Her zaman doğru söyler,
yalan, hile, ihanet, politika nedir bilmez; dünyanın en dürüst, en güvenilir,
en saf insandır...
KOCA AĞA...
-ANILARI-
ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2022
Ön söz
İnsan doğar, büyür, yaşar ve
ölür…
Kimi ortaya koyduğu eserleri,
icatları,
Kimi sanatı, mal sevgisi,
inancı, dehası,
Kimi de saflığı, dürüstlüğü,
kendine özgü tavır ve davranışlarıyla akıllara kazınır...
Ölüp bu dünyadan kopup gitse
bile kuşaklar boyunca dilden dile anılır…
Tamamen köy kültürüyle
yetişen, bu saf kendi dünyasında varlığını sürdüren kişilerin düşünce evrenleri
oldukça sınırlı, dar hatta çokta küçüktür…
Hayatı boyunca öğrendiği,
doğruluğuna inandığı, yaptığı, uyguladığı her değerleri saf şekilde kendine
özgüdür…
Bu yapıdaki insanlar içinde yaşadıkları
kültür ve toplumun geleneksel tavır ve davranışlarındaki incelikleri, nezaketi
ömürleri boyunca aslında öğrenmemişlerdir…
Her şeyi gözlemlermiş, en
doğru bilen kişi izlenimini verseler de ya en doğrunun kendi bildiklerine
inanarak, ya da farkında olmadan ya uygulamaz, ya da uygulayamazlar…
Saflık, dürüstlük, yalan ve
hile bilmedikleri için; hayat sahnesinde sadece kendi dünyalarının doğal ölçülerine
göre hareket etmeyi seçip; kar zararını önemsemeden uygulayan saf kişilerdir…
-Bana göre bu iş ancak böyle
olur,
-Bana göre bunu söylemek en
güzelidir,
-Benim söylediklerimi herkes
bilemez, sadece ben bilirim,
-Bundan başkası olması mümkün
değil, sadece böyle olması gerekir,
-Kimseden korkum yok, onların
davranışları da umurumda değil,
-İsteyen beni sever istemeyen
sevmez gibi özgün davranışları vardır…
Kendilerine özgü olan çok az
kişide görülen bu tavır ve davranışları çoğunlukla yadırganır, karşı çıkılmasa
da takibe alınır…
Çevresindeki insanlar sessiz
şekilde onun kendine özgü davranışlarını izleyip gülünecek renklerini arayıp,
bulup, davranış şekillerini dilden dile anlatırlar…
Özellikle küçük köylerde her
iki üç kişi bir araya geldiğinde;
Söz dönüp dolaşıp o kişinin
toplumun genel görgü kuralları, nezaket ve saygı ölçüleriyle çelişen;
Sadece kendilerince doğru
bularak yaptığı hareketleri defalarca anlatarak gülmelerine neden olur…
-Bu kişi bakalım şimdi ne
yapacak?
-Geçenlerde nasıl yapmıştı?
-Bu olay karşısında nasıl
davranacak?
-Çok uç bir insan, inanılmaz
ilginç davranıyor,
-Çok saf kardeşim, bu kadar
da olmaz,
-Ben onun yerinde olsam falan
gibi ifadelerle hayatı dikkatle izlenir…
Öyle ki, kendine özgü olarak
safça yaptığı uç sayılabilecek bazı hareketleri yeni kuşaklara örnek olarak
gösterilir;
-Onun gibi davranma,
-Öyle yapma, yanlış olur,
-Aklını başına al gibi
ifadelerle değerlendirilir…
-Başkaları sana ne der, iyi
düşün,
-Herkesi kendine güldürme…
Bu saf kişilerin yaptıklarını
ters ve yanlış da gelse; bazı doğruları da gülümseyerek onaylanır, hatta takdir
edilir;
-Tamam, böyle yaptı, o saf
ama evliya gibi insan, denir, o kişiye yaşayan evliya muamelesi bile yapılır…
-O olmasa bu köyün tadımı
kalır?
-Benim en candan dostum, saf
kardeşim,
-O Allah adamı, ona gülen
kendine güler,
-Onu aldatan kendini aldatır,
-Onun her hareketini onaylıyorum,
-Yerinde kim olsa aynı şeyi
yapardı vs…
Bazen de çelişkili
hareketleri, ufak tefek yanlışları, farklı düşünce, tavır ve davranışlarıyla da
halkın sevgilisi olur…
Nasrettin hoca, Temel, İncili
Çavuş, Keloğlan, Bekri Mustafa vs…
Köyde yediden yetmiş yediye
her insanın hayatında gülümseten, ya da hayret uyandıran irili ufaklı izi
bulunan;
Ama çoğunlukla tebessümle
hatırlanan;
Orada doğup büyüyen, toplumun
tüm kesimleri tarafından sevgi ve saygıyla karşılanan;
Kimseye zararı dokunmayan,
kendi işinde gücünde, eş ve çocuklarıyla haşır-neşir olan;
Kendisinden sevgiyle söz
edilirken bile gülümsenerek hatırlanan;
Hemen tüm insanların “KOCA
AĞA” dedikleri;
Bu kişinin hayatı sona erse
de yaptığı ilginç davranışları, kendince uyguladığı doğruları; olaylar
karşısındaki tavır, hal davranış ve tutumu; kuşaklar boyunca unutulmamıştır
asla da unutulmayacaktır…
Saflığı, dürüstlüğü, yerine
göre, saf köylü çocuğunun ve başarılı şekilde sürdürdüğü hayat yolculuğundaki
ufak tefek “CİNLİĞİ” hayattan ayrılsa bile dilden dile dolaşmaktadır…
Köylülerin kiminin kardeş,
kiminin arkadaş, kiminin ağabey, kiminin komşu, kiminin akraba, kiminin dost
olarak ve sevimli ve kardeş gibi görme ifadesi olarak “KOCA AĞA” diye büyük saygı duyulup
gülümseyerek andığı KOCA AĞAhem yaşarken hem de ölümünden sonra hatırlanan
davranışları hala dilden dile dolaşmaya devam ediyor…
İki üç kişi bir araya
geldiğinde söz dönüp dolaşıp olayları yorumlaması; insanlar arasında hala da
bazen hayretle, bazen de gülümseyerek karşılanıyor…
-Vay be, demek öyle…
-Yahu “KOCA AĞA” bile böyle
yapmazdı…
-Yahu “KOCA AĞA CİN GİBİYDİ…
ŞEYTANA PABUCUNU TERS
GİYDİRİRDİ”
-DEVLETİN POLİSİNİNİ AKLIYLA
TUŞA GETİRDİ…
-Rahmetli olsaydı acaba bu
PANDEMİ konusunda neler söylerdi?
Gibi inanılmaz yakıştırmalar yapıl
ve yapılırdı;
Türklerin yazılı kaynakları,
kitapları fazla yoktur…
Asya’dan başlayan tarihimizde
daima sözlü geleneklerle kültürümüz dilden dile aktarılmıştır…
Bu sözlü kültürün de Meddah,
Hacivat Karagöz vs…
“SÖZ USTALIĞI” , “ANLATMA GELENEĞİ” devam
etmiştir…
“NEVİ ŞAHSINA MÜNHASIR, YANİ
KENDİNE ÖZGÜ KİŞİLİĞİ” Ve davranışlarını, dilden dile anlatılan anılarını
derleyerek belgeselleştirerek gelecek kuşaklara sunmak istedim… Bu kişinin
anılarına ileride belki de daha da yenilerini katarak, Türk insanının zekâsını ve
saflığını yansıtacaktır…
ABDULKADİR KAÇAR ADANA Mart
2022…
“KOCA AĞA” ANILARI…
“AL ÇUVALINI”
Köyümüzün en dürüst, en saf,
en erdemli kişi olan KOCA AĞAMIZ…
Bir arkadaşının evine gelmiş;
-Selamın aleyküm…
-Aleyküm selam buyur KOCA
AĞA?
-Benim çuvala ihtiyacım var
birkaç çuvalı ödünç verir misin?
-Ne demek, istediğin kadar al
gardaş ama işin bitince getir, demiş… İhtiyacı kadar almış, götürüp, işini
bitirmiş…
Bir gün, iki gün, bir hafta, on gün geçmiş...
KOCA AĞA ödünç aldığı
çuvalları geri getirmemiş…
Sahibinin de çuvala ihtiyacı
var...
-KOCA AĞAM bizim çuvala ne
oldu Gardaş?
Bu soru karşısında KOCA AĞA kaşını
birden çatmış;
Sinirli şekilde hızla koşarak
evine gitmiş, ödünç aldığı kişinin evinin önüne getirip sinirli şekilde atmış;
-Allan çuvalını diye yere
vurmuş…
Sahibi neye uğradığını tam
olarak anlayamamış;
Çevresindekiler de durumu
görünce ne yapacağını şaşırmış;
-YAHU HATUN, BİZİM KOCA
AĞAMIZ... NE YAPACAKSIN?
Saf ve dürüst olan KOCA AĞA
galiba şöyle düşünmüş olmalı;
Yahu bu adam zengin, yüzden
fazla çuvalı var…
Bana üç çuvalı çok gördü…
Oysa bu çuvallar benim olsa
daha iyi olurdu…
Belki de safça artık işim
düşmez diye düşünmüştür…
…
KERTENTELEYİ KURTARDIK
YILAN BİZİ KÖYE KADAR KOVALI…
Tek ulaşım aracı olan at arabasıyla,
oğlunu da yanına alıp,
Eşinin 15-20 kilometre
uzaktaki köyüne gitmişler...
Akrabalarıyla görüşüp sohbet
etmişler;
At arabalarıyla toprak yoldan
köye dönerken. kanalın kenarında 2 metreden büyük bir yılan kertenkeleyi ağzına
almış, yutmaya çalışıyormuş…
KOCA AĞA yarısı yılanın
ağzına giren kertenkeleyi kurtarmaya karar vermiş...
Atın dizginleri hızla şekilde
çekip arabayı durdurmuş;
Oğluyla birlikte 3-4 dakika belki
daha da uzun süre yılanın kertenteleyi yutmaya çalışmasını birlikte izledikten
sonra;
-Oğlum gel bu kertenin canını
kurtarıp özgürlüğüne kavuşturalım demiş…
Oğlu itiraz etmiş;
-Baba o onun rızkı, ne yapacaksın?
Bırakalım yutsun, demiş…
KOCA AĞA 4-5 dakika daha
düşünüp kesin kararını vermiş;
-Yok, oğulum yok, o
kertenkelenin yerinde kendimin olduğunu düşündüm… Hayvan bak nasıl can
çekişiyor…
Onu kurtaralım, sanki ben
kendimi kurtarmış gibi mutlu olurum, demiş…
Oğlu daha çocuk yaşlarda
olduğu için, bir yandan at kaçmasın diye, bir yandan da yılana bakıyormuş;
KOCA AĞA yerden taşları alıp
yılana atmaya başlamış;
Oğlu da ben de birkaç taş
atmış... Taşlardan biri yılanın kafasına;
-Tak, diye değmiş… Yılan kafayı sallayınca, kertenkele kurtulup
özgürlüğüne kavuşmuş…
Ama bu kez yılan TISSSS edip
KOCAĞ AĞA ile oğluna kızgın şekilde bakınca;
KOCA AĞA korkmuş, benim
rızkımı ağzımdan aldınız diye;
Bu kez onlara hücum etmiş…
KOCA AĞA hızla atların
yularını toparlayıp;
-Durma oğlum hemen kaçalım
demiş…
Atları kırbaçlamaya başlamış ama
yılan KOCA AĞA ile oğlunun olduğu arabayı takip etmeye başlamış…
KOCA AĞA atı kırbaçlamış, her saniye de dönüp arkasına bakıyormuş;
-Oğlum bak oğlum geliyor mu?
Yalandan da,
-Geliyor baba deyince KOCA
AĞA atlara daha hızlı vuruyormuş…
-Geliyor mu oğlum?
-Baba geliyor, daha hızlı
kaçalım, diyormuş…
Kendi köylerinden önce başka
bir köye ulaştıklarında bile, KOCA AĞA oğluna tekrar tekrar soruyormuş;
-Bak oğlum hala peşimizden geliyor
mu?
Oğlu da şakacıktan;
-Baba geliyor diyorum, atlara
daha fazla kırbaçlıyormuş…
En son o köyü de geçince
yılan peşlerini bırakmış…
Oğlu KOCA AĞA ’ya şöyle
demiş;
-Yahu baba kertenkeleyi
kurtardık ama neredeyse biz canımızdan olacaktık… Bizimki ne akıl?
KOCA AĞA’ nın ifadesi de çok
güzelmiş;
-İyidir oğlum… Ben
kertenkeleyi kurtarınca kendimi yılandan kurtardığımı düşündüm… İyi ettik, sende
bunu kendine örnek al... Ben ölür sen sağ kalırsan aynı olayla karşılaştığında
aynı şekilde davran demiş...
…
BİR ÇUVAL ELMAYI ATLARA YEDİRDİ
BANA BİR ELMA VERMEDİ…
Ekonomik durumu iyi olmadığı
için KOCA AĞA’ mız o yıllardaki teknolojiye uygun şekilde, tüm işlerini bir çift
at e arabasıyla görürmüş...
Tarlasını sürer, ekinini
biçer, mısırını hasat eder, pamuğunu da aynı şekilde üretirmiş...
O nedenle atları onun
hayatının en önemli ve en büyük varlığıymış...
Çiftçilik yaptığı atlarından
ikisiyle işlerini yürütüyormuş... İki atından akıllı olan ölüp delisi kalınca
tek atla tarla sürüp işlerini yürütmeye çalışmış... Ama matematiksel olarak bu imkânsız
olduğu için;
Köye en yakın ilçeye gidip
bir at daha almaya karar vermiş…
Oğluyla birlikte oraya varıp
aldıkları bir atta evdeki attan daha da deliymiş...
Arabaya koşup köye dönmek
için yola çıkmışlar;
Ama atlar birbirini hiç
sevmemiş;
KOCA AĞA hiç kırbaç kullanmamış,
öyle ki birbirlerini ısırarak yolda koşmaya başlayan at ve arkasındaki araba
dünyaca ünlü Ferrari otomobili gibi hızlı şekilde yol alıyormuş...
KOCA AĞA atları zapt etmekte
zorlanıyormuş...
Köye geldiklerinde bile atlar
birbirini ısırmaya devam etmişler...
KOCA AĞA oğluna şöyle demiş;
-Oğlum bu böyle olmayacak, bunları
akıllandıralım…
Oğlu o ana kadar arabaya hiç
bakmamış, ama birden dikkatini çekmiş ki arabada bir çuvalda muhteşem elma var…
Çok sevinmiş;
-Oh çok güzel baba elma
yiyeceğiz demiş…
KOCA AĞA oğlunu sert biçimde
ileriye itmiş;
-Sen şöyle kenarda dur
bakalım demiş…
Bu arada oğlunun yakın
akrabası olan delikanlı da yanlarına gelmiş;
KOCA AĞA çocuklara talimat
vermiş;
-Tarlaya gidelim, atları
birbirine yaklaştıralım, barıştıralım demiş…
Tarlaya vardıklarında KOCA
AĞA elma çuvalının ağzını açmış; bir o ata, bir diğerine elmaları yedirmeye başlamış;
Oğlunun arkadaşı ve oğlu da;
-Baba şu elmadan bize de ver
dedikçe;
KOCA AĞA;
-Bu elmaların hepsi atları
barıştırmak için; eğer onlar barışırsa siz sonra yersiniz, barışmasalar emlak
yok demiş…
Atlara binip atları boş
tarlada biraz dolaştırmışlar;
KOCA AĞA, oğluna ve
arkadaşına bir tek elma bile vermemiş, tüm elmaları atlara elma yedirmiş…
Atları dolaştırıp barışmaları
sonunda onları elma ile ödüllendirmiş, ama oğluna ve arkadaşına bir tek elma
bile vermemiş...
-Baba atlara neden elma
veriyorsun?
KOCA AĞA ders niteliğinde
şöyle demiş;
-Oğlum at elma yerse
sakinleşir…
Elma hayvanın ağzında birkaç
saniyede yok oluyormuş ama ağızları sulanan oğluna ve arkadaşına bir tek elma
vermemiş…
Biz de çocuğuz, ama babam
bize elma vermiyor…
-Baba bunların sakinleşeceği
yok, bak elmaların hepsini yedirdin…
KOCA AĞA tekrar;
-Yok, oğlum sakinleşir,
sakinleşir, demiş...
Oğlunun arkadaşı bakmış elma
bitecek;
-Bir elma ver ne olur amca
deyince de;
KOCA AĞA elinin tersiyle
-S... git… Elma yerine sana
tokat geliyor, benden bir daha elma isteme demiş…
Oğluna ve arkadaşına bir tek
elma vermemiş…
Oğlu da bir süre sonra
olayları sonunda gözlemini şöyle anlatmış;
-Baba atları elma yedi, ama
sakinleşmedi…
KOCA AĞA kendine özgü
tavrıyla;
-Bu elmalarla ben onları
kandırdım, atlar barışsın, onlarla birlikte hem tarla süreceğiz, hem de üstüne
bineceğiz…
Sizinle tarla mı süreceğim?
Üstünüze mi bineceğim? Bunlar atları kandırmanın yolu demiş...
Oğlu hala sitem etmiş;
-Koca çuval elmayı babam
atlara yedirdi, ne arkadaşıma ne de bana bir tek elma vermedi…
Babam nasıl doğru bilirse
öyle yapan bir insandı...
Ama onu çok sevdim, hala
özlüyorum…
…
KOCA AĞA ÂLİM HOCANIN AKLINI
BİR TÜRLÜ BEĞENMEMİŞ…
1940’lı yılların ikinci dünya
savaşı sonları…
Halk yoksul, aç, sıkıntılı,
hem devletin, hem de halkın sorunlar dağları aşmıştı…
O yıllarda devlet vergi
toplasın, halkı eğitsin, bilinçlendirsin diye;
Çağının en akıllı insanlarını
Köy Enstitülerinde yetiştirmişti devlet…
Onlar hem öğretmen, hem
mühendis, hem çiftçi, hem vergi memuru, hem çiftçilik gibi meslekleri iyi
biliyormuş…
Oradan mezunu olan hoca da
KOCA AĞA’ mızın köyüne, hem öğretmen, hem de vergi memuru olarak göndermiş… Bu
Âlim hoca o günkü gelenek ve göreneklere göre hem Arapça hem de Latin
Harfleriyle yetişmiş muhteşem bir âlim imiş…
Yani o güne kadar o köye
gelen en yüksek bilgiye sahip tek âlim insanmış…
Dönemin cumhurbaşkanının
eşiyle eşi de arkadaşı olan, yüksek sosyeteden ilk eşinden ayrıldığı içinde;
Yasalara uygun olarak o köyde
görevlendirilmiş...
1940’ lı yıllarda devlet
adına buğday üretimini denetliyormuş; harmanın üstüne şapkasını koyduğunda
kimse bir tane buğday bile çalamıyormuş... Ekmeğin karneye bağlandığı dönemde
halk onu çok sevmiş...
Köyde ayrıca ıslah
çalışmaları yapıyormuş;
Dağlardan gelen yerlere
yağmur sularının toplanması için havuzlar yapmış;
Selvi, ağaçları dikmiş, köyde
bulunan tek çeşmeye yağmurda kadınlar su almaya gidip gelirken çamura
basmasınlar diye kaldırımlar yaptırmış…
Yani köyü baştan sona imar ve
ihya etmeyi sürdürüyormuş...
Âlim hocanın bir gün morali
bozuk, canı sıkkın şekilde
Dolaştığını gören muhtar
hocaya sormuş;
-Hocam moraliniz neden bozuk?
Canınız neden sıkılıyor? Bir sorununuz mu var? Hem çözeyim, demiş...
Âlim hoca önemli olmadığını
falan söylemiş...
Muhtar ısrar edince de;
-Yahu KOCA AĞA benim de
akrabam olur... Ama yaptığım çalışmaları beğenmiyor, beni bir türlü kabul
etmiyor...
Gittiği her yerde de;
-Bu hocada hiç akıl yok; dağlara
taşlara selvi ekiyor…
Bu hocada hiç akıl yok,
kafası çalışmıyor, hiçbir şey bilmiyor;
Su toplama havuzları yapıyor,
bundan adam olmaz diyormuş…
Yüz yılı aşkın tarihi bulunan
köyünün gördüğü bu âlim hocaya yaptığı olumsuz ve safça yakıştırmalar hocanın
moralini bozmuş, akrabası olduğu içinde canını sıkmış...
Âlim hocayı can kulağıyla
dinleyen, politikanın kurdu da olan o dönemin muhtarı;
-Hocam, peki, senin yaptığın
bu çalışmalarla ilgili KOCA AĞA’ dan başka birisi bir şey söylüyor mu?
Âlim hoca;
-Hayır… Sadece KOCA AĞA
söylüyor, deyince;
Çocukluğundan beri KOCA AĞA
ile birlikte büyüyen, onun her türlü özelliklerini bile akıllı muhtar, hocaya;
-O söylüyorsa zaman hiç
önemli değil demiş…
KOCA AĞA saf, dürüst,
olabildiğince hile ve yalandan uzak yaşadığı için, kendi doğrularını dünyanın
da doğruları sayıyormuş... Kendi doğrularının toplumunkiyle uyuşmadığının hiçbir
zaman bilincinde olmadığı için herkes onu gülümseyerek, saygı duyarak,
izliyormuş...
…
KIZ İSTENİRKEN KOCA AĞA SULAMAYA ÇALIŞTIĞI ATIYLA
HAVUZA DÜŞMÜŞ…
Kocaman köyün en saf, en dürüst,
kendi dünyasının emsalsiz ve kendine inanan insanı olduğu için biraz geç
evlenmiş…
KOCA AĞA evlenme isteğini bir
gün muhtara anlatmış...
Muhtarda cin gibi çare üretme
konusunda üstüne insan tanımadığı için hemen KOCA AĞA’ nın sorununa el atmış...
-Evlenecek ama bizim köyden
KOCA AĞA’ ya kimse kız vermiyor...
KOCA AĞA’ nın gözü Emmisinin
iki kızındaymış...
-EMMİMİN KIZLARI R ÇANTADA
KEKLİK, diye köyün diğer kızlarına bakar yönelirmiş…
Ama emmisinin iki kızının da
kısmeti açılıp İlçeye gelin gitmişler…
Kendi yaşındakilerin hepsi
evlenmiş ama o evlenememiş…
KOCA AĞA sıkıntısını muhtara
açık seçik anlatmış…
Muhtar araştırmış, sormuş,
soruşturmuş, bir gün müjdeyi koca AĞA’ ya müjdeyi vermiş;
-Sana şu ilerideki köyden çok
güzel bir kız bulduk demiş;
KOCA AĞA çok sevinmiş, çok
mutlu olmuş...
Evleneceği kızın köyünün
adını duyunca da havalara uçmuş...
Muhtar yine cin gibi, KOCA
AĞA’ yı uyarmış;
-Sana kız bulduk ama şu ahırı
bir güzel tamir et, gösterişli eve çevir, kız isterken damı var diyelim… KOCA AĞA
hemen kollarını sıvamış;
-Pek, hemen hallederim demiş…
Ama pek becerikli olmadığı
için yaptığı ilk dam çökmüş…
Neyse çevredekilerin verdiği
akılla uğraşıp didinip ikinci kez damın betonunu dökmeyi başarmış…
Artık kız istemek için yola
çıkılmış;
En büyük serveti olan İki
atını arabasına koşmuş;
Köyün ileri gelenleri
muhtarla birlikte arabaya atlayıp namzet gelin adayını istemeye o köye
gitmişler...
Bundan sonrasını Muhtar şöyle
anlatmış;
-Biz kızın evine gittik, KOCA
AĞA atları boşandırıp içeri gelecek, Allahın emri peygamberin kavliyle kız
isteyeceğiz…
Ama kız istemenin heyecanıyla
olacak KOCA AĞA atları o gün sulamayı unutmuş...
Arabadan boşandırıp köyün
içindeki kocaman havuza sulamaya götürürken at, uzaktan su kokusunu alınca,
KOCA AĞAYLA birlikte havuzun içine uçarak düşmüş...
Muhtar kız istemek için söze
başlayacak ama KOCA AĞA, damat adayımız ortalıkta yok...
Tüm köy bu kez KOCA AĞA’ yı
aramaya çıkmışlar...
KOCA AĞA bir türlü ortada
yokmuş…
Muhtar kardeşini dürtmüş
muhtar;
-Yahu KOCA AĞA Nerede
arkadaş?
Yok, yer yarıldı da sanki
içine düşüp kayboldu...
Aradan bir saate yakın zaman geçtikten
sonra;
BİZİM AĞA her tarafından
şakır şakır sular akarken içeri girmiş… Herkes
hayretler içinde ona bakıyormuş…
Muhtar hayret dolu bakışıyla
sormuş;
-Ne oldu KOCA AĞA? Nedir bu
halin?
-Yahu muhtarım atı sulamayı
unutmuştum, hayvan çok susamış, havuza yaklaştığımızda üstünden beni de
kaldırıp havuza attı, birlikte düştük…
Bu sırada kayınbaba KOCA AĞA’
nın durumu kurtarmış;
Damat adayına bakmış;
-YAHU BU HAVUZA DÜŞMEYEN Mİ
KALDI? YEĞENİM SENİNDE ORAYA DÜŞMEN NORMAL…
Damat adayı yerine oturmuş müstakbel
gelin hanım kahve getirmiş;
KOCA AĞA’ nın üstünden hala
şakır şakır sular akıyormuş…
Bir taraftan suları temizlenmeye
çalışıyor…
Bir taraftan da kıza bakıp
kahveyi içiyormuş…
İş istemeye geldiğinde muhtar
söze girmiş;
-Allahın emri peygamberin
kavliyle bu adam var ya bu adam gazi çocuğudur...
Babası öyle güçlü silah
kullanırmış ki, düşmana aralıksız kurşun sıkarken 7 silah parçalanmış;
Bu topraklara düşmanı
bastırmayan gazinin oğludur, adamın damı da var, atları arabası da var, deyince
kızı da vermişler…
İş bitip köye döndüklerinde
KOCA AĞA’ nın yaptığı damı yine çökmüş...
Muhtar bu kez sıkı şekilde
tembih etmiş;
-Bu böyle olmaz, seni
görmeye, damını görmeye gelseler ne yapacaklar?
KOCA AĞA söz kesilince daha
hızlı çalışmaya başlamış…
Damı hemen bir daha sağlam
yaptığı için damı çökmemişti…
Daha sonraki yıllarda KOCA
AĞA gurur duyduğu ilk oğlunu yanına çağırmış;
-Oğlum gel hele; oğlum şu dam
var ya şu dam, o benim eserim;
Oğlu da gayet sakin şekilde;
-Baba içine demirde koydun
mu?
KOCA AĞA gururlu şekilde
kasılarak;
-Koymaz olur muyum?
İşin garibi yıllar geçse de
dam hala dün yapılmış gibi sağlam şekilde duruyordu…
…
MEN DİYMEN SAP; SEN DİYSİNG SAMANNIK…
Dünyanın en saf insanı olan KOCA
AĞA göz koymasına “Emmimim kızları çantada keklik”
Demesine karşın onlarla
evlenememişti…
İki kız da evlenip ilçede
yuvalarını kurmuştu…
Ama onlarla çocukluk arkadaşlıkları
yıllarca devam ettiği için at arabasıyla ilçeye her gittiğinde,
Çocukluk arkadaşlarının
evlerine mutlaka uğrar, eski anıları anlatırdı...
Bir gün yine küçük olanın evinde
konuk olmuş;
Bitişik evlerindeki kendinden
daha saf olan bir komşusu da KOCA AĞA ile sohbet etmeye başlamış…
Karşısındaki kişi de saf ve
kafasında birkaç tahtasının eksik olduğunun bilincinde olmayan KOCA AĞA ona
ciddi olarak bazı şeyler anlamış…
Sohbet ova tarlalarının-toprağının
muhteşem verimliliğinden açılınca;
Bizim KOCA AĞA şöyle demiş;
-Arkadaş bu topraklar ve çukurova
öyle verimli ki; tam karpuzun göbeği
gibi şahane, eşsiz ve muhteşemdir…
Karşısındaki kendinden daha
da saf olan diğer adam da;
-Hah KOCA AĞA ben de aynısını
düşünüyorum; karpuzun göbeğini çok severim…
Sulu, bol şireli, tatlı bal
gibi olur deyince;
KOCA AĞA onun birkaç
tahtasının eksik olduğunu çözdüğü için, kafasını iki yana sallamış;
Ana diliyle şöyle demiş;
-Men diymen sap sen diysing
samannık…
(Ben diyorum sap, sen
diyorsun samanlık) KOCA AĞA artık o kişiye sırtını dönüp bir daha da sohbet
etmemiş…
O kişi de kendiyle konuşmadığını
görünce çekip gitmiş, iki safın sohbeti böyle başlayıp böyle bitmiş…
…
AKAM MENİ ÖTTÜRÜR…
KOCA AĞA ileride köyün
muhtarı olacak yakın arkadaşıyla, birlikte tarlaya gitmiş...
Birlikte saatlerce çalışıp
birlikte çalışır, aynı şekilde dönermiş…
Bir gün yine o arkadaşının
arabasıyla köye dönerlerken,;
Köyün çeşmesini geçince KOCA
AĞA’ nın kavsarası, arabanın tekerine sıkışıp sürtmeye başlamış…
KOCA AĞA feryadı basmış;
-Ağa toktaaaaa toktaaaaa…
Kavrasam kırılacak, akam meni
öttürür…
Arkadaşı arabayı durdurunca
gözyaşları arasında;
Kavsarasını kurtarmanın
kahramanlığı ve sevinciyle;
Meydan savaşı kazanmış
komutan edasıyla köye dönmüş…
Kavsarasını sevinç dolu
gözlerle babasına sapa sağlam teslim etmenin mutluluğuyla gece bir rahat
uyumuş…
(Tokta dur; Akam meni öttürür
babam beni öldürür)
…
NİŞANLISININ FOTOĞRAFINI ÖPERKEN YAKALANDI AMA ÇOK
UTANDI…
Çocukluğunda önce öküzlerle,
daha sonra da kendinde devrim yaparak iki at ve arabayla çiftçilik yapmaya devam
eden KOCA AĞA; Öğleye kadar tarlalarını atla sürüp çok yorulmuş; bir ara mola
verip arabasının gölgesinde bir saat yemeğini yiyerek dinlenmiş…
Bütün yaşıtları evlenmesine
KOCA AĞA uzaktaki köylerin birinde bir hanımla nişanlanmış...
Onun vesikalık fotoğrafını
evlendiği güne hatta ölünceye kadar cebinde taşımış...
Nişanlılık süresi uzun
olduğu, düğüne daha bir yıl gibi zaman bulunduğu için; zaman geçmek
bilmiyormuş...
Düğününün güzel ve dillere
destan olabilmesi için, atlarıyla ve araç gereciyle tarlasında daha hızlı, daha
çok çalışıyor, bir an önce ürünlerini toplayıp, satıp düğününü yapmak
istiyormuş…
Tam bu günlerde, at arabasının
altındaki gölgede yemeğini yedikten sonra, cebindeki nişanlısının fotoğrafını
çıkartıp, kimse görmüyor diye onunla konuşmaya başlamış;
-Kıymetlim, Nişanlım, seni
evime bir getirebilsem...
Seni bir elime
geçirsem...
Ben sana yapacağımı
bilirim... O gün nelerin olacağını tahmin bile edemezsin...
Bu cümleleri öyle yüksek
sesle söylüyormuş ki, çevresinden tarlalarına gidip dönenlerin farkında bile
değilmiş...
Çevresinden gelip geçenleri
farkına varınca, suçüstü yakalanmış olmanın utancıyla KOCA AĞA’ nın yüzü
çocuklar gibi kızarmış...
Birden çevresindekileri
azarlamış;
-Defolun buradan Defolu
gidip, diye kovmuş…
Onlar uzaklaşınca cebinden
çıkarttığı nişanlısının fotoğrafıyla konuşmayı saatlerce sürdürmüş...
…
MURT TOPLAMA HİKÂYESİ…
Delikanlılık döneminin en
güzel yıllarını yaşarken;
KOCA AĞA emmisinin iki kızı
ve diğer köylülerle bilge yaşlı kadının önderliğinde karşı dağlardaki ormana
murt toplamaya gitmişler…
Herkes murtunu toplayıp,
ceplerini doldurmuş;
Çocuk denilebilecek yaşta
oldukları için, gidenler köye dönünceye kadar ceplerindekini yiyip bitirmişler…
“Emmimin kızı çantada keklik”
dediği büyük kızın iki cebi de dolu olmasına karşın murtları teker teker yediği
için cebindekiler bir türlü bitmiyormuş... KOCA AĞA birden sinirlenmiş;
-CANTIK DAYIN CEBİNG BAR
MIŞIK DAYIN AŞAMA diye azarlamış...
Aslında murtundan daha çok
emmisinin kızında gözü olduğunu, kendisinin farkında olması için;
murtu bahane ederek onunla
iletişim kurmaya çalışmış…
Ama çantadaki keklik dediği
emmisinin iki kızı KOCA AĞA’ yar olmamış… Gözünün önünden uçup ilçede bir
kişiyle evlenmiş…
(Cantık dayın cebing bar;
mışık dayın aşama; ceplerin şiş ve börekler gibi dolu, kedi gibi birer tane
yeme)
…
ÖĞRETMENİN YANINDA ONUN BABASINA
KÜFÜR ETMİŞ
Devlet o yıllarda köylere
genellikle tek bir öğretmen gönderiyormuş…
Beşinci sınıfa kadar çocukları
tek bir öğretmen okutuyormuş…
O Köye de bir öğretmen görev
yapıyormuş…
KOCA AĞA o yıllarda köyle ile
ilçe arasında minibüs işletmeye başlamış…
Köyde kalacak lojmanı ve yeri
olmadığı için KOCA AĞA bayan öğretmeni her sabah köye getiriyor, akşamda geri ilçeye
götürüyormuş…
İlçede oturan öğretmenin
annesi babası, bir gün kızlarının görev yaptığı köyü ziyaret etmeye karar
vermişler…
-Öğretmenlik yaptığı köyü
görelim, nasıl bir yermiş, kızımıza sürpriz yapalım, demişler…
Aynı saatlerde KOCA AĞA
öğretmeni minibüsüne almış, köyden ilçeye götürüyormuş…
Öğretmenin annesi babası da
ilçeden çıkıp, aynı saatlerde köye doğru geliyormuş…
Öğretmenin babası otomobilin
dörtlülerini yakmış, hızla KOCA AĞA’ nın minibüsüyle yolda karşılaşmış…
Gözü kamaşıp, direksiyonu
kullanmakta zorlanan KOCA AĞA karşıdan gelen otomobilin şoförüne bağırmaya
başlamış;
-Vay sana ehliyet verenin
anasını; böyle arama mı sürülür, böyle
lamba mı yakılır?
Öğretmen KOCA AĞA’ ya demiş
ki;
-Emmi o benim babam lütfen sövme,
diye yalvarırken,
KOCA AĞA da,
-Böyle babanın anasını… Böyle selektör mü yapılır?
Öğretmen yalvarıyormuş;
-Emmi sövme…
Ama o doğru olanı yaptığına
inandığı için aralıksız şekilde, öğretmenin söylediklerini de duymadan küfür
etmeye devam etmiş...
İlginç olan şu KOCA AĞA’ nın
ehliyeti hiçbir zaman olmamış...
Köy ve ilçe arasında
minibüsünü kullandığı içinde trafik polisleriyle genellikle karşılaşmamış...
…
“BÜYÜK AĞA BENİ ÖLDÜRECEKTİ…
Köy de saflığı, dürüstlüğü,
kendi ölçülerinin dışında diğer hiçbir şeyi kabul etmeyen KOCA AĞA konusunu
yaşıtı başka bir köylü şöyle anlatmış;
-Bir gün KOCA AĞA kardeşimin
yanına geldi;
Sen bu işlerden anlarsın ben
şu anda çok ucuz olan KOMMER marka bir minibüs alacağım...
Köyümle ilçe arasındaki diğer
yerleşim merkezlerine de uğrayıp yolcu taşıyacağım; ne dersin, dedi…
Kardeşim de;
-KOCA AĞAM bu minibüsler sağlıklı
ve verimli değil, sıkıntı verir, arıza yapar başına iş açar, iflas ettirir beni
dinlersen alma dedi…
Bu kez de eşine gidip
söylemiş…
O da KOCA AĞA’ ya;
-Sakın ha alma başımıza iş açma
demiş…
Ama KOCA AĞA kafasına koyduğu
işi mutlaka yaparmış…
Birkaç gün sonra o marka minibüsü
alıp köye getirmiş ama ehliyeti yok…
Köyde ehliyeti olan yakın
akrabasına;
-Benim şoförümsün bu minibüsü
sen kullanacaksın diye ona vermiş…
Neyse işler tıkırında
giderken bir gün akşam;
-Şoföre yarın sen dinlen yolcuları
ilçeye ben götürüp getireceğim, demiş…
Köyün iki muzip kişisi bunu
duyanca iddiaya girmişler…
Birinci muzip olan;
-Ben traktörle KOCA AĞA’ nın
minibüsünü dağdan inince düz yolda geçerim demiş…
İkinci muziple KOCA AĞA’ nın
kullanacağı minibüsü geçme konusunda iddiaya girmişler…
Sabah olmuş, köylüler
minibüse doluşmuş önden KOCA AĞA direksiyona sevinçli ve mutlu şekilde oturup yola
çıkmış...
Muzipler de traktörle onun
peşine düşmüş…
Köyün ileri gelen yaşlısı da
KOCA AĞA’ nın arkasındaki koltukta yerini almış...
KOCA AĞA sağa sola bakmadan
gözünü yoldan bir an bile ayırmadan minibüsü ilçeye doğru hatasız,
Ama motoru yakma pahasına
daima ikinci viteste kullanmaya devam etmiş;
Çünkü dördüncü ve beşinci
vitesi bilmiyormuş…
İkinci köyden sonraki düz
yolda ikinci muzip ile birinci muzip traktörle KOCA AĞA minibüsünü jet hızıyla
geçip gitmiş, o yıllarda yollar hala asfalt yapılmadığı için etraf toz duman
içinde kalmış…
Köyün yaşlı kişisi, KOCA AĞA’
nın arkasındaki şöyle demiş;
-Vah vaaahhh… Ne günlere
kaldık yarabbi? Traktörde minibüsü geçer miymiş?
KOCA AĞA o yaşlı kişiye dönüp
demiş ki;
-Ağam bu geçen motor muydu?
-Evet motordu…
KOCA AĞA birden küfrü basmış;
-Vay Anasını avradını s… Lan
kim onlar?
-Muzip iki kişiydi…
KOCA AĞA bu kez daha da çok
hırslanmış;
Traktörü geçmek için gaza
basıyormuş, ama ikinci vitesteki minibüs traktörü geçemiyormuş...
Akşamdan bahse giren iki
muzip onun minibüsüne yol vermiyormuş…
KOCA AĞA, Sağdan geçmek
istiyor, traktörle o yönü kapatıyorlar, soldan geçmek istiyor o tarafı kapatıyorlarmış…
KOCA AĞA ise ustalığını
dünyaya ve yolculara ispat etmek için traktörü mutlaka geçmesi gerekiyormuş;
Gaza basıyor ama traktörü bir
türlü geçemiyormuş…
Arkasında oturan yaşlı yolcu
KOCA AĞA’ nın hırsını kontrol edemediğini anlayınca;
-Baktım minibüs uçacak
canımızdan olacağız…
Pencereyi açtım, şapkamı
çıkarttım, basbas bağırıp salladım;
-Ulaaaaan… Çekilin Yoldan
Ulaaaaan…
KOCA AĞA bizi öldüreceeeek…
Çekiliiiiin…
Yol verin lannn… Canımıza
acıyın…
Macera filmlerinde olduğu
gibi bu yarış 10/15 dakika böyle devam etmiş;
Yaşlı yolcunun bu hareketini
görünce iki muzip kişi;
-Bu bizim akrabamız demiş ve KOCA
AĞA’ nın minibüsüne yol vermişler…
KOCA AĞA oldukça rahatlayınca
arkasına yaslanıp
-Geçtim vallahi... Sen
şahidim ol, minibüsü nasıl kullandığımı gördün?
-Geçtin KOCA AĞA geçtin
deyince rahatlamış…
Canını kurtaran, KOCA AĞA’
nın arkasındaki koltukta oturan kişi;
-Kazasız belasız Ceyhan’a
vardık… Ama bir daha KOCA AĞA’ nın minibüsüne asla binmedim…
…
KOCA AĞA KOYUNU KAÇIRMADAN
KURBAN KESEMEZMİŞ…
Aynı köyden evli olan bir
damadın kayınbabası kurban bayramı öncesi telefon açıp kızıyla eniştesini evine
davet etmiş...
Onlarda severek bayram öncesi
köye gelmişler...
Kurban kesilmesi ve
parçalanmasın konusunda kayınbabasına ona yardım edermiş…
Çünkü kayınbabamın elinden
bir şey gelmez, bir şey yaparmış gibi yapar ama koyunu yüzemezmiş;
Bıçağı kaynana onun elinden
alır koyunu kasaplardan daha iyi yüzermiş…
O gün de kurbanı kesilmiş,
kayna yüzmeye başlamış;
Damat beyde koyunun ayağını
tutuyormuş...
Bir bakmış ki kurbanlık bir
koyun kaçıyor arkasından onu kesecek aile olduğu gibi koşuyormuş;
Ama koyun öyle hızlı
koşuyormuş ki;
Kuyruk havaya inip inip
kalkıyor, poposu görünüyormuş;
Damat bir bakmış ki, koyunu
kovalayan KOCA AĞA’ nın oğlu...
Onun arkasından köyün bütün
köpekleri de oğlunu kovalıyormuş;
Tıpkı Türk filmlerdeki gibi
köyün 3-4 kilometre uzağındaki çeşmeye doğru koro halinde koşuyorlarmış…
Damadın kayınbabası sormuş;
-Oğlum kimdi bu kurbanlık
koyununu kaçıran?
-KOCA AĞA’ nın oğluydu baba…
Kurbanlık koyun, koyun
kaçıyor, oda koyunu kovalıyor, köyün bütün köpekleri de onları kovalıyor…
Kayınbabam derinden bir vah
çekerek şöyle demiş;
-Onun rahmetli KOCA AĞA’ her
bayram koyunu kaçırırdı... Koyununu kaçırmadan hiçbir bayram kestiğini
görmedim...
Damat beyin anlattığına göre
kaçan kurbanlık koyun başka bir köyün sınırlarında yakalanıp getirilmiş...
Tıpkı KOCA AĞA’ nın her
bayramda kaçırıp başka köylerde yakalayıp getirdiği kurbanlık koyununda olduğu
gibi...
KOCA AĞANIN OĞLUNUN FITIK AMELİYATI…
KOCA AĞA’ nın oğluyla aynı
köyden evlenen damat can dostlarıdır... KOCA AĞA’ nın oğlu kasık fıtığından
ameliyat olmuş…
Kendini çok güldüren,
esprileriyle kahkaha attıran damat konusunda eşine şöyle demiş;
-Hatun, Allah vere de
ameliyat olduğumu can dostum akrabamın eşi damat duymasa...
Çünkü aynı köyden evlenen
damat geleneksel söz ustası olduğu için anlattıklarıyla, kahkaha attırarak KOCA
AĞA’ nın oğlunun ameliyat dikişlerimi patlatabileceğinden korkmuş…
Ama buna rağmen damadı KOCA
AĞA’ nın oğlu aramış:
-Selamünaleyküm damat?
-Aleyküm selam KOCA AĞA’ nın
değerli oğlu... Nasılsın?
-İyiyim ama evdeyim...
-Neden?
-Üç dört gündür işe gidemiyorum,
kasıktan fıtık ameliyatı oldum, hatta hanıma dedim damat bey 3-4 gün inşallah
yanıma gelmez... Anlattıklarıyla beni güldürüp dikişim patlar dedim…
Ameliyattan 8.gün geçtikten
sonra KOCA AĞA’ nın oğlunun evine geçmiş olsun ziyaretine gitmişler...
Söz dönüp dolayıp KOCA AĞA’
nın anılarına gelmiş…
İşte o gün şöyle bir olayı
damat beyin kayınbiraderi hatırlatmış;
-Babam yakındaki köyde karpuz
tarlası almış, biz de KOCA AĞA’ nın atıyla tarlaya çapa çekiyoruz…
Atın üstüne biri binmesi
gerekir, bende 12 yaşında çocuğum, KOCA AĞA beni ata bindirmişti;
-Oğlum “DEH DE” diyormuş, o da aynısı yapmış...
6 kızın tek erkek kardeşi
olduğu için, aile onu yere göğe sığdıramıyormuş...
KOCA AĞA da çapa çekmek için
onu ata bindirdiğini annesine söylememesini tembihlemiş... Annesinin duyması
halinde kıyametleri kopartır KOCA AĞA’ yı köye sokmazmış...
Öğlen olunca çocuğu yakındaki
köye kahvaltılık almaya göndermiş... Domates, zeytin, salatalık, peynir falan
al demiş...
-Aman oğlum ata bindirdiğimi
anana da söyleme diyormuş…
Bende söylemiyordum, öğlen oldu;
KOCA AĞA
Çocuk gidip Kadir Kurt’un
kahvesinden söylediklerin alıp getirdim…
Gelip baktığında KOCA AĞA
oturmuş bıçakla ayağının tırnaklarını kesiyormuş…
Sofra kurulmuş, KOCA AĞA
tırnağını kestiği bıçağını toprağa üç defa sokup çıkarttıktan sonra domatesleri
soyup doğramaya başlamış…
Çocuk onu uyarmış, tırnak
kesilen bıçakla domates, salatalık doğranamayacağını söylemiş;
KOCA AĞA demiş ki;
-Canını sıkma oğlum, toprak
bunu temizler, üç defa sokup çıkartım…
Ama çocuk o bıçakla kestiği
domatesleri yememiş,
Akşama kadar aç kalmış köye
döndüğünde, annesine de söyleyememiş;
-Oğlum işler nasıl geçti diye
sorduğunda;
-İyi geçti dedim ama annemin
yaptığı yemeklerden beş kişinin yediği yemeği yedim…
KOCA AĞA nevi şahsına
münhasır bir kişiliktir...
Onun doğruları hep kendi için
doğrudur; buna inanır ve böyle davranmaktan her zaman onur duyar…
…
“KOCA AĞA” DENİZE ANADAN DOĞMA GİRDİ…
Köyümüzün damadının
kayınbiraderinin;
-Bir bankada çalışan
eniştesini Karataş’ a ziyarete gitmiş…
Bakmış ki akrabası olan KOCA
AĞA’ da orada... O da yeğenini ziyarete gelmiş...
KOCA AĞA’ nın ayağında kara
şalvar, üstünde beyaz gömleği varmış, kundurasının da topuğuna basmış…
Bir gün sonra, eniştesi ve
ablasını ziyarete giden akrabasına;
KOCA AĞA denize girmeye davet
etmiş...
-Buraya kadar gelmişken
birlikte denize girelim demiş…
Sabah erkenden kahvaltı
yapılmış, birlikte sahile inmişler;
KOCA AĞA sağa sola bakmış,
sahilde kimsecikleri göremeyince tüm giysilerini çıkartıp denize koşarak
girmiş...
Ablasını görmeye giden akrabasına
da;
-Hadi gel yeğenim sende gel,
denizde böyle çırılçıplak yüzülür... Böylece her yerini deniz tuzu alsın… Sende soyun gel, sende soyun gel…
Delikanlı girmemiş, bir süre
sonra denizden çırılçıplak çıkınca KOCA AĞA kıyıda bekleyen, denize girmeyen delikanlıya
şöyle demiş;
-Yeğenim arkanı dön… Bana
sakın bakma demiş…
İşte KOCA AĞA’ nın tavır ve
davranışı, işte saflığı işte kendi değerlerine göre hareket etme özgürlüğü
gerçekten de de çok ilginç…
…
KOCA AĞA’ NIN VURDUĞU ÇAKALLA İMTİHANI…
Sabahleyin erkenden at
arabasıyla tarlasına gitmiş, çalışmış yorulmuş bir de bakmış ti uzakta bir
çakal görmüş…
İnsanların en fazla 400-600
metre yaklaşabildiği bir çakala;
KOCA AĞA silahı doğrultup
çakalı vurmuş…
Çakal henüz ölmemiş, yarı
canlıymış…
-Nasıl bir avcı, nasıl nişan
aldığımı, çakalı nasıl öldürdüğümü tüm köye göstermeliyim, demiş…
Çakalı arabasına koyup çeşmenin
yanına gelmiş…
Çakalın canlı mı ölümü
olduğunu anlamak için dürtünce yarı canlı olduğunu görüp, ayağını bağlamış…
Tam o sırada çakal birden
canlanmış, önce sağ, sonra da sol elini ısırmış… KOCAI AĞA çakala çok
sinirlenmiş;
-Vay sen benim kolumu nasıl
ısırırsın? Ananı avradını diye küfür
etmiş…
Canı yanınca da yanındaki
küreğin sapıyla çakalın kafasına vurup öldürmüş…
Sonra da şöyle demiş;
-Millet ancak uzaktan
görebildiği çakalı yakından görsün
Benim büyük avcılığımı takdir
etsin demiş ama iki elimi de çakala kaptırmış…
KOCA AĞA şöyle düşünmüş;
-Bunu köye götürsem yahu
BÜYÜK AĞA çakal mı seni, sen mi çakalı avladın diye dalga geçerler demiş…
Çakalı kaldırıp dereye atmış…
Köylüler de sürekli sorular
sorum;
-KOCA AĞA eline ne oldu diye
dalga geçmesinler diye elini günlerce gizleyip, kimseye göstermemiş…
İşte böyle kuduz
olabileceğini, aşı konusunu düşünmesi, İlçeye gidip mutlaka aşı yaptırmayı düşünmesi
gerekirdi;
KOCA AĞA bunu bir türlü akıl
edememiş, ama iyi ki çakal kuduz falan değilmiş... Yoksa kudurup ölebilirmiş…
…
KOCA AĞA HEP KAFASINDAKİNİ YAPMIŞ…
Köyü üreticileri komşu
kasabaya gidip;
Tarım Kredi Kooperatifinden
para alacakmış…
Her üreticinin kaç dönüm
tarlası varsa, ona göre devlet kredi veriyormuş…
KOCA AĞA’ nın büyük abisinin
tarlası az olduğu için az para alıyormuş;
KOCA AĞA nın tarlası daha çok
olduğu için çok kredi alıyormuş…
Abisi, bizim KOCA AĞA’ ya çok
kredi verilmesini bir türlü çekemiyormuş…
Madem ben az oluyorum o da az
alsın demiş…
-Bizim KOCA AĞA, az al
krediyi az al, az alırsan her sene benim gibi kolay ödersin, çok alırsan seneye
ödeyemezsin…
Bizim KOCA AĞA nın kafasında
tek doğrusu vardır:
Abisi bile olsa gaza gelir
mi? İstediği krediyi alınca, abisi;
-Bizim KOCAAĞA gene benden
fazla kredi aldın, demiş…
Çünkü KOCA AĞA abisinin
önerisini de, dünyada kimsenin önerisine uymadan takmadan, kafasına koyduğunu
yapmış…
…
“BİZİM KOCA AĞA TRAFİK POLİSİNİ TUŞ EMİŞ…
Bizim KOCA AĞA köyün sessiz
kahramandır…
Oğlu 11-12 yaşlarındayken
babası bir traktör almış;
Ehliyeti hiçbir zaman
olmamış; tarlada çalışırken KOCA AĞA’ nın hiçbir sıkıntı yokmuş;
İlçeye gittiğinde ise tek
korkusu trafiğe yakalanmamakmış…
Oğluyla bir gün traktöre
binip ilçe merkezine girmişler...
Traktörün direksiyona 11-12
yaşında oğlunu oturtmuş...
Ulu Camiinin yanında polis KOCA
AĞA’ nın traktörünü durdurmuş;
Polis direksiyonda çocuğunu
görünce;
-Sağa çek, ehliyet ruhsatı
ver demiş…
Ruhsatın nerede olduğunu
bilmiyor KOCA AĞA’ nın da zaten ehliyeti olmadığı için polis sormuş;
-Bu çocuğa traktörü nasıl
verdin? Nasıl kullandırıyorsun?
KOCA AĞA gayet sakin şekilde,
trafik polisini ikna edebilecek bir sinsi ve ses tonuyla;
-Ben onun babasıyım, yanında
oturuyorum… En ufak hatasında ben müdahale edeceğim, demiş…
Polis şaşırıp kalmış;
-Yahu emmi, bu çocuk bir
arabaya çarpsa;
Bir insanı öldürse bunun
altından nasıl kalkacaksın?
Şimdi ben senin traktörünü
bağlayacağım…
Sana da 5 lira ceza
yazacağım, demiş…
KOCA AĞA sağa sola dönüp
bakmış, polise sert şekilde;
-Sen vatan haini misin? Üstelik sen benim kim olduğumu biliyor musun
demiş?
Polis birden şaşırmış KOCA
AĞA’ yı tepeden tırnağa süzmüş;
Ayağında şalvar, kafasında
şapka, hırpani bir köylü ama kendine Adana Valisi havası vermiş:
Oysa hem suçlu, hem de güçlü,
polis birden şaşırmış;
-Yahu emmi sen kimsin? Ben
traktörünü bağlayacağım, sana da ceza yazacağım, demiş…
KOCA AĞA birden sesini
yükseltmiş;
-Ben çiftçiyim, şu anda köyümde
100 ırgat tarlada benim yolumu bekliyor… Sen bu traktörü bağlarsan, bana ceza da
kesersen;
Benim oradaki ırgatlarım aç
kalırsa, çoluk-çocuğu aç kalırsa,
tarlada pamuk kalırsa; onu da başkası alıp çalıp götürürse;
Devlete zarar değil mi? Sen
vatan haini misin?
KOCA AĞA’ nın bu çıkışı
karşısında polis iyice bocalamaya başlamış;
-Yahu emmi neden bana vatan
haini diyorsun?
Polis karşısında kişi saf,
ama cin gibi kendini yanıltmaya çalışınca, poliste onun meydan okumasına
gülmeye başlamış ama şöyle demiş;
-Emmi sen hem suçlusun, hem
de güçlüsün…
Hem de beni vatan haini ilan
ediyorsun…
KOCA AĞA gayet cesur şekilde
iddiasını tekrarlamış;
-Evet, yoksa sen vatan
hainisin… Irgatlar tarlada, çocukları aç
kalırsa, pamuklarımızı başkası çalarsa devlete, bana insanlar yazık değil mi?
Polis bir ara susmuş; ona tekrar sormuş;
-Söyle bakayım sen bana ne
kadar ceza keseceksin demiş…
Polis gayet kararlı şekilde;
-Emmi sana 5 lira ceza
keseceğim,
KOCA AĞA yine polisin
sözlerinin üstüne;
-Polis oğlum, sen manyakmısın?
Ben 5 liraya ne kadar mazot alırım
biliyor musun? Kaç dönüm tarla sürerim,
sen vatan haini misin? Polis şaşırıp kahkahalarla gülmeye başlamış…
Polis bakmış ki saf Anadolu
insanı gayet haklı;
KOCA AĞA’ nın söylediklerine
yaklaşmaya başlamış;
-E emmi şimdi ne yapacağız? Kararını sen ver bana söyle;
Ne istersen onu yapayım demiş…
KOCA AĞA bu kez cinliğini
kullanmış;
-Sen bana eğer ceza kesersen
tarlamdaki 100 ırgatı alıp Kaymakamlığın önüne yığarım… Eylem yaparım, seni de hem rezil, hem de şikâyet
ederim demiş…
Polis bakmış ki, KOCA AĞA hem
sağdan, hem de soldan dalıyormuş;
Onun saflığı ve pratik zekâsı
karşısında başa çıkamayacağını anlayıp, polis onun cin fikrini öğrenince de
tamamen teslim olmuş;
-Emmi, şu traktörün
direksiyonuna sen geç,
Şu nehrin kıyısına in, oradan
çek git; ırgatını da sakın kaymakamlığın gönüne getirme; ileride seni
durduracak başka polis olursa benim ismimi ver… Ben polis Mahmut yakınıyım dersin demiş…
KOCA AĞA zafer kazanmış bir
komutan edasıyla çok mutlu şekilde polise teşekkür etmiş;
-Allah razı olsun yeğenim,
diye yoluna oğluyla birlikte devam etmiş...
İlçeden çıkıp köye doğru
ilerlerken, oğluna dönüp;
-Oğlum babanı gördün mü? Baban
zekâsını nasıl kullandı?
Trafik polisini nasıl tuş
etti… Benimle gurur duymalısın oğlum,
demiş…
Babasından direksiyonu
yeniden devralan oğlu da fırsatı kaçırır mı? KOCA AĞA olan babasına;
-Seninle her zaman gurur
duyuyorum, seni seviyorum demiş…
Koskoca devletin polisine saflığı
ve cin aklıyla rest çekip tuş edip istediği sonucu almış… Saflığı, dürüstlüğü,
kendi kurallarını gerektiğinde cin gibi uygulaması sayesinde hayatında başarılı
olmuş…
…
BLUĞ ÇAĞINA EREN OĞLUNA
KOCA AĞANIN ÖĞÜDÜ…
Oğlu blüg çağına erip artık
şalvarı giyip havalı şekilde yürümeye başlayınca, KOCA AĞA da onu uzaktan takip
ediyormuş…
Uzaktan yürüyüp gelişine
iyice süzermiş…
Kuzgunun yavrusuna baktığı
gibi KOCA AĞA nın da oğlu gözüne şahin gibi görüyormuş…
KOCA AĞA bir gün şöyle demiş;
-Yürüyüşüne kurban olduğum
dedi, şalvar sana çok yakışıyor…
Gel artık seninle erkek
erkeğe konuşalım demiş ona öğütler vermeye başlamış...
-Söyleyeceklerimi oğlum
aklında iyi tut; bir erkeğin cebinde bulunması gereken 7 şey var; bunları
bulundurmasan rezil olursun…
1-Cep aynası… Artık kızlara
ilgi alanın olacak…
Saçını tarayacaksın, düzenli
olacaksın…
2- Tarlaya gittiğinde gözüne
bir şeyler kaçarsa onu çıkartmak için mutlaka ayna lazım olacak…
Gözüne kestirdiğin kız olursa
aynayla ona mesaj göndereceksin…
Çünkü bu köyünün kızları
senden işaret bekliyor…
3-Çakı bıçağı… Elinde mutlaka bulunsun…
Tarlada çalışırken tırnağın
eğildi, ya da kırıldı…
Hayvan can çekişirken mundar
olmasın diye kesmelisin…
Bir düşman saldırdı, kendini
savunursun…
4-Yanında mutlaka bir
kibrit-çakmak bulunmalı…
Ateş taşımak sünnettir,
kestiğin hayvanı pişirerek yiyeceksin…
Ya da tarlada üşüdün, ateş
yakarsın…
5-Tespih delikanlılığın
nişanıdır…
Delikanlılığın göstergesidir,
çıt çıt çıt çekeceksin…
6-Köşker ipi; mutla yanında
ip bulunacak…
Şalvarın yırtıldı, hemen onu
o iple dikeceksin, bağlayacaksın…
7-Para olmasa olmaz, delikanlı
insan asla parasız gezmez…
8-Tarak mutlaka şart;
saçlarını düzenli taraman, kızlara kendini beğendirmen gerekir…
KOCA AĞA edindiği hayat
deneyimleriyle elde ettiği bu bilgilerle oğlunun hayatını kendi gibi hatasız
şekilde sürdürmesini arzu etmiş…
…
AVCI ARKADAŞININ KUŞUNU HABERSİZCE
PİŞİRİP YEMİŞ…
KOCA AĞA bir gurup avcı
arkadaşıyla kanallarda balık avına gitmiş...
Avcılardan biri hemen bir DİVİK
kuşu vurmuş… Römorkun yanına koymuş;
-Neyse bir kuşum oldu sonra
yerim diye sevinmiş…
Balık tutamasam bile gelip bunu
pişirmenin hayalleriyle avına devam etmiş...
500 metre kadar uzakta balık
tutmak için kanala gitmişler, oltalarını, ağlarını atmışlar ama bir türlü balık
çıkmamış…
Hava oldukça soğuk, ne balık
çıkmış;
KOCA AĞA bu durumdan artık
sıkılmaya başlamış…
-Bu balığın çıktığı da
çıkacağı da yok… Çokta acıktım, gidip şu az önce arkadaşın avladığı kuşu
pişirip bir güzel yiyeyim demiş…
Herkes balık tutmak için
uğraşırken o kalkıp, römorkun yanına gelmiş… Hem üşüdüğü, hem de acıktığı için
acil olarak odun toplayıp kocaman bir ateş yakmış…
Divik kuşunun tüylerini
yolmuş, ağaçtan yaptığı şişe kuşu geçirip güzelce kızartmış afiyetle yemiş…
Balık tutamadan römorkun
yanına hem ısınmak hem de Divik kuşunu yemek için gelen diğer avcının uzaktan
burnuna güzel bir kebap kokusu gelmiş...
Havayı iyice koklayıp kuşunu
bulmak için aramaya devam etmiş…
Aramış, taramış ama kuşu
koyduğu yerde yok;
Sağa sola bakmış, sonunda
KOCA AĞA ya gözü takılmış;
-Benim kuşum nerde?
KOCA AĞA çok sakin şekilde;
-Valla hava soğuktu,
acıkmıştım baktım burada sülün gibi duruyordu pişirim yedim, demiş…
-Yahu dayı benim kuşumu neden
yedin? Balık tutamadım, pişirip ben yiyecektim,
demiş…
Ava gidenlerin tamamı aç kalmasına
karşın KOCA AĞA kuşla karnını doyurmuş..
Çünkü sahip olduğu düşünce
şekli, davranış biçimi bu şekilde yapmasını istemiş…
Diğerlerinin de durumunu
değerlendirme ve düşünce yeteneği olmadığı için, en doğrusunun kendi yaptığı
olduğuna inanarak kendince normal olduğu için böyle yapmış…
…
ÇOCUKLARINIZA FAZLA YEDİRMEYİN…
KOCA AĞA yakın akrabaları ve
köylülerinden oluşan üç römork dolusu insanla deniz kenarına kamp kurmuş...
Köylüler de hemen her sabah
yumurta, süt getirip orada tatil yapanlara satıyorlarmış…
Yakınının hanımda her gün
çocuklara süt ve yumurta yediriyormuş…
Karnı doyan çocuklar sütü
içmek istemiyorlar, yumurtanın da yarını ağzından püskürtüyor, tükürüyorlarmış…
KOCA AĞA gelip durumu iyice
gözleyince;
-Ne bu yahu? Her gün cılan
dayın(yılan gibi süt içiriyorsunuz) süt içiresiniz… Ben sütü yumurtayı
bulamıyorum, her gün siz bir karış çocuklarınıza süt ve yumurtayı ağzına tepiyorsunuz…
Kendi doğrularına göre
annenin çocuklara her gün süt ve yumurta yedirmesi doğru bulmamış…
Çünkü kendi içinden geldiği
kültürde böyle bir şey, aşırı israf olmadığı için insanların ve yakınlarının
tutumlu olmasının gerektiğini bu şekilde anlatmış...
Ama çocukların sağlıklı
büyümesi için mutlaka temel gıda olan süt ve yumurtayla beslenmesi gerektiğinin
bilincinde değilmiş…
…
KOCA AĞA ÂLİM HOCANIN SELVİSİNİ
KESİP ARABASINA OK YAPMIŞ...
Köylülere uygarlığı öğretmek
için gelen halkın Âlim hoca diye büyük saygı duyduğu kişi, köy enstitüsü
mezunuymuş..
Ama öyle güzel eğitilmiş,
yetiştirilmişti ki, tarım, tıp, öğretmenlik vs konularında örnek bir insanmış…
1950’li yılların ikinci
yarısında; geldiği köyde dağdan gelen yağmur sularını toplamak için havuz yapıp,
bağ yapıp çevresine selvi ekmiş…
KOCA AĞA aynı zamanda
eniştesi olan bu hocanın yaptığı her şeye karşı çıkmış;
En büyük serveti ve sermayesi
olan iki at ve bir arabasına gözü gibi bakıyormuş...
Bir gün at arabasının oku
kırılmış Âlim hocanın ektiği selviyi kökünden kesip at arabasına ok yapmış...
Köylüler KOCA AĞA’ ya çok
kızmış, başka yerde ağaç yok muydu da sen bu güzelim selvileri kestin diye
sitem etmişler…
Ama o doğru yaptığına
inandığı için ikna etmek mümkün olmamış, olamazmış...
KOCA AĞA kendine kızanlara
sonunda şöyle demiş;
-Amaaan boş verin bir ağaçtan
ne olacak? Sonunda o bir ağaçtı, demiş…
…
KOCA AĞIMIZ ÇOK GÜÇLÜYMÜŞ…
KOCA AĞA çok güçlüymüş,
Köyün delikanlıları tarihi
ören yerinde define aramak için bir taşı kaldırmaları gerekiyormuş...
4-5 genç sabaha kadar
kazdıkları yerdeki büyük taşı yerinden bile oynatamamışlar...
KOCA AĞA oradan geçerken
sormuş delikanlılara;
-Ne yapıyorsunuz?
KOCA AĞA küçümseyen bir ses
tonu ve yüz ifadesiyle;
-Çekilin, sizden adam olmaz,
diye çukurun içine inip, zayıf bünyesine rağmen dört kişinin kaldıramadığı taşı
çıkartıp yuvarlayıp uzağa atmış…
Define falan hiçbir şey
bulamamışlar… Dört delikanlının kaldıramadığı değirmen taşını tek başına
kaldırıp atması pehlivanlığına en güzel örnek olmuş…
Ayrıca her gün tarlayla, doğa
olaylarıyla savaşan birisi olarak elbette güçlü olması normal karşılanmalıdır…
…
İĞNE BÜYÜK BALIK KÜÇÜKTÜ…
KOCA AĞA balık tutmayı çok
severmiş; köye yakın bir Gölete arkadaşlarıyla birlikte gitmişler;
Sazan balıkları tutmuşlar ama
hoşlarına gitmemiş, bu kez; Denize gidelim demişler, akrabası olan kişi şöyle
diyormuş;
-Ben oltamı atıyorum, balık
tutuyorum, atıp çekiyor, KOCA AĞA tutamıyordu…
-Neden tutamıyorsun?
KOCA AĞA da sitemli bir
ifadeyle;
-Balık vuruyor ama bir türlü
tutamıyorum, bu gün şansım yok galiba diyormuş…
KOCA AĞA’ nın oltasını
incelemişler ki;
Baktım ki, 15-20 kiloluk sazan
balıkları için kullanılan iğneyle küçük çupra balık yakalamaya çalışıyormuş…
Kocaman iğneye taktığı solucanları,
çupralar yiyip kaçıyormuş…
Yani kocaman iğneyle küçük
çupra balık tutamayacağını bilemiyormuş...
Kendinden başkasını
beğenmeyen KOCA AĞA nın iğneleri değiştirilince galiba birkaç tane küçük çupra
balık yakalamış...
Çünkü düşüncesine göre,
taktığı iğnenin boyutları onun için hiç ama hiç önemli değilmiş…
Her balık kendi iğnesindeki
solucanı yemek zorunda…
Tabi balık tutmak uzmanlık
gerektirir... O bunu bir türlü fark edemiyormuş... Balıkların boyuyla,
iğnelerin boyunu düşünmediği için ve bunu da asla önemsemediğine göre
tutamıyormuş…
…
HER SU DA BALIK OLMAZ…
KOCA AĞA bir gurup köylüyle
kanallarda balık avlamaya giderken bir köprünün üstünden geçerken su
birikintisi görmüş;
KOCA AĞA çok heyecanlanmış;
-Beni burada bırakın şu suda
kocaman balıklar tutacağım demiş…
KOCA AĞA’ yı kimse ikna
edememiş;
-Burada balık olmaz, demelerine
rağmen asla düşüncesinden vazgeçirememişler...
KOCA AĞA ısrarını sürdürmüş;
-Buradan tutacağım balıkları
size göstereceğim inanamayacaksınız, dedi…
İğnelere solucanları takıp
atmış boş, atmış boş;
Bir saatten fazla olta atmış,
balık bulamayınca;
-Yahu gerçekten de burada
balık yokmuş, demiş…
Diğer arkadaşları başka
kanala gidip oradan 6-7 kilogram balık tutmuşlar... Ateş yakıp pişirip KOCA AĞA
’ya da ikram etmişler...
Ama inandığı konuda onu kimse
vazgeçirememiş…
Ne yapmak isterse kafasına
koyduğunu mutlaka yaparmış…
…
KOCA AĞA KÖTÜ KARPUZLARI İKRAM ETMESİNİN BELEDİLİ KÖTÜ
ÖDEMİŞ…
Tarlasına o yıl karpuz ekmiş
KOCA AĞA...
Yanından gelen çocuk
akrabalarını karpuz yemeye davet etmiş...
Onlarda zevkle kabul
etmişler;
-Yeriz demişler...
KOCA AĞA hemen tarlasına
girip 5-6 tane ama halk arasında MIKLI yani bozuk eğri büğrü özürlü karpuz
getirmiş…
Kesmiş, karpuzun üçte ikisini
çöpe atıp, kalanını ikram etmiş... Çocuklar biraz üzülmüş...
Tarların öteki tarafına
geçtiklerinde KOCA AĞA’ nın görmediği bölümündeki tarlasından, en büyük kocaman
karpuzları almışlar…
Arkadaşına bunun yanlış
olduğunu anlatmış diğer çocuk ama,;
Dinlememiş diğeri;
KOCA AĞA’ nın akrabası
olduğunu haram olamayacağını söylemişler...
En büyüklerinden üçer karpuz
almışlar;
İkisini kollarının altına,
birer de dişlerine sapından tutturmuşlar, köye yakın çeşmeye geldiklerinde
karpuzları kırıp göbeklerini alıp, diğerlerini çöpe atmışlar...
Köye götüremeyeceklerini
anladıkları için sadece içlerindeki o bölümü yemişler, diğer bölümlerini de
dereye atmışlar...
Akrabaların olan KOCA AĞA
belki de kaliteli karpuz ikram etseydi, çocuklar böyle davranmayacaktı...
Ama onun hileli ve cimri
davranması, bozuk ve gelişmemiş karpuzlarını ikram etmesi çocukların moralini
bozmuş...
Onlar da intikam almak için
böyle davranmışlar...
…
EHLİYETSİZ DOLMUŞÇU…
KOCA AĞA at arabacılığından KOMMER
dolmuşçuluğa terfi etmiş… Mersin’e gitmiş KOMMER marka minibüslerden almış…
Köyü ile ilçe arasında yolcu
taşıyacakmış…
O yıllarda başka bir köylünün
de aynı şekilde çalışan minibüsü olduğu için yolcular onun minibüsünü tercih
ediyormuş...
KOCA AĞA’ nın hem ehliyeti
olmadığı, hem de acemi olduğu için köylüler;
-Yolda devirip bizi öldürür
diye kimse kendine KOCA AĞA’ ya yolcu olmuyor, minibüsüne binmiyormuş…
Ama ilçeye giderken yol
üzerindeki diğer köylüler ona yolcu olarak minibüsüne biniyormuş...
Köyünden ilçeye kadar daima üçüncü
vitesle ancak gidebiliyormuş…
KOCA AĞA doğup büyüdüğü
köyünde iş tutturamayınca;
Akrabalarının dolmuşçuluk
yaptığı büyük kente gelmiş...
-Köyde bu işi yürütemedim,
burada büyük şehirde bu işi yapabiliri miyiz?
Akrabası da;
-Burada yasak, yalnız sabah
ve akşam saatlerinde dolmuş az, yolcu çok olduğu için korsan şekilde yapabiliriz
demişler...
Yakını minibüsünü kullanmaya
başlamış;
KOCA AĞA da kendi minibüsünde
da muavinlik yapıyormuş…
Normal dolmuşların olmadığı
zamanlarda pusuda bekleyip, mahalleden çarşıya korsan olarak yolcu
taşıyormuş...
Her defasınd6a 20-25 kişi
biniyormuş, dolu gidip boş geliyorlarmış…
Kazanç iyiymiş ama gün içinde
de yapalım falan demeye başlamış… Akşam
ve sabahları olabilir demişler...
Birkaç gün o şekilde
yapmışlar… Günü kurtarmışlar…
Diğer günler farklı hattında
falanda korsan minibüsçülük yapmışlar… Ama diğer dolmuşçular bu durumu tespit
edip KOCA AĞA’ yı ve minibüsünü kullanan yakınını kovalayınca bu işten vazgeçmişler…
Başka bir yakınlarının eşinin
ürünlerini MUT’a götürüp oraya satmaya karar vermişler...
Oradaki esnaflar da kabul
etmiş…
Akşamdan 5-6 esnafın
paketlerini yüklemişler…
Yolda kaparo para almışlar
COMMER marka minibüs araba benzinliymiş...
Silifke ye yakın bir petrol
istasyonuna girip 14-15 yaşlarındaki görevliden depoyu doldurmasını
istemişler...
O da benzin yerine mazot
koymuş, boşaltamamışlar...
Petrol istasyonundaki çocukta
fark etmemiş, vakit geç olduğu için yavaş yavaş 10-15 kilometre gitmişler, o
mazot, süper benzin ilave ettirmişler ilerledik…
O yılların arabası da yanlış
yakıt konulsa bile idare ediyormuş demek ki…
1,5 saatte gidecekleri yere 3
saatten fazla zamanda gitmişler…
KOCA AĞA da minibüsü alırken benzin
mi mazot mu kullandığı konusunda hiçbir şey bilmiyormuş…
Yani bazen saflık insanın
işine yarıyor…
Kafasını bu olaylara takmamış…
Gitmişler esnafın ürünlerini satıp paralarını kazanıp gelmişler…
…
BİR PAKET SİGARA PARASINA DİŞ YAPTIRDI…
KOCA AĞA’ nın diş sorunu
vardır...
Diş teknisyeni yakınının
işyerine gelmiş, oynayan dişini çektirmiş bir süre sonra da yerine yeni dişi
yaptırmış...
O sıralarda ekonomik sıkıntı
yaşayan teknisyen yakını;
-İşte KOCA AĞA bize
ücretimizi getirdi, diye çıraklı birlikte çok sevinmişler...
KOCA AĞA ödeme yapmak için
arkasını dönüp, parasını teknisyene ve çırağa göstermeden bir miktar parayı
teknisyenin cebine koymuş…
Teknisyen sevinç içinde,
çırağa da gündeliğini ödeyeceği için mutluymuş; yakını olduğu için hakkı olmasa
bile bir büyükçe harçlık verdiğini tahmin etmiş...
KOCA AĞA’ yı sevgi ve
saygıyla yolcu etmiş;
Cebine elini atıp bakmış ki
teknisyen, cebine koyduğu para bir paket sigara parası bile değilmiş…
Çırağıyla birlikte kahkahalarla
gülmüşler;
Ama KOCA AĞA kafasındaki
neyse onu vermiş... Ne bir kuruş eksik ne bir kuruş fazlaymış... Çünkü onun
dünyasından hayat böyle görünüyormuş...
...
KOCA AĞANIN BİLİMSEL TESPİTİ
“HA TAVUK; HA
YUMURTA ”
Yakını olan genç yeni
nişanlısını hem görmek hem de arkadaşlarıyla tanıştırmak için iki motosikletten
oluşan gurubuyla aynı zamanda akrabası da olan KOCA AĞA’ nın köyüne gezmeye
gelmişler...
Köyün girişinde KOCA AĞA’ nın
evi önce olduğu için onun evine uğramışlar...
Sonra da kayınpederinin evine
uğrayacaklarmış…
Genç nişanlısını tanıştırmak
için getirdiği arkadaşlarını tarihi kaleyi ve dağı göstermek için oraya
çıkartırken;
KOCA AĞA’ nın kulağına eğilip,
-Arkadaşlarımla birlikte
geldik, bir tavuk kes ikram et beni onlara mahcup etme demiş…
Arkadaşlarıyla kaleyi falan
gezip KOCA AĞA’ nın evine gelmişler;
Sofra hazırlanmış,
arkadaşlarına tavuk ikram etmeyi düşünen genç akrabası;
Bir bakmış ki, sahanda üç beş
yumurta kırmış, akrabası olan delikanlı bunun arkası gelecek diye düşünüyormuş…
Oysa arkasında tavuk falan
yokmuş, sormuş;
-Bizim tavuk ne oldu?
KOCA AĞA kendine özgü tavır
ve sözleriyle şöyle demiş;
-Yahu yumurta da tavuktan,
tavukta yumurtadan… Arkadaşlarınızla birlikte yeğdiniz de tavuk…
KOCA AĞA’ nın bu şekilde
davranışı karşısında arkadaşlarına mahcup olmuş, çok üzülmüş beni mahcup ettin
demiş…
Daha sonra kayınbabasının
evine gidip arkadaşlarına tavuk ziyafetini orada çekmiş…
…
“NEŞAVV ÖŞŞŞŞŞ”
Bizim KOCA AĞA çiftçiliğe
öküzlerle başlamış...
Onlarla tarla sürüp ekiyor,
ürünler hasat ediyormuş...
Çünkü o yıllar yolluk dönemi
çiftçilerin kullandıkları tek güç ve hayvan öküzmüş…
KOCA AĞA’ nın ailesinin Şaban
isminde bir de öküzleri varmış… Bir gün Şaban Öküz alıp başını kaçmış;
KOCA AĞA’ nın annesi de;
-KOCA AĞA Şaban Öküz kaçtı,
cuvur(koş) tut, demiş…
O sırada kendiyle aynı yaşta
olan Emmisi’nin kızını da aynı anda çağırması gerekiyormuş…
Birden Bizim KOCA AĞA’ nın
kafası karışmış;
İkisini birbirine karıştırmış
şöyle bağırmış;
Nezihaya “NEŞAVVVVV”
Şaban Öküze “ÖŞŞŞŞ” diye
ikisini aynı anda kullanırken şöyle demiş;
-NEŞAVVVV ÖŞŞŞŞŞŞ…
İkisini birden çağırır en
kafası karışmış ağamızın…
Çocuk sayılacak o yıllarda
bile kafası karışıkmış...
Saf, dürüst, insanlığın
gördüğü en iyi saf köylü insanmış...
…
“ANASINA AVRADINA KÜFREDECEKTİM”
Bizim KOCA AĞA’ mız dünyanın
safı olduğu için köylüler bazen kızdırıyormuş…
Tarlasından atına binip
dönerken;
İyi genç geçeceği yolun kenarındaki
çalılara saklanmış…
Tam atıyla geçerken birden
ikisi bağırarak;
-HÖÖÖÖÖYYYYYY, diye ayağa
kalkınca, at ürkmüş…
KOCA AĞA’ mız attan düşmüş ve
kolu kılırmış…
Günlerce tedavi olmuş, ama
öfkesi bir türlü geçmemiş…
Atını korkutanlardan birinin
babasının yanına oğlunu şikâyete gidip KOCA AĞA şöyle demiş;
-Yahu senin bu oğlun var ya,
diğeriyle çalıların arkasına saklanıp, atla geçerken onu ürkütüp beni
düşürdüler…
Elim kırıldı, anasına avradına
küfredecektim, aklıma sen geldin…
Oğluna terbiye ver, yoksa ben
yapacağımı bilirim, diye postasını koymuş…
Ama saygısına ve hürmetine
bakın ki;
Neden küfür etmediğini de
gayet güzel, kendine özgü tamamen saf köylü üslubuyla söylemiş…
Ama saflığıyla bilindiği için
şakalarıyla insanlar onu üzmeye arada sırada devam etmişler…
O sade ve su katılmamış
güzellikteki insanı üzerek aslında kendilerine zarar verdiklerini uzun süre
anlamamışlar, anlayamamışlar...
Belki de yaptıkları şakaların
misliyle karşılığını ve zararlarını yaşamalarına karşın olayın farkında
olmamışlar...
…
“BOZUK DİREKSİYON SOĞUKTA ÜŞÜTMEZ”
Bizim KOCA AĞA atlarıyla
yaptığı çiftçilikten sonra teknoloji konusunda çağ atlamaya karar vermiş…
Atlarını satıp traktör almış…
Herkes onu gönülden tebrik etmiş, çok mutlu olmuş…
Ama satın aldığı traktörün
direksiyonu arızalıymış, sağa sola çevirince zor hareket ediyormuş…
Traktörün direksiyonunun KOCA
AĞA” nın zorlandığını gören köylüler;
-Yahu KOCA AĞA bunun
direksiyonu bozuk, istersen bir tamirciye götür, demişler;
KOCA AĞA” yaptığı işin
doğruluğunun ve yerinde olmasının eleştirilmesine karşı çıkmış ve kendinden
gayet emin şekilde şöyle demiş;
-Bozuk olduğunu ben de
biliyorum: ama bunu süren insan soğuk havada hiç üşümez… Sağa sola çevirirken güç
kullanır ve de ısınır kötü mü?
İnsanlar kahkahalarla
gülmüşler…
KOCA AĞA” ne yaparsa kendine tamamen
kafasının işleme şekline göre yaparmış… Başkalarının dediğini önemsemez bildiği
yolundan dönmeden dosdoğru gidermiş...
...
KOCA AĞIMIZIN BEKÇİ KORKUSU...
KOCA AĞA’ nın yaşadığı köye
3-4 kilo metre uzaktaki Gölete devlet her yıl yavru balıklar atarmış...
Ama bir süre de avlanmasını
yasaklarmış...
Sürekli gece gündüz bekçi
orada görev yaparmış...
Köyden 4-5 kişilik bir
gurupla KOCA AĞA yla birlikte ay ışığında gizlice göletten balık tutmaya karar
vermişler...
Ama av yasak olduğu için
herkes tedirgin ve rahatsızmış...
Kamıştan olan oltalara
yemleri takıp göle atmaya başlamışlar...
Bizim KOCA AĞA’ mız oltayı “ŞRAAAAK”
diye öyle sesli atıyormuş ki diğer arkadaşları rahatsız oluyormuş;
Neredeyse uykuda olan bekçiyi
uyandırıp ateş etmelerinden falan diye çekiniyorlarmış...
Diğer köylüler kontrolsüz şekilde
ses çıkarttığı için KOCA AĞA’ yı yanlarında ve yakınlarında olmasını
istemiyormuş...
O da istenmediğini anlayınca
daha da ilerilere gidip kendine kuytu bir yer bulmuş...
Köylülerden biri de onu
korkutmak için gölün kenarındaki çalıların arkasından gizlenerek saklanarak
sanki bekçiymiş gibi, birden çalıları bilinçli şekilde ezerek çatır çutur ses
çıkartarak arkasından yaklaşmış...
KOCA AĞA ayak seslerimi
duyunca ürkmüş bu kez iyice gizlenmeye çalışmış, ayak sesleri arttıkça tam
siper yatmış;
Ve kafasını da çalıların arasına
gizlemişi hiç bir ses çıkartmıyormuş;
Onu korkutmak isteyen kişi
adım adım biraz daha yaklaşıp, gizlendiği yerdeki başucuna gelip durmuş;
Artık bakmaktan başka çaresi
olmadığı için kafasını şöyle çevirip bakmış, gelenin bekçi değil kendi köylüsü
olduğunu anlayınca;
-Sen misin lan? Diye bir
küfrü basmış...
Ama KOCA AĞA gece balık avı
sırasında epeyce tedirgin olmuş ve inanılmaz şekilde korkmuş;
O korkarken gittiği kişilerin
hepsi gülmekten kendisini alamamış...
O göletten çuvallar dolusu
balıkla köye dönerken köylülerin konuştuğu tek konu, KOC AĞA’ mızın ay
ışığındaki korkusuydu...
...
“YAHU BİZİM KOCA AĞA
SARI ÇOCUK KADAR OLAMADIN”
Aralarında KOCA AĞA’ nın da
bulunduğu iki kişi kanallarda ördek avına gitmişler...
Yanındaki akrabası bakmış
ileride yerde iki ördek duruyormuş...
-Hadi KOCA AĞA sen yerdeyken
hemen sık, ben uçarken sıkarım demiş..
Beklemiş, beklemiş KOCA AĞA
bir türlü sıkmamış...
-Yahu KOCA AĞA neden
sıkmıyorsun?
Tam o sırada ördekler tam
havalanırken o sıkıp ikisini vurmuş...
Suya düşen ördek suya almış,
kanaldan ilerlerken daha ötelerde yine ördek vurmuş...
Bizim KOCA AĞA’ mız alınmış;
-Hemen ayrılalım, senin
yanında ben tüfek sıkamam demiş... Ayrılmışlar, akrabası olan kişi ileride üç
yeşil, bir de kirik ördek daha vurmuş...
Avı tamamlayıp asfalta çıkmış
artık köye dönecekmiş;
Bizim KOCA AĞA da hiçbir
ördek vuramadan ondan daha önce aynı minibüse binmiş...
Köylüler çok ördek vuran
akrabasından ördek isteyince o da hemen avını vermiş...
Minibüste bulunan diğer köylü
büyükler;
-Hani KOCA AĞA sen bir şey
vuramadın mı? Demişler...
Birlikte ava çıktığı
yanındaki akrabasını gösterip;
-Ben bunun yanında tüfek
sıkamam demiş...
-Hani sen bu çocukla dalga
geçiyordun... Bak 4 ördek vurmuş sen hiçbir şey vuramamışsın, deyince çok
bozulmuş...
Belki de KOCA AĞA’ nın hayatında
en büyük sıkıldığı an olmuş...
O güzel insanlar o güzel
atlara binip gittiler bu gün sadece anıları kaldı... Mekânları cennet ruhları
şad olsun...
...
KOCA AĞA HEP ZAMAN SAFÇA VE DÜRÜSTÇE DOĞRUYU
SÖYLERDİ...
Dünyanın hiçbir koşulda yalan
söylemeyen, her şeyi olduğu gibi çekinmeden ortaya koyan, tamamen sansürsüz
konuşan, yalan, politika, hile nedir bilmeyen safların en safı ama muhteşem bir
insanmış KOCA AĞA...
Bir gün aynı köylüleriyle
birlikte bitişik köydeki asker arkadaşlarını ziyarete gitmişler...
Oradaki asker arkadaşları çok
övünüyormuş;
-Köyde beni herkes sever, çok
espriliyim, elim arkamda gezerim, yediğim önümde yemediğim arkamdadır...
Herkes beni parmağıyla gösterir,
diyormuş...
KOCA AĞA durur mu yine
doğruların en doğrusunu söylemiş;
-Hastir 2 çocuklu dul bir
avrat aldı, bırakın kabadayılık kim o kim
yahu? Deyince ortalık buz kesmiş... Kimi
yüzünü yere eğmiş, kimi gülümsemiş...
Bizim KOCA AĞA’ mız her
zaman, her ortamda tamamen doğruyu söylemeye, sansürsüz, her zaman net konuşan
muhteşem safların safı temiz bir insanmış...
...
POLİTİKAYI BİLMEZDİ AMA HER ZAMAN EN DOĞRUYU
SÖYLERDİ...
O Yıllarda Özal hükümeti
iktidardaymış...
Bir gurup köylü arkadaşımızla
ilçeye düğüne gidiyorduk...
Minibüsün içi oldukça kalabalıkmış;
Söz dönüp dolaşıp hükümetin
yaptığı hayat pahalılığından açılmış;
Herkes fikrini söylemeye
başlayınca, her zaman en doğruyu söyleyen KOCA AĞA’ da çok yüksek sesle,
-Kimse pahalılıktan şikâyet
etmesin, çünkü pahalılık iyidir, ucuzluğun ne gereği var ki demiş; herkes
şaşırmış...
-Yahu nasıl olur? Pahalılık
iyi olur mu? Demişler...
KOCA AĞA kendi bakış
penceresinden şöyle anlatmış;
-Özal Hükümeti zam üstüne zam yaptı, çok büyük paralar yedi yediler bunlar
artık iyice doydular...
Halka yapabilecekleri
zamların hepsini yaptılar... Artık zam
yapacakları bir şey kalmadı... Ama küplerini de iyice doldurdular...
Diğer partileri işbaşına
getirirsek, onlar ın küpleri boş ve hepsi de baştan sona kadar tamamen aç...
Yeni gelecekler kendi
ceplerini doldurmak için yeni zamanlar yapacaklar, milleti soyup soğana
çevirecekler...
Onları yıllarca artık
doyuramayız, pahalık olsun bunlar daha iyidir...
Artık iyice doydular
yapabilecekleri bir şey kalmadı...
Aslında söylediklerinin
tamamı doğruydu, biz ne diyeceğimizi bilememiş...
Ama o doğruların insanıydı...
Sansürsüz konuşurmuş,
politikayla ilgisi yokmuş ama söylediği her şey akıllı ve derin bir gözleme
dayalıymış...
KOCA AĞA’ NIN EĞİTİM ZAYİATI
Köyün ileri çiftçileri o yıl
soğan ekmiş çokta güzel verim almış...
KOCA AĞA arkadaşının yanına
gelmiş;
-Soğanlarını bana ver at
arabamla götürüp çevredeki köylerde satarım, yani sen ürettin ben de
pazarlayayım...
Sen de para kazanırsın, benim
de elime biraz para geçer iyi olur, demiş...
-Tamam demiş...
Gece geç saatlerde at
arabasıyla köye geri döneceği için yeni aldığı üç pilli, muhteşem bir el
elektriğini de istediği için ona emanet olarak vermiş...
At arabasına yüklediği
soğanlarla çevredeki köyleri sabahtan akşama kadar dolaşmış soğanların hepsini
başarıyla satmış köye dönmüş;
-Nasıl gitti KOCA AĞA? Demiş
soğan sahibi...
KOCA AĞA DA;
-İyi gitti, al sana şu kadar
para kazandırdım ama atımın yem torbasını kaybettim çok üzüldüm demiş...
Soğan sahibi de çok üzülmüş;.
-Hani elektriği de ver, demiş...
KOCA AĞA gayet sakin şekilde;
-Onu da yem torbasına
koymuştum maalesef kaybettim...
-Ama ben onu yeni almıştım
yapma... Olur mu? KOCA AĞA
-Olur olur, hem de bal gibi
olur onu da eğitim zayiatı say demiş...
Ben atlarımın yem torbasını
kaybettim, sen de elektriğini kayboldu... Bunu eğitim zayiatı sayalım... Yapacak
bir şey yoktu... KOCA AĞA’ mız ne söylerse yalansız riyasız ve dürüstçe ve
safça anlatırdı... İnandım ve kabul etmekten başka çarem yoktu...
...
DEVLETE LAF SÖYLETMEZDİ;
“EVİNDE ET BULAMIYORSUN...”
Aynı köyümüzde üç kişiyle
aynı yerde asker arkadaşıymış...
Bitişik köyünden de başka bir
asker arkadaşıyla aynı yerde görev yapıyorlarmış...
Onu ziyarete gitmişler...
Asker yemeği yerken, bitişik
köydeki asker arkadaşları yemeğin içindeki etleri beğenmiyormuş;
-Şu yenir mi? Bu yenir mi?
Diyormuş...
Doğrucu Davut olan saf KOCA
AĞA durur mu mu?
Yine en doğruyu söyleyen kişi
olarak tarihi görevini yapmış; demiş ki;
-Ulan oğlum, sen köyünde,
evinde et bulamıyorsun, devlet sana burada et vermiş onu beğenmiyorsun,
zıkkımlan sesini çıkartma demiş...
Bitişik köydeki arkadaşı sus
pus olmuş ve artık etleri ileri geri itmeden yemeyi sürdürmüş...
...
DEVLETİN MALINA LAF SÖYLETMEM...
KOCA AĞA’ mız askerde
istihkâmcıymış...
Kazma kürek işi yapıyormuş...
Çalışırken, elbiseleri yırtılıyormuş... Bitişik köydeki başka bir asker
arkadaşı kıyafetinin sürekli yırtılmasından ve onu yamamaktan şikâyet
ediyormuş; KOCA AĞA ya dönüp;
-Allah için söyle bu elbise
böyle yamalıklı giyilir mi? Bu nasıl elbise?
Saf ve dürüst koca yürekli
KOCA AĞA yine en doğru lafı etmiş;
-Ulan demiş sen bu giysileri
memleketinde köyünde bulamıyorsun... Devlet sana, bana bunları vermiş, neden
beğenmiyorsun, diye haşlamış...
Saf, dürüst, yalan ve hile
bilmeyen KOCA AĞA tam bir devletçiymiş ülkesini milletini çok sefermiş...
Her zaman doğru söylermiş,
Söylediklerinde politika ve yalan yokmuş.. En güvenilir, en sağlam muhteşem bir
insanmış...
...
KOCA AĞA’NIN LAFI ÇAVUŞA DOKUNMUŞ...
Askerlikte gece eğitimi
vazgeçilmezdir...
Karanlıkta erler U şeklinde
dizilir, sol el arkada, sağ elinde tüfek vardır...
Rahat vaziyette çavuşun gece
eğitiminde verdiği dersi nefes almadan dinlerler...
Çavuşta, canının istediği ere
işaret eder, söylediklerini tekrarını emreder...
İşte yine bir gece eğitim
sırasında bizim KOCA AĞA birden dalmış gökyüzündeki sayısız yıldızları izlerden
birde bakmış ki yeni kocaman bir ay görmüş...
Birden ayağa fırlayıp
heyecanla bağırmış;
-AY ACARA BİNDİ LAAAAN!!!!
Çavuş sesin kimden geldiğini
görünce, bir adım öne çıkmasını istemiş...
KOCA AĞA ayağı kalkıp hazır
ol vaziyette durmuş;
-Sen nerelisin asker?
-Adanalıyım komutanım,
-Belli Adana’dan böyleleri
çıkar... Sen bizim orada birine lan desen seni döver ve öldürürler...
KOCA AĞA cevap vermiş;
-Bizim orada da öldürürler
komutanım...
-O zaman neden LAN diye bağırıyorsun?
KOCA AĞA yine cevap vermiş;
-Komutanım ben onu ortaya
söyledim...
-Ortada ben varı asker?
KOC AĞAMIZ bozulmuş,
kızarmış, ama gece olduğu için biraz rahatmış...
Bazen söylemeden önce kırk
boğum olan boğazdan dikkatli geçirerek söylemek gerekir...
Ama KOCA AĞA’ mızın böyle bir
düşüncesi, çekincesi olmadığı, daha da önemlisi saf ve kendi dünyasının insanı
olduğu için, sözlerini hep rahatça söylemekte sakınca görmemiş...
...
KOCA AĞI’ NIN BİLİMSEL TESPİTİ “ISPANAKTA CİVATA
OLMAZ”
Yeni öğretmen olduğu köyüne
dönen öğretmenin etrafına toplanan delikanlılar, ondan bilgi almaya
çalışıyorlarmış...
Onun yeni fikirlerinden
yararlanıyorlarmış...
Sohbet devam ederken KOCA
AĞA’ da yakınlarına gelmiş ve onları dinlemeye başlamış...
1-2 metre uzağımızda yere çömelip
eline bir çöp alıp toprağı karıştırmaya başlamış...
Ama kulağı yapılan
sohbetteymiş...
Öğretmen olan ağabeylerine
çeşitli sorular soruyorlarmış;
Genç öğretmen de insan yediği
besinlerden çeşitli madenler ve minerallerin olduğunu, kişinin güçlü ve sağlıklı
olmasının bu şekilde gerçekleştiğini anlatıyormuş...
Öğretmen sözünün bir yerinde;
-Fındıkta, fıstıkta şu,
fasulye şu mineraller var diyordu...
Çevresindekiler de onu can
kulağıyla dinliyormuş...
Öğretmen olan ağabey sözünün
bir yerinde şöyle demiş;
-Örneğin yediğimiz ıspanakta
demir var, o da çok yararlı bir sebzedir... Bolca tüketilmesi çok faydalıdır...
İnsanların vücudundaki demir eksikliğini giderir, sağlıklı ve mutlu yaşatır...
KOCA AĞA’ duyduklarına hayret
etmiş olmalı ki;
Sohbeti ortasında hızlı
şekilde ayağa kalkıp başını sağa-sola çevirmiş;
KOCA AĞA’ mız, öğretmene
dönerek;
-Lan oğlum boşuna okumuşsun,
boşuna öğretmen olmuşsun... Ispanakta cıvata ne gezer? Sen aklını mı yedin diye
küfür etti...
Öğretmen de KOCA AĞA’ yı çok
iyi tanıdığı için;
-Tamam, KOCA AĞA’ MIZ... Tamam... Sen ne dersen
doğrudur diye gülüştük, hala da bu olayı anlatır güleriz...
...
KAÇAK ÇAYLA SARHOŞ OLMUŞ...
Köyün delikanlıları akşamüstü
bir meydanda toplayıp çok güzel bir kaçak çay demlemiş;
Hem derin sohbetler hem de türküler
söyleyip, fıkralar anlatıyorlarmış...
KOCA AĞA’ mız yanlarına
gelmiş...
-Oooo hoş geldin falan
demişler...
Hepimiz onun saflığını,
dürüstlüğünü, bildikleri için,
Çok ağır ve demli olan kaçak
çaydan bir bardak ikram etmişler;
KOCA AĞA içtikçe içmiş, çok
beğenmiş;
-İyi olmuş, sağ olun demiş..
-Bir bardak daha, bir bardak
daha istemiş...
Köyün delikanlıları da ikramda
sınır tanımamışlar...
KOCA AĞA’ yarım saat sonra
ayağa kalkınca başı dönmüş,
Evine doğru yürümek yerine geri
geriye doğru yürümeye başlamış...
Birden oradaki insanlara
küfürler savurmaya başlamış;
-Ne koydunuz lan bu çayın
içine?
-Yok vallahi hepimizin içtiği
çay... Ama kaçak çay biraz koyu olmuş olabilir... Hepimizin içtiği çay... Bak
bize bir şey olmuyor ki demişler...
Oysa biz ikram olarak çay
verdik KOCA AĞA’ nın bünyesi zayıf olduğu için,
Başını döndürmüştü... Uzun
süre o insanların yakına bir daha yaklaşmamış, çay ikram etseler de artık
içmemiş...
...
DOKTORDAN SOKAKTA İLAÇ İSMİ İSTEDİ...
KOCA AĞA’ mız bir gün
ürünlerini satmaya ilçe merkezine götürmüş...
Tam şehirde dolaşırken aniden
hasta olmuş;
Bir yerleri ağrımaya başlamış...
Çarşıda yürürken birden ilçenin
ünlü doktorun muayenehanesinin önünde geçerken, onun bir vatandaşla tavla
oynadığını görmüş...
Cin gibi düşünen, KOCA AĞA
mız hayatın her türlü sıkıntısını başarıyla atlatmayı gerçekleştiren,
hastalığını da iyileştirme işini bedavaya getirmek için, doktorla tavla oynayan
arkadaşının yanlarına yaklaşmış...
-Selamünaleyküm Doktor Bey,
-Aleyküm Selam demiş doktor
da...
-Doktor bey benim(vücudunun
çeşitli yerlerini göstererek) şu bölgelerimde ağrı var, hangi ilacı kullanırsan
geçer? Ne yapmamı istersiniz?
Tam bir halk insanı olan
doktor kişinin ciğerinin içini bildiği için...
KOCA AĞA’ yı tepeden tırnağa
süzmüş;
Muayenehanesini işaret etmiş;
-Seni gözü açık köylü bu iş
sokakta olmaz, muayenehaneme gel, orada bakmam lazım, ilaçlarını orada yazarım demiş...
Muayenehane lafını duyunca,
para vermemek için KOCA AĞA cin gibi, hemen oradan kaçarak uzaklaşmış...
...
KOCA AĞAYA ATLARIN YAPTIĞI HAİNLİK...
Bizim KOCA AĞA’ mız yine o
günlerde tarlasından elde ettiği buğday, mısırını vs satıp at arabasıyla köyüne
dönerken, Bir köyün civarındaki yolun kenarında karpuz tarlasını görüp
arabasını durdurmuş...
Hızlı şekilde tarlaya girip 4
tane karpuzu kucaklamış;
Tarladan çıkarken atlar
yavaşça başını alıp arabayı köy yönüne doğru devam ettirip götürmeye
başlamış...
Atlara yetişmek için KOCA AĞA
kucağındaki karpuzlardan birini hemen yere atmış atlara yetişmesi gerekiyormuş...
Kucağında üç karpuz atların
kaçırdığı arabasının peşinden koşmuş...
Bakmış atlar daha da hızlanıp
arabayı hızlandırmış;
KOCA AĞA ikinci karpuzu da
yere atmış, daha da koşmaya başlamış...
Atlar arabayı hızlandırdıkça
hızlandırınca üçüncü karpuzu da yere atmış...
Ama atlar artık daha hızlı
şekilde alıp başını giderken,
Kucağında tek karpuzla
koşmaya devam etmiş;
Atların hızına yetişemeyeceğini
anlayınca, bu defa o karpuzu da yere vurmuş, kırmış, göbeğini alıp yemiş...
Daha hızlı koşarak atların
kaçırdığı arabaya güçlükle yetişmiş...
Durdurmayı başarmış, dizginlerinden
tutup, kontrolü sağlamış ama dört karpuzdan sıfır karpuzla elleri boş şekilde
geri köye dönmüş...
Bizim KOCA AĞA’ mızın
yaptıkları gerçekten çok ilginçtir...
...
KOCA AĞA’ YI DOSTLAR ALIŞ-VERİŞTE GÖRSÜN...
Nasrettin Hoca pazara gidip
20 kuruşa yumurta alıp, 10 kuruşa satıyormuş...
Soranlara da şöyle diyormuş;
-DOSTLAR BOŞ GEZİYOR DEMESİN,
ALIŞ-VERİŞTE GÖRSÜN...
Bizim KOCA AĞA mız da
tarlasından hasat ettiği ürünlerini at arabasına yükleyip ilçeye satmaya giderken;
Tarlada 40 derece sıcakta
çalışan işçileri görmüş...
-BEN DE BİRAZ KAR EDERİM,
diye düşünmüş...
Ürünlerini satınca arabasını
Sebze pazarına uğrayıp 3-4 kasa da güzel üzüm almış...
Amacı kilosunu 50 kuruşa
aldığı üzümleri, işçilere 1 liraya satıp parasını ikiye katlamayı istiyormuş...
KOCA AĞA köye dönüşünde
sabahleyin gördüğü tarlada çalışan işçilerin yanında arabasını durdurmuş, üzümlerinin
olduğunu onların almak isteyip istemediğini sormuş;
Onlarda mutlu olunca birden KOCA
AĞA’ mızın etrafını sarmışlar...
Hepsi yapmaz ama onun saf ve
dürüstlüğünü anlayınca birkaç işçi;
-Bir kilo üzümü alan iki kilo
da cebine doldururmuş yani KOCA AĞI nın üzümlerinin yarısını da çalmışlar...
4-5 kasa üzüm bitince yoluna
devam etmiş...
Sonra hesap yapmaya başlamış,
paralarını saymış, ama üzüme ödediği anaparasını bile çıkaramamış...
Köye döndüğünde KOCA AĞA
çevresindeki arkadaşlarına dert yanmış;
-Yahu 50 kuruşa aldım bir
liraya sattım, İki kat para kazanmam lazım... Allah Allah nasıl oldu diye
akılım bir türlü ermedi...
Aslında tarlada çalışan
işçiler onun saflığından yararlanarak üzümlerinin yarısını çalmışlar...
Güya onu kandırdıklarını
düşünenler aslında kendilerini kandırmış olduklarının farkına varmamış...
Dünyanın en saf, en dürüst,
en masum insanı olan KOCA AĞA’ mızın anıları saymakla, yazmakla bitmez...
ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder