16 Mart 2022 Çarşamba

Koca Ağa

 

 

 

 

Her zaman doğru söyler, yalan, hile, ihanet, politika nedir bilmez; dünyanın en dürüst, en güvenilir, en saf insandır...

 

 

 

KOCA AĞA...

    

       -ANILARI-

 

 

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2022

 

 

 

 

 

 

 

Ön söz

İnsan doğar, büyür, yaşar ve ölür…

Kimi ortaya koyduğu eserleri, icatları,

Kimi sanatı, mal sevgisi, inancı, dehası,

Kimi de saflığı, dürüstlüğü, kendine özgü tavır ve davranışlarıyla akıllara kazınır...

Ölüp bu dünyadan kopup gitse bile kuşaklar boyunca dilden dile anılır…

 

Tamamen köy kültürüyle yetişen, bu saf kendi dünyasında varlığını sürdüren kişilerin düşünce evrenleri oldukça sınırlı, dar hatta çokta küçüktür…

 

Hayatı boyunca öğrendiği, doğruluğuna inandığı, yaptığı, uyguladığı her değerleri saf şekilde kendine özgüdür…

 

Bu yapıdaki insanlar içinde yaşadıkları kültür ve toplumun geleneksel tavır ve davranışlarındaki incelikleri, nezaketi ömürleri boyunca aslında öğrenmemişlerdir…

 

Her şeyi gözlemlermiş, en doğru bilen kişi izlenimini verseler de ya en doğrunun kendi bildiklerine inanarak, ya da farkında olmadan ya uygulamaz, ya da uygulayamazlar…

 

Saflık, dürüstlük, yalan ve hile bilmedikleri için; hayat sahnesinde sadece kendi dünyalarının doğal ölçülerine göre hareket etmeyi seçip; kar zararını önemsemeden uygulayan saf kişilerdir…

 

-Bana göre bu iş ancak böyle olur,

-Bana göre bunu söylemek en güzelidir,

-Benim söylediklerimi herkes bilemez, sadece ben bilirim,

-Bundan başkası olması mümkün değil, sadece böyle olması gerekir,

-Kimseden korkum yok, onların davranışları da umurumda değil,

-İsteyen beni sever istemeyen sevmez gibi özgün davranışları vardır…

 

Kendilerine özgü olan çok az kişide görülen bu tavır ve davranışları çoğunlukla yadırganır, karşı çıkılmasa da takibe alınır…

 

Çevresindeki insanlar sessiz şekilde onun kendine özgü davranışlarını izleyip gülünecek renklerini arayıp, bulup, davranış şekillerini dilden dile anlatırlar…

 

Özellikle küçük köylerde her iki üç kişi bir araya geldiğinde;

 

Söz dönüp dolaşıp o kişinin toplumun genel görgü kuralları, nezaket ve saygı ölçüleriyle çelişen;

 

Sadece kendilerince doğru bularak yaptığı hareketleri defalarca anlatarak gülmelerine neden olur…

 

-Bu kişi bakalım şimdi ne yapacak?

-Geçenlerde nasıl yapmıştı?

-Bu olay karşısında nasıl davranacak?

-Çok uç bir insan, inanılmaz ilginç davranıyor,

-Çok saf kardeşim, bu kadar da olmaz,

-Ben onun yerinde olsam falan gibi ifadelerle hayatı dikkatle izlenir…

 

Öyle ki, kendine özgü olarak safça yaptığı uç sayılabilecek bazı hareketleri yeni kuşaklara örnek olarak gösterilir;

 

-Onun gibi davranma,

-Öyle yapma, yanlış olur,

-Aklını başına al gibi ifadelerle değerlendirilir…

-Başkaları sana ne der, iyi düşün,

-Herkesi kendine güldürme…

 

Bu saf kişilerin yaptıklarını ters ve yanlış da gelse; bazı doğruları da gülümseyerek onaylanır, hatta takdir edilir;

 

-Tamam, böyle yaptı, o saf ama evliya gibi insan, denir, o kişiye yaşayan evliya muamelesi bile yapılır…

-O olmasa bu köyün tadımı kalır?

-Benim en candan dostum, saf kardeşim,

-O Allah adamı, ona gülen kendine güler,

-Onu aldatan kendini aldatır,

-Onun her hareketini onaylıyorum,

-Yerinde kim olsa aynı şeyi yapardı vs…

 

Bazen de çelişkili hareketleri, ufak tefek yanlışları, farklı düşünce, tavır ve davranışlarıyla da halkın sevgilisi olur…

 

Nasrettin hoca, Temel, İncili Çavuş, Keloğlan, Bekri Mustafa vs…

 

Köyde yediden yetmiş yediye her insanın hayatında gülümseten, ya da hayret uyandıran irili ufaklı izi bulunan;

Ama çoğunlukla tebessümle hatırlanan;

 

Orada doğup büyüyen, toplumun tüm kesimleri tarafından sevgi ve saygıyla karşılanan;

 

Kimseye zararı dokunmayan, kendi işinde gücünde, eş ve çocuklarıyla haşır-neşir olan;

 

Kendisinden sevgiyle söz edilirken bile gülümsenerek hatırlanan;

Hemen tüm insanların “KOCA AĞA” dedikleri;

 

Bu kişinin hayatı sona erse de yaptığı ilginç davranışları, kendince uyguladığı doğruları; olaylar karşısındaki tavır, hal davranış ve tutumu; kuşaklar boyunca unutulmamıştır asla da unutulmayacaktır…

 

Saflığı, dürüstlüğü, yerine göre, saf köylü çocuğunun ve başarılı şekilde sürdürdüğü hayat yolculuğundaki ufak tefek “CİNLİĞİ” hayattan ayrılsa bile dilden dile dolaşmaktadır…

 

Köylülerin kiminin kardeş, kiminin arkadaş, kiminin ağabey, kiminin komşu, kiminin akraba, kiminin dost olarak ve sevimli ve kardeş gibi görme ifadesi olarak  “KOCA AĞA” diye büyük saygı duyulup gülümseyerek andığı KOCA AĞAhem yaşarken hem de ölümünden sonra hatırlanan davranışları hala dilden dile dolaşmaya devam ediyor…

 

İki üç kişi bir araya geldiğinde söz dönüp dolaşıp olayları yorumlaması; insanlar arasında hala da bazen hayretle, bazen de gülümseyerek karşılanıyor…

 

-Vay be, demek öyle…

-Yahu “KOCA AĞA” bile böyle yapmazdı…

-Yahu “KOCA AĞA CİN GİBİYDİ…

ŞEYTANA PABUCUNU TERS GİYDİRİRDİ”

-DEVLETİN POLİSİNİNİ AKLIYLA TUŞA GETİRDİ…

-Rahmetli olsaydı acaba bu PANDEMİ konusunda neler söylerdi?

 

Gibi inanılmaz yakıştırmalar yapıl ve yapılırdı;

Türklerin yazılı kaynakları, kitapları fazla yoktur…

Asya’dan başlayan tarihimizde daima sözlü geleneklerle kültürümüz dilden dile aktarılmıştır…

 

Bu sözlü kültürün de Meddah, Hacivat Karagöz vs…

 “SÖZ USTALIĞI” , “ANLATMA GELENEĞİ” devam etmiştir…

 

“NEVİ ŞAHSINA MÜNHASIR, YANİ KENDİNE ÖZGÜ KİŞİLİĞİ” Ve davranışlarını, dilden dile anlatılan anılarını derleyerek belgeselleştirerek gelecek kuşaklara sunmak istedim… Bu kişinin anılarına ileride belki de daha da yenilerini katarak, Türk insanının zekâsını ve saflığını yansıtacaktır…

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA Mart 2022…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“KOCA AĞA”  ANILARI…

 

 

“AL ÇUVALINI”

 

Köyümüzün en dürüst, en saf, en erdemli kişi olan KOCA AĞAMIZ…

Bir arkadaşının evine gelmiş;

-Selamın aleyküm…

-Aleyküm selam buyur KOCA AĞA?

-Benim çuvala ihtiyacım var birkaç çuvalı ödünç verir misin?

-Ne demek, istediğin kadar al gardaş ama işin bitince getir, demiş… İhtiyacı kadar almış, götürüp, işini bitirmiş…

Bir gün,  iki gün, bir hafta, on gün geçmiş...

KOCA AĞA ödünç aldığı çuvalları geri getirmemiş…

Sahibinin de çuvala ihtiyacı var...

-KOCA AĞAM bizim çuvala ne oldu Gardaş?

Bu soru karşısında KOCA AĞA kaşını birden çatmış;

Sinirli şekilde hızla koşarak evine gitmiş, ödünç aldığı kişinin evinin önüne getirip sinirli şekilde atmış;

-Allan çuvalını diye yere vurmuş…

Sahibi neye uğradığını tam olarak anlayamamış;

Çevresindekiler de durumu görünce ne yapacağını şaşırmış;

-YAHU HATUN, BİZİM KOCA AĞAMIZ... NE YAPACAKSIN?

Saf ve dürüst olan KOCA AĞA galiba şöyle düşünmüş olmalı;

Yahu bu adam zengin, yüzden fazla çuvalı var…

Bana üç çuvalı çok gördü…

Oysa bu çuvallar benim olsa daha iyi olurdu…

Belki de safça artık işim düşmez diye düşünmüştür…

 

 

KERTENTELEYİ KURTARDIK

YILAN BİZİ KÖYE KADAR KOVALI…

Tek ulaşım aracı olan at arabasıyla, oğlunu da yanına alıp,

Eşinin 15-20 kilometre uzaktaki köyüne gitmişler...

Akrabalarıyla görüşüp sohbet etmişler;

At arabalarıyla toprak yoldan köye dönerken. kanalın kenarında 2 metreden büyük bir yılan kertenkeleyi ağzına almış, yutmaya çalışıyormuş…

KOCA AĞA yarısı yılanın ağzına giren kertenkeleyi kurtarmaya karar vermiş...

Atın dizginleri hızla şekilde çekip arabayı durdurmuş;

Oğluyla birlikte 3-4 dakika belki daha da uzun süre yılanın kertenteleyi yutmaya çalışmasını birlikte izledikten sonra;

-Oğlum gel bu kertenin canını kurtarıp özgürlüğüne kavuşturalım demiş…

Oğlu itiraz etmiş;

-Baba o onun rızkı, ne yapacaksın? Bırakalım yutsun, demiş…

KOCA AĞA 4-5 dakika daha düşünüp kesin kararını vermiş;

-Yok, oğulum yok, o kertenkelenin yerinde kendimin olduğunu düşündüm… Hayvan bak nasıl can çekişiyor…

Onu kurtaralım, sanki ben kendimi kurtarmış gibi mutlu olurum, demiş…

Oğlu daha çocuk yaşlarda olduğu için, bir yandan at kaçmasın diye, bir yandan da yılana bakıyormuş;

KOCA AĞA yerden taşları alıp yılana atmaya başlamış;

Oğlu da ben de birkaç taş atmış... Taşlardan biri yılanın kafasına;

-Tak, diye değmiş…  Yılan kafayı sallayınca, kertenkele kurtulup özgürlüğüne kavuşmuş…

Ama bu kez yılan TISSSS edip KOCAĞ AĞA ile oğluna kızgın şekilde bakınca;

KOCA AĞA korkmuş, benim rızkımı ağzımdan aldınız diye;

Bu kez onlara hücum etmiş…

KOCA AĞA hızla atların yularını toparlayıp;

-Durma oğlum hemen kaçalım demiş…

Atları kırbaçlamaya başlamış ama yılan KOCA AĞA ile oğlunun olduğu arabayı takip etmeye başlamış…

KOCA AĞA atı kırbaçlamış,  her saniye de dönüp arkasına bakıyormuş;

-Oğlum bak oğlum geliyor mu? Yalandan da,

-Geliyor baba deyince KOCA AĞA atlara daha hızlı vuruyormuş…

-Geliyor mu oğlum?

-Baba geliyor, daha hızlı kaçalım, diyormuş…

Kendi köylerinden önce başka bir köye ulaştıklarında bile, KOCA AĞA oğluna tekrar tekrar soruyormuş;

-Bak oğlum hala peşimizden geliyor mu?

Oğlu da şakacıktan;

-Baba geliyor diyorum, atlara daha fazla kırbaçlıyormuş…

En son o köyü de geçince yılan peşlerini bırakmış…

Oğlu KOCA AĞA ’ya şöyle demiş;

-Yahu baba kertenkeleyi kurtardık ama neredeyse biz canımızdan olacaktık… Bizimki ne akıl?

KOCA AĞA’ nın ifadesi de çok güzelmiş;

-İyidir oğlum… Ben kertenkeleyi kurtarınca kendimi yılandan kurtardığımı düşündüm… İyi ettik, sende bunu kendine örnek al... Ben ölür sen sağ kalırsan aynı olayla karşılaştığında aynı şekilde davran demiş...

 

BİR ÇUVAL ELMAYI ATLARA YEDİRDİ

BANA BİR ELMA VERMEDİ…

 

Ekonomik durumu iyi olmadığı için KOCA AĞA’ mız o yıllardaki teknolojiye uygun şekilde, tüm işlerini bir çift at e arabasıyla görürmüş...

Tarlasını sürer, ekinini biçer, mısırını hasat eder, pamuğunu da aynı şekilde üretirmiş...

O nedenle atları onun hayatının en önemli ve en büyük varlığıymış...

Çiftçilik yaptığı atlarından ikisiyle işlerini yürütüyormuş... İki atından akıllı olan ölüp delisi kalınca tek atla tarla sürüp işlerini yürütmeye çalışmış... Ama matematiksel olarak bu imkânsız olduğu için;

Köye en yakın ilçeye gidip bir at daha almaya karar vermiş…

Oğluyla birlikte oraya varıp aldıkları bir atta evdeki attan daha da deliymiş...

Arabaya koşup köye dönmek için yola çıkmışlar;

Ama atlar birbirini hiç sevmemiş;

KOCA AĞA hiç kırbaç kullanmamış, öyle ki birbirlerini ısırarak yolda koşmaya başlayan at ve arkasındaki araba dünyaca ünlü Ferrari otomobili gibi hızlı şekilde yol alıyormuş...

KOCA AĞA atları zapt etmekte zorlanıyormuş...

Köye geldiklerinde bile atlar birbirini ısırmaya devam etmişler...

KOCA AĞA oğluna şöyle demiş;

-Oğlum bu böyle olmayacak, bunları akıllandıralım…

Oğlu o ana kadar arabaya hiç bakmamış, ama birden dikkatini çekmiş ki arabada bir çuvalda muhteşem elma var… Çok sevinmiş;

-Oh çok güzel baba elma yiyeceğiz demiş…

KOCA AĞA oğlunu sert biçimde ileriye itmiş;

-Sen şöyle kenarda dur bakalım demiş…

Bu arada oğlunun yakın akrabası olan delikanlı da yanlarına gelmiş;

KOCA AĞA çocuklara talimat vermiş;

-Tarlaya gidelim, atları birbirine yaklaştıralım, barıştıralım demiş…

Tarlaya vardıklarında KOCA AĞA elma çuvalının ağzını açmış; bir o ata, bir diğerine elmaları yedirmeye başlamış;

Oğlunun arkadaşı ve oğlu da;

-Baba şu elmadan bize de ver dedikçe;

KOCA AĞA;

-Bu elmaların hepsi atları barıştırmak için; eğer onlar barışırsa siz sonra yersiniz, barışmasalar emlak yok demiş…

Atlara binip atları boş tarlada biraz dolaştırmışlar;

KOCA AĞA, oğluna ve arkadaşına bir tek elma bile vermemiş, tüm elmaları atlara elma yedirmiş…

Atları dolaştırıp barışmaları sonunda onları elma ile ödüllendirmiş, ama oğluna ve arkadaşına bir tek elma bile vermemiş...

-Baba atlara neden elma veriyorsun?

KOCA AĞA ders niteliğinde şöyle demiş;

-Oğlum at elma yerse sakinleşir…

Elma hayvanın ağzında birkaç saniyede yok oluyormuş ama ağızları sulanan oğluna ve arkadaşına bir tek elma vermemiş…

Biz de çocuğuz, ama babam bize elma vermiyor…

-Baba bunların sakinleşeceği yok, bak elmaların hepsini yedirdin…

KOCA AĞA tekrar;

-Yok, oğlum sakinleşir, sakinleşir, demiş...

Oğlunun arkadaşı bakmış elma bitecek;

-Bir elma ver ne olur amca deyince de;

KOCA AĞA elinin tersiyle

-S... git… Elma yerine sana tokat geliyor, benden bir daha elma isteme demiş…

Oğluna ve arkadaşına bir tek elma vermemiş…

Oğlu da bir süre sonra olayları sonunda gözlemini şöyle anlatmış;

-Baba atları elma yedi, ama sakinleşmedi…

KOCA AĞA kendine özgü tavrıyla;

-Bu elmalarla ben onları kandırdım, atlar barışsın, onlarla birlikte hem tarla süreceğiz, hem de üstüne bineceğiz…

Sizinle tarla mı süreceğim? Üstünüze mi bineceğim? Bunlar atları kandırmanın yolu demiş...

Oğlu hala sitem etmiş;

-Koca çuval elmayı babam atlara yedirdi, ne arkadaşıma ne de bana bir tek elma vermedi…

Babam nasıl doğru bilirse öyle yapan bir insandı...

Ama onu çok sevdim, hala özlüyorum…

 

KOCA AĞA ÂLİM HOCANIN AKLINI

BİR TÜRLÜ BEĞENMEMİŞ…

 

1940’lı yılların ikinci dünya savaşı sonları…

Halk yoksul, aç, sıkıntılı, hem devletin, hem de halkın sorunlar dağları aşmıştı…

O yıllarda devlet vergi toplasın, halkı eğitsin, bilinçlendirsin diye;

Çağının en akıllı insanlarını Köy Enstitülerinde yetiştirmişti devlet…

Onlar hem öğretmen, hem mühendis, hem çiftçi, hem vergi memuru, hem çiftçilik gibi meslekleri iyi biliyormuş…

Oradan mezunu olan hoca da KOCA AĞA’ mızın köyüne, hem öğretmen, hem de vergi memuru olarak göndermiş… Bu Âlim hoca o günkü gelenek ve göreneklere göre hem Arapça hem de Latin Harfleriyle yetişmiş muhteşem bir âlim imiş…

Yani o güne kadar o köye gelen en yüksek bilgiye sahip tek âlim insanmış…

Dönemin cumhurbaşkanının eşiyle eşi de arkadaşı olan, yüksek sosyeteden ilk eşinden ayrıldığı içinde;

Yasalara uygun olarak o köyde görevlendirilmiş...

1940’ lı yıllarda devlet adına buğday üretimini denetliyormuş; harmanın üstüne şapkasını koyduğunda kimse bir tane buğday bile çalamıyormuş... Ekmeğin karneye bağlandığı dönemde halk onu çok sevmiş...

Köyde ayrıca ıslah çalışmaları yapıyormuş;

Dağlardan gelen yerlere yağmur sularının toplanması için havuzlar yapmış;

Selvi, ağaçları dikmiş, köyde bulunan tek çeşmeye yağmurda kadınlar su almaya gidip gelirken çamura basmasınlar diye kaldırımlar yaptırmış…

Yani köyü baştan sona imar ve ihya etmeyi sürdürüyormuş...

Âlim hocanın bir gün morali bozuk, canı sıkkın şekilde

Dolaştığını gören muhtar hocaya sormuş;

-Hocam moraliniz neden bozuk? Canınız neden sıkılıyor? Bir sorununuz mu var? Hem çözeyim, demiş...

Âlim hoca önemli olmadığını falan söylemiş...

Muhtar ısrar edince de;

-Yahu KOCA AĞA benim de akrabam olur... Ama yaptığım çalışmaları beğenmiyor, beni bir türlü kabul etmiyor...

Gittiği her yerde de;

-Bu hocada hiç akıl yok; dağlara taşlara selvi ekiyor…

Bu hocada hiç akıl yok, kafası çalışmıyor, hiçbir şey bilmiyor;

Su toplama havuzları yapıyor, bundan adam olmaz diyormuş…

Yüz yılı aşkın tarihi bulunan köyünün gördüğü bu âlim hocaya yaptığı olumsuz ve safça yakıştırmalar hocanın moralini bozmuş, akrabası olduğu içinde canını sıkmış...

Âlim hocayı can kulağıyla dinleyen, politikanın kurdu da olan o dönemin muhtarı;

-Hocam, peki, senin yaptığın bu çalışmalarla ilgili KOCA AĞA’ dan başka birisi bir şey söylüyor mu?

Âlim hoca;

-Hayır… Sadece KOCA AĞA söylüyor, deyince;

Çocukluğundan beri KOCA AĞA ile birlikte büyüyen, onun her türlü özelliklerini bile akıllı muhtar, hocaya;

-O söylüyorsa zaman hiç önemli değil demiş…

KOCA AĞA saf, dürüst, olabildiğince hile ve yalandan uzak yaşadığı için, kendi doğrularını dünyanın da doğruları sayıyormuş... Kendi doğrularının toplumunkiyle uyuşmadığının hiçbir zaman bilincinde olmadığı için herkes onu gülümseyerek, saygı duyarak, izliyormuş...

 

KIZ İSTENİRKEN KOCA AĞA SULAMAYA ÇALIŞTIĞI ATIYLA HAVUZA DÜŞMÜŞ…

Kocaman köyün en saf, en dürüst, kendi dünyasının emsalsiz ve kendine inanan insanı olduğu için biraz geç evlenmiş…

KOCA AĞA evlenme isteğini bir gün muhtara anlatmış...

Muhtarda cin gibi çare üretme konusunda üstüne insan tanımadığı için hemen KOCA AĞA’ nın sorununa el atmış...

-Evlenecek ama bizim köyden KOCA AĞA’ ya kimse kız vermiyor...

KOCA AĞA’ nın gözü Emmisinin iki kızındaymış...

-EMMİMİN KIZLARI R ÇANTADA KEKLİK, diye köyün diğer kızlarına bakar yönelirmiş…

Ama emmisinin iki kızının da kısmeti açılıp İlçeye gelin gitmişler…

Kendi yaşındakilerin hepsi evlenmiş ama o evlenememiş…

KOCA AĞA sıkıntısını muhtara açık seçik anlatmış…

Muhtar araştırmış, sormuş, soruşturmuş, bir gün müjdeyi koca AĞA’ ya müjdeyi vermiş;

-Sana şu ilerideki köyden çok güzel bir kız bulduk demiş;

KOCA AĞA çok sevinmiş, çok mutlu olmuş...

Evleneceği kızın köyünün adını duyunca da havalara uçmuş...

Muhtar yine cin gibi, KOCA AĞA’ yı uyarmış;

-Sana kız bulduk ama şu ahırı bir güzel tamir et, gösterişli eve çevir, kız isterken damı var diyelim… KOCA AĞA hemen kollarını sıvamış;

-Pek, hemen hallederim demiş…

Ama pek becerikli olmadığı için yaptığı ilk dam çökmüş…

Neyse çevredekilerin verdiği akılla uğraşıp didinip ikinci kez damın betonunu dökmeyi başarmış…

Artık kız istemek için yola çıkılmış;

En büyük serveti olan İki atını arabasına koşmuş;

Köyün ileri gelenleri muhtarla birlikte arabaya atlayıp namzet gelin adayını istemeye o köye gitmişler...

Bundan sonrasını Muhtar şöyle anlatmış;

-Biz kızın evine gittik, KOCA AĞA atları boşandırıp içeri gelecek, Allahın emri peygamberin kavliyle kız isteyeceğiz…

Ama kız istemenin heyecanıyla olacak KOCA AĞA atları o gün sulamayı unutmuş...

Arabadan boşandırıp köyün içindeki kocaman havuza sulamaya götürürken at, uzaktan su kokusunu alınca, KOCA AĞAYLA birlikte havuzun içine uçarak düşmüş...

Muhtar kız istemek için söze başlayacak ama KOCA AĞA, damat adayımız ortalıkta yok...

Tüm köy bu kez KOCA AĞA’ yı aramaya çıkmışlar...

KOCA AĞA bir türlü ortada yokmuş…

Muhtar kardeşini dürtmüş muhtar;

-Yahu KOCA AĞA Nerede arkadaş?

Yok, yer yarıldı da sanki içine düşüp kayboldu...

Aradan bir saate yakın zaman geçtikten sonra;

BİZİM AĞA her tarafından şakır şakır sular akarken içeri girmiş…  Herkes hayretler içinde ona bakıyormuş…

Muhtar hayret dolu bakışıyla sormuş;

-Ne oldu KOCA AĞA? Nedir bu halin?

-Yahu muhtarım atı sulamayı unutmuştum, hayvan çok susamış, havuza yaklaştığımızda üstünden beni de kaldırıp havuza attı, birlikte düştük…

Bu sırada kayınbaba KOCA AĞA’ nın durumu kurtarmış;

Damat adayına bakmış;

-YAHU BU HAVUZA DÜŞMEYEN Mİ KALDI? YEĞENİM SENİNDE ORAYA DÜŞMEN NORMAL…

Damat adayı yerine oturmuş müstakbel gelin hanım kahve getirmiş;

KOCA AĞA’ nın üstünden hala şakır şakır sular akıyormuş…

Bir taraftan suları temizlenmeye çalışıyor…

Bir taraftan da kıza bakıp kahveyi içiyormuş…

İş istemeye geldiğinde muhtar söze girmiş;

-Allahın emri peygamberin kavliyle bu adam var ya bu adam gazi çocuğudur...

Babası öyle güçlü silah kullanırmış ki, düşmana aralıksız kurşun sıkarken 7 silah parçalanmış;

Bu topraklara düşmanı bastırmayan gazinin oğludur, adamın damı da var, atları arabası da var, deyince kızı da vermişler…

İş bitip köye döndüklerinde KOCA AĞA’ nın yaptığı damı yine çökmüş...

Muhtar bu kez sıkı şekilde tembih etmiş;

-Bu böyle olmaz, seni görmeye, damını görmeye gelseler ne yapacaklar?

KOCA AĞA söz kesilince daha hızlı çalışmaya başlamış…

Damı hemen bir daha sağlam yaptığı için damı çökmemişti…

Daha sonraki yıllarda KOCA AĞA gurur duyduğu ilk oğlunu yanına çağırmış;

-Oğlum gel hele; oğlum şu dam var ya şu dam, o benim eserim;

Oğlu da gayet sakin şekilde;

-Baba içine demirde koydun mu?

KOCA AĞA gururlu şekilde kasılarak;

-Koymaz olur muyum?

İşin garibi yıllar geçse de dam hala dün yapılmış gibi sağlam şekilde duruyordu…

 

MEN DİYMEN SAP; SEN DİYSİNG SAMANNIK…

Dünyanın en saf insanı olan KOCA AĞA göz koymasına “Emmimim kızları çantada keklik”

Demesine karşın onlarla evlenememişti…

İki kız da evlenip ilçede yuvalarını kurmuştu…

Ama onlarla çocukluk arkadaşlıkları yıllarca devam ettiği için at arabasıyla ilçeye her gittiğinde,

Çocukluk arkadaşlarının evlerine mutlaka uğrar, eski anıları anlatırdı...

Bir gün yine küçük olanın evinde konuk olmuş;

Bitişik evlerindeki kendinden daha saf olan bir komşusu da KOCA AĞA ile sohbet etmeye başlamış…

Karşısındaki kişi de saf ve kafasında birkaç tahtasının eksik olduğunun bilincinde olmayan KOCA AĞA ona ciddi olarak bazı şeyler anlamış…

Sohbet ova tarlalarının-toprağının muhteşem verimliliğinden açılınca;

Bizim KOCA AĞA şöyle demiş;

-Arkadaş bu topraklar ve çukurova öyle verimli ki;  tam karpuzun göbeği gibi şahane, eşsiz ve muhteşemdir…

Karşısındaki kendinden daha da saf olan diğer adam da;

-Hah KOCA AĞA ben de aynısını düşünüyorum; karpuzun göbeğini çok severim…

Sulu, bol şireli, tatlı bal gibi olur deyince;

KOCA AĞA onun birkaç tahtasının eksik olduğunu çözdüğü için, kafasını iki yana sallamış;

Ana diliyle şöyle demiş;

-Men diymen sap sen diysing samannık…

(Ben diyorum sap, sen diyorsun samanlık) KOCA AĞA artık o kişiye sırtını dönüp bir daha da sohbet etmemiş…

O kişi de kendiyle konuşmadığını görünce çekip gitmiş, iki safın sohbeti böyle başlayıp böyle bitmiş…

 

AKAM MENİ ÖTTÜRÜR…

 

KOCA AĞA ileride köyün muhtarı olacak yakın arkadaşıyla, birlikte tarlaya gitmiş...

Birlikte saatlerce çalışıp birlikte çalışır, aynı şekilde dönermiş…

Bir gün yine o arkadaşının arabasıyla köye dönerlerken,;

Köyün çeşmesini geçince KOCA AĞA’ nın kavsarası, arabanın tekerine sıkışıp sürtmeye başlamış…

KOCA AĞA feryadı basmış;

-Ağa toktaaaaa toktaaaaa…

Kavrasam kırılacak, akam meni öttürür…

Arkadaşı arabayı durdurunca gözyaşları arasında;

Kavsarasını kurtarmanın kahramanlığı ve sevinciyle;

Meydan savaşı kazanmış komutan edasıyla köye dönmüş…

Kavsarasını sevinç dolu gözlerle babasına sapa sağlam teslim etmenin mutluluğuyla gece bir rahat uyumuş…

(Tokta dur; Akam meni öttürür babam beni öldürür)

 

NİŞANLISININ FOTOĞRAFINI ÖPERKEN YAKALANDI AMA ÇOK UTANDI…

Çocukluğunda önce öküzlerle, daha sonra da kendinde devrim yaparak iki at ve arabayla çiftçilik yapmaya devam eden KOCA AĞA; Öğleye kadar tarlalarını atla sürüp çok yorulmuş; bir ara mola verip arabasının gölgesinde bir saat yemeğini yiyerek dinlenmiş…

Bütün yaşıtları evlenmesine KOCA AĞA uzaktaki köylerin birinde bir hanımla nişanlanmış...

Onun vesikalık fotoğrafını evlendiği güne hatta ölünceye kadar cebinde taşımış...

Nişanlılık süresi uzun olduğu, düğüne daha bir yıl gibi zaman bulunduğu için; zaman geçmek bilmiyormuş...

Düğününün güzel ve dillere destan olabilmesi için, atlarıyla ve araç gereciyle tarlasında daha hızlı, daha çok çalışıyor, bir an önce ürünlerini toplayıp, satıp düğününü yapmak istiyormuş…

Tam bu günlerde, at arabasının altındaki gölgede yemeğini yedikten sonra, cebindeki nişanlısının fotoğrafını çıkartıp, kimse görmüyor diye onunla konuşmaya başlamış;

-Kıymetlim, Nişanlım, seni evime bir getirebilsem...

Seni bir elime geçirsem... 

Ben sana yapacağımı bilirim... O gün nelerin olacağını tahmin bile edemezsin...

Bu cümleleri öyle yüksek sesle söylüyormuş ki, çevresinden tarlalarına gidip dönenlerin farkında bile değilmiş...

Çevresinden gelip geçenleri farkına varınca, suçüstü yakalanmış olmanın utancıyla KOCA AĞA’ nın yüzü çocuklar gibi kızarmış...

Birden çevresindekileri azarlamış;

-Defolun buradan Defolu gidip, diye kovmuş…

Onlar uzaklaşınca cebinden çıkarttığı nişanlısının fotoğrafıyla konuşmayı saatlerce sürdürmüş...

 

MURT TOPLAMA HİKÂYESİ…

Delikanlılık döneminin en güzel yıllarını yaşarken;

KOCA AĞA emmisinin iki kızı ve diğer köylülerle bilge yaşlı kadının önderliğinde karşı dağlardaki ormana murt toplamaya gitmişler…

Herkes murtunu toplayıp, ceplerini doldurmuş;

Çocuk denilebilecek yaşta oldukları için, gidenler köye dönünceye kadar ceplerindekini yiyip bitirmişler…

“Emmimin kızı çantada keklik” dediği büyük kızın iki cebi de dolu olmasına karşın murtları teker teker yediği için cebindekiler bir türlü bitmiyormuş... KOCA AĞA birden sinirlenmiş;

-CANTIK DAYIN CEBİNG BAR MIŞIK DAYIN AŞAMA diye azarlamış...

Aslında murtundan daha çok emmisinin kızında gözü olduğunu, kendisinin farkında olması için;

murtu bahane ederek onunla iletişim kurmaya çalışmış…

Ama çantadaki keklik dediği emmisinin iki kızı KOCA AĞA’ yar olmamış… Gözünün önünden uçup ilçede bir kişiyle evlenmiş…

(Cantık dayın cebing bar; mışık dayın aşama; ceplerin şiş ve börekler gibi dolu, kedi gibi birer tane yeme)

 

ÖĞRETMENİN YANINDA ONUN BABASINA

KÜFÜR ETMİŞ

Devlet o yıllarda köylere genellikle tek bir öğretmen gönderiyormuş…

Beşinci sınıfa kadar çocukları tek bir öğretmen okutuyormuş…

O Köye de bir öğretmen görev yapıyormuş…

KOCA AĞA o yıllarda köyle ile ilçe arasında minibüs işletmeye başlamış…

Köyde kalacak lojmanı ve yeri olmadığı için KOCA AĞA bayan öğretmeni her sabah köye getiriyor, akşamda geri ilçeye götürüyormuş…

İlçede oturan öğretmenin annesi babası, bir gün kızlarının görev yaptığı köyü ziyaret etmeye karar vermişler…

-Öğretmenlik yaptığı köyü görelim, nasıl bir yermiş, kızımıza sürpriz yapalım, demişler…

Aynı saatlerde KOCA AĞA öğretmeni minibüsüne almış, köyden ilçeye götürüyormuş…

Öğretmenin annesi babası da ilçeden çıkıp, aynı saatlerde köye doğru geliyormuş…

Öğretmenin babası otomobilin dörtlülerini yakmış, hızla KOCA AĞA’ nın minibüsüyle yolda karşılaşmış…

Gözü kamaşıp, direksiyonu kullanmakta zorlanan KOCA AĞA karşıdan gelen otomobilin şoförüne bağırmaya başlamış;

-Vay sana ehliyet verenin anasını; böyle arama mı sürülür,  böyle lamba mı yakılır?

Öğretmen KOCA AĞA’ ya demiş ki;

-Emmi o benim babam lütfen sövme, diye yalvarırken,

KOCA AĞA da,

-Böyle babanın anasını…  Böyle selektör mü yapılır?

Öğretmen yalvarıyormuş;

-Emmi sövme…

Ama o doğru olanı yaptığına inandığı için aralıksız şekilde, öğretmenin söylediklerini de duymadan küfür etmeye devam etmiş...

İlginç olan şu KOCA AĞA’ nın ehliyeti hiçbir zaman olmamış...

Köy ve ilçe arasında minibüsünü kullandığı içinde trafik polisleriyle genellikle karşılaşmamış...

 

“BÜYÜK AĞA BENİ ÖLDÜRECEKTİ

Köy de saflığı, dürüstlüğü, kendi ölçülerinin dışında diğer hiçbir şeyi kabul etmeyen KOCA AĞA konusunu yaşıtı başka bir köylü şöyle anlatmış;

-Bir gün KOCA AĞA kardeşimin yanına geldi;

Sen bu işlerden anlarsın ben şu anda çok ucuz olan KOMMER marka bir minibüs alacağım...

Köyümle ilçe arasındaki diğer yerleşim merkezlerine de uğrayıp yolcu taşıyacağım; ne dersin, dedi…

Kardeşim de;

-KOCA AĞAM bu minibüsler sağlıklı ve verimli değil, sıkıntı verir, arıza yapar başına iş açar, iflas ettirir beni dinlersen alma dedi…

Bu kez de eşine gidip söylemiş…

O da KOCA AĞA’ ya;

-Sakın ha alma başımıza iş açma demiş…

Ama KOCA AĞA kafasına koyduğu işi mutlaka yaparmış…

Birkaç gün sonra o marka minibüsü alıp köye getirmiş ama ehliyeti yok…

Köyde ehliyeti olan yakın akrabasına;

-Benim şoförümsün bu minibüsü sen kullanacaksın diye ona vermiş…

Neyse işler tıkırında giderken bir gün akşam;

-Şoföre yarın sen dinlen yolcuları ilçeye ben götürüp getireceğim, demiş…

Köyün iki muzip kişisi bunu duyanca iddiaya girmişler…

Birinci muzip olan;

-Ben traktörle KOCA AĞA’ nın minibüsünü dağdan inince düz yolda geçerim demiş…

İkinci muziple KOCA AĞA’ nın kullanacağı minibüsü geçme konusunda iddiaya girmişler…

Sabah olmuş, köylüler minibüse doluşmuş önden KOCA AĞA direksiyona sevinçli ve mutlu şekilde oturup yola çıkmış...

Muzipler de traktörle onun peşine düşmüş…

Köyün ileri gelen yaşlısı da KOCA AĞA’ nın arkasındaki koltukta yerini almış...

KOCA AĞA sağa sola bakmadan gözünü yoldan bir an bile ayırmadan minibüsü ilçeye doğru hatasız,

Ama motoru yakma pahasına daima ikinci viteste kullanmaya devam etmiş;

Çünkü dördüncü ve beşinci vitesi bilmiyormuş…

İkinci köyden sonraki düz yolda ikinci muzip ile birinci muzip traktörle KOCA AĞA minibüsünü jet hızıyla geçip gitmiş, o yıllarda yollar hala asfalt yapılmadığı için etraf toz duman içinde kalmış…

Köyün yaşlı kişisi, KOCA AĞA’ nın arkasındaki şöyle demiş;

-Vah vaaahhh… Ne günlere kaldık yarabbi? Traktörde minibüsü geçer miymiş?

KOCA AĞA o yaşlı kişiye dönüp demiş ki;

-Ağam bu geçen motor muydu?

-Evet motordu…

KOCA AĞA birden küfrü basmış;

-Vay Anasını avradını s… Lan kim onlar?

-Muzip iki kişiydi…

KOCA AĞA bu kez daha da çok hırslanmış;

Traktörü geçmek için gaza basıyormuş, ama ikinci vitesteki minibüs traktörü geçemiyormuş...

Akşamdan bahse giren iki muzip onun minibüsüne yol vermiyormuş…

KOCA AĞA, Sağdan geçmek istiyor, traktörle o yönü kapatıyorlar,  soldan geçmek istiyor o tarafı kapatıyorlarmış…

KOCA AĞA ise ustalığını dünyaya ve yolculara ispat etmek için traktörü mutlaka geçmesi gerekiyormuş;

Gaza basıyor ama traktörü bir türlü geçemiyormuş…

Arkasında oturan yaşlı yolcu KOCA AĞA’ nın hırsını kontrol edemediğini anlayınca;

-Baktım minibüs uçacak canımızdan olacağız…

Pencereyi açtım, şapkamı çıkarttım, basbas bağırıp salladım;

-Ulaaaaan… Çekilin Yoldan Ulaaaaan…

KOCA AĞA bizi öldüreceeeek… Çekiliiiiin…

Yol verin lannn… Canımıza acıyın…

Macera filmlerinde olduğu gibi bu yarış 10/15 dakika böyle devam etmiş;

Yaşlı yolcunun bu hareketini görünce iki muzip kişi;

-Bu bizim akrabamız demiş ve KOCA AĞA’ nın minibüsüne yol vermişler…

KOCA AĞA oldukça rahatlayınca arkasına yaslanıp

-Geçtim vallahi... Sen şahidim ol, minibüsü nasıl kullandığımı gördün?

-Geçtin KOCA AĞA geçtin deyince rahatlamış…

Canını kurtaran, KOCA AĞA’ nın arkasındaki koltukta oturan kişi;

-Kazasız belasız Ceyhan’a vardık… Ama bir daha KOCA AĞA’ nın minibüsüne asla binmedim…

 

KOCA AĞA KOYUNU KAÇIRMADAN

KURBAN KESEMEZMİŞ…

Aynı köyden evli olan bir damadın kayınbabası kurban bayramı öncesi telefon açıp kızıyla eniştesini evine davet etmiş...

Onlarda severek bayram öncesi köye gelmişler...

Kurban kesilmesi ve parçalanmasın konusunda kayınbabasına ona yardım edermiş…

Çünkü kayınbabamın elinden bir şey gelmez, bir şey yaparmış gibi yapar ama koyunu yüzemezmiş;

Bıçağı kaynana onun elinden alır koyunu kasaplardan daha iyi yüzermiş…

O gün de kurbanı kesilmiş, kayna yüzmeye başlamış;

Damat beyde koyunun ayağını tutuyormuş...

Bir bakmış ki kurbanlık bir koyun kaçıyor arkasından onu kesecek aile olduğu gibi koşuyormuş;

Ama koyun öyle hızlı koşuyormuş ki;

Kuyruk havaya inip inip kalkıyor, poposu görünüyormuş;

Damat bir bakmış ki, koyunu kovalayan KOCA AĞA’ nın oğlu...

Onun arkasından köyün bütün köpekleri de oğlunu kovalıyormuş;

Tıpkı Türk filmlerdeki gibi köyün 3-4 kilometre uzağındaki çeşmeye doğru koro halinde koşuyorlarmış…

Damadın kayınbabası sormuş;

-Oğlum kimdi bu kurbanlık koyununu kaçıran?

-KOCA AĞA’ nın oğluydu baba…

Kurbanlık koyun, koyun kaçıyor, oda koyunu kovalıyor, köyün bütün köpekleri de onları kovalıyor…

Kayınbabam derinden bir vah çekerek şöyle demiş;

-Onun rahmetli KOCA AĞA’ her bayram koyunu kaçırırdı... Koyununu kaçırmadan hiçbir bayram kestiğini görmedim...

Damat beyin anlattığına göre kaçan kurbanlık koyun başka bir köyün sınırlarında yakalanıp getirilmiş...

Tıpkı KOCA AĞA’ nın her bayramda kaçırıp başka köylerde yakalayıp getirdiği kurbanlık koyununda olduğu gibi...

 

 

KOCA AĞANIN OĞLUNUN FITIK AMELİYATI

KOCA AĞA’ nın oğluyla aynı köyden evlenen damat can dostlarıdır... KOCA AĞA’ nın oğlu kasık fıtığından ameliyat olmuş…

Kendini çok güldüren, esprileriyle kahkaha attıran damat konusunda eşine şöyle demiş;

-Hatun, Allah vere de ameliyat olduğumu can dostum akrabamın eşi damat duymasa...

Çünkü aynı köyden evlenen damat geleneksel söz ustası olduğu için anlattıklarıyla, kahkaha attırarak KOCA AĞA’ nın oğlunun ameliyat dikişlerimi patlatabileceğinden korkmuş…

Ama buna rağmen damadı KOCA AĞA’ nın oğlu aramış:

-Selamünaleyküm damat?

-Aleyküm selam KOCA AĞA’ nın değerli oğlu... Nasılsın?

-İyiyim ama evdeyim...

-Neden?

-Üç dört gündür işe gidemiyorum, kasıktan fıtık ameliyatı oldum, hatta hanıma dedim damat bey 3-4 gün inşallah yanıma gelmez... Anlattıklarıyla beni güldürüp dikişim patlar dedim…

Ameliyattan 8.gün geçtikten sonra KOCA AĞA’ nın oğlunun evine geçmiş olsun ziyaretine gitmişler...

Söz dönüp dolayıp KOCA AĞA’ nın anılarına gelmiş…

İşte o gün şöyle bir olayı damat beyin kayınbiraderi hatırlatmış;

-Babam yakındaki köyde karpuz tarlası almış, biz de KOCA AĞA’ nın atıyla tarlaya çapa çekiyoruz…

Atın üstüne biri binmesi gerekir, bende 12 yaşında çocuğum, KOCA AĞA beni ata bindirmişti;
-Oğlum “DEH DE” diyormuş, o da aynısı yapmış...

6 kızın tek erkek kardeşi olduğu için, aile onu yere göğe sığdıramıyormuş...

KOCA AĞA da çapa çekmek için onu ata bindirdiğini annesine söylememesini tembihlemiş... Annesinin duyması halinde kıyametleri kopartır KOCA AĞA’ yı köye sokmazmış...

Öğlen olunca çocuğu yakındaki köye kahvaltılık almaya göndermiş... Domates, zeytin, salatalık, peynir falan al demiş...

-Aman oğlum ata bindirdiğimi anana da söyleme diyormuş…

Bende söylemiyordum,  öğlen oldu;

KOCA AĞA

Çocuk gidip Kadir Kurt’un kahvesinden söylediklerin alıp getirdim…

Gelip baktığında KOCA AĞA oturmuş bıçakla ayağının tırnaklarını kesiyormuş…

Sofra kurulmuş, KOCA AĞA tırnağını kestiği bıçağını toprağa üç defa sokup çıkarttıktan sonra domatesleri soyup doğramaya başlamış…

Çocuk onu uyarmış, tırnak kesilen bıçakla domates, salatalık doğranamayacağını söylemiş;

KOCA AĞA demiş ki;

-Canını sıkma oğlum, toprak bunu temizler, üç defa sokup çıkartım…

Ama çocuk o bıçakla kestiği domatesleri yememiş,

Akşama kadar aç kalmış köye döndüğünde, annesine de söyleyememiş;

-Oğlum işler nasıl geçti diye sorduğunda;

-İyi geçti dedim ama annemin yaptığı yemeklerden beş kişinin yediği yemeği yedim…

KOCA AĞA nevi şahsına münhasır bir kişiliktir...

Onun doğruları hep kendi için doğrudur; buna inanır ve böyle davranmaktan her zaman onur duyar…

 

“KOCA AĞA” DENİZE ANADAN DOĞMA GİRDİ…

Köyümüzün damadının kayınbiraderinin;

-Bir bankada çalışan eniştesini Karataş’ a ziyarete gitmiş…

Bakmış ki akrabası olan KOCA AĞA’ da orada... O da yeğenini ziyarete gelmiş...

KOCA AĞA’ nın ayağında kara şalvar, üstünde beyaz gömleği varmış, kundurasının da topuğuna basmış…

Bir gün sonra, eniştesi ve ablasını ziyarete giden akrabasına;

KOCA AĞA denize girmeye davet etmiş...

-Buraya kadar gelmişken birlikte denize girelim demiş…

Sabah erkenden kahvaltı yapılmış, birlikte sahile inmişler;

KOCA AĞA sağa sola bakmış, sahilde kimsecikleri göremeyince tüm giysilerini çıkartıp denize koşarak girmiş...

Ablasını görmeye giden akrabasına da;

-Hadi gel yeğenim sende gel, denizde böyle çırılçıplak yüzülür... Böylece her yerini deniz tuzu alsın…  Sende soyun gel, sende soyun gel…

Delikanlı girmemiş, bir süre sonra denizden çırılçıplak çıkınca KOCA AĞA kıyıda bekleyen, denize girmeyen delikanlıya şöyle demiş;

-Yeğenim arkanı dön… Bana sakın bakma demiş…

İşte KOCA AĞA’ nın tavır ve davranışı, işte saflığı işte kendi değerlerine göre hareket etme özgürlüğü gerçekten de de çok ilginç…

 

KOCA AĞA’ NIN VURDUĞU ÇAKALLA İMTİHANI…

Sabahleyin erkenden at arabasıyla tarlasına gitmiş, çalışmış yorulmuş bir de bakmış ti uzakta bir çakal görmüş…

İnsanların en fazla 400-600 metre yaklaşabildiği bir çakala;

KOCA AĞA silahı doğrultup çakalı vurmuş…

Çakal henüz ölmemiş, yarı canlıymış…

-Nasıl bir avcı, nasıl nişan aldığımı, çakalı nasıl öldürdüğümü tüm köye göstermeliyim, demiş…

Çakalı arabasına koyup çeşmenin yanına gelmiş…

Çakalın canlı mı ölümü olduğunu anlamak için dürtünce yarı canlı olduğunu görüp, ayağını bağlamış…

Tam o sırada çakal birden canlanmış, önce sağ, sonra da sol elini ısırmış… KOCAI AĞA çakala çok sinirlenmiş;

-Vay sen benim kolumu nasıl ısırırsın?  Ananı avradını diye küfür etmiş…

Canı yanınca da yanındaki küreğin sapıyla çakalın kafasına vurup öldürmüş…

Sonra da şöyle demiş;

-Millet ancak uzaktan görebildiği çakalı yakından görsün

Benim büyük avcılığımı takdir etsin demiş ama iki elimi de çakala kaptırmış…

KOCA AĞA şöyle düşünmüş;

-Bunu köye götürsem yahu BÜYÜK AĞA çakal mı seni, sen mi çakalı avladın diye dalga geçerler demiş…

Çakalı kaldırıp dereye atmış…

Köylüler de sürekli sorular sorum;

-KOCA AĞA eline ne oldu diye dalga geçmesinler diye elini günlerce gizleyip, kimseye göstermemiş…

İşte böyle kuduz olabileceğini, aşı konusunu düşünmesi, İlçeye gidip mutlaka aşı yaptırmayı düşünmesi gerekirdi;

KOCA AĞA bunu bir türlü akıl edememiş, ama iyi ki çakal kuduz falan değilmiş... Yoksa kudurup ölebilirmiş…

 

KOCA AĞA HEP KAFASINDAKİNİ YAPMIŞ…

Köyü üreticileri komşu kasabaya gidip;

Tarım Kredi Kooperatifinden para alacakmış…

Her üreticinin kaç dönüm tarlası varsa, ona göre devlet kredi veriyormuş…

KOCA AĞA’ nın büyük abisinin tarlası az olduğu için az para alıyormuş;

KOCA AĞA nın tarlası daha çok olduğu için çok kredi alıyormuş…

Abisi, bizim KOCA AĞA’ ya çok kredi verilmesini bir türlü çekemiyormuş…

Madem ben az oluyorum o da az alsın demiş…

-Bizim KOCA AĞA, az al krediyi az al, az alırsan her sene benim gibi kolay ödersin, çok alırsan seneye ödeyemezsin…

Bizim KOCA AĞA nın kafasında tek doğrusu vardır:

Abisi bile olsa gaza gelir mi? İstediği krediyi alınca, abisi;

-Bizim KOCAAĞA gene benden fazla kredi aldın, demiş…

Çünkü KOCA AĞA abisinin önerisini de, dünyada kimsenin önerisine uymadan takmadan, kafasına koyduğunu yapmış…

 

“BİZİM KOCA AĞA TRAFİK POLİSİNİ TUŞ EMİŞ

Bizim KOCA AĞA köyün sessiz kahramandır…

Oğlu 11-12 yaşlarındayken babası bir traktör almış;

Ehliyeti hiçbir zaman olmamış; tarlada çalışırken KOCA AĞA’ nın hiçbir sıkıntı yokmuş;

İlçeye gittiğinde ise tek korkusu trafiğe yakalanmamakmış…

Oğluyla bir gün traktöre binip ilçe merkezine girmişler...

Traktörün direksiyona 11-12 yaşında oğlunu oturtmuş...

Ulu Camiinin yanında polis KOCA AĞA’ nın traktörünü durdurmuş;

Polis direksiyonda çocuğunu görünce;

-Sağa çek, ehliyet ruhsatı ver demiş…

Ruhsatın nerede olduğunu bilmiyor KOCA AĞA’ nın da zaten ehliyeti olmadığı için polis sormuş;

-Bu çocuğa traktörü nasıl verdin? Nasıl kullandırıyorsun?

KOCA AĞA gayet sakin şekilde, trafik polisini ikna edebilecek bir sinsi ve ses tonuyla;

-Ben onun babasıyım, yanında oturuyorum… En ufak hatasında ben müdahale edeceğim, demiş…

Polis şaşırıp kalmış;

-Yahu emmi, bu çocuk bir arabaya çarpsa;

Bir insanı öldürse bunun altından nasıl kalkacaksın?

Şimdi ben senin traktörünü bağlayacağım…

Sana da 5 lira ceza yazacağım, demiş…

KOCA AĞA sağa sola dönüp bakmış, polise sert şekilde;

-Sen vatan haini misin?  Üstelik sen benim kim olduğumu biliyor musun demiş?

Polis birden şaşırmış KOCA AĞA’ yı tepeden tırnağa süzmüş;

Ayağında şalvar, kafasında şapka, hırpani bir köylü ama kendine Adana Valisi havası vermiş:

Oysa hem suçlu, hem de güçlü, polis birden şaşırmış;

-Yahu emmi sen kimsin? Ben traktörünü bağlayacağım, sana da ceza yazacağım, demiş…

KOCA AĞA birden sesini yükseltmiş;

-Ben çiftçiyim, şu anda köyümde 100 ırgat tarlada benim yolumu bekliyor…  Sen bu traktörü bağlarsan, bana ceza da kesersen;

Benim oradaki ırgatlarım aç kalırsa,  çoluk-çocuğu aç kalırsa, tarlada pamuk kalırsa; onu da başkası alıp çalıp götürürse;

Devlete zarar değil mi? Sen vatan haini misin?

KOCA AĞA’ nın bu çıkışı karşısında polis iyice bocalamaya başlamış;

-Yahu emmi neden bana vatan haini diyorsun?

Polis karşısında kişi saf, ama cin gibi kendini yanıltmaya çalışınca, poliste onun meydan okumasına gülmeye başlamış ama şöyle demiş;

-Emmi sen hem suçlusun, hem de güçlüsün…

Hem de beni vatan haini ilan ediyorsun…

KOCA AĞA gayet cesur şekilde iddiasını tekrarlamış;

-Evet, yoksa sen vatan hainisin…  Irgatlar tarlada, çocukları aç kalırsa, pamuklarımızı başkası çalarsa devlete, bana insanlar yazık değil mi? Polis bir ara susmuş; ona tekrar sormuş;

-Söyle bakayım sen bana ne kadar ceza keseceksin demiş…

Polis gayet kararlı şekilde;

-Emmi sana 5 lira ceza keseceğim,

KOCA AĞA yine polisin sözlerinin üstüne;

-Polis oğlum, sen manyakmısın?  Ben 5 liraya ne kadar mazot alırım biliyor musun?  Kaç dönüm tarla sürerim, sen vatan haini misin? Polis şaşırıp kahkahalarla gülmeye başlamış…

Polis bakmış ki saf Anadolu insanı gayet haklı;

KOCA AĞA’ nın söylediklerine yaklaşmaya başlamış;

-E emmi şimdi ne yapacağız?  Kararını sen ver bana söyle;

Ne istersen onu yapayım demiş…

KOCA AĞA bu kez cinliğini kullanmış;

-Sen bana eğer ceza kesersen tarlamdaki 100 ırgatı alıp Kaymakamlığın önüne yığarım…  Eylem yaparım, seni de hem rezil, hem de şikâyet ederim demiş…

Polis bakmış ki, KOCA AĞA hem sağdan, hem de soldan dalıyormuş;

Onun saflığı ve pratik zekâsı karşısında başa çıkamayacağını anlayıp, polis onun cin fikrini öğrenince de tamamen teslim olmuş;

-Emmi, şu traktörün direksiyonuna sen geç,

Şu nehrin kıyısına in, oradan çek git; ırgatını da sakın kaymakamlığın gönüne getirme; ileride seni durduracak başka polis olursa benim ismimi ver…  Ben polis Mahmut yakınıyım dersin demiş…

KOCA AĞA zafer kazanmış bir komutan edasıyla çok mutlu şekilde polise teşekkür etmiş;

-Allah razı olsun yeğenim, diye yoluna oğluyla birlikte devam etmiş...

İlçeden çıkıp köye doğru ilerlerken, oğluna dönüp;

-Oğlum babanı gördün mü? Baban zekâsını nasıl kullandı?

Trafik polisini nasıl tuş etti…  Benimle gurur duymalısın oğlum, demiş…

Babasından direksiyonu yeniden devralan oğlu da fırsatı kaçırır mı? KOCA AĞA olan babasına;

-Seninle her zaman gurur duyuyorum, seni seviyorum demiş…

Koskoca devletin polisine saflığı ve cin aklıyla rest çekip tuş edip istediği sonucu almış… Saflığı, dürüstlüğü, kendi kurallarını gerektiğinde cin gibi uygulaması sayesinde hayatında başarılı olmuş…

BLUĞ ÇAĞINA EREN OĞLUNA

KOCA AĞANIN ÖĞÜDÜ…

Oğlu blüg çağına erip artık şalvarı giyip havalı şekilde yürümeye başlayınca, KOCA AĞA da onu uzaktan takip ediyormuş…

Uzaktan yürüyüp gelişine iyice süzermiş…

Kuzgunun yavrusuna baktığı gibi KOCA AĞA nın da oğlu gözüne şahin gibi görüyormuş…

KOCA AĞA bir gün şöyle demiş;

-Yürüyüşüne kurban olduğum dedi, şalvar sana çok yakışıyor…

Gel artık seninle erkek erkeğe konuşalım demiş ona öğütler vermeye başlamış...

-Söyleyeceklerimi oğlum aklında iyi tut; bir erkeğin cebinde bulunması gereken 7 şey var; bunları bulundurmasan rezil olursun…

1-Cep aynası… Artık kızlara ilgi alanın olacak…

Saçını tarayacaksın, düzenli olacaksın…

2- Tarlaya gittiğinde gözüne bir şeyler kaçarsa onu çıkartmak için mutlaka ayna lazım olacak…  

Gözüne kestirdiğin kız olursa aynayla ona mesaj göndereceksin…

Çünkü bu köyünün kızları senden işaret bekliyor…

3-Çakı bıçağı…  Elinde mutlaka bulunsun…

Tarlada çalışırken tırnağın eğildi, ya da kırıldı…  

Hayvan can çekişirken mundar olmasın diye kesmelisin…

Bir düşman saldırdı, kendini savunursun…

4-Yanında mutlaka bir kibrit-çakmak bulunmalı…

Ateş taşımak sünnettir, kestiğin hayvanı pişirerek yiyeceksin…

Ya da tarlada üşüdün, ateş yakarsın…

5-Tespih delikanlılığın nişanıdır…  

Delikanlılığın göstergesidir, çıt çıt çıt çekeceksin…

6-Köşker ipi; mutla yanında ip bulunacak…

Şalvarın yırtıldı, hemen onu o iple dikeceksin, bağlayacaksın…

7-Para olmasa olmaz, delikanlı insan asla parasız gezmez…

8-Tarak mutlaka şart; saçlarını düzenli taraman, kızlara kendini beğendirmen gerekir…

KOCA AĞA edindiği hayat deneyimleriyle elde ettiği bu bilgilerle oğlunun hayatını kendi gibi hatasız şekilde sürdürmesini arzu etmiş…

 

AVCI ARKADAŞININ KUŞUNU HABERSİZCE

PİŞİRİP YEMİŞ

KOCA AĞA bir gurup avcı arkadaşıyla kanallarda balık avına gitmiş...

Avcılardan biri hemen bir DİVİK kuşu vurmuş… Römorkun yanına koymuş;

-Neyse bir kuşum oldu sonra yerim diye sevinmiş…

Balık tutamasam bile gelip bunu pişirmenin hayalleriyle avına devam etmiş...

500 metre kadar uzakta balık tutmak için kanala gitmişler, oltalarını, ağlarını atmışlar ama bir türlü balık çıkmamış…

Hava oldukça soğuk, ne balık çıkmış;

KOCA AĞA bu durumdan artık sıkılmaya başlamış…

-Bu balığın çıktığı da çıkacağı da yok… Çokta acıktım, gidip şu az önce arkadaşın avladığı kuşu pişirip bir güzel yiyeyim demiş…

Herkes balık tutmak için uğraşırken o kalkıp, römorkun yanına gelmiş… Hem üşüdüğü, hem de acıktığı için acil olarak odun toplayıp kocaman bir ateş yakmış…

Divik kuşunun tüylerini yolmuş, ağaçtan yaptığı şişe kuşu geçirip güzelce kızartmış afiyetle yemiş…

Balık tutamadan römorkun yanına hem ısınmak hem de Divik kuşunu yemek için gelen diğer avcının uzaktan burnuna güzel bir kebap kokusu gelmiş...

Havayı iyice koklayıp kuşunu bulmak için aramaya devam etmiş…

Aramış, taramış ama kuşu koyduğu yerde yok;

Sağa sola bakmış, sonunda KOCA AĞA ya gözü takılmış;

-Benim kuşum nerde?

KOCA AĞA çok sakin şekilde;

-Valla hava soğuktu, acıkmıştım baktım burada sülün gibi duruyordu pişirim yedim, demiş…

-Yahu dayı benim kuşumu neden yedin?  Balık tutamadım, pişirip ben yiyecektim, demiş…

Ava gidenlerin tamamı aç kalmasına karşın KOCA AĞA kuşla karnını doyurmuş..

Çünkü sahip olduğu düşünce şekli, davranış biçimi bu şekilde yapmasını istemiş…

Diğerlerinin de durumunu değerlendirme ve düşünce yeteneği olmadığı için, en doğrusunun kendi yaptığı olduğuna inanarak kendince normal olduğu için böyle yapmış…

 

ÇOCUKLARINIZA FAZLA YEDİRMEYİN…

KOCA AĞA yakın akrabaları ve köylülerinden oluşan üç römork dolusu insanla deniz kenarına kamp kurmuş...

Köylüler de hemen her sabah yumurta, süt getirip orada tatil yapanlara satıyorlarmış…

Yakınının hanımda her gün çocuklara süt ve yumurta yediriyormuş…

Karnı doyan çocuklar sütü içmek istemiyorlar, yumurtanın da yarını ağzından püskürtüyor, tükürüyorlarmış…

KOCA AĞA gelip durumu iyice gözleyince;

-Ne bu yahu? Her gün cılan dayın(yılan gibi süt içiriyorsunuz) süt içiresiniz… Ben sütü yumurtayı bulamıyorum, her gün siz bir karış çocuklarınıza süt ve yumurtayı ağzına tepiyorsunuz…

Kendi doğrularına göre annenin çocuklara her gün süt ve yumurta yedirmesi doğru bulmamış…

Çünkü kendi içinden geldiği kültürde böyle bir şey, aşırı israf olmadığı için insanların ve yakınlarının tutumlu olmasının gerektiğini bu şekilde anlatmış...

Ama çocukların sağlıklı büyümesi için mutlaka temel gıda olan süt ve yumurtayla beslenmesi gerektiğinin bilincinde değilmiş…

 

KOCA AĞA ÂLİM HOCANIN SELVİSİNİ

KESİP ARABASINA OK YAPMIŞ...

 

Köylülere uygarlığı öğretmek için gelen halkın Âlim hoca diye büyük saygı duyduğu kişi, köy enstitüsü mezunuymuş..

Ama öyle güzel eğitilmiş, yetiştirilmişti ki, tarım, tıp, öğretmenlik vs konularında örnek bir insanmış…

1950’li yılların ikinci yarısında; geldiği köyde dağdan gelen yağmur sularını toplamak için havuz yapıp, bağ yapıp çevresine selvi ekmiş…

KOCA AĞA aynı zamanda eniştesi olan bu hocanın yaptığı her şeye karşı çıkmış;

En büyük serveti ve sermayesi olan iki at ve bir arabasına gözü gibi bakıyormuş...

Bir gün at arabasının oku kırılmış Âlim hocanın ektiği selviyi kökünden kesip at arabasına ok yapmış...

Köylüler KOCA AĞA’ ya çok kızmış, başka yerde ağaç yok muydu da sen bu güzelim selvileri kestin diye sitem etmişler…

Ama o doğru yaptığına inandığı için ikna etmek mümkün olmamış, olamazmış...

KOCA AĞA kendine kızanlara sonunda şöyle demiş;

-Amaaan boş verin bir ağaçtan ne olacak? Sonunda o bir ağaçtı, demiş…

 

KOCA AĞIMIZ ÇOK GÜÇLÜYMÜŞ

KOCA AĞA çok güçlüymüş,

Köyün delikanlıları tarihi ören yerinde define aramak için bir taşı kaldırmaları gerekiyormuş...

4-5 genç sabaha kadar kazdıkları yerdeki büyük taşı yerinden bile oynatamamışlar...

KOCA AĞA oradan geçerken sormuş delikanlılara;

-Ne yapıyorsunuz?

KOCA AĞA küçümseyen bir ses tonu ve yüz ifadesiyle;

-Çekilin, sizden adam olmaz, diye çukurun içine inip, zayıf bünyesine rağmen dört kişinin kaldıramadığı taşı çıkartıp yuvarlayıp uzağa atmış…

Define falan hiçbir şey bulamamışlar… Dört delikanlının kaldıramadığı değirmen taşını tek başına kaldırıp atması pehlivanlığına en güzel örnek olmuş…

Ayrıca her gün tarlayla, doğa olaylarıyla savaşan birisi olarak elbette güçlü olması normal karşılanmalıdır…

 

İĞNE BÜYÜK BALIK KÜÇÜKTÜ

KOCA AĞA balık tutmayı çok severmiş; köye yakın bir Gölete arkadaşlarıyla birlikte gitmişler;

Sazan balıkları tutmuşlar ama hoşlarına gitmemiş, bu kez; Denize gidelim demişler, akrabası olan kişi şöyle diyormuş;

-Ben oltamı atıyorum, balık tutuyorum, atıp çekiyor, KOCA AĞA tutamıyordu…

-Neden tutamıyorsun?

KOCA AĞA da sitemli bir ifadeyle;

-Balık vuruyor ama bir türlü tutamıyorum, bu gün şansım yok galiba diyormuş…

KOCA AĞA’ nın oltasını incelemişler ki;

Baktım ki, 15-20 kiloluk sazan balıkları için kullanılan iğneyle küçük çupra balık yakalamaya çalışıyormuş…

Kocaman iğneye taktığı solucanları, çupralar yiyip kaçıyormuş…

Yani kocaman iğneyle küçük çupra balık tutamayacağını bilemiyormuş...

Kendinden başkasını beğenmeyen KOCA AĞA nın iğneleri değiştirilince galiba birkaç tane küçük çupra balık yakalamış...

Çünkü düşüncesine göre, taktığı iğnenin boyutları onun için hiç ama hiç önemli değilmiş…

Her balık kendi iğnesindeki solucanı yemek zorunda…

Tabi balık tutmak uzmanlık gerektirir... O bunu bir türlü fark edemiyormuş... Balıkların boyuyla, iğnelerin boyunu düşünmediği için ve bunu da asla önemsemediğine göre tutamıyormuş…

HER SU DA BALIK OLMAZ…

KOCA AĞA bir gurup köylüyle kanallarda balık avlamaya giderken bir köprünün üstünden geçerken su birikintisi görmüş;

KOCA AĞA çok heyecanlanmış;

-Beni burada bırakın şu suda kocaman balıklar tutacağım demiş…

KOCA AĞA’ yı kimse ikna edememiş;

-Burada balık olmaz, demelerine rağmen asla düşüncesinden vazgeçirememişler...

KOCA AĞA ısrarını sürdürmüş;

-Buradan tutacağım balıkları size göstereceğim inanamayacaksınız, dedi…

İğnelere solucanları takıp atmış boş, atmış boş;

Bir saatten fazla olta atmış, balık bulamayınca;

-Yahu gerçekten de burada balık yokmuş, demiş…

Diğer arkadaşları başka kanala gidip oradan 6-7 kilogram balık tutmuşlar... Ateş yakıp pişirip KOCA AĞA ’ya da ikram etmişler...

Ama inandığı konuda onu kimse vazgeçirememiş…

Ne yapmak isterse kafasına koyduğunu mutlaka yaparmış…

 

KOCA AĞA KÖTÜ KARPUZLARI İKRAM ETMESİNİN BELEDİLİ KÖTÜ ÖDEMİŞ…

Tarlasına o yıl karpuz ekmiş KOCA AĞA...

Yanından gelen çocuk akrabalarını karpuz yemeye davet etmiş...

Onlarda zevkle kabul etmişler;

-Yeriz demişler...

KOCA AĞA hemen tarlasına girip 5-6 tane ama halk arasında MIKLI yani bozuk eğri büğrü özürlü karpuz getirmiş…

Kesmiş, karpuzun üçte ikisini çöpe atıp, kalanını ikram etmiş... Çocuklar biraz üzülmüş...

Tarların öteki tarafına geçtiklerinde KOCA AĞA’ nın görmediği bölümündeki tarlasından, en büyük kocaman karpuzları almışlar…

Arkadaşına bunun yanlış olduğunu anlatmış diğer çocuk ama,;

Dinlememiş diğeri;

KOCA AĞA’ nın akrabası olduğunu haram olamayacağını söylemişler...

En büyüklerinden üçer karpuz almışlar;

İkisini kollarının altına, birer de dişlerine sapından tutturmuşlar, köye yakın çeşmeye geldiklerinde karpuzları kırıp göbeklerini alıp, diğerlerini çöpe atmışlar...

Köye götüremeyeceklerini anladıkları için sadece içlerindeki o bölümü yemişler, diğer bölümlerini de dereye atmışlar...

Akrabaların olan KOCA AĞA belki de kaliteli karpuz ikram etseydi, çocuklar böyle davranmayacaktı...

Ama onun hileli ve cimri davranması, bozuk ve gelişmemiş karpuzlarını ikram etmesi çocukların moralini bozmuş...

Onlar da intikam almak için böyle davranmışlar...

 

EHLİYETSİZ DOLMUŞÇU

KOCA AĞA at arabacılığından KOMMER dolmuşçuluğa terfi etmiş… Mersin’e gitmiş KOMMER marka minibüslerden almış…

Köyü ile ilçe arasında yolcu taşıyacakmış…

O yıllarda başka bir köylünün de aynı şekilde çalışan minibüsü olduğu için yolcular onun minibüsünü tercih ediyormuş...

KOCA AĞA’ nın hem ehliyeti olmadığı, hem de acemi olduğu için köylüler;

-Yolda devirip bizi öldürür diye kimse kendine KOCA AĞA’ ya yolcu olmuyor, minibüsüne binmiyormuş…

Ama ilçeye giderken yol üzerindeki diğer köylüler ona yolcu olarak minibüsüne biniyormuş...

Köyünden ilçeye kadar daima üçüncü vitesle ancak gidebiliyormuş…

KOCA AĞA doğup büyüdüğü köyünde iş tutturamayınca;

Akrabalarının dolmuşçuluk yaptığı büyük kente gelmiş...

-Köyde bu işi yürütemedim, burada büyük şehirde bu işi yapabiliri miyiz?

Akrabası da;

-Burada yasak, yalnız sabah ve akşam saatlerinde dolmuş az, yolcu çok olduğu için korsan şekilde yapabiliriz demişler...

Yakını minibüsünü kullanmaya başlamış;

KOCA AĞA da kendi minibüsünde da muavinlik yapıyormuş…

Normal dolmuşların olmadığı zamanlarda pusuda bekleyip, mahalleden çarşıya korsan olarak yolcu taşıyormuş...

Her defasınd6a 20-25 kişi biniyormuş, dolu gidip boş geliyorlarmış…

Kazanç iyiymiş ama gün içinde de yapalım falan demeye başlamış…  Akşam ve sabahları olabilir demişler...

Birkaç gün o şekilde yapmışlar… Günü kurtarmışlar…  

Diğer günler farklı hattında falanda korsan minibüsçülük yapmışlar… Ama diğer dolmuşçular bu durumu tespit edip KOCA AĞA’ yı ve minibüsünü kullanan yakınını kovalayınca bu işten vazgeçmişler…

Başka bir yakınlarının eşinin ürünlerini MUT’a götürüp oraya satmaya karar vermişler...

Oradaki esnaflar da kabul etmiş…

Akşamdan 5-6 esnafın paketlerini yüklemişler…

Yolda kaparo para almışlar COMMER marka minibüs araba benzinliymiş...

Silifke ye yakın bir petrol istasyonuna girip 14-15 yaşlarındaki görevliden depoyu doldurmasını istemişler...

O da benzin yerine mazot koymuş, boşaltamamışlar...

Petrol istasyonundaki çocukta fark etmemiş, vakit geç olduğu için yavaş yavaş 10-15 kilometre gitmişler, o mazot, süper benzin ilave ettirmişler ilerledik…

O yılların arabası da yanlış yakıt konulsa bile idare ediyormuş demek ki…

1,5 saatte gidecekleri yere 3 saatten fazla zamanda gitmişler…

KOCA AĞA da minibüsü alırken benzin mi mazot mu kullandığı konusunda hiçbir şey bilmiyormuş…

Yani bazen saflık insanın işine yarıyor…

Kafasını bu olaylara takmamış… Gitmişler esnafın ürünlerini satıp paralarını kazanıp gelmişler…

BİR PAKET SİGARA PARASINA DİŞ YAPTIRDI…

KOCA AĞA’ nın diş sorunu vardır...

Diş teknisyeni yakınının işyerine gelmiş, oynayan dişini çektirmiş bir süre sonra da yerine yeni dişi yaptırmış...

O sıralarda ekonomik sıkıntı yaşayan teknisyen yakını;

-İşte KOCA AĞA bize ücretimizi getirdi, diye çıraklı birlikte çok sevinmişler...

KOCA AĞA ödeme yapmak için arkasını dönüp, parasını teknisyene ve çırağa göstermeden bir miktar parayı teknisyenin cebine koymuş…

Teknisyen sevinç içinde, çırağa da gündeliğini ödeyeceği için mutluymuş; yakını olduğu için hakkı olmasa bile bir büyükçe harçlık verdiğini tahmin etmiş...

KOCA AĞA’ yı sevgi ve saygıyla yolcu etmiş;

Cebine elini atıp bakmış ki teknisyen, cebine koyduğu para bir paket sigara parası bile değilmiş…

Çırağıyla birlikte kahkahalarla gülmüşler;

Ama KOCA AĞA kafasındaki neyse onu vermiş... Ne bir kuruş eksik ne bir kuruş fazlaymış... Çünkü onun dünyasından hayat böyle görünüyormuş...

...

 

KOCA AĞANIN BİLİMSEL TESPİTİ

 “HA TAVUK; HA YUMURTA ”

Yakını olan genç yeni nişanlısını hem görmek hem de arkadaşlarıyla tanıştırmak için iki motosikletten oluşan gurubuyla aynı zamanda akrabası da olan KOCA AĞA’ nın köyüne gezmeye gelmişler...

Köyün girişinde KOCA AĞA’ nın evi önce olduğu için onun evine uğramışlar...

Sonra da kayınpederinin evine uğrayacaklarmış…

Genç nişanlısını tanıştırmak için getirdiği arkadaşlarını tarihi kaleyi ve dağı göstermek için oraya çıkartırken;

KOCA AĞA’ nın kulağına eğilip,

-Arkadaşlarımla birlikte geldik, bir tavuk kes ikram et beni onlara mahcup etme demiş…

Arkadaşlarıyla kaleyi falan gezip KOCA AĞA’ nın evine gelmişler;

Sofra hazırlanmış, arkadaşlarına tavuk ikram etmeyi düşünen genç akrabası;

Bir bakmış ki, sahanda üç beş yumurta kırmış, akrabası olan delikanlı bunun arkası gelecek diye düşünüyormuş…

Oysa arkasında tavuk falan yokmuş, sormuş;

-Bizim tavuk ne oldu?

KOCA AĞA kendine özgü tavır ve sözleriyle şöyle demiş;

-Yahu yumurta da tavuktan, tavukta yumurtadan… Arkadaşlarınızla birlikte yeğdiniz de tavuk…

KOCA AĞA’ nın bu şekilde davranışı karşısında arkadaşlarına mahcup olmuş, çok üzülmüş beni mahcup ettin demiş…

Daha sonra kayınbabasının evine gidip arkadaşlarına tavuk ziyafetini orada çekmiş…

 

“NEŞAVV ÖŞŞŞŞŞ”

Bizim KOCA AĞA çiftçiliğe öküzlerle başlamış...

Onlarla tarla sürüp ekiyor, ürünler hasat ediyormuş...

Çünkü o yıllar yolluk dönemi çiftçilerin kullandıkları tek güç ve hayvan öküzmüş…

KOCA AĞA’ nın ailesinin Şaban isminde bir de öküzleri varmış… Bir gün Şaban Öküz alıp başını kaçmış;

KOCA AĞA’ nın annesi de;

-KOCA AĞA Şaban Öküz kaçtı, cuvur(koş) tut, demiş…

O sırada kendiyle aynı yaşta olan Emmisi’nin kızını da aynı anda çağırması gerekiyormuş…

Birden Bizim KOCA AĞA’ nın kafası karışmış;

İkisini birbirine karıştırmış şöyle bağırmış;

Nezihaya “NEŞAVVVVV”

Şaban Öküze “ÖŞŞŞŞ” diye ikisini aynı anda kullanırken şöyle demiş;

-NEŞAVVVV ÖŞŞŞŞŞŞ…

İkisini birden çağırır en kafası karışmış ağamızın…

Çocuk sayılacak o yıllarda bile kafası karışıkmış...

Saf, dürüst, insanlığın gördüğü en iyi saf köylü insanmış...

 

“ANASINA AVRADINA KÜFREDECEKTİM”

Bizim KOCA AĞA’ mız dünyanın safı olduğu için köylüler bazen kızdırıyormuş…

Tarlasından atına binip dönerken;

İyi genç geçeceği yolun kenarındaki çalılara saklanmış…

Tam atıyla geçerken birden ikisi bağırarak;

-HÖÖÖÖÖYYYYYY, diye ayağa kalkınca, at ürkmüş…

KOCA AĞA’ mız attan düşmüş ve kolu kılırmış…

Günlerce tedavi olmuş, ama öfkesi bir türlü geçmemiş…

Atını korkutanlardan birinin babasının yanına oğlunu şikâyete gidip KOCA AĞA şöyle demiş;

-Yahu senin bu oğlun var ya, diğeriyle çalıların arkasına saklanıp, atla geçerken onu ürkütüp beni düşürdüler…

Elim kırıldı, anasına avradına küfredecektim, aklıma sen geldin…

Oğluna terbiye ver, yoksa ben yapacağımı bilirim, diye postasını koymuş…

Ama saygısına ve hürmetine bakın ki;

Neden küfür etmediğini de gayet güzel, kendine özgü tamamen saf köylü üslubuyla söylemiş…

Ama saflığıyla bilindiği için şakalarıyla insanlar onu üzmeye arada sırada devam etmişler…

O sade ve su katılmamış güzellikteki insanı üzerek aslında kendilerine zarar verdiklerini uzun süre anlamamışlar, anlayamamışlar...

Belki de yaptıkları şakaların misliyle karşılığını ve zararlarını yaşamalarına karşın olayın farkında olmamışlar...

 

“BOZUK DİREKSİYON SOĞUKTA ÜŞÜTMEZ”

Bizim KOCA AĞA atlarıyla yaptığı çiftçilikten sonra teknoloji konusunda çağ atlamaya karar vermiş…

Atlarını satıp traktör almış… Herkes onu gönülden tebrik etmiş, çok mutlu olmuş…

Ama satın aldığı traktörün direksiyonu arızalıymış, sağa sola çevirince zor hareket ediyormuş…

Traktörün direksiyonunun KOCA AĞA” nın zorlandığını gören köylüler;

-Yahu KOCA AĞA bunun direksiyonu bozuk, istersen bir tamirciye götür, demişler;

KOCA AĞA” yaptığı işin doğruluğunun ve yerinde olmasının eleştirilmesine karşı çıkmış ve kendinden gayet emin şekilde şöyle demiş;

-Bozuk olduğunu ben de biliyorum: ama bunu süren insan soğuk havada hiç üşümez… Sağa sola çevirirken güç kullanır ve de ısınır kötü mü?

İnsanlar kahkahalarla gülmüşler…

KOCA AĞA” ne yaparsa kendine tamamen kafasının işleme şekline göre yaparmış… Başkalarının dediğini önemsemez bildiği yolundan dönmeden dosdoğru gidermiş...

...

 

KOCA AĞIMIZIN BEKÇİ KORKUSU...

KOCA AĞA’ nın yaşadığı köye 3-4 kilo metre uzaktaki Gölete devlet her yıl yavru balıklar atarmış...

Ama bir süre de avlanmasını yasaklarmış...

Sürekli gece gündüz bekçi orada görev yaparmış...

Köyden 4-5 kişilik bir gurupla KOCA AĞA yla birlikte ay ışığında gizlice göletten balık tutmaya karar vermişler...

Ama av yasak olduğu için herkes tedirgin ve rahatsızmış...

Kamıştan olan oltalara yemleri takıp göle atmaya başlamışlar...

Bizim KOCA AĞA’ mız oltayı “ŞRAAAAK” diye öyle sesli atıyormuş ki diğer arkadaşları rahatsız oluyormuş;

Neredeyse uykuda olan bekçiyi uyandırıp ateş etmelerinden falan diye çekiniyorlarmış...

Diğer köylüler kontrolsüz şekilde ses çıkarttığı için KOCA AĞA’ yı yanlarında ve yakınlarında olmasını istemiyormuş...

O da istenmediğini anlayınca daha da ilerilere gidip kendine kuytu bir yer bulmuş...

Köylülerden biri de onu korkutmak için gölün kenarındaki çalıların arkasından gizlenerek saklanarak sanki bekçiymiş gibi, birden çalıları bilinçli şekilde ezerek çatır çutur ses çıkartarak arkasından yaklaşmış...

KOCA AĞA ayak seslerimi duyunca ürkmüş bu kez iyice gizlenmeye çalışmış, ayak sesleri arttıkça tam siper yatmış;

Ve kafasını da çalıların arasına gizlemişi hiç bir ses çıkartmıyormuş;

Onu korkutmak isteyen kişi adım adım biraz daha yaklaşıp, gizlendiği yerdeki başucuna gelip durmuş;

Artık bakmaktan başka çaresi olmadığı için kafasını şöyle çevirip bakmış, gelenin bekçi değil kendi köylüsü olduğunu anlayınca;

-Sen misin lan? Diye bir küfrü basmış...

Ama KOCA AĞA gece balık avı sırasında epeyce tedirgin olmuş ve inanılmaz şekilde korkmuş;

O korkarken gittiği kişilerin hepsi gülmekten kendisini alamamış...

O göletten çuvallar dolusu balıkla köye dönerken köylülerin konuştuğu tek konu, KOC AĞA’ mızın ay ışığındaki korkusuydu...

...

 

“YAHU BİZİM KOCA AĞA

SARI ÇOCUK KADAR OLAMADIN”

 

Aralarında KOCA AĞA’ nın da bulunduğu iki kişi kanallarda ördek avına gitmişler...

Yanındaki akrabası bakmış ileride yerde iki ördek duruyormuş...

-Hadi KOCA AĞA sen yerdeyken hemen sık, ben uçarken sıkarım demiş..

Beklemiş, beklemiş KOCA AĞA bir türlü sıkmamış...

-Yahu KOCA AĞA neden sıkmıyorsun?

Tam o sırada ördekler tam havalanırken o sıkıp ikisini vurmuş...

Suya düşen ördek suya almış, kanaldan ilerlerken daha ötelerde yine ördek vurmuş...

Bizim KOCA AĞA’ mız alınmış;

-Hemen ayrılalım, senin yanında ben tüfek sıkamam demiş... Ayrılmışlar, akrabası olan kişi ileride üç yeşil, bir de kirik ördek daha vurmuş...

Avı tamamlayıp asfalta çıkmış artık köye dönecekmiş;

Bizim KOCA AĞA da hiçbir ördek vuramadan ondan daha önce aynı minibüse binmiş...

Köylüler çok ördek vuran akrabasından ördek isteyince o da hemen avını vermiş...

Minibüste bulunan diğer köylü büyükler;

-Hani KOCA AĞA sen bir şey vuramadın mı? Demişler...

Birlikte ava çıktığı yanındaki akrabasını gösterip;

-Ben bunun yanında tüfek sıkamam demiş...

-Hani sen bu çocukla dalga geçiyordun... Bak 4 ördek vurmuş sen hiçbir şey vuramamışsın, deyince çok bozulmuş...

Belki de KOCA AĞA’ nın hayatında en büyük sıkıldığı an olmuş...

O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler bu gün sadece anıları kaldı... Mekânları cennet ruhları şad olsun...

...

 

KOCA AĞA HEP ZAMAN SAFÇA VE DÜRÜSTÇE DOĞRUYU SÖYLERDİ...

Dünyanın hiçbir koşulda yalan söylemeyen, her şeyi olduğu gibi çekinmeden ortaya koyan, tamamen sansürsüz konuşan, yalan, politika, hile nedir bilmeyen safların en safı ama muhteşem bir insanmış KOCA AĞA...

Bir gün aynı köylüleriyle birlikte bitişik köydeki asker arkadaşlarını ziyarete gitmişler...

Oradaki asker arkadaşları çok övünüyormuş;

-Köyde beni herkes sever, çok espriliyim, elim arkamda gezerim, yediğim önümde yemediğim arkamdadır...

Herkes beni parmağıyla gösterir, diyormuş...

KOCA AĞA durur mu yine doğruların en doğrusunu söylemiş;

-Hastir 2 çocuklu dul bir avrat aldı,  bırakın kabadayılık kim o kim yahu? Deyince ortalık buz kesmiş...  Kimi yüzünü yere eğmiş, kimi gülümsemiş...

Bizim KOCA AĞA’ mız her zaman, her ortamda tamamen doğruyu söylemeye, sansürsüz, her zaman net konuşan muhteşem safların safı temiz bir insanmış...

...

 

POLİTİKAYI BİLMEZDİ AMA HER ZAMAN EN DOĞRUYU SÖYLERDİ...

O Yıllarda Özal hükümeti iktidardaymış...

Bir gurup köylü arkadaşımızla ilçeye düğüne gidiyorduk...

Minibüsün içi oldukça kalabalıkmış;

Söz dönüp dolaşıp hükümetin yaptığı hayat pahalılığından açılmış;

Herkes fikrini söylemeye başlayınca, her zaman en doğruyu söyleyen KOCA AĞA’ da çok yüksek sesle,

-Kimse pahalılıktan şikâyet etmesin, çünkü pahalılık iyidir, ucuzluğun ne gereği var ki demiş; herkes şaşırmış...

-Yahu nasıl olur? Pahalılık iyi olur mu? Demişler...

KOCA AĞA kendi bakış penceresinden şöyle anlatmış;
-Özal Hükümeti zam üstüne zam yaptı, çok büyük paralar yedi yediler bunlar artık iyice doydular...  

Halka yapabilecekleri zamların hepsini yaptılar...  Artık zam yapacakları bir şey kalmadı... Ama küplerini de iyice doldurdular...

Diğer partileri işbaşına getirirsek, onlar ın küpleri boş ve hepsi de baştan sona kadar tamamen aç...

Yeni gelecekler kendi ceplerini doldurmak için yeni zamanlar yapacaklar, milleti soyup soğana çevirecekler...

Onları yıllarca artık doyuramayız, pahalık olsun bunlar daha iyidir...

Artık iyice doydular yapabilecekleri bir şey kalmadı...

Aslında söylediklerinin tamamı doğruydu, biz ne diyeceğimizi bilememiş...

Ama o doğruların insanıydı...

Sansürsüz konuşurmuş, politikayla ilgisi yokmuş ama söylediği her şey akıllı ve derin bir gözleme dayalıymış...

 

 

KOCA AĞA’ NIN EĞİTİM ZAYİATI

Köyün ileri çiftçileri o yıl soğan ekmiş çokta güzel verim almış...

KOCA AĞA arkadaşının yanına gelmiş;

-Soğanlarını bana ver at arabamla götürüp çevredeki köylerde satarım, yani sen ürettin ben de pazarlayayım...

Sen de para kazanırsın, benim de elime biraz para geçer iyi olur, demiş...

-Tamam demiş...

Gece geç saatlerde at arabasıyla köye geri döneceği için yeni aldığı üç pilli, muhteşem bir el elektriğini de istediği için ona emanet olarak vermiş...

At arabasına yüklediği soğanlarla çevredeki köyleri sabahtan akşama kadar dolaşmış soğanların hepsini başarıyla satmış köye dönmüş;

-Nasıl gitti KOCA AĞA? Demiş soğan sahibi...

KOCA AĞA DA;

-İyi gitti, al sana şu kadar para kazandırdım ama atımın yem torbasını kaybettim çok üzüldüm demiş...

Soğan sahibi de çok üzülmüş;.

-Hani elektriği de ver, demiş...

KOCA AĞA gayet sakin şekilde;

-Onu da yem torbasına koymuştum maalesef kaybettim...

-Ama ben onu yeni almıştım yapma... Olur mu? KOCA AĞA

-Olur olur, hem de bal gibi olur onu da eğitim zayiatı say demiş...

Ben atlarımın yem torbasını kaybettim, sen de elektriğini kayboldu... Bunu eğitim zayiatı sayalım... Yapacak bir şey yoktu... KOCA AĞA’ mız ne söylerse yalansız riyasız ve dürüstçe ve safça anlatırdı... İnandım ve kabul etmekten başka çarem yoktu...

...

 

DEVLETE LAF SÖYLETMEZDİ;

“EVİNDE ET BULAMIYORSUN...”

Aynı köyümüzde üç kişiyle aynı yerde asker arkadaşıymış...

Bitişik köyünden de başka bir asker arkadaşıyla aynı yerde görev yapıyorlarmış...

Onu ziyarete gitmişler...

Asker yemeği yerken, bitişik köydeki asker arkadaşları yemeğin içindeki etleri beğenmiyormuş;

-Şu yenir mi? Bu yenir mi? Diyormuş...

Doğrucu Davut olan saf KOCA AĞA durur mu mu?

Yine en doğruyu söyleyen kişi olarak tarihi görevini yapmış; demiş ki;

-Ulan oğlum, sen köyünde, evinde et bulamıyorsun, devlet sana burada et vermiş onu beğenmiyorsun, zıkkımlan sesini çıkartma demiş...

Bitişik köydeki arkadaşı sus pus olmuş ve artık etleri ileri geri itmeden yemeyi sürdürmüş...

...

 

DEVLETİN MALINA LAF SÖYLETMEM...

KOCA AĞA’ mız askerde istihkâmcıymış...

Kazma kürek işi yapıyormuş... Çalışırken, elbiseleri yırtılıyormuş... Bitişik köydeki başka bir asker arkadaşı kıyafetinin sürekli yırtılmasından ve onu yamamaktan şikâyet ediyormuş; KOCA AĞA ya dönüp;

-Allah için söyle bu elbise böyle yamalıklı giyilir mi? Bu nasıl elbise?

Saf ve dürüst koca yürekli KOCA AĞA yine en doğru lafı etmiş;

-Ulan demiş sen bu giysileri memleketinde köyünde bulamıyorsun... Devlet sana, bana bunları vermiş, neden beğenmiyorsun, diye haşlamış... 

Saf, dürüst, yalan ve hile bilmeyen KOCA AĞA tam bir devletçiymiş ülkesini milletini çok sefermiş...

Her zaman doğru söylermiş, Söylediklerinde politika ve yalan yokmuş.. En güvenilir, en sağlam muhteşem bir insanmış...

...

 

KOCA AĞA’NIN LAFI ÇAVUŞA DOKUNMUŞ...

Askerlikte gece eğitimi vazgeçilmezdir...

Karanlıkta erler U şeklinde dizilir, sol el arkada, sağ elinde tüfek vardır...

Rahat vaziyette çavuşun gece eğitiminde verdiği dersi nefes almadan dinlerler...

Çavuşta, canının istediği ere işaret eder, söylediklerini tekrarını emreder...

İşte yine bir gece eğitim sırasında bizim KOCA AĞA birden dalmış gökyüzündeki sayısız yıldızları izlerden birde bakmış ki yeni kocaman bir ay görmüş...

Birden ayağa fırlayıp heyecanla bağırmış;

-AY ACARA BİNDİ LAAAAN!!!!

Çavuş sesin kimden geldiğini görünce, bir adım öne çıkmasını istemiş...

KOCA AĞA ayağı kalkıp hazır ol vaziyette durmuş;

-Sen nerelisin asker?

-Adanalıyım komutanım,

-Belli Adana’dan böyleleri çıkar... Sen bizim orada birine lan desen seni döver ve öldürürler...

KOCA AĞA cevap vermiş;

-Bizim orada da öldürürler komutanım...

-O zaman neden LAN diye bağırıyorsun?

KOCA AĞA yine cevap vermiş;

-Komutanım ben onu ortaya söyledim...

-Ortada ben varı asker?

KOC AĞAMIZ bozulmuş, kızarmış, ama gece olduğu için biraz rahatmış...

Bazen söylemeden önce kırk boğum olan boğazdan dikkatli geçirerek söylemek gerekir...

Ama KOCA AĞA’ mızın böyle bir düşüncesi, çekincesi olmadığı, daha da önemlisi saf ve kendi dünyasının insanı olduğu için, sözlerini hep rahatça söylemekte sakınca görmemiş...

...

 

KOCA AĞI’ NIN BİLİMSEL TESPİTİ “ISPANAKTA CİVATA OLMAZ”

 

Yeni öğretmen olduğu köyüne dönen öğretmenin etrafına toplanan delikanlılar, ondan bilgi almaya çalışıyorlarmış...

Onun yeni fikirlerinden yararlanıyorlarmış...

Sohbet devam ederken KOCA AĞA’ da yakınlarına gelmiş ve onları dinlemeye başlamış...

1-2 metre uzağımızda yere çömelip eline bir çöp alıp toprağı karıştırmaya başlamış...

Ama kulağı yapılan sohbetteymiş...

Öğretmen olan ağabeylerine çeşitli sorular soruyorlarmış;

Genç öğretmen de insan yediği besinlerden çeşitli madenler ve minerallerin olduğunu, kişinin güçlü ve sağlıklı olmasının bu şekilde gerçekleştiğini anlatıyormuş...

Öğretmen sözünün bir yerinde;

-Fındıkta, fıstıkta şu, fasulye şu mineraller var diyordu...

Çevresindekiler de onu can kulağıyla dinliyormuş... 

Öğretmen olan ağabey sözünün bir yerinde şöyle demiş;

-Örneğin yediğimiz ıspanakta demir var, o da çok yararlı bir sebzedir... Bolca tüketilmesi çok faydalıdır... İnsanların vücudundaki demir eksikliğini giderir, sağlıklı ve mutlu yaşatır...

KOCA AĞA’ duyduklarına hayret etmiş olmalı ki;

Sohbeti ortasında hızlı şekilde ayağa kalkıp başını sağa-sola çevirmiş;

KOCA AĞA’ mız, öğretmene dönerek;

-Lan oğlum boşuna okumuşsun, boşuna öğretmen olmuşsun... Ispanakta cıvata ne gezer? Sen aklını mı yedin diye küfür etti...

Öğretmen de KOCA AĞA’ yı çok iyi tanıdığı için;

-Tamam,  KOCA AĞA’ MIZ... Tamam... Sen ne dersen doğrudur diye gülüştük, hala da bu olayı anlatır güleriz...

...

KAÇAK ÇAYLA SARHOŞ OLMUŞ...

Köyün delikanlıları akşamüstü bir meydanda toplayıp çok güzel bir kaçak çay demlemiş;

Hem derin sohbetler hem de türküler söyleyip, fıkralar anlatıyorlarmış...

KOCA AĞA’ mız yanlarına gelmiş...

-Oooo hoş geldin falan demişler...

Hepimiz onun saflığını, dürüstlüğünü, bildikleri için,

Çok ağır ve demli olan kaçak çaydan bir bardak ikram etmişler;

KOCA AĞA içtikçe içmiş, çok beğenmiş;

-İyi olmuş, sağ olun demiş..

-Bir bardak daha, bir bardak daha istemiş...

Köyün delikanlıları da ikramda sınır tanımamışlar...

KOCA AĞA’ yarım saat sonra ayağa kalkınca başı dönmüş,

Evine doğru yürümek yerine geri geriye doğru yürümeye başlamış...

Birden oradaki insanlara küfürler savurmaya başlamış;

-Ne koydunuz lan bu çayın içine?

-Yok vallahi hepimizin içtiği çay... Ama kaçak çay biraz koyu olmuş olabilir... Hepimizin içtiği çay... Bak bize bir şey olmuyor ki demişler...

Oysa biz ikram olarak çay verdik KOCA AĞA’ nın bünyesi zayıf olduğu için,

Başını döndürmüştü... Uzun süre o insanların yakına bir daha yaklaşmamış, çay ikram etseler de artık içmemiş...

...

 

DOKTORDAN SOKAKTA İLAÇ İSMİ İSTEDİ...

KOCA AĞA’ mız bir gün ürünlerini satmaya ilçe merkezine götürmüş...

Tam şehirde dolaşırken aniden hasta olmuş;

Bir yerleri ağrımaya başlamış...

Çarşıda yürürken birden ilçenin ünlü doktorun muayenehanesinin önünde geçerken, onun bir vatandaşla tavla oynadığını görmüş...

Cin gibi düşünen, KOCA AĞA mız hayatın her türlü sıkıntısını başarıyla atlatmayı gerçekleştiren, hastalığını da iyileştirme işini bedavaya getirmek için, doktorla tavla oynayan arkadaşının yanlarına yaklaşmış...

-Selamünaleyküm Doktor Bey,

-Aleyküm Selam demiş doktor da...

-Doktor bey benim(vücudunun çeşitli yerlerini göstererek) şu bölgelerimde ağrı var, hangi ilacı kullanırsan geçer? Ne yapmamı istersiniz?

Tam bir halk insanı olan doktor kişinin ciğerinin içini bildiği için...

KOCA AĞA’ yı tepeden tırnağa süzmüş;

Muayenehanesini işaret etmiş;

-Seni gözü açık köylü bu iş sokakta olmaz, muayenehaneme gel, orada bakmam lazım, ilaçlarını orada yazarım demiş...

Muayenehane lafını duyunca, para vermemek için KOCA AĞA cin gibi, hemen oradan kaçarak uzaklaşmış...

...

 

KOCA AĞAYA ATLARIN YAPTIĞI HAİNLİK...

Bizim KOCA AĞA’ mız yine o günlerde tarlasından elde ettiği buğday, mısırını vs satıp at arabasıyla köyüne dönerken, Bir köyün civarındaki yolun kenarında karpuz tarlasını görüp arabasını durdurmuş...

Hızlı şekilde tarlaya girip 4 tane karpuzu kucaklamış;

Tarladan çıkarken atlar yavaşça başını alıp arabayı köy yönüne doğru devam ettirip götürmeye başlamış...

Atlara yetişmek için KOCA AĞA kucağındaki karpuzlardan birini hemen yere atmış atlara yetişmesi gerekiyormuş...

Kucağında üç karpuz atların kaçırdığı arabasının peşinden koşmuş...

Bakmış atlar daha da hızlanıp arabayı hızlandırmış;

KOCA AĞA ikinci karpuzu da yere atmış, daha da koşmaya başlamış...

Atlar arabayı hızlandırdıkça hızlandırınca üçüncü karpuzu da yere atmış...

Ama atlar artık daha hızlı şekilde alıp başını giderken,

Kucağında tek karpuzla koşmaya devam etmiş;

Atların hızına yetişemeyeceğini anlayınca, bu defa o karpuzu da yere vurmuş, kırmış, göbeğini alıp yemiş...

Daha hızlı koşarak atların kaçırdığı arabaya güçlükle yetişmiş...

Durdurmayı başarmış, dizginlerinden tutup, kontrolü sağlamış ama dört karpuzdan sıfır karpuzla elleri boş şekilde geri köye dönmüş...

Bizim KOCA AĞA’ mızın yaptıkları gerçekten çok ilginçtir...

...

 

KOCA AĞA’ YI DOSTLAR ALIŞ-VERİŞTE GÖRSÜN...

Nasrettin Hoca pazara gidip 20 kuruşa yumurta alıp, 10 kuruşa satıyormuş... 

Soranlara da şöyle diyormuş;

-DOSTLAR BOŞ GEZİYOR DEMESİN, ALIŞ-VERİŞTE GÖRSÜN...

Bizim KOCA AĞA mız da tarlasından hasat ettiği ürünlerini at arabasına yükleyip ilçeye satmaya giderken;

Tarlada 40 derece sıcakta çalışan işçileri görmüş...

-BEN DE BİRAZ KAR EDERİM, diye düşünmüş...

Ürünlerini satınca arabasını Sebze pazarına uğrayıp 3-4 kasa da güzel üzüm almış...

Amacı kilosunu 50 kuruşa aldığı üzümleri, işçilere 1 liraya satıp parasını ikiye katlamayı istiyormuş...

KOCA AĞA köye dönüşünde sabahleyin gördüğü tarlada çalışan işçilerin yanında arabasını durdurmuş, üzümlerinin olduğunu onların almak isteyip istemediğini sormuş;

Onlarda mutlu olunca birden KOCA AĞA’ mızın etrafını sarmışlar...

Hepsi yapmaz ama onun saf ve dürüstlüğünü anlayınca birkaç işçi;

-Bir kilo üzümü alan iki kilo da cebine doldururmuş yani KOCA AĞI nın üzümlerinin yarısını da çalmışlar...

4-5 kasa üzüm bitince yoluna devam etmiş...

Sonra hesap yapmaya başlamış, paralarını saymış, ama üzüme ödediği anaparasını bile çıkaramamış...

Köye döndüğünde KOCA AĞA çevresindeki arkadaşlarına dert yanmış;

-Yahu 50 kuruşa aldım bir liraya sattım, İki kat para kazanmam lazım... Allah Allah nasıl oldu diye akılım bir türlü ermedi...

Aslında tarlada çalışan işçiler onun saflığından yararlanarak üzümlerinin yarısını çalmışlar...

Güya onu kandırdıklarını düşünenler aslında kendilerini kandırmış olduklarının farkına varmamış...

Dünyanın en saf, en dürüst, en masum insanı olan KOCA AĞA’ mızın anıları saymakla, yazmakla bitmez...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2022

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder