1 Şubat 2021 Pazartesi

ÇUKUROVA EVLİYALARI

 

Abdulkadir Kaçar...

 

 

 

 ÇUKUROVA EVLİYALARI

 Abdulkadir Kaçar 2004

5.Baskı

Dizgi; Abdulkadir Kaçar

Baskı; Kaplan Ofset –Adana

Kitap isteme ve her türlü yazışma adresi; P.K  4  Adana-Türkiye

 

         Evliya kimdir?

         Evliya; ermiş, veli, yatır, çok iyi ahlak sahibi demektir… Bu büyük velilerin amacı insanları ahlaken ve ruhen olgun hale getirmektir… İç alemini temizlemek, ilahi aşkı kalbe yerleştirmektir… Evliyanın uyarıcı sesi her kalbe, her renge, her cinse, her mezhebe hitap ederek rahmet kapılarını açar…

        Veliler milyonlarca insandan birisine nasip olan en büyük şeref olan Allah’ın dostları, peygamberimizin yareni, varisleridir… Onlar gönülleri nurlandıran gerçek kandillerdir… Onların dertlere deva, fakirlere yardım için yetkileri vardır…

        Evliyaların tebessümleri ibadettir, uykuları ise sadakadır… Nefret ve kinden muhabbete, şefkate, aşka, karanlıktan aydınlığa, isyandan itaate davettir… Evliya rütbesine ulaşan doğru yoldadır… Günlük gereksinimlerini temin için işinde gücündedir… Allah ile ilgisini kesmez… Ruhu temizlenmiş, nefsini dünya süsünden arındırmış, peygamberimizin ahlak ile ahlaklandırılmış, böylece kainatın sırrına ermiştir… Bundan dolayı evliyalarımızın halk arasındaki isimlerinden biriside ermiştir… Evliyaların, yüce kişilerin yaşamlarını öğrenmek, tarihe geçmiş davranışlarının öykülerini öğrenmekte büyük yarar vardır… Bu olayları bilmek insanlara büyük teselli ve müjdeler verir…

                                       (İstanbul Evliyaları ve

                                        Fetih Şehitleri Kitabından alınmıştır)


        ÖNSÖZ

        “ÇUKUROVA EVLİYALARI ”nın öykülerini ve kerametlerini araştırıp, Adana da günlük olarak yaşamını sürdüren Bölge Gazetesi’nde yayınlamaya karar verdiğimde hemen ön kaynak araştırması yapmaya giriştim…

Adana’ daki tüm kütüphaneleri teker teker dolaştım, İl ve İlçe Müftülüklerimize başvurdum ama hep elim boş döndüm… Oysa devletimizi devlet, milletimizi millet yapan, yurdumuzun tapuları olan bu yüce evliyalarımızla ilgili hiçbir çalışma gerçekleştirilmediğini gördüğümde hem çok sevinmiş hem de çok üzülmüştüm… Sevindiğim yan şuydu; binlerce yıldan beri oluşan kimsenin dokunmadığı bu bakir güzelliklerimizi ve zenginliğimizi ilk kez ben araştırıp-gazetemde yazacaktım… Elimde teybim, kalemimle, Osmaniye den Mersin’e, Kozan dan Karataş ’a kadar Çukurova yı  türbe türbe dolaşıp değerli evliyalarımızın kerametlerini yaşayanlardan derlemeye başladım…  Binlerce yıldır Anadolu insanın ziyaret ederek yüz sürdüğü, adaklar adadığı, eşsiz atlas halılar, seccadeler, hat sanatının en güzel ürünleri, gelinlikler, duvaklar, teller, adaklar, beşikler, şehit elbiseleriyle süslediği, buhurdanlar tüttürdüğü bu ilahi mabetlere daldım… Her evliya türbesi, bir öncekine göre daha rahatlatıcı, sonsuz huzurun müjdecisi olarak çıktı karşıma… Yüce evliyalarımızdan kaynaklandığına inanılan ve halkımızın anlattığı kerametlerini dinlerken, teybe kaydederken, gazetede günlük olarak yayınlarken ve kitaplaştırırken büyük heyecan ve huzur duydum… Büyük milletime bu yapıtımı sunarken çok heyecanlıyım…

                                 2004 ABDULKADİR KAÇAR…



        ALİDEDE

        Hem bir mahalleye, hem de yüzlerce yıllık camiye halk tarafından adı verilen Alidede bu gün de kerametleriyle yaşıyor… Kendi adını taşıdığı mahallede üstü açık, kenarları biriketlerle çevrilmiş, demir bir kafes içindeki mezarında sonsuz uykusunu uyuyor… Halk arasında gece gündüz dolaştığına inanılan bu yüce evliyamızın insanların koruyucu meleği olduğu yüzlerce öyküyle anlatılıyor… Dilden dile, gönülden gönüle dolaşan kerametlerinden birisini de aynı mahallede, türbenin karşısındaki evinde oturan bir kadın şöyle anlattı;

      -Yıllardır bir işimiz olmuyordu, eğer işimiz olursa olursa Alidede ’nin sandukasının baş uçunda mum yakacağım diye adakta bulunmuştum… Bir süre sonra bu işim oldu, adağımı yapmak için Alidede ’nin mezarına gitmeye karar verdiğim gece rüyama girdi bana dedi ki;

       -Kızım şu anda Kıbrıs’tayım, ertesi gün gelirsen daha çok memnun olurum, dedi… O gün gittim adağımı yerine getirdim…

       Gerçekten de 1974’teki Kıbrıs BARIŞ Harekatı yapılıyordu…

Bunu anlatan kadın hala heyecanını yaşıyordu…

       Cabbardede’nin de kardeşi olduğu bilinen Alidede’yle ilgili başka bir olayda şöyle;

      Alidede mezarının bulunduğu mahallede kunduracılık yaparmış… Kardeşi Cabbardede bir gün Güveloğlu Köyünden kalkıp onu ziyarete gelirken gücünü göstermek için sütü mendiline çıkın yapıp getirip dükkanına  gelmiş…

      -Ali nerede? Demiş Cabbardede

      -Az sonra gelir, demişler… Ali dede de Az sonra gelmiş…

Cabbardede’nin boyna sarılmış, sütü çıkın yapıp duvara astığını gören kardeşi  Cabbar dedeye gücünü göstermek amacıyla o da cebinden mendilini çıkartıp, ocaktaki korları çıkınlayıp, sütün yanına asmış…

       Bu arada müşteri olan bir kadın kundura diktirmek için Alidede’ye çıplak olarak ayak ölçüsünü verirken, duvarda asılı duran mendilden süt damlamaya başlayınca Alidede çıkışmış;

       -Cabbar Cabbar kendine gel…

        Derin bir rüyadan uyanırcasına uyanan Cabbadede, kızarmış, terlemiş, üzülmüş, neye uğradığını bilememiş hemen kalkıp kardeşine sarılıp öpmüş…

        -Kardeşim bana bundan sonra şehir hayatı haram… Artık ben insanlardan uzakta ama onlarla iç içe yaşamak istiyorum… Hoşça kal… Güveloğlu Köyü yakınındaki dergahına çekilmiş gitmiş...

         Başka bir kadın o dönem kullanılan lambasının devrilip evinin yanmaya başladığında Alidede’nin uyandırdığını ve ailelerini yok olmaktan kurtardığını söylüyor…

       Denizde boğulup cesedi günlerce kaybolan oğlunun cesedinin bulunduğu gün Alidede’nin kendisini uyardığını söylüyor… Tıbbın aciz kaldığı konularda astalara şifa, dertlilere deva dağıtıyor, sevgilileri buluşturuyor, hasretleri sona erdiriyor…

       Daha yüzlerce, binlerce kerametiyle Alidede halkın manevi dünyasında varlığını hala sürdürüyor… Onun kerametlerinin halkımızın sosyal yaşamını düzenlemede bir anahtar görevi yapıyor…

 

 

        ABDURREZZAKDEDE

        Pırıl pırıl bir delikanlı olan genç Abdurrezzak Kürkçüler Köyü’nde bir ağanın yanına tutma olarak girmiş… Öyle başarılı, öyle çalışkanmış ki… Ağa bir gün yanına çağırmış,

       -Bak Abdurrezzak … Allah izin verirse gelecek yıl hacca gideceğim… Daha çok çalışıp gözüme gir ki, hacca gittiğimde çiftliğimi, malımı sana emanet edeyim… Abdurrezzak bu sözlerin üstüne daha da çok çalışmış… Ağasının hacca  deveyle 1.5 ayda gidip 1,5 ayda geleceği  gün çatmış… Çiftliği ona emanet ederek yola çıkmış… Onun olmadığı dönemde çiftlikte işler daha güzel ve etkin biçimde sürmüş… Ağanın karısı bir gün içli köfte yapmış,

       -Abdurrezzak ağan bunu çok severdi… Şu anda Kabe’ de bulunuyor… Keşke şimdi burada olsaydı da ona bunları yedirseydim, deyince,

        Abdurrezzak,

         - Bir sahana çıkın yapın hemen götüreyim,yesin, demiş..

        Ağa hacda Kabeyi tavaf ederken birde ne görsün Abdurrezzak sıcak sıcak içli köftelerle dolu bir sahanla karşısında duruyor…

        -Sen burada ne geziyorsun Abdurrezzak? Çiftliği sana bırakmıştım… Sen kime bıraktın?

        -Ağam yengem içliköfteleri çok sevdiğini söyleyince soğumadan getirdim… Çiftlikte işler tıkır tıkır işliyor, demiş…

        Ağası köfteleri yerken, gözden kaybolmuş…

        Abdurrrezak’ın gençliğinde kazandığı bu inanılmaz yüce evliyalığını anlamış ağa… Köyüne döndüğünde,

         -Dile benden ne dilersen evliya Abdurrezzak? demiş…

         -Ağam ben terk-i dünya edersem şu tepeye gömsünler, demiş…

          Ağayla o tepeye çıkmışlar

          -Tam neresini istiyorsun, göster bakalım? demiş ağa…

           Abdurrezzak, elindeki değneğini yere saplamış,

          -İşte tam şuraya, demiş…

            O sırada yere bir iki parmak kadar soktuğu değneği yeşermiş… Halk arasında,”BULAMAÇDERE “ olarak da bilinen Abdurzezzak dedenin mezarının bulunduğu Çalı dağı bugün teknolojinin dişlileri arasında çimento oluyor…

           Yedi köyün imamı çağrılarak, bitişikteki İsmailiye köyünün mezarına defnedilmek için, türbesi açıldığında aradan yüzyıllar geçmesine karşın cesedinin hala bozulmadığı, yüzündeki sakalının uzadığı, pırıl pırıl nur damlayan bir yüzü olduğu görülmüş… Bu mucizeye tanık olan sayısız köylü vatandaş aynı kararlılıkla bu konuyu her gelene anlatıyorlar…

        Abdurrezzak dede de her derde deva olmaya devam ediyor inananlara…

 

 

 

        AĞCABABA

 

        -1974 ’teki Kıbrıs Barış Harekatı sırasında gözlerimle gördüm… Yüce evliyamız yanında yatan 7 ayrı mezardaki 7 ayrı kişiyle birlikte mezarından kalkıp bir ışık topu şeklinde havaya doğru yükseldiler… Kıbrıs yönüne ışık topları halinde gittiler… Orada Türk askerleriyle savaştılar ve Kıbrıs’ taki soydaşlarımızın kurtarılması için yapılan savaşı kazanmamızı sağladılar…

       Bir Kozan ’lı yurttaşımız evliyamızı böyle anlatıyordu…

       Türkmen Ermişi olan Ağcababa Kozan da kentin merkezini oluşturan kalenin doğusundaki surların hemen dışındaki bir dönem tekke olarak kullanıldığı düşünülen türbesinde yapıyor… Cabbardede’nin türbesiyle aynı mimari yapıda olması da aynı çağda yaşadığı izlenimini veriyor…

       Sakine Çabuk isimli kadın kendisini yaşadığı Ağcababa’ nın kerametini anlattı:

      -Oğlum kaybolmuştu, gece gündüz ağıtlar yakarak ağlıyordum, gözlerimden neredeyse kan geliyordu… Eğer, çocuğum bulunursa Ağcababa ’ya mevlüt okutacağım dedim… Yüce Allah duamı kabul etmiş olmalı ki, bir kuyuya inip zehirlenmiş ve bayılmış olan, üç gün sonra uyananınca da(ANNEM BENİ BEKLER, BENİM NE İŞİM VAR BURADA? Demiş) oğlum evimize geri döndü…

        Halk namusunu, malını, mülkünü, canını, Ağcababa’ nın koruduğuna inanıyor… Başka birisi de şöyle dedi:

        -Burada yaşayan çok saf, dürüst, peygamber gibi bir kişi vardı… O da her akşam Ağcababa’nın doru bir atla gelip-mezarın üstünde kaybolduğunu görürdü… Ağcababa türbesinin etrafındaki okulda okuyan, zayıf alan öğrencilere de yardım ediyormuş… Öğrencilerden bir gurubun yaşadıklarına gelince;

        -Biz zayıf aldığımızda buraya gelip dua ediyoruz, derslerimiz düzeliyor ve inanılmaz biçimde başarılı oluyoruz…

         Askeri bölgeye yakın olan Ağcababa’nın türbesinden her gece ezan ve dua sesleri geldiğini söylüyor orada görev yapan Mehmetçikler… Türkiye’nin her yanından gelip-ziyaret edenleri bir hayli fazla Ağcababa’nın… Evde kalmış kızların bahtını açmasından, kazadan-beladan korumaya, çaresiz dertlere çare bulmaya kadar inanılmaz bir gücü  olduğuna inanılıyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

         ARIKLI ZİYARETİ(Muhittindede)

         - Daha geçen yıl doktorların iyi edemediği kör bir kadını getirdiler… Muhittindede ’nin sandukasına sarılıp bir gece kaldı, gözleri açıldı ve kadın güle-oynaya gitti… Kadın rüyasında gözüne sinek konmuş, onu kovalamak için gözüne hızla vurulmuş… Ve gözü açıldığını ben gördüm…

          Adana’ dan Mersin yönüne doğru giderken E-5 kara yolunun hemen kuzeyinde, Arıklı Köyünün ortasında yatıyor Muhittindede… İç içe geçmiş İki-üç odadan oluşan Arıklı ziyaretinde sanduka en iç küçük odada bulunuyor… Sandukanın üstü büyük yeşil atlas bir örtüyle sarılmış… Türk Bayrağı, Seccadeler, duvarlarında hat sanatından güzel ayetler, kilimlerle zengin bir görüntü vardır… Binlerce yıl önce Rumeli denilen Anadolu’ya İslamiyet‘i yaymaya gelen kutsal kişilerden birisi… Günlerce Müslüman olmayanlarla savaşmış, bugünkü sandukasının olduğu yerde şehit edilmiş…

         Köylüler yıllarca bugünkü türbenin olduğu yerden büyük bir ışık demetinin gökyüzüne doğru yükseldiğine tanık olmuşlar…  Mezarın üstünden ot yiyen hayvanlarında öldüğüne tanık olmuşlar… Olayı Kaymakamlığa haber veren yurttaşlar, burasının bir şehit mezarı olduğuna inanmışlar ve din adına savaşan kahramanlardan birisi olan, Muhittindede türbesi haline dönüştürmüşler…

         Arıklı Köylüleri son derece saygılı, konuksever insanlar… Türkiye ve yurtdışında gelenlerle dolup taşan, en çok ziyaret edilen türbelerden birisi…

Dört beş kişinin güçlükle zaptettiği deliler burada akıllanıyor, felçli olarak getirilen insanlar sapasağlam olarak ayağa kalkıyor, inanılmaz kerametleriyle evliyamız Muhttindede toplumun manevi dünyasını aydınlatmaya devam ediyor…

 

 

 

 

           ARPACIDEDE

 

           Yaşadığı yıllarda arpa alım satımı yapar, kazandığı paraları fakir-fukara-dul-yetim-hasta-öksüzlere muhtaçlara verip, onların karnını doyururmuş… Yaşadığı dönemde evliya olduğuna inanılan ermişlerden birisiymiş… Yaşarken kerametlerini gördükleri evliyaya ölünce halkımız eşsiz bir türbe yaptırmış…

Ancak yol geçeceği için yıkılmış ve bugün Alidede Mahallesi’nde, Alidede mezarına 40 -50 metre uzakta üstü çiçeklerle süslü kabrinde sonsuz uykusunda…

         Bu gün de halkın arasında dolaştığına, kalbi temiz olanlara göründüğüne inanılıyor… Halk ondan sevgiyle saygıyla söz ediyor… Bu araştırmamız sırasında bizi evine konuk ederek çay sunan hanımefendi şöyle dedi;

          -Evden işe giderken yemeğimin altını söndürmeyi unutmuşum… Ama, korkum yoktu evliyamız Arpacıdede söndürecekti gönül rahatlığıyla işlerimi yaptım ve  eve, geldiğim dede sımsıcak  duruyordu yemeğim… Defalarca bu olaya tanık oldum artık korkmuyorum…

         Her vakit namazı için ayrı ayrı evlerden abdest aldığına inanılıyor… Bir kadında, avludaki çeşmesinde abdest alan Arpacıdede’yi görmüş… Demir kapı kilitliymiş, o işi bitip kapıya yöneldiğinde demir ve kilitli kapı kendiliğinden açılmış… Evliya çıkıp gitmiş… Aynı mahallede ve türbe civarında evi olan Başka bir kadın da şöyle dedi:

       -Evimizde yangın çıkmıştı, kimse yaklaşamıyordu… Çocuğum içeride yanacak diye feryat ediyordum… Birde yüce evliyamız uçarcasına geldi, pencereden girip, alevlerin içinden çocuğumu alıp bana verdi… Arpacıdede’ yi rüyasında gören, kendisini hacca gidip-gelmişçesine, tüm günahlarından arınmışçasına seviniyor… Ve daha inanılmaz ve nice kerametleriyle halkımızın manevi dünyasını korumaya ve kollamaya devam ediyor Arpacıdede…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

           BULUTDEDE

           -Cezaevinde bir yakınınız mı yatıyordu? Mahkemeye çıkmadan bir gün önce elbisesini, kilotunu, pantolonunu, çorap, mendilini, gömleğini, pantolonunu   Bulutdede ‘nin türbesindeki sandukasının üstüne bırakın, ertesi gün onu giyip duruşmaya çıksın Allah ın izniyle beraat edecektir… Benim çocuğum idamla yargılanıyordu ve bir gece önce fanilasını getirip Bulutdede nin türbesine koydum, ertesi gün bunu giyip çıktı duruşmaya beraat etti…

         Bir kadın böyle anlattı yaşadığı kerameti… Sarıyakup Mahallesi’ndeki gizemli türbesinde insanlara yardım eden BULUTDEDE’ nin sandukasının başucunda sarığı bulunuyor… Duvarlarında dilekte bulunanların, dileği gerçekleşenlerin astığı gelinlikler, gelin telleri, açık asma kilitler, cezaevinde yakınları olanların getirip astığı kıyafetler, çeşitli örgülü örgüsüz saçlar, şifonlar, eşarplar, bebeği olmayanların dilek için yapıp penceresinin demirlerine astıkları minik beşikler, bu evliyamızın halkımızın her derdine çare olduğunun ifadesi…

          Dileği olanlar, ya da yeni yeni dilekte bulunmak isteyenler Perşembe günleri bu kutsal mekanı dolduruyorlar… ”ACELEBACI” yaparak insanlar birbirlerine ikram ediyorlar… Bulutdede nin türbesine yakın oturan yurttaş şöyle dedi;

        -Rahmetli babam sıcak bir Temmuz akşamı damda yattıklarını gökyüzünden bulutların arasından ışık topunun Bulutdede türbesine indiğini görmüş… Bu ışık topunun Perşembe ve Cuma günleri sürekli gidip geldiğini herkes görüyor… Ancak kalbi saf, dürüst, temiz insanlara görünüyormuş…

         Başka birisi şöyle dedi;

         -Diyelim ki felçli bir hastanız var, ecelle pençeleşiyor, kıyafetlerini getirip Bulutdede’ nin sandukasının üstüne seriyorsunuz, bir gece olara kalıyor, ertesi gün elbiseyi hastanıza giydirdiğinizde sapasağlam oluyor...

          Anlatılanlara bakılırsa, bulutlarla ilişkilendirilen bu evliyamızın adının halk tarafından BULUTDEDE konulduğu düşünülebilir…

 

 

 

 

 

 

          CABBARDEDE

          Değirmenden öküz arabasına yüklediği un çuvallarını köyüne götürürken, gayrimüslimin arabası yolda çamura saplanmış, hava kararıncaya kadar uğraşmasına karşın çıkartamamış bu kişi…

         Sonra aklına birden gelmiş

          -Müslümanlar darda kaldıklarında, yetiş ya Abdulkadir Geylani derlerdi… Bakalım bende yardım isteyim gelecek mi? Zorda kaldığı için feryat edercesine bir sesle çağırmış…

         İleriden birden ak saçlı bir adam ortaya çıkmış, öküzleri arabayla birlikte havaya kaldırıp, yolun düz olan yanına koymuş… Gayrimüslim teşekkür etmiş, elini öpmek istemiş… Bu kişi de,

         -Beni taaa BAĞDAT tan çağırana kadar şurada Cabbar’ı neden çağırmadın? demiş gözden yitmiş…

          Gayrimüslim orada Müslüman olmuş… İşte Abdulkadir Geylani’ nin sözünü ettiği kişi Cabbardede, bugün Yüreğir İlçemizin Kütüklü Köyü’ne 2-3 kilometre uzağındaki Selçuklu mimarisinde yapılan bir dönem de tekke olarak kullandığı tarihi ve güzel türbesinde yatıyor…

         4.Murat Bağdat’ı fethe giderken, bugünkü Havraniye’ ye otağ kurmuş… Cabbardede’yi çağırttırmış… Biraz sonra dede doru bir atın üzerinde, elinde kırbacıyla gelmiş… İndiği at aslana, yere attığı kırbacı da karayılana dönüşmüş… Padişah 4.Murat,

         -Cabbar Bağdat’ın fethi bize müyesser olacak mı? demiş…

          -Padişahım Havraniye de Genç Osman diye bir delikanlı var, onu da birlikte götürürsen Bağdat’ın kapısı hünkarıma açılacak, sizin olacak, demiş…

          Genç Osman annesiyle kazma kazarken, padişahın habercileri ulaşmış, padişaha annesinin kimsesi olmadığını, söyleyince, 4.Murathan

           -Merak etme annene ömür boyu maaş bağladım, deyince Genç Osman padişahla birlikte Bağdat’a gitmiş 40 gün 40 gece savaştan sonra, BAĞDAT ’ın  çevresi su dolu hendeklerle çevrili demir kapısını tuttuğu gibi fırlatıp atmış… Ve Osmanlı askerleri Bağdat’ı fethetmişler… Öyle ki, kellesi koltuğunda düşmanları öldürürken, yerli bir kadın bu mucizeyi uzaktan görmüş,

          -Ben böyle bir şeye tanık olmadım, dediğinde, nazarı değmiş ve Genç Osman’ının koltuğunun altına alarak yedi gün savaştığı başı yere düşmüş… Şehit olmuş…

          Osmanlı Padişahı 4.Murat Bağdat’ı fethetmiş… Ve yüzyıllar boyu Türklerin egemenliğinde kalmış bu güzel kent…

          Cabbardede’nin tekke olarak da kullandığı bilinen, Selçuklu tarzındaki türbesi bugün de, tıbbın çare bulamadığı her türlü hastalara şifa, dertlerine deva arayanlarla, yaşlı ve gençlerle, evde kalmış kızlarına eş bulmaya gelenlerle dolup dolup taşıyor… Ayrıca avlusunda bir dilek taşı bulunuyor… Bu taşın üstünde 5-6 dakika durup dilek dileyenin yönü kendiliğinden güneye dönüyor… Böyle olunca da dileğinin gerçekleşeceğini anlıyor o kişi… Ayrıca sırtı ağrıyanların ağrılarını gideren başka bir mermer sütun daha bulunuyor türbenin bahçesinde… Bundan da şifa bulanların sayısı oldukça fazla…  Dünyanın her yanından bu BÜYÜK Ermişi ziyarete geliyor insanlar…

 

 

 

 

 

         CAFER-İ TAYYAR

 

         Adana’ nın güneyindeki Hadırlı Köyü’nden Karayusuf  Köyü ne doğru giderken 17.kilometrede küçük bir tabela Cafer-i Tayyar makam türbesini işaret eder… İslam dininin dünyaya yayılması için savaşan Allah ın aslanı Hz.Ali’nin kardeşi olan, din uğruna savaşarak yaşamını veren büyük İnsan Cafer-i Tayyar’ın makam türbesi karşılar… Bu makam türbeyi Latif Kış‘ın babası Cahit Karaytuğ ’nun yaptırdığını içerideki tabeladan anlıyoruz… Makam türbenin içindeki sandukanın çevresi Türk bayraklarıyla süslü… Yeşil atlastan kumaşlar, yıllarca önceden gelen el yazması Kur’anlar, tesbihler, seccadelerle süslü bu   eşyaların anlamını sorduğumuzda görevli şu bilgileri verdi;

         -Bu yüce evliyamızın makamı, fakirin, çaresizin, yardım diledikleri, Allah a yalvardıkları, İslam dinine yardım eden bu büyük zatın yüzü suyu hürmetine Allah tan yardım istedikleri ve dileklerine kavuştukları kutsal yerdir…

         Dileği olanlar getirip buraya bir şeyler asarlar, dilekleri yerine gelenler de böyle davranırlar… Şu duvarda gördüğünüz bukle bukle asılı saçlar çocuk sahibi olmak isteyenlerin, dileklerinin yerine gelmesi sonucu, o kişilerin gelip buraya astıkları çocukların saçlarıdır… Ayrıca doktorların çare bulamadığı pek çok hastalık burada iyileşmiştir, binlerce, on binlerce örneği vardır… Felçli hastalar gelip, yürüyerek geri dönerler…

        Cumartesi-Pazar günleri burası dolup dolup taşar, kurbanlar kesilir, gelip-geçen herkese ücretsiz olarak dağıtılır, yemek istemeyenlere de zorla yedirilir… Burası dostluk, kardeşlik, sevgi, güven, huzur, barış, hoşgörü kapısıdır, herkese açıktır…

 

 

 

 

 

 

         ÇOBANDEDE

         Seyhan yeni BARAJ Gölünün kenarındaki yüksek tepede anıtsal bir türbesi bulunan Çoban dede de halkımızın en büyük manevi ermişlerinden birisidir… Çoban dede’nin çobanlık yaptığı biliniyor… Öyle ki, onun otlattığı koyunların sütü sağmakla bitmezmiş… Ve sütler kekik, nane, portakal çiçekleri gibi mis gibi kokarmış… Güttüğü koyunlar ya ikiz ya da üçüz doğururmuş, bolluğun-bereketin adıymış Çoban dede…

        Yaşadığı dönemde inanılmaz iyiliksever bir kişiymiş… Daha hayattayken kerametlerine tanık olurmuş çevresindeki insanlar… Bu iyiliksever insana gelen yoksullar, tıbbın tedavi edemediği hastalıkları olan çaresizler gelir, sahip olduğu zenginliğinden yararlanırlarmış… Koyunlarının kuzularını herkese dağıtır, tavuklarının yumurtalarını yardım olsun diye insanlara karşılıksız verirmiş… Seyhan Nehrinin kenarında sahibi olduğu bahçede bin bir türlü meyveler, sebzeleri yetiştirir, gelip geçenlere zorla dağıtırmış… Tüm insanlar gibi Çoban dede de yaşlanmış bir gün akşamüzeri ansızın dünyadan ayrılıp, yaşarken hazırlığını yaptığı, iyilikleriyle, yardımlarıyla cennet bahçelerine dönüştürdüğü manevi dünyaya göçüvermiş… Ölümünden sonra da yaşadığı bu bölgede şimdiki anıtsal mezarının olduğu yere gömülmeyi vasiyet etmiş…

         Onun türbesinde yıllarca hizmetkarlık yapan, silip-süpüren, temizleyen, gül sularıyla yıkayıp-kokmasını sağlayan hayırseverlerden birisi aynen şöyle dedi;

        -Gözlerimle gördüm… Gökyüzünden tabur tabur gelen askerler bu türbeye defalarca indiler...

        Çobandede ’nin, her çağın ünlü politikacıları ve liderleri olarak göründüğüne de inanılıyor...

        Bu gün Büyükşehir tarafından Anıtsal bir türbe haline getirilen mezarının bulunduğu zirve şeklindeki tepe çeşitli zamanlarda  yıkılmak ve mezarı ortadan kaldırılmak istense de bir türlü, yok  edilememiş… Adana’ daki gazetelerde de yer alan olayı gören bir yurttaş anlattı;

       -Saatlerce uğraşılmasına karşın dozerin bıçakları bu tepeye gelip işlemiyordu… Ya kırılıyor, ya kopuyor, ya da dozer bozuluyordu… Bir dozer operatörü, ben şimdi bu tepeyi yıkayım da görün, diye araca bindi… Dozerinin devrilmesi sonucu öldü…

         Çocuğu olmayanların çocuk sahibi olduğu, hastaların iyileştiği, dertlilerin çare bulduğu, bahtı bağlı olan delikanlıların-genç kızların eş bulması gibi inanılmaz kerametler gösteren Çoban dede’nin başka bir kerametini de bir hanımefendi şöyle anlattı;

        -Terörün zirveye çıktığı günde 15-20 kişinin öldürüldüğü Türkiye de oğlum da gözaltına alınmış, işlemediği cinayetlerden idamla yargılanıyordu…

Duruşmalara her gidip-geldiğimde oğlumun tutukluluk halini gördüğümde için parça parça oluyordu… Ağlıyor, ağlıyor, ağlıyordum ama elimden bir şey gelmiyordu… Bir gün dua ettim(ÇOBANDEDE ÇOBANDEDE, EĞER SEN ÇOBANDEDEYSEN BUGÜN OĞLUMU CEZAEVİNDEN ÇIKART EVİME GÖNDER)dedim… İdamla yargılanan oğlum akşam karanlık olunca zili çalıp eve döndü…

         Seyhan BARAJ Gölünün kenarında, Büyükşehir Belediyesinin yaptığı çevre düzenlemesiyle milli park görünümüne kavuşan yüzlerce dönümlük alanın ortasında 40-50 metre yükseklikteki tepede anıtsal türbesinde sonsuz uykusunu uyuyan Çoban dede’yi Türkiye’nin ve dünyanın her yerinden ziyaret edenlerin sayısı her geçen gün daha da artıyor… Hastaları iyileştiriyor, felçlileri yürütüyor, hasretleri buluşturuyor, sevenleri kavuşturuyor…

       Ulusal televizyonların defalarca program yapar tanıttığı Çoban dede şu anda Türkiye’nin dünya çapında tanınan bir evliyasıdır… Ününü duyanlar da dünyanın en uzak ucundan kalkıp buraya gelip dilekte bulunup, adaklar adıyorlar, Dilekleri gerçekleşenler de gelip adaklarını kesiyorlar…  İnsanların neredeyse 24 saat ziyaret ettiği Büyükşehir Belediyesinin oluşturduğu yüzlerce dönümlük dev bir yeşil milli parkın içindeki türbesinde Çoban dede gönülleri aydınlatıyor…

 

 

 

        DURHASANDEDE

        Eline, diline, beline sahip olan, işinde dürüstlüğüyle tanınan genç Hasan Horasan’ dan Çukurova ya gelmiş, Anadolu’ nun dirliğini-birliğini sağlamak için gece gündüz çalışmış… Çiftliklerde işçilik yaparak rızkını çıkartmış, çobanlık yapmış, bilge kişiliğiyle, erdemli davranışlarıyla da, insanlara iyiliğin, güzelliğin yollarını göstermiş, dürüstlüğüyle örnek bir kişi olmuş…

        Ceyhan’a 19 kilometre uzaklıktaki kendi adını taşıyan Durhasandede Köyü’ne yerleşerek, çevresindeki köylerde yaşayan insanlara öğretmenlik yapmış, İslamiyet i öğretmiş… Bir gün, sevenleriyle dolaşırken,

         -Ben ölürsem şu tepeye gömün, diye vasiyet etmiş…

         -Başımızın üstüne Hasan çelebi, demiş köylüler…

         Aradan yıllar geçmiş, Çukurova yı dolaşırken, Misis’ te hakkın rahmetine kavuşmuş… Çok sevilen örnek ve bilge bir kişi olduğu için ölümü kısa sürede bölgede duyulmuş… Vasiyetini yerine getirmek için insanlar, onu cenazesini deveye yükleyip bu gün türbesinin olduğu Durhasandede Köyü civarına getirmişler… Vasiyetini bilenlerden pek çoğu da ölmüş…

          -Nereye gömelim?

          -Nereyi vasiyet etmişti? diye cenazeyi götürenler kendi aralarında konuşurlarken, gökyüzünden güçlü bir ses yankılanmış;

          -Duruuuuun!

          Köylüler, onun vasiyetinde söylediği yerin bu tepe olduğuna inanmışlar ve buraya gömmüşler… Yüzlerce yıllık meşe ağaçlarının altında yüzlerce yıllık  Selçuklu mimari tarzında yapılan  tarihi türbesinde sonsuz uykusunda Durhasandede… Diğer evliyalarımızdan farklı olarak, sandukasının kenarından, mezarının içine doğru dirseğe kadar ellerini uzatıp şifalı olduğuna inandıkları topraktan alıp, evlerine götürüyorlar… Kimi suda eriterek içiyor, kimi muska yapıp türbesinin toprağını üzerinde taşıdığında kötülüklerden korunduğuna inanıyor… Bu toprağı üzerinde bulunan kişiye kurşun bile işlemediği yaşanarak denenmiş durumda… Yaşanmış inanılmaz kerametlerinden bazıları;

Tüm hastaları iyileştirmesi, ahrazları konuşturması, gibi iyilikleri herkesçe biliniyor…  Durhasandedenin 4-5 kilometre doğusundaki Doruk Kasabasındaki evliya NARLIDEDE ’yle kardeş oldukları biliniyor…

 

 

 

 

         ESHAB-I KEHF

         Mersin ‘in Tarsus İlçesinde bulunan Eshab-ı Kehf Türkiye nin en çok ziyaret edilen, adak adanan, dilek dilenen,dilekleri yerine gelenlerle dolup dolup taşan kutsal bir mekan… Genellikle yoksul, çaresiz, dertliler, hastalar gelip yedi uyurların yüzü suyu hürmetine Allah a yalvarıp ondan yardım beklerler…

       Spor kulüplerinin en ünlü futbolcularının kritik maçlar öncesi adak adayıp, kurban kestikleri bir mekandır… Ayrıca halkın inancına göre bir de günah deliği var… Bu delikten geçebilenlerin günahsız olduğuna, varsa da günahlarının bağışlandığına inanılır…  Özellikle kutsal Ramazan aylarında ve bu ayın kutsal günlerinde, Kadir gecelerinde, Kandil gecelerinde on binlerce insan burada dualar edip kurbanlar keserek bu kutsal ve kutlu mekanda sabahlamaktadır…

       Kuran da bir surenin de adı olan bu kutsal yedi uyurlar mağarasının dillere destan olan şekli şöyle;  Günümüzden 1800 kadar önceleri putperest Roma, Tarsus yöresine de hakimdi… Yeni yayılmaya başlayan HRİSTİYAN dinini menfur sayıp, bu dini kabul edenlere karşı işkence uygulamış…

       Öyle ki Tarsus ta İmparator Dakyanus hıristiyanlığı kabul edenleri sirklerde toplanan inanılmaz halk kalabalıklarının önünde vahşi hayvanlara parçalatarak öldürmüş… Roma İmparatorunun bu zulmünden kaçan inançlı insanlardan; Yemliha, Mislina, Mekselina, Memnuş, Deberruş, Sazenuş ve Kefeştatayuş  Tarsus ‘un 15 kilometre batısındaki mağaraya  gidiyorlarmış… Peşlerine  bir de köpek takılmış, kovmuşlar, gelmesine engel olmuşlar ama  KITMİR isimli köpek dile gelmiş

        -Ben de Allah mı aramaya gidiyorum, deyince hepsi şaşırmış ve gelmesine izin vermişler…

         Bu mağarada tam 309 yıl uyumuşlar… Uyandıklarında açlık hissetmişler, birisi yanlarında bulunan parayı alıp Tarsus tan erzak getirmeye gitmiş… Saçı sakı birbirine karışmış, elindeki 300 yıllık parayla fırıncıdan ekmek istemiş… Fırıncı da

        -Seni kesinlikle bırakamam, krala teslim edeceğim, demiş…

         Dediğini de yapmış… İşkenceler sonunda bu kutsal kişi arkadaşlarının yattığı mağarayı kral göstermek zorunda kalmış… Mağaranın önüne geldiklerinde,

        -Siz biraz bekleyin… Arkadaşlarıma haber vereyim… demiş, içeriye girmiş…

         Ve birden hepsi yok olmuş…  Kehf Suresi Ayet; 10.Hani o zaman genç yiğitler mağaraya sığınmışlardı da Ey Rabbimiz demişlerdi, bize tarafından rahmet ver ve işimizde başarı hazırla…

         Ayet;11. Bunun üzerine onları bir mağaranın içinde senelerce uykuda bıraktık ve kendilerini uyuttuk…

        Ayet;12Sonra onları uyandırdık…(mümin ve kafir)iki topluluğun hangisi onların mağarada bekledikleri müddeti daha iyi hesaplamışlardı…

        Ayet:25.Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve buna dokuz yıl daha kattılar…

       Eshab-ı Kehf teki aynı isimli camide yıllarca müzezzinlik yapan Niyazi   Ulusoy, yedi uyurlarla  birlikte  sabaha kadar ibadet ettiğini söylüyor… Bir şiiri de şöyle;

      

        Eshab-ı Kefh’in yücedir şanı

       Yemliha cümlenin sevdiği canı

       Nasıl vasfetmeyim o yüce hanı

       Ziyaret eyleyin Eshab-ı Kehfi…

 

 

 

 

 

 

          ERKEÇDEDE(İğdiş edilmiş teke)

          Karaisalı’nın Kaledağ Köyünde mezarı bulunan ERKEÇDEDE ’nin çok ilginç bir öyküsü var… Mustafa Yenikan isimli Köylü olayı şöyle anlattı;

          -Köyümüzün kenarındaki yemyeşil çamların kapladığı yüksek tepedeki mezardan sürekli iniltiler, gürültüler, sesler kesilmeden artarak yıllarca devam ediyordu…  Bir arkadaşım gidip bakmaya karar verdi… Ve tek başına çıktığı tepedeki mezarlıkta ne görsün, mezarlığın üstünde sesleri çıkartıp, gürültüyü yapan, iniltiyi çıkartan gök bir tekeymiş… Daha sonra hepimiz gidip orayı gezdik… Kimse artık korkmuyor… Bu kutsal yere de mezarı bulunan evliyamız bize Erkeç teke olarak görülmüştü… Biz öyle inandık ve evliyamızın adının ERKEÇDEDE olduğuna karar verdik…

         Hastalar, yaşlılar, çaresizler, sınava girecek öğrenciler, evde kalmış genç kızlar ve evlenmek isteyen delikanlıların ziyaret ettiği Erkeçdede’nin insanların manevi dünyasını zenginleştirmeye, onlara yardım etmeye devam ettiğine inanılıyor… Saf ve temiz kalple ve inanarak gelenler hastalıklarına şifa, dertlerine deva bulabiliyorlar… Manevi dünyaya açılan bu kutsal kapılar halkımızın destek bulduğu, yaşama sevincine kavuştuğu önemli yerler…

 

 

 

 

         KOYUNDEDE

         Çobanlık yapıp gece-gündüz doğayla baş başa olan Koyun dede dağları, ovaları, şifalı otları, zararlı ve yararlı bitkileri çok iyi tanırmış… Hangi ot uyuz koyunu iyeleştirir, hangisi hasta eder, hangisi bol süt verdirir diye gözlemler yapar, insanların hastalıklarını da bu otlarla tedavi edermiş… KOYUNDEDE hiç kimseyi kırmaz, incitmez, hep iyilik eder, insanlara yararlı olurmuş… Kendisinden isteyen herkese koyun ve seçi yavrularını karşılıksız olarak verirmiş… Öyle iyiliksever, öyle bilge insanmış ki, insanlar yaşadığı dönemde de ondan çareler, şifalar bulurlarmış…

      Öldüğünde bugünkü Çatalan Baraj Gölü’nün doğusundaki Çiçekli Köyünün yüksek bir tepesine gömmüşler… Mezarı türbe haline getirilmiş… Yaşarken olduğu gibi öldüğünden sonra da insanlara yardım elini uzattığına inanılıyor…

       Kaledağı Köyü’nden Mustafa Yenioğlan Koyun dedenin kerametlerinden birisini şöyle anlattı;

       -Bizim köyümüzde bir çiftin çocukları doğup ölüyor, yaşamıyordu… Öyle ki kadın 4-5 tane çocuğu olmuş, ölmüştü…  Koyun dede Türbesine götürmemi rica ettiler, bir gece orada kaldık… Kadın tırlık(kıl ipten)küçücük bir beşik yapıp içine bir taş koydu, beklemeye başladık… Bir süre sonra o beşik sallanınca dünyalar onun olmuştu… Hep birlikte köye döndük, şu anda bu çiftin  üç oğlu bir de kızı dünyaya geldi… Oğlunun birisinin adı DEDE ‘dir…

 

        Çocuğu olmayanlar, özürlüler, hastalar, tıbbın çare bulamadığı her türlü hastalığın pençesinde kıvrananlar, sarılık hastaları, her türlü rahatsızlığı olanlarca ziyaret ediliyor Koyun dede…

 

 

       GAFFURDEDE

       Karataş Yolundaki Doğankent’te bulunan evliyalarımızdan Gafur dede’nin türbesine girdiğimizde, insanların inanılmaz saygılı ve sevgiyle karşıladıklarına tanık olduk…  Biz gazeteci olduğumuzu söylediğimizde evliyalarımızın kerametleri hemen anlatılmaya başladılar;

        Bir yurttaş şöyle dedi;

        -Gözlerimle gördüm, aniden gözleri kör olan, doktorların çare bulamadığı kadını getirdiler iki gün burada kaldı kadının gözleri açıldı…

         Başka bir yurttaş,

         -Gaffurdede öldüğünde köyümüzün içindeki üç yüzyıllık ağaç parça parça oldu… Ağaç bu evliyamızın ölümüne dayanamadı…

         Üçüncü bir yurttaş;

         -Hanifi isimli bur akrabam vardı, önemli bir hastalığı yoktu ama Gaffurdede ye getirdim… Türbenin kapısına gelince bayılıp düştü, sonra kendi kendisine konuşmaya başladı… Gaffurdede’yle konuştuğunu söyledi… Sık sık gelip, onunla konuşur… Bize onun verdiği mesajları iletir…

         Gaffurdede’nin esas ismi HALFETİLİ KADİRİ ŞEYHİ HASAN OĞLU SEYİT ABDULGFFUR’MUŞ…

       Çok akıllı derin kültürlü, örnek bir insanmış… Karataş yöresinde yaşamış, çiftliklerde çalışmış, Ağalar bile ondan akıl danışırlarmış… İnsanın bir kez yaşadığını, hiçbir canlıya zarar vermemesi gerektiğini, saygılı olmalarını, sevgiyle davranmalarını istermiş… Kendi yaptıkları içkiyi içen insanlara bunun  haram  ve günah olduğunu söylermiş… Türk Bayrakları, buhur kokularıyla gizemli bir havası olan Gaffurdede’nin türbesinde yeşil renk hakim…

Kuran, tesbihler, seccadelerle süslü bir güzel manevi dünya…

        Buraya gelenler, evliyamızın kendi evinde ağırladığı duygusuna kapılırlar… Hatta kendi evlerinde gibi hissedecek kadar rahatlatır gökyüzüne  uzanan dev ağaçlarla yarış edercesine yükselen türbesinin kubbesinin altında evreni dinleyen, ona yön veren bilge kişinin sonsuz uykusuna büyük saygı  duyarsınız…

 

 

 

 

 

 

         HASAN VE NUHDEDE

         -1900’lü yılların başında Osmanlı çökmeye devam ediyor, yabancı yani emperyalist(sömürgeci)güçler Anadoluyu kendi aralarında paylaşıyorlardı… O yıllarda Adana’mızda da Fransızlar vardı, Türk gençlerini, yaşlılarını dövüyorlar, öldürüyorlardı…

         Milli Mücahitler Birliği kuran Türkler bu yabancı işgalcilere karşı savaşmaya başladılar… İşte bu savaşta görev alan gençler, gece Fransızlara saldırıyorlar, gündüz gelip Hasan ve Nuh dede’nin türbelerinde dinleniyorlardı… Evliyalarımızın kerameti sayesinde Fransızlar askerlerimizin önünden geçseler bile onları göremiyorlardı, sanki gözleri mühürlüydü…

       Dağlıoğlu Mahallesi’ndeki bu iki kardeş evliyamızın kerametini bir görevli böyle anlattı… Yan yana iki mezarı bulunan bu evliya kardeşlerin Anadolu ya İslamiyeti yaymak için gelip, savaştıkları ve sonra da şehit oldukları biliniyor…

        Başka bir yurttaşımız şöyle dedi;

         -1974’teki Kıbrıs BARIŞ Harekatında yeşil kaftanlar, beyaz sarıkları ve ak saç ve sakallarıyla mezarlarından ışık şeklinde kalkıp savaşan askerlerimizin yardımlarına gittiler günlerce… Biz gözlerimizle gördük…

        Türbelerinin içinden başlayıp, gökyüzüne uzanan her biri 14-15 metre çapındaki sakız ağaçları hiç kurumadığı için, orada yaşayan yurttaşlarımız bu ağaçları da kutsal sayıyorlar… Yol açma çalışmaları sırasında türbelerinin yıkılmasına izin vermediğine inanılıyor kardeş evliyalarımızın…

         Türbeden çalınan eşyaların da alan kişiye zarar verdiğine, hırsızın ertesi gün getirip eşyaları türbeye geri koyarak rahatladığına inanılıyor… Diğer türbelerde olduğu gibi duvardan duvara gerilen ipler üzerinde, dilek için getirilen, eşarplar, giysiler, şifonlar, saç bukleleri, nişan yüzükleri, baht açma anahtarları, daha neler neler bulunuyor…

 

 

 

 

 

        HURMALIDEDE

 

        Adana’ nın Eskibey Mahallesinde 500 yıldır insanların düşüncesini okuyan, yapacağı kötülükleri önceden sezen ve onları uyaran bir evliya var… Hurmalıdede…

         Yurttaşın birisi anlattı;

          -Diyelim ki birisine kötülük yapmayı düşünüyorsun, Hurmalıdede ye geldin o kalbini okuduğu için yapacağın kötülüğü önceden onu sezinliyor, insanları uyarıyor…

          - Düşündüğün kötülüğü yapacak olursan eşinden, aşından, işinden, çocuklarından olursun… Vazgeç ve doğru yolda olmanda hep hayır vardır… Çeşitli öğütler veriyor insanlara… Bu mesajı alan kişi de  yapacağı kötülükten vazgeçiyor…

          Hurmalıdede nin türbesinin kenarında 15-16 metre yüksekliğinde bir hurma var… Hurmanın gövdesinden 3-4 metre yüksekliğinde onun kökünden beslenen bir incir,bir dardağan ağacı bulunuyor… Bu hurmadan dolayı isminin Hurmalıdede olduğu belirtiliyor… Başka bir hizmetkarı yine kerametini şöyle anlattı;

           -Türbenin içinde bir arkadaş küfür etmişti… Sanki görünmez bir el onu yüzüne iki tokat attı… Başı bir sağa bir sola savrulurken tokat sesini duyduk… Bu arkadaşımız Hurmalı dede’nin kendisini cezalandırdığına inandığı için ömür boyu küfür etmeyeceğine söz verdi…

          Çukurova ya İslamiyeti yaymak için geldiğine inanılan şehitlerimizden birisi olan bu evliyamızın türbesi Perşembe, Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri dolup taşıyor…

          Temiz kalple, saf gönülle gelerek onun türbesinden Allah a yalvaranlar, dilekte bulunanların hiç birisinin eli boş dönmüyor… Manevi dünyasından uzattığı eline tutunmak için gelen, dertlilere derman, hastalara çare, yoksullara umut olmayı sürdürüyor… Hurmalı dede diğer evliyalarımız gibi Manevi alemden insanlara huzurun, sevginin, dostluğun,hoşgörünün anahtarlarını sunmaya devam ediyor…

 

 

 

         MUĞDATDEDE

         Mersin’ de adına yaptırılan dört minareli ulu bir caminin bahçesindeki anıtsal türbesinde sonsuz uykusunda olan Muğdatdede ’nin, HZ. Muhammed ‘in sancaktarlarından Mithat Bin YESVET olduğuna inanılıyor… Mermer merdivenlerle birkaç basamak sonra ulaşılan üstü açık anıtsal türbesi, manevi dünyayla-çağdaş sanatın birleşmesinin en güzel ve eşsiz örneği… Sandukasının her tarafı, yeşil, atlaslar, seccadeler, Türk Bayrağıyla sarılı ve etkileyici bir görüntü oluşturuyor…  Eski adı “EĞLENCEDEDE” olan bu evliyamızın kabri başında kadınlar darbuka çalıp, göbek atarak eğleniyor ve dualar ediyorlarmış.. bir gün bu kadınların rüyasına girmiş;

       -Kızım benim adım Eğlence dede değil… Muğdatdede’dir… Üstelik bu yaptığınız eğlenceler, göbek atmalar yanlıştır.. Bir daha buralarda böyle hatalı hareketlerde bulunmayın, demiş…

         Kadın bu rüyadan sonra ürpertiyle uyanıp, herkese anlatmış, kenarlarında namaz kılınan, küçük bir türbe yapılmış, Adana’ daki Seyhan Baraj Gölü’nün kenarındaki Çoban dede Türbesiyle yarışacak bir anıtsal türbeyle onurlandırılmış Muğdatdede; çocuğu olmayanlar, mutluluğu bulmak isteyenler, genç kızlar, delikanlılar, gelip dilekte bulunup, adaklar keserek dualar ediyorlar…

         Bu evliyamızın da diğerlerinde olduğu gibi 1974 Barış Harekatı sırasında türbesinin üstünden gökyüzüne doğru bir ışık demeti şeklinde yükselerek savaşan askerlerimize yardımcı olmak için Kıbrıs yönüne doğru gittiğini gözleriyle görenler var… Savaş sonrası esir alınan YUNANLI askerler ;

         - Biz Türk askerlerinden daha çok o yeşil cübbeli, beyaz sarıklı, ak sakallı yaşlılardan oluşan bir orduyla savaştık… Ama onların kim olduğunu hala çözemedik… Eğer onlar olmasaydı, Kıbrıs ta bir tane Türk kalmazdı, hepsini öldürürdük, dedikleri biliniyor…

          Hz. Muhammed’in sancaktarından olan Mithat Bin Yesvet sonsuz uykusundan insanlara manevi dünyasından güzellikleri sunmaya devam ediyor…

 

 

 

 

         MUTLUDEDE

         Adana nın Karataş İlçesi’nde şehrin merkezinde denize bakan devasa meşelerin altında türbesinde sonsuz uykusunda olan ama  renk, cins, din, dil, tip, parti, mezhep, sosyal-ekonomik statü tanımadan herkesi mutlu eden büyük bir evliyamız var… İsmi de mutluluktan geliyor Mutlu dede

         Buraya acılı, sancılı, hasta, yorgun, bitkin, felçli her türden hasta olarak   gelenlerin 24 saat sonra mutluluğa ulaşması sonucu halkımız bu evliyamızın adını Mutlu dede koymuş… Gerçek ismi bilinmiyor, ama Memlüklü olduğu ve İslamiyeti yaymak için gelen asker olduğu, savaşırken şehit düştüğüne inanılıyor… Kudüs’ün alınmasında da önemli görevler yapmış Mutlu dede…

Mana alemine göçerken bıraktığı son iz olan türbesi insanların ruhunda huzur, gönlünde mutluluk, hastalara şifa, dertlilere derman oluyor…

         Özellikle 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatında Mutlu dedeyle ilgili şöyle bir mucize anlatıyor…

         -Kıbrıs’ta masum Türkleri düşmanın elinden kurtarmak için verilen görevini kusursuzca yapan jet savaş uçağının benzini bitmiş… Pilotun kalan benzinle Adana ya dönmesi ve ikmal yapması gerekiyor… Ama bu arada düşmanlar Masum Türkleri öldürmeye devam edebilir… Pilot bu hesapları yaparken, uçağın kabininde aksakallı bir yaşlı kişi belirmiş…

          -Oğlum senin yakıtın bitmedi, görevini yapmaya devam et, demiş…

           Masum Türkler ’i korumak için tüm gücüyle savaşan pilot daha sonra güven içinde İncirlik Üssü’ne dönmüş… Havaalanına indiğinde uçağın  benzin deposu ağzına kadar doluymuş…

           Mutlu dede nin türbesini Karataş ’ın kurucusu olan Molla Mahmut 1205 te yaptırmış… Türbenin içindeki ay yıldızlı bayrağımız,üzerine ayetler işlenmiş seccadeler, dilekleri kabul olanların getirdiği kesilip asılmış bukle bukle çocuk saçları, küçük beşikler, nişan yüzükleri, bilezikler, gelinlik kıyafetleri, gelin telleri -duvakları, asma kilitler halkımızın yaşamındaki Mutlu dede nin yerini somut olarak anlatıyor… Buhur kokusunun oluşturduğu manevi dünya ayrı bir gizem katıyor bu kutsal mekana…  Karataş lı Mahmut Atalay yemin ederek anlatıyor;

          -Gözlerimle gördüm, felçli kadını sedye ile getirmişlerdi, bir süre sonra kadın senin benim gibi kalkıp yürüyüp gitti… Mutlu dede nin mutluluğu herkese açık…

          Şüphesiz ki Dünya durdukça, Mutlu dedemiz de duracak, insanlığa, dostluğu, kardeşliği, adaleti, sevgiyi, mutluluğu yaymaya devam edecek…

 

 

 

 

 

   

 

          SAİTDEDE

         -Ey insanları, vatanınızı sevin,

         -Kimseye kötülük etmeyin, karıncayı bile incitmeyin,

         -Dünya geçicidir, türbem bunun kanıtıdır…

         -Şehit kanıyla sulanmış bu kutsal topraklarda birbirinize sıkı sıkı sarılın…

         Bu ve benzeri daha nice özlü ve birleştirici-bütünleştirici sözleri Sait dede nin türbesinin bahçesindeki devasa incir ağacının altına oturursanız, temiz kalple evliyamızın huzuruna gelmişseniz rüzgarın kulağınıza söylediğini hissedebilirsiniz…

        Adana ‘nın 10 kilometre doğusundaki Çimento Fabrikası yanındaki İsmailiye Köyünde yatıyor bu evliyamız…  Türbesi ilk bakışta insana rahat, huzur, güven, hoşgörü, mutluluk veriyor… Kerametleri dilden Dile dolaşıyor… Kıbrıs Barış Harekatında en ön saflarda savaştığına inanılıyor..

         -Onlar olmasaydı, savaşı kazanamazdık, düşmanlar bizi yenerdi… Ama, evliyalarımız onların önünde kale gibi durdular, Türk askerlerinin başarılı olmasını sağladılar, diyor bir köylü…

         Başka bir köyü de;

         -Türbesi Abdurrezzak dedeyle komşu olan Sait dedeye gelenler iki evliyamızı birden ziyaret etme olanağı bulurlar…      

          -Buraya sedyeyle gelen felçli vatandaşlarımız kalkıp yürüyerek giderler… Hemen hemen her ay iki üç tane felçli hastayı yakınları ağlayarak üzüntülü biçimde getirirler, evliyamız bir gece de iyileştirince de  sevinç içinde  bin bir duayla Sait dede ye duydukları büyük minnetle sevinerek hatta güle oynaya giderler…

 

 

 

 

        SADIKDEDE

 

        -Geçenlerde 4-5 kişinin iple bağlayıp zor zaptettiği bir deli bir delikanlıyı getirdiler…  Doktorlar çare bulamamış, delikanlıyı Sadık dedenin türbesine girdirdiler.. Deli olduğuna inanılan genç, evliyamızın sandukasının görünce hemen rahatladı, ipleri çözüldü, sanki birisiyle konuşuyor gibiydi…

         Sadık dedenin sandukasının sağ ayakucuna oturdu, bir gece burada kaldılar… Deli olan ve doktorların çare bulamadığı  delikanlı her saniye biraz daha rahatladı, rahatladı, akıllandı, akrabaları ona, o da yakınlarına sarılıp kucaklaştılar.. Sabahleyin mutlu biçimde ayrılıp gittiler..

        Sadık dede türbesinde görevli bir kişi böyle anlattı,

        Konya’ dan getirilen  saralı bir genç kızın iyileşmesinden,

        Karataş ’ın Zagarlı Köyünde Adil Avcıbay’ın erkek çocuğunun olması için yaptığı duanın kabul edilmesine kadar inanılmaz kerametleri anlatılıyor…

       Her Perşembeyi Cuma ya bağlayan gecede Kars, Erzurum, Konya, Adana, Mardin, Ordu ‘dan gelen insanların Sadık dede Türbesinde toplandığı ve namaz kılıp dua ettiği, dilekte bulunanların dileklerinin yerine geldiğine defalarca tanık olmuş insanlar var…

         Ayrıca Sadık dede? nin türbesinin 40-50 metre uzağında havuzun her Perşembe gecesi gümbür gümbür kaynadığı, Sadık dede ve müritlerinin burada  topluca abdest alıp namaz kıldıkları ve dua ettikleri şeklinde yorumlanıyor…

         Adana’dan Karataş ’a doğru giderken Doğankent ’ten hemen sonra asfaltın sağ kenarında Sadık dede Türbesini gösteren yeşil bir tabela vardır… Oradan döndüğünüzde 600-700 metre içeride, dev zümrüt yeşil ağaçlar arasında sonsuz uykusunu uyumaktadır Sadık dede… Bu evliyamız da, manevi dünyadan, günümüze uzanan kerametleriyle gönüllerde yaşamaya devam ediyor… İnsanın karşısına çıkan, yoksulluk, hastalık,  gibi engellerin ortaya koyduğu, aklınıza gelen her türlü zorluğu aşmasında yardımcı oluyor, Sadık dede…

 

 

 

 

 

….

 

 

         SOFUDEDE

         Çoban dede, Seyhan Baraj Gölünün karşında çiçekli köyünde türbesi bulunan Koyun dede nin en büyük kardeşi olduğu kabul ediliyor… SOFU dedenin kim olduğu konusunda bilgi bulunmamakla birlikte ashap’tan olduğu kabul ediliyor… İslamiyeti yaymak için Anadolu ya gelip savaşırken şehit olduğuna inanılıyor… Karaisalı’nın Kaledağı Köyündeki eşsiz güzelliklerle süslü türbesinden, manevi dünyasından izliyor insanları… Şifa bulunmayan hastalıkları iyileştiriyor,  öğrencilerin sınava girmeden önce gelip dilekte bulunması durumunda başarılı oluyorlar…

        Bu köyde yaşayan Mustafa Yenikan evliyamızla ilgili şöyle dedi;

        -Ashap’tan birisi SOFU DEDE buradayken hastalıklarınız için nereden doktor arıyorsunuz? demiş yüzyıllar önce… Yoksulları, çaresizleri iyileştiren bir ulu erendir Sofu dede… Köyden kente göçen ekonomik durumları iyi olan köylüler harika bir türbe yaptırmışlar SOFU DEDE için..

         Yine Mustafa Yenikan tanık olduğu bir olayı şöyle anlattı;

          -1984-89 yılları arasında Belediye Başkanı olan Aytaç Durak 1994’te yeniden aday olmuştu… Kazınıp kazanamayacağı belli değildi… Sofu dede ye gelip kurban kesip dualar etti… Böylece seçimi bu yüce evliyamız sayesinde yeniden kazandı… Çevresindeki mezarlıktaki Müslümanlarla sonsuz uykusunu uyuyan SOFU DEDE nin 1974 teki Kıbrıs Barış Harekatında askerlerimizle aynı safta savaştığına inanılıyor… Düşman askerlerini tutsak alarak Türk askerlerine teslim etmiş… Yunanlılar da savaştan sonra

-Bizi o yeşil cübbeli, sarıklı, ak sakallı ordu yendi… Sahiden kimdi onlar diye Türk subaylarına sormuşlar…

 

 

 

 

 

       ŞEYH HIZIR

 

       -Şeyh Hızır için zaman ve mekan kavramı yoktur… Dünyanın her yerinde, her an, her dakika çaresiz, darda kalmış, yolda kalmışların yardımına koşar… Mucizeleri çok büyüktür…

        1950’lerdeki Kore savaşında Türk askerlerinin su sorunu varmış, kaynakta düşman askerlerin bulunduğu yerin ortasındaymış… Gözü kara Mehmetçik elindeki testiyle su almaya gittiğinde, çevresinde 30-40 düşman askeri silahını doğrultup, öldürmek istedikleri sırada, ;

        -Yetiş ya Hızııııırr, diye nara atınca Mehmetçi, çevresini kuşatan düşman askerleri onun elindeki testinin dev bir bomba olduğunu sanıp teslim olmuşlar… Türk askeri hem testisini doldurmuş, hem de 30- 40 tane düşman askerini esir almış…

         Şeyh Hızır’ın makam türbesi Adana mızın en güneyindeki Akkapı Mahallesi ’nde portakal ve limon çiçeklerinin arasında zümrüt yeşili bahçelerin içinde bulunuyor… Türbesi ve çevre düzenlemesi Çukurova daki evliyaların en planlı, en projeli yapılmış olanı… Öyle ki 6 tane dev ocak, geniş avlu, namaz kılınabilecek mekanlar, çok sayıda sandalye, masa, dev karavana kazanlar, koyun, keçi, dana ve inek gibi adakların kesilip yüzülebileceği kesim hanelerden oluşuyor…  Hafta sonları dolup dolup taşan, dilekleri kabul olunanların karavanalar dolusu yemeklerin pişirilip dağıtıldığı, konuklara zorla ikram edildiği bu kutsal mekanda dilden dile anlatılıyor mucizeleri Şeyh Hızır ‘ın…

         Süleyman DOĞRU isimli bir yurttaşımız şunları anlattı;

          -Oğlum kumara öyle alışmış, öyle tutkunu olmuştu ki, zapt etmeye gücümüz yetmez olmuştu… Psikolojik tedavi gördü, doktorlar ilaç verdiler… Ama bir türlü vazgeçmedi… Şeyh Hızır’ ımızın makamına gelip dua ettim, oğlum, kumarı bıraktı, o nedenle şu anda buradayız ve kurbanlarımızı kestik, adağımızı yerine getirdik… Çevresinde bulunan 40-50 Kişi de Süleyman Doğru nun anlattıklarını onayladı…

              Aklınıza gelecek her konuda, her derde şifa arayanların rahatlıkla gelip, gönüllerinden geçen dilekleri diledikleri bu makam herkese açık…

 

 

 

 

        MUHAMMED NURETTİNDEDE( Demirkapı )

        İslam Orduları Tarsus’u fethetmek için yola çıkmışlar… Yakapınar(Misis) civarında yolu şaşırmışlar… Tarlasını süren bir çiftçiye sormak için durmuşlar;

        -Tarsus’a İslamiyeti yaymaya geldik… Allah ın izniyle orayı fethedip  islamın bayrağını oraya dikeceğiz… Tarif eder misin? Demiş ordunun komutanı..

         Genç çiftçi bu sözler üzerine öküzünü kuyruğundan tutup sabanıyla havaya kaldırmış,

          -İşte şu tarafa gideceksiniz, demiş…

         Tüm askerlerin ağzı açık kalmış, İslam Ordusu Tarsus’a geldiğinde kentin etrafı dev su kanallarla çevrilmiş ve açılması mümkün olmayan bir de demir kapı varmış… Günlerce vuruşmuşlar, savaşmışlar, başarılı olamamış askerler...

          Komutan’ın aklına Misis’ teki o genç çiftçi gelmiş… Haber salınmış, hemen Tarsus’a gelmiş, kanalı kuş gibi uçarak geçmiş, demir kapıyı tuttuğu gibi yerinden kopartıp doğuya doğru fırlatmış… Kapı Adana yakınlarına düşmüş…

         Ve genç çiftçi kellesi koltuğunda tam 7 gün 7 gece savaşmış… Bir kadın uzaktan görüp hayretler içinde kalınca nazarı değmiş Muhammed Nurettin dede orada şehit oluvermiş… Tarsus’ onun sayesinde fetheden İslam orduları bu gün kentin merkezini oluşturan DEMİRKAPI denilen yere defnetmiş… Türbenin güney dış duvarında “TARSUS FATİHİ FELAHOĞLU MUHAMMED NURETTİN MİLADI 1341 yazıyor…

         Orada bakım ve temizlik işlerini gönüllü olarak yapan Hasan Varma isimli yurttaş,

          -1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında türbesinin kubbesinin üstü kanlanmıştı… Yüce evliyamız oradaki askerlerimizle birlikte düşmanlara karşı savaşmak için mezarından kalkıp gitmiş, düşmanların yenilmesinde büyük rol oynamıştı… Kan izleri bugün de görülebilir…

          Yine aynı kişi başka bir konuyu daha anlattı;

           -1950’li yıllarda Kore de savaş çıktığında Türk Askerleri de katılmıştı… Ankara ’lı aile tek bir erkek çocuklarını yeni evlendirmişler, ama askere gitmesi gerekiyormuş… Doyamadığı karısıda kocasına  ipek mendilini armağan etmiş… Genç Kore de savaşırken düşman askeri kafasına silahı dayamış ve  sıkacağı sırada Muhammed Nurettin dede orada belirivermiş, parmağını silahın namlusuna tıkamış, silah patlamış, düşman askeri ölürken, Ankaralı Ailenin tek evladı kurtulmuş… Bir mucize yaşadığını anlayan bu genç askere, Muhammet Nurettin dede,

          -Bir mendilin var mı? DEMİŞ…

           Doyamadığı karısının armağan ettiği ipek mendili vermiş, evliya parmağını sarınca,

           -Ben Tarsus tayım, gelip mendilini Demir kapı Türbesinden alırsın… demiş… Genç, askerliği bitince Tarsus’a gelmiş ki, verilen adres DEMİRKAPI Şehidi olan Muhammet Nureddin dedeymiş..

          Demirkapı şehitliğinin tertemiz sandukasının çevresinde binlerce yıldan beri biriktirilen kültürümüzün izleri var… Sırma işli ayetli örtüler, Kuranlar, eski ve yeni kitaplar ve ziyaret edenlerin gereksinimini giderecek her şey bulunuyor…

 

 

 

 

 

        YEDİKARDEŞLER -1

        Anadolu daki evliyaların  çoğunu ,İslam dinini  yaymak için savaşırken şehit düşen askerler oluşturuyor…Bunlardan birisi de Karataş İlçesinin kuzeyindeki Küçük Karataş Köyüne doğru giderken ilçeyi  150-200 metre çıktıktan sonra küçük tepenin kuzeyinde  yatan yedi kardeşler  mezarlığıdır…Her biri 500 yıllık devasa meşe ağaçlarının kapladığı bu gizemli mekanın etrafı duvarlarla çevrilmiş,yedi mezar vardır..Mezarların üstünde şanlı bayraklarımız serilidir…Bu da şehitlere uygulanan bir gelenektir…

        Yedi tane kardeşin şehit ve evliya olduğuna dair yüzyıllardan beri dilden dile inanılmaz öyküler anlatılır…

        Dünyanın her ülkesinden ziyaretçileri vardır..Temiz  ve saf kalple gelen insanlar orada Allah a yalvarıyorlar,ondan yardım istiyorlar…Çocuğu olmayanlar,evde kalan genç kızlar,gerdekte başarılı olmak isteyen damatlar,sınavlarında başarılı olmak isteyen öğrenciler,yarası,derdi,beresi,geçim sıkıntısı olanların hepsi yüce evliyalarımızın kabirlerine gelip Allah a dua ediyorlar…

        Avlusundaki meşeyi alıp evine götüren Osman Nuri nin başına ilginç bir olay gelmiş… Sırtına yüklediği meşeler evinin avlusuna bir türlü inmiyormuş… Uğraşmış, uğraşmış, meşeler sanki bedenine kaynaşmışcasına yapışmış… Eşi ve tüm köylüler uğraşmış, Osman Nuri nin sırtındaki meşeleri indirememişler… Yeniden Yed kardeşlere meşe odunlarını topladığı yere götürmüş yere indirip, korkup kaçarak evine dönmüş… Başka bir hoca olayı duyunca;

        -Bakın ben dualar okuyup üfleyip odunları nasıl keseceğim görün, demiş… Kopan meşe ağacı yüksekten hocanın başının üstüne düşünce beyin kanaması sonucu ölümüne neden olmuş…

        Kütçük Karataş ‘taki köylü yurttaşlarımız başka olayı şöyle anlattı;

         -Perşembeyi cumaya bağlayan gece köyün ortasında bulunan tulumba görünmez bir el tarafından çalıştırılır..Kol kendiliğinden iner iner kalkar..Sular lüpür lüpür akmaya başlar… Anlarız ki, Yedikardeş Evliyamız abdest alıyor, Biraz sonra da caminin kapısı açılır, topluca namaz kılarlar,ama sadece saf temiz kalpli insanlar onları görebilir…

         İslam dininin yedi şehidi, yedi kardeş dertlilere deva, hastalara şifa dağıtıyorlar, mana aleminde, Müslüman ve Türklerin elçiliğini yapıyorlar…

 

 

 

 

 

 

 

      YEDİKARDEŞLER -2

      Karataş ın Küçük KARATAŞ köyünde olduğu gibi Adana nın Akkapı Mahallesinde de Yedikardeşler, yedi ayrı yan yana dizilmiş mezarda yatıyorlar... Devasa sakız ağaçları altında sonsuz uykularındaki yedi kardeşinde yine İslam dinini yaymak için savaşan askerler olduğuna inanılıyor…

      Mehmet isimli bir yurttaş şöyle dedi;

       -500- 600 yıl önce bugün mezarları bulunan bu taranın sahibi açık havada uyurken gökyüzünden bir nur topu inmiş, içinden yedi kişi çıkmış, tarla sahibine doğru gelmiş… Oldukça uzun boylu, ışık saçan bu kişiler tarla sahibine

        -Biz burada yatıyoruz, ama kimse bilmiyor, üstümüze basıp geçiyor, acı duyuyoruz, mezarlarımızı yaptır, demiş…

        Tarla sahibi

         -Ama ben sizi tanımıyorum ki neden yaptırayım? DEMİŞ…

Kişiler gözden kaybolmuş gitmiş..Mezarı yaptırmamış…Çevresindeki insanlar da çiftçiye;

         -O kişiler bir daha gelecekler… Yedikişi Tarsus’ taki Yedi uyurlar mağarasındaki ESHAB-I KEHF tekiler olmasın? demişler…

         Bir süre sonra tarla sahibi yine yatarken gökyüzünden ışık topu gelmiş, içinden yedi kişi çıkmış…

         -Mezarlarımızı hala yaptırmadın mı?demişler..

tarla sahibi de

         -İsimlerinizi söyleyin, yaptırayım, demiş…

         Bu kişiler isimlerini teker teker söylemişler… Tarla sahibi sadece YEMLİHA adını unutmamış ve yedi tane mezar yaptırmış…

          Yurttaşlar Yemliha İsminin TARSUS ‘taki yedi uyurlardan birisi olduğunu biliyorlar… Bölgenin en çok ziyaretçi çeken Akkapı Mahallesindeki yedi uyurlar insanımıza manevi dünyanın kapılarını aralıyorlar… Her türde sorunu olan,çözemeyen, doktorların iyileştiremedikleri  hastalıkları olan yurttaşlarımız haftanın belli günlerinde en güzel giysilerini giyip, en güzel kokularını sürüp bu yedi kardeşlerin mezarlarını ziyaret ediyorlar…Dileklerde bulunuyorlar,adaklar adıyorlar,dilekleri olanlar kurban kesiyorlar..

Çukurova nın en verimli topraklarının ortasındaki zümrüt yeşili sakız ağaçlarının altında yatan bu evliyalarımız kendilerine saf ve temiz kalple gelen insanları eli boş çevirmiyorlar…

 

 

 

 

      ŞEYH YUSUF VE ŞEYH İKLİA KARDEŞLER…

      Adana nın Akkapı Mahallesi nde dev sakız ağaçları altında ikisi de hekim olan iki evliya yatıyor… Şeyh Yusuf ve şeyh İklia Hekim kardeşler… Yaşadıkları dönemde hekimlik yapan evliyalarımızın, manevi dünyadan da insanlara yardımlarını sürdürdüklerine inanılıyor… Ve bazı hastalar, orada sabahladıklarında, mide, apandisit, ameliyatlarının bu evliyalarca yapıldığına

anlatıyorlar… Bir yurttaşımız bu evliyaların kerametlerini şöyle anlattı;

       -Sürekli kız çocuğum oluyordu, erkek evlat vermiyordu Allah… Bir arkadaş bu hekim kardeşlerin türbesine gelip dua etmemi söyledi, bunu yerine getirdiğimiz gece rüyamda iki evliyamızı gördüm… Merak etme oğlun olacak adını da Murat koyacaksın, dediler… 4 kilo ağırlığında bir oğlum oldu, adını Murat koydum…

       Bu yurttaşımız artık kalan ömrünü bu iki evliya kardeşin türbesinin bakımına adamış… Gelenlere yardımcı oluyor, karşılıksız hizmet ediyor, herkesin de kerametlerini gördüğünü söylüyor…

       Perşembe,Cuma ve Cumartesiyle Pazar günleri evliyaların türbesi yaşlılar, hastalar, çaresizler ve sorunu olanlarla dolup taşıyor..En çok ziyaret edilen kutsal yerlerden birisi… Başka bir yurttaşımız yaşadığı olayı şöyle anlattı;

       -Bir tek oğlum vardı, kalbi delikti… Yaşı küçük olduğu içinde ameliyat etmiyordu doktorlar… Perşembeyi Cumaya bağlayan üç hafta üst üste getirip burada yatırdık… Doktorlara götürdüğümde, kalbindeki delik kapanmıştı, onlar da inanamadılar…

       Dilek taşları sandukalarının hemen yanında bulunuyor, dilekte bulunan kişi, daha küçük olan taşları bu taşların üstünde durması için çalışıyor… Eğer minik taşlar, büyük taşların üstünde duracak olursa o zaman dilek tutan kişinin muradına ereceği, dileğinin yerine geleceğine inanılıyor… Ve daha nice kerametler, nice şifa bulanlarla dolup taşıyor bu kutsal yerler…Yaşadıkları dönemde insanları tedavi eden doktor olan Şeyh Yusuf ve Şeyh İklia Evliyalar, manevi dünyadan da insanların dertlerine çare buluyorlar..

 

    

 

       ZİLLİDEDE

      -Al sana bir göbek, ver bana bir bebek…

      -Al sana bir göbek, ver bana bir bebek…

      -Al sana bir göbek, ver bana bir bebek..

      Çocuğu olmayan kadınların, ellerine zil bellerine de rengarenk tüller bağlayarak evliyanın sandukasının etrafında göbek atarak dolaşıyorlar…

Diğerlerine benzemeyen bu evliyamızdan da böyle keramet göstermesi dileğinde bulunuluyor...

       Zilli dede’ nin Osmanlı döneminde ve türbesinin olduğu yerde tek başına yaşadığı, dünya malına karşı karnı tok, gözü pek olduğu sahip olduğu tüm varlıklarını da karşılıksız olarak insanlarla paylaşıldığı belirtiliyor…

       Ayrıca yaşadığı dönemde zilleri takarak zikrettiği biliniyor… Yürürken iki ayağına da küçük küçük zillerden oluşan ( hal hal ) taktığı, bunun da karınca, ya da küçük canlıların zil sesini önceden duyarak kaçmalarını sağlayıp, üstüne basıp ezmemek için bu şekilde davrandığına inanılıyor…

        Öldüğünde Seyhan Nehri’nin kenarındaki türbesinin olduğu yere gömülmüş…

      Yaşadığı dönemde onu tanıyanlar, yararını görenler, hatta yaşarken kerametlerine tanık olanlar daha sonra bir türbe yaptırmışlar…

Evliyamızın türbesinde gönüllü bakıcılık yapan bir bayan şöyle dedi;

       -Ben evliyamıza zilli dede değil, güllü dede diyorum… Belediye gül bahçesinin içinde bulunuyor türbesi çünkü…

        Evliyamızın da diğer evliyalarımızda olduğu gibi 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatına katıldığı, Mehmetçiğe yardım ettiği, savaşın kazanılmasında önemli rolü olduğuna inanılıyor… Bu savaş günlerinde türbesinin üstünden ışık demetinin gökyüzüne yükseldiğini ve Kıbrıs’a doğru gittiğini görenlerin sayısı oldukça fazla…

        Gül bahçesi içindeki türbesine dünyanın her kentinden insanlar gelip abdest alıp-namaz kılıyorlar… Her türlü sorunu olan, temiz kalple, gelip dilek dileyenlerin istedikleri her şeyin olduğu yüzlerce kişi tarafından anlatılıyor…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder