8 Ağustos 2017 Salı

Gazeteci Erol Erk'in anıları 4

Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Bu olumsuzluklarla birlikte artık sağ Türkiye de basında
kalmamıştı, Sağ Basın gerici basın diye nitelendiriliyordu.
Sağcı basınla geri zekalı eşit düzeyde anlaşılıyordu.
1960-1970 yılları arasında sağcıyım demenin Atatürk’çüyüm
demenin suç sayıldığı bir dönem yaşadık. Tiyatro,Sinema
Basının saygısı olmak suç sayılmaya devam ediyor. Bu akım
günüzümde bile varlığını hala sürdürmektedir. Yazarların,
sanatçıların, tiyatrocuların büyük bir bölümüde bu anlayış
yüzünden diğer partilere doğru yönelmek zorunda bırakıldılar.
İsmet Paşa o dönemde CHP ‘nin kominist ve aşırı solcu
olmadığını devamlı vurgularken şöyle diyordu:
- Fransa da Halk Meclisi’nde bir parti sağda, bir parti
solda oturur. Sağda oturana sağcı, Solda oturana solcu denir…
diye espiriler yapmıştı.
İsmet Paşa o yıllarda CHP ile aşırı sol arasında bir
emniyet sübabı görevini üstlenme gereği duymuştu.
-201-



Abdulkadir KAÇAR
MENDERES’İN HATALARI
 Demokrat Parti kurdu. Vatan Cephesi’yle kendisini
zedelemeyi başlamıştı. Öyle ki, mezarında ki ölülerin isimleri
bile, “VATAN CEPHESİ” ne “UYUYORDU” diye radyodan
ilan ediyor bu da rahatsızlık yaratıyordu.
Aynı Partinin basına koyduğu gereksiz, yersiz ve keyfi
sansürde biz gazetecileri oldukça üzüyordu. O dönemde
entertiple dizilen gazete tam baskıya gireceği zaman bir kara
geliyor, Manşet Haberi çıkartılması isteniyordu. Başka bir
haberin dizgisi de saatler aldığı bugün kü gibi bilgisayar
sistemi olmadığı için olanaksızdı. Bu nedenle sansüre giren
haberlerin dizgisi çıkartılıp, yeri bembeyaz kalarak çıkardı.
Menderesin basına sansürüyle İsmet Paşa Fobisi partiye
büyük zararlar vermeye başladı. Bir de ayrılmaz ikili olan
Adnan Menderes’le Celal Bayar’ın ilişkileri de gün geçtikçe
soğuyor hatta kopuyordu. İşte bu olumsuzlukta Menderes’
in dış politika da aciz bir dönem geçirmesine neden olmuştu.
Bir defa yüzde yüz Amerikan Emparyalizmine bağlı dış
politikamız nedeniyle de Cezair’in kurtuluşundaki olaylar
da, ne de Mısır’daki siyasi gelişmelere diyalog katkımız bile
olmadığı için bu iki önemli İslam ülkesinin dostluğunu
kaybettik. Hiç unutamıyorum, Cezair devlet başkanı Habip
-202-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Burgaba Türkiye’ye ziyarete geldiğinde TBMM’de bir
konuşma yapmış, şunları söylemişti :
-Biz, bağımsızlık destanımızı Atatürk posterleri, Türk
bayraklarıyla kazandık. Bu destanda Atatürk’ün önderliği
ve Ay-Yıldızlı bayrağın önderliği vardır. Ama, ne yazık ki
birleşmiş milletlerde Türkiye bizi tanımadı, Fransa’nın
yanında yer alarak yalnız bıraktı…
Bu konuşma şu anda bile beni etkilemeye devam
etmektedir. Menderes’in dünyada tuttuğu kişi, hatta tek dostu
Suikastte öldürülen Irak kralı Faysal’dı. Zaten Irak ve ABD
ile olan ilişkilerin dışında dünyada başka hiçbir ülke ile
bağlantımız yok gibiydi. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye o
dönemde 200’den fazla devletin olduğu bir dünyada yalnız
ve tek başına kalan küçük bir devlet konumundaydı. Ama,
Menderes’in dış politikası başarısız olmasına rağmen yurt
içinde de yurt dışında sirkülasyon yaratmış, belki de reform
yapmış, Türkiye de bereket dönemi yaşıyordu. Amerika’nın
Marshall planıyla bu olay gerçekleşiyordu. Bize o dönemde
ABD’nin yağdırdığı ama ileride acısını çıkaracağı paranın
olumsuz etkileri günümüzde bile hala sürmektedir.
Yıllarca Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın politikasını
sevmesem de o şöyle der :
-Amerika bizi unuttu, motor yaptırmadı, montajını
yaptırdı, motoru üretemeyen bir devlet, millet, ülke büyü-
yemez, gelişemez ve dünyanın ekonomik devleri arasına
giremez.
Necmettin Erbakan’ın ABD ile ilgili söyledikleri de
teker teker çıktı. ABD Türkiye’yi montaj devleti haline
getirmiş, bunu yaparken de Başbakan Menderes’i kullanmıştı.
Bu nedenle Menderes’in yaptığı bu hatayı affetmiyorum.
-203-



Abdulkadir KAÇAR
Tüm sanayi kuruluşlarında hep montajla uğraştık, önce
ABD’nin sonra dünyanın pay kapmak için birbirleri ile
yarıştığı at koşturduğu açık bir pazar haline geldik. Türkiye’yi
kalkınamamışsa, belirli yerlere gelememişse Demokrat
Parti’nin yanlış politikası neden olmuştur. O dönemde direnip
motor almak yerine motor sanayi, silah yerine silah sanayisine
girebilseydik, Avrupa’nın ve dünyanın önemli en güçlü
sanayileşmesini tamamlayan bir ülke olacaktık.Bugün bile
Türkiye de üretildiği söylenen sanayi ürünlerinin yüzde 40-
50’sinin yurtdışından getirilip monte edildiğini herkes biliyor.
Üstelik montaj sınırında uyumaya devam ediyoruz. Prof. Dr.
Necmettin Erbakan’ın dışında hiçbir lider çıkıpta bu konuda
bir şey söylemiyor. Çok sevip takdir ettiğim Özal bile bu
konuda hiçbir şey söylemeden gitti. Ancak Necmettin
Erbakan’ın parti anlayışı yönünden kabullenemediğim bir
lider sıfatı göremediğimizden de haklı çıkışını bizde
savunmuyoruz.
Menderes’in eksik yönlerinden birisi de İspanya’nın
Faşist diye aşağılanan devlet başkanı Franko’nun başarılı
turizm konusuna girememesidir. Sadece Menderes değil
Demirel’in birinci hükümeti de turizm sihirini keşfede-
memişler. Bir çığır  açamamışlardır. Eğer bu kişiler ileri
görüşlü olsalardı, bu konuda bir başka ülke olurduk dünya
turizm devi haline gelirdi Türkiye. Turizm gelirleri Faşist
denilen Franko’nun İspanyasına dört-beş kat geçerdi. Bazı
liderlerin uzak görüşlü olmadığına tanık olarak onlara iyi
puan veremiyorum. Türkiye de Turizmi gören tek liderde
Özal’dır, burada onun çağdaşlığını taklit etmek zorunluluğu
vardır.Petrolümüzün olmadığına göre bizi kalkındıracak
motorun turizm olduğunu Özal saptıyarak bu konuda da
gerekli girişimler de bulunmuştur.
-204-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
ŞEREF BEY’İN ŞOK EDEN HAREKETİ
Mehmetali Bey gidince Demokrat Parti, Bursa’dan
senatör seçilen, daha sonra da senatörlüğü kaybeden Şeref
Bey’i Adana Emniyet Müdürü olarak atadı…
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın uçağı Irak’tan dönüyor,
Adana’da çeşitli önlemler alınıyordu. Dönemin tüm kuvvet
Komutanları da havaalanındaydı. Demokrat Parti İl Başkanı
alanda ağzında piposuyla sağa-sola talimatlar yağdırıyordu.
O sırada Galip Avşar, Emniyet Müdürü Şeref Bey’e ne ismini,
ne de sıfatını kullanmadan,
-Zabıta Müdürü buraya gel… dedi.
Şeref Bey hızlı ve koşar adımlarla sinirli biçimde geldi,
Galip Bey’e bir metre uzaklıkta durdu, ama Osmanlı döne-
minden kalma bir şekilde kendisine hitap edilmesinden
hoşlanmamıştı. Ben de olacakları heyecanla izliyordum.
Galip Avşar’ın bileğinden yakalayıp, boğuk ve sert azarlar
bir ses tonuyla :
-Sen kimsin beeeee ?
Galip Bey’in bıyıkları indi indi kalktı, sesi çekildi, dili
tutuldu, güçlükle,
-Been Şeey Beeen miii? Demokrat Partinin İl Baş-
kanıyım… diyebildi.
Emniyet Müdürü daha sert ve azarlar bir tonla:
-Bey bey hangi sıfatla benim işime karışıyorsunuz ?
Ben Cumhurbaşkanınızım emniyetle karşılanması için gerekli
önlemleri alıyorum, siz ne karışıyorsunuz ?
-205-



Abdulkadir KAÇAR
Galip Avşar’da,
-Ben de Cumhurbaşkanını karşılamaya gelen bir İl
Başkanıyım…
Emniyet Müdürü,
-Beyefendi, Beyefendi sizin sıfatınız özeldir, politiktir,
ve siz devlet adamı değilsiniz, bürokrat değilsiniz, polis
müdürü değilsiniz, lütfen önümden çekilin ve işime
karışmayın, ben gerekli önlemleri alıyorum…
Bu sert tartışmaları ve sözleri ömrümün sonuna kadar
unutamam.Çünkü, Demokrat Parti iktidarı döneminde bir
valinin, ne de bir Emniyet Müdürü’nün her biri militarist
kafayla yetiştirilen Ocak-Bucak-İş Bakanlarına karşı böyle
konuşabileceğini düşünüyordum.
Tabi, bu olay orada kalmadı, Adana Emniyet Müdürü
Şeref Bey, Bursa’dan gelen günlerce telgraftan sonra
memleketine geri dönmüştü. Kendisinden önce Adana da
Asayiş’i sağlayan Efsane Müdür Mehmetali Bey’in mezarına
sık sık gidip,
-Senin bıraktığın yerden ben görevime devam ediyorum
rahat uyu… dediğine defalarca tanık olmuştum.
O da Adana’nın salaş düzenine bir sistem getirmiş,
geniş halk yığınlarının sevgisini kazanmıştır. Biraz hırçındı
ama, çağ onu gerektiyordu.
Şu cümlelerin altını çiziyorum : Vatanı’nı milletini,
seven, tarafsız hizmet veren, devletini ayakta tutan görünmez
kahramanlar olan Bürokratlar sayesnde Osmanlı 610 yıl
ayakta, kalmayı başarmıştır.
Bu şekildeki cesur, mert, karalı bürokratlar devletin
devamlılığı içinde gerekliydi, ama bu bazen de kilitlenmelere
neden oluyordu…
-206-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
MENDERES BÜYÜKTÜ
Türkiye çok partili sisteme geçişle birlikte dev bir
politikacı yetiştirmişti, bunun adı Adnan Menderes’ti… Bir
yerden başka bir yere giderken peşinden yüzbinkişiyi
sürüklerdi. Bugünkü politikacılar meydanlara 4,5 bin kişi
topladıklarında göbek atıyorlar… Devletin omurgasını
oluşturan, onu ayakta tutmuştur. Menderes, başarıdan-
başarıya koştu ama, yaşamı hiç kimsenin istemediği biçimde
sonlandı.
O yıllarca BUGÜN Gazetesinin sahibi olan Nihat Oral’ın
kardeşi Cavit Oral Tarım Bakanı olunca gazete ve gazeteciler
olarak hükümetle ilişkilerimizde oldukça yoğunlaşmıştı.
Ancak, ne var ki BUGÜN Gazetesini yöneten Çoban Yurtçu
CHP’li olan Yurtçu hiçbir zaman fanatik bir sosyalist değildi.
İçinde her zaman bir hüsran olarak kaldı.Alkol alıp, sarhoş
olduğunda da sürekli bu kinini açığa vurmasına karşı,
gazetenin başından asla kopmadı.
Aslında Demokrat Parti bugün politikanın okulu
sayılabilecek bucak-ocaklar kurdu. Sonra ocaklar bucak
oldu. Bu örgütler partililere militarist bir yapı kazandırdı.
Pek çok Ocak ve Bucak İl Başkanlarının devlete müdahaleleri
Demokrat Partiye İhtilale kadar uzanacak zararlar verdi.
-207-



Abdulkadir KAÇAR
Üstelik İl Başkanları öyle güçlü, öyle güçlüler ki, bir
valiyi, Emniyet Müdürü’nü istedikleri anda değiştire-
biliyorlardı. Dönemin en popüler İl Başkanlarından birisi de
kısa dönem Belediye Başkanlığı yapan Galip Avşar’dı. Ağzında
piposu, başında İngiliz Fotr şapkası, bıyıklı, Şarlok Holmes
tipinde bir adamdı.
(İşte anılarımın bir bölümünde, bürokrasiyle - politika-
sının zaman zaman nasıl çeliştiğine tanık olduğum bir olayla
anlatacağım. Böylece geçirdiğimiz dönemin özelliklerinin
bugün daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmak istiyorum)
Demokrat Parti iktidarlarından önce CHP’nin son Adana
Emniyet Müdürü Mehmetali Bey efsane bir kişiydi. Makamına
kapıyı çalmadan gelen, tekmeyle açan ağaları, böylelerini,
çekmecesinden sürekli bulundurduğu kızıcık sopasıyla
pataklaya pataklaya dışarıya atan, her şeyi mum gibi yapan
bir Emniyet Müdürü’ydü. Ötedekiler gibi değildi, beli büküldü,
ama attığı dayaklar yanına kar kaldı gitti. Onun zamanında
hiçbir kötü olay olmuyordu. Mehmetali Bey gittikten sonra
Adana da, yeniden başı boş, aşayisizlik olayları tırmanmaya
başladı…
-208-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
YILMAZ GÜNEY ARKADAŞIMDI
1952-60 yılları arasında çalıştığım Adana daki BUGÜN
Gazetesi’nin Türkiye’ye ve dünyaya hediye ettiği ünlülerden
birisi de Yılmaz Güney’dir. O zamanlarda soyadı PÜTÜN
olan Yılmaz, donuk, kara-kuru sopa gibi sessiz sedasız
oğlandı. Üstelik hiç de konuşmazdı. Asri Sineması’nın taş
merdivenlerle inen sokağında; film şirketlerinin yazıhane-
lerinden film taşır, dönüşümlü film oynatan sinemalar arasında
bisikletiyle sırtına bağladığı film kutularına bir oraya-bir
buraya götürürdü. Sokakta görüşür ama konuşmazdık.
-Erol, sen beni tanımazsın, ama ben seni gazetedeki
yazılarından tanıyorum, okuyorum, ve beğeniyorum.
-Teşekkür ederim.
-Acaba, yazdığım öykülerim sizin gazetede yayınlanabilir
mi ?
Biraz düşündüm, Yılmaz’ın sonradan ne olacağını
bilmediğim, yüz ifadesinin de esprili tarafı olmadığı içinde
fazla önemsemiyordum… Ama, bana verdiği öykülerin de
gazeteye götürüp, Çoban Yurtçu’ya göstereceğim konusunda
söz vermiştim.
Gerçektende o tanışmamızdan sonra Yılmaz’ın en yakın
arkadaşlarından birisi de ben olmuştum. Bir yıl süreyle her
Çarşamba günü, BUGÜN GAZETESİ’nde birlikte sanat
-209-



Abdulkadir KAÇAR
sayfası hazırlamıştık. Yılmaz beğeniliyor, dikkat çekiyordu.
Gazetenin koleksiyonlarına bu gün bakılırsa YILMAZ
PÜTÜN’ün olarak birlikte hazırladığımız sayfalar hala
durmaktadır. Çakmak Caddesi’nden geçerek Türkiye’ye ve
dünyaya açılan ünlülerden bazılarıda İstanbul Barosu Başkanı
Av. Turgut Kazan’dır. O günlerde ayağında kot pantolon,
bugün ODUNCU dediğimiz gömleğiyle pancar gibi kızaran
yüzüyle heyecanlı bir tip olarak hep yanımızdaydı. Ayrıca ,
sanat sayfasında yer alan yazılarını bol bol yayınladığımız
kişiydi.
Ayrıca, İş Bankası Genel Müdürlüğü’ne kadar yükselen
Tekin Batur’da değerli edebiyatçı ve sanat sayfamızın sürekli
yazarlarından birisiydi.
Çakmak Cddesi’nden her biri dev gibi olan pek çok
ünlü yetiştirmiştir…
Aradan yıllar geçmiş Yılmaz PÜTÜN, ‘GÜNEY’ soyadını
alarak ünlü olmuş ve Adana’ya uğramıştı. Özgün biçimde
halkı selamlayan, peşinden koşanları derleyip-toparlayıp bir
ideoloji aşılamak isteyen yapıya kavuşmuş, eski Yılmaz’dan
eser kalmamıştı. KOZA Oteli’nin lobisinde karşılaştığımızda
beni çok samimi biçimde karşıladı:
-Ooo Erol Ağa, gel hele geeel… dedi, öpüştük.
-Maaşallah Yılmaz aldın başını gidiyorsun, seni o
dönemden sonra bir daha gören olmadı.
Bana candan sarıldı:
-Ah Erol’um ah, o anılarımızı, o günleri unutmak
mümkün mü? Çakmak Caddesi Bugün Gazetesi benim
kafamdan asla silinemez. Çünkü, benim vatanım orası. Senin
gazetede bana bir yıl süreyle sanat sayfası hazırlatma olanağı
-210-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
vermeni, bu iyiliğini asla unutamam. Ama, benim şimdi sana
asıl sormak istediğim gerçek olay şu: hala benim yoluma
girmedin mi ? Siyasi olarak fikrini hala değiştirmedin mi ?
-Yılmaz sen benim canım-ciğerimsin, kardeşimden
yakınsın, ama artık yollarımız ayrı ki, ben özgürlüğüme çok
düşkün bir adamım…
Kendine has gülüşüyle yüzü aydınlatırken:
-Erol Ağa, bizden ne kötülük gördün ki böyle konuşu-
yorsun ?
-Kötülük görmedim Yılmaz, sen şu an yere bağdaş
kurmuş viskisini yudumluyorsun, oysa ben bağdaş kuramı-
yorum, çünkü çalışmaktan bacaklarım ağrıyor…
…Toprak Ana, Vatan Baba…
Uzun süre sohbet ettik… O dönemde Yeşilçam’da
mücadele eden ama Yılmaz Güney gibi olamayan Demir
Görgün’den söz açılınca, beni bir köşeye çağırıp Demir’le
ilgili bazı şeyler söyledi. Ona karşı çok sinirliydi. Bu bir sırdır
ama, karşı taraf bu sözlerin ne olduğunu soracak olursa
açıklama yapmaktan çekineceğim.
-211-



Abdulkadir KAÇAR
ÇUKURKAVAKLI KOMÜNİSTTİR
Çakmak Caddesi’nin ve BUGÜN GAZETESİ’nin
yetiştirdiği, ortaya çıkarttığı Türkiye ve dünyaya hediye ettiği
bir başka ünlü şairde Kemal Bayram Çukurkavaklı’dır.
Kemal’in ne anası, ne babası belli değildi. Dörtyolağzı’ndaki
ünlü politikacı Kerim Ulusçutürk’ün piyango sattığı sokağın
ilerisindeki damı akan bir kulübede tek başına yatıp-kalkardı.
Elinde sazı, şiir defterleri, kitapları Adana sokaklarında ve
özellikle de Atatürk Parkı’nda herkese bedava saz çalıp türkü
söyler, şiirler okurdu.
Uzaktan tanıdığım Kemal ile bir gün sokakta ayak üstü
tanıştık. Bana yazdığı şiirlerini gösterdi, gazetede oraya yakın
olduğu için bu dostluk devam etti. Bana bir gün sordu:
- Erol, acaba yazdığım şiirlerimi gazete yayınlar mı ?
- Neden yayınlanmasın? Sen çalışmalarından beğen-
diklerini bana ver, Çoban Abi’yle görüşüp, durumu anlatırım…
Çocuklar gibi sevinmişti bana bir tomar şiirini verdi.
Çoban Abi, yani hocam, BÜGUN GAZETESİ’nin her
şeyi çalışmalarını çok beğendi, hemen yayınladı. Daha
sonrada Kemal Bayram Çukurkavaklı’ya iş vermek istedi.
Bu düşüncesinin doğru olup-olmadığını sorduğunda
doğruluğunu söyledim ve Kemal Bayram Çukurkavaklı
gazetede çalışmaya başladı.
-212-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Aradan kısa bir süre geçmişti ki, bir sabah dört-beş
sivil polis gazeteye geldiler, bende Çoban Yurtçu’nun
yanındaydım. Polislerden birisi:
- Yahu Çoban Bey bunu nasıl yaparsınız ?
Çoban Abi şaşırdı:
- Neyi ? Neyi nasıl yaparız ?
- Canım, Kemal Bayram Çukurkavaklı dediğin adamın
sicili bozuk.
- Nasıl nasıl yani ahlakından söz ediyorsunuz ?
- Hayır ama, o bir koministtir…
Çoban Yurtçu başını kararlı biçimde iki yana salladıktan
sonra:
-Yahu kardeşim, bu adam Allahın garibi kimse istemiyor,
sokakta yatıp kalkıyor, ben onu topluma kazandırıyorum,
lütfen işinize gücünüze bakın…
Polisleri daha sonra kapıya kadar yolcu etmişti.
(İleride gerek gazete yöneticiliğinde gerek patronluğum
süresince büyük cesaretler, kahramanlıklar göstereceksem,
Çoban Yurtçu’dan aldığım terbiye ile olacaktır. Bende Çoban
gibi birkaç tane kominist yazarı Adana Basınına hediye ettim,
onların isimlerini şu anda açıklamak istemiyorum ama,
kendilerini iyi bilirler.)
Daha sonraki yıllarda aramızda paralar toplayarak
Kemal Bayram Çukurkavaklı’yı askere gönderdik, teskere
aldıktan sonra da Ankara’ya yerleşti. Tercüman’ın Adana
Matbaasında ki, Rotatif makinaları gelip benden 500 bin
liraya alıp, Ankarada kendi adına büyük bir matbaa kurdu.
Kısa süreli kapitalist olduysa da koministliğini hiçbir zaman
bırakmadı. Ayakları aşırı koktuğu için gazetede uyurken
yüzünü boyayıp, ayağına teneke bağladığımız Çukurkavaklı
sonradan Türkiye’nin en önde gelen şairlerinden birisi oldu,
yaşamını kitaplaştırdığında da bizlerden sık sık söz etmişti…
-213-



Abdulkadir KAÇAR
YAŞAR KEMAL
BUGÜN’ÜN ARMAĞANIDIR
BUGÜN Gazetesi’nde çalışmaya başladığım 1952
yıllarında Yaşar Kemal de gazetemizin karşısındaki Ramazan
Atıl’ın Fabrikasında katiplik yapıyormuş. Kadirli-Osmaniye
arasındaki Hemite Köyü’nden çıkıp, orta okulu da bitirememiş
olduğu için, fabrikada hem yarı katiplik yapıyor, hem de
harallara pamuk basıyormuş. Ama, bir yandan da geceleri
mum ışığında öyküler yazıyormuş. ‘TENEKE’ isimli öyküsünü
BUGÜN Gazetesi’nin sahibi Nihat Oral’a getirmiş, o da eşi
Süreyya Hanım’a göndermiş, Süreyya Hanımda okuyunca
çok beğenmiş.
Bura bir gerçeğin altını daha çiziyorum :
Oral’lar o yıllarda İstanbul sosyetesinin ilk sıralarında
yer alıyorlardı. İstanbul Valisi yakın dostlarıydı. Cumhuriyet
Gazetesi’nin sahibi Nadir Nadi’ler, Hürriyet’in sahibi Erol
Simaviler sık sık Adana’ya gelirler, onlarda sık sık İstanbul
sosyetesinin etkinliklerine katılırlardı. Yaşar Kemal’in
öyküsünü çok beğenen Süreyya Hanım Cumhuriyet’in sahibi
Nadir Beye ondan söz etmiş ve öyküsünü okumasını istemiş.
O da beğenince Yaşar Kemal’i İstanbul Cumhuriyet’e
çağırdılar. Bir süre düzeltmenlik yapan Yaşar Kemal’in
İstanbul’a gitme nedeni, benim de çalıştığım BUGÜN
Gazetesi’dir.
-214-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
ADANA BAB-I ÂLİ’Sİ
ÇAKMAK CADDESİ
Adana’nın Bab-ı Âli’si Çakmak Caddesi’nde o dönemde
birbirinden değerli gazeteciler, yetişti. Kenan Gedikoğlu,
Selahattin Canka, Kardşim Erman Erk, Keçi Nihat (Nihat
Geven). Yalnız burada bazı konuların altını çizerek okuyu-
cunun dikkatini çekmek istiyorum. Kardeşim diye söylemi-
yorum, çözemiyorum, ama gerçeği söylüyorum ki, Erman
tam bir erkek güzeliydi. Çok yakışıklı, artist gibi genç kızların
gönlünü çalan kişiydi. Kalemi, yalın, coşkulu, sivri ve yaşamı
dört dörtlük seven, ona yürekten bağlı birisiydi. İddia
ediyorum, Adana da ki hiçbir gazeteci Erman’ın kalemine
hala yetişemedi. Bunu Keçi Nihat daha iyi bilir, çünkü uzun
yıllar birlikte çalıştılar.
Keçi Nihat’a gelince o da incecik, gepgenç bir çocuktu,
kısa pantolonuyla İnönü Parkı’nda bilye oynardı. Nihat
mesleğe başladığından beri saygınlığını-kişiliğini he zaman
koruyan birisidir.
Ve Milli Mensucat Fabrikası’nda çalışırken basın alemine
hediye ettiğim, sonraları ünlü bir spor yazarı ve renkli kişi
olan Mustafa Kaya’dır, o da sonradan Ankara’ya yerleşti.
Yine o dönemin şöhretlerinden birisi de Türkiye’nin
büyük koministlerinden Burhan Şahin’di. Sonradan ülkemizi
-215-



Abdulkadir KAÇAR
terk ederek İsviçre’ye yerleşti ve bir daha da dönmedi.
Türkiye’nin en büyük sendikal devrimcilerinden birisiydi.
Yan yana çalıştığım en iyi, en başarılı, süper zeki olan bir
kişiydi beni de çok severdi.
Adana Babıalisi’nin şöhretlerinden birisi de benim
yanımda kurşunla dizilen entertipte çırak olarak alıp
çalıştırdığım Halil GENÇ’tir. Sesi guguk diye kumru gibi
çıkardı. Aslında Halil’in babası Zabıta Müdürü Osman Genç,
Belediye Başkanı Ali Sepici’nin süslü elemanlarından iri yarı
birisiydi. Türk filmlerindeki gibi, sevimli bir halk çocuğuydu.
Adana’lı kendisini çok severdi. Halil Genç, daha sonradan
ünlü bir kabadayı oldu, gazinocu oldu, ama onun gençliği
de çocukluğu da yanımda geçti…
-216-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
MUAZZEZ ABACI’YI
KEL HANEFİ’NİN
PAVYONUNDA DİNLEDİM
Yaratılışım gereği, haksızlığa sürekli isyan eden, bir
kişiyim. Magazin dünyasında da tanığı olduğum bir takım
olayların günümüzde çarpıtılarak anlatılması beni çok
üzmekte, gerçeğin, doğrunun, mazlumun yanında yer almama
neden olmaktadır.
Özellikle Türk Sanat Musikisi’nin büyük ismi Muazzez
Abacı Hanımefendi, televizyonlardaki konuşmalarından
geçmişiyle ilgili bilgiler verirken, bazı şeylerin üstünü ustalıkla
örtüyor, yok sayıyor. Geçmişinde tanık olduğu konuları da
bildiğim için çok üzülüyorum. Çünkü, Muazzez Hanımın
yükselişini adım adım izleyenlerden birisiyim. Benimle
birlikte, Gazeteciler Necmi Tanyolaç, İslam Çupi, Erkan Yiğit,
Türk Sanat Musikisi hayranı Rauf Tamer, Spor Spikeri Orhan
Ayhan ve eşi daha niceleri tanıktır. Yaşasaydı Kemal ve Nafiz
Ilıcak’ta bu konuları çok ince ayrıntılarına kadar biliyorlardı…
Muazzez Abacı’nın bu güne kadar yaptığı konuş-
malarında, velinimetleri sayılan iki kişiden kesinlikle söz
etmesi gerekirdi. Bunlar, Afyon’lu eski kocası Atilla Kurtbaş’ın
hemşehrisi olan Tercüman Gazetesi’nin eski müsessese
-217-



Abdulkadir KAÇAR
Müdürü Atilla Kurtbaş ile onun saygıdeğer eşi, Osmanlı
Hanedanından gelen Hayret Hanımdır. Arif Bey’in zerafetini,
asaletini, giyimini, kuşamını herkes çok iyi bilmektedir. Eşinin
ayrı bir zengin dünyası, günümüzde hiçbir kimsede eşi
benzeri bulunmayan bir mücevher birikimi bulunuyordu.
Bakioğlu Bey’in Bostancı da bir yalıları vardı. Tüm sanatçılar
bu yalıda meşk etmeden, beğenilmeden, piyasaya sürülmezler,
Maksim Gazinosu’nda sahneye çıkartılmazlardı. Başka bir
deyişle, müzik dünyasında gerek saz, gerek ses sanatçısı
olarak adlarını yazdıranların tamamı Emel Sayın da buna
dahildir, bu yalıdan gelip geçmişlerdi…
Arif Bey bir süre sonra bu meşk alemlerini Çınar Oteli’ne
taşımıştı. Bizde Tercüman’ın üst düzey yöneticileri olarak bu
eğlence dünyasının içindeydik. İşte Çınar Oteli’nin orkestrası
da Ferdi Özbeğen’di… Meşklerin yapıldığı sırada, gerek Arif
Bakioğlu’nun yalısında, gerek bu otelde, üstünde basma
elbisesi, ayağında sabo ayakkabılarıyla Muazzez Abacı
oturuyordu. Bana da sık sık:
- Erol bende bir gün Emel Sayın gibi olabilecek miyim?
diyordu.
Emel, Ankara Radyosu’nda yetişip, İstanbul’da
programlar yapıyordu o yıllarda .
- Canını hiç sıkma Muazzez, bak göreceksin, sen çok
ünlü bir ses olacaksın… diyordum.
Çünkü, yıllar önce onu Gaziantep’ teki Kel Hanefi’nin
HAREM PAVYONU’nda izlemiştim. Konsimasyon yapmıştır
demiyorum ama ilk sahneye çıktığında kendim gözlerimle
tanık olmuştum. Bugün orada yaşayanların hafızalarından
silinmeyen bir olaydır. Radyodan izin alarak turne sırasında
-218-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
15 gün program yapmıştı. Muazzez Hanımı birlikte
izlediğim ünlü bayan solist arkadaşım da:
- Erol, göreceksin bu kız ileride büyük bir ses
olabilecektir… demişti…
Sanat dünyasına açılanların, önemli bir eşiği olan Arif
Bakioğlu Beyin yalısında ve oteldeki meşklere katılan
Muazzez Hanımla, Maksim’in kapıları neden açılmıştır biliyor
musunuz ? Arif Bey’le, Fahrettin Aslan’ın samimiyeti
nedeniyledir.
Üstelik, Muazzez Hanım, Maksimde ilk defa sahneye
çıktığı gece, Arif Bey’in eşi, Hayret Hanım’ın mücevherlerini
ödünç takarak şarkılarını söylemişti. Bu dünyaya eşleri bir
daha gelmeyecek karı- koca, İstanbul Sosyetesini bir ay
boyunca Maksim Gazinosu’na gelmeleri konusunda
kampanya yapmışlar, Muazzez Hanımın programlarını dolu
dolu göstermeyi başarmışlardı…
Muazzez Abacı Hanımefendi mazisini anlatırken
bunlardan neden söz etmiyor ? Arif Bey ve Hayret Hanımın
isimlerini bir kez olsun ağzından duymadım. Oysa, bu dünya
tatlısı insanların ( Arif Bey öldü – Eşini bilmiyorum ) ruhlarını
yüceltse olmaz ? Anılarım kendisine ulaşacak olursa
Muazzez Hanımefendi kendisini biraz zorlayarak Arif Bey
ve Hayret Hanım’a dua etmelidir, böylece bir haksızlığı da
ortadan kaldırmış olacaktır.
Kendileri sinirlenip kızabilirler ama gerçek budur.
Muazzez’in şöhret olmasını Arif Bey ve Hayret Hanım
sağlamıştır.
-219-



Abdulkadir KAÇAR
AJDA PEKKAN’I
ADANA YARATTI
Dünyada ve Türkiye de zirveye çıkan tüm şöhretlerin
başlangıç ve yükseliş çizgilerinde fırtınalar, tehlikeler,
tesadüfler, suçlar yatar.
1959 - 60 yılları arasında Ajda Pekkan’ın da zirveye
yürümesinde Adana en önemli katkıyı yapmıştır. O yıllarda
Ajda tıpkı bu günkü gibi Fransızca - Türkçe, İngilizce - Türkçe
kırması konuşan, siyah - beyaz  filmlerde yeni yeni görünmeye
başlayan bir kızdı. Henüz her tarafına ameliyatla değiştir-
memiş, ama şöhrette olmamıştı.
Adana’da dönemin en kişilikli, dürüst, gazinocularından
olan KEPÇEKULAK SÜREYYA, kentin sosyal yaşamını
canlandıran, neşelendiren kulüpçüydü. İnsanlar Süreyya’yı
el üstünde tutuyordu, o da zaman zaman İstanbul’un yeni
şöhretlerini getirtip burada Kulüp 99, Santral Palas Oteli,
Kristal Palas Oteli’nin Rooflarında programlar yaptırıyordu.
Adana’nın en gözde yerleri de o yıllarda Küçüksaatin yanın-
daki Kristalpalas’ın Roof’uydu. Dünyaca ünlü orkestralar,
piyanistler gelip orada aylarca programlar yapıyordu. Hürriyet
Gazetesi’nin Bürosu’da o otelin giriş katında, Resepsiyon’un
karşısındaydı. Kemal Kınacı gazetenin temsilcisi, bende
-220-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
yardımcısıydım. Kemal Urfalı’ydı çok özgün eğlence ve
dinlenme sistemleri olduğu için gece yaşamını pek sevmezdi.
Bende aksine, bu işleri seviyor, sanat dünyasıyla yakından
ilgileniyordum. Bu dünyadan büyük istihbaratlar topluyor,
gazeteciliğin zirvesinde haberler hazırlıyordum.
Kepçekulak Süreyya bir gün Hürriyet’te yanıma gelmişti:
- Erol, Adana’ya yine büyük bir değişiklik yapmak
istiyorum ne dersin ?
Biraz düşünmüştüm:
- Nasıl bir değişiklik Süreyya ?
- Hani şu filmlerde yeni yeni oynayan, şarkılar söyleyen
esmer bir Ajda Pekkan var ya işte onu Adana’ya getirmek
istiyorum…
Bende onun sadece filmlerde görmüştüm, hoş bir kadına
benziyordu. Şuh dönemin ölçeklerine göre etkili, genç, kıpır
kıpır hali vardı.
- Süreyya, peki bu artistin sesi falan var mı ? Sen bunları
biliyor musun ?
- Herhalde varmış, filmlerde de zaten okuyor, onu da
biliyoruz.
- Ama, o dublaj falan olabilir.
- Erol şu anda insanlara en çok hitap eden bir kişi…
Onu kafama taktım ve bu işi, halledeceğim.
- Sen bilirsin… Peki Finansörün kim ?
- Müteahhit Kazım Turna, bana o peşin ödeme yapacak,
bu iş için gözden 20 bin lirayı çıkarttım.
O dönem, süper ve ulaşılamaz bir paraydı…
-221-



Abdulkadir KAÇAR
- Üstelik bu otelin Roof’unda, dünyaca ünlü sanatçılar
da bulunuyor, orkestra kusursuz iki konser verdirsem Ajda’ya
elime şu kadar para geçer…
- Peki girişimde bulundun mu ?
- Her şey tamam.
Burada çok samimi olarak söylüyorum ki, Adana’ya
Ajda’yı ilk getiren Kepçekulak Süreyya’dır, Sponsor da
müteahhit Kazım Turna’dır.
Bir süre sonra Ajda iki konser vermek için geldiği
Adana’da muhteşem biçimde karşılanmıştı… İnsanlar onu
görebilmek için günlerce önceden biletler almışlardı,
hazırlıklarını tamamlamışlardı…
Bizde gazeteci olarak onu izlemek istiyorduk, konser
gecesi Kemal Kınacı Ajda’nın haberini hazırlamak için beni
görevlendirmişti.
- Erol, bu haberi çok dikkatli izle, güzel bir haber
hazırlayalım tamam mı ?
- Tabi, hayhay…
Foto Muhabiri Abdullah Yakar’la birlikte Süreyya’nın
konserdeki konuğu olmuştuk, çünkü bize de bir masa
ayırmıştı. Adana’nın ne kadar sosyetesi, zengini, ileri geleni
varsa o gece Kristalpalas’ta bir araya gelmiş Ajda’yı dinlemek
istiyorlardı. Hanımlar - Beyler çok şık giyinmişlerdi, salonda
muhteşem orkestra Ajda gelmeden önce güzel bir program
sunmuş, dinleyicileri, ona hazırlamışlardı.
Saat 00.30’da keten kıyafetleriyle sahneye gelen
Kepçekulak Süreyya beklenen anonsu yapmıştı :
-222-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Dostlarım, Adana’ya ilk defa Ajda Pekkan’ı getirip
sunmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Bu olay bizlere
nasip oldu. Bu güzel yıldızı hep birlikte alkışlayalım…
Salonda depremler oluyordu:
- Ajdaaa Ajdaaa Ajdaaa…
Biraz sonra orkestranın davet müziği eşliğinde sahneye
Ajda gelmişti. O da ne ? Üzerinde uzun bir tuvalet, ayağın
dda Sabo ayakkabıları şapşal bir görünümü vardı. Henüz
ameliyatsız naturel bir Ajda’ydı karşımızdaki. Ama, tuvaletinin
boyu uzun olduğu için, ayaklarına dolaşıyor, üstüne basıyor
sık sık tökezliyordu. İstanbul’da bir iki kez belki sahneye
çıkmış olabilirdi, ama Adana’da ilk defa sahneye çıkıyordu.
Adana’lıların hepsi hayal kırıklığına uğramışlardı. Çünkü
bekledikleriyle- düşündükleri Ajda’yla, gördükleri çok
farklıydı…
İlk şarkısının ortalarına doğru geldiğinde sözleri
unutmuştu. Bir arada durdu, orkestradan geride kaldı, ileri
gitti söylemeyi bir türlü başaramıyordu. Hemen parça
değiştirmişti, şarkısını tamamlayamamıştı. İzleyiciler arasında
uğultu başlamıştı. Abdullah Yakar bol bol fotoğraf çekiyordu.
Salonda birden Kepçekulak Süreyya’ya:
- Senin getirdiğin kız bu muydu ?
- Şarkı söylemeyi bile unuttu ?
- Böyle sanatçı mı olur ?
Ama, ona eşlik eden orkestra o kadar profesyoneldi ki,
hatalarını gidermeye çalışıyor, arkadan onu adeta destekliyor,
programını bitirmesini sağlamaya çalışıyordu. Tahminen üç
yada dört parçanın sonunda salonda bir gürültü, proteste
kopmuştu…
-223-



Abdulkadir KAÇAR
- Yuuuuuuh !!!!
- Yuuuuuuh !!!!
Bu sesler artık durdurulamıyordı, Ajda ne yapacağını
şaşırmıştı. Gözlerinden iki damla yaş süzülüyordu. Orkestra
onun en iyi bildiği şarkıya yeniden girmişti, bir daha
söylemeye çalışmış ama başarılı olamamıştı. Neredeyse
sahneye yığılıp kalacaktı. ‘Yuh’ sesleri arasında mikrofunu
sahneye koyarak kulise ağlayarak kaçıp gitmişti…
İşte bu kaçış onu öyle bileyecek, öyle bileyecekti ki,
ileride Süper Star olmasına neden olacaktı.
Ben hemen Otelin Hürriyet Bürosu’na inmiştim, skandalı
anlatınca, Temsilci düzeyindeki Kemal Kınacı da:
- Erol, notlarını bana ver, bu haberi izin verirsen ben
yazacağım…
Abdullah Yakar fotoğrafları tab ederken, notlarımı
kendisine vermiştim. Kemal’in oturup yazdığı haber
Hürriyet’in 1. Sayfasında çok büyük olarak yer almıştı. Başlık
şöyleydi :
“ADANA’DA İLK DEFA SAHNEYE ÇIKAN AJDA
PEKKAN YUHLANDI …”
Bu olaylardan ve haberden sonra Ajda odasına kapan-
mıştı. Adana’dan ayrılmıyor, ama içeride sürekli ağlıyordu.
Tam iki gece iki gündüz hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Kimseyle
görüşmediği gibi gelen kahvaltıları, yemekleri reddediyordu.
Süreyya otelin koridorlarında elleri ceplerinde dolaşıyor,
Ajda onu da kovuyordu:
- Bu senin yüzünden olduuu…
Aynı otelde olduğumuz için olayları saniyesi saniyesine
yaşıyorduk… Bir ara Kemal Kınacı’ya:
-224-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Kemal, biz hata yaptık galiba ?
- Öyle mi Erol ?
- Verdiğimiz haber ters etki yaptı.
- Ne yapalım ?
- Yapılacak şu, onun gönlünü alacak başka bir haber
daha hazırlayalım istersen.
- Peki o zaman git, kapısını çal, benim adıma kendi-
sinden özür dile. Biz bu haberi düzelteceğiz dersin… Gönlünü
almaya çalış.
Hemen Ajda’nın odasının kapısını çalmıştım.
- Ajda Hanım, kusura bakmayın, bir hata oldu…
Bunu telafi edeceğiz…
Kapıyı açmıyor, ama odasındaki masaları yumruk-
layarak saatlerce bağırmıştı:
- Benim hayatımı yıktınız, beni bitirdiniz.
- Hanımefendi, Kemal Bey rica etti, sizinle görüşüp
olayı telafi edeceğiz.
- Defolun ben hiçbir şey istemiyorum.
Şu sözlerini herkes duymuştu :
- Kulaklarınızı iyi açın gazeteciler. Eğer ben Ajda’ysam
İstanbul’a, Gazinocular Kralı Fahrettin Aslan’ın yanına
gideceğim, gereken her şeyi yapacağım, çok ünlü bir yıldız
olacağım, bunu size göstereceğim…
Tabi, burada kullandığı o mahrem sözleri, küfürleri
söylemek istemiyorum…
Bu arada Kepçekulak Süreyya, otelin koridorlarında
iki eli cebinde gidip - gidip geliyordu:
- Tüh, gitti 20 bin lira.
-225-



Abdulkadir KAÇAR
- Ben ne yapacağım ? Battım, Bittim ?
İlk konser fiyasko ve skandal olduğu için ikinci konserde
zaten yapılmayacaktı…
Ajda Pekkan apar – topar İstanbul’a dönerek, Yuhlan-
masını da reklam gibi kullanarak Fahrettin Askan’la
görüşmüş, ne gibi ilişkisi olduğunu da bilemiyordum. Uzun
süre haber çıkmamış, ne yaptığı bilinmemişti… Ama, Ajda’nın
o hırsını, sinirlerini, küfürlerini bugün gibi anımsıyorum…
Kemal Kınacı böyle bir haberi benim notlarımdan
hazırlamasaydı böyle hırslanmayacak, kinlenmeyecekti.
Bunlar olmayınca da günümüzün Megastar’ı Ajda Pekkan
olmayacaktı. Onun kadar hırslı, kindar insana rastlamamıştım.
Bir süre sonra söylediklerini fazlasıyla yapmıştı.
Sonuç olarak Ajda’nın bu gün Megastar olamasının
nedeni Adana’dır. Kepçekulak Süreyya’dır. Kemal Kınacı’dır.
Benim, Abdullah Yakar’dır.
Güney Sanayi’nin sahibi Ahmet Sapmaz’ın oğlu
Adnan’la evlenmesi de ikinci skandal olan Ajda’nın Adana’ya
girişi yasaklandığı içinde bir daha gelmedi… Çamlık
Gazinosu’nda yuhlanan Zeki Müren, Halil Genç Tesislerinde
kurşunlanan Bülent Ersoy ve Ajda Pekkan Adana’ya bir daha
gelmemişlerdi.
Şu cümlenin altını çiziyorum. Ajda, kendini süper star
yapan Kemal Kınacı’nın elini her gün iki üç defa öpse
hakkını ödeyemez…
-226-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
BİRSEN ARMAĞAN’I
SOĞUKOLUK’TAN KURTARDIM AMA
45 yıllık meslek yaşamımın büyük bir bölümü gece
aleminin içinde geçtiği için, ister istemez bu güne kadar
uzanan sanat ve sanatçıların yaşamıyla ilgili konulara
karışmıştı. Ya da Soğukoluk’tan başlayıp günümüze kadar
uzanan sanatçıların dramlarını onlarla birlikte yaşadım.
Unutmadığım anılarımdan birisi de döneminde en ünlü
müzisyen ve Orkestra Şefi olan Yurdaer Doğulu ve eşi Birsen
Armağan aşkıdır, karasevdadır. Birbirlerine böyle büyük bir
aşkla bağlı olan Birsen ve Yurdaer’in başına gelenleri bu gün
acı bir anı olarak anımsıyorum.
Bir dönem Birsen Armağan, bugün Megastar Ajda,
Sezen Aksu ne ise öyle ünlüydü, mesleğinin ve popülerliğinin
zirvesindeydi. O yıllardaki zirvede olan şöhretti. Ancak, daha
sonra aşkı nedeniyle kendisini alkole verdiği için yaşamı
allak bullak olmuştu. Öyle gelişmeler yaşanmış, sanat
yaşamı ve normal yaşamı rayından çıkarak Birsen Armağan’ı
Soğukoluk’a kadar düşürmüştü. İşte o dönem, etkili ve yetkili
bir gazeteci olarak, Birsen’in arkadaşları onu kurtarmak
istiyorlar, ama Soğukoluk’a girmeleri bile olanaksızdı. O
dönemde Soğukoluk’tan kadın çıkartmak ise ölümle
-227-



Abdulkadir KAÇAR
savaşmak anlamına geliyordu. İşte, özel yöntemlerimi,
yetkimi, istihbaratlarımı, hatırlı dostlarımı kullanarak Birsen’i
oradan alıp çıkartarak arkadaşlarına teslim etmiştim. Böyle
büyük bir sanatçıyı da bataklıktan kurtardığım içinde çok
mutluydum. Herkes bana teşekkür ediyordu, arkadaşları ona
yeni bir dünya kuracaklardı, alıp İstanbul’a geri götür-
müşlerdi…
İşte bu olaylar yaşanırken gazetecilik mesleğimin garip
cilvesi beni yine gelip bulmuştu…
Bir sabah Hürriyet Gazetesi’nde bir haber vardı :
BİR SANATÇININ ACI DRAMI.
BİRSEN ARMAĞAN TIMARHANEYE KAPATILDI,
ODASININ DUVARLARINA BAŞINI VURA VURA ÖLDÜ.
GARİPLER MEZARLIĞINA GÖMÜLDÜ…
Hürriyet’in Ankara Parlemento Muhabiri Oktay’ın
yaptığı bu haber Türkiye’de büyük sansasyon yaratmıştı.
Haber Hürriyet gibi bir gazetede yer alınca herkes inan-
mamıştı. Hatta, Radyolarda onunla ilgili programlar yapılıyor,
şarkıları çalınıyor, gazetelerin köşe yazarları onun ne kadar
büyük ve eşsiz bir sanatçı olduğunu anlatıyordu.
Türkiye’de Hürriyet’in haberine inanmayan tek kişi
herhalde bendim. Çünkü, özel istihbaratlarımla, araştır-
dığımda Birsen’in ölmediğini tahmin edecek ipuçlarını elde
etmiştim. Onun Tımarhaneye düşebileceğine ihtimal
vermiyordum.
İşte magazin gazeteciliğimin en büyüğünü o yıllarda
yaratmıştım. Hemen koıllarımı sıvayıp foto muhabiri Nuredtin
Tezcan, Şoförüm Ramazan Kale ile birlikte Soğukoluk’a
gitmiştim. Adım adım dolaşarak, en izbe yerlerde, en metruk
-228-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
evlerde Birsen’i arıyor, her taşı kaldırıp altına bakıyordum.
Barlar, fuhuşhanelerin hepsinde izine rastlayabileceğimi
sanıyordum. Ama önceleri hep hayal kırıklığına uğramıştım.
Onun alkol bağımlısı olduğu bilen arkadaşları :
- Gazetenin haberi doğrudur, ölmüştür… demişlerdi.
Ama, ben kesinlikle inanmıyordum. Çünkü, Birsen
Armağan’ı Soğukoluk’tan aldığım zaman kendisine gelmişti
bir süre sonra. Ona yeni bir dünya kurmayı söz veren
arkadaşlarıyla da şakalaşıyordu, benim boynuma sarılıp:
- Erol beni neden kurtardın ?
- Birsen sen büyük bir sanatçısın.
- Boşveeeeer, keşke bıraksaydın da ölseydim…
Bu konuşmalar zihnimden film şeridi gibi geçiyordu.
İskenderun’da daha önce konuştuğum dostlarından bazıları
da:
- Çok üzüldük, çok büyük bir sanatçı, buralarda
ölmemeliydi… diyordu.
O günlerin ünlü gazinolarından birisinde şişman, garip
bir yaşam hikayesi olan, kendisini alkole vermiş, hayata isyan
eden şişmanca bir kadın konsomatris beni görünce yanıma
gelip, boynuma sarılmış, ağlamıştı.
- Eroool, Birsen öldü mü ?
- Vallahi, ben inanmıyorum…
- Bende senin gibi düşünüyorum Erol… Onu nerede
bulabilirsin biliyor musun ?
Nefesimi tutmuştum, ürpermiştim, iz üstünde olduğumu
anlamıştım :
- Nerede ?
-229-



Abdulkadir KAÇAR
Hemen Kilis’e şimdi git, Çin Pavyonu’nda olduğunu
sanıyorum, en azından onlar Birsen’in nerede olduğunu
bilirler, sana da bilgi verirler…
Bu tiyoyu aldıktan sonra şoförüm Ramazan, Foto
Muhabirim Nurettin Tezcan’la, geceyarısı Kırıkhan üzerinden
Kilis’e varmıştık. Sabaha doğru pavyonlar yavaş yavaş
kapanıyordu. İbrahim Tatlıses’in de program yaptığı Çin
Pavyonu’nda kapıcılar. Garsonlar saygıyla karşılamışlardı.
Yanımda fotoğraf makinalı muhabiri gördüklerinde de:
- Hayırdır baskın mı var ?
- Yok canım, patronla konuşacağım.
İri yarı olan iyiliğimin çok olduğu patronun nerede
olduğunu sorduğumda:
- Ağa yukarıda… demişlerdi.
O yıllarda pavyonlara girmek, fotoğraf çekmek
olanaksızdı. Büyük riskler getiriyordu.
Yukarıya çıkınca, birde ne göreyim, Birsen Armağan,
kibrit yaklaşsa alev alacak kadar alkol içmişti. Bir iskemlenin
üzerinde sarhoş oturuyordu. Beni görünce dili dolaşarak:
- Oooo Eeeroool EEroool… diye boynuma sarılmıştı.
- Birsen, seni Soğukoluk’ta arkadaşlarına teslim
etmedim mi ? Ne oldu ?
- Ettin etmesine ama gazeteciler senin öldüğünü,
tımarhane odasında kafanı duvarlara vura vura öldüğünü,
kimsesizler mezarlığına gömüldüğünü söylüyorlar.
- Amaaan, Boşveeer canım… Yazsınlar n’olacak ?
Patronda bu arada bize hemen koskocaman bir masa
hazırlamıştı, bir güzel eğlenip, şarkılar söylemiştik.
-230-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Birsen’in yaşadığını ben tüm dünyaya kanıtlamak
zorundaydım… demiştim.
Bu arada fotoğraflar çekilmişti, telefon numaramı
bırakıp, kendisine her türlü yardımı yapmaya söz verdiğim
Birsen’i ve Kilis’ten ayrılarak güneş doğarken Adana’ya geri
dönmüştük.
Haberi hiç bekletmeden İstanbul’a göndermiştim. Ertesi
gün Tercüman’ın tepesinde koskocaman bir haber vardı :
BİRSEN ARMAĞAN YAŞIYOR…
Hürriyet şoke olmuştu, ‘ÖLDÜ’ haberini veren Oktayla
daha sonra karşılaştığımda:
- Erol, seni tebrik ederim ama benim gazetecilik
yaşamımı söndürdün…
- Oktay canını sıkma, sende olsan aynısını yapmaz
mıydın ?
Oktay, daha sonra bu haberi onur konusu sayıp, gazete-
ciliğine bir süre ara vermişti. Yalan haber yazdığı içinde
Hürriyet kendisini azletmişti.
Daha sonraki yıllarda alkolün Yurdaer’den ayırdığı
Birsen Armağan, sessiz sedasız eceliyle ölmüş yine
KİMSESİZLER mezarlığına gömülmüştü.
Magazin gazteciliğim bir dönemi de böylece kapanmış
oldu. Bundan ibret alıp doğruları öğrenmek isteyenler olabilir.
Bundan sonrasını da günümüz magazin gazetecilerine
bırakıyorum. Geçmişi iyi bilenler ancak geleceğin iyi magazin
gazeteciliğini yaparlar. Benim bu yaşadıklarımı göz önüne
almalarını, kendilerine bir demet bilgi sağlayarak yollarına
devam etmelerini diliyorum.
-231-



Abdulkadir KAÇAR
MAGAZİN DÜNYASINDA
DEPREM YARATACAK AÇIKLAMALAR
Ajda Pekkan’a şöhret kapılarını Kemal Kınacı açtı.
Muazzez Abacı’yı ilk defa Gaziantep’te bir pavyonda
dinledim.
Hafif müziğin süper starı BİRSEN ARMAĞAN’ı, Kilis
Çin Pavyon’da buldum.
Acıların kadını Bergen’in kara sevdası, önce gözünden
sonra yaşamından etti…
Güneyde ünü Toroslar’ı aşan ünlü gazeteci Erol Erk,
ansızın bir felç geçirerek bir süre hastanede yattıktan sonra
eve dönüşünde 45 yıllık yaşantısını en çok sevdiği öğrencisi
ABdülkadir Kaçar’a anlatmaya başladı. 200 sayfayı aşan
anıların bir bölümünde Magazin dünyasında depremler
yaratacak açıklamalarda bulundu.
Uzun yıllar Hürriyet ve Tercüman Gazetelerinde çalışan
Erk, bu gün şöhretlerine eskiden tanık olduğu ünlülerin o
günlerde sır olarak kalan bazı olaylarını aydınlığa kavuş-
turuyordum.
-232-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Erol Erk şöyle diyordu :
Şöhretlerin kişiliklerine gölge düşürmek gibi bir
hedefim bulunmuyor. Zira o günleri ben gururla paylaştığım,
bazı tanıklar da göstererek iddalarımı kanıtlıyorum.
Bu verdiğim bilgilerle, bu gün görsel basında magazin
basınını elinde tutan, meslektaşlarımla her an görüşmeler
yapmaya, onlara bildiklerimi anlatmaya Adana’ya davet
ediyorum.
-233-



Abdulkadir KAÇAR
BERGEN GERÇEKTEN DE
ACILARIN KADINIYDI
Adana pavyonlarıyla Türkiye de de ün yapan çok
coşkulu, çalkantılı eğlencenin zirvesinde bulunan,
topraklarında ki bereket eğlence almine de yansıyan önemli
bir parçası bulunmaktan, sonradan gelişecek bir takım
olayların tanıklığını yapmakta her zaman mutluluk duydum.
Adana sahnelerinin tozunu yutmadan bir sanatçının
Türkiye’de ünlü olması olanaksızdır. Hamiyet ve Müzeyyen
Ablalarımız başta olmak üzere, tüm saz ve ses sanatçıları
buradan geçmişler, Türkiye denizine Adana’dan girmişlerdir.
Hele hele bugün ünlü bir gazeteci olan Savaş Ay ‘ın annesi
Şükran Ay, Adana Emirgan Çaybahçesinin bülbülüydü. Babası
da çok başarılı bir illizyonistti.
İşte bu sanatçılar kenvanın boy gösterdiği yerlerden
birisi olan Kuyubaşı Gazinosu’nda, kalite müşterilere program
yapan seslerden birisi de, Adana Pavyonlarından yetişmiş
olan Acıların Kadını Bergen’di. Yaşam dramı son derece
değişik olan sanatçıyla, gece aleminde dolaşan bir gazeteci
olarak sık sık sohbet eder, dedikodu yapardık. Bergen,
Kuyubaşı Gazinosu’nda hem şarkıcılık, hem de konsomat-
ristlik yaptığı günlerde:
-234-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Kız sen ileride büyük bir sanatçı olacaksın buna
inanıyorum, seninde bana inanmanı istiyorum…
- Erol, teşekkür ederim, gerçekten de benim burada
program yapmam, beni tatmin etmiyor. Büyük kentlerde
büyük gazinolarda şarkılar söylemek istiyorum. Ama, bunu
nasıl yapacağımı bilemiyorum.
- Bergen, benim sana tavsiyem, okuyabildiğin kadar
çok şarkı oku. Burada iyice piş, bir gün büyük gazinolar
dünyası, plak şirketi sahipleri seni mutlaka keşfedecekler,
sen istemesende alıp götüreceklerdir…
- Ahhh Erol Aaaah… O günler gelecek mi ?
- Gelecek gelecek, canını sıkma… Senden ricam şu :
Adana’nın bütün çapkınları peşinden koşuyorlar, özel
yaşamına dikkat etmelisin. Genç, yetenekli, cazibeli bir
kadınsın, alkole esir olma, özel yaşamına hakim ol, gerisi
gelecektir.
Her defasında da:
- Erol, teşekkür diyorum, ben kendimi korumasını çok
iyi bilen bir kişiyim, canını sıkma.
Her defasında, böyle diyordu, ama gün geldi gönlünü
Kozan’lı yakışıklı, genç, bıçkın delikanlı olan Halis Rençber’e
kaptırmıştı… Öyle ki, ikisinin arasında çok fırtınalı, depremli,
şimşeklerin çaktığı aşklar yaşanıyordu. Bu nereye kadar
gidecekti bilinmiyordu. Ancak, Bergen’in annesi de, bu aşka
müdahale ediyor, sık sık kızını yönledirmeye çalışıyordu.
Annesi, onun geleceğini İstanbul’larda görüyordu. Onun tüm
hareketlerini kısıtlıyordu, hatta Halis’le olan aşklarına da
engel oluyordu. Kızını, gözü gibi saklamak istiyor, gönlünü
kimseye kaptırmasına izin vermiyordu. Ona şöyle diyordu:
-235-



Abdulkadir KAÇAR
- Bergen, Yavrucuğum, sesin güzel, yarın bir gün
İstanbul’a gideceksin, orada seni Türkiye ve dünya tanıyacak.
Daha sonra buradaki açlar peşinden kara bir zincir olarak
gelecek, seni yok edecekler…
Nitekim annesinin söyledikleri doğru çıkmıştı. Zaman
zaman kavga, bazen dostane- aşkla ve muhabbetle geçen
aşklarını ben yakından biliyordum. Hem Halis, hem de
Bergen ayrı ayrı dert yanıyorlardı. Örneğin Halis bir gün :
- Erol, ben bu kadınla ne yapacağım, onu gerçekten
çok seviyor ve evlenmek istiyorum ama annesi buna bir türlü
izin vermiyor. Çok kıskandığım için Bergen’i bir gün
öldürebilirim…
Onu teselli etmeye çalışıyordum :
- Halis, böyle düşünme, öldürme olayını bir defa
kafandan çıkartıp atmalısın. Annesini de boş ver, kızın sesi
güzel. O yarının yıldızı, istikbaline mani olma. Olgun davran,
konuşacaksan gözlerini biraz kapat, kıskançlık hislerine
yenilme. Sahne sanatçısının yaşamı mutlaka renkli olacaktır,
dolu dolu geçecektir. Kıza fazla müdahale etme kendisini
bulsun.
Bergen’in annesi de kızgınlığını sürdürüyordu :
- Erol, Bergen Halis’le evlenirse yaşamı biter, onun
İstanbul geleceği yok olur gider… demişti.
Bergen’le Halis’in arasında, sadece ben değil, gazino
sahibi Zeki Yaygın’da kalmıştı, her ikisini de, hatta anneyide
sürekli uyarıyordu…
Yapılan tüm bu uyarıların hiç birisinin etkisi olmamıştı
ki, Halis’le Bergem bir gün evlenmişlerdi. Çok kısa sonra da
-236-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
saç saça - baş başa yapışmışlardı. Bir dizi skandallardan
sonra Bergen İzmir’e kaçmış, Konak’taki Gazinolarda
kendisine yeni bir dünya, yeni bir iş bulmuştu. Ama, Halis
peşini bırakmamıştı. Bu aşkı zaten bende tam olarak
anlayabilmiş değilim. Kara sevdalılar mıydı, basit inatlaşmalar
mı oluyordu, ya da çocukca mı davranıyorlardı ? Bunları bir
türlü çözemiyordum.
Halis, İzmir Konak’ta Bergen’i bulmuş, yine bir araya
gelmişleri kısa süre sonra yine basında yer alan haberler
falan derken Halis kıskançlık krizleri yüzünden, Bergen’e
kezzap attırmış, o güzel kızın gözleri kör olmuştu. Daha
sonra da, ACILARIN KADINI’ ismini alarak yaşamında ikinci
sahne açılmıştı. Kısacası ne Halis ne de kara talih Bergen’in
peşini bırakmıyorlardı. Uzun bir maceradan sonra Ankara’dan
Adana’ya gelirken, kayınvalide, Halis, Bergen aynı arabayla
Toroslar’a geldiklerinde, Halis yine kıskançlık nöbetine
tutulmuş, silahını çekerek, bir lokantada, Bergen‘in yaşamına
son vermişti. Bergen’le birlikte kendi yaşamıda son bulmuştu.
Çünkü, cinayetten hemen sonra Suriye’ye kaçmış, orada
uzun yıllar gizlenince, yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmişti.
Hapis olduktan sonra da af çıkınca kurtulmuştu. Ama,
güzel Bergen toprak olmaktan kurtulamamıştı. Onun
türküleri, şarkıları, plakları,bantları kalmıştı anı olarak.
Talihsiz Bergen acımasız bir yaşamın, bir öykünün saf ve
deneyimsiz genç kurbanı olmuştu.
Kendisine göre dürüstlük ilkeleri olan saf bir kızdı
Bergen,o Halis’i, Halis’te ona kara sevdalıydılar. Ama, bu
aşk tıpkı çingelerin yaşamında olduğu gibi kanlı bitmişti.
Halis siz Bergen anılarda, Türkülerde kalmıştı. Acaba, Haliz
-237-



Abdulkadir KAÇAR
karşısına çıkmasaydı, kendi yolunu çizebilseydi, yaşamı daha
farklı bir şekle dönüşecekti belki  bugün starlar arasında
yerini alacaktı, alın yazısı demek ki böyleymiş…
Halis’i yıllardır görmüyorum, bu aşkı kalbinden  çıkartıp
attığını da sanmıyorum. Elbette çok  sevdiği karısını
öldürürken üzüntü duymuştur. Ama, o  andaki öldürmeye
kadar uzanan, kin ve nefretin oluşturduğu bir şokla sanıyorum
cinayeti işledikten hemen sonra pişman olmuştu. Halis
sonuçta kötü bir insan değildi. Bergen de zaten ona asla
ihanet etmemişti. Ama, Bergen’in annesi olmasaydı acaba
daha da mı mutlu olacaklardı ? Bu tartışılır.
Yalnız Bergen’in yaşamı, yeni yetişen genç kızlarımıza
iyi örnek olmalıdır. Sesleri güzel olupta, kendilerini şöhretin
zirvesinde görmek isteyen genç kızlarımız Bergen’i
kendilerine örnek almalıdırlar.
İkiside arkadaşımdı, Halis’e sabır, Bergen’e rahmet
diliyorum.
-238-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
SİYASİ İKTİDARLARIN
2. ELLERİ ÇOK TEHLİKELİDİR
45 yıla ulaşan gazetecilik mesleğimde araştırmalarım
ve siyasi istihbaratlarım bu gün anlatacağım konunun başlığını
açıklarken bile ürpermeme neden oluyor. Öyle ki, bu konu
Türkiye Cumhuriyeti’ni zaman zaman çıkmaza sokan handi
kaplardır. Benden sonraki nesillere bu deneyimlerimi
aktararak, onlara yardımcı olmak istiyorum. Bu bilgilerimi
edinen gençlere şunu söylüyorum :
- Sevgili Gençler, ya da politikanın henüz alt sıralarında
bulunanlar. Gün gelir, kendinizi bir partinin zirvesinde,
devletin, tüm yetkilerini elinde bulunduran bir kişi olarak
bulabilirsiniz. O zaman etrafınızda oluşacak, sizin elinizdeki
siyasi gücü kullanabilecek olan kişilerden uzaklaşın, uzak
durun, ayrık otlarını temizleyin. Bunlar kimler olabilir ?
Yakınlarınız, karınız, eşiniz, çocuklarınız, beyiniz, yeğen-
leriniz, dayılarınız, kayınbiraderleriniz vesair…
İşte Türkiye Cumhuriyeti siyasetine ve devletine bu
ikinci eller hep zarar vermişlerdir. Aslında doğal olan bu
süreç Amerika’da, Avrupa’da, dünyanın her tarafında
işlemektedir.
İşte, bu kadar yıllık yaşamımda, gerek fısıltı gazete-
lerinden, gerek istihbaratlarımdan, gerek yaşadıklarımdan
yola çıkarak kronolojik bir sıra yapacağım.
-239-



Abdulkadir KAÇAR
Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk’ten sonra
başlayan bu süreç günümüze kadar uzanmış, hala da devam
etmektedir. Bir liderin kardeşi, kocası, eşi, yeğeni, amcası,
kayınbiraderi olmak elbet suç değildir. Ama bu kişilerin çok
dikkatli olmaları gerekir. İşte bu konuda vereceğim ilk örnek
Rahmetli İsmetpaşa’nın kardeşi Kambur Rıza’dır. Atatürk’ten
sonra işbaşına gelen Atatürk’ün silah arkadaşı ve büyük
devlet adamı, Laikliğin savunucusu İsmetpaşa’ya toz
kondurmak haddim değildir. Ancak, onun  iktidar olduğu
yıllarda, zamanının Fıslıtı gazetelerinde yer alan bazı konular
vardı. Örneğin kardeşi Kambur Rıza o günün siyasi kudretiyle,
siyasi ve ekonomik güçle gösteri yaptığı iddia edilir. Ve,
Türkiye’deki ikinci eller Kambur Rıza ile başlamıştır…
İsmetpaşa kardeşinin etkisinde kalarak bir devlet
kararnamesi imzalamıştır. Fakat Kambur Rıza Bey’in niyetleri
zaman zaman dedikodu konusu olmuştur. Demokrat Parti
zamanından itibaren yaygınlaşarak kulaktan kulağa
günümüze kadar dedikodular şeklinde, fısıltı gazetesiyle
gelmiştir. Doğru ya da yanlış olduğunu bilemem…
Yine CHP’nin iktidar olduğu dönemde Adana’da İl
Başkanı olan İsmail Burduroğlu da Vali, Emniyet Müdürlerinin
tayininde çok etkili bir güç olduğu, hatta ikinci el olduğu
söylenir. O da CHP’nin en yüksek kademesine kadar
yükseldiği için çevresinde onun bu gücünü kullananların
olduğunu kulaktan kulağa yayılmıştı. Bunu bir suçlama
olarak değil, elde ettiği gücün heyecanla muhalifleri bu lafları
zamanımıza kadar getirmiştir…
CHP döneminin sona ermesiyle birlikte Demokrat Parti
dönemi başlamış, bu dönemde de çok ilginç bir kişi olan,
-240-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Kurucu görevini de üstlenen İl Başkanı Ömer Başeğmez’in
de Vali, Emniyet Müdürleri hatta daha üst düzeydeki
atamalarda ikinci el görevi yaptığı bilinmektedir. Özellikle
eşiyle birlikte güçlü bir aileydi. Eşinin adı Belkıs’tı, hatta
Saba Melikesi Belkıs Hanım olarak anımsanmaktadır.
Demokrat Partinin bugün yaşayan üyeleri bu konuyu çok iyi
bilmektedirler.
Bunun zararı mı – yararı mı olmuştur, onu bilemem,
ama dönemin ikinci eli konumunda olduğunu söyleyebilirim.
Demokrat Parti’den sonra 1960 ihtilaline geldiğimizde
27 Mayıs ishtilali karşımız çıkıyor. Ben, darbenin gerek-
çelerine, gençlik heyecanı ve o günün Fısıltı gazetesiyle
kulağıma gelen nedenlerine önce inanmış, benimsemiştim.
Ancak çok kısa bir süre sonra yersiz, zamansız, heyecanla,
hazırlıksız gereksiz yapıldığını çok büyük siyasi acı kayıplara
neden olduğunu anlamıştım. İhtilalin ismi olan Cemal Gürsel
çok saf, temiz, dürüst, dörtdörtlük bir askerdi. Oğlumun
adını da Gürsel koymuştum. Gürselpaşa ile bir kaç defa
seyahatlerine katıldığımda, onun katıksız, dürüsrtlüğün,
yaşamının her aşamasında dördüğüm, tanık olduğumu
söyleyebilirim.
İşte o dönemde Cemal Gürsel’in oğlu Özdemir biraz
haşarı, yaramazdı. O gün babasının gücünün olduğunu bilen
bir grup, Özdemir’e kanca atarak onu gümrük komisyoncusu
yaptılar. Daha sonra da piyasadan kaybolup gitmişti, ama
zamanında ikinci el görevini yapıyordu. Zaman zaman Türk
Basınına da haberler yansımıştı. O bakımdan ben ikinci elin
ister asker, ister sivil olsun arkasındaki gücün tartışılmasını
çok dikkat edilmesine titizlik ve incelikle gözlenmesinden
yanayım.
-241-



Abdulkadir KAÇAR
TÜM YOLLAR AHMET, EFE ÖZAL
AİLESİNE ÇIKIYORDU
Turgut Özal, Türkiye'nin yetiştirdiği en büyük devlet
adamlarından biridir. Türk toplumunda çağdaşlığı aşılayan
bir liderdir. Bugün Özal'ın içine girip etkilediği yolu Çiller
de yakalamaya çalışıyor ama bakalım nelerle karşılaşacak.
Özal İhracatı patlatan Turizmi başlatan kapılarımızı batıya
açan, Otoban, TEM oto yollarımızı yapan adamdır. Türkiye'de
bilgisayar çağını açan, Özel televizyonculuğu ilk defa başlatan,
uygun dünyaya entegre olmamız için 141, 142, 163. maddeleri
kaldırmayı başaran güçtür. 10 Kasımlar'da Atatürk'ü zorla,
siyahlarla anarken, o Atatürk'ü gönlümüze gömmemizi, bizi
onunla başbaşa kalmamızı sağlayarak, farklı anlamda
anmamızı sağlayan kişidir. Hataları yok muydu ? Sayın
eşinden, çocuklarından, dolayı büyük sıkıntılar görmüştü.
Belki de eşi, o elinde tuttuğu gücün ağırlığını tartamamış, o
yıllarda erdemliliğe ulaşamamıştı...
Özal iktidarında İtalya' da nasıl yollar Roma'ya çıkarsa,
o dönem de tüm yollar Ahmet'e, Efe'ye, ve Özal ailesindeki
ikinci ellere çıkıyordu.
Ben, burada Türkiye'deki İkinci ellerin gücünün etkisini
anlatmak için, basit , ama bu konuyu dört dörtlük kanıtlayan,
yarattığım bir olayı anlatmak istiyorum :
-242-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Dostum, Vefalı insan Halil Genç'in Belediyenin yanındaki
bahçesinde bir yazıhanesi vardı. Adana'nın tüm zengin şımarık
çocukları, çiftçileri, doktorları, avukatları, serbest çalışanları
orada toplanır, sohbet eder Adana gündemini tartışırdı, Halil
Genç'i de bol bol kızdırdık. O dönemde Özal'ın damadı, '
MİLLİ DAMAT ' deniliyordu, Asım'ı da uzaktan tanıyordum.
Bir gün yazıhanesine gittiğimde Halil Genç yoktu. Aklıma
bir muziplik yapmak geldi. Mersin'e acele gidecektim, Halil
Genç'in sekreterine şöyle bir not yaz evladım :
- Milli Damat Asım Mersin'e gelmiş, Erol Erk'i de çağırdı,
o da yanına gitti...
Oysa, ne Asım Adana'ya, ne de Mersin'e gelmişti, ne
de beni çağırmıştı... Ama, ikinci eli yaratan, yalaka insanların
yağcılığına tanık olunmaı için buraya dikkat edilmesini
istiyorum...
Mersin'e gittim, ünlü Mersin Oteli'ne girerken kapıda
5,6 tane garson birden sıraya dizilip beni karşıladılar, eskiden
sık sık ta gittiğim için beni de tanıyorlardı:
- Erol Bey hoşgeldiniz, masamız hazır efendim.
Haydaaaaa... Ben Halil ' Genç ' e bıraktığım not aklıma
geldi ama, masa falan hzırlanmasını söylememiştim :
- Tamam... dedim.
İçeriye girerken sordum:
- Ne masası ?
- Adana'dan bir sürü işadamı geldi, masa ayırttılar, sizi
bekliyorlar efendim..
Gerçektende Halil Genç'in etrafında toplanan Adana'nın
tüm şımarıkları masaya oturmuşlar, beni bekliyorlardı, hepsi
ayağa kalkıp elime sarıldılar, bende jeton düşmüştü... Bu
-243-



Abdulkadir KAÇAR
kişiler Davulcu Asım, ' MİLLİ DAMAT ' lafını duyunca benden
önce gelip otelde pusuya yatmışlardı... Hiç bir şey belli
etmeden, içimden gülümseyerek, baş köşeye oturttular, bir
ikram bir ikram... Ama, masada kimse bir şeye dokun-
muyordu:
- Haydi başlayalım ... dediğimde:
- Yahu Asım Bey gelmeden, başlarsak ayıp olur...
diyebiliyorlardı...
- Asım yukarıda dır, canım, ciğerim, dostum, belki biraz
sonra inerler...
Bir ara garsonu çağırdım:
- Ben ne söylersem ' EVET ' diyeceksin.
- Emredersiniz Erol Bey... dedi.
Bu kez bağıra bağıra talimat verdim:
- Resepsiyona git, talimat ver, Erol Erk ve Adana'lı
dostları yukarıda Asım Bey'in teşrifini bekliyorlar, kendileri
ne zaman gelecekler ?
- Başüstüne Erol Bey... diye koşarak gitmişti.
Şef Garson bir süre sonra koşarak yeniden geldi :
- Efendim, Asım Bey şu anda odasında telefon görüşmesi
yapıyormuş, banyo alıp bir süre dinledikten sonra yukarıya
gelecekmiş, herkese selamları var...
Halbuki ne Asım Mersin'deydi, ne de haberi vardı...
Masadakiler bu haberi alınca yiyip içmeye başladılar,
ama herkes soruyordu:
- Erol Abi, Asım Ekren'i ne kadar tanıyorsun ?
- Erol Abi, acaba benim bir işim var onu yapar mı ?
- Erol Abi, ne zaman gelecek, sabahtan beri bekliyoruz...
-244-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Koskocaman masada geç saatlere kadar yedik - içtik,
beni bu kez artık rol yapmaktan bıkmıştım, onlara gerçeği
anlattığımda, hepsi havaları sönmüş balon gibi süklüm -
büklüm oldular. Bazıları da kahkahalar atarak olayı espiriye
boğdular. Daha sonra Adana'ya dönüp, muhabbetimize devam
etmeştik.
İşte İkinci el olan kişilere insanlarımızın verdiği değeri
böylece kanıtlamış oldum, çünkü insanlar ikinci ellerle daha
rahat konuşup, görüşüp, konularını anlattıkları için sanki
birinci elle görüşmüş gibi oluyorlardı...
-245-



Abdulkadir KAÇAR
GÜNÜMÜZDE İKİNCİ EL
ÖZER ÇİLLER’DİR…
Bugüne geldiğimde ikinci elin, eski Başbakanın eşi
Özer Çiller olduğunu görmek olası… Bunu söylemem için
geçmişe dönüp, Ömer Bilgin’le ilgili anılarıma geçiyorum…
Bilgin 20 yıldır arkadaşımdır. Sayın Demirel Ömer’e
Turban’ı teslim ederken:
- Git, orada akıllı uslu ol otur… demişti.
 Yanında bulunan Ahmet BAŞ’a da:
- Sen de Aksantaş’ta uslu uslu otur… demişti.
Karakterleri nedeniyle bu kişilerin bir yerde durmaları
olanaksız olduğu için, Ahmet Baş Aksantaş’ta bir şeyler
yaptı. Pazartesi Gazete’mle onun gitmesine ben nende
olmuştum.
Ömer ise Turban’da kalmıştı: ancak yapısı itibariyle,
sürekli güç arayan bir yapıda olduğu için, Sayın Süleyman
Demirel’in de çevresinden koptuktan sonra Ömer Turban
Genel Müdürü olarak zekasını kullandı. Kuşadası’nda allem
– etti kalem – etti, belli bir isim kanalıyla (Gerekirse o ismi
açıklarım) Özer Çiller’le ilişki kurmayı başardı. Kuşadası
Marinası’nda Özer Çiller’in yatına da çok büyük özen
gösteriyordu. Özer Bey de sık sık yat gezisine çıktığı için,
-246-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Ömer onunla bu geliş gidişlerde dostluğu iyice
pekiştirmişti…
Özer’lerle dostluk kurup pekiştirdikten sonra da
Süleyman Demirel’i tamamen unutup çevresinden tamamen
koptu…
Tamamen Özer Çiller’in yakını ve ikinci el oldu…
Ömer Bilgin’in tarzı şuydu; Bir politikacıyı kandırmak
mı istiyor, ya da bir iş yapmak mı istiyor, bir politik oyuna
mı girmek istiyor, ilk vaadi şuydu:
- Seni Özer Bey’le tanıştıracağım…
Hayretle görmüştüm ki, Ömer’in ağzından bir gün:
- Seni Tansu Çiller’le tanıştıracağım… sözünü duyma-
mıştım…
Demek ki, Tansu Çiller bir semboldü…
Ömer Bilgin’in bana da zaman zaman söylediği söz
şuydu:
- Seni Özer Beyle tanıştıracağım…
Sık sık bu sözü söylemesine rağmen, Özer Çiller ile
tanışma lütfuna ulaşamadım. Fakat onun öykülerini Kuş-
adası’nda, şurada burada çok dinledim.
İtalya’da tüm yollar nasıl Roma’ya çıkıyorsa Türbanda
da, Ömer’le olduğum dönemde tüm yollar Özer Çiller’e
çıkıyordu…
Adana politikasında da bazı odakları ikna etmek, ya
da yanında yer almasını sağlamak için ilk vaadi :
- Sizi Özer Beyletanıştıracağım… şeklindeydi…
Türk basını ve görsel medya bu konuyu bol bol
işlemişti… Özer Bey, o annesinin ölümünde, Türkiye
Cumhuriyeti’nin içişleri bakanı Meral Akşener, 70 milyon
-247-



Abdulkadir KAÇAR
insanın gözleri önünde onun elini öptü. Bende başsağlığı
diliyorum. Ama bir bakanı, hemde beyin elini öpmesi biraz
garip. Demirel’in Özal’ın eli öpülebilir. Ama , bir bakanın el
öpmesi, çok ilginç ve acıyı paylaşmanında ötesinde Özer
Bey’in ikinci el olduğunu göstermesi bakımından çok
öenmlidir.
Tabi, ikinci elleri anlatırken, kimseyi eleştirmek
istemiyorum, anılarımı eleştiri malzemesi olarak kullanı-
yorum.
Şu satırların altını çiziyorum: acaba Tansu Çiller, bekar
olarak Başbakan olsaydı Türkiye’ye daha da yararlı
olurdu? Bugün Amerikayla ilişkileri, batıyla ilişkileri yönün
takdir ediyorum. Acaba, Tansu hanımı o zaman daha da mı
çok benimserdik. Bu anıları okuyanların kafalarında bu soru
işaretleri olarak kalacaktır.
Şu cümlenin altını çiziyorum:
Susurluk konusunda dev bir araştırma ortaya koyan
Komisyon üyeleri, yarın seçim meydanlarında, kamuoyunun
bilmediği konuları da oradan haykıracaklar, siyasi kulislerde
konuşacaklardır. Gün ışığına çıkmayan lafları da ortaya
süreceklerdir. Refahyol hükümeti bu gün çok kalıcı gibi
değildir.
Yine söylüyorum, ben bunları suçlamak için değil, siyasi
bir yorumcu olarak gözlemlerimi söylüyorum…
-248-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
TERCÜMAN'DAN AYRILIŞ
SIRRIMI AÇIKLIYORUM
Benim yıllarca hizmet verdiğim Tercüman Gazetesi'nden
emekli olmam tamamen politik olaylardan kaynaklanmıştır...
1960 ihtilaline doğru hızla yaklaştığımız günlerde Adana
Valisi olan Turhan Kapanlı ihtilalden sonra tutuklanıp bir
süre cezaevinde yatmış çıkmıştı. Daha sonra Adalet
Partisi'nden Tarım Bakanı yapılmıştı... Tercüman Gazetesi'nin
sahibi rahmetli Kemal Ilıcak'la da araları çok iyiydi... Bu
dostluk bakan olunca alış- veriş düzeyine kadar çıkmıştı...
Gazetecilik sektörünün de dışında gelişmek isteyen, İstanbul
Emlakların yüzde 50'sinden fazlasını eline geçirmek üzere
olan Kemal Ilıcak Tarım Bakanı olan Necip Kapanlı'yla
ilişkilerini genişletmişti. Öyle ki, o yıllarda çok değerli bir
hammadde olan ormanlardan elde edilen Çam Reçine'sine
talip olmuş, bu alış - verişte gerçekleşmişti. Kapanlı bu
hizmetinin karşılığı olarakta bir görev yaptığı, çok sevdiği
Adana Tercüman'a, yani benim yerime oğlu Necip Kapanlı'nın
yerime gelmesi için bir takım siyasi baskılar yapıldığını gerek
gazetemin gerek Ankara'daki politik istihbaratlarımdan
öğrenmiştim... Ama, Kemal Ilıcak'ın da :
-249-



Abdulkadir KAÇAR
- Adana'da Erol Erk diye koskocaman bir adamım var,
ondan çok memnunum, bu nasıl olur ki ? diye endişelendiğini
de öğrendim...
Çünkü, o sıralarda Kemal Bey beni çok seviyor, bir
dediğimi iki etmiyordu. Çünkü, Tercümen Gazetesi'ne Adana
Temsilcisi olarak sık sık genel merkeze para pompalıyordum,
merkez bankası gibi bir kaynak oluşturmuştum. Bunu neyle
yapıyordum ? Gazetenin tüm sayfalarını reklama açmıştım,
Bölge Spor Sayfaları, Haber sayfaları yapmıştım korkunç
bir gelir yaratmıştım. Hatta, bu çalışmalarımı çok beğenen
Kemal Bey beni Tercüman'ın yüzde 1 hissedarı yapmıştı,
ortak sıra numaramda 20'ydi. Zaman zaman bu çalışmalarıma
şaşırıyor ve şöyle diyordu :
- Erol'cuğum, biz hep oraya para gönderiyorduk, şimdi
siz Genel Merkeze para gönderiyosunuz, elinize sağlık...
diyordu. Hayret ediyordu...
Ancak, Kemal Bey, Bakan Turan Kapanlı'nın ısrarına
da bir şey yapamıyordu, Çünkü Sayın Bakan :
- Oğlum Adana'ya tayin edilmeli... diyor, diretiyormuş.
Necip'in gelmesi demek, benim gitmem demekti,
makamıma pazarlık konusu yapıldığını öğrendiğimde, Kemal
Bey'in bunun ticari ilişkisi olduğunu bildiğim içinde seygı
duyuyordum...
Ilıcak'a yaptığı bu pazarlığı öğrendiğimde oldukça
rahatsızlıkta duymuştum. Kemal Bey ise bana bunu duyur-
mamak için büyük çabalar harcıyordu. Bu arada mesleki
kıdemimi de doldurmuştum. Ani kararlar veren birisi olarak
yine böyle bir kararla İstanbul'a gidip Kemal Ilıcak'ın huzuruna
çıktım, çok şaşırdı, çünkü randevu almamıştım.
-250-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Sayın Patronum ben sizi çok seviyorum, sizde bir
konuyla ilgili olarak bana açılamadığınız için çok sıkılıyor-
sunuz bunu da biliyorum. Benim gitmemi de istemiyorsunuz
ama Tarım Bakanı Turan Kapanlı’ya da söz verdiğinizi
biliyorum.
Beni nefes almadan dinleyen Kemal Bey, her cümleden
sonra hayretler içinde kalıyor, dalgın dalgın:
- Erol, nerden biliyorsun ? kim söyledi ?
- Sayın Patronum ben gazeteciyim, Türkiye’nin tüm
istihbaratlarını elimde tuttuğumu biliyorsunuz…
- Tamam da, şey…
- Orası önemli değil, siz erkek adamsınız, ben de erkek
adamım, lütfen sekreterinizden beyaz bir parşümen getir-
mesini isteyebilir misiniz ?
Hem şaşırıyor, hem de bilinç dışı olarak benim
söylediklerimi yapıyordu, içeriye bir beyaz kağıt geldi, kendi
el yazımla :
- Tercüman Gazetesi’nin üzerimde bulunan yüzde 1’lik
hissesini kuruma iade ediyorum… Ve, gazeteden emekli
olmam için gerekli işlemlerin yapılmasını saygılarımla arz
ediyorum… dedim.
Kemal Bey kalktı beni alnımdan öperken şöyle dedi:
- Erol Erk, gerçekten erkek adammışsın…
Ve, 1975 yılında kendi isteğimle emekli oldum, bu
yaşamımın en öenmli noktalarından birisidir…
Burada, Kemal Ilıcak’la olan ilişkilerimizden birkaç
satır söz etmek istiyorum.
Tercüman’da çalıştığım dönemlerde, İstanbul’a sık sık
ihbarlar gidiyordu, benden yılanlar – korkanlar, hatta birlikte
-251-



Abdulkadir KAÇAR
çalıştığım bazı kişiler bile ihbarda bulunuyor, yığınlarca ihbar
mektupları masasının üstüne yığılıyordu. Kemal Bey, hepsini
çöp sepetine atıyor ve bana telefon açarak:
- Erol, sen gerçekten güvendiğim, en iyi gazeticelerden
birisin… diyordu…
Erkekçe söylemek gerekirse bazende gece yaşamım
nedeniyle benim kulağımı çektiği de oluyordu...
Tercüman’ın Müessese Müdürü Arif Baki Bey’den de
söz etmeden geçemeyeceğim. Gerçekten İngiliz Lordu gibi
çok beyefendi, harika bir insandı. İstanbul ve Türkiye’deki
sosyateye hakim bir kişiydi. Osmanlı soyundan gelen eşi
Hayret Hanımla malikhanelerinde tüm sanatçılar etraflarında
toplanmıştı. Muazzez Abacı’yı yaratan da odur. Kimsenin
ayağına gitmeyen Fahrettin Aslan, Arif Baki Bey’i görünce
ayağa kalkar, onu karşılar.
İtinayla yolcu ederdi…
Tercüman’dan ben ayrıldıktansonra yerime Nacip
Kapanlı gelmişti, Tarım Bakanı ve Eski Vali olan babası Turan
Kapanlı’nın oğlu olan Necip’in dönemi de ayrı özellikler
taşır…
-252-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
GÜNEY HABER’İN DOĞUMU
Tercüman Gazetesi'nden ayrıldıktan sonra bir süre
halkın çoğunun neredeyse, ' DOLANDIRICI ' gözüyle baktığı
sigortacılık mesleğine İstanbul'da başlamıştım. Ama, içimde
yanan, her geçen gün daha da alevlenen gazetecilik yapma
isteğimin önüne geçemiyor, mesleğime dönme planları
yapıyordum. Çünkü, mesleğimin en verimli, istihbarat
gücümün en zirvede olduğu dönemde politik nedenle, biraz
da kendi kendimi emekli etmiştim. İşte içimdeki bu yanan
ateşle bir gün Kemal Ilıcak'tan randevu isteyip, yanına
gittiğimde beni kapıda karşılamış, yanaklarımdan öpmüştü...
- Ooo, Erol'um, Koca Adana'lım hoşgeldin, nerelerdesin
yahu ?
Beni çok sıcak ve coşkuyla karşılaması hoşuma gitmişti,
çünkü, gazetedeki tüm haklarımı almış, emekli olmuştum...
Oturduk konuşmaya başladık, çok nükteden, espirili
konuşuyordu, sordu:
- Erol'um şu anda neler yapıyorsun ?
- Kemal Bey, hiç bir şey yapmıyorum... Şu kadere bakın
ki, sonradan İstanbul'a gelenler İstanbul'lu oluyor, ben yedi
göbekten beri İstanbullu'yum ama babamın memuruyeti
nedeniyle gittiğim Adana'da herkesten daha gerçek Adana'lı
olmaktan gurur duyuyorum...
-253-



Abdulkadir KAÇAR
Gerçektende nüfus kütüğüm, kayıdım, askerlik sicilim
burada ilk defa açıklıyorum İstanbul'dur. Ancak, şimdiye
kadar çok az kişi benim bu şekilde olduğumu biliyor. Kemal
Bey de Amasya'lıydı, bu sözümden biraz alınır gibi oldu,
- Ne yani, ben Amasya'lıyım diya taş mı atıyorsun ?
- Hayır taş atmıyorum sayın patronum, bunlar
gerçekler...
Bir süre sohbet ettikten sonra Kemal Bey,
- Erol sadede gelelim , beni neden aradın ?
- Vallahi hiç bir şey yapmıyorum ama gazetecilik
mesleğime geri dönmek istiyorum, sadece kafamda bir proje
var, bunu size açmak istiyorum, desteğinizi istiyorum...
Burası çok önemlidir ve anılarımın mehenk taşını
oluşturuyor. Çünkü, Adana Tercüman'ı ben kurmuştum,
matbaa makinaları tamdı, her şey tıkır tıkır işlşyordu, şöyle
dedim :
- Sevgili Patronum, ben sizden üç ayı ödemesiz olarak
her konuda yardım istiyorum Adana'da bölgesel bir gazete
çıkartmak istiyorum, çünkü orada güçlü bir gazete
bulunmuyor...
Dikkatle dinledi, bu sözlerim ilk Güney Haber'in doğum
saatleriydi, durdu, bir süre sessiz kaldı, biraz şakayla karışık:
- Erol, gazetecilğin durumunu az çok görüyorsun, ben
elimde avucumda ne varsa her şeyi dağıtıyorum, sen bunu
başarabilecek misin ?
- Sayın Patronum, yaptığım incelemelere göre Adana
çok bakir, güçlü bir yerel gazetenin çok iyi tutacağı konusunda
fizibilite çalışmaları yaptım... Bu iş dört dörtlük olacak. Ama,
baskı ve her türlü ücreti bir süre almayın, bana destek verin,
yardım edin, gazeteyi yaşama geçirip kademe kademe
borçlarımı öderim...
-254-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Benim söylediklerimden etkilenmiş, hatta sevinmişti
- Tamam Erol, gazeteyi çıkar, ben her türlü desteği
veriyorum, gazetende hayırlı uğurlu olsun şimdiden.
- Gerçekten kabul ediyor musunuz ?
- Evet, hayırlı uğurlu olsun..
- Sevgili patronum size minnettarım, çok teşekkür
ederim, çok başarılı olacağım..
Bir süre sonra ben kardeşi Nafiz Ilıçak’ın Necmi
Tanyolaç ve İslam Çupi ile Rauf Tamer’e de bu müjdeli haberi
ulaştırmak için izin istedim, bu sırada da Kemal Beyin
odasından çıktım, bir dakika orada oyalanıyordum… Hem
yer hostesi, hem de sekreteri olan Kemal Beyin sekreteri,
seslendi:
- Erol Bey, Erol Bey, Kemal Bey sizi yeniden bekliyor…
dedi.
Olayları daha önceden duyan hisseden birisi olarak’
cızzzz etti, kötü ve olumsuz bir şeyle karşılaşacağımı hissettim
ve içeriye ürkek biçimde girdiğimde, Ilıcak’ın masasının
yanında, Tercüman’ın trajlarını kontrol eden, satış memur-
luğundan başka bir sıfatı olmayan İsmail Okuroğlu da
oturuyordu, Kemal Bey saygıyla:
- Erol, ben sana bölgesel gazete çıkartmana izin verdim
ama İsmail Okuroğlunun da projeleri varmış, haydi el sıkışın
bu işi beraber yapacaksınız…
O anda çok üzüldüm, her şeyin bittiğini anladım,
istemeye istemeye el sıkışarak İsmail’le ortak olmuştum…
Kemal Beyin kapısından daha çıkarken  İsmail şöyle dedi :
- Erol, sen gece alemine çok düşkünsün bu gazeteyi
kuracağız ama işi baştan yatırmayalım, dikkatli ol haa…
Tepemden bir kazan kaynar su dökülüp tırnaklarımdan
çıkmıştı :
-255-



Abdulkadir KAÇAR
- Okuroğlu Okuroğlu, sen kendi kendine bak, ben
yaşamımı gazeteciliğe koyan biri olarak kendimi kontrol
ederim, asıl sen kendine dikkat et….
Türkiye’de promosyonculuğu ilk idad eden kişi olan
Okuroğluluğun gazetecilik yönü yoktur. İki satır dilekçe bile
yazmayı bilmez. Adana’ya geldik, Okuroğlu Anonim şirket
kurmuş, bana da yüzde 10’luk gibi komik bir hisse ayırmış,
ben kafadan kaybetmişim. Sonra da oyunu kendi kurallarına
göre oynayıp, hem beni, hem de kendisini batırdı. Kemal
Ilıçak’ın makamının kapısındaki bir dakikalık oyalanmam
yaşamımı değiştirmişti. Eğer, orada oyalanmasaydım belki
Okuroğlu ile karşılaşmayacaktım, gazeteyi kendim
kuracaktım, belki makinalaşma ve kadrolaşma tamamlayıp
bu gün Ege deki, yeni Asır gibi bir gazete yaratacaktım…
Burada bir gözlemin altını çizmek istiyorum :
Kişileri ve kurumları batıran iki şey vardır, politika ve
kadın parmağı… İsmail Okuroğlu, iki tane aşk yaşayarak,
hem Güney Haber’in hem de benim sonum oldu. Kemal
Ilıcak’ın makamının kapısında verdiği sözleri bir anda
unutarak, artistlere tutulmuştu…
Gazetecilik mesleğimin en güzel günlerini yaşadığım
Güney Haber de tirajımız onbinleri geçmiş, 30-40 yıllık ulusal
gazetelere fark atmıştım. Okuroğlu’nun sanatçılara kapılması
benim sancılı günler yaşamama neden olmuştu, ve gazeteden
kopmanın yollarını arıyordum…
-256-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
ÖMER BİLGİN'İN
BTP TEKLİFİ
İnsan yaşamında hangi mesleği yaparsa yapsın, ve
dünyanın neresinde olursa olsun, günün birinde politika işin
içine girer her şeyi allak - bullak eder, bu güne kadar da
politikasız bir olay olduğunu görmedim. Gezeteciliğimin
dışında kaldığım dönemlerde bile politika benim yaşamımı
oldukça etkilemişti. Tamamen Rulet gibi bir şans oyunu olan
politikada şans ibresi döner döner zar ihya edebileceği gibi
insanı bitirirde. Çok kültürlü, iyi eğitim görmüş, süper zeki,
kariyer sahibi, para babası zengin bile olsanız, Ruletin şans
zarı üstünüzde durmadığı sürece hiç bir şey olamaz, köşeye
çekilir, 'Talihsizliktir' diye bir kenarda kalırsınız...
Gazetecilik mesleğimden sonra gerçekten sevdiğim bir
meslekte politikacılık olmuştu. Ancak onun istediği bir
meslekte politikacılık olmuştu. Ancak onun istediği binbir
suratlılığı hiç bir zaman beceremediğim için işi şansa, yani
rulet oyunundaki zarın gelmesine bırakmıştım. Bir kaç defa
başımın üstünden geçerken, konar gibi yaparak beni oldukça
renkli düşlere - düşüncelere ve yaşamaya sevk etmesine
rağmen, zar her defasında kayarak başkalarına işaret etti,
onların yanına gitti. Başka deyişle büyük ikramiyeyi
yakalayacağım sırada, kaybettim. Eğer, Rulet'in zarı benim
-257-



Abdulkadir KAÇAR
üstümde dursaydı, Belediye Başkanı, Milletvekili, her şey
olabilirdim ama, bu mümkün olamadı... Buradan şuraya
varmak istiyorum :
1980 ihtilalini yapan generallerin oluşturduğu Milli
Güvenlik Konseyi, Demokrasiye yavaş yavaş dönüşe karar
verdiği için partiler birer birer kurulma aşamasına gelmiş,
hazırlıklar yapılıyor, Türkiye'nin kalbi Ankara'da atıyor, sıcak
günler başlıyordu. İşte o günlerde Adana'daki en iyi
dostlarımdan birisi olan Ömer Bilgin beni çok seviyor, saygı
duyuyor, ortağı Erol'la birlikte karşımda hazırol vaziyetinde
durup neredeyse benden emir bekliyordu. Otur dediğimde
oturuyor, kalk dediğimde kalkıyorlardı. Bende onlara
saygısızlık etmiyordum. Ömer bir gün ortaya bir fikir attı :
- Erol Abi, gel seni politikaya hazırlayalım...
Şaşırmıştım, hiç böyle bir şey beklemiyordum. Ama
Süleyman Demirel'in köylüsü ve uzaktan akrabası olduklarını
söyleyen Ömer'in bu teklifi oldukça ilginçti:
- Nasıl olur Ömer ?
- Abi, şahane olur, çok güzel olur...
Bir süre sonra bu düşünce kafama öyle girdi, öyle yer
etmişti ki, Büyük Türkiye Partisi'nin kuruluş aşamasında 21
gün sürecek harika bir politika yaşamama neden olacaktı.
Çok coşkulu ve fırtınalı geçen yaşamıma bedel olan bu 21
günlük renkli süre, çok albenili, coşkulu, ve bambaşkaydı....
Çünkü, o günlerde Büyük Türkiye Partisi'nin kuruluş
çalışmaları sürüyordu, Türkiye'nin her tarafından eski
politikacılar, Generaller, Askerler, Tıp Doktorları, Avukatlar,
Serbest meslek sahipleri ve her kesimden gelen üstün kariyerli
kişiler sokaklarda seller gibi akıyordu. Türkiye'deki Demokrat
-258-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Partililer ve Adalet Partililer, Süleyman Demirel'in
yardımcısı Saadettin Bilgiç'in bir kaç gün sonra Ömer'e
teklifimi bildirdim:
- Ömer, İl Başkanı yapalım diyorsun ama, bu işi
başarabilecek miyiz ?
- Erol Abi'me bak yahu, sen kendini bana bırak gerisine
karışma...
-Gerçektende Ömer Bilgin, boynuna kolye gibi taktığı
minik Kur'an’la Türkiye'de ikna edemeyeceği kişi,
bitiremeyeceği iş yoktur. Şeytana bile küllahını ters giydirecek
bir yapıya sahiptir. O yıllarda da bana çok güveniyordu,
Saadettin Bilgiç'e benden söz etmişti, kendinde bu şansı
göremediği içinde beni bir yerlere getirerek kendisi de bir
yerlere ulaşmak istiyordu, ama bu şansı bana vermişti...
- Peki Ömer, sen nasıl istersen öyle olsun ?
- Göreceksin Abi, Büyük Türkiye Partisi'nin Adana İl
Başkanı sen olacaksın.
Ankara'ya Ömerle birlikte gittik, Koca Reis'te denilen
Saadettin Bilgiç'in yazıhanesine girmek bir yana, parti
kuruluşunda görev almak için, rendevu talebinde bulunanların
oluşturduğu kuyruk bir kaç kilometre uzaklara kadar
ulaşıyordu. Değil içeriye girmek, yaklaşmak olanaksızdı...
Ben böyle düşünürken, Ömer'le çok rahatlıkla içeriye
girmemiz olanaklıydı.
Süleyman Demirel'le aralarında biraz soğukluk olmasına
rağmen, Demirel'le Saadettin Beyden başkasına da güveni
yoktu.
Elimizi - kolumuzu sallaya sallaya Saadettin Bey'in
yanına girmiştik. Adana'dan da o sırada büyük başvurular
-259-



Abdulkadir KAÇAR
vardı, Fatih Özgür'le daha pek çok kişiler gelip - gelip
gidiyorlardı. Ömer Isparta'lı olduğu için, içeriye girince
Saadettin Bilgiç ayağa kalktı, biraz alaylı:
- Gel Lan Ömer, gel bana bahsettiğin Erol Erk bu arkadaş
mı ?
- Evet Abi... dedi.
Bende önümü ilikleyip, saygıyla elini sıkarken:
- Saadettin Bey biz Ömer’le oturup politikayı sevmeye
başladık, sizin saflarınızda yer almak istiyorum, tabi her şey
sizin takdirinize kalmıştır.
Oturttu, çay ikram etti, ama sürekli konuşmalarımı,
hareketlerimi tartıyordu, dikkatle izliyordu. O Sadettin Bilgiç’
ki, Dağları, daşları aşarak Süleyman Demirel’in yardımcısı
makamına ulaşmış, muhteşem bir beyindi. Nasıl profesör
olmak için doktora hazırlanıyorsa, Sayın Bilgiç’te bunu
hazırlamış, politikanın inceliklerini yaşamına uygulamış,
hatta bir zamanlar Süleyman Demirel’in rakibi konumunda
olmuş bir kişiydi… Beni beğendiğinin sanıyorum :
- Erol, gördüğüm gibi buraya hucüm oldukça fazla,
kapıda sende tanık oldun, kilometrelerce kuyruklar, emekliler,
kariyer sahipleri, Türkiye buraya akıyor, ama ben seni sevdim,
Ömer de çok anlattı, gerçekten de sevecen ve kafama göre
bir insansın. Yalnız, şu an da çok yoğunum, burada sizi daha
fazla test edemem, Adana’ya dönün kimseye de bir şey
söylemeyin… Ben sizi İstanbul’da evime kabul edeceğim…
Gerçekten de İnsan seline karşı bize 10 dakikalık bir
zaman ayırması bize verdiği değeri anlatıyordu. Ömer Bilgin
göz kırptı, işin olduğunu anlatmaya çalışıyordu… Koluma
girdi dışarıya çıktığımızda:
-260-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Erol Abi, işin oldu, bitti, İl Başkanlığının şimdiden
hayırlı olsun… Eğer, sizi gözü tutmasaydı İstanbul’da randevu
vermezdi… Orada sadece özel dostlarını evinde kabul eder.
- Bakalım Ömer göreceğiz…
Ömer, bu konudaki gelişmeleri kimseye söylemememiz
gerektiğini sık sık uyarıyordu, yoksa işe taş koyabileceklerini
söylüyordu… Bizde, Ankara’daki temaslarımız duyulmasın
diye hızla Adana’ya dönüp beklemeye başladık… Ömer sık
sık yanıma gelip:
- Erol Abi, İl Başkanı olursan, artık benim içinde iyi bir
şeyler düşünürsün değil mi ?
- Ayıp ettin, hele o aşamaya gelelim sen kafanı yorma
canını sıkma… diyordum.
Aradan biraz zaman geçti, İstanbul’dan haber henüz
gelmemeişti. Ancak, randevu almak için oluşturulan uzun
kuyruklar Emekli Generaller, Yargı organları üyeleri, Eski
politikacılar, Bakanlar, Genel Müdürler, Müşteşarlardan
oluşan kuyruklar Milli Güvenlik Konseyini rahatsız etmişti,
bu basına yansıyordu. Çünkü, 12 Eylül İhtilalini yapanlar
iktidara yeniden AP’nin geleceğinden çekiniyorlardı…
İşte bu sıkıntılar, çalkantılar, dedikodular sürerken
Ömer Bilgin işyerime geldi:
- Abi, mesaj geldi.
- Ne mesajı Ömer ?
- Saadettin Bilgiç Abi, İstanbul’daki evine bizi bekliyor…
- Çok güzeeel…
Sarı basın kartımı istedi, verdim, uçak biletleri
alınacaktı… Ömer’e şöyle espiri yaptım:
-261-



Abdulkadir KAÇAR
- Oğlum Ömer, helal olsun sana, alnın secdeyi rahmana
değerken bile şeytanlık düşünüyorsun, senin şu Türkiye’de
kandıramayacağın adam yok, helal sana…
Ömer’imin son kandırdığı adamda Özer Çiller’dir…
O günlerdeki politika atmosferi bana da oldukça zevk
veriyordu, öyle ki 40 yıllık gazetecilik mesleğimi unutmuştum.
Kendimi Ömer’in dolduruşlarına kaptırmıştım. Öyle ki,
kendimi Büyük Türkiye Partisi’nin İl Başkanı olarak görmeye
başlamıştım.
Ertesi sabah İstanbul’a uçtuk, Saadettin Bilgiç’in
sanıyorum Bostancı’daki Osmanlı Paşalarının kullandığı gibi
kargir harika bakımlı eski bir konağa girdik, Yukarıya
çıktığımızda hizmetçiler bizi karşılamıştı:
- Saadettin Bey de sizleri bekliyorlardı, şeref verdiniz…
demişlerdi.
Saadettin Bey, yine nazikti, bir süre bizimle sohbet edip
yanaklarımdan öptü, çay ikram etti:
- Çocuklar, vaktim çok az, bu bitiyor Erol sen
Adana’nın İl Başkanısın, hayırlı uğurlu olsun…
Ömer sevinçten kaşını gözünü oynatıp, bu işi nasıl
başardığını anlatmaya çalışıyordu. Saadettin Bey bir endişesini
de dile getirmişti:
- Biz Büyük Türkiye Partisi’nin teşkilat hazırlıklarını
sürdürüyoruz ama Milli Güvenlik Konyesi partiyi benim-
semiyor gibi bir durumu var. Bizim partilileşmemizden Ankara
aşırı derecede rahatsız oluyor, onları oluşan uzun kuyruklar,
halkın ve büyük kitlelerin bize olan ilgisidir…
- Başkanım, o zaman bekleyelim nasıl isterseniz ?
-262-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Erol’cuğum tabi bekleyeceğiz, ama senin işin tamam
Süleyman Beyle de görüştüğümde sempati uyandırdı. Ömer
de senin için iyi kulis yapıyor… O kadar çok müracat ve
baskı var ki üstümde size anlatamam. Örneğin, Av. Metin
Tolay’ı çok tutuyordum, onu severdim, ama kısmet seninmiş…
Ömer, kalkmamız için ayağıma dürttü, Saadettin Bey
bizi yolcu ederken:
- Parti kurulduğunda teleks emri ile görevlendirileceksin,
Adana’ya gidip bizden haber bekleyin…
Biz oynaya – zıplaya Ömer’le dışarıya çıktık, Ömer beni
sık sık tebrik ediyordu… Ama, parti henüz kurulmadığı için
sevincimin bir yanı da eksik kalıyordu…
Saadettin Bilgiç’in evindeki salona çıktığımızda Ömer’in,
‘Seni Bakan Yapacağım’ diye bir Üst Yargı organından emekli
ettirdiği zavallı adamın durumuna hala gülerim. O muhteşem
kişi nasıl bilge, nasıl olgun harika bir insandı… Tabi, kadroda
Ahmet Baş’ın da olduğunu vurgulamak isterim. Ahmet’le
Ömer, Emekli Yargıtay’cının önünde ceketlerini ilikleyerek,
- Sayın Bakanım, Sayın Adalet Bakanım…
Diye adamı dolduruşa getiriyorlardı, Zavallı adam da,
- Yahu çocuklar beni mahçup ediyorsunuz, yapmayın,
etmeyin daha Büyük Türkiye Partisi kurulamadı bile. Beni
kalpten götürmeyin, şekerimi yükseltmeyin… demişti.
Ahmet’le Ömer’in bu hareketlerine bende uymuştum,
- Sayın Bakanım… demeye başlayınca, O da bana :
- Sayın İl Başkanım nasılsınız ? demez mi ?
Bir ara kulağıma eğilip:
- Erolcu’ğum, yahu sen böyle deme, bu hergeleler bizi
kandırmasınlar… diyordu.
-263-



Abdulkadir KAÇAR
- Vallahi, sanmam, siz bakan, bende İl Başkanı olursam,
herhalde bu iki kişiyi önemli yerlere getiririz.
Politika’nın Büyük Türkiye Partisi aşamasında ilk renkli
görüntülerdi. Bu renkli ve zevkleri bir süre yaşamam bana
hayatımda değişik duygular tattırdı… Öyle ki, Ankara da bile
Ömer Bilgin sayesinde girip – çıkmadığım yer kalmamış,
yeni dostlar edinmiştim. Özellikle evi gibi bir yer olan Stad
Otel’de Ömer’in havası çok yüksekti… Ömer sadece bana
değil, herkesi Bakan, Müştesar, Emniyet Genel Müdürü,
Çukobirlik Genel Müdürü yapardı. En yakın arkadaşı olan
Bankalar Karakolu’nun Başkomiseri Cumhur’u her gün bir
ilde, Van’da, İstanbul’da, Ankara’da görevlendiriliyordu.
Sonunda Muğla’ya Trafik Şube Müdürü yaptırmayı
başarmıştı. Cumhur bir gün bana şöyle dedi :
- Erol, Ömer’in dediklerinden bir şey olacağı yok, sana
yaptıklarını bu gün de bana yapıyor kereta…
-264-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
24 SAATTE MDP'Lİ OLDUM
Güney Haberden ayrılacağım sancılı günler yaşıyordum,
o sıralarda da Anavatan Partisi kuruluyordu. Bahsettiğim
BTP açılmadan kapanmıştı. Gazetede Kenan Gedikoğlu
birlikteydik. Ben şiddet politikasını yönlendiriyordum. Bir
öğle üzeri acıktım.
- Kenan, ben bir şeyler yemeye çıkıyorum, istersen gel.
- Yok Erol, ben buradayım.
- Bir saate kalmaz gelirim, demiştim.
Ben çıkmışım, o sarıda Anavatan'ın kuruluş hazırlıklarını
yapan, çok sevdiğim insan Ledin Barlas Çukurova Kulübü
Başkanı Ergin Savcı'yla gazeteye gelmiş, sormuşlar...
- Erol yok mu?
- Yemeğe gitti, deyince
- Biz Anavatan Partisi'ne kendisini kurucu üye olarak
almak istiyorduk. Ama, Ankara bizden çok acil isim bekliyor,
bu şansını kaybetti, demişler.
Düşünebiliyor musunuz! Eğer ben, yemekte olma-
saydım, Ledin abilerle orada buluşsaydım, Anap'ın kurucu
üyesi olacaktım. Çünkü gazeteden Okuroğlu'nun ortak-
lığından kopmak için bunu yapacaktım. Yemekten
döndüğümde, Kenan sakin sakin:
- Erol, Ledin abi seni sordu ama yoktun...
-265-



Abdulkadir KAÇAR
Fazlada üzülmedim. Canım da sıkılıyordu, sevinmedim
de öyle karışık bir gün yaşamıştım.
Bir gün sonra kardeşim Erhan telefon açtı:
- Abi, yeni kurulan Turgut Sünalp'in partisi konusunda
Yılmaz Hocaoğlu ile Süreyya Kayar seni ziyarete gelecekler,
ne dersin?
Düşündüm:
- Gelsinler, dedim.
Büyük masanın başında karşıladım. Horoz partisi
kurlmuştu. Yılmaz Hocaoğlu Kardeşim Erhan'ın liseden
arkadaşıydı. Gür ve huşu dolu sesiyle eski bir arkadaşım
olarak beni kucaklarken:
- Erol doooost nasılsın? Seni aramızda görmek için
buralara kadar geldik.
Bir süre sohbat ettikten sonra gazeteden kopabilmek
için de aradığım bahaneye kavuşmuştum. O sırada Yılmaz
Hocaoğlu, sevdiğim Süreyya Kayar'ın ısrarı, Erhan Erk'in de
onlara raportörlük yapması hoşuma gitti.
- Peki, sizinle çalışacağım... deyince.
24 saat içinde MDP'ye girdim.
Sözlerimin başında da belirttiğim gibi eğer yemeğe
gitmeseydim Anap'lı olacaktım. Ama şimdi MDP'liydim.
Başımada duracağı zaman ruhelit şansı başka yere kayıyordu.
MDP'de de zar tepemde çok fazla dönecekti ama orada da
şansı kaçıracaktım.
Adana'ya dönüp, il başkanı olmayı düşünürken bir
haber geldi:
-Milli Güvenlik Konseyi , Büyük Türkiye Partisi'ni veto
etmiş. Yeni parti açılmadan kapanmıştı.
-266-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Ömer'le oturup kara kara düşünmeye başlamıştık.
Kendimi her şeyimle teslim ettiğim Ömer:
- Abi sen kafanı yorma. Ankara'ya kapağı atar, başka
şeyler çeviririz, diyordu.
O yıllarda Yahya Demirel de cezaevindeydi.  Elimde
Pazartesi gibi çok büyük etkili bir haftalık gazetem vardı.
Yahya'nın suçsuzluğunu falan yazarak Yargıtay üyelerine
dağıtıp, onun cezaevinden çıkmasına da yardımcı olmuştum.
20 yıllık arkadaşım olmasına rağmen Ömer gibi bin bir
surat olmayı başaramadım. Çünkü o zaman bin  bir surat
olmak gerekiyordu. Eğer bunu gerçekleştirseydim, şimdi
çok farklı yerlerde olurdum.  Gerçekleştirmem de olanaksızdı.
Çünkü ben çok çabuk öfkeleniyor, duygularımı belli ediyor,
sert yazan, sert konuşan bir adamdım.
Rulet oyununa benzettiğim politikada Büyük Türkiye
Partisi kurulsaydı, şan zarı kafamın üstünde duracaktı. Belki
Adana İl Başkanı, ya da Belediye Başkanı olarak kaderim
değişecekti. Ama bunlar olmadı.
-267-



Abdulkadir KAÇAR
ÖLDÜRME YETENEĞİ OLANLAR
POLİTİKADA YAŞARLAR
Politika bir açıdan bakıldığında yaşamak için öldürme
uğraşıdır. Ancak ve sadece öldürenler, öldürmek isteyenler,
bu yeteneği doğuştan olanlar politikaya girmelidir. Üstelik
öldürmek yeteneği doğuştan var olmalıdır. 'Ahde Vefa'
sözcüğünü politikaya aramaya kalkanlar yanılırlar. Bu konuda
yakınanlara tavsiyem sakın ola ki kemsiye güvenmeyin.
Sırtınızı dönmeyin. Rakibinize en küçük bir şans tanırsanız,
hısmınız bir gün gelip sizi öldürür. Bu konuda Adana
Politikasının yetiştirdiği büyük ustalardan Selahattin Çolak'ın
şu sözü geçerlidir:
"POLİTİKADA ACIRSAN, ACINACAK HALE
DÜŞERSİN"
Politikadaki bu acımasızlığın bir göz atacak olursak
çok eski çağlara uzanmasına rağmen, 620 yıl hüküm süren
Osmanlı Padişahlarından Fatih Sultan Mehmet, "YAŞAMAK
İÇİN GEREKİRSE KARDEŞİNİ BİLE ÖLDÜRECEKSİN,
DEVLETİN BİRLİĞİ - BÜTÜNLÜĞÜ İÇİN KARDEŞLERİN
KATLİ VACİPTİR" diyerek bu öldürme eylemini ferman-
laştırmışlardır. Bu nedenle de padişahlar öz çocuklarını,
kardeşlerini boğdurarak öldürmüşlerdir. Ancak, saltanatlarını,
iktidarlarını bu şekilde korumuşlardır.
-268-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Günümüzde ve gelecek sonsuz yıllar boyunca da bu
kurallar geçerli olmaya devam edecektir. Bu gün hasmını
öldürmek illa silahla vurup, fiziki olarak yok etmek değil,
onu en hassa bölgelerini etkileyip, yetkilerini alıp, etkisiz ve
yetkisiz hale getirmektir.
İşte buradan yola çıkarak Adana politikasının son 35-
40 yılını değerlendirmek istiyorum. Bu öz eleştiride gerek
CHP, Demokrat Parti, Adalet Partisi ve  bu günkü partiler
döneminde milletvekillerinin hepsi bürokrat katliamı
yapmışlardır. Çünkü Osmanlı Sarayında olduğu gibi başarılı
bürokratların kafasını kopartmışlardır.  Çünkü, başarılı
bürokratları yaşattıklarında ileride kendilerine rakip olacağını
bildikleri için hiçbirine yaşama hakkı tanımamışlardır. O
nedenle bürokratlara buradan sesleniyorum:
- Ben idealist bir bürokratım.
- Ben çok başarılı bir genel müdürüm.
- Ben çok başarılı bir bölge müdürüyüm, dediğiniz anda
politikacı sizi öldürecektir. Hatta öyle ki, bulunduğunuz yere
sizi tayin ettiren milletvekili bile olsa sırtınızı döndüğünüzde
hançerini saplayacaktır.
İşte Adana politikasının 35-40 yıllık politik panoraması
budur. Bu nedenle Başkent'te Adanalı ne bir genel müdür,
ne bir müsteşar, ne de diğer seksiyonlarda birer başarılı kişi
çıkmamıştır. Çıksa bile kısa zamanda  yakalanıp, birer birer
yok edilmiştir. Birkaç tane de son yıllarda çıkmasına rağmen,
onlar da politik alanda silinip gitmişlerdir. Politikaya atılacak
bürokratlara da önerim şudur:
İyi bir müsteşarsanız.
-269-



Abdulkadir KAÇAR
İyi bir genel müdürseniz.
İyi bir genel müdür vekiliyseniz.
İyi bir bölge müdürüyseniz, aklınızda da ileride politika
yapmayı koymuşsanız, sakın ola ki en yakınınıza bile:
- Ben politika yapacağım, demeyin...
Sakın ola ki, idealistlikten söz etmeyin. Çünkü idealist
olanların ileride başarılı birer politikacı olacağı düşünülür.
İdealist olsanız bile bunu çevrenize sakın ola ki göstermeyin.
Çünkü öyle olduğu an, etrafınızda birkaç kişi de sizi alkışladı
mı? O yörenin milletvekili Ankara'da rahatsız olarak, sizi
yok edecektir, yani öldürecektir. Nasıl olacaktır bu? Yerinizden
edecektir. Başka kentlere tayininizi çıkarttıracaktır. Tüm
bunlar olmayınca özel yaşamınızla oynayacaktır. Çünkü
politika isimli oyunun kuralı budur. Bu kurala göre oynayacak
olan siyasetçi, rakip olabilecekleri önceden öldürecektir.
Yani, politikada öldürme yeteneği olanlar yaşarlar.
-270-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
ADANA’NIN İKİ DEV POLİTİKACISI,
DURAK VE ÇOLAK’TIR
Ben poltikada anlattıklarımı örneklerle kanıtlamak için
yerel politikayı anlatmak istiyorum. Dolu dolu yaşadığım,
hatta yönlendirdiğim, tanığı olduğum için yerel politika
anılarım çok zengindir. Örneğin Adana’da son 30 yıl içerisinde
iki tane politikacı yetişmiştir. Bunlar Aytaç Durak ve Selahattin
Çolak’tır. İkisi de zaman zaman iyi dostlarım, en iyi arkadaş-
larımdır. Hatta daha da öteye, benden gelen mertlikler vardır.
Ancak zamanla özverilerimin karşıladığını bulamadığım gibi
bir de baktım ki, felaketin göbeğine düşerek zararlarını
görmüştüm.
Politikacının bu acımasız kurallarına rağmen, gerek
Selahattin Çolak gerek Aytaç Durak önemli yerlere gelebilir.
Çok daha farklı olaylarda olabilirdi, ama üzülerek
belirtmeliyim ki, bunların hiç birisi olmadı.
Burada şunları da itiraf etmem gerekiyor ki ; Selahattin
Çolak’ta Aytaç Durak’ta Adana için büyük şans olan, her
ikisi de büyük yetenek olan, politikayı çok iyi bilen kişilerdir.
Aytaç Bey’in politik zekası, Rus Satranç şampiyonu Yuri
Kasparov gibidir. Selahattin Bey ise daha cesur, atak,
korkusuz, örgütçü hareket eden ve bu yönüyle de başarıyı
yakalamıştır. Birlikte politika yaptığımız içinde Aytaç Durak’ın
politikasını her zaman tercih ederim, zekasından zaman
zamanda çok yararlandığımı itiraf etmek istiyorum.
-271-



Abdulkadir KAÇAR
SIKIYÖNETİM DÖNEMİNDE
SELAHATTİN ÇOLAK LOBİSİ  YARATTIM
 Türkiye 12 Eylül 1980’e doğru yaklaşırken anarşi kana
doymayan bir canavar haline gelmiş, Adana’da ile Günde 4-
5 kişi öldürülüyor ve cesetleri at arabalarında sürekleniyordu.
Kimin ne zaman katledileceği belli değildi. İşte böyle bir
vahşet içinde sivillerden demokratik bir anlayış beklenemezdi.
Bu da askeri davet ediyor, gereğini yapması davetiyesi
çıkartıyordu. Başka bir deyişle 12 Eylül’ün her zaman meşru
olduğuna inanmıştım. Çünkü, bu darbe bir gün, bir gecede
oluşmamıştı. İnsanlarımız Türkiye’de neden sağcı solcu diye
ikiye bölünmüştü ? Politikacılar neden başarısızdı ? Hepsi
de bir ananın çocukları olan sağcı – solcu diye ayrılan gençler
ellerine silahları alıp nasıl canavarlar haline dönüşmüştü ?
Ben 12 Eylül’ü meşru bulduğumu, yapılması gereken bir
hareket olduğunu söylerken hep aksini düşünmüşümdür.
Eğer, bu harekat yapılmamış olsaydı, Türkiye yüzde yüz iç
savaşa girecek, ülke toprakları ikiye bölünmüş olacaktı. Ve,
sağcı – solcu diye masum kamplara bölünen insanlarımız
bunu bilinç dışı olarak yapacaklar, kendilerini ülkerinin
parçalanmasında bir kobay olarak kullanan insanların gerçek
yüzelerini daha sonra gördüklerinde tanımayacaklardı…
-272-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Burada bir vahşetin, bir kıyının panoramasını çizerken
şunlarıda vurgulamak istiyorum :
O dönemde yeni yeni sloganlar atarak demokrat bir
tavırla ortaya çıktığını iddia eden solcular, nerede fakir polis,
öğretmen, bekçi, öğrenci, sanatkar, varsa onları katlettiler.
Hem sağcıların, hem de solcuların, 15 bin kişinin katledildiği
1980’e kadar gelen olaylarda bir tek zengin kişiyi öldürme-
mişlerdir. Rüşvet, anarşi döneminde de oratay çıkarak,
katliam yapanları etkilemişti. Başka deyişle, yaşayabilmek
için gerek sağ, gerek sola paralar hortumladıkları için
kendilerini bu savaştan tecrit etmişlerdir.
12 Eylül 1980 ihtilalinin Adana yönüne bakacak olursak,
darbe sabahı ben Güney Haber Gazetesi’nin başındaydım.
6. Kolordu ve sıkı yönetimin ilk paşası da, ufak – tefek ama
sapına kadar asker olan tanıdğım en cesur paşaralardan
Nevzat Bölügiray’dı. İhtilalle birlikte, şeytanın temsilcisi olan
siviller, masumiyetin temsilcisi askerlerle kanca atmaya,
onlarla iş birliği yapmaya çalışmışlardı.
- Nasıl tanışırız askerle ?
- Asker neden hoşlanır ?
- Acaba, bir işimizi hangi yollarla halledebiliriz ?
Bunların hesaplarını yapıyorlardı…
12 Eylül 1980’nin Adana Belediye Başkanı da Selahattin
Çolak’tı, ve son derece başarılı çalışmalar yapan, halkıyla
bütünleşen, halkını seven, bir kişiydi. Hele hele o günlerde,
gazeteciolarak benim kafamdaki yeri doldurmayan
kahramandı. Türkiye’de Selahattin Çolak’tan başarılı ve daha
büyük Belediye Başkanı yoktu. Bir insana tapılır ?
Kelimenin tam anlamıyla ona tapıyordum. İhtilalle birlikte
başkan Selahattin Çolak’a bir şey olacak diye aklım gidiyordu.
-273-



Abdulkadir KAÇAR
Hem hizmetleri sayısız ve sınırsızdı, Adana tarihinde
görmediği büyük hizmetlerle tanışıyordu, hem konuşması
etkiliydi, hem de yakışıklı, halkının gönlünde bir kahra-
mandı… İhtilalciler Türkiye’nin tüm Belediye Başkan-larını
görevden bir bir el çektirirken, ben o günlerde sıkı yönetim
ve asker korkusunu düşünmeden sabahlara kadar çalışarak
onun yaşamını, çalışmalarını anlatan SELAHATTİN ÇOLAK
özel sayısı çıkartmıştım. Onun ne kadar başarılı, ne kadar
özverili, halkı ne kadar çok sevip – tanıdığını, taraflı– yansız
hizmetler yaptığını anlattığım o özel sayıda 1. Sayfada attığım
manşet şöyleydi :
TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK BAŞKANI SELAHATTİN
ÇOLAK’TAN DAHA BÜYÜK YOK, BÖYLE BİR BAŞKAN
SAKIN OLA Kİ GÖREVDEN ALINMAMALIDIR.
İşte bu sıralarda Nevzat Bölügiray Paşa gitmiş, yerine
Burhaneddin Biga’lı atanmış, soruşturmalar başlatmış, kriz
masası da oluşturmuştu. Bende sıkı yönetim çok samimiyet
kurmuştum. Gerek kurmay başkanı, gerek Burhaneddin
Paşa, ile sık sık görüşüyor, Selahattin Çolak sevgisi’yle kulis
yapıyordum. Bu davranışımda beni tehlikelere itiyordu.
Selahattin Çolak’ın saf ve masumluğundan söz eden bir
kulisin başında da Adanaspor Antrenörü Gündüz Tekin
Onay’ın ağabeyi Yılmaz Tekin Onay vardı, O da asker kökenli
olduğu için kolorduya rahatlıkla girip – çıkıyordu.
Selahattin Çolak’a zarar gelmemesi için bir araya
gelmiştik. Bu fikrimizi Kurmay Başkanı Albay Turgut
Nasun’la, Bilga Paşanın yardımcısı Mümtaz Ün’e de aşıla-
mıştık. Birkaç defada Selahattin Çolak göz altına alındı,
alınacak diye duyduğum için :
-274-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
- Böyle başkan nasıl gözaltına alınır ?
- Sayın Çolak’a nasıl soruşturma açılır ? diye itirazlar
ediyordum… Aklanması içinde elimden gelen her türlü gayreti
göstermiş Burhaneddin Bigalı Paşa’ya da etki etmeye başla-
mıştım. Bir gün Bigalı Paşa’nın huzuruna çıktım :
- Erol, kulislerini duyuyorum, anlıyorum. Sen Bölügiray
Paşa’dan bana emanetsin. Seni seviyoruz ama bu propagan
da işinden vazgeç.
- Hayır paşam, Adana’ya hizmetleri olan büyük bir
başkan, Selahattin Çolak için bunları söylerim :
- Bekle gör… demişti.
Bigalı’dan azar işitmeme rağmen Turgut Nasun, Yılmaz
Tekin Onay, Mümtaz Ün Paşa ile aynı şeyleri söylemeye,
yukarıya iletmeye devam etmiştim. Bir gün makamındayken
bir telefon geldi, Sekreter:
- Sıkı yönetimden arıyorlar… deyince rahmetli Kenan
Gedikoğlu :
- Ben yokum, ben yokum, Erol burada ona bağla…
demişti.
Gülümseyerek telefona çıktım, sıkı yönetim Sekreteri
Fikret Albay’dı.
- Erol, yarın sabah, yıkan giyin, traşını ol, duanı et ve
Kolorduya gel.
Bende şafak atmıştı, bu çağrıda bir farklılık bir mesaj
vardı.
- Hayırdır Albayım ?
Sen dediğimi yap.
Ertesi sabah erkenden gidip yukarı çıktığımda biraz
bekleyin, biraz sonra size bilgi verilecek.
Beklemeye başladım, ama o günlerde her gün yüzlerce
kişi gözaltına alınıyor, yargılanıyor, cezaevine konuluyordu…
-275-



Abdulkadir KAÇAR
Adana da o gün oluşan farklı atmosferden etkilenmemek
olanaksızdı…
Bir süre sonra beni tanıyan bir subay geldi, telaşlıydı.
- Erol, biraz bekle Paşa çok sinirli, yatışsın sonra seni
içeri alacağım.
Dizlerimin bağı çözülmüştü, biraz sonra içeriye doğru
yürüken, ayaklarım geriye geriye gidiyordu sanki. İçerisi
biraz loştu, bir yanda mini bir meclis toplantısı yapılıyordu…
Bu mecliste Turgut Nasun, Mümtaz Ün, Yılmaz Tekin
Onay’ı gördüm, Burhaneddin Bigalı Paşa, her zaman:
- Erol’um hoş geldin… derken:
- Erol Bey, biraz yaklaşır mısınız ?
Ben hemen askeri adımlarla yaklaştım, hazırol
vaziyetine geçtim. Bir gün önce orduevinde dost olarak çay
içtiğimiz Paşa bu gün farklı konumda, bende farklıydım.
Paşanın yüz hatları simsiyah olmuştu. Öfkeyle sağ yanına
doğru eğildi, masasından bir dosya çıkarttı, bana doğru attı:
- İşte dosya… dedi.
Afalladım,
- Hayırdır Paşam ?
Anlamamıştım ki, lobi oluşturduğum Selahattin Çolak’la
ilgili bir iddia dosyasıydı. Benim bu kulislerim adamların
laflarını karıştırmıştı… Herkes korkudan birbirlerine
bakıyordu, dosyada ne olduğunu da bilemiyordum. Ama,
asker bana korkuyla birlikte saygınlık ve güvende telkin
ediyordu. Masaya yaklaştım:
- Paşam paşam bir iki kelime konuşmama izin verir
misiniz ?
- Konuş Erol Bey konuş…
Yılmaz Tekin Onay dudaklarını ısırıyor, Turgut Nasun
Paşa kıpkırmızıydı, onlarda ne olduğunu bilemiyorlardı.
-276-



Tek Kişilik Gazeteci Okulu - Erol ERK
Mümtaz Bey çok klasik saf ve temiz bir paşaydı, sürekli
gülümserdi. Ama bende Çolak’a o kadar çok bağlıydım ki,
onu o kadar çok seviyordum ki, insan demek ki, o atmosferde
her şey yapabilirmiş. Benim içim o savunulması gereken bir
kahramandı, bizde onu kurtarmaya çalışan fedaileri ve
yardımcılarıydık…
- Paşam, benim dosya elinizde, neler yaptığımı kim
olduğumu biliyorsunuzdur.
- Biliyorum Erol Bey, zaten bilmesem şimdiye kadar
seni çoktan zındana atmıştım bile…
- Paşam şunu da bilmenizi istiyorum ki, ben Erol Erk
olarak yoksuzluk, haksızlık, adaletsizlik yaparım. Ama, bir
Selahattin Çolak böyle bir şey yapmaz.
Paşa bu sözlerim üzerine hiç konuşmadan yüzüme bir
dakika süreyle baktı, baktı, baktı… Çok keskin ve kararlı
tavrım karşısında hiçbir şey söylemeden dosyayı alıp
çekmecesine attı…
Benim Selahattin Çolak’la ilgili söylediklerime, hala
yaşıyorlarsa, Turgut Nasun, Mümtaz Ün ve Yılmaz Tekin
Onay tanıktır. Eğer, ben orada, Selahattin Çolak’la ilgili sözler
söyleseydim, her şey farklı olabilirdi. Ve, Sayın Çolak, bundan
büyük zararlar görebilirdi. Ama, ona olan inancım, saygım,
bağlılığım, yaptığım savunmam paşaların bile fikrini
değiştirmeye yetmişti.
Ha, yaşamımı ortaya koyarak savunduğum, zındana
atılmayı göze alarak söylediğim bu ifadem ve davranışım
Çolak tarafından çok mu takdir gördü ? Beğenildi ? Hayır.
Sadece bir televizyon programındaki canlı yayında.
- Erol Erk’te bana sıkı yönetimde yardım etmişti…
diyebildi…
-277-



Abdulkadir KAÇAR
ABDULKADİR KAÇAR’IN YAYINLANMIŞ DİĞER ESERLERİ...
Çivi (Günlük Yazılar)
Kılçık (Günlük Yazılar)
Dan Dan Adana’dan (Ortak Kitap)
Çukurova Evliyaları
Mini Şiirler
Mini Şiirler-2
Hazır Değilim Ölüm (Şiir)
Denemeler
Büyük Kitap
Adliye ve İnsan (Fotograf Katalogu)
Adana Belediye Meclisi (Fotograf Katalogu)
Deli Yücel’in Anıları
Sevgi Sensin
Sevgiye Yolculuk
Düşünüyorum
Altın Fırsat
Günce ve Fotograflarla Adana Deprem Gerçeği (Ortak Kitap)
Genç Şiir 93
Yazar-Çizer Dünyası (Ortak Kitap)
Yoksulluğun Erdemleri
Üstün İnsan
Çağın Efendisi Para
Kel Tekin’in Anıları
Chp’nin Ulu Çınarı Nebile Ataç’ın Anıları
Kırım TATAR Türkleri
Son Filozof Abdulkadir Kaçar
Yaşam Bana Ben Kendime Ödülüm
Vasiyet
Ölüm Kitabı
Youtube’nin Son Kahramanı Abdurrahman Boztaş...
Sen Hangisisin?
Sanalizm,
Ceyhan daki Kırım Türkleri
....

-278-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder