SEVGİYE YOLCULUK..
Abdulkadir Kaçar...
İLK SÖZ
Aslında farkında olmasak da olmasak da; tüm yaşamlar sevgiye
başlayan ve ölüme kadar durmadan yapılan bir yolculuktur… Onun bulunup
bulunmaması ayrı bir konudur; ancak sevgiyi ararken zamanın nasıl geçip
gittiğini, ömrün nasıl bittiğini anlayamaz insan... Bu yolculuğunda
karşılaştığı pek çok düşünceyi, duyguyu, ilk defa karşılaştığı pek çok olayları
bulup varlığına katar; yararlarını ya da zararlarını dolu dolu yaşar... Altın
Tepside sadece bir kez sunulan altın bir fırsat olan yaşamımda kendime hedef olarak
seçtiğim sevgiye doğru yolculuk yaparken pek çok duyguyla karşılaştım
yaşadım... Şunu rahatlıkla ve tüm içtenliğimle söyleyebilirim ki; bu kitaptaki
düşüncelerimde en küçük bir hile, abartma, yanıltma, bir aldatma, yalan, sahtekarlık, hile, politika, kandırma asla yoktur...
Bu kitabımda on binlerce denememin arasından seçtiğim, "GELECEK",
"UMUT", "BAŞARI", "KENDİMEZ–BEN–SEN–O–BİZ" ve
"ÖLÜM" üzerine düşüncelerim bulunmaktadır. Ayrıca "SEVGİYE
YOLCULUK" , ortak başlığıyla sunduğum bu yapıtımda, "DÜNYAYA YENİDEN
GELSEM" dediğim düşüncelerimden oluşturduğu son bölüm yer almaktadır... Sonuç olarak bu yapıtımda görüşlerimi dürüstçe
ortaya koymaya çalıştım.
Abdülkadir
KAÇAR
1.
Bölüm
İYİMSERLİK
Sevgilerimle, saygılarımla selamladığım
siz güzel insanlara hemen kendimi tanıtmak istiyorum… Merhaba ben iyimserliğim,
adımı hemen söyleyivermeyi uygun bulmamın nedeni, hakkımda iyimser olmanızı
sağlamaktır… İnsanlara yaşama sevincini, coşkuyu, mutluluğu, tüm güzellikleri
sadece ben veririm… Ben insanları acı
çekmekten kurtarırım… Yaşam isimli serüveninde rahatlatır esenlik sunarım…
Evrene, dünyaya, yaşama, insana onun gözünden bakarım evrene, görenler hemen
tanırlar beni... Çünkü mutlu olmayı başaran hemen her insanın yüzündeki
gülümseme olarak görünürüm… Verdiğim güç sayesinde insanlar yaşamın önlerine
çıkarttığı engelleri rahatlıkla aşarak sonunda mutluluğu bulurlar… Büyük ve
acımasız sıkıntıları ve her türlü sorunlarında sadece bana sığınırlar, destek
olmamı isterler… Koşarak bana gelip yardım isteyenlerin ellerini asla boş
çevirmem… Gözlüğümden bakanların sorunsuz davranmaları, ruhlarına verdiğim
esenliğin yüzlerindeki yansıması olarak görünür… İddia ediyorum, inanıyorum, on binlerce yıldan
beri deneyip kanıtladığım konuya gelince; şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki
asla değiştiremeyeceğim insan yoktur… Hangi sorunu, sıkıntıları, acıları varsa,
adeta sihirli bir değnekle dokunurcasına ışık hızıyla çözerim… Beni düşünmeye
başladıklarında zaten sorunlarının yüzde ellisini çözmüş olurlar… Hiçbir insan
dostluğumdan sıkılmaz; yeter ki istesin, her koşulda onunla olup-acılarını ve
sıkıntılarını dağıtırım… Beni aklından geçirenlerin yardımına her an hazır
beklerim… Reddedilinceye kadar sıkıntı vermeden-sorun yaratmadan ısrarla
kalırım yanlarında... Böyle özverili olmasaydım, acılarla dolu bu yaşam sahnesinde
kim, hangi insan mutluluklarla dolu uzun süre yaşayabilirdi ki? Efendim insana
yaşadığım sürece hizmet etmek tek amacımdır. Onun mutluluğu benim
mutluluğumdur… Kötülük, kıskançlık, hilebazlık, sahtekarlık gibi duygularla
uzaktan-yakından ilişkim yoktur. Onların olduğu yerde durmam; sadece iyilik
için, erdemler ve mutluluklar sunmak amacıyla yaşam sahnesinde yer aldığımı
akıllı insanlar bilir… O nedenle sadece akıllı insanı dinler, ona doğru yolu
gösterebilmenin savaşını veririm… En
yakın arkadaşlarıma gelince; hoşgörüyü, erdem, sevgi, sabır, adalet, bağışlama,
cömertlik, yiğitlik, yardım, mutluluk ve yaşama sevincidir. Zaten bunlardan hiç
ayrılmam… Sürekli onlarla birlikte gezer, çağıran-yardım isteyen insanlara
onlarla birlikte konuk oluruz… Eleştireler umurumda değildir, çağıran, yardım
isteyen her insana yaptığım hizmetlerim ortada olduğu için kendimi bazen de
övmekten geri kalmayacağım... Aslında beni hor görmek isteyenler, reddedenler,
kendileriyle sorunlarını çözememiş ham-cahil-kendini geliştirememiş,
okuma-düşünme, yazma erdeminden uzak kalmış insanlardır. Beni yaşama biçimi
olarak seçenlerin gözlerinden bakıldığında vazgeçilmez, yerim doldurulmaz
olarak görülür… Diğer duyguların kendilerini övmek gibi bir yeteneklerinin
bulunmaması benim de kendimi anlatmama engel olamaz... Ben iyimserliğim; kullanmasını,
benden hizmet almasını başaranlara sınırsızdır etkin gücüm… Özgürlükleri ben
dağıtırım, sevgiler, doyumlar, kavuşmalar, buluşmaları ben gerçekleştiririm…
Yarin gönlünde açan bir gonca, buluğ çağındaki gençlerin düşlerindeki eşsiz
sevgilileri olurum… Herkese, yaşamlarının her anında gerekliyim, politikacılar,
devlet memurları, dilenciler, gazeteciler, fahişeler, katillere bile sınırsız
yardım ederim. Olmadığım bir yerde anlaşma sağlanamaz, insanlar birbirlerini
anlayıp yaşamın acılarına dayanamaz. Saraylar, gizli belgeler, devlet sırları,
eşsiz mücevherler, paraları hep ben korurum. Birlikte olduğum sürece her şey,
herkes güvendedir... Yoksam yok olurlar... Bu övünme değil saptamadır… Hava,
su, ateş, ekmek, ışık kadar gerekli olmasaydım, insanlar beni arayıp
bulamayacaktı… Yaptıklarımla kendimi kanıtladığım için insanın saygısı her geçen gün daha da çok
artmaktadır… Ben iyimserliğim çünkü… Benden uzaklaşanlar ölüme yaklaşırlar. Varlığımın
tarihi insanla eşittir; birlikte doğduğum, anam-babam-sevgilim insandır, yerim
yüreğidir… Benden yardım almayı başaranlar dünyanın en mutlu insanı olur... Mutluluklarla
dolu insan yaşamının her bölümünde imzam vardır; yardım istesin-istemesin
tehlike sınırında bulunan her canı uçurumun kenarından çıkartıp, normal yaşama
döndürme gücümü kullanırım... İnsanın başının dik, onurlu, gönençli yaşamını
sürdürmesi tek isteğimdir. Ona hava, su, ışık, aş-ekmek kadar gerekliyim…
Nerede olursam olayım, insanlar arayıp beni bulurlar... Her zaman bakımlı,
taze, çekici, alımlıyım; sevgiyle evli sayılırım… Erdemlerimle süslediğim
insanlardan kimse kötülük görmez, kazık yemez, kötü söz işitmez, kötülük
düşünmesini ve yapmasını ben önlerim... Ayrılıklar, cinayetler hep olmadığım
zamanlarda meydana gelmiştir… Gücümü en çok eşleri birbirlerine yaklaştırırken
gösteririm… Onların beyin hormonlarını düzenler, tüm kusurlarını örter, gözlerine
çekici, hoş, dünyanın en güzel insanı olarak gösteririm... Erdemlerimi sunduğum
eşler kıskançlık, iki yüzlülük, aldatma, hile, yanlış, vefasızlık gibi
olumsuzluklar görülmez... Kadın ve erkekleri çekim alanıma aldıktan sonra, öyle
değiştiririm ki, milyarlarca insanlar arasında dünyaya birbirleri için
geldiklerine inanmaktan başka çareleri kalmaz… Huzurlarını, mutluluklarını ben korurum… Zaten insanları anne-baba olmaya da
ben ikna ederim… Çünkü her türlü birikimlerini alan çocukları dünyaya getirmeye
sadece ve sadece ben inandırır razı ederim. Tüm sözcüklerin içinde beni en çok,
“BELKİ” anlatır. Efendim insanın düşüncelerini değiştirirken bu sözcüğü kilit
olarak kullanırım:
-Belki yanlış duydun…
-Belki bildiğin gibi değildir...
-Belki sen ona zarar vermek istedin…
-Belki senin onu düşündüğünden daha
fazla o seni düşünüyor…
-Belki duydukların kasıtlı olarak
uydurulan yalanlardır…
Bu sözcüğün sihri işlerimi oldukça
kolaylaştırır… İnsan böylece düşüncelerini, yaptıklarını ve kendisine karşı yapılacakları
yeniden gözden geçirmeye karar verir... Bu düşünme zamanı ona olayları daha
sağlıklı, derinden, başka boyutlardan bakma yeteneği kazandırır… Zaman her şeye
ilaç olduğu, bu aşamada da devreye girer… İşte kendimi o zaman hedefime ulaşmış
sayarım… Tüm bu aşamalarda, beden kimyasını olumlu yönde değiştirirken; insana
iyilik, serinlik, rahatlık, hoşgörü, dayanma gücü, sabır sunarım… İnsan böylece
düşüncelerini yeniden değerlendirir, sinir sistemlerini yatıştırır, stresini
azaltır… İnsanı gittiği yoldan döndürüp-mutlu ve huzurlu güzelliklere
yönlendiririm…
Ben
iyimserliğim; işim gücüm akıllarını çok iyi kullanmayı başarabilen insana
doğruyu sunmak, kendime onu efendi yaparak serüveninde hem öz’üne hem de
ülkesine yararlı olmasını sağlamaktır… Böylece düşüncelerinde kendisini aşarak
gelecekte seçkin ve üstün nesiller yetiştirmesi için çırpınır ve bunu da
inanılmaz ölçüde başarırım. Ben iyimserliğim; sayemde sürer dostluklar, aradan
çekildiğimde yıkılmayacak dostluk yoktur… Çünkü, dostların birbirlerini anlamalarını
ben sağlarım, küsenleri barıştırmak, 40, 50 daha da uzun yıllar süren
dostluklar oluşturmak efendim insana yaptığım en önemli hizmetlerimdir… Dost
dostun kötülüğüne, acılarına, hakaretlerine, zararlarına, bilerek ya da
bilmeyerek yaptığı tüm olumsuzluklara sayemde katlanır... Onları uzlaştırır,
eğitir, ortak çıkar noktalarını bulup anlayışlı hale getirip barıştırırım…
Birbirlerine dayanmalarını sağlarım… Dostu bazen dostuna öyle çekici, sevimli
affedilip-katlanılabilir gösteririm ki, onun en ağır kötülüklerine bile
sevinçle katlanır… Yaşamda hava-su-ekmek kadar gerekli dostlukları ben olmasam
kim kurardı? Hangi duygu bunu başarabilecekti? Hiç birisi benim yaptıklarımı
yapmazdı, yapamazdı… Diğer duyguları insanı yok etmeye çabalarken, ben yani iyimserlik
kölesi olup, yaşamını gücüm ölçüsünde iyileştirip, sevinç, gönenç, sınırsız
doyumlar sunarım... Dost yapamayacağım insan yoktur; efendim insan kendisine
hizmetimi engellediğinde ya da benden vazgeçtiğinde diğer duyguları, onun tüm
dostluklarını yok ederek acılarını arttırarak, ölüme kadar sürükler... Oysa ben
insana hizmet ederim, tarihi boyunca ona iyilikler, mutlulukların her türlüsünü
cömertçe ve karşılık beklemeden sunarım. Çünkü ben iyimserliğim... Efendim
insana, uşağı olarak yaptığım hizmetlerimin başında, ona kendisini sevdirmem
gelir… Öyle ki, bazen fiziki yetersiz, hasta, yaşlı, özürlü de olsa özüne aşık
edebilirim… Çünkü yeniden başka bir bedenle yaşama gelme şansının olmadığını,
tek ve altın bir fırsat olan yaşamını ancak bulduğu bedenle sürdürmek zorunda
olduğu için sevmekten başka çaresinin bulunmadığını anlatırım... Bedeninin hiç
de fena sayılmayabileceğini, özürleri kendisine örnek almasını söylerim...
Sürekli öğütlerim sonunda yavaş yavaş efendim insan öz’üne karşı oluşturduğu ön
yargıları yeniden düşünmeye başladığında onlardan kurtulmaya da başlar...
Delikanlılar kendilerine böylece çağının en genç tv ve sinema artistleri gibi
görür saçlarını onlar gibi tarar, sokakta onlar gibi yürür, karşı cinse onlar
gibi bakar… Genç kızlar için de aynı kural geçerlidir… Bazen kısa sürelerle de
olsa benzemek istedikleri sanatçılardan daha da çekici olduklarına inandırırım
onları... Yaşamın yükü insanları
çocukluktan başlamak üzere ezdikçe ezer, yılların izi yüzünde derin derin
çizgiler oluşturur… Son yaşlarına doğru insanlar bazen yanlışlıklar yapmayı
alışkanlığa dönüştürürler. Hatalar sıklaşır, konuşurken söylediklerini kontrol
edemezler, ağaran saçlarına kızar, kimi dişsiz kalmaktan, kimi ayakların artık
kendisini taşıyamadığından yakınır… Gençlik hazlarından yararlanamadıkları,
doyumsuz kaldıklarını bu dönemde söylerler… Çekicilikleri, her alandaki güçleri
de bitmiştir… İşte bu aşamada devreye girer, o kişiyi kendisine yaklaştırmanın
yollarını arar bulurum… Örneğin derim ki:
-Yaşam altın tepside sunulan tek
fırsattır… Her saniyesini ikinci kez kullanamayacaksın, her nefesindeki sana
sunulan her saniyenin değerini bil ona saygıyla yaklaş ve de iyi kullan… Her
yaşın tadı farklı güzellikler sunar, keşfet...
-Senden önce ölen yaşıtlarına göre çok
şanslı olduğunu unutma... Onlardan daha çok ve uzun yaşadın, acıların da oldu
ama mutluluğu onlardan daha fazla tattın…
İnanılmaz ölçüde beni dinleyen bu
efendilerim yaşlanmış, hasta, özürlü de olsalar kendileriyle ilgili
düşüncelerini kısa sürede olumluya çeviririm... Baştan aşağı olumlu
düzenlediğim hormonlarıyla da artık dünyanın en iyi, en güleç yüzlü,
saygıdeğer, sevilmeye layık insanlara dönüştürürüm… Bunu ustaca başarırım...
Öyle ki, o kişi kendisini artık evrenin merkezi sayar, doğaya, insanlığa varlığa
büyük saygı duyar... Sözümü dinlemeyi sürdürdüklerinde de ömrü uzadıkta uzar…
Genç yaşta ölenler ise benimle tanışmayanlar, tanışmak istemeyenler,
yaşamlarına küsüp, söylediklerimi yerine getirmeyenlerdir... İnsanlar hasta ve
eksik organlarına karşı uzun yaşamak istiyorlarsa beni mutlaka dinlemeleri tüm
hizmetlerimden de fazlaca yararlanmayı başarmaları gerekir…
Efendim
insana ölümü anlama konusunda en büyük yardımı ben yaparım… Ölüm bazen
gereklidir, öyle aranır hale gelebilir ki inanamazsınız… Onu yaşamlarında bazı
insanlar anlar ve arar... Çoğunluk korkar ve reddeder... Ölümü kaçınılmaz
olanları onunla buluşmaya, ikna ederek ben inandırırım… Örneğin ölüm
sonrasında, ‘Belki ’leri çoğaltırım... Değiştirdiğim beden kimyasıyla efendim
insan nasıl olsa gideceği ölümle buluşmaya böylece koşarak gider... Bazen
sevgilisiyle buluşmaya gidercesine uçarak ulaşır ve onu bağrına basar… Sayemde
ölüm bazıları için sevgili, bazıları için ilaç haline gelir... Çünkü ben
iyimserliğim; insanı her zaman olumlu yönde etkilemeye, değiştirmeye, gücüm
yeter… Tüm korkuları, olumsuz endişeleri, karamsarlıkları kötü düşünceleri, şok
eden olayları, kabusları, yenerim, insanı korkularının üstünde mutlu bir yaşama
ben taşırım... İyiyi-kötüyü, olumluyu-olumsuzu seçmesinde efendim insana
inanılmaz yardımlar yaparım... Çabalarım sonucunda insan yaşamının önüne
çıkarttığı her türlü acıya ve olumsuzlukların zararlarına katlanır. Onu
cesaret, deneyim, hoşgörü, doyumlar sunarak ödüllendiririm… Ben iyimserliğim;
insan yaşam denilen bu serüvende nelerle karşılaşır, nelerden kurtulur, neler
onun canını alır, saymakla bitmez… Doğumla başlayalım; bir insanın diğer bir
insanın içinde büyümesi, sonra (doğum)yaşam sahnesine çıkması ne kadar uzun,
zor, acılı, zahmetli değil mi? İşte bu konu benim en büyük eserimdir ve insanı
bu alanda istediğimi yaptırarak ne kadar güçlü olduğumu kanıtlarım… Bunu
yaparken de en büyük sihirim hormonları kullanır, onu istediğim şekle sokarım… Çocukların
ellerinden tutup büyütürüm, tertemiz, pırıl pırıl olan ruhları sayemde
güzelliğini duruluğunu yıllarca korur... Kötüler ve kötülüklerle tanışmamaları-ona
bulaşmamaları için elimden gelen her şeyi yaparım, bazen de görünmez kanatları
olup korurum onları... Ana kucağına gereksinim duyduklarında koşarak bana
gelirler... Sarıp-sarmalar-bedenlerine ve ruhlarına sağlık, neşe, sevgi, yaşama
sevinci, gönenç katarım… Yaralananları hastaları iyileştiririm, düşmekte
olanları kurtarırım…Çocukluktan sonra gençlik, olgunluk, sonra da yaşlılık
dönemi gelir… Hastalıklar, sakatlıklar, bakıma gereksinimle doludur bu dönem...
Her yaşlı insan yaşamının sonunda çocuklukta olduğu gibi ilgiyle, bakıma,
özene, beslenmeye gereksinim duyar... Bunların yanında şanssızlık, kazalar,
sakatlık, yoksulluk, cezaevleri, hastaneler, dost ve düşmanlarından yediği
kazıklar türlü belalardan binlercesini gelip keser önünü... İşte yaşamdaki bu
olumsuzlukların tamamında devreye ben girerim. İnsan isimli efendime derim ki;
-Karşılaştığın bir kötülük belki de bir
iyiliğe ulaşmanı sağlar…
-Hasta olmasaydın, sağlığın değerini
bilemezdin…
-Çözdüğün sorun kadar mutluluğu elde
edeceksin…
Kendime, hatta onun kendisine
inanmasını sağlarım… Aslında insan benim gibi bir hizmetkarı, gönüllü kölesi
olduğu için insan sevinç duymalıdır... Sayemde ulaştığı, aştığı tüm engellerden
sonra bana teşekkür etmelidir… Ben efendim insana bunları teşekkür etmesi için
değil, onun rahat etmesi, kendisini geliştirmesi, içindeki yüksek insanı
çıkartması için böyle davranırım... Başka deyişle köleler efendilerinin iyi
yaşaması için ne yaparsa ben de insan için bunları yapıyorum…
En iyi dinleyicilerim arasında devleti
yönetenler vardır... Ve onlara ateşten gömlek giydirmeyi başarırım... Şu
demektir; milyarlarca dolar borcu olan, iflas etmiş ülkeyi kim yönetmek ister
ki? Hangi akıllı insan bu yükün altına girip, seçimle o koltukları ele geçirmek
için istekli olur ki? Çıkarlarına dokunduklarınca düşman sayısı artan öldürülme
riski taşıyan, bir makamı hangi insan kabul eder ki? Başbakan olarak ülkesini
savaşa sokmayı, gerekirse yargılanarak idam edilmeyi, başarısız olduğu her an
öldürülme riskini kim alabilir ki? Hangi insan devlet başkanlığı makamının
sorumluluklarını almak ister… İşte ben bunu başarırım; inandırırım insanı,
ateşten gömlek olan devlet yöneticiliğini kabul ettiririm. Bu insanların önce
benim gözlüğümden bakmalarını sağlarım, sonra da o makamları çekici... Yüksek
itibarlı, ulaşılması zor, ama en büyük onur olduğuna inandırırım… Aslında
gerçekte öyledir... O zaman insanlar bir seçim öncesi oraları ele geçirmek,
devletin ateşten gömleğini giymek için talip olurlar… Seçim adlı yarışta
inanılmaz paralar, emekler, çabalar harcanır, propagandalar yapılır ve oraya
ulaşırlar... Makamlara gelmekte yetmez, orda kaldıkları süreç içinde
karşılaşacakları öyle çok sorun vardır ki geldikleri gün geri gitmek, peşlerine
bakmadan kaçmak, terk etmek isterler… Ama onlar işin iyi yanlarını tekrar
göstererek, olumsuzlukları silip atarım… Efendim insana öyle etkileyici bir güç
veririm ki, ateşten gömlekte her an yandıkları ve yok olduklarını anlamadan bir
dahaki seçime kadar kahramanca sayılabilecek şekilde görevlerini özveriyle
sürdürürler… Daha sonraki yıllarda
yeniden, yeniden seçilmek isterler ve asla bundan geri durmazlar… Çünkü efendim
insan, beni iyi kullandığı sürece, uşak olarak bütün hünerlerimi ona sunmaktan
onur duyarım… Çünkü ben iyimserliğim, efendim insana hizmettir tek varlık
nedenim.
Ben iyimserliğim; iş adamları ve iş
kadınları sayemde daha çok itibar ve para kazanırlar… Onları riske girmesi,
daha çok kazanmaları konusunda ikna ederim ve inanılmaz ölçüde sadık dinleyicim
ve uygulayıcım olurlar… Belki biraz huzursuz olabilirler, acılarla yakın plan
göğüs göğüse savaşmaları gerekebilir ama ulaştıkları sonuç kusursuzdur… Gerçi
onların mutlu olup-olmadıklarını anlamaya zaman bırakmam… Çünkü ben sihrimi
aşarak düşünmeye başladıklarında mutluluğa yakın olmadıklarını anlasalar bile
sözümü dinledikleri-kazandıkları için mutlu sayılırlar… Onları dürüst olmaları,
doğru düşünmeleri, herkesle barış içinde olmaları, iş yapsın yapmasın tüm
insanlara saygı göstermeleri gerektiğine inandırırım… Kendisine beni köle
yapmayı başaran iş adamları ve iş kadınları, daha çok çalışmak, daha çok
kazanmak için diğerleriyle inanılmaz bir yarış içine girerler… Bu da toplum
içindeki saygınlıklarını, her alandaki birikimlerini arttırır... İntihar, iflas
eden başarısız iş adamları ve kadınları beni terk eden-ilişkilerini
kesip-benden uzaklaşıp reddedenlerin arasından çıkar… İyimserlik gibi bir
duygusunu yitirenlerin yani benimle iletişimlerini kesenlerin yaşamlarını
sürdürmeleri olanaksızdır-bırakın başarısız olmalarını… Çünkü ben iyimserliğim;
köle yapanlara efendim olarak en iyi hizmet etmeyi görev sayarım. Dünyanın en
büyük ve eşsiz sermayeleri benim eserimdir… Amacım insan isimli efendimi
kötülüklerden, belalardan, başarısızlıklardan, çaresizliklerden korumak,
moralini her zaman yüksek tutup yaşama sıkı sıkı sarılmasını sağlamak, ona tüm
zenginlikleri sunmaktır. Çünkü ben iyimserliğim, asli görevimdir bu... Hizmetlerim
sırasında olumsuzlukları olumluya çevirmek kadar olumluları daha da etkin ve
saygıdeğer hale getirmekte vardır… Örneğin yeterince iyi olan bir insan
köleliğimi elde edebilmişse onun daha çok iyimser olmasını sağlarım… Bir iyilik
düşünecekse beş, on düşünecek ve yapacaksa 50 iyilik yapar… Bu iyilikleri yapan
efendim sayemde herkesin sevgi-saygısını kazanır, onurlandırılır… Bu iyilikleri
süreç içersinde kendisine daha büyük kar olarak geri döner... Böylece daha da
güçlenir, iyilikleri iyice yayılır ve diğer insanların yüreğine de bu efendime
karşı minnet, bağlılık, saygı duyguları oluşur... Böylece iyi efendim sayemde
dürüstlükler ve erdemler dünyasının neredeyse kralı olur… Bu dönüşüm daha da
hızlanarak efendim sahip olduğu tüm zenginlikleri insanlarla daha çok paylaşır…
İyilik yaptıkça da toplumun beğenisi daha da artar, bu büyüme kazancına da
yansır… Herkes onunla işbirliği, ticaret, alış-veriş yapabilmek için birlikte
hareket eder... Erdemli hale getirdiğim bu efendim artık gerçekten zengin
olmaya adaydır, tüm zenginlikler onun ayağına koşarak gelirler... İşte bu sihiri
sadece ben, yani iyimserlik olarak sunarım... Olmadığım yerde mi; adaletsizlik,
kaygı, ayak oyunları, ayak kayırma, yağma. soygun, rüşvet, şantaj, tehdit
bulunur. İyimserlik olarak efendim insanın kanaatlerini değiştirerek ona en
büyük iyiliği yaparım... Yaşamındaki her saniye her kanaatine hoşgörü, sabır,
bağışlama, adil olma erdemleri katarım… Böylece borçlar içinde yüzen bir
işadamını rahatlatır, zayıf karne alacak öğrenciye ders çalışma isteği veririm.
Eşiyle ayrılma noktasına gelenleri de birbirlerine aşık ederim...
İnanıyorum ki; doğa yetenekleri,
güzellikleri, dehayı, çekiciliği, aklı dağıtırken insanlara eşit ve adil
davranmamıştır... Zenginlik ve sağlıkta da aynı biçimde milyarlarca kişiye
haksızlık etmiştir… İyimserlik olarak sahip olduklarımı doğanın adaletsizliğini
de göz önüne alarak her insanı eşit kapsayacak biçimde dağıtırım… Doğa belki de
beni ortaya çıkartarak yaptığı haksızlıkları aracılığımla gidermek istemektedir...
Çünkü ben iyimserliğim, tek amacım efendim insanı başarıya yöneltmek, gönençli,
esenlik içinde yaşayarak yüksek insanları yetişmesi için teşvik etmektir.
Sözümü tutanları iyimserlik olarak asla utandırmam… Beni en iyi anlayanların
başında da yazarlar-filozoflar gelir… Sunduğum iyimserlik gücü sayesinde
inanılmaz ölçüde ürün vermek için gecelerini-gündüzlerine katarak çalışırlar… Hizmet
ettiğim efendim yazarlar er-geç öz’lerini aşıp kendilerinin ötesindeki başarıya
koşmaya, yüksek insana ulaşmaya adaydır… Yazarlara filozoflara şunu yaz-bunu
yaz demem; sadece yazdıkları ne olursa olsun önemli, anlamlı, kalıcı
olabileceğini aynı işi yapanları geçebileceklerine inandırırım… Böylece çekim
alanıma giren yazar yemek, içmek, gezmek, tatil yapmak, sevişmek, doyumlara
ulaşmak gibi duyguların ötesine geçerek emek verdiği alanda derinleşmeye
girişir... Yıllarca süren çalışmaları sonunda da gerçekten vaad ettiklerimi
kendisine sunacağıma iyice inanınca bu kez benim peşimi asla bırakmaz...
Aslında yazarların iyimserliğe, yani bana bağlanmalarının, kendilerini aşmaya
çalışmalarının altında yatan şey; yaşamlarının en sonunda vaad ettiğim şeydir;
yani ölümsüzlük... Bunu en çok ender de olsa beni dinleyen efendim yazara
sunmak için çırpınırım... Yaşarken başarırsam daha çok hoşuma gider... Bazen de
öldüklerinden sonra bu unvanı gecikmiş olarak veririm… İsterseniz gerçek
yazarlar-filozoflar konusunda bazı ipuçları verebilirim. Onları ağır başlı,
yaptıklarından ve kendilerinden emin, emek yoğun çalışmayla geçirirler
zamanlarını… Dahi olsalar bile havaya girmezler… Onlar her an dengeli, akıllı, kontrollü
bilgedir… Para, mal, mülkle ilişkileri en alt düzeydedir... Hedeflerinde daha
çok, en üstün, en yüce bilgilere ulaşmak vardır… O nedenle elde ettikleriyle
yetinirler… Kendilerini adadıkları sanatlarıyla sürdürürler yaşamlarını... Bu
alanda derinleşerek eşsiz başyapıtlar ortaya koymanın peşindedirler... Hiçbir
doyum, zenginlik, arzu, vaat onları yollarından geri çeviremez... Bazen
yazdıkları düşünceleri uğruna ölümü göze aldıkları, hatta öldükleri bile olur…
Bu efendilerime yaptığım hizmetlerime asla acımam… Yapıtlarının da sonsuza dek
kalacağına inancım her defasında daha da çok artar... Politika ve politikacı
her ülke için gereklidir... Toplumlar örgütlenip kendisine hizmet yapacak,
lokomotif olacak politikacıları yetiştirmek ve seçmek ve ülkeyi teslim etmek
zorundadır… Çağdaşlık, uygarlık, demokrasi bu şekilde gerçekleşmektedir modern
toplumlarda... Bu yüzyılda politikacılar halkı sürekli oyalayan, kandıran
kurnaz tilki-halk da salak kargayı oynamaktadır… Bilgilerini belki de kasıtlı
yenilmedikleri için halkın gerisinde kalmaktadırlar... Eski parti tüzükleri,
asla değiştirilmeyen seçim yasalarıyla bilinçli biçimde varlıklarını halka
karşın sürdürmektedirler… İşte bu aşamada halk, her zamankinden farklı olarak
aldatıldığını somut biçimde gören insan politikacıya güvenini yitirmekte, bazen
de ona saldırmaktadır… Efendim insana yapabileceğim en önemli hizmetlerimin
başında da politikacı-seçmen arasındaki iletişimsizliği yumuşatıp arayı bularak
her iki tarafın da yararına davranışlar gerçekleştiririm…
Devleti yönetmenin ateşten gömlek
olduğunu,
Politikacıya daha hoşgörülü
yaklaşılmasını,
Politikanın cesaret gerektirdiğini
anlatırım.
Bir şans daha verilmesini…
Bundan en çok kurnaz tilki rolünü
oynayan politikacı yararlanır… Ama, efendim insanın da zarar görmemesi,
kendisini kötülere ve kötülüklere hedef yapmaması en büyük kazancı olur... Onu
bu yönde programladığım, yumuşattığım, politikacıya dayanma ve anlama gücü
verdiğim için kendimi çok değerli, çok vefakar, çok çalışkan, emek harcayan
varlık olarak başarılı sayıyorum... Ben olmasaydım, politikacıya hiçbir insan
katlanamazdı... Bu da insanın örgütlenmediği, modern sisteme ulaşamadığı anlama
gelir, belki de neslinin sonu bile olurdu; böyle bir sonucu da kimse istemezdi…
Uygarlık da politikada, politikacı da seçmen gibi varlığını bana borçlu.
İyimserliğim beni görmek, duymak, hissetmek, hizmetlerimden yararlanmak
isteyenlerin her zaman emrindeyim. Beni en iyi anlayanlarımın arasında bilgeler
ilk sırada gelir... Yaşamı ve olayları yılmadan, gözlemleme, yorumlama,
bilgilerini yenileme gibi kazandırdığım yetenekleri sayesinde yeni düşüncelere,
bilgilere ulaşıp görüşlerini oluşturup-açıklarlar… Söylediklerimi noktasına
virgülüne kadar gerçekleştirdikleri için toplumda öne çıkıp bilge unvanıyla
onurlandırılırlar… Bilgeler düşüncelerini oluşturabilmeleri için kendilerini
aşıp, ötelerindeki yeni ve geleceğe ait bilgilere ulaşabilmeleri için benimle
işbirliği yapmak zorundalar… Girdikleri en zor emek yoğun araştırmalar,
yaptıkları gözlemler, yaşama ve öz’lerine dair her konuyla ilgili bilgilere
sayemde ulaşırlar… Varlıklarını bana borçlu olan bilgeler-iyi efendim olmayı
başarmışlardır… Tarih boyunca sanatçılar-düşünürler listesinin zirvesinde yer
alıp gerçekten ölümsüzleşenler kendilerine hizmet ettiğim gerçek efendilerimdir,
bilgeler… Bilgelerin gözünden bakar, diliyle konuşur, eliyle hareket eder,
evrene yüreğinde sıcak sevgi olarak yayılırım... Verdiğim dayanma, hoşgörü gibi
duygular sayesinde bilge her türlü yokluğa, acıya, kin, nefret, aşağılama gibi
duygulara karşı yaptığı savaşı hep kazanır... Verdiğim güçle kendisine
inanılmaz bir mutluluk adası oluşturur. Diğer insanların peşinden koştuğu,
zenginlikler, duygular, övülme gibi yapaylıkların peşinden gitmeyi aşağılık bir
davranış sayar… Yalan söylemez, hırsızlık, tefecilik, hile, vurgunculuk,
yağmacılık yapmaz... Entrikaların girdabından yardım beklemez… Bu şekilde
davrananlar arasında da uyumsuzluk çıkartmaz ama onların yaptıklarını
onaylamadığı gibi kendisi de yapmaz… O hep sağduyu sahibi insanlarla, yaşamı,
evreni, kendini sorgular... Bu konudaki yasalara sıkı sıkıya bağlıdır, benim,
yani iyimserliğin sayesinde asla ödün vermez… Her şeyin gelip-geçici bitici
olduğunu bildiği için kanaatkardır… Elinde olanlarla yetinmeyi zenginlik sayar.
Herkesle bunu paylaşmak için çabalar… Bilgelerle her an içli-dışlıyım, zaman
zaman kaybolmamı istese de bensiz olamazlar... Kısa süre sonra kanatlarımın
altına geri dönüp yardım ve ilgi beklerler… Olmasam, bilgelikleri hep yarım
kalacaktır… Olgunluklarının doruklarında daha çok eşlik ederim... En ölümsüz
başyapıtlarını katkım olmadan yazamazlar… İşte benim bilge de en çok sevdiğim
yanım budur… Sadece bilgisiyle, erdemlerini insanlarla paylaşan, diğer tüm
konularda gönül ve göz duygunluğuna ulaşan bilgeler benim gerçek ve tartışmasız
efendilerimdir... Onlarla konuşmak, iyiliklerini çoğaltmak, kusurlarını
azaltmak, bir takım yapay değerlere karşı tok gözlü hale getirmek için elimden
geleni yaparım… Ben iyimserliğim, beni bilmek isteyenler gerçek bilgelere
baksınlar; onların erdemlerini, yaşama biçimi haline getirdiklerinde bu
söylediklerimin hepsini görmüş olurlar… İyimserlik olarak yaşamımı bilgelere
ayırdığım, onlara öncelik sunduğum, içlerindeki daha yüksek insanı bulup ortaya
çıkartarak diğerlerine örnek olmalarına yardımcı olduğum için kendimle ve
bilgelerimle onur duyuyorum… Bugün insanlık tarihinin ölümsüz eserlerini
verenler hep hizmet ettiğim, kölesi olarak çalışma-araştırma savaşını
kazanmalarına yardım ettiğim bilgelerdir… Leonardo Vinci, Homeros, Montaigne,
Nietzsche, Aşık Veysel, Fatih Sultan Mehmet, Bilge Kağan, Sokrates ve
diğerleri… Sonsuzdan gelip sonsuza giderken alanlarında izler bırakanlar sanat
şaheserleri ortaya koyanlar hep bana inananlardır... Çünkü efendim olmasalardı,
yaptıkları bugünlere ve yarınlara asla ulaşamazdı… Yarın da eşsiz yapıtlar,
inanılmaz başarılarıyla anılacak olanlar şüphesiz benim kölesi olduğum
efendilerimin arasından çıkacaktır… Ben iyimserliğim, hizmetlerim ve
köleliğimin üzerine oluşturulmayacak hiçbir görüş, yapıt, düşünce geleceğe kalmayacak,
o kişinin ölümüyle yok olup gidecektir... Gücümü kullanan, benimle yürüyenler,
özlerine çalışma, araştırma, kazanma yeteneği koyduklarım sonsuza kadar var olacaktır…
Çünkü ben akılım, bilimim, çalışmayım, sevgiyim, sevdayım, hoşgörüyüm,
adaletim, tüm bunların da ötesindeki iyimserliğim.
UMUT
Her şeyini yitirse de umudunu
canlı tuttukça insan zengin sayılır…
Her umudun gerçekleşmesi umut
edilir…
Umutlar bütünüdür yaşam; ve
elde edilebilen mutluluk gerçekleştirilen umutlar kadardır… Umutlarımız bazen mutluluklarımızdan
çok acılarımızı da oluşturur...
Yitirilenlerden daha fazlası
umut edilemese yaşam tükenir...
Büyük umutları olanlar büyük
hayal kırıklıklarına hazırlıklı olmalıdır…
Gerçekleştirilebilecekleri
umut etmek doğru umut etmektir...
Yaşamımızla yazdık umudumuzun
öyküsünü; yaşamımızın en güzel yeri gerçekleştirdiğimiz umutlarımızdı…
Umutların ortasındaki adadır
mutluluk; kimi yüzerek, kimi uçarak varır; ama ulaşılması olanaksız değildir...
Umutla dolu yürek acıya daha
rahat katlanır...
Bilge elde edebileceklerini
umut eder, gerçekleştirebildiği için de sürekli kendinden ve yaşamından
hoşnuttur. Gerçekleştiremediği umutları onun yaşama sevincini etkileyemez...
Umutsuzluğun zenginleştirdiği
görülmemiştir, umut arada sırada bunu gerçekleştirmiştir…
Umutlar hep vardı; mutluluğa
dönüştürmek, keşfedip yaşamak hep insana kaldı…
Beni umutlarım var etti;
umutlarım da varlığını bana borçlu...
Umutla geldik yaşama/yaşadık
onunla/varlığımızı borçlu olduğumuz umudumuz bittiğin de bizde olamadık/Umutlarımız
dağlardan da büyüktü/umutlarımızla büyüdük/onlarla büyüktük...
Umuda gitmek gerekir;
umutsuzluk nerede olsa bulur bizi…
Yaşarken umut etmeyi ve
gerçekleştirmeyi öğrenemeyenler aslında hiç bir şey öğrenememişlerdir…
Hep umutla yaşadık/umudumuzdu
yüreğimizdeki sımsıcak duyguydu/kavgaları umutla zaferlere dönüştürdük/umudumuz
kadar büyüdük/onun kadar büyüktük/ umudumuz kadar başardık/mutluluğa onunla
tutunduk/umudumuzu yitirdiğimizde her şeyimizi yitirdik…
Umutlar karnımızı doyuramaz; ama
karnımızı doyurmak için bir şeyler yapmamızı sağlar…
Acılar ve umutlar
birbirlerini yaratır; mutluluk umutların gerçekleştirilmiş, acılar ise
gerçekleştirilememiş halidir…
Yaşam attığımız gollerden
daha çoğunun yenildiği futbol maçı gibidir. Sonuçuna sadece umutla katlanırız…
Umutların boşa çıktığını
görecek kadar yaşamaya yaşlılık deniliyor…
Umut en çok gençlerde bulunur,
fakat en çok yaşlıları ayakta tutar…
Öyle umutlar vardır ki hiç
bir işe yaramaz. Öyleleri vardır ki işe yarayacağı sırada yiter gider…
Adımlarımızı umutla atarız,
nefes alışımız, iki gözümüzdür umut...
Hem acıya hem de mutluluğa
ulaşır insan umutla, kendisine layık olanı alır…
Ellerimizle yüreğimizle
hazırlarız umudumuzu. Hoşlanırsak kendimize, beğenmesek başkalarına mal ederiz…
Tutsağın umudu özgürlüktür...
Umut karlı dağların ardında
açan çiçek/Umut namertlere karşı ayakta tutan destek/Umut su, aş, ekmek/Umut
elbette yaşamak demek…
Çaredir umut/Bazen çareye
giden yolu açan sihirli güç
Bazen mutlulukları
gerçekleştiren öykü/Bazen açan çiçek, çiçekte arı, arı da bal bal da yaşam/Yaşamda
insan, insan da yürek…
Umutlar asla tükenmez demek,
umut etmektir…
Vaat ettikleri umutları
gerçekleşmeyen politikacıya herkes güler... Ama onun umutlarının peşinde
gitmeye hazır sayısız insan sırada bekler…
Bir umut, bin kaygıyı yok
eder…
Gerçekleşsin ya da
gerçekleşmesin tüm yaşamlar umuda doğru yapılan yolculuktur…
Ömür denilen zamanını-serüveni
gerçekleştirdiği umutlarla süsleyebilenlere mutlu insan deniliyor…
Cesaretsiz umut, sokaktaki
taştır; cesaret onu akıldaki baş haline sokar…
Bugün gerçekleştiremediğin
umutsuzluğa ağlarsan, yarın gerçekleştirebileceklerini göremezsin…
Olgun insanın umudu tez
gerçekleşir; Çünkü olgun insan gerçekleştirebileceklerini umut eder…
Yitirilen umutlarımıza gözyaşı
dökmeyelim, hatta daha da çok sevelim... Yeni umutlarımızın gerçekleşmesi için
buna gereksinimimiz var…
Zamanla öğreneceksin umut
etmeyi/Gerçekleştirmeyi zamanla,
Umutsuzluklarını yenmeyi
öğreneceksin/Zamanla acılarını azaltacaksın/Belki de zamanla acılarınla
yaşamayı seveceksin…
Umutsuzluk ancak umutlarımızı
gerçekleştirdiğimizde peşimizi bırakır…
Umutlarımızla akıllı, ya da
umutsuzluklarımızla salak rolünü oynarız…
İyi ve üstün akıl yaşamın
enkazından bile en aydınlık umutları yaratır… En mutlu yaşamların bile parlak
umutlara gereksinimi vardır…
Umutlu yaşlılık; umutsuz gençlikten iyidir...
Her umut bir çare değildir;
her çare ise bir umudun sonucudur...
Umudun kırılabilir ama sakın
küçülmesin…
BAŞARI
İnsanın varlığı
başarılarından oluşan bir heykeldir; tüm ömrünü bu heykeli güzelleştirmeye
harcar…
Düşmanlarımızın gücü,
başarılarımızın büyüklüğü kadardır…
Başarabileceklerine
yönelirsen başarısızlıklarla daha az kaşılaşırsın...
Başarısızlıktan daha büyük
can sıkıntısı düşünemiyorum…
Başarmak için yaşar insan,
gerektiğinde onun için de ölür…
Başarılarımla elbette
övündüm; başarısızlıklarım ise en güzel ve unutamayacağım dersleri veren saygıdeğer
öğretmenlerimdi...
Başarılarımı
başarısızlıklarımdan aldığım derslere borçluyum…
Yenilgilerinden aldıkları
dersler sayesinde kendilerini başarıya programlayanlara, bunu uygulayabilenlere
büyük insan diyoruz…
Yaşamın önümüze çıkarttığı
zehri, bal'a çevirmeye başarı diyoruz…
Acısız bir yaşamda, başarı
bir düş'tür…
Aç insandan başarı
beklenemez; tok insanında başarılı olacağı kesin değildir…
Başarıya yürürken, elde
ederken, denemediğimiz arkadaş ve dostlarımızı normal zamanlarda asla
tanıyamayız…
İnsan çok başarırsa az, az
başarırsa da çok konuşur…
Çalışmanın kölesi olan
başarının efendisi olur...
Güç başarmakla açıklar
kendini…
Tam başarı, hayatımızın her
aşamasında kendimizi yenmektir...
Başarıdaki sınır;
sınırsızlıktır... Başarısızlık içinde bu geçerlidir…
Öyle lider duygudur ki
başarma isteği, diğer tüm duygular onunun kölesi olmaktan kurtulamaz…
Başarının sevinciyle dolan yürekte
kötülere ve kötülüklere yer kalmaz…
Her insan kendi başarılarının
kahramanı ya da başarısızlıklarının tutsağıdır…
En büyük başarıyı insan,en büyük sorunla karşı
karşıya kaldığında yakalar...
KENDİMİZ
(Ben, sen, o)
Kendimizi anladığımızda
evreni anlamaktan daha büyük bir iş yapmış oluruz...
En zor kendimizi anlarız;
çünkü en az kendimizi dinleriz…
Kendimizi hoş görmediğimiz
de, hoşgörü duygumuz hiç bir işe yaramaz…
Tek varlığımız biziz;
yokluğumuzun ise farkında bile olmayacağız...
İnsan en kolay kendini
oynayabilir, yaşam denilen sahnede; ama ömrü başkalarını taklit etmekle geçer… Kendilerini
oynayabilenlere filozof diyoruz; diğer milyarlarca insan, hep figüran ve amatör
rollerle idare ediyor.
En son gördüğümüz kusur kendi
kusurumuzdur…
Birlikte başlarız yaşam
yolculuğumuza, kendimizle birlikte ölürüz; hiç kimseyle böyle uzun süreli
birliktelikler yaşamayacağımız için kendimizi sevmeye zorunluyuz…
Beğensek de beğenmesek de
yaşamımızın ve kendimizin eseriyiz…
Kendimizi kendimizle
paylaşırken çok cimri davranırız; oysa başkalarına cömertçe ve sınırsızca
sunarız…
Sığınacağın tek yer
kendinsin, bu sığınağı nasıl bulmak istersen öyle hazırlarsın... Kendine
sığınamıyorsan hiçbir yerde sığınak arama.
Çevremiz ne kadar kalabalık
olursa olsun, kendi başımıza sürdürebileceğimiz bir serüvendir yaşam…
Yaşamdaki yalnızlığımızı
sadece kendi dostluğumuzla aşabiliriz...
Kendinde başka dost arayan
dostsuz kalır…
Yaşamak yetmez, kendini de
sevmelisin… Kendini seven gerçekten sevgisine layık birisini bulmuş demektir.
Kendine layık görmediklerini,
kimsenin sana layık görmesini bekleme....
Mutluluğunun sınırları
kendine gösterdiğin hoşgörün kadardır…
Kendisiyle barışık olmayan
içindeki zindanlarından kurtulamaz… Bu öyle bir cezadır ki, ona kimse
aydınlıklarını geri sunamaz. ..
Yaşamın karanlıksa nedeni
sensin; aydınlıksa da eserinle övünmelisin…
En sevinçli ve en üzüntülü
anımızı, gerçekte sadece kendimizle paylaşırız…
Acılarımıza bizden çok
üzülen, mutluluklarımıza bizden çok sevinen olmaz...
Karşımızdakini ne kadar çok
seversek sevelim, sonunda kendimizle baş başa kalırız…
Cehalete de, bilgeliğe de
kendisiyle gider insan…
Kendinleyken tehlikeli
biriyle sayılırsın, düşmanına karşı almadığın önlemi kendin için almalısın...
Kendini arama kendi dışında, eğer
görebilirsen bir galaksisin sen kendi içinde…
En iyi öğretmenin de öğrencin
de sen ol, yaşama karşı eğit kendini…
Diğer dostlarına da
güveniyormuş gibi yap ama kendinin dostluğunu hiç kimseyle değişme…
Kendini dost
edinemeyebilirsin, ama sakın düşman edinme...
Cezaların en ağırı kendine
verdiğindir, ödüllerin en büyüğü de kendine layık gördüğündür…
Yaşımız ilerledikçe,
kendimizin dostluğuna daha çok gereksinim duyarız...
Olmasaydın sen, hiçbir şey
olmayacak anlam kazanamayacaktı evren. Onun anlamı ve tek değeri sensin...
Seninle bakar seninle tanır, konuşur, güler, hatta ağlar seninle evren...
Bir iyilik yapmak istiyorsan
hemen yap; kötülüğü aklından bile geçirme…
Kendinle sonsuz barış, kazandığın sürekli savaşın sonucudur...
Geleceğimizde bulacaklarımızı
bugünden götürürüz… Ya da bugün bulduklarımız geçmişten getirdiklerimizdir…
Her hava karardığında/her can
evine çekildiğinde/sadece sen kendinle kalacaksın/gecelerin boyunca özünle
olacaksın yapacağın savaşlarda/yenmen gereken tek rakibin olacaksın/yendiğinde
kendine kral olacak/yenildiğinde zindanlarında yaşayacaksın…
Yatağına girdiğinde/ tüm
dertlerin, doyumsuzlukların, aynı anda saldırıya geçecek/kendin olmayı
başardıysan, sevgili edindiysen özünü/saldırıların hiçbirisi etki
edemeyecek/dost edinemediysen kendini/saldırılardan kurtulmak olanaksız hale
gelecek/her gece duygularına yenilenlerin/sağlıklı mutlu yaşamaları
olanaksızdır…
Senin yüzüne gülümseyemediğin
yaşamının, sana gülümsemesini bekleme...
Her can taşıyabileceği ya da
altında ezileceği yaşam yükünü kendisi yaratır…
En büyük iyiliği kendine yap/en
büyük ödülü kendine ver/yakışıklı ya da çirkinde olsan/en çok kendini sev…
DÜNYAYA YENİDEN GELSEYDİM
Bu gün yaptığım gibi her
nefesimde sevgiyi düşünür /sevgiyi yazar / sevgiyi konuşurum…
Sevdiklerimle daha çok
paylaşırım kendimi…
İyiliği sadece kendim için
değil, kötüler içinde isterim…
İyiymiş gibi davranmak yerine
iyi olmayı başarırım...
Bin ömrüm olsa, iyilik
yapmaya harcarım...
Yanlış öğüt vermektense
susmayı seçerim…
Sorunlarımla dostlarıma,
yakınlarıma, kendime sorun olmam...
Kırılmaktan değil, kırmaktan
korkarım…
Dünyanın tüm zenginlikleri
için bile küçük bir çocuğun kalbini kırmam…
Sözlerimin altından daha
değerli, yasalardan daha doğru olması için çalışırım…
Bedenimle ruhumu evlendiririm…
Sınırsız mutlulukları,
sevinçleri kendimde arar bulurum…
Savurgan olmam ama, varsıllık
içinde aç karnına da dolaşmam…
Beni bana yaklaştırdığı için
ömrümün büyük bölümünü yolculuklarda geçiririm...
Mutlu görünmeyi değil, mutlu
olmayı başarmaya çalışırım…
Yaşamda çözüm olmayı seçerim...
Zaferlerimden daha büyük
dersler çıkartırım, yenilgilerimden…
Yenenler dostum, yenilgilerim
başarılı olmam gereken dersim olur…
Yenilmemek için tüm cesaretimi
gösteririm. Buna rağmen yenilirsem, cesaretle kabul ederim…
Cömertliğimi ve en çok da
bağışlama erdemimde gösteririm…
Yaşamımı baştan aşağı
sevinçlerle süslerim…
Paradan uzak, kendime yakın
dururum…
Kendimden başka dosta inanmam…
Kendi kendimin düşmanlığından
korkarım, başkalarının düşmanlıklarından korkmadığım kadar…
Sevinçlerimi dünyayla
paylaşır, acılarımı yüreğime gömerim…
Oldukları gibi kabul eder,
kimseyi değiştirmeye kalkmam…
Yaptıklarımdan pişman olmam,
pişman olacaklarımı da yapmam.
Biraz yakışıklı olmayı
isterim…
Gözyaşlarının bulaşmadığı bir
dünya kurarım…
Hep geleceğin ötesinde
koşarım; zamanın getireceklerini önceler belirler, önlemlerimi ona göre alırım…
Dünyanın sadece benim
olmadığına inanırım…
Dünyada değiştirebileceklerimden
daha fazla, değiştiremeyeceklerimin olduğuna inanırım…
Filozoflarla daha sıkı
arkadaşlık kurarım.
Yoksullukların içinde sadece
sevgiye üzülürüm...
Zamanı değerlendirme
bilincime, çocuklukta ulaşmayı isterim...
Anneme, babama daha çok “SENİ
SEVİYORUM” diye sarılırım...
Susarak bazen konuşmaktan
daha iyi açıklarım kendimi…
Gecelerin gizemini daha çok
katarım yaşamıma…
Korkularımın, korkularından
korkmam…
Aşırı uyumam ama uykusuz da
kalmam…
Eşyalarımdan boşalan odalar,
özgürlüğümün sınırlarını genişlettiği için zorunlu eşyaların dışındakileri
kullanmam…
Daha çok kitap okur, kendimi
daha çok keşfetmeye çalışır, daha az tv izlerim…
Duvardaki saate daha az
bakarım…
Havanın kararmasına, yağmurun
sürekli yağmasına asla moralimi bozmam…
Tüm şiirlerimi yağmurlu
havalarda yazarım...
Yağmurlu havalarda doğmak,
ölmek isterim…
Bulutların şekil
değiştirmesini ve oluşturmasını daha uzun süreler izlerim...
Balkonumun tavanına yuva
yapan kırlangıçların konuşmalarını anlamayı isterim…
Yüzüne bakıp, tüm insanların düşüncelerini-eyleme
koymalarından önce görmek isterim…
Kendimle daha çok yetinmenin
yollarını arar bulurum...
Yine gazeteci/tv program
yapımcısı olurum…
Şuanda yaşayacağım bir
mutluluğu, gelecekteki bin mutluluğa üstün tutarım…
Her yıldızın adını ve
gökyüzündeki hareketlerini ve konumunu daha iyi öğrenirim. Sabah kahvaltımı
ay'da, öğle yemeğimi Mars'ta, akşam yemeğimi Plüton'da yiyip dünyadaki evimin
yatak odasında uyumak isterim.
Daha az acı çekmek için
isteklerimi azaltırım.
Gelecekten daha az kaygı
duyarım.
Sadece ölümümü rastlantıya
bırakırım.
Yazmadığım gün öldüğüm
gündür.
ABDULKADİR KAÇAR ADANA,
TÜRKİYE…

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder