaptığım işi de unutmuştu:
- Dün akşam söylemiştim ya Nihat Oral’ın gaztesinde
çalışıyorum..
Yani, Rozeta kendi dünyasında, ben kendi dünyamda
yaşıyordum. Ama, Semra Hanımın talimatlarını uygulu-
yordum, bir iki dubleden sonra kalkmak istedi, ben Yahyanın
eline bir büyük bahşiş sıkıştırıp apar – topar kaçmıştım.
Kadın yüzüme bile bakmıyordu. Nasıl arkadaşlık kurabilirdim
nasıl aşık edebilirdim ? Böyle dengesizlik olur muydu ?
Semra ertesi gün ararsa kızacaktım:
- Yahu arkadaş, siz deli misiniz, divane misiniz Böyle
aşk olurmu ?
Kafamda bunları tasarlarken, telefon çaldı Semra’ydı,
- Erol nasıl geçti ?
- Semra Hanım, bu kadın benim yüzüme bile bakmıyor
benimle konuşmuyor bile, neden zorluyorsunuz ?
-46-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Israrını sürdürüyordu ?
- Hayır Erol, o kadın aşık O-LA-CAK, Kendine onu aşık
edeceğine inanıyorum o kadar. Sadece söylediklerimi yap,
gerisine karışma..
Şaak diye telefonu yüzüme kapatmıştı…
Bu olay beni daha çok tahrik etmişti, kendi kendime
şöyle demiştim:
- Erol, Rozetayı kendine aşık edeceksin bunun başka
yolu yok..
Daha sonra kendimi derin düşüncelerin içinde
bulmuştum. O Adana’yı ve Çukurovayı avucunun içine alan
bir artistti. Üstelik zengindi, bir kraliçeydi. Ben ise fakir bir
gazeteciydi. Bu halimle bana nasıl aşık oalcaktı ? Param
yoktu, olağanüstü yakışıklı bir yanım yoktu. Ama, kafamda
da onu nasıl elde edeceğim konusunda senaryolar üretmeye
başlamıştım bile. Öncelikle gazinoya gitmeyi kafamdan silip
atmıştım, pek acemice görünen bu formül çok büyük bir
aşkın meyvesi doğmasına neden olacaktı…
-47-



Abdulkadir KAÇAR
KIRMIZI KARANFİL OPERASYONUM
YÜZDE YÜZ ETKİLİ OLMUŞTU
Aşk, öfke, macera, sevgi, kin, silahtan oluşan meslek
yaşamımın 45 yıllık bölümünün ilk dönemlerinde yaşamımın
ilk operasyonundan başarıyla çıkmayı, tamamen kendi
yeteneklerimden ve düşüncelerimle gerçekleştirmiştim. Bu
operasyon zaman aşımına uğradığı için çok rahat anlatıyorum.
Rozeta konusunda daha sonraki yıllarda tamamen çözmüş
olarak, her şeyi anlayacaktım, ama anlamam içinde benim
yaşantımda yarattığı sarsıntılar ve acılar, hatta kara
sevdalardan sonra GECE YAŞAMININ KRALI olacaktım,
oraya ulaşmak çok kolay olmayacaktı. Ama, oraya ulaşmam
için, başkaları tarafından çizilmiş bir senaryoda oynamam
gerekiyordu, verilen talimatlarla çizilmiş bir rolü yerine
getirmem gerekiyordu. Bu görevimi yaparken devletin
çıkarlarına hizmet ettiğimi kabul ediyorum. Çünkü, benimle
ilişki kuran kişiler sıradan, yasadışı değillerdi, bunların
sayesinde başım hiçbir zaman derde girmediği gibi sürekli
korunan insan halindeydim.
Beni gecelerin kralı yapacak olan, yarım asıra ulaşacak
meslek yaşamımda Rozy’i elde etmek için bu bölümü
tamamen kendimin yazıp oynadığım senaryoya, onu kendime
aşık etme girişimine ‘KIRMIZI KARANFİL OPERASYONU’
-48-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
adını vermiştim. İlk bakışta safça tasarlanmış, ama yüzde
yüz etkili olmuştu. Çünkü, onun gibi erişilmez bir kadını
yakışıklılıkla, parayla, erkeklik gücüyle, hatta silahla ya da
gazinoda uğruna yüzlerce şişe viski açtırarak. Kadınlar
pansiyonuna günde 20-30-40-50 defa telefon açarak elde
edilemeyeceği teşhisini koymuştum.
Çünkü öyle profesyonel, öyle olağanüstü bir kadındı
ki, aynı masada sigara içmesine rağmen dumanını havaya
üflüyor, yüzüme bakmıyordu. Dudaklarındaki o alaycı
gülüşüyle hem beni tahrik ediyor, hem de bu olay benim
maneviyatımı bırakın kırmayı çökertiyordu. Bu işin içinden
zafer kazanmış komutan edasıyla çıkmam gerekiyordu,
bunun içinde kafamda senaryolar üretmeye devam ediyordum.
Bir gün Çakmak Caddesi’nde ellerim cebimde, akşam üstü
dolaşırken birde yere çivilenircesine dolmuştum, kafamda
şimşekler çakmıştı…
Gözlerime inanamıyordum, çünkü az ilerimde, 14-15
yaşlarında önündeki sepette bir dolu çiçek satan çocuğa
gözlerim takılmıştı. Onun sepetinde pek çok çiçek vardı ama
benim kızıl olanlarına gözüm takılmıştı. Artık, ne para
harcayacaktım, ne de Rozy’i taciz edecektim. Bu olağanüstü
etkili olacağını düşündüğüm karanfil operasyonuna
başlayacaktım. Satıcıya yaklaşarak:
- Adın ne senin ?
- Ali Abi.
- Bu çiçekleri ne yapıyordun Ali ?
- Abi, satıyorum, bazen deste deste, bazen teker teker
sevgililere satıyorum…
- Ali, sana çok iyi para versem, bir görev yapmanı
istesem yapar mısın ?
-49-



Abdulkadir KAÇAR
- Neden yapmayayım abi ? Herhalde bana vereceğin
görevde kötü bir şey olamaz.
- Tabi, olur mu? Sen şimdi sepetini şu bitişikteki
kunduracıya emanet et, benimle birlikte bir kırmızı karanfil
alıp gel, gazetede seninle konuşalım.
- Tamam Abi, emrin olur.
Birlikte gazeteye çıkmıştık, Ali’yi Nihat Abi’nin
makamına adlım.
-Ne içersin Ali ?
O içerideki havayı, ve makam odasının güzelliğini
süzüyordu,
- Abi bari çay içeyim
Hemen çay getirmelerini istemiştim.
- Bu çiçek paralarını ne yapıyorsun Ali ?
- Anneme, kardeşlerime, bakıyorum. Bazen çiçek satıyor,
bazen ayakkabı boyuyorum. Para kazanarak, evimizi
geçindiriyorum. Bazı abiler, sevgililerine deste deste çiçekler
alıyorlar ama az para veriyorlar, bazılarıda az alıp, çok para
veriyorlar, bende keyfime bakıyorum. Birde sizin gibi abiler
olunca, bir çiçek alıp, bir deste çiçek parası verdiklerinde
mutlu oluyorum. Yoksa sende mi çiçek alacaksın abi ?
-Olabilir ama sana çiçek almaktan daha da önemli bir
görev vereceğim ?
- Abi, deminden beri görev görev diyorsun ama, bu
görevi söylemedin daha
- Yapar mısın ?
- Neden yapmayayım Abi ?
- Ama zamanın var mı ?
- Saat kaçta ?
-50-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
-23 - 23.30 arasında bir kadına her gün kırmızı karanfil
vereceksin.
Düşünüp, düşünüp:
- Tamam Abi, yaparım…
- Ali’ciğim, yalnız bu ikimizin arasında ebedi sır olarak
kalacak olur mu ?
- Tamam.
- Ziyapaşa Bulvarı’ndaki Yıldız Gazinosu’nu biliyorsun
değil mi ?
- Abime bak, oraları bilmeyen adam mı var ?
- Çok güzel, bu geceden itibaren her gece bir adet
 kırmızı karanfili jelatinle çok kibar bir şekilde sarıp, 23-
23.30 saatleri arasında ROZETA hanıma götüreceksin.
Oradaki görevlilere sor, Rozy Hanım geldi mi? Gelmedi mi?
diyeceksin. Eğer gelmişse, o kırmızı karanfili kendisine
verceksin, ama kimin gönderdiğini söylemeyeceksin tamam
mı?
-Tamam Abi, hiç merak etme.
- Yalnız bu iş aralıksız 15 gün sürecek ama, hafta dolunca
gelip benden paranı fazlasıyla alacaksın.
Ali çok sevinmişti:
- Vay be abi, çok kolay bir görev. Hem teyzemin kızı da
pavyonların önünde çiçek satıyor, daha sonra onu da eve
götürürüm. Çok iyi çok iyi…
Sıkı sıkıya tembih etmiştim,
- Rozy’den başkasına vermeyeceksin tamam mı ?
- Tamam abi ?
- Kimin gönderdiğini söylemeyeceksin
- Çiçeği kim gönderdi derse, bilmiyorum, diyeceksin.
-51-



Abdulkadir KAÇAR
- Emrin olur abi, bu kadar görev için bana bu kadar
tembihte bulunmana gerek yoktu be…
Ali bir hafta süreyle dediğim saatte ve kişiye çiçekleri
götürüp vermişti. Haftalık parasını almak için geldiğinde,
biraz heyecanlandı ?
- N’oldu Ali ?
-Sorma abi, ilk iki gün sesini çıkartmadı, üçüncü,
dördüncü gün bağırıp azarladı. Sonraki günler garsonlar
peşimden koştular:
- Eee ?
- Beni yakalayamadılar.
- Eee ?
- Hatta bir defasında hangi terbiyesiz gönderiyor diye
kızdı. Ama, ben her gün karanfil vermeye devam ettim.
- Aferim Ali
- Bir defa sorduğunda da:
- Bir beyefendi gönderiyor, hayranınızmış dedim.
- Eline sağlık, aferim sana… Al şu paranı, daha fazlasını
da 15 günde vereceğim tamam mı ?
- Emrin olur abi…
Planımın birinci perdesi çok iyi tutmuş, pavyona
gitmeme, para harcamama, viski açtırmama gerek kalmadan
işler şıkır şıkır rayına oturmuştu… Aradan bir süre daha
geçip Ali yeniden yanıma gelmişti:
- Ali şimdi ne yapıyor ?
- Abi, vallahi, bazen öfkeleniyor. Kim bu alçak ? Onun
gözlerini oyacağım diyor. Bazen de garsonlar peşimden
koşuyorlar. Garsonlara da (Abi, ne yapayım, bir müşterisi
vermemi söylüyor, parasınıda ödüyor, ben de bu işten para
-52-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
kazanıyorum ) diyorum. Garsonlar da kızar gibi olmasına
rağmen, benim karanfili vermemi istiyorlar. Kim bu adam
diye merak ediyorlar.
- Ali onlara zengin bir adam dersin tamam mı ?
Ali, etrafı şöyle bir gözden geçirdikten sonra:
- Abi be, gördüğüm kadarıyla sende zengin falan değilsin
yani.
Yok be çocuğum, tabi zengin değilim, o kadına bir defa
tutuldum, kalbini kazanmak için çeşitli çareler arıyorum, ne
yapayım ?
Büyük adam havasında Ali:
- Abi, bana sorarsan biraz zor gibi.
- Beni görünce son günlerde, ‘YİNE GELDİN
BEEEEEE’
 - Ali’ciğim sen 15. gününü doldur, 16. Günü yanıma
gel ücretinin fazlasıyla ödeyeceğim.
- Tamam Abi, zaten bu işi yapmaktanda laf aramızda
büyük mutluluk duyuyorum. Benim için büyük bir kazanç
oldun. İşin bitmesinde de korkuyorum. Senin sayende her
gece hem eğlence yerlerini geziyorum, hem de teyzemin
kızını gece geç saatlerde alıp evine götürüyorum. Demet
demet karanfil sattığım müşteriler, senin bir tek çiçeğe
ödediğinden daha az para veriyorlar…
- Sen görevini yap, paran için kafanı yorma.
Benim gece yaşamına girmem için Semra tarafından
gönderilen paraları harcamıyor, bir bölümünü de stok
yapıyordum. Kafamdaki senaryoya göre, içkiye, vereceğime,
karanfile ödeme yapıyordum. Anılarımı okuyanların, Karanfil
operasyonunu uygulamaya davet ediyorum çok iyi tutuyor…
-53-



Abdulkadir KAÇAR
Bu arada Semra ile telefon görüşmelerimiz sürüyordu.
Bir gün telefonla:
-Erol, Roze’yla görüşüyormuşsun, pavyona gitmiyor-
muşsun. Sana bir miktar daha para ödememize rağmen bu
işleri bıraktın, bir adım yol alamadın galiba ?
Gülmüştüm:
- Bana fazla para göndermeyin, istemiyorum. Elin-
dekileri gerekli yerlere zaten harcıyorum.
- Nasıl yani ?
- Canınızı sıkmayın, benden asla kaçmaz, kuş kafese
girdi sayılır, bu işi bitmiş sayın.
Semra kulaklarına inanamamıştı:
- Pavyona bile gitmiyormuşsun ?
- Semra gazinoya gitmeme gerek yok, ben gitmiyorum,
ama gölgem oraya gidiyor…
Semra’yı iyice şaşırtmıştım,
- Bu iş nasıl oluyor ? Çok merak ettim, bu kadar yıllık
bu işi yapıyorum, bilgi verde, bende uygulayayım.
- Hayıır, o benim özel taktiğim, kendim geliştirdim, çok
özgün bir yöntemdir.
- Göreceğiz tutup tutmadığını.
Demek ki, onlar benim gazinoya gidip-gitmediğimi
adım adım kontrol ediyorlarmış…
-54-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
VE BALIK
YEME GELDİ
15 gün süren ‘KIRMIZI KARANFİL OPERASYONUM’
un sonuna gelmiştim. Ali’yi çağırmıştım,
-Ali, gösterdiğin olağanüstü başarıya, özveriye,
hizmetine teşekkür ederim. Ama benden ikinci bir talimat
gelmeden artık karanfil götürme olur mu ?
- Olur abi.
- Belki yakında Gül operasyonuna da başlayabilirim.
- Nasıl istersen abim.
Artık, balığın oltaya takıldığını iyice anlamıştım.
Semra da sık sık arıyordu, o gün yine:
- Erol n’oldu ?
- Galiba sonuca varmaya çok az bir süre kaldı.
Ya yarın, ya da ertesi gün gazinoya gideceğim.
- Güzel.
- Ama, bana biraz örtülü ödenekten para verlimesini
rica ediyorum, çünkü büyük harcama yapacağım.
- Nasıl olur bu iş Erol ? Şu ana kadar hiç gitmedin,
pansiyondan bile aramadın Rozy’i, büyük harcamayı nasıl
yapacaksın ?
Semra her tarafta ellerinin olduğu mesajını farkında
olmadan vermişti:
-55-



Abdulkadir KAÇAR
- Merak etmeyin canım, ben özel bir yöntemle bunu
başarıyorum, sonucuna bakın siz. Ancak, yöntemimin ne
olduğunu söyleyemem, bu da benim sırrım. Çok gizli sadece
bu olayı bir tek kişi biliyor…
Semra telaşlanmıştı,
- Bir kişi daha mı ? Kim o ?
- Canım bir çocuk.
- Yarın  gidecek misin ?
- Tabi, ama para gerekli.
- Tamam tamam ? Ama, çok parayı nasıl harcayacaksın?
- Saatlerce benimle oturacak.
- Yahu Erol, ben 50 yıldır bu işi yapıyorum, senin şu
anlattıklarından haberim yok, biraz da bana öğret bu işi.
Kadınını kimse makasına alamıyor. Kadirli, Kozan’lılar servet
harcadılar. Adana’lı çifçiler peşinde bir şey yapamadı…
İncirlik’teki, bazı kişiler bile peşinden avuçlar dolusu paralar
harcıyorlar bu işi anlayamadım…
İncirlik deyince bende şimşek çakmıştı, ama olayı tam
çözemeyecektim. Orasının adını duyuyordum, ama fazlaca
bilgim yoktu. Nato Çerçevesinde oraya bir hava üssü inşaatı
devam ediyordu. Bir kezde gazeteci olarak bizi götürüp
gezdirmişlerdi. İncirlik sözünü Semra’dan ilk defa duyu-
yordum. Semra girdi söze:
- Yarın zarfın geliyor.
Bu laftan sonra operasyonu tekrar gözden geçirmiştim,
ama biraz da kuşkulu ve heyecanlıydım, kendi kendime de
söylüyordum:
- Ya balık yeme gelmediyse ? Operasyon ya tutmasa ?
-56-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Biraz sonra döneminde çok büyük para olan 100 lira
zarfla bana ulaştırılmıştı bile. Hemen yeni bir gömlek, gravat,
almıştım. Çakmak Caddesi’ndeki büyük ustalar yetiştiren
şöhretler  berberi İbrahim Çalı’ya traş olmuştum. Anneminde
sevdiği yeşilimtrak elbisemi giyinmiştim. Önce İstasyon
lokantasında aperatifler atıştırıp Tekel siyah biradan sonra
tanıdığım Cintonik’te içmiştim. Saat 23.30’da Yıldız
Gazino’suna gidecektim, kendimi öyle planlamıştım. Ama,
bu operasyonun sonucunun ne olacağını kesinlikle bilmi-
yordum. Faytona binerek kalbim her zamankinden daha
fazla ve hızlı çarparak Gazino’nun önünde indim. Yaptıklarım
doğru muydu yanlış mıydı? Bu işler nerede duracaktı ? Beni
nereye kadar götürecekti ? Kendi kendimi teselliye çalışırken:
- Boşveeerr Erol, devam et oğlum…
Zaten bu ‘DEVAM ET’ kararlarım 45 yıl sürecekti.
Benim faytondan indiğimi gören Yıldız Gazinosu’nun
palabıyıklı üniformalı kapıcısı, saygıyla elimi sıkarken:
- Buyur Erol Ağam, Buyur…
İçeriye adımımı atarken Garson Yahya beni tepeden
tırnağa süzmüştü. Üzerimde kaç lira olduğunu kestirmiş,
dedektör gibi gözleriyle 100 lirayı o gece harcayacağımı
anlamış kapıda karşılamıştı:
- Ooooo Ağam, hoş geldin, neredesin? Bir aydır kayıpsın?
- Yahya ben Adana’da değildim, iş seyahatine gitmiştim.
- Öyle mi, Semra Hanım da gelmiyor, neden yoksa bize
küstüler mi ? Rozy hanım sizi sık sık sorup duruyor.
Şaşırmıştım:
- Gerçekten soruyor mu ?
-57-



Abdulkadir KAÇAR
Yahya Profesyonelce ve geçiştirmek için:
- He canım, tabi, neden sormasın ?
Arkamdanda dehlemişti…
- Erol, haydi şu sarmaşıkların altına otur bakalım. Belki
Rozy Hnımefendi’nin boş zamanı olur, gelip seninle sohbet
eder. Ne de olsa aylardır görüşmüyordunuz ?
Ben oturmuştum ama, gazino yarı yarıya dolmaya
başlamıştı. Bu arada içime birde patronum Nihat Oral korkusu
düşlemez mi ?
- Yahya, Nihat Oral gelir mi acaba ?
- Merak etme Erol’cuğum o gelse de çok geç gelir, sizleri
karşılaştırmam. Nihat Abi, localarda oturur, kimseye
görünmeden çeker gider. Sizi karşılaştırmam.
- Yahya sağol beni rahatlattın. Bu iyiliğini asla unut-
mayacağım… Rozy Hanım saat kaçta gelecek ?
- Her günkü saatinde…
- Peki, 5 dakika randevu alabilir miyim ?
- Vallahi bakalım, Rozy’u şu gördüğüm masalardaki
kerizlerin tamamı bekliyorlar.
Gerçektende çevre ilçelerden gelen, ekabir zenginleri
çifçiler, avukatlar, Kozan’lılar, Kadirli’den gelenler hep
bekliyorlardı. Yahya hınzırca:
- İşte şu Kozan’lı Avukat’ta onu bekliyor.
Adam zulaya yatmış, Rozy’in gelmesini bekliyordu.
- Tamam Yahya teşekkür ederim.
Düşüncemde söyleydi; Her gün karanfili veren Ali
kapıda bekleyecek, o gelir gelmez çiçeği verip kaçacaktı.
-58-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Ben de onun çiçeği verme saatiyle aynı zamanda beni göreceği
zamanı aynı ana getirmek istiyorum…
Biraz sonra Komilerin, garsonların koşuştuğunu,
görünce Rozy’in geldiğini anlamıştım… O havalı, bıçıkın, ve
zirvelerde olan kadın salına salına içeriye girmişti. Ne yalan
söyleyeyim o anda yaşadığım heyecan nedeniyle vücudumun
her zerresi titriyordu ne yapacağımı, nasıl davranacağımı
bilemiyordum. Çünkü, her gün rüyalarımı süsleyen, hayaliyle
yaşadığım Rozy o alımlı, havalı, erkeklere tepeden bakmanın
cazibesinin doruk noktasında oluşu da beni çok etkilemişti.
Aramızda geçecek olan bu ilişki, filmlerdeki gibi amatörce
bir aşk duygusuna dönüşecekti… Ben tüm bınları düşünürken
Yahya biraz sonra elinden tutarak Rozy’i getirmişti. Her
zamanki haliyle arkamdan yaşanarak elleriyle gözlerimi
kapatıp, o buğulu ve şuh sesiyle, sormuştu :
- Bil bakalım ben kimim
- Kraliçe Rozy’sin. Yıldız Gazinosu’nun Kraliçesi Rozy…
Yanağıma bir öpücük kondurmuş, karşıma geçip
oturmuştu. Eski havasından hiçbir şey kaybetmemişti. Kırk
yıllık arkadaşım gib sitem ederkende:
- Nerelerdesin Vefasız ? Kaç zamandır görünmedin ?
- Şeey, yani Seyahatteydim.
Lafımı tamamlamamıştım ki:
- Hem insanları kendine alıştırıyorsun, sonra da
gelmiyorsun…
Doğru söyle Erol, patronun Nihat Oral’dan korkuyor
musun ?
-59-



Abdulkadir KAÇAR
- Hayır, ama biraz çekiniyorum Rozy, doğrusunu
konuşmak gerekirse o saygı duyulacak bir insan. Onunla
burada, aynı çatı altında karşılaşmak istemiyorum.
- Çok haklısım, o dünyanın  en iyi insanıdır. Benim çok
samimi sohbet ettiğim, saygıdeğer aziz bir dostumdur. Zaman
zaman dertlerimi anlattığım müstesna bir şahsiyettir.
Rozy bir yandan konuşuyor, diğer yandan da kolundaki
saate sık sık bakıyordu. Bu hareketi benim de merakımı
uyandırmıştı.
- Ne o Rozy, bir randevun mu var ? Birisi mi gelecek ?
Birden durakladı:
- Hayır Erol, hayır başımda öyle bir iş var ki ?
Bir süre sonra tekrar saatine bakıp, içkisinden bir
yudum aldıktan sonra:
- Evet, birisini bekliyorum, başıma bela oldu.
- Hayırdır, seni tehdit felan mı ediyorlar ? Öyle birileri
mi var ?
- Yok canım keşke tehdit eden birisi olsa daha iyiydi.
- Seni rahatsız eden şeyi bilmek isterim.
Dişlerini sıkıp, yüzünü ekşiterek:
- Bir hayvan, kim olduğunu bilmediğim bir hayvan, her
gün aynı saatte bana kırmızı bir karanfil gönderiyor. Karanfil
getiren çocuk beni öyle şartlandırdı, öyle şartlandırdı ki,
gelmediği zaman merak etmeye başladım. Erol böyle bir şey
olabilir mi ? Üstelik çiçeği gönderen insan ortada yok,
çıldıracağım…
Bende şaşırır gibi yapmıştım:
- Haklısın, tam bir sinir savaşı.
-60-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Bu cümleden sonra içim içime sığmıyordu, kafamın içi
uğulduyordu, gülmeyi, ağlamayı, şaşkınlığı, düşünmeyi,
heyecanı, yaşanmış ve yaşanacak tüm duyguları aynı anda
yaşıyordum… Bir taraftanda kızarıp, bozarıyordum, suçüstü
basılmış bir çocuk gibiydim adeta. Birden bunu fark eden
Rozy,
- Erol, hayırdır, kızarıp-bozardın ?
- Şeey, yoook, önemli değil.
Sözünü sürdürmüştü:
- Bir oğlan çocuğu koşarak geliyor, karanfili bırakıp,
koşarak gidiyor. Arkasından bir iki defa koşarak yakaladım
ama kim olduğunu söylemiyor. Erol sen de tahmin et bakalım
kim olabilir bu kişi ?
- Rozy senin hayranlarındandır galiba ?
- Tamam, iyi doğru, hoş söylüyorsun. Ama, ne yalan
söyleyeyim, bu olay hoşuma da gitmiyor değil. Yaşamımın
başından beri ilk defa böyle bir olay yaşıyorum. Ama, bir
kez yakalasam o çiçek gönderen hayvanı tutup ezeceğim,
parçalayacağım…
Ben bu kez de gülmemek için, rengimi belli etmemek
için dudaklarımı ısırıyordum kendime hakim olamazken,
Rozy yine sormuştu:
- Erol, neden gülüyorsun ? Ben çocuk muyum ? Çiçek
gönderen hayvanı mutlaka bulacağım.
Rozy bunları söylerken de:
- Rozy o kişi benim, ben sana kırmızı karanfil gönderi-
yordum… diyemiyordum, böyle bir cesareti kendimde
bulamıyordum.
Ellerini ellerime almıştım, pırlanta yüzüğünü görünce:
-61-



Abdulkadir KAÇAR
- Ne o Rozy, ‘KARANFİLLİ ADAMI’ çok mu merak
ediyorsun ?
- Hem de nasıl ? Bir bulsam asabilirim. Çünkü o kişiye
karşı içimde, tarif edilemez, tam olarak anlayamadığım hisler
var. Aramızda bu konuşmalar geçerken, yanımızdan gazino
içinde dolaşan çiçekçilerinden birisi geçiyordu, çağırıp, bir
kırmızı karanfil çektim. Beyaz jelatine sarıp uzatırken,
- ROZY O KARANFİLLİ ADAM BENİM… demiştim.
-62-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
“ EROL BİR GÜN KAYBOLURSAM
BENİ ARAR MISIN ? ”
O anımı hiçbir zaman unutamam, gözleri birden
dolmuştu, hem ağlıyor, hem de boynuma çocuklar gibi sarılıp
beni bağrına basıyordu, Hıçkırıkları arasında da
- Eroool, Erol’um, demek o kişi sen misin ?
- Evet, Rozy’m o kişi benim.
- Tahmin etmeliydim Erol’u, o kişinin sen olduğunu
düşünmeliydim, hatta bir an aklımdan geçmiş, ama sonra
vazgeçmiştim. Çok sevindim, çok sevindim.
O gece sabaha kadar tüm masalardaki randevularını
iptal edip, hatırlı müşterilerinin isteklerini geri çevirmişti.
Benim masamda oturmuş, başını omuzuma koyup sabahlara
kadar ağlamıştı. Garson Yahya ve diğer garsonların saç
tarayarak verdiği işaretlere de kızmıştı :
- Yahya git başımdan, bu gece benim gecem, n’olur
dokunma…
Çukurova’nın tüm ekabir takımı Rozy’i beklerken,
Avukatlar, avuçlar dolusu paralar harcarken, çifçiler binlerce
dönüm tarlalarını satıp ayaklarının altına altınlar sererken,
-63-



Abdulkadir KAÇAR
o bunları reddetmiş, gariban bir gazeteci olan Erol Erk’le
oturmayı tercih etmişti.
O günden sonra Rozy’mle aramızda inanılmaz bir aşk
doğmuştu. Her saniyesini dolu dolu yaşadığım bu mutluluk
belki 15 gün, belki bir ay devam etmişti. Bugün bile
soruyorum, ben Rozy’i kendime neden aşık etmiştim ? Neden
böyle davranmıştım ? Farkına varmadan iyilik mi, kötülük
mü etmiştim ? Hala çözebilmiş değilim…
Artık havalarda uçuyordum, çok mutluydum. Annem
ve babam bendeki bu değişikliği fark etmişti:
- Erol bu günlerde sende değişik haller var.
- Yok anne-baba, sadece çok mutluyum.
Artık deliksiz uykular çekiyordum. Ertesi sabah gazeteye
gittiğimde Çoban Abi’nin masasında oturup çalışırken telefon
çalmıştı arayan Semra’ydı.
- Erol seni kutluyorum, çok büyük adamsın.
- Neden kutluyorsun ?
- Çünkü, sen kimsenin başaramadığını başarıp, o kadını
kendine aşık ettin. Benim söylediklerim de doğru çıktı.
Oysa artık Semra’nın, Naci’nin aramasını istemiyor, bu
sevgimize kimsenin dokunmamasını istiyordum.
- Nereden haber aldın ?
- Biz haber alıyoruz dostum, Rozy şu anda sırılsıklam
aşık, sende onu sevmeye başladın. Ama, kendini iyi kontrol
etmelisin Erol. Bu maceranın sonu hüzünle bitebilir, kendini
fazla kaptırmadan devam et. Biz belki farkında olmadan saf
ve büyük bir aşkın doğmasına neden olduk, ama bunu
yapmaya zorunluyduk. Artık buluşup gezin-eğlenin, bunların
-64-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
hiç birisi önemli değil, ama gittiğiniz her yerde sizi bir gölge
gibi takip ediyoruz.
Çoban Yurtçu’nun masasında yine oturuyordum, Nihat
Oral erken gelmişti. Bu arada bir haftadır gazinoya gitme-
miştim nedense ? Ama, dışarıda görüşüyorduk. Nihat Abi,
gür sesiyle:
- Eroooool !!!
Koşarak yanına gitmiştim:
- Buyurun sayın patronum.
- Ah yaramaz ah, kızı niye ihmal ettin ?
- Hangi kızı Nihat Abi ?
- Hangi kızı var mı ? Her şeyi biliyorum. Rozy’i, Rozy’i.
Kız şu anda sana sırılsıklam aşık olmuş, üstelik rahatsız,
hüngür hüngür senin için ağlıyor, hemen ona telefonu aç ilaç
gönder…
Rozy meğerse Nihat Oral’a her şeyi itiraf etmişti. Hemen
ilaçları göndermiştim, zaten ilişkimizde gazino dışında devam
ediyordu. Garson Yahya bile bu işe çok şaşırmıştı. Ama, biz
her gün öğrenciler gibi el ele tutuşup, art niyetimiz olmadan
geziyorduk. Bazen faytonla Sular semtinde geziyor, o
zamanların en gözde buluşma yeri ve seçkin izleyici grubunun
buluştuğu Alsaray Sinemasına gidiyor, arka koltuklara oturup
Yabancı filmleri izliyorduk. Bu birlikteliğimiz ya 15 gün, ya
da bir ay sürmüştü. Rozy bana öyle aşık olmuş, öyle bağlan-
mıştı ki, artık ayrılmak istemiyordu. Bir gün şuh sesiyle :
- Erol, artık seni benden hiçbir kuvvet kopartamaz, ama
bu işin sonu ne olacak merak ediyorum.

-65-