5 OCAK BAYRAMIMIZ
KUTLU OLSUN...
Türkiye Çukurova
ve Adana tarihinde,
5 Ocak
günleri çok önemlidir...
...
Çünkü düşmanın işgal güçleri,
4 yıl kontrolleri altında tuttukları
Çukurova’dan, Adana’dan,
5 Ocak tarihinde;
Büyük Atatürk
ün ifadesiyle;
-GELDİKLERİ GİBİ GİTMEK,
ZORUNDA BIRAKILMIŞTI...
...
Başka deyişle
bin yıldır vatanımız olan,
Sonsuza
kadarda bizi bağrında yaşatacak,
Bu
kutsal topraklarımızdan bir daha geri dönmemek üzere sökülüp atılmışlardı...
...
Ceyhan, Kadirli, Osmaniye, Kozan,
Mersin, İmamoğlu, Tarsus,
Ve diğer yerleşim
yerlerinin,
Düşman işgalinden
kurtuluşu,
Ocak ayı içinde
kutlanır...
...
İsterseniz
tarihe kısa bir yolcululuk yapalım;
1.Dünya savaşı; siyasi, ekonomik üstünlük,
Sağlamak amacıyla bir
birleriyle mücadeleye
Girişen Avrupa
devletleri arasında çıkmıştı...
...
Dünyanın en
uzun ömürlü imparatorluğu olan,
Osmanlı devleti de 5
cephe de birden
Savaşmak zorunda kalınca
güçsüz düşmüştü;
Mondros
ateşkes anlaşması ile imparatorluk,
Topraklarının
büyük çoğunluğunu,
Düşmanlara
bırakmak zorunda kalmıştı...
...
Bu
topraklarda gözleri olan,
Düşman kuvvetleri kısa süre sonra da,
Anadolu’yu işgale
başladılar...
Fransızlar
Çukurova, Şanlıurfa,
İngilizler Marmara,
İtalyanlar
Antalya,
Yunanlılar Ege bölgesini,
Ruslar ise doğuyu
ve diğerleri de
Öteki
bölgeleri işgal ettiler...
...
Mersin ve
Karataş limanlarından,
Çukurova ya
asker çıkartan;..
Fransızlar tek başlarına gelmediler;
1918 den beri kendi asker
kıyafetlerini,
Giydirdikleri Ermenileri de,
Birlikte getirmişlerdi...
...
Ayrıca Suriye
den70 bin
Ermeni’yi
Adana ya,
12 binini Dörtyol a,
8 binini
Saimbeyli ye,
50 binini de Kahramanmaraş a
yerleştirdiler...
...
Bütün bu
gayretler adeta
1.haçlı
seferinde olduğu gibi;
Avrupa
devletlerine bu bölgede,
İleri
karakol görevi yapacak;
Ermeni Krallığı kurmak içindi...
...
31 Ekim 1918 de; Adana da,
YILDIRIM ORDULARI KOMUTANLIK,
Görevini devir almaya gelen Mustafa
Kemal e;
Osmanlı
Ordularını yöneten,
Alman Komutan
Limon Van Sanders,
Görevi
teslim sırasında şöyle demişti;
-Paşam yenildik, bizim için artık her
şey bitti...
...
Büyük Kurtarıcımız Mustafa Kemal
Atatürk ise,
Limon Van Sanders ve şu tarihi yanıtı
vermişti;
-Müttefiklerimiz
için bu savaş bitmiş olabilir,
Ama
bizi ilgilendiren savaş,
Kendi
bağımsızlık savaşımızdır;
O da şimdi başlıyor...
...
Ordu Millet el ele verip;
Büyük Atatürk ün önderliğinde,
Mazlum milletlere örnek olan,
Kurtuluş savaşımızla;
Fransız, İngiliz,
İtalyan, Yunan,
Ve Rusları
da,
Diğer düşmanları da bir daha
Geri gelmemek üzere
Anadolu’muzun kutsal
topraklarından
Söküp atmıştık...
...
5 Ocaklar hem
Adanalılar,
Hem de
bölgemiz için;
Bir diriliştir,
Bir silkinme,
Yeniden ayağa
kalkmanın adıdır...
...
Sinsi ve hain
planlarla yok edilip tarihten silinmek
istenen;
Büyük ve
Soylu Türk Milletinin;
-Ben ezelden beridir hür yaşadım,
Hür yaşarım, hangi
çılgın bana,
Zincir vuracakmış
şaşarım diye tüm evrene haykırmasıdır...
...
Büyük Atatürk
ün liderliğinde;
Kendine
vurulmak istenen zincirleri,
Parçalayıp düşmanlarının
yüzüne attığı,
Düşmanları ülkeden kovduğu en büyük ve
kutsal günün adıdır...
...
Bu olaylara bir
de başka açıdan bakalım;
Her bayram, ulusların bireylerin,
Yaşamlarının hesabını
yaptıkları,
Sonsuzdan sonsuza
durmadan akan,
Zamandaki kilometre
taşları demektir...
Kurtuluş
savaşındaki Türkiye,
Ve
bu günkü ülkemiz arasında,
Kıyas
götürmeyecek gelişmişlik ve büyük farklar bulunmaktadır ;
Ülkemiz bu gün hayal bile
edilemeyecek,
Zenginliğe, refaha, teknoloji
Ve
eğitilmiş insan gücüne ulaşmıştır...
...
Kentimiz 5 Ocak 1920 ye göre;
Işık hızıyla gelişip, büyüdü,
güçlendi,
Çağdaşlaştı, dünya kenti
oldu...
Yerel yönetimde;
Bilim ve teknolojide,
Sanayi de
Medya ve iletişim alanında,
Toplu konutta,
Toplu
taşımacılıkta,
Sağlıkta,
Sanatta,
Eğitilmiş
insan gücünde,
Kent kültürünü
geliştirme konusunda;
Kurtuluş savaşından bu güne kadar,
Bin yıllık inanılmaz bir gelişme
gösterdi...
...
Bunu dün
topraklarımızı işgal etmeye gelen İngiliz basını söylüyor;
Adana,
İngiliz Financal Time Gazetesi,
Tarafından,
alt ve üst yapısı tamamlanan,
En
Avrupai kent seçildi...
...
Kurtuluş
savaşından sonra kurulan,
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin bütçesi;
Bu
gün bir ilçe belediyesinin bütçesinden,
Daha
fazla ve daha büyük değildi...
...
Hem Türkiye
de hem de,
Adana’daki
olumlu yönde,
Gelişme
değişme;
Dünyada eşi- benzeri görülmemiş,
Işık hızıyla
gerçekleşmiştir...
Bunun adı Türk Mucizesidir...
3.Bin yılda bu gelişme aralıksız,
Devam edecektir...
...
Sonuç olarak;
Kurtarıcımız olan Atatürk demek;
Büyük Türk
Milleti demektir,
Kahraman silahlı kuvvetlerimiz
demektir,
Özgürlük demektir,
Uygarlık
demektir,
Çağdaşlığın ilerisine ulaşma yarışı
demektir,
Aydınlık ve
bilimsel ufuklara durmadan,
Asla
dinlenmeden-yorulmadan
Daha
hızlı koşmanın adıdır...
...
Bu yarış, bu koşu,
Tarih ve insanlık tarihi boyunca,
Aralıksız devam
edecektir...
Asla şüpheniz
olmasın ki,
Türkiye
Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır...
...
Ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk,
Kurtuluş savaşından sonra
Gönderdiği telgrafında
Adanalılara
Şöyle diyordu;
-Siz milleti sevindirdiniz, millette
Sizi
pek derin hürmetle sevdi...
Bu
muazaradan bu günkü zafer tecelli etti...
Biz Adanalılar için büyüklüğünüze,
Karşı ancak mukabele
edecek,
Bir tek şey
bulabiliyoruz...
O da şimdiye
kadar içimizde hiçbir,
Kimse
için kaynamamış olan,
Ve
dünyada bir eşi daha olmayan,
Sevgilerimiz
ve minnettarlıktarlıklarımızdır...
...
5 Ocak
Bayramınızı kutluyorum...
Özgürlük-barış-huzur-mutluluk,
Zenginliğimizin sınırsız
olmasını diliyorum...
Bu kutsal bayramımız sonsuza kadar
Kutlu olsun...
Abdulkadir Kaçar... Adana 2022
8 MART DÜNYA
KADINLAR GÜNÜ
KUTLU
OLSUN...
8 Mart Dünya
kadınlar günü kutlu olsun...
Bu türlü
günler kadınımızın toplumdaki yaşamın muhasebesinin yapıldığı zaman
olmalıdır...
Şöyle ki;
Geçen 10, 50
yıl öncesine göre; kadınlar çalışma yaşamında, evde daha iyi mi, kötü
durumdalar mı?
...
Doğuran,
çoğaltan, yaşamın merkezinde bulunan
-Elleri
öpülesi bu değerli varlıklarımızın her koşuldaki durumlarını daha fazla nasıl
iyileştirebilir?
-Kadınlar
çağdaş toplumda hak ettikleri yeri daha çok nasıl alabilir? Yaşamlarını
kolaylaştırmak için hangi güzellikler nasıl yapabilir?
Bu sorulara
yanıt aranmalı, doğru hesaplar yapılıp olumsuzlukların giderilmesi gereken
günlerdir...
...
KADINLAR GÜNÜ
NASIL DOĞDU?
8 Mart 1857
tarihinde NEWYORK ta 40 bin kadın işçi;
Ağır dokuma
ve çalışma koşullarını protesto etmek;
Sekiz saatlik
çalışma süresi; erkeklerle eşit ücret talebiyle grev başlattı... Bu sırada
çıkan olaylar sonucu yüzden fazla kadın yaşamını yitirdi...
1910 yılında
KOPENHAG ta toplanan 2.Sosyalist Enternasyonal de CLARA ZETKİN grevde çıkan
olaylar nedeniyle ölen işçi kadınların anısına;
8 Mart gününü
ULUSLAR ARASI KADIN GÜNÜ OLARAK KUTLANMASINI önerdi;
Önerisi oy
birliğiyle kabul edildi...
8 Mart 1977
de Birleşmiş Milletlere üye tüm ülkeler; uluslar arası kadın günü olarak
kutlanmaya başlandı...
Ülkemizde
1980 den itibaren 8 Mart Dünya Kadınlar günü olarak kutlanmaktadır...
...
Burada yine
Atatürk’ ün dehasından söz etmek gerekiyor...
Büyük Atatürk
Bu gün kendisini uygar sayan;
İSVEÇ,
İTALYA, YUNANİSTAN, İSVİÇRE den çok önce Türk Kadınına seçme seçilme hakkını
vermiştir...
5 Aralık
1934’te yapılan seçimlerde 18 kadın milletvekili parlamentoya girmeyi
başarmıştı...
Orta Asya da
kurduğumuz Türk Devletlerimizde buyruklara, FERMANLARA;
-HAN VE HATUN
BUYURURLAR Kİ, diye başlanırdı...
Türklerde
kadının yeri her zaman erkeğinin yanı;
Hatta
erkeğinin başının üstüdür...
TATARCA da
bir söz vardır;
-Erkek aslan
Aslanda; dişi aslan, aslan değil mi denir...
...
Ülkemizde bu
gün itibariyle kadının durumu nasıldır?
Bunun
yanıtını toplum içinde yaşayan, araştıran, gözlemleyen, gören, bir gazeteci
olarak söyleyebilirim ki;
.Kadınlarımız
yaşadığımız ekonomik savaşta erkeğinin yanındadır...
.Kadınlarımız
Adana da her hafta çeşitli yerlerde kurulan semt pazarlarında maharetli
elleriyle ürettiklerini satıyorlar...
.Elektrik su,
telefon, faturalarını ödeyip; okula gönderdikleri çocuklarına harçlıklar
veriyorlar...
.Tarlasında
bağında, bahçesinde erkeğinin önünde çalışmaktadırlar...
.Fabrikalarda
kınalı parmaklar; erkeklerden aşağı olmadan Türkiye’mizin üretimine
katılmaktadırlar...
.Adliye,
hastaneler, ordu, poliste, üniversite, medya da;
Yani aklınıza
gelebilecek her yerde;
Beşikten
mezara kadar kadınlarımız var ve olmaya devam edeceklerdir...
Anadolu da
binlerce yıl önce yapılan heykellerden kadının önemini, yerini, üretime
katkısını daha iyi görüyor anlıyoruz...
Dünyayı
kurtaran,
Devletler
kuran,
Keşifler
yapan,
İcatlar
yapan,
Ölümsüz
eserler veren erkeklerin hepsi kadının birer eseridir... BÜYÜK ATATÜRK Zübeyde Hanımın oğludur,
Tüm
peygamberleri de kadınlar dünyaya getirmiştir...
…
Kadınlarımıza
karşı;
Erdemli,
kibar nazik, uygar, hoşgörü, adaletli, hürmetli ve saygılı davranmalıyız...
Daha güzel
bir yaşam,
Daha güzel
bir Türkiye,
Daha zengin
bir Türkiye için, dünyadaki en uygar ülkelerin de ötesine geçebilmemiz için
kadınla erkeğin omuz omuza birlikte çalışması, üretmesi gerekir...
Tıpkı
İstiklal Savaşımızda kadınımızın kağnılarla ya da omuzlarında cephane taşıması
gibi;
Bu gün de
uygarlık savaşında kadınlarımızla erkeklerimiz omuz omuzadır...
Sonuç olarak;
Uygar ülke,
Uygar devlet,
Kadın ve
erkeğin el ele vermesiyle gerçekleşmiştir...
Bundan sonra
da kural değişmeyecektir...
BÜYÜK ATATÜRK
ÜN GÖSTERDİĞİ UYGARLIK DÜZEYİ de zaten budur...
Gönülden
inanıyorum ki;
Bu soylu,
aziz, kutlu, yüce millet;
Baş tacı
ettiği kadınıyla daha;
8 MART DÜNYA
KADINLAR GÜNÜ KUTLAYACAKTIR...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
19
MAYIS 1919
ZAFER
BAYRAMIMIZ
KUTLU
OLSUN…
Büyük
ve geçmişi zaferlerle dolu olan;
Soylu
milletlerin yaşamlarında önemli günler vardır…
Bayramlar,
düğünler, toplantılar, gösteriler, aklınıza gelen pek çok konuda unutulmaz
anlar vardır…
…
Ama
milletleri millet yapan en önemli ve unutulmaz kilometrelerden birisi de kesin
zaferlerle sonuçlanan savaşlardır…
Bu
durum bir güzellik ve gurur arz eder…
…
Dünyanın
en zor coğrafyasında 1000 yıldır yaşayan büyük milletimizin de yaşamında önemli
kilometreler vardır…
Bunlardan
en önemlilerinden birisi, hatta ilki;
Bu
günkü uygarlığımızın temelini oluşturan,
Bu
günkü özgürlüğümüzü borçlu olduğumuz,
Bu
günkü varlığımızı borçlu olduğumuz
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna kadar giden 19 Mayıs 1919 dur…
…
Büyük
Atatürk işte o günleri TBMM konuşmasındaki söylevine şöyle başlar;
-1919
yılı ve Mayıs ın 19 unda Samsun’a çıktım…
Genel
durum ve görünüş;
Osmanlı
Devletinin de içinde bulunduğu topluluk genel savaşta yenilmiş, Osmanlı ordusu
her yanda sarsılmış, şartları ağır bir ATEŞKES ANLAŞMASI imzalamış…
Büyük
savaşın uzun yılları içinde ulus yorgun ve yoksul bir durumda…
Ulusu
ve ülkeyi genel savaşa sokanlar kendi başlarının kaygısına düşerek yurttan
kaçmışlar…
Padişah
ve Halife görevinde bulunan Vahdettin soysuzlaşmış kendini ve yalnız tahtını
koruyabileceğini umduğu alçakça önlemler araştırmakta...
Damat
Ferit PAŞA başkanlığındaki hükümet yetersiz, aşağılık, korkak, yalnız padişahın
isteklerine bağlı ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir
duruma boyun eğmiş…
Ordunun
elinden silahları ve savaş gereçleri alınmış ve alınmaktaydı…
…
Atatürk
tarih sahnesine kurtuluşa ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar giden
görevi yapmak için çıkmıştır…
Düveli
muazzama denilen çağının en güçlü yedi devletini Anadolu’muzda geldikleri gibi
kovup göndermeyi başarmıştır...
Bunu
tarihin altın sayfalarına altın harflerle yazdırdığı zaferlerle süslemiş ve
Türk Milletinin gönlünde sonsuz yerini almış TÜRKLERİN ATASI anlamına gelen
ATATÜRK adını almayı hak etmiştir…
…
Her
yüz yılda bir dünyaya gelen bu büyük insan biz Türk milletine nasip olmuştur...
İşte bu büyük
kumandan, büyük kurtarıcı, deha, üstün insan BÜYÜK ATATÜRK ve silah
arkadaşlarının önderliğinde kazınılan bu zaferlerinin armağanını bu gün yüce
milletimiz yaşamaktadır…
Ve
atasına olan sevgini, saygısını kusursuz biçimde sürdürmekte, sonsuza kadar da
sürdürecektir…
…
Allah
bu millete bir daha kurtuluş savaşı yaptırmasın…
Türkiye
üzerinde sömürgeci devletlerin, hain ve sinsice oynadığı oynayanlarını ve
kurtuluş savaşımızı hangi koşullarla kazanıldığını gençlerimizin çok iyi
öğrenmeleri, anlamaları ve bu konuda gerekli bilgileri edinmeleri gerekir…
…
Bu
gün sahip olduğumuz tüm güzellikleri bize canı-kanı pahasına armağan eden BÜYÜK
ATATÜRK’ ü ve onun silah arkadaşlarını saygıyla, sevgiyle, minnetle, özlemle
anıyorum…
İşte
19 Mayıs Büyük Atatürk’ü anla gençlik ve spor bayramımız kutlu olsun...
Abdulkadir
Kaçar adana 2023
23 NİSAN
BAYRAMIMIZ
KUTLU
OLSUN...
23 Nisan 1920
de
Türkiye
büyük Millet Meclisi açıldı...
Ve Büyük
Atatürk;
Bu özel günü,
Türk çocuklarına bayram olarak armağan etti...
O günden
beri; her 23 Nisan lar
ULUSAL
EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI olarak kutlanmaktadır...
...
Bu önemli
tarihi gün yani,
23 Nisan 1920
yılı,
Bir milletin,
Büyük Türk milletinin,
Yeniden
doğuşunun adıdır...
23 Nisan 1920
Osmanlının
külleri arasından,
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin doğuşunun adıdır...
23 Nisan 1920
Bir diriliş,
Bir yükseliş,
Bir silkinip,
Bir ayağa
kalkıştır...
...
23 Nisan 1920
Tarihten
silinmek istenen, yok edilmek istenen;
Büyük ve Asil
Türk milletinin;
-Ben ezelden
beridir hür yaşadım, hür yaşarım...
Hangi çılgın
bana zincir vuracakmış şaşarım,
Diye dünyaya
haykırması...
Vurulmak
istenen zinciri parçalayıp;
Vurmak
isteyenlerin yüzüne çarpıp attığı,
Egemenliğini
ilan ettiği günün adıdır...
...
23 Nisan 1920
Atatürk
demektir,
Büyük Türk
milleti demektir,
Özgürlük
demektir,
Egemenlik
demektir,
Vatan
demektir,
Uygarlığa
giden aydınlık ve bilimsel
Ufuklara
giden yolun başlangıcı demektir...
...
23 Nisan 1920
den 23 Nisan 2023’e kadar
Aradan
tam 103 yıl geçmiş...
Türkiye Büyük
Millet Meclisi bu gün tam 102 yaşında...
...
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti bu gün itibarıyla;
Dünyada
bulunan 200 devlet arasında;
İlk on içine
giren, yani birinci ligde yer almaktadır...
Çağdaş,
modern, barışçı, adaletlidir,
Yurtta barış
– cihanda barış ilkesiyle;
Gelişmeye,
değişmeye aklın aydınlığında;
Büyük Atatürk
ün gösterdiği muasır medeniyetlerin üstüne çıkma yarışını sürdürmektedir...
...
Aslında;
Bu tür
bayramlar milletlerin hayat muhasebesini yaptıkları günlerdir...
Bu gün
gereksinim duyduğumuz tek şey;
BİRLİĞİMİZİ,
DİRLİĞİMİZİ,
BERABERLİĞİMİZİ
BOZMAK
İSTEYENLERE
KARŞI,
TEK
VÜCUT VE YUMRUK OLMAKTIR...
...
Türkiye bu
gün; 23 Nisan 1920 ye göre
Daha
çok iç ve dış düşmanların tehdidi altındadır...
Türkiye,
güzel ülkem üzerinde oynanan, oyunlar, uygulanan saldırılardaki senaryolar,
Her çağda,
türü, cinsi, niteliği, rengi, her an değiştirilmektedir...
Hainler
ülkemiz üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için fırsat beklemektedirler...
Savaş
meydanlarında bizi yenemeyenler,
Uluslar arası
rekabette Türkiye’yi yenemeyenler,
Boğazları
geçemeyenler,
Emperyalistlerin,
Senaryoları
bitmemiştir, bitmeyecektir...
...
Dünyanın en
zor coğrafyasında bulunan Türkiye;
Kendisine
yöneltilen her türlü kirli oyunu,
Kendisine
yöneltilen her türlü hain senaryoyu,
Kendisine
yöneltilen her türlü entrikayı:
Bozarak,
yıkarak, yok ederek bu günlere kadar gelmiştir...
...
23 Nisan 1920
den bu güne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz 103 yıl bu şekilde ayakta
durmuştur...
Büyük Türk
milleti her zaman yurdunu kanı, canı pahasına korumuştur;
Şehit
kanlarıyla sulayarak korumaya devam edecektir...
Bize bu
günleri Türkiye Cumhuriyetini emanet eden;
Büyük
Atatürk’e, onun silah arkadaşlarına, kahraman
Mehmetçiklere binlerce kez teşekkürler ediyorum...
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti hiç şüpheniz olmasın ki sonsuza kadar yaşayacaktır...
NE MUTLU TÜRK
ÜM DİYENE...
Abdulkadir
Kaçar... Adana 2023
30 AĞUSTOS
ZAFER
BAYRAMINIZ
KUTLU OLSUN…
Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde,
30
Ağustos lar en önemli tarihi gündür...
...
Günümüzden
tam 101 yıl önce yani,
1922
nin 30 Ağustos sun da;
Anadolu’yu
işgale gelen düşmanlarımıza,
Karşı
sürdürülen büyük taarruz kazanılmış;
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin
Kuruluşunun
en önemli aşaması tamamlanmıştı…
…
Baş Komutan
Gazi Mustafa Kemal,
Yönetimindeki
Türk Ordusu;
Anadolu’yu
kendi aralarında bölüp,
Parçalayıp
yutan;
Çağının(DÜVEL-
MUAZZAMA denilen )
Süper 7 gücün, eşi benzeri görülmeyecek,
Biçimde yenmiş;
Dünyadaki mazlum milletlere ilham
olacak şekilde,
Düşman
askerlerini bu kutsal topraklardan,
Bir daha
gelmemek üzere söküp atmıştı…
…
Büyük
Atatürk’ ün deyişiyle;
-Anadolu’yu
işgale gelen düşmanlarımız,
Geldikleri
gibi geri gitmişlerdi…
Kalmakta
ısrar edenler de denize dökülmüşlerdi…
…
Ve daha sonra
sonsuza dek yaşayacak olan,
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti kurulmuştu…
Dün olduğu
gibi bu gün de yarın da;
Varlığımızı
borçlu olduğumuz,
Yaşamımızın
temelini oluşturan,
Sevgili
Yurdumuz ve devletimizi,
Sonsuza kadar
koruyacağız ve yaşatacağız…
...
Halkımız
ATASININ İZİNDE geleceğe,
Daha
çok çalışarak-üreterek- çağdaşlaşma,
Koşusunu
sonsuza dek sürdürecektir…
...
Bu gün
ulaştığımız eğitilmiş insan gücümüz,
Teknolojimiz,
savunma sanayi sanayimizle,
Artık bu
büyük ve kutlu milletin önünde
Hiç
güç duramaz…
Büyük Atatürk
ün gösterdiği muasır
Medeniyetler
seviyesinin de ötesine
Koşmaya
oraları da aşmaya devam edeceğiz...
…
Başka bir
boyutunda ise şunları söylemek istiyorum:
Bu millet
öyle asil bir millet,
Bu devlet
öyle bir devlettir ki;
Türk anaları
gerektiğinde;
Atatürk ler,
Fatih ler,
Yunus lar,
Mevlanalar
doğurmuşlar, gerektiğinde,
Yine
doğuracaklardır...
...
Sonuç olarak;
TOPLU İĞNE VE
AT NALI ÇİVİSİ BİLE
ÜRETEMEZ
DENİLEN BİR DÖNEMDE,
BÜYÜK ATATÜRK
ÜN LİDERLİĞİNDE
DÜNYANIN O
DÖNEMDEKİ 7 SÜPER
GÜCÜNÜ
YENEREK ANADOLU
TOPRAKLARINDAN
SÖKÜP ATAN
BÜYÜK TÜRK
MİLLETİ
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ DEVLETİNİ
KURMAYI
BAŞARDI...
Bu gün uzayda
uydularımız bulunuyor,
Uzayda
uydularımız var...
Savaş
uçaklarımızın
Gece görüşü
sayesinde,
Gece
bile savaşabilen,
Dünyadaki
5 ülkeden
Birisi
konumundayız...
Toplarımızı,
Tüfeklerimizi,
Füzelerimizi
artık kendimiz üretebiliyoruz…
Dünyanın en
iyi savaşan askerleri
Bizim
askerlerimizdir…
...
Büyük Atatürk
ün ifadesiyle;
-Türk
Gençliği muhtaç olduğun kudret,
Damarlarındaki
asil kanda mevcuttur…
ABDULKADİR
KAÇAR...
Adana 2023
72 YILLIK
ÖMRÜNDE
İNSAN 21 YIL
UYUYOR...
Her şeyiyle
mucize olan insanın,
Yaşam
sahnesine çıkması,
Hayatla olan
amansız mücadelesi,
Üreme
içgüdüsündeki kararlılığı,
Sosyal
ilişkilerindeki devamlılığı,
Evrenin en
büyük, en eşsiz,
Gerçekten
olağanüstü bir varlıktır...
...
Bu muhteşem
varlığın,
Nitelik ve
niceliklerini
Bilimsel
olarak belirlendikçe,
Gerçekten çok
şaşırtıcıdır...
Örneğin şu
yönüne bir bakalım;
...
Yapılan bir
araştırmaya göre;
72 yıl
yaşayan bir insanın
Ömrünü nasıl
ve hangi,
Koşulda
geçirdiği
Çok ince
şekilde hesaplanmış...
...
Şu örneklere
bakın;
72 yıllık
ömründe insan;
Bu süreyi;
-21 yıl
uyuyarak,
-14 yıl
çalışarak,
-7 yıl
kişisel bakımıyla uğraşarak,
-6 yıl yemek
yiyerek,
-6 yıl
seyahat ederek,
-5 yıl
kuyrukta bekleyerek,
-4 yıl
öğrenerek,
-3 yıl
toplantılara katılarak,
-2 yıl
kendini bulamayanları arayarak,
-1 yıl kayıp
eşyaları arayarak,
-3 yıl diğer
faaliyetlerle geçiriyormuş...
...
İnsan isimli
bu mucizenin hayatına,
Nereden
bakılırsa bakılsın,
21 yıl uyumak
gerçektende çok fazla...
...
Diğerleri
etkinliklerini göz önüne
Alındığında,
çalışma süresinin çok az
Olduğu somut
olarak görülebilir...
...
Yani bir
çalış olarak çağdaş insanlarla,
Aramızda fark
yaratabilmemiz için;
Diğer
insanlardan daha çok başarılı
Olabilmemiz
için,
72 yıl gibi
koca bir ömürde,
14 yıl
çalışma şansımız var;
Bu süre
gerçektende çok az...
...
Yani tüm
hayatın beşte birinden daha az...
Bu da
zamanımızı çok dikkatli kullanmaktan
Geçmektedir...
O nedenle
insan savaşa hazırlıklı
Bir asker
gibi hayatın her aşamasında,
Her şeye
anında karşılık verip,
En verimli
sonuçları alabilecek şekilde,
Davranmak
zorunda...
...
Ömür isimli
yüzde yüz bitecek olan,
Zaman her
saniyesini iyi kullanmak,
Her anından
elde edilebilecek,
En büyük
verimi alabilmek için,
Çok akıllı,
çok bilinçli hareket
Etmek
kaçınılmazdır...
...
Sonuç olarak;
72 yıllık
ömrünün 21 yılını uyuyarak
Geçiren insan
Sadece 14 yıl
çalışarak başarılı olması
Kaçınılmazdır...
...
Bana göre
uyku olmasa olmazıdır,
Her insan
için mutlaka gereklidir,
Ama uyku ne
kadar da uzun olsa,
İnsanın
dibini bulamadığı bir
Doğal
yasadır...
...
Her zaman her
konuda
Ölçülü olmak,
Ölçüyü
kaçırmamak,
Yeterince
uyku,
Yeterinden
fazla çalışma,
İnsanı diğer
çağdaşlarından
Öne çıkardan
niteliklerdir...
Seçim her
zaman insanındır...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
ABDULKADİR KAÇAR
(Bir ömür gazeteci)
Kimi neden,
nasıl, ne için ve ne kadar
ilgilendireceğini; ya da sevindirip, üzeceğin bilmiyorum…
İŞTE HATIRALARIM…
Abdulkadir Kaçar Adana 2021
ÖNSÖZ-1
Her insan
biricik, özel ve büyük mucizedir…
Gördüğü,
yaşadığı, tattığı, denediği, uyguladığı, kazandığı, kaybettiği, başarısı,
başarısızlığı, mutluluğu, acı gibi her şeyi kayıt eden mucize bir
beyne-hafızaya sahiptir…
Hangi ülkede
yaşadığı çağı, kültürü, dili, dini rengi, cinsi, tipi, mezhebi, sosyal statüsü,
ekonomik ve siyasi gücü ne olursa olsun; her insanın hayatı dikkatle, merakla,
titizlikle dinlenmeye, incelenmeye öğrenilmeye, yazılmaya, okunup, sayısız
dersler çıkarılmaya değer…
Kırım’dan
1870’ li yıllarda Ceyhan’a gelerek Vefa Dedem ve Müsemma ninemin kurduğu
Yellibel Köyümüzde 05.04.1954 yılında dünya isimli gezegenine ayak basmışım…
Orada yaşayan
soyumun üçüncü kuşağı olarak; anılarımı yazmaya başladığımda takvim yaşım 69’
göstermesine rağmen;
Kendimi elde
ettiğim evrensel ve ölümsüz olduğuna inandığım her türlü bilgilerle sürekli
geliştirip, düzenleyip, tamamlayınca da doğmaya hazırlanan bir cenin olarak
değerlendiriyorum…
Aslında sözü
fazla uzatmaya da gerek yok;
Bütün
hayatımı medya mensubu(Gazeteci, TV ve radyo programcısı olarak mesleğine
adayan kişiyim;
Yaşadıklarımı
yazarak, meraklısına, ilgi duyabileceğini düşündüğüm gelecek kuşaklara belge
olarak sunmayı kendime görev saydım…
Takdir her
zaman okurundur…
ÖNSÖZ-2
Bu gün 14
Ağustos 2022… Birçok yakınım, meslektaşım, arkadaşım da ısrarla;
-Abdulkadir
Kaçar senin hatıraların önemli; ömrünü gazete, radyo, TV programcılığına
adadın, yaşadıklarını, öğrendiğin deneyimlerini ve bildiklerini yazarak
belgeselleştir…
Sen yaşadığın
bir dönem bölgenin düşünsel, yazılı, görsel medya hafızasısın; kimse gibi
seninde ne kadar yaşayacağı belli değil; anıların seninle birlikte toprak
olmasın diye uyarıyordu…
Oysa ben
bilginin kâşifi ve ölümsüz düşünce avcısı olduğum için denemelerimi felsefe
penceresinden değerlendirerek gün isimli peteklerimi doldurmaya arı gibi gece
gündüz durmadan çalışıyordum…
Ölümsüzü
gerçekleştirmeye, hayatımın ayak izlerini bu gezegene kazımaya çalıştığım
hedefime öyle çok yoğunlaşmıştım ki;
Anılarımın
için bir türlü giremiyor, geçmişte kalan olaylarımın içine inemiyor ve bir
türlü yazamıyordum…
Çukurova
Üniversitesinin hayatımı belgesel olarak çekmeye değer bulunca çok buna
sevindim…
Seyhan Eski
Baraj Gölünün kenarındaki kır kahvesinde yaşamımla ilgili iki saat civarında
kayıt yaptılar…
Orada
anlattıklarımın önemli olduğuna inandığım için, bazılarını daha sonra da
yazarak hatırlamaya çalıştım; Hem de bazı çekimler evimde devam edeceği için
anlatmadıklarımın başlıklarını yazılı hale getirdim…
Yazdıkça da
unuttuğu bazı anılarımı daha da çok önemsemeyip yok sayarak unuttuklarımı da
yeniden net şekilde hatırladım…
Böylece
bilgisayarın başına geçip anılarımı yazılı metin haline dönüştürmeye giriştim…
Çok kısa
sürede, 50 yıla yaklaşan mesleğimdeki anılarımı sular seller gibi yazabileceğim
aklımın ucundan geçmiyordu…
F klavyede
Adana daktilo şampiyonu olduğum ve hala bilgisayarda aynı klavyeye hiç bakmadan
yazmayı başardığım için;
Hayatımda
silinmez izleri olan düşüncemde önemli değerler bırakan hatıralarımı yazmaya
başladım…
Bu arada çok
yakın geçmişim yaşadığım henüz çok taze olanları da için hızla yazmayı
başardım…
Anılarımı
yazma konusunda beni teşvik eden, sürekli uyaranlara kişi ve kişilere sonsuz
teşekkür ediyorum…
Bu sayede
aklımın bile ucundan geçirmediğim şekilde yazarak kendimi daha da derinden
tanıma ve tanıtma fırsatı yakalamış oldum…
Böylece de
sahip olduğum her türlü bilgi, birikimlerim ve deneyimlerimi toprak olmasına
izin vermedim…
Her birini
nefes nefese yaşadığım deneyimlerimi benden sonra hayat isimli sahneye çıkacak
kuşakların yararına sunmayı başardığım için çok mutluyum…
Ayrıca
anılarımı yazarak bilinçaltımdaki çöplüğümü büyük ölçüde temizlemeyi başardım;
İnanılmaz
şekilde mutlu, huzurlu, gururluyum…
Zaten 1987
den beri tutmayı sürdürdüğüm günlüklerimle birlikte yazdığım bu anılarımı dünya
insanlık ailesine karşılıksız olarak armağan etmeyi son nefesine kadar devam
edeceğim…
(önemli not;
ömrümü adadığım mesleğimdeki anılarım elbette bunlarla sınırlı değil…
İnanın bana
ciltler dolusu anılarımı yazabilirim…
Bu kitapta
sadece ana başlıklar halinde bazılarını anlattım…
Ayrıca 1987
den beri tuttuğum binlerce, on binlerce sayfa günlüklerim de bu serüvendeki
ayak izlerimdir… İleride ilgilenenler olursa hiçbir talep etmeden zevkle
yayınlanmasına izin vermeyi en büyük onur sayarım…)
ABDULKADİR
KAÇAR Adana, 2022…
ÇOCUKLUĞUM
KÖYÜMDEKİ
ÇOCUKLUĞUM…
1870’li
yılların sonuna doğru “AK TOPRAKLARGA GİDELİM” diye yola çıkan;
Kırımdan
gelen Vefa dedem eşi Müsemma Ninemin ile kardeşinin kurucusu olduğu Ceyhan’ın
Yellibel Köyümüzde 5 Nisan 1954 tarihinde dünyaya gelmişim…
O yıllarda
doğan yaşıtım olan çocukların kafasına göre benimki biraz büyükmüş…
Yaşıtlarım
olan diğer çocuklar, fırsat bulduklarında benim kafamla alay eder
kızdırırlardı;
-Koca kafa,
çekiç kafa, derlerdi…
Hiç takmaz,
duymazlıktan gelir asla önemsemez ve de aldırmazdım…
Bir gün köyün
ortasındaki caminin yanında bulunan çeşme başında yine yaşıtım olan 3-4
çocuklarla birlikteydik; beni yeniden kızdırmaya başladılar…
Sadece
gülümsüyor, çeşmede elimi yüzümü yıkayıp serinletmeyi sürdürüyordum…
O sırada
köyümüzün en akıllı ve bilge insanlarından Cebbar Türkkan amca da oraya geldi…
Ben 4-5 yaşında olmalıyım…
O kişi de
50’60’lı yaşlardaydı galiba…
Beni
kızdırmalarına belki de istemeyerek şahit oldu;
3-4 çocuğu
sert biçimde azarladı;
-Susun
terbiyesizler, defolun gidin, ayıp değil mi, neden dalga geçiyor, alay
ediyorsunuz dedi…
Çocuklar çil
yavrusu gibi kaçarak birden uzaklaşırken:
Cebbar Amca
bana dönüp saygılı biçimde şöyle dedi;
-Abdulkadir
yeğenim, sen onlara asla bakma, canını da asla sıkma…
Unutma ki
kafası büyük olanlar çok akıllı olur…
Sen ileride
çok büyük işlere imza atacaksın…
Onun bu
sözleri ve yaşadığım o sahneyi hiç unutmadım, hala da kendi kendime gülümser ve
o günleri sevgiyle, saygıyla hatırlarım; bana moral veren o sözleri için bu gün
bile teşekkür ederim…
Çünkü o andan
itibaren hayatım boyunca karşılaştığım hiçbir kişi ya da olay canımı sıkmadı,
sıkıp moralimi bozamadı…
Çünkü bana
öyle bir moral vermiş, öyle bir yaşam felsefesi çizmişti ki, ömrüm boyunca o
kendime güven duygumla yürüdüm…
O duygumu her
geçen gün daha da çok arttırdı…
Doğruluğuna
inandığım hayallerini kurduğum ümitlerime yürümeme coşkuyla yürümeme neden
oldu…
O günlerde
benim kafamın büyüklüğüyle dalga geçen çocuklardan hiçbir hayat serüvenlerinde
başarılı olamadı…
Bu gün beden
ve ruhumu, kafa yapımı çocukluğumdakinden daha çok seviyorum;
Kendime ve
düşüncelerime dünden daha çok inanıyorum, daha sıkı biçimde çalışarak, her
saniyemi üretici şekilde hayatıma uygulamayı sürdürüyorum…
İyi ki bu
yüzyılda, bu ülkede, bu köyde ve bu ailenin bireyi olarak yaşama getirilmişim…
Hayatım
boyunca yaptığım ve yapamadığım hiçbir şeyden en küçük bir pişmanlık
duymuyorum…
Bu arada;
Köyümüzün
muhtarı aynı zamanda akrabamızı olan kişi benim kafam yapımla sürekli dalga
geçerdi;
-Abdulkadir
gel, kafan çok büyük karışımla ölçeyim, bakalım kaç karış gelecek? Derdi…
Ben sadece
gülümser çeker giderdim, önem bile vermezdim…
Söyledikleri
benim için daima değersizdi…
O kişi bu
esprisine beni gördüğü yer yerde çocukluğum boyunca aralıksız devam etti…
Aradan yıllar
geçti; galiba 50’ li yaşlarıma yaklaştığım günlerde; o kişi 80 inde falan
vardı; bir akrabamızın cenaze töreninde yanına çağırarak utanıp, yüzü
kızararak, gazeteci olduğumu bildiği için özür diledi;
-Abdulkadir
yeğenim biliyorum çocukluğunda seni çok kızdırdım, canını sıktım beni affet…
Hakkını helal
et yeğenim, Adana da büyük işler yaptın, gazetecisin, radyolarda konuşuyorsun
ve televizyonlarda seni zevkle izliyorum…
Zaten akıllı
olduğunu çok büyük işler yapacağını o yıllardan da zaten biliyordum ve
görüyordum…
Kafası büyük
olanların zeki olduklarını zaten herkes anlatırdı…
Ben sadece
şaka olsun diye sana bunları söylüyordum…
Kırdıysam, incittiysen binlerce kez özür dilerim, beni lütfen bağışla
dedi…
Hakkını helal
et yeğenim, dedi…
Koskocaman
insan galiba helallik istediği yıllarda 80’ine merdiven dayamıştı…
-Estağfurullah
ağabeyim ne demek? Hiç hatırlamıyorum ki, unuttum bile…
Zaten o
yıllarda bana bu şekilde davranan çocukluk arkadaşlarıma bile hiç kızmamıştım
ki…
Hayatım
boyunca kimseye kızmadım, küsmedim, darılmadım, kırılmadım…
İçinden
geldiğim kültürüm hep olumlu düşünmemi, olumlu hareket etmemi, beşikten mezara
kadar tüm insanlara karşı saygı ve sevgide kusur etmememi öğretti…
Özür dilemek
ne demek?
Siz benim
büyüğümsünüz, hakkım falan yok sizde…
Ama madem
öyle diyorsunuz hakkım varsa da helal olsun, demiştim…
Çünkü ben
hayat isimli bu sonsuz okyanusta, beden isimli gemimle vardım…
Beden ve
ruhumla doğduğum andan itibaren barışık yaşadım…
Kendime karşı
en küçük bir beğenmeme, özümü sevmeme, organlarımla ve cinsiyetimle ilgili en
küçük bir aşağılık duygusu yaşamadım, yaşamam, yaşamayacağım…
Bu yönümle de
daima onur duydum, hala da mezara kadar anlayışımı sürdüreceğim…
Özür dilemek
erdemdir; yaşı kaç olursa olsun bu şekilde davranmak her insana çok yakışıyor…
…
ÖĞRETMENİME
MÜFETTİŞ SAYEMDE EN BÜYÜK PUANI VERDİ…
Yellibel
Köyümüzdeki ilkokula başladığım yıllarda daha birinci sınıftayken bile her
sabah öğrenci andımızı arkadaşlarıma ben okutuyordum…
Oysa iki, üç,
dört, beşinci sınıfta büyük ablalar ve ağabeylerim vardı…
Daha önce
köyümüzde görev yapan öğretmenim “ŞEYTAN ÇEKİCİ” diye beni ağabeyim ve ablama
yakalatıp zorla kucaklar öperdi…
Bende bu
türlü davranışlardan hiç hoşlanmazdım…
Neredeyse 5
yaşımda başladığım ilkokulda, diğer öğretmenlerde bu akıllı özelliklerimi
erkenden keşfetmiş olmalı ki bana her sabah böyle bir görev veriyordu…
Her sabah
okulun önünde sıra olurduk; öğretmeni;
-Abdulkadir
Haydi evladım, sen gel, andımızı okut, derdi…
Sınıfta ise
ilk günlerde önümüzdeki saman renkli defterlere yatay çizgiler, yuvarlak
çizgiler yaptırırdı…
Sonra da
evimizde devam etme ödevleri verirdi… Mahallemizdeki diğer arkadaşlarımdan
birkaçı ile yarış halinde ödevimi yapardım…
Ertesi sabah
sınıfta ödevlerimi kontrol etmeye geleceği saniyede defterimi hemen açar,
öğretmenime onurlu şekilde gösterirdim ve bana yıldız verirdi…
Okuma yazmayı
zaten birkaç hafta içinde duvarda asılan kocaman afişleri okuyarak, cümleler
kurmayı hemen sökmüştüm…
Öğretmenimiz
bir gün müfettişin geleceğini, dikkatli ve akıllı oturmamızı söylemişti…
Dersimiz
devam ederken bir gün kapı açıldı, elinde doktor çantası gibi şişmanca bir kişi
sınıfa girdi…
Hepimiz ayağa
birden kalktık; gelen müfettiş, eliyle oturmamızı işaret etti…
Hemen sorular
sormaya başladı ve ilk sorusu da şuydu;
-Çocuklar, şu
atasözümüzü açıklamanızı istiyorum; ANA BAŞTA TAÇ İMİŞ, HER DERDE İLAÇ İMİŞ,
BİR EVLAT PİR OLSA DA ANAYA MUHTAÇ İMİŞ…
Kimseden tık
ses yoktu, müfettiş ısrarla, arka sıralarda oturan büyük ablalarımıza,
ağabeylerimize bakıyor, gözleri konuşacak birisini arıyordu…
Hemen parmak
kaldırdım, konuşmamı isteyince de ayağa kalktım;
-Öğretmenim,
annelerimiz çok kıymetli varlığımızdır…
Bizi dünyaya
getiren, besleyen büyüten en kutsal değerimizdir…
Hangi yaşta
olursak olalım, annemize saygı göstermeli, sevmeli ve ileri yaşlarında ona
yardımcı olmalıyız, dedim…
-Aferin
evladım, teşekkür ederim, otur dedi…
Galiba başka
sorular da sormadan çekip gitti…
O gün
öğretmenimiz olan daha sonra KÖY HİZMETLERİNDE bölge müdürlüğü yapan Mehmet Ali
Aşıcı öğretmenimle yıllar sonra Adana daki Cemal Gürsel caddesinde karşı
karşıya geldik…
Uzun zaman
geçmesine karşın o beni, bende öğretmenimi hemen tanıdık…
Aramızda
40-50 metre mesafeden kollarını açtı, yanına gelince de kucaklayıp beni iki
yanağımdan öptü;
-Abdulkadir
Kaçar seninle gurur duyuyorum…
O gün
müfettiş senin bu atasözünü açıklamandan dolayı bana PEKİYİ notu vermişti…
Sınıfta
senden çok büyük çocuklar olmasına karşı kimseden ses çıkmamıştı…
Eyvah dedim,
müfettiş beni şimdi yakacak…
Ama yaşın çok
küçük olmasına karşın soruya sen yanıt verince derin bir oh çekmiştim…
Aradan yıllar
geçmiş olsa da sana ne kadar teşekkür edeceğimi bilemiyorum diye tekrardan
sarılıp beni onurlandırmıştı…
Okuldan sonra
ilk ve son kez karşılaştığım bu değerli öğretmenimi bir daha asla göremedim…
Benimim
unutamadığım anılarımdan biridir…
Kendimle her
daim barış içinde olduğum için bu türlü olaylarla hayatım boyunca defalarca
karşılaştım…
İnanılmaz
övgüler aldım, ama asla şımarık biri olmadım…
Hayatı
adadığım okuma, düşünme, yorumlama, yazma konusunda da aynı çalışkanlığım ve
ilkelerim doğrultusunda sayısız eserler vermeyi sürdürüyorum…
…
İLKOKULDA
SÜPERDİM…
Bu gezegene
gözümü Ceyhan ilçemize 23 kilometre uzaklıktaki Yellibel Köyümüzde dünyaya
gözümü açmışım…
İlkokulu
köyümüzde okudum; birden beşinci sınıfa kadar 20-25 öğrenci bir tek oda olan
sınıfta eğitim görüyorduk…
Canım
anneciğim ilk günlerde okula alışabilmem için, her sabah giderken mısır
patlatır, beyaz yakalı siyah önlüğümün ceplerini tıka basa doldururdu…
Oysa ben
okula güle oynaya, özleyerek, isteyerek her sabah coşkuyla uyanıp koşarak
giderdim…
Bazı
yaşıtlarım ders arasında kaçıp evlerine gidiyordu…
Ben ise koşa
koşa okula geliyor, sınıftan en son olarak ben çıkıyordum…
İlkokulda
okumayı çözen ilk öğrenciydim…
Duvara asılı
fişleri gösterdiğinde hoca hemen ben yanıt verirdim…
Zaten
4.sınıftan 5.sınıfa geçen iki kişiden biriydim…
Tüm eğitim
hayatım boyunca gittiğim her okuldaki yerim, hep ön sıralar oldu…
İlkokul,
ortaokul, lise, hatta üniversite de aynıydı;
Hiçbir zaman
ikinci, hatta üçüncü sıralarda asla oturmadım…
Henüz 5,5
yaşındaydım, ilkokula başladığımda…
İlk günkü
öğretmenim,(daha sonra ünlü olacak olan)sanatçı Hakkı Bulut’tu…
Sınıfa girdi,
güleç yüzü, hepimizi kucaklayan bir sevgi dolu olumlu bir ses tonuyla şöyle
dedi;
-Canlarım,
yavrularım, birlikte çok güzel günler yaşacağız…
Şarkılar,
türküler söyleyeceğiz…
Şimdi hadi
ilk türkümüzü söyleyelim diye başladı…
O ana kadar
gurupla hiç türkü-şarkı söylememiştim;
Bu koru
birlikteliği çok hoşuma gitti, okula âşık oldum…
Köyümüzde tek
bir büyükçe odada 5 sınıf aynı anda eğitim ve öğretim görüyordu…
Sınıf
Başkanı, Harita kolu, Tiyatro kolu, Kızılay kolunun hepsi ben olmuştum…
Ödevlerimi
kusursuz olarak, zamanından önce yapıyordum…
Öğretmen her
sabah defterlerimizi açtırıp ödevlerimizi kontrol ediyor, benim sayfama hep
yıldız veriyordu…
-Kim dersi
anlatacak? Dediğinde hemen parmak kaldırırdım…
Ders
anlatmadığım gün hemen hiç yoktu…
Hakkı Bulut,
öğleden sonra köyümüzün dere boyu denilen ağaçların altında bağırarak türküler
söyler, tüm köyümüz dinlerdi…
Bir
televizyon kanalında köyümüzde öğretmenliğe başladığını söylemişti…
50 yılı yakın
meslek hayatımda bana okulumu sevdiren Hakkı Bulut öğretmenimle hiç
karşılaşmadım…
Sadece bir
gazeteci arkadaşım telefonla konuştuğu sırada, telefonu alıp sevgi ve
saygılarımı iletme mutluluğu yaşamıştım…
Yine
ilkokulda tek odalı bir sınıfta okuyan 30-35 kişi kadardık…
O yıllarda
4.sınıfta da 8-9 kişi vardı…
Sadece ve
Ayşe isimli arkadaşımla 5.sınıfa geçmiştik…
Buda
anlattıklarımın ne kadar önemli ve somut olduğunu kanıtlamış oluyor…
…
ARKADAŞIM ÇOK
AZDI…
Köyümüzde
öyle mutluydum, öyle güzel doğal bir ortamda yaşıyordum ki çok fazla arkadaşa
gerek duymadım…
Çünkü üç
farklı yerde üç bahçelerimiz vardı…
Roma
döneminden kalan evimizin hemen arkasında, tarihi kalıntıların olduğu yeri
dedeciğim ve babacığım bahçe yapmışlardı…
Birlikte
diktikleri zeytin, üç dört türlü zerdali, yine aynı sayıda farklı incirlerden
oluşan muhteşem kocaman meyve bahçemiz benim en büyük dünyamdı…
Ağaçların
üstünde rüzgârlarla eser, yeşillere bulanır, kelebeklerle yarışır, türküler
şarkılar söylerdim…
Her baharda
zerdaliler bir günde bembeyaz çiçek açar, sihirli bir atmosfer oluşur; her
gördüğümde sevinçle kendimden geçerdim…
Çiçeklerinin
üzerinde milyonlarca arı, kelebeklerin birbirleriyle yarışırcasına uçmasını
izlemekten çok büyük keyif alırdım…
İkinci
bahçemiz köye 2 kilometre uzakta ”SÖĞÜTLÜ ÇEŞME” dediğimiz sebzeliğimizdi…
Yaz kış suyu
asla kurumayan bu çeşmeden sulanan 10-15 ailenin birer ikişer dönümlük sebze
bahçesi vardı…
Çeşmenin de
önünde 5 adet teknesi daima su dolu olurdu;
2 metre
uzunluğunda 45-50 santim genişliğinde, yine aynı derinlikteki su dolu tekneler
benim için sanki Akdeniz gibiydi…
Yüzmeyi orada
öğrenmeye çalışırdım, diğer çocuklarla birlikte yaz mevsiminde en büyük
eğlencemizdi…
Oradaki
bahçemiz ilkbaharla birlikte sürülür, arklar açılır, ekime hazırlanır, çeşmeden
cazibeyle gelecek suyolları düzenlenirdi…
Toprak
kabarınca da fideleri kıştan hazırlamış olan biber, patlıcan, domates ekilip
toprakla buluşturuldu…
Anneciğim,
her sebze sırası arkların sonuna bal kabakları çekirdekleri de ekerdi…
Yine aynı
şekilde taze fasulye, acebek tohumları toprakla buluşurdu…
Anneciğim,
arkların başına kokularıyla insana güzellikler sunan reyhanlar eker, Horozibiği
denilen vişne açan çiçeklerle bahçeyi gelin gibi süslerdi…
Bahçemizin
kenarını muhteşem ve farklı tatları olan narlarımız süslerdi…
Üçüncü
bahçemizde tarla yolumuz üzerinde, köyümüze 4 kilometre uzaktaydı…
Beş altı
çeşit incir, yine kayısılar, elmalar, armutlarla meyvelerimiz dolup taşardı…
Bahçemizin
kenarından geçenler istedikleri an, meyvelerden toplarlardı…
Öyle ki, hem
dedeciğim, hem de babacığım, birileri yaklaşırken saklanırlarmış…
Gönül
rahatlığı içinde bahçeye girip meyveleri toplasın, yesin, götürsün ama bizi
görüp utanmasın derlermiş…
Bu
bahçelerimiz yaşamın merkezinde bulunan benim en renkli ve sınırsız evrenimdi…
İnanılmaz
şekilde çok mutlu çocukluk dönemlerim mevsimlere göre biri bitiyor, diğeri
başlıyordu…
Köyümüzde
sebze, meyve gibi ürünler yıl boyunca herkes tarafından birbirlerine hediye
edilirdi…
Ya da
mevsiminde evler dolaşılarak bedava dağıtılırdı…
O nedenle de
kimse de paraya ihtiyaç duymuyordu…
Paranın insan
hayatındaki değerini 40’lı yaşımda anladığımda benim için zaten hiç bir önemi
kalmamıştı…
Yaşamım
boyunca asla para avcısı olmadım, ona köle olmadım; onun üstüne basarak
istediğim hedeflere ulaştım…
Medya
mesleğimi çok başarılı şekilde yaptığım için para gelip avuçlarıma doldu…
Daha da
önemlisi hiçbir yaşımda onun peşinden koşmadım, olanaklarımla yetindim…
…
CEYHAN’A
GİTMEK BİZİM İÇİN
AMERİKA
KEŞFETMEK GİBİYDİ…
Köyümüzden
Ceyhan İlçemize gitmek bizim için bu gün Amerika’ya gitmek kadar çok
değerliydi…
Günler
öncesinden hazırlıklar yapar, orada evli olan iki ablama köyden çeşitli gıdalar
götürürdük…
Alış
verişlerimizde de köyümüzde olmayan gazyağı, şeker, sabun, çay tahin vs.
ihtiyaçlarımızı babacığım alırdı…
Ceyhan’dan
dönüşte, babacığım omzunda taşıdığı heybesini hepimizin toplandığı evin
ortasında açardı…
Sırasıyla
anneciğimin siparişleri başta olmak üzere paketleri özenle açardı…
Annem,
ablalarım, ağabeyimle birlikte heybenin çevresinde yuvarlık bir halka oluşturur
açılacak paketleri merakla izlerdik…
Bayramlardaki
en büyük ödülümüz-armağanda Ceyhan’dan getirilen telkadayıf, ceviz ve şekerle
birlikte annemin ustaca yaptığı tatlımızdı…
Babacığım tek
gitmişti Ceyhan’a:
Belki de
kendi çocukluk hayali olan avuç içi kadar pembeye renkli olan oyuncak bir
traktör alıp bana getirmişti…
Henüz okula
başlamadığım günlerde benim hayal dünyamın merkezi o oyuncağım olmuştu…
Metrelerce
makara ipi bağlar, uzaktan çeker, geri götürür, ileri iterdim…
Dünyanın en
büyük mutluluğuydu bu oyuncağım…
Biz zengin
değildik ama asla aç sefilde değildik…
Her yıl
toprağın verdikleriyle yetindik…
Her koşulda
ve daima pozitif bir aileydik…
Geleneklerimizden
birbirimize küslük, kırgınlık, dargınlık, kaygı, endişe, kötü söz, tartışma,
kavga ve hakaret gibi ifadeler yer almazdı, bazen çocukça davrandığımızda ise
anneciğimle babacığım bunları tamamen yasaklanmıştı…
Bu gün bile
pozitif olmamı içinden geldiğim, onur duyduğum o kültürüme borçlu olduğumu
söyleyebilirim…
…
BABACIĞIM
GÖZYAŞLARIYLA KARŞILARKEN
“CİĞERPARELERİM,
CANLARIM” DERDİ…
İlkokulu
bitirmiştim, Meryem ablamla Adana ya diğer ablamın bulunduğu avludaki bir ev
tutmuştuk…
Bugünkü Adana
Büyükşehir Belediyesinin karşısında Meryem Abdurrahim Gizer ortaokulunun
yerindeki;
Vehbi Necip
Savaşan Ortaokuluna başladığım ilk iki yılda anneciğimle, babacığım hala
köyümüzdeki evimizde hayatlarına mutlu devam ediyordu…
Ama akılları
daima bizimleydi…
Çünkü o
yıllarda biz kardeş Adana ya yerleşmiştik bile…
Bir ablam hem
Merkez Tapu Sicil Muhafızlığında devlet memurluğuna başlamıştı…
Akşamları bu
günkü milli piyango idaresinin olduğu binadaki Fuat Tuncel’ in kurucusu olduğu
Özel Mühendislik okuluna devam ediyordu…
(Okulun ismi
daha sonra Adana Mühendislik Özel Yüksek Okulu iken daha sonra da Çukurova
Üniversitesi Mühendislik Fakültesi oldu)…
Ağabeyim bir
inşaat firmasında çalışıyordu…
Büyük ablam
ise bize bakıyor, evimizi çekip çeviriyordu…
Ama hafta
sonları, bayram ya da yılsonu tatillerinde Ceyhan daki Yellibel Köyümüze
koşarak, anne ve babamızı özleyerek, heyecanla ve coşkuyla gidiyorduk…
Anne ve
babamıza gidişimiz şeklimiz ise yıllarca hep şöyleydi;
Adana’dan
otobüsle önce Ceyhan’a oradan köyümüzün 4-5 kilometre uzağındaki kasabanın
Ceyhan’daki minibüs-otobüslerine binip Doruk beldesine gidiyorduk…
Ondan sonra
bir saate yakın yokuş yukarı yaya yürüyerek, Doruk’ tan 200 metre yükseklikteki
dağın kenarındaki köyümüze bir saatte falan ulaşıyorduk…
Canım
babacığım bizim geleceğimiz günü ve anı dakikası dakikasına biliyor ve
sabırsızlıkla bekliyordu…
Evimizin
önündeki caminin duvarının kenarında bulunan taşın üstüne oturup erkenden bizi
beklerdi…
Uzaktan
göründüğümüzde de ellerini sevgiyle ve şefkatle iki yana açıp, gözyaşlarını
akıtarak koşarak gelirdi;
-Ciğer
parelerim, canlarım, yavrularım geldi…
Gözyaşları arasında sarılarak öper, öper öperdi…
Babacığımın
adı Yunus’ tu, ama gerçekten Yüreği de Yunus Emre’ydi…
Bizim
köyümüzde 1318 yani 1902 tarihinde dünyaya gelmiş…
İşi gücü
toprakla savaşmak olmuş, bedenen çalışarak makileri ayıklayarak 230 dönüm tarla
sahibi yapmıştı biz çocuklarını…
Çok inançlı,
saf, dürüst, çalışkan, işinde gücünde olan, kimsenin dedikodusunu yapmayan,
inancını yaşayan tam bir derviş Yunus’tu…
Hazreti
Mevlana, Karacaoğlan ve Yunus Emre’nin tüm şiirlerini ezbere bilirdi; biraz
efkârlandığında hemen o an duygularını tam ifade eden dizeleri peş peşe okurdu…
Okuma yazma
bilmemesine karşın kendi de doğaçlama olarak şiirler söylerdi…
Hayatın her
zorluğunu, güzelliğini, mücadelesini damardan anlatan, insanın karakterini ve
doğayı somut biçimde anlatan bilge bir kişiydi…
KAÇ-KAÇ’
döneminin yaşadığı günlerde; babacığım 6-7 yaşlarında olmalı…
İşgal
askerleri bizim köyümüze de gelmişler…
Babacığım
şöyle anlatırdı o günleri;
-Düşmanların
köyümüze kadar geldiğini öğrenince, ilk işim çok güzel bir tayımızı kaçırıp
dağa sağlamaktı…
Ahırdan
çıkarttım, yularından tutup hızla yürütmeye ve koşturmaya başladım…
O sırada
önüme aniden bir düşman askeri çıktı, yularından tutup tayımı elimden aldı…
Koşarak
yanımıza gelen başka bir düşman askeri de tayımı alana diğerine şöyle dedi;
-İyi ki
yakaladın, yoksa ben uzaktan nişan almıştım çocuğun kafasına sıkacaktım…
Trafik
kazasında 68 yaşında hayatını yitirdi…
Vefa Dedemin
kurduğu Ceyhan’ın Yellibel Köyümüzdeki aile mezarlığımızda kendiyle aynı adı ve
soyadı taşıyan, 2,5 yaşında balkondan düşerek ölen torunuyla birlikte sonsuz
uykusunu uyuyor…
…
AYDIN ve
BİLGE KADIN
CANIM
ANNECİĞİM…
Ceyhan’daki
Yellibel Köyümüz 1870’li yıllarda Vefa dedem ve Müsemma nine tarafından
kurulmuş…
Hem birinci,
hem ikinci dünya savaşanın yaşandığı dönemler…
İki amcam
Çanakkale’ye gidip birisi şehit, birisi gazi olmuştur…
Ama
yoksulluk, kıtlık, inanılmaz sıkıntılarla geçen yıllarda köyümüz tamamen kendi
kabuğu içinde yaşamını sürdürmüş…
Gelenekler,
görenekler o yıllarda inanılmaz sert ve yok edici niteliktedir…
Anneciğim
1938 yılında tıpkı babacığım da olduğu gibi o da zorunlu şekilde ikinci
evliliğini canım babamla yapmak zorunda kalmış
Anneciğim
Misis’li Ceyhan Nehri üzerinde değirmenleri, 600 dönüm tarlası olan zengin
Hacıveli Efendinin kızıymış…
Çocukluğu ve
genç kızlığı Adana ile Misis arasında sürekli iletişim halinde kent kültürüyle
büyümüş, görgülü, özgün görüşleri olan, aydın, tam bir Osmanlı
hanımefendisiydi…
Babacığımla
ikinci evliliğini yaparak köyümüze gelmesiyle birlikte;
O ana kadar
kapalı kutu ve karanlıklar içinde olan köylü kadınları onun çevresinde toplanıp
anneciğimi örnek almışlar…
Başka bir
ifadeyle, cahiliye bir yaşam süren köyümüzde bir yıldız gibi doğmuştur…
En modern,
görgülü, aydın, bilgili, kentli, Türkçeyi en iyi konuşan, en eşsiz iyi yemek
yapan, gelenekleri bilen, dedikoduyu sevmeyen, yanındakilere de yaptırmayan,
herkese karşı koruyucu ve adaletli davranan, kavga edenleri barıştıran, en bilge kişi olarak kendini kabul ettirmiş…
Köydeki tüm
kadınlara en güzel örnek olmuştur; köyümüzde herkesin “ATİYE ABLA” dediği
muhteşem bir insandı…
Bu gün bile
halamın torunları, annelerinin yemek yapma formüllerini annemden öğrendiklerini
onurlu biçimde ifade ederler…
Köyümüz böyle
olumsuzluk ve karanlıklar içindeyken,1950’ li yıllarda açılan köyümüzdeki
ilkokuldan Meryem Ablam mezun olmuş…
Ablamın
öğretmeni de, ısrarla ve defalarca anneciğime evimize gelerek;
-“ATİYE
HANIM” siz aydın bir hanımsınız, kızın çok başarılı, araya gitmesin, çok zeki,
lütfen bunu okutun, diye sık sık ricada bulunmuş…
Anneciğim
okuma yazması olmamasına karşın, kardeşinin görev yaptığı Kahramanmaraş’ın
Göksun İlçesine, Ziraat Teknisyeni olan dayımın yanına götürerek orada
okumasını sağlamış…
O yıllarda
geleneklere göre bir kızın okula gitmesi, ilkokulda dahi okutulması yasaktı;
Bu kuralları
inanılmaz şekilde çok sıkı biçimde uygulayan halam her sabah bizim evimize
gelip, avlunun kapısında iki elini böğrüne koyup babacığıma baskı yapardı;
-Yunus çabuk
mektup yazdır…
Meryem hemen
buraya köye geri gelsin…
Kız kısmı
okumaz, okursa da orospu olur…
Çabuk geri
çağır, derdi…
Anneciğim
sesini çıkartmaz, babacığım da sessiz kalırdı; halamın bu baskısı yıllarca
devam etti…
Anneciğim
asla ve kata hiçbir zaman aldırmadı, her zaman ablamın okuması ve başarılı
olmasına destek verdi…
Meryem ablam
liseyi bitirince önce Adana Merkez Tapu Sicil Muhafızlığında 657 devlet memuru
olarak çalıştı…
Geceleri de
Fuat Tuncel’in kurucusu olduğu Özel Mühendislik okuluna devam etti…
Daha sonra
Çukurova Üniversitesine bağlanan fakülteden üniversiteden inşaat mühendisi
olarak mezun olmayı başardı…
Bizim 1890’lı
yıllarda kurulan köyümüz yıllarca içine kapalı yaşamıştı…
Aydın ve
akıllı bir kadın olan anneciğimin sayesinde, ablacığımı okutması sonucu
köyümüzdeki tüm genç kızların önü açıldı…
Meryem ablamı
örnek alarak;
Kimi
hemşirelik, kimi ebelik, kimi öğretmen okuluna gitmeye başladılar…
Ablamın
yaptığı her işe hayran olurdu anneciğim, özellikle de otomobil kullandığında,
sanki kendinin gerçekleştiremediği içinde ukde olarak kalan hayallerinin
gerçekleştiğini düşünür inanılmaz mutlu olurdu…
Ablamın
Adana’nın Sesi Musiki Derneğindeki koro ve sola olarak okuduğu şarkısını
dinlerken anneciğim çocukluğunun geçtiği gider;
Misis’ teki
gramofondan dinlediği şarkıları söyleyen bir kız yetiştirmiş olmanın
mutluluğunu dolu dolu yaşardı…
Çocukları
olarak biz anneciğime “ÖFFF” bile demedik…
Aydın, bilge,
tam bir Osmanlı hanımefendisi olan Anneciğim 80 yıllık ömrünün sonuna kadar
sayemizde çok mutlu yaşadı, mutlu edecek
güzellikleri çocukları olarak ona sunmayı daima başardık…
…
İLK KUŞ
AVIMDA YALANIN ÇİRKİN YÜZÜNÜ GÖRÜP
UTANDIM…
Dedeciğimin
Yellibel Köyümüzü kurma nedeni olan Romalılar dönemindeki tarihi kale
kalıntılarıdır…
Bu
kalıntıları evimizin hemen arkasında yer alır…
O günlerde
asla 7 değil 5-6 ama asla yaşlarındaydım;
Ama cin gibi
hayatla ilgili her şeyi yakından izliyor, gördüklerimi hafızama eşsiz biçimde
kayıt ediyordum…
Bir gün
evimizde bulunan dolma tüfeğimizi, ağabeyimden gördüğüm şekilde doldurdum…
Evimizin
arkasındaki kaledeki incir ağaçlarında kuş avlayacaktım…
Tam kaleye
girdiğim sırada, akrabamız olan bir amca, boyuma ve tüfeğe bakarak benimle
dalga geçti, uzaktan şöyle dedi;
-Vay yavrum,
vay, şu boya posa bak, sen mi kuş vuracaksın?
Hadi vur sana
50 kuruş vereyim, dedi…
Birkaç adım
attım ki, 20 metre uzağımdaki incirin üstünde karatavuk isimli bir kuş vardı…
Tüfeği surun
üstüne dayayıp tetiği çektim, vurdum kuş yere düştü…
O amca da,
henüz birkaç adım ötemdeydi, koşarak kuşu alıp yanına götürdüm;
-İşte vurdum,
bak karatavuk ben vurdum, ver 50 kuruşumu, deyice…
(o zamanki 50
kuruş bu günkü 50 lira gibi falandı)
-Defol git
lan, diye yoluna devam etti, Söz verdi ama paramı da vermedi…
İnsanın
yalancılığını, sahtekârlık yüzüyle hayatımda ilk defa orada karşılaştım…
Şoke
olmuştum, ama hayatımda aldığım derslerden ilkiydi, hiç unutamadım…
Çok şaşırdım,
yalan söylemenin, sözünde durmamanın aşağılık ve acı veren bir olay olduğunu o
yaşımda öğrendim…
Bu gün
politikacılarında davranışlarını bu gözle değerlendiriyorum…
( Hala da
basılmayan, yayınevinde bekleyen PARTİ, POLİTİKA, POLİTİKACI kitap dosyamı ve
denemelerimi bende çocukluğumda oluşan bu ilk değerlerime göre yazdım…)
…
KÖYÜME ASLA
DOYAMADIM…
Çocukluk
yıllarımda, meyve ve sebze bahçemizdeki sulaması; kamışların arasında her biri
30-40’ ar kilo gelen bal kabaklarının yetiştirilmesi, biberlerin toplanması,
mercimeklerin biçilmesi, kamışların kesilmesi her konuda ben ilk sırada görev
yapıyordum…
Hiç boş
zamanım yoktu ama yaratıcılık konusunda sürekli denemeler yapıyordum…
Özellikle,
boyum yüksekliğinde iki büyük ağaç dalını ı kesiyor;
Onların
yerden 50-60 santimlik yüksekliklerine ki budaklarına basacak şekilde
düzenliyordum…
Sonra da o
yıllarda asla görmediğim ve bilgimin bulunmadığı bu günkü palyaçolar gibi köyde
dolaşıyordum…
Üstelik bu
yürüyüşlerimde, Ceyhan’dan aldığım korkutucu canavar maskeleri de yüzüme takıp
köyümüzdeki çocuklarını da bazen korkutuyordum…
İlkokul
bitince ailemle birlikte kent hayatı başladı…
Şahane bir
dünyam vardı; özgürdüm, denemeler yapıyor, kendimi geliştirmeye ve marka haline
getirmeye çalışıyordum…
İlkokulu
köyümde bitirince Adana ya taşındık;
Gözüm hep
arkada yani köyümde kaldı;
Benim bu
gezegeni tanıdığım muhteşem evrenim olan köyüme asla doyamadım…
Rüyalarım
hayallerim her zaman ve hala köyümle ilgilidir…
…
AŞKIM…
İLK VE SON
AŞKIM…
Vehbi Necip
Savaşan Ortaokul son sınıfında okurken yüzme havuzunun batı tarafında bahçeli
bir evde oturuyorduk…
Her gün
Abdulkadir Paksoy Lisesi 2.sınıfına gidip gelen kızıyla karşılaşıyordum…
Sarışın, iri
yeşil gözlü, benim için sanki değil, benim için o gerçekten TÜRKAN ŞORAY’ dı…
Uzaktan
gördüğümde tüm hücrelerim sevinçten bayram ediyordu…
Yürüyüşü,
endamı, konuşması, nezaketi, bana olan sevgisiyle canımın içiydi…
Evimiz
bitişik olduğu için boş zamanlarımızda bir ağacın altında sohbet ediyorduk…
Delikanlılık
çağımızda olduğu için birbirimize kanımız hemen ısındı, sevmeye başladık, ilk
aşkın kıvılcımlarını vücudumun her yerinde hissediyordum…
Biliyorum ki
o da benimle aynı şeyleri, hatta daha da fazlasını hissediyordu…
Annemlerin
olmadığı zaman evimize çağırıyordum…
Kamuran
Akkor’un o yıllardaki 45 plağını pikaba koyuyor, sarmaş dolaş dans ediyorduk…
“SENİ
BEKLERİM ÖPTÜĞÜM YERDE” şarkısı bitiyor, tekrar aynı plak, 3,5 dakikada bitiyor
ama bizim sevgimiz bitmiyordu…
Tekrar aynı
plak, tekrar kaç defa çaldığımı bilemiyorum…
Ama terinin
ve teninin kokusu hala burnumda tüter…
Ev sahibimiz
olan abla yukarıdan sinirli şekilde bağırırdı;
-Abdulkadiiiiir,
annenler gelince seni söyleyeceğim, bizi bu kadar rahatsız etme; kapat şu müzik
sesini, diyordu…
Yaz
mevsiminde Ceyhan daki Yellibel köyümüze 1 aylık tatile gitmeden önce o ağacın
altında daha uzun sohbetler, sarılmalar falan devam ediyordu…
Bana o
yıllarda;
-KEREM BEY,
diye hitap ediyordu…
Köye gidince
nasıl dayanırım diye fotoğraflarımı alıyordu…
Onunla
birlikte yattığını söylüyordu…
Tatilin
bitmesini hem o hem de ben sabırsızlıkla bekliyorduk; kente geri dönünce
deliler gibi sarılıp seviyorduk birbirimizi…
Annem, ablam,
ağabeyim, babam benim daha çocuk olduğumu düşünüyorlardı…
Ne çocuktum
ama her şeyi biliyordum, her türlü şeye hazırdım…
Aramızdaki
sevgi aşk geliştikçe büyüdükçe ailem rahatsız oluyordu…
Sonunda
aramızı soğutmak için oradan başka bir adrese taşıdılar;
Kızla aramı
soğutmaya, arkadaşlığımızı bitirmeye çalıştılar…
Nereden
öğrendiyse, benim olmadığım bir gün yeni adresimizi bulmuş, evimize gelmiş…
Ailem kızı
bir daha gelmemesi için kovmuş, korkutmuş, sonra da birbirimizi kaybettik…
Aradan 35-40
yıl gibi bir zaman geçmişti…
TATARLARIN
GELENEKSEL TEPREŞ bayramı Ceyhan’a 23 kilometre uzaklıktaki YELLİBEL Köyümüzde
yapılıyordu…
Kırım Tatar
Meclis Başkanı Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu da köyümüze gelecek, KIRIM’DAKİ
BAHÇE SARAY İLE CEYHAN KARDEŞ ŞEHİR İLAN EDİLECEK, tutanaklar da Ceyhan
Belediye Başkanı Sayın Hüseyin Sözlü ile Kırımoğlu arasında imzalanacaktı…
Bende
erkenden yola çıktım, TEM otoyolunun Ceyhan Nehri üzerindeki MISTIK USTA
dinlenme tesislerinde bir çorba içmek için durdum…
Aşağı indiğim
sırada otomobilimin yanımda turistleri taşıyan çok lüks bir otobüs durdu…
Şoförü inip
doğru benim yanıma geldi;
Elini omzuma
attı yakışıklı 30 una yakın bir delikanlıydı…
-Abdulkadir
ağabey, gel sana yemek ısmarlayayım diye koluma girdi…
Tesisin
lokantasına doğru ilerlerken Televizyonlarda program yapıyorum ya oradan
tanıyan bir insan olarak değerlendiriyordum…
Masaya
oturduk, yemekler geldi, çok lüks ve zengin bir masa oluşturuldu…
-Ağabey sen
beni tanımazsın ama ben seni tanıyorum, deyince bu kez iyice dikkat kesildim…
-Merak ettim,
nereden tanıyorsun?
-Ben çocukluk
arkadaşın hanımefendinin oğluyum, dedi…
Öyle
şaşırdım, öyle şoke oldum, bir süre konuşamadım, sonunda da üzüldüm…
Eğer ailem
benim o dönemdeki ilk aşkıma engel olmasaydı belki de bu delikanlı benim oğlum
olacaktı diye günlerce moralim bozuldu, canım sıkıldı…
…
İKİNCİ KEZ
SELAMLAŞTIK…
Altınkoza
Film Festivalinin başladığı günlerde sanatçıları taşıyan konvoyundaki
gazetecilerle birlikte şehir turu atıyorduk…
En önde Aytaç
Durak Başkan, arkada sanatçılar, caddeler sokaklar insan kaynıyor, çiçekler,
konfetiler yağıyordu sanatçılar…
Gazipaşa
Bulvarından geçerken birisi bana ısrarla bağırıyordu;
-Abdulkadiiiirrrr!!!
Sesin ne
yandan geldiğine baktım, İlk aşkım, kalabalığın önünde, bir çocuk arabası
içinde bir bebek, bana el sallıyordu…
Torunu
olmalıydı diye düşündüm…
Bende el
salladım…
Aynı şehirde
yaşamamıza rağmen bir türlü buluşamadık…
Sadece son
kez uzaktan selamlaştık…
“KIRIK BİR
AŞK HİKÂYESİ” olarak yaşadığım olaydı…
Hala içimdeki
çocukluk sayılacak dönemimdeki bu sevgiyi en sıcak şekilde koruyorum…
Keşke böyle
olmasaydı, keşke mutlu sonlansaydı…
Her aşk mutlu
sonla bitmiyor; benimki de maalesef öyle oldu…
Ailemin bu
şekilde sevdiğimden ayırması beni çok kırdı; hayata ve sevgililere bakışım çok
değişti…
Hala da
düzelmedi…
…
ASKERLİK
YOKLAMAM…
ORTAOKULDA
ASKERLİK
YOKLAMAM GELDİ…
Adana
Büyükşehir Belediyesinin önündeki Meryem Abdurrahim Gizer İlköğretim Okulun
yerinde Vehbi Necip Savaşan Ortaokulunu bitirmiştim…
Zengin ve üst
düzey bürokratların çocuklarının öğrenim gördüğü bir yerdi…
Kent
kültüründe yetişmiş arkadaşlarımla önemli bir eğitim görmeye başarmıştım…
Nüfus
kağıdımda1954 doğumlu olduğum için ortaokul ikinci sınıftayken askerlik
yoklamam gelmeye başladı…
Okul bitti
Adana Erkek Lisesine ablamla kaydımı yaptırmak için gittiğimizde, görevli memur
bir an durdu;
-Ben bu
öğrencinin kaydı yapamam, arkadaşımızın askerlik yoklaması yaptırdıktan, sonra
da kayıt etmem gerekir dedi…
Duvara
çarpmışçasına şoke olmuştuk…
Yahu çocuktum
daha nasıl olur askerlik yoklamam olabilir ki?
Adana Erkek
Lisesinin Müdürünün bulunduğu koridorda boynumuz bükük çaresiz şekilde
beklerken, bir akıllı veli durumu anlamış olmalı ki yanımıza yaklaştı;
-Şu odada
müdür yardımcısı Öztürk Yılmazok var, gidip ona söyleyin, kayıt ettirir, dedi…
Hemen onun
kapısını çalıp durumu anlattık;
-Bok,
yemesin, hemen kayıt etsin, dedi, sevinçten havalara uçtum…
Müdür
yardımcısının küfrü bile ilk defa böyle hoşuma gitmişti belki de…
Adana Erkek
Lisesinde okuduğum her yıl sınıf birincisi olarak çok başarılı dönem yaşadım…
O yıllarda
Türkiye deki liselerin tek bayan müdiresi olan Mihriban Göksel coğrafya
derslerimize geliyordu…
Bir gün,
sınıfımıza girdiğinde sıramın üstünde 25x30 A-4 kâğıtlara karakalemle rastgele
5-6-7 çiçek figürü çizmiştim;
Hoca
resimlerimi görünce, hayretten gözleri açıldı;
-Sen mi
çizdin evladım, dedi…
-Evet, hocam,
ben çizdim…
-Çizgilerin
çok güzel, lütfen devam et, bu işi meslek edinmeni isterim, dilerim akıllı
çocuğum dedi…
Müdire
hanımın önerisi muhteşemdi ama maalesef hayat şartları bu hayalimi
gerçekleştirmeme olanak vermedi…
Daha sonra
gazeteci olarak yıllarca TRT ÇUKUROVA RADYOSUNDA haftada bir kez Cuma günleri
08; 15 teki “GAZETECİ GÖZÜYLE” programımda yaptığım her konuşmamdan sonra beni
evimden telefonla arar;
-Aferin
evladım, seninle gurur duyuyorum…
Çok güzel
şeyler söylüyorsun…
Senin hocan
olmaktan çok mutluyum, derdi…
Gerek
ortaokul, gerek lisede bir gün bile devamsızlığım yoktu…
Her dersimde
başarılıydım; kendimi edindiğim yeni bilgiler, hayat deneyimlerimle
şekillendirmeye çalışıyordum…
…
ADANA ERKEK
LİSESİ
ORKESTRASINI
KURDUK…
Vehbi Necip
Ortaokulunda okurken, Atatürk Parkındaki Halk Evinde açılan gitar kurslarına
kendiliğimden katıldım…
Gitarı kısa
sürede tamamen çözmüş, 100’e yakın popüler parçayı çalıp söyleyebiliyordum…
Adana Erkek
Lisesinde okuduğumuz o yıllarda aynı müzik hobisini paylaştığımız akıllı
arkadaşlarımızla kendiliğimizden bir araya geldik..
Adana Erkek
Lisesi Orkestrasını oluşturduk…
Ben solo
gitar ve solisttim, Türk Sanat Musikisi söylemesine karşı Sabri Uludağ da bazı
parçaları yeri geldiğinde söylüyordu, Ender Demirbüken Baterist, bu gün Diş
Hekimi olan Murat Aydın ise ritm gitarcımızdı…
Hafta sonları
okulda konserler vermeye başladık…
Orkestradaki
uyum biraz daha gelişince bu kez yakınlarımız düğün salonlarında birkaç parça
çalmak için görevler üstlendik…
Lise
bittikten sonra ben bir süre daha Orduevi, ya da Kervansaray, ya da Çukurova
Kulüplerinde solo gitarist ve solistlik yapmayı sürdürdüm…
O yıllarda
Cem Karaca’nın anfilerini, Edip Akbayram’ın Gibbson marka gitarını satın
almıştım…
Çok güçlü bir
sisteme sahiptim…
Yaklaşık 10
yıl süren müzik hayatımda, sözü ve müziği bana ait olan 73 beste yapmıştım…
Bu dörtlü
gurubumuzda önce Baterist arkadaşımız Ender hayatını kaybetti; sonra da yedek
solistimiz Sabri’yi yitirdik…
Dört kişilik
Adana Erkek Lisesi orkestrasından şimdilik iki kişi kaldık…
Eski
anılarımızı anlatarak samimi biçimde iletişimimizi sürdürüyoruz…
…
İZZET ÖZ
BESTEMİ ÇALARAK
NİLÜFER’E
VERDİ…
Sözü ve
müziği bana ait olan 73 beste yapıp, makaralı teybe eserlerimi okumayı
başardım…
Çocukluğumdan
başlamak üzere dost olduğum TRT radyoları hayatımda önemli yer ediniyordu…
O yıllarda
TRT RADYO-1 diye yayın yapan tek kanalda İZZET ÖZ haftada bir gün galiba Pazar
günleri müzik programı sunuyordu…
Bir ara
radyodan şu anonsu yaptı;
-Amatör
arkadaşlarımıza çağrıda bulunuyor, yaptığınız eserler varsa bize gönderin
değerlendirelim, diyordu…
Bende 73
bestemden sadece birini gitarımla makara banda okuyup, paketleyip belirttiği
TRT adresine gönderdim…
Bir iki ay
sonra şarkıcı nilüfer benim;
-BİR ŞARKIII,
BİR TÜRKÜ, YETERKİ BİR MÜZİK OLSUN adlı benim bestemi plaklarda söylemeye, TRT
Radyoları da yayınlamaya başladı…
Önce çok
şaşırdım hatta şoke oldum…
Ama şimdi
diyorum ki; keşke diğerlerini de İzzet Öz’e gönderseydim de onlarda hayat
bulsaydı…
Bazen de
dürüst davranmaması nedeniyle bu kişinin yaptığına üzülüyorum…
Dürüstlük en
kıymetli değerdir; eğer samimi olarak bana ulaşsa, iletişime geçse, tüm
bestelerimi kendine hiçbir ücret istemeden verebilirdim…
Dürüst
davranmadığı için ben uzak durdum…
Yaptığı
yanlışın peşine düşmedim…
…
MARKA OLMAK
İSTEDİM…
F KLAVYE
ADANA
ŞAMPİYONU
OLDUM…
Meryem ablam
Adana Merkez Tapu Sicil Muhafızlığında 657 devlet memuru olarak çalıştığı
yıllardı…
Bir gün
yanına-ziyarete gittiğimde, özel tek kişilik odada resmi işlemleri yapan
ablanın inanılmaz şekilde seri biçimde daktilo yazması dikkatimi çekmişti…
Masasın
üstündeki daktiloyu olağanüstü kullanmasını hayranlıkla dakikalarca ve sessizce
izledim…
-Abla nasıl
yazıyorsun bu daktiloyu?
-Tapu
işlemlerini, resmi belgelerini burada ben yazıyorum…
Daktilo
kursuna gittim, sende gidersen, sen de yazarsın dedi…
Kuruköprüde
Baran Daktilo kursuna yazıldım;
3,5 ay sonra
da F Klavyede 3 dakikada 1746 tuş vurarak Adana şampiyonu olarak belgemi aldım…
Bu gün
bilgisayarımda bile Türkçemize ey uygun olan F Klavyeyi asla bakmadan on parmak
olarak yazmayı sürdürüyorum…
Belki de
anılarımı hazırladığım bu güne kadar 201 kitap dosyamı yazmam, en küçüğünün
otuz binli(bazılarını 250 binli olan) bilgisayar karakterinden oluşmasını bu
klavyeyi kullanmama borçluyum…
Yaşadığım
sürece de bu klavyede duygu, düşünce, deneme, yorumlarım ve günlüklerimi aynı
şekilde yazmayı sürdüreceğim…
…
İLK KONSERE
DAVET
EDİLMİŞTİK…
Aynı günlerde
aynı abla bir gün sonra yapılacak olan Türk Sanat Musiki Derneğinin konser
davetiyesi ablama vermişti…
Koroyu
dayısının yönettiği, Türk Sanat Musikisi Derneğinin Adana Büyükşehir Belediye
Tiyatro Salonundaki konserine üçümüz birlikte gittik…
Balkonda
yüzlerce kişiyle birlikte alkışlayarak hayranlıkla izledik;
Benim için
sanki zaman durmuştu adeta büyülenmiştim;
O sahne
ışıklarının altındaki olağanüstü musiki, şarkı söyleyen kişilerin arasında
mutlaka olmak istedim…
Ve neden
olmayacaktım ki?
Çok
hırslanmıştım, kendimi mutlaka bu sahnede de ifade etmem, dünyaya insanlığa
kanıtlamam gerekiyordu…
Ablama konser
bitiminde şöyle dedim;
-Göreceksin
abla, gelecek sene verilecek konserde ben bu sahnede olacağım…
Aynı yıl
içinde Cemal Gürsel caddesinde Halk Eğitim Merkezinde açılan, müdürlüğünü
Mustafa Bozer’in yaptığı Türk Sanat Musikisi Korusuna kayıt oldum…
Zaten Türk
Sanat Musikisi şarkılarının çoğunu zaten ezbere biliyordum…
Orada
usullerin öğretilmesi, bilimsel olarak notayla okunması çok hoşuma gitmişti…
Bir yıl sonra
o sahnedeki koro elemanlarından biriydim…
Mustafa
Uğurateş ağabeyin yönettiği Kürdili Hicazkâr faslındaki konserin en başarılı
koro elamanıydım…
O
konserimizde Sermin Can ünlü olmuştu…
Ünlü ut
üstadı Arif Nihat Aka ise günün yıldızıydı…
…
FOTOĞRAFLA
TANIŞMAM…
BİTMEYEN
FOTOĞRAF AŞKIM
Zaman
sonsuzdan sonsuza hızla geçiyor, yaşım ilerliyor, kendimi daha nitelikli ve
toplumun önünde yürüyen bir kişi yapmak için çırpınıyordum…
Kapalı olan
köyden kent kültürünün ortasına düşen birisi olarak kendimi her alanda
geliştirmem ve emsallerimin önüne geçmem, kendimi marka haline getirmem
gerekiyordu…
Ortaokulun
ilk yıllarında JÜPİTEL marka üstten bakmalı makine alıp fotoğrafçılıkta da
kendimi geliştirmeye çalıştım…
Satın aldığım
makineme taktırdığım12 pozluk filmi, çekip doldurup bir saat sonra tabetmeleri
için kuru köprüdeki Fotoskop’a geri getirince görevli şaşırmıştı…
-Ağabey
makine bozuk mu?
-Yok, hayır
tamamını doldurdum…
-Olamaz 12
kareyi bir yılda dolduramıyor…
Sendeki bu
hız nedir şaşırdım diye tabetmişti…
Sonra bir
film daha, bir film derken yıl içinde sayısız fotoğraf çekip tabettirmiştim…
O yıllarda
ülkemizde sadece ülkemizde Yeni Fotoğraf Dergisi tek yayındı…
Doğumevi
yolundaki Foto Kozada dükkânında çektiğim fotoğrafları tabettiriyordum…
İşyeri sahibi
Esat Tangüler beni çok istekli ve yetenekli üstelik hırslı olduğumu keşfetmiş
olmalı ki;
-Abdulkadir
sen bu konularda heyecanlı ve kararlısın, İstanbul’dan gelen, sular semtinde
STÜDYO-75 dükkânı olan Mehmet Baltacı ya git, ondan çok şey öğrenirsin, dedi…
Hemen koşarak
oraya gittim;
Çünkü o
yıllarda sadece usta çırak ilişkisiyle fotoğraf öğrenilebiliyordu…
Adanalı
fotoğrafçılar 1x1 metrekarelik zindan gibi karanlık odalarda kör bir kırmızı
ampulün altında sadece kartpostal gibi siyah beyaz fotoğraf basıyorlardı…
Üstelik
kullandıkları film ve kart banyoları sınırlıydı…
Bilgileri de
yetersizdi, üstelik usta çırak ilişkisiyle meslek öğretiliyordu…
Kimseleri
karanlık odalarına asla sokmuyorlardı…
Stüdyo 75 in
sahibi olan Mehmet ağabey, beni samimi bulmuştu…
Fotoğraf
basmak için hazırlanıyordu…
-Gel birlikte
basalım, diye kocaman bir salonda sarı ışıkların gündüz gibi aydınlattığı
stüdyoda metrelik fotoğraflar tabediyordu…
Yıllarca
dikkatle, ilgiyle, hayranlıkla gözlemledim, çok şey öğrendim…
Öyle ki daha
sonraki yıllarda birlikte geliştirdiğim fotoğraf sanatımda artık yeni
başarılara imza atmam gerekiyordu…
30x40
fotoğraflarımızla Akbank, Yapı Kredi gibi bankalar YARATICI GÜCÜ TEŞVİK
amacıyla küçük para ödülleriyle yarışmalar yapıyordu…
Mehmet
Baltacı Ağabey ile birlikte girdiğimiz bu yarışmalarda ben ödül üstüne ödül
alıyordum…
Aynı
yarışmaya benimle giren, ustam Mehmet Baltacı ödül alamıyordu…
Bir gün bana
biraz da şaka yollu, ama gerçekten şöyle dedi;
-Abdulkadir
bundan sonra seninle aynı yarışmaya girmeyeceğim…
Sen ödül
alıyorsun ben alamıyorum…
Oysa
profesyonel fotoğraf ustası olan oydu…
Ben çırak
sayılırdım, ama öğrenmeye ve kendimi durmadan bilgiyle olgunlaştırıp durmadan
sınır tanımadan aşmaya çok istekliydim…
Çünkü diğer
insanlardan farklı olarak yaratıcı düşüncem ve özgür görüşe sahiptim…
Her alanda
sonsuz şekilde gelişmeye açıktım, buna devam ediyordum…
Belki de
diğer insanlarla aramızdaki en büyük fark buydu…
İnanılmaz
şekilde güzel adımlarla hayalini kurduğum hedeflerime doğru hızla ilerliyordum…
…
AFAD’IN
GERÇEK ÖYKÜSÜ…
Ortaya güzel
bir eser çıkınca herkes sahiplenir denir ya;
İşte AFAD’
konusu da tıpkı bu özdeyişle olduğu gibi herkesin sahiplendiği uluslar arası
bir değer olunca herkes sahiplendi…
Çokta
seviniyorum, ne kadar çok insan sahiplenirse kurum o kadar çok ve uzun yaşar…
“AFAD ADANA
FOTOĞRAF AMATÖRLERİ DERNEĞİ” nin gerçek öyküsünü de bu işi düşüncesinde
başlatan, hayata geçmesi için sürekli çalışan kişi olarak benden dinleyin;
Stüdyo -75’in
sahibi olan Mehmet Baltacı ağabeyle samimiyetimiz gittikçe daha da artıyordu…
Fotoğraf
makinesiz artık sokaklara çıkmıyordu…
Bana bir gün
unutamayacağım şu öğüdü verdi;
-ABDULKADİR GÜZEL FOTOĞRAF ÇEKMEK İSTİYORSAN, MAKİNEYLE NİKÂHLANACAKSIN…
Bu benim için
inanılmaz bir ölçü oldu; makinemi tuvalette bile yanımdan ayırmamaya devam
ediyordum…
1970’ li
yılların 2.yarısı ve Türkiye de sağ sol çatışmaları aralıksız devam ediyordu…
Fotoğraf
makinesiyle geziyordum ama biraz da çekiniyor ve de tedirgindim…
Şehir içi ve
dışında fotoğraf çekmek için gezerken polis, asker, zabıtayla karşılaştığımda
çekiniyordum…
Mehmet abiye
birden fazla ve sık sık şöyle diyordum;
-Değerli
Mehmet Baltacı ağabey, ben fotoğraf makinesiyle dolaşıyorum, nikâhımı da
yaptım, bunu yasal bir boyuta taşıyalım…
-Nasıl
diyordu? Ne yapalım ki diye o da bana soruyordu…
O yıllarda
Paris’te yaşayan Gökşin Sihahioğlu SİPA PRES diye bir ajans kurmuş, dünyaya
fotoğraf servisi yapıyordu…
Onun gibi bir
ajans, ya da Kulüp, ya dernek oluşturalım…
Mehmet Ağabey
ağırdan alıyor, ama adı kentte gittikçe yaygınlaşıyordu…
Fotoğrafın
sanat olduğunu o yıllarda bilen akıllı insanlar yavaş yavaş onur çevresinde
halka oluşturmaya başlamıştı…
Grafikçi
Alinur Uğurpakkan, Çukurova Gazeteciler Cemiyetinin o yıllardaki başkanı
Erdoğan Varol, Diş Hekimi ve Derneğimizin ilk başkanı Sina Coşkun, Günaydın
Gazetesinin temsilcisi Kurtar Çakın, Baltacı ağabeyimin stüdyosunun üstündeki
Tahir İlba Apartmanında oturan Çukobirlik Genel Müdür Yardımcısı Mete
Karabulut, yine iş adamı Özcan Atamer…
1970 yılına
gelindiğinde Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Stüdyo-75 işbirliğinde “FOTOĞRAF
YARIŞMASI” düzenledi…
Yarışmaya
katılanlardan biride bendim, mansiyon almıştım…
Diş Hekimi.
Sina Coşkun, o yıllarda öğrenci olan Sefa Ulukan, Dr. Adnan Güner de vardı…
Yarışma
sonunda bir kokteyl gibi toplantı düzenlendi, hepimiz birbirimizle daha
yakından tanıştık…
Erdoğan
Varol’un bürokratik bilgisi sayesinde AFAD,”ADANA FOTOĞRAF AMATÖRLERİ DERNEĞİ”
yasal olarak kuruldu…
Derneğin
adresi de Stüdyo -75’in binasıydı…
Yönetim
kurulu da yukarıdaki isimlerden oluşuyordu…
Yasal olarak
yapılması gereken toplantıları haftanın belli günlerinde Diş Hekimi olan Sina
Coşkun ağabeyin Sun Sineması karşısındaki muayenehanesinde yapıyorduk…
Samimiyet
öyle güçlü, öyle güzeldi ki; aramıza yeni üye olarak katılacakları öncelikle
birlikte birkaç ay gezilerimize götürüyor, uyumunu yakından gözlemliyorduk…
Üye sayısını
kurucular olarak sürekli daima sınırlı tuttuk; başvuranların çoğunu
geçiştirdik…
Ama dernek
kurulmadan önce bizim yukarıda saydığım bazı kişilerle sürekli Çukurova da
çeşitli yerlere foto safariler düzenliyorduk…
Mehmet
Baltacı Ağabeyin stüdyosundaki Fotoğraf Dergilerini sular seller gibi
inceliyordum…
Her dergiye
en az 40-50 defa belki daha da fazla tekrardan bakıp kendimi eğittim…
İlk Başkan da
Diş Hekimi Sina Coşkun ağabey olmuştu…
Her
toplantıda, benim neden kurucular kurulunda ilk sırada yer aldığımı sık sık
soruluyor…
Dernek
düşüncesini ben oluşturdum, bu kafadan çıktı ama alfabetik sıraya göre, yönetim
kurulu üyeleri arasında benim ismim yer aldığı için bu şekilde ilk kurucu
oldum…
Yıllarca
kongrelerde kâtip görevi üstlendim… Tutanakları, resmi yazışmaları falan hep
ben yaptım…
O yıllarda
mumlu kâğıda şeritsiz daktiloyla bültenler, fotoğraf teknikleriyle ilgili
bilgi, banyo formülleri, kart baskısı gibi konuları teksirle çoğaltarak üyelere
ulaştırıyordum…
20 den fazla
bülten yayınlamayı başarmıştım…
Hürriyet
Gazetesine başladığımda dernekle mesleğimi uzun yıllar birlikte sürdürdüm…
Mesleğim
günümün hemen 15 bazen daha fazla saatini aldığı için biraz uzaklaştım ama
uzaktan daima yüreğim derneğimizleydi…
AFAD, bu gün
Adana’dan dünyaya açılan bir kurum oldu…
Sergileri,
üyelerinin aldığı ödüller, yapılan etkinlikleriyle her zaman onur duydum…
Pek çok
üyelik teklifi almama karşın; iki kurumun dışında hiçbir yere üye olmadım;
1-AFAD(adana
fotoğraf Amatörleri Derneği)
2-Çukurova
Gazeteciler Cemiyeti…
Dernek fikri
tamamen benim düşüncemdi; orada öğrendiğim fotoğraf sanatıyla ilgili olarak
kişisel 7 sergi açtım… Ayrıca karma sayısız sergilerde yer almayı başardım…
…
BU GÜN HAK
ETMEDEN AFAD’ TAN NEMALANANLAR…
Adana
Fotoğraf Amatörleri Derneği AFAD yerelden uluslar arasına uzanan en güzel bir
başarının net öyküsüdür…
Hangi
zorluklardan geçtiğini anlatmayacağım-anlatamayacağım;
Sadece A’ dan
Z’ ye bu süreçleri yaşayan olaylara tanık olarak sadece birkaç şeyin altını
kalın şekilde çizmek istiyorum o kadar…
1970’ li
yıllarda Adana da fotoğrafçılık usta-çırak ilişkisiyle bir iki metrekarelik
karanlık oda 4-5-6-7 yılda öğrenilen, gizemli bir sırdı…
Sokaktaki
vatandaşın fotoğrafı öğrenmesi, makineyi öğretecek birinin bulunması, kart ve
filmlerin duyarlılık derecesine göre çekimler yapması, karta basması mümkün
değil; sadece kocaman bir hayaldi…
Mehmet
Baltacı’ nın İstanbul da bu işi öğrenip Adana daki Sular Semtinde Stüdyo-75 i
açmasıyla fotoğraf konusundaki her şey abartısız olarak söylüyorum sıfırdan
başladı…
Baltacı
ağabeyle Adana da ilk tanışan, ölünceye kadar da yanından ayrılmadım…
AFAD(Adana
Fotoğraf Amatörleri Derneği) düşüncesini tanıştığımız ilk günden itibaren onun
dikkatine almasını sağlayan, fotoğraf sevenlerin dernekleşmesini adım adım
sağlayan biriyim…
Özellikle ilk
yıllarda, fotoğraf bilgisinin öğrenilmesi, meraklılara ulaşabilmesi için onun
stüdyosuna gelenlere o günkü bilgilerimi sonuna kadar anlatma ve paylaşma
misyonumu aralıksız sürdürdüm…
Adana’daki
dükkânlarda SIR gibi gizlenen fotoğraf konusunun herkes tarafından öğrenilmesi,
karanlık odaların kapılarının sonuna kadar açılmasını hedeflemiştim…
Kendime şöyle
söz vermiştim;
-Fotoğrafı
herkes öğrenmeli ve yapmalıdır, yapacaktır…
O yıllarda
Baltacı Ağabeyin işyerindeki dergiler olan YENİ FOTOĞRAF ve diğer bir fotoğraf
Dergileri, artı yabancı mecmualardan edindiğim bilgileri mumlu kâğıda daktiloda
şeritsiz olarak mumlu kâğıtlara yazıyordum…
(çünkü o
günkü teknik oydu) teksir makinesinde çoğaltıyor, bülten haline getiriyor;
gelen meraklı insanlara ve özellikle de gençlere hem sözlü olarak söylüyor, ya
da broşürleri veriyordum…
Hiçbir
karşılık beklemeden, edindiğim en küçük bir bilgi bile stüdyo-75 e gelenlere
aktarıyordum;
Stüdyonun
sahibi olan Mehmet Baltacı da yanına gelenlere meraklılara bıkıp usanmadan
dakikalarda makinenin teknik, filmlerin duyarlılık özelliklerini, baskıyı,
kartların türlerine göre değerlerini cömertçe anlatıyordu…
Diğer ufak
tefek deneyimler edinen bazı kişiler de elde ettikleri en son bilgileri, gelen
isteyen meraklı herkesle cömertçe paylaşıyordu…
-Makinenin şu
özelliğini kullanınca şöyle oluyor…
-Filmleri ASA
ve DİN ayarı şu demek…
-Banyo
yaparken süreler çok önemli, şu kadar tutarsanız, şu tıramlar oluşuyor, şöyle
olursa bunlar gerçekleşiyor, vs…
-İpek Kart ve
soft kartların şu özelliklerini bu gün keşfettim…
-Diyafram
açıklığı şöyle olursa şu derinlik elde edilebiliyor, gibi fotoğraf her gün
üyelerce sıfırdan keşfediliyordu…
O yıllarda
Tarsus Amerikan Kolejinden mezun olup Ç.Ü. Tıp Fakültesi öğrencisi olan Sefa
Ulukan fotoğraf konusunda bazı şeyleri okulunda öğrenmişti, biliyordu…
Ama dünyanın
cimri, en bilgisini kimseyle paylaşmayan en bencil bir kişiydi…
Sular
Semtindeki Stüdyo -75 sessizce geliyor, hiç kimseyle, hiçbir şey konuşuyor;
Yıkattığı ve
kuruyan filmlerini, ışıklı masada kontrol etmeye çalışırken, birisi yanına
yaklaştığında sert ve aşağılayıcı biçimde bakıyor;
Beden diliyle
sözsüz olarak bir tür azarlıyor kendinden hemen uzaklaşmasını istiyordu,
herkesten uzak duruyordu…
İşi bitince
de sessizce geldiği gibi bilgilerini kendine saklayıp çekip gidiyordu…
Yani orada
fotoğraf öğrenmeye gelen meraklılara hiçbir şeyini göstermiyor, tek bir sözcük
bilgisini bile paylaşmıyordu…
Tam bir
kapalı kutu olarak, soranlara da yüksekten bakıyor konuşmadan sessizce
uzaklaşıyordu…
O yıllarda
olduğu gibi bu günde eski AFAD üyeleri arasında bu bencil davranışı yüzünden
uzak durulan, farklı bir kişiliktir…
AFAD ilk
kuruluş yıllarında, herkesin birbirini geliştirip, yeni şeyler öğrenmek için
çırpındığı, yanıp tutuştuğu dönemde;
Hem de bir
başkanlık yaptığı sıralarda dernekte ve oradaki üyelere fotoğrafçılık bir tek
harf katkısının olmamıştır…
Ama AFAD’ ın
1970’li yıllarda oluşturduğu alt yapısı sayesinde bu gün uluslar arası fotoğraf
sanatında söz sahibi olarak dünyayı dolaşıp nemalanmayı sürdürüyor…
Sonuç olarak;
Dün olduğu
gibi bu gün de AFAD bilgilerini birbirleriyle cömertçe ve sınırsızca
paylaşanların, maddi ve manevi her alanda gönül birliği yapanların omuzlarında
bu uzun bir yürüyüşü gerçekleştirmiştir; ülkemizde başka örneği bulunmayan
kurumdur…
Bu güne kadar
AFAD’ tan emek vermeyen çok insan bedavadan nemalandı, inanılmaz paralar
kazandı, başkanlık yaptılar, hala da bu güzel kurumdan yararlananların sayısı
arttı ve bundan sonra da artacaktır…
Bir özdeyiş
şöyle der;” EV YAPAN BALTA DIŞARIDA KALIR” bu durumu somut olarak anlatıyor…
Emeği
geçenlere, gönül verenlere teşekkür ediyorum; bu konuda herkese başarılar
diliyorum…
Bazı bencil
kişilerin engellemesine karşın AFAD Adana da yerelden uluslararası bir markaya
dönüşen kurumun kurucu ve bir numaralı üyesi olmaktan her zaman gurur duydum,
hala da aynı duyguları taşıyorum…
…
GAZETECİ
OLUYORUM…
HÜRRİYET
GAZETESİNDE
HAYALİM
GERÇEKLEŞTİ…
Hem on parmak
daktiloda Adana şampiyonu oldum, hem de fotoğraf sanatındaki yarışmalarımla
aldığım ödüller sayesinde kendimi epeyce nitelikli hale getirmeyi başarmıştım…
Halkın
ifadesiyle artık altın bilezik sahibi olmaya doğru ilerliyordum…
Ama
ulaştıklarımla yetinmeden arayışlarım aralıksız sürüyordu…
Öyle bir
işim-mesleğim olsun ki;
Kimse bana
karışmasın, özgürce her yere girip çıkabileyim…
Polisler, ya
da askerler gibi bir mesleğim olsun…
Herkesle her
yerde konuşmalıyım, hiçbir şey bana yasak olmasın…
İstediğim
anda ve zamanda hatta yerde tüm kapılar sonuna kadar açılsın…
Aklımda da
her zaman ilk tercihim gazetecilik vardı;
O yıllarda
emperyalistlerin senaryoları nedeniyle ülkemde sağ-sol çatışmaları aralıksız
sürüyordu…
Günde 30-40
insanımız silahlarla vurularak öldürülüyordu…
Cumhuriyet
Gazetesini okuyanları sağcılar, Tercüman Gazetesini okuyanları da solcular
dövüp öldürüyordu…
Hürriyet
Gazetesi en tarafsız, herkesin rahatlıkla alıp sokakta bile okuyabileceği bir
yayındı…
Bende
gazeteci olmak istiyordum ama bir türlü çıkış yolu bulup hedefime
ulaşamıyordum…
Gazeteci
olmak için acaba hangi bakanın, milletvekilinin, başbakanın, hatta
cumhurbaşkanının yakını ya da torpili gereklidir diye düşünüyordum...
Bir gün
Hürriyet Gazetesinin Adana sayfasında;
-YETİŞTİRİLMEK ÜZERE MUHABİR ADAYLARI ALINACAKTIR… FOTOĞRAF VE DAKTİLO BİLMESİ
TERCİH SEBEBİDİR, diyordu…
Adana daktilo
şampiyonu, fotoğrafta üç dört ödülü olan kişiydim…
Hemen zaten
her zaman önünden geçtiğim;
İnönü
Parkının yanındaki altı matbaa, üstü haber merkezi olan eski ve tarihi Hürriyet
Gazetesinin binasına koşarak gittim…
2.Katın
girişinde genç sarısın adam, sırtını kapının kenarına dayamıştı…
Beni
sorgulayan bir ifadeyle yüzüme baktı…
Ayaküstü
sohbet etmeye yani bir tür görüşmeye başladık…
-Gazetedeki
ilanınız için geldim, gazeteci olmak istiyorum dedim…
-Daktilo
biliyor musun?
-Evet, Adana
Daktilo şampiyonuyum, dedim…
-Peki,
fotoğraf çekmeyi biliyor musun?
-Akbank ve
Yapı Kredi Fotoğraf Yarışmalarından 4 ödülüm var, dedim…
Kapıda duran
kişi, içerideki masalardan birini eliyle gösterdi;
-Hemen gir
içeri istediğin masaya otur ve işe başla, dedi…
Gözlerime
inanamıyordum, yaşadığım AN hayallerimin gerçekleştiği tam bir mucizeydi…
Bir süre maaş
pazarlığı yaptım…
O yıllarda
Bayındırlık Müdürlüğünde çalışan arkadaşım 4 bin lira alırken ben 7 bin 500
liraya anlaştım…
Ayaküstü
konuştuğum kişi İstanbul’dan gelen şefim Cevat Eren olduğunu sonra anladım…
Adana
Bürosundaki bazı olumsuzlukları tasfiye edip, yeni ekip kurarak İstanbul’a geri
dönecekmiş…
Kısa zamanda
çektiğim fotoğraflar, yazdığım haberlerle;
Bölgenin en
çok haberi giren, en başarılı bir tür flaş gazeteciydim…
İnanılmaz
başarılara imza attım, ilk haberimde Türk Kadınlar Birliği Başkanı Süheyla
Gökbuket’ in 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Atatürk Anıtındaki
açıklamasıydı…
Sürmanteş
olarak yayınlanmıştı gazetenin ilk sayfasında…
“TÜRKİYE DE
10 MİLYON KADIN HER GÜN KOCASINDAN DAYAK YİYOR” demişti…
Gazete
baskıya girdiği anda şefim Cevat eren ağabey koşarak geldi, haberimi çok güzel
şekilde değerlendirildiğini söyledi…
Beni kutladı,
imzamın kullanıldığını söyledi…
Haftada iki,
üç manşet haberlerim yer alıyordu…
Çok
yoruluyordum ama çok mutluydum, sevinçliydim, havalarda uçuyordum…
…
HÜRRİYET’İN
İSTANBUL DAKİ 20 GÜNLÜK
EĞİTİM
SEMİNERİNE TERCİH EDİLİP KATILDIM…
Türkiye’deki
yaygın medyanın AMİRAL GEMİSİ olarak nitelenen Hürriyet Gazetesinin bünyesinde
kurduğu;
Hürriyet
Haber Ajansının 1980’li yıllarda Türkiye de 11 bürosu ve 1300 civarında
muhabiri bulunuyordu…
Her bürodan
başarılı olan, gazeteye manşet haberleri çıkan muhabirleri;
Haftalık
toplantılarla bu gün anılarımı yazdığım yıllara göre başarılı haberlere 1000,
500 TL gibi parayla ödüllendiriyorlardı…
Bende haftada
en az bir, bazen iki ödül birden alıyordum…
Bu şekilde
başarılı olan muhabirleri daha da çok teşvik etmek için;
İstanbul’a 20
günlük eğitim kampına çağırdılar…
İzmir, Adana,
Bursa, Trabzon, Diyarbakır, Kayseri, Erzurum, Antalya tabi ki İstanbul’dan da
katılımlar olmuştu…
Adana
bürosundan da en çok haberi yayınlanan;
Birinci
sayfada yayınlanan, bazen sürmanşet bazen de manşet olan muhabir olarak ben
seçilmiştim…
Diğer on bir
bürodan seçilerek gönderilen muhabir arkadaşlarımızla;
İstanbul da
buluştuk, Aksaray da Ebru isimli bir otelde yerlerimiz ayrılmıştı;
Yakınındaki
bir lokantaya da tanıtılmıştık…
15 gün
boyunca muhteşem biçimde ağırlandık…
Eğitim
süremizde gazetenin üst düzey yöneticileri;
Sabahtan
öğlene, öğleden akşama kadar yoğunlaştırılmış bir eğitim vermişlerdi…
O yıllarda
Hürriyet Haber Ajansı Genel Müdürü olan Oktay Ekşi başta olmak üzere;
Türkiye’nin
en önemli Fotoğraf Sanatçıları Sabit Kalfagil, Mehmet Bayhan, Yaşar
Atarkazanır;
Yıllardır
İstanbul Hürriyette görev yapan sayfa sekreteri Acar Şölen başta olmak üzere
muhteşem kurslar verdiler…
15 günlük
eğitimi başarıyla tamamlayınca;
İstanbul’un
en ünlü(o yıllarda yıldız yoktu) lüks otelinde bir akşam yemeğinde;
Genel
müdürümüz, gazetenin köşe yazarları, haber merkezindeki üst düzey yöneticileri
törenle belgelerimizi vermişlerdi…
Bu eğitim
üzerine, her birimizin kendimize olan güvenimiz daha da çok artmıştı;
İstanbul’dan
döndükten sonra, daha çok çalışıp, daha çarpıcı haberler bulup görevime
başarılı biçimde devam ettim…
Ta ki
İstanbul’dan gelip, Adana daki eski çalışanları tasfiye ederek;
Yeni bir
kadro kurarak beni yetiştiren, şefim Cevat Eren’in kente geri dönmesine kadar
olan sürede çok önemli haberlere birlikte imza attık…
ASKERLİĞİ
AŞKLA SEVDİM…
ASKERLİĞİMDEN
ANIM-1…
Hürriyet
Gazetesinde yıllarca çalıştığım dönemde askerliğime karar aldırmıştım…
Üniversite
mezunu olmama rağmen o yıllarda yığılma olduğu için kısa dönem 3, 5 aylık er
statüsünde askerlik yapacaktım…
1 Temmuz 1981
yılında 59.Top. Er. Eğt. Tuğ. Hafif Tabur 3.Bataryada askerliğe başladım…
Komutanımız
üsteğmen Kemalettin Özcan’dı…
Tavır,
davranışları, duruşu, askere hitap etmesiyle muhteşem bir komutandı, Atatürk’ü
anımsatıyordu…
Bu gün bile
hala karşısında hazır ola geçebileceğim komutanımdı…
Daha sonraki
yıllarda Kıdemli Albay olarak emekli olduğunu öğrenmiştim…
Hem fotoğraf,
hem on parmak daktilo kullanma konusunda tam bir uzmandı…
Askerliğimin
ilk günlerde eğitim alanına gidip gelirken, bölük yazıcısı olan Selçuk Akçay
onbaşıya şöyle diyordum;
-Selçuk
onbaşım, ben on parmak daktilo biliyorum…
Yardımıma
ihtiyaç duyarsan çağırman yeterli…
O da
gülümsüyor ama fazla da önemsemiyordu…
Ama ben
ısrarla hemen her gün sürekli tekrarlıyordum…
Selçuk Akçay
Onbaşı bir gün akşama doğru eğitim alanın ortasında şöyle bir duyuru yaptı;
-Daktilo
bilenler ayağa kalksın…
10 kişi ayağa
kalktık, çok sevindim, tek sıra halinde S-1yazıhanesine uygun adımlarla
yürüdük…
Masaya
daktiloyu koydu, öndeki ilk kişiye;
-Hadi, göster
maharetini nasıl yazıyorsun?
Tık,
tttııııkkk.
-Geç sen,
dedi…
Sıradakilerin
hepsi de aynı şekilde başarısızdı…
En sonda ben
daktilonun başına geçtim…
Usta bir
piyanist gibi on parmakla yazmaya başlayınca, Selçuk Akçay Onbaşı şoke oldu,
çevresindekilere bağırıyordu;
-Ahmet,
Mehmet, gelin lan burada bir şeyler oluyor, dedi…
Ötekilere
sert bir şekilde yerlerine gitmesini söyledi…
İstanbul
Deniz bankta çalışan Mehmet İsimli arkadaşımla, 3,5 ayın rahat 3 ayında 333
kişinin terhis teskeresini yazarak geçirdik…
Eğitim
süremiz boyunca tüfek ve teçhizat taşımadım…
Bu arada;
O yıl 3,5
aylık askerlik süremizde hem Ramazan, hem de Kurban bayramı kutlanmıştı...
Adanalı 8-9
kişilik gurupla Pazar günleri ya da eğitim arasında her fırsatta devamlı
görüşüyorduk…
Bazı
arkadaşlarımız askerliğimiz kısa olduğu için, teslim olduğumuz andan itibaren,
dönüş için otobüs kiralayacak liste yapmaya başladılar…
Hiç birine
katılmadım, arkadaşlarım bana çok kızıyordu…
23 Ekim 1981
de terhis olduk…
Silahlarımızı
teslim edip, sivilleri giyince Tugayın kapısından Mehmet kardeşimle önce ikimiz
çıktık…
Dolmuşa binip
hızla otogara geldik;
-Adana ya
bilet var mı? Diye sorduk…
-Var,
otobüsümüz Adana’dan İstanbul’a devam ediyor dediler…
Birlikte
bilet alıp bindik, otobüs hareket etti, 10 saatlik yolculuktan sonra Adana ya
geldim…
Mehmet ise
İstanbul’a devam etmişti…
İlk günden
itibaren otobüs tutmak için liste hazırlayanlar, para toplayanlar ise perişan
olmuş, 10-15 gün sonra kötü bir otobüsle kente dönmüşlerdi…
Bana bir sürü
sitem ettiler, oysa benim kararım doğruydu;
Her zaman
derin düşünerek, en yararlı olanı, en üstünü bulup uygulamaktan başarıya
ulaşmaktan mutluydum…
…
ASKERLİK
ANIM-2…
Hürriyet
Gazetesinde çalışmaya başladıktan yıllar sonra askerliğimi yaptım…
1 Temmuz 1981
de başlayan askerliğimden 23 Ekim 1981 de terhis oldum…
Askerliğimin
her anı benim için en büyük mutluluktu…
3,5 ayın
nasıl geçtiğinin farkına bile varmamıştım…
Adana ya
döndükten sonra;
Her zaman
gece rüyamda, gündüz hayalimde sürekli eğitim alanımızı, tugayın bölümlerini,
hafta sonu tatillerinde çay içtiğim, çarşını gezdiğim Erzincan’ı görüyordum…
İçimdeki bu
hasret öyle büyüdü, öyle beni yönlendirdi ki; artık gerçekten de
dayanamıyordum…
Mutlaka
Erzincan’a gidip görmem, askerlik yaptığım yerleri gezmem gerekiyordu…
Düşüncemi
gerçekleştirirsem bir şekilde bu hayalimden kurtulup rahatlayacaktım…
2010
tarihinde genelkurmay başkanlığına ümitsiz şekilde bir mektup yazdım…
Askerliğe
başlama ve bitiş tarihlerimi, vatandaşlık numaralarımı, telefonumu da ekledim…
Ziyaret etmem
için izin istedim…
Mektup
yazdığımı unuttuğum bir zaman sonra cep telefonum çaldı…
Santralden
aradığı belli olan bir asker;
-Abdulkadir
Bey Levent Albayım sizinle görüşecek dedi…
Hemen
bağladı, Levent albay mektubum için teşekkür etti; çok duygulandığını söyledi…
-On dakika
içinde sizi Erzincan‘dan arayacaklar…
Tarihi ve
zamanınızı belirleyip gidip ziyaret edebilirsiniz, deyince çok mutlu oldum…
Yine benden
yıllarca sonra Erzincan da askerliğini yapan bir arkadaşım vardı…
Tarih ve saat
belirleyip onunla birlikte yola çıktık…
Aladağ
üzerinden önce Kayseri, sonra Sivas’tan hasretini çektiğim Can Erzincan’a
ulaştık…
Askerlerimizin
düzenli ve görev yerine getirme sorumluluğuyla bizi saygıyla ve sevgiyle
karşıladılar…
Büyük ilgi
gösterdiler, önce tugay komutanın yardımcısı olan kıdemli albayın makamına
götürdüler…
Bize çay
ikram etti, sohbetlerimiz başladı, bir süre sonra biraz gülümseyerek;
-Ta Adana’dan
bunun için mi geldiniz? Dedi…
-Evet,
komutanım, ama buraları o kadar çok özlemiştim ki, gece gündüz hayalimdeydi…
-Ne iş
yapıyorsunuz?
-Ben gazeteci
ve televizyon programcısıyım, deyince albay biraz önceki ses tonuyla
konuşmasından galiba pişman oldu…
Hemen
arkasına yaslanarak daha ciddi ve saygın, dikkatli cümlelerle, farklı
davranmaya çalıştı, sohbetlerimiz devam etti…
-Gelin
arkadaşlar ben de sizinle birlikte tugayı denetleyeyim diye makam aracıyla,
eğitim yaptığımız yerleri, yatakhanemizi her yeri baştan sona kadar gezdirdi…
Gittiğimiz
her yerdeki yüzbaşı, binbaşı, yarbay gibi komutanlara bizi tanıttı…
Askerlik
yaptığım dönemden sadece yüzlerce yıllık olan tarihini hamam, bir de 5 katlı
yatak hanemiz kalmıştı…
Diğer tüm
yapıların tamamı modernleşmiş ve yenilenerek değiştirilmişti…
Ufak bir
hayal kırıklığı yaşamama karşın askerlik yaptığım yeri tekrar görmenin,
hayalimde yaşattığım bu güzel yuvayı ziyaret etmekten büyük onur duydum…
Hayatımda
verdiğim en güzel, en doğru yerinde karardı…
Bu gün bile
CAN ERZİNCAN hala gözlerimde tüter; her an yüreğimde o güzel ilimizin
sıcaklığını hissederim…
O güzel
ilimizle ilgili bir televizyon haberi izlediğimde mutlu olurum…
59.Top. Er.
Eğt. Tuğ. Hafif Tabur 3.Bataryada ölünceye kadar hayalimde ve hafızamda en
güzel yeri almayı sürdürecek…
…
MİLLİ
GÜVENLİK KONSEYİ SUÇLU GİBİYDİ…
12 EYLÜL
GÜNLERİ…
1980
darbesinde ben Hürriyet Gazetesinde gece gündüz çalışmaya devam ediyordum…
Şefim Cevat
Eren beni Afşin Elbistan Termik Santralinde Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin
ziyaret edeciği için beni oraya gönderdi…
Kahramanmaraş
muhabirimiz Şeref Turhan ile birlikte oraya gitmiştik…
İlk defa o
muhteşem bacaları görünce çok sevinmiştim…
Güzel
ülkemizde bu türlü büyük sistemlerin olması devletimizin gücünü göstermesi
bakımından onur vericiydi…
Beklenen an
geldi, protokoldeki Başta Kenan Evren, diğer konsey üyeleriyle birlikte
otomobilleriyle santrale geldiler…
Ben de
onlarla birlikte tüm güzergâhı gezdim, fotoğraflar çektim, haberler hazırladım…
İlk olarak
gözlemim şuydu;
Türkiye’ yi
yöneten zirvedekiler Termik Santralde inceleme yapıyorlar, halk yok, insanlar
yok, bir avuç asker geziyordu…
Biraz da
hayal kırıklığı yaşadım; çünkü bir politikacı, yani bir liderin olduğu yerde
iğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalık olurdu…
Oysa şimdi
sanki bir cenaze töreni gibi her şey sessiz ve sakindi…
O yıllarda
politikacılarla halkın sevgisi ilgisiyle, askerle insanlarımız ilişkilerini
düşünmüştüm…
Demek ki,
halk bu konuda böyle davranıyor…
Öte yandan;
Yine Milli
Güvenlik Konseyi Üyeleri Adana’ya gelmişti…
Eski
vilayette Vali Hayri Kozakçıoğlunu ziyaret ediyordu…
Biz
gazeteciler de konsey üyelerini yakından izlemeye çalışıyorduk…
Ortalıkta
sessizlik ve buz gibi bir atmosfer vardı…
Bir ara ben
vali beyin koltuğunda oturan Kenan Evren’in fotoğrafını daha yakından
çekebilmem için tam önüne kadar yaklaşmıştım…
Arkamdaki
güçlü bir güvenlik görevlisi, beni iki omzumdan tutup, 20 metre geriye
koyuvermişti…
Hem ben, hem
vali Hayri Kozakçıoğlu, hem de konsey üyelerinin bir kısmı, gazeteciler de ne
olduğunu tam anlamadan gülmüştük…
O günlerde
gülmek yasak değildi ama kimse de gülmüyordu…
Daha sonraki
yıllarda olayın ciddiyetini anladım; halkla konsey üyelerinin birbirlerine
yakınlaşması istenmiyordu…
…
AMİRAL
GEMİSİ…
HÜRRİYET
MATBAASININ
AÇILIŞINDAKİ
HIZLI BAŞARISI…
Hürriyet dün
olduğu gibi bu günde sektörün hala “AMİRAL GEMİSİ” dir…
Gazetenin
Adana daki yeri o yıllarda E-5 Kara yolunun (şimdi D-400 oldu) kenarında, İnönü
Parkının kuzeyinde(yeri bu gün otopark) kenarında iki katlı eski binadaydı…
Üst kat haber
merkezi, muhasebe, sayfa sekreterliği, alt katı da matbaaydı…
Bu günkü de
çağın en son teknolojisini kullanmasıyla örnek olan modern tesisleri de Ceyhan
yolu 5. Kilometrede çağın en son teknolojilerine göre inşa edilmişti…
Uydudan sayfa
nakledilmesi, MARİNONİ isimli en modern baskı makinelerinin kurulması;
Saatte 200
bin baskı yapan muhteşem bir sistem oluşturulmuştu ve kent tarihinde bir ilkti;
modern matbaacılığın ulaştığı bir kilometre taşıydı…
Sonunda
taşınma işlemleri başladı;
Gazetenin
sahibi Sayın Erol Simavi başta olmak üzere, üst düzey yöneticileri, tüm köşe
yazarları ve yine halkın en çok okuduğu Hasan Pulur başta olmak üzer diğerleri,
kent protokolü tarihi bir gün ve görkemli açılış için heyecanlı bir araya
gelmişti…
Matbaa
bahçesindeki çimenler ve rengârenk açan gülerlerin arasına kokteyl masaları
kurulmuştu…
Gelen bütün
konukların gözünü kamaştırıyordu…
Heyecanla bir
araya gelen insanlar son derece şık giyimli, saygılı ve kibardı…
Yerel
yöneticiler de Adana’mıza modern bir tesisin kazandırılmasından büyük mutluluk
duyuyorlar, Erol Simavi ve ailesini kutlamak için sıraya giriyorlardı…
Her konuşmacı
bunu defalarca altını çizerek söyledi…
Tören
başladığı andan itibaren hemen fotoğraflar çekmeye ve metinler yazılmaya
başlandı…
35-40
dakikalık sürede, hem dünya ve Adana haberlerinin yer aldığı, açılışa katılan
misafirleri anlatan 10 sayfalık modern bir HÜRRİYET gazetesi basılıp konuklara
dağıtıldı…
Adana da
böyle hızlı bir sistem o güne kadar kurulmamıştı, sonra da kurulamayacak olan,
en büyük bir mucizeydi…
Ben zaten
tören başladığı andan itibaren katılanların önce toplu, sonra da her birinin
fotoğrafını sürekli çekiyor, hızlı biçimde hareket ediyordum…
Yukarı katta
filmleri yıkıyor, karta basıp işleme geçmesini sağlıyordum…
Esprili
yazılarıyla Türkiye’nin en çok okunan köşe yazarı olan Hasan Pulur kulağıma
eğildi esprili biçimde;
-Evladım,
bana bak sen fazla film harcama… Hürriyet’i iflas ettirirsin, demişti…
O yılların
efsane emniyet müdürlerinden Salih Dost’ ise;
-Abdulkadir
ne bu hız, bu ne çaba, seni kutluyorum? İşini istenenden de güzel ve üstün
şekilde yapıyorsun Erol Simavi Beye şimdi söyleyeyim de sana iki maaş ödül
versin, demişti…
Tabi bunların
hepsi esriydi; ama o günkü Hürriyet ekibi ve teknik yönetimi hem patrondan, hem
de en üst düzeydeki protokolden tam not alarak üstün bir başarıya imza atmıştı…
Çünkü bu
kadar kısa sürede açılış törenini toparlayıp, yazılar, fotoğraflarla bir gazete
haline getirerek, misafirlere 10 sayfalık gazetenin dağıtılması bu gün bile
ulaşılması çok zor başarıdır diye düşünüyorum…
Adana
muhteşem bir tesis, modern bir matbaa kazanmıştı…
Burada
basılan gazeteler yurdun doğudaki en ücra köşelerine kadar ulaşacak, modern
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının daha kısa zamanda, daha sıcak haberleri
öğrenmesi ve bilgilenmesi sağlanacaktı…
Bu sistemin
bir parçası olmaktan, hayatımı adayarak çalışmaktan büyük onur duydum; hala da
aynı düşüncemi sürdürüyorum…
…
HAİN
EMPERYALİSTLER…
AMERİKALILARIN
1974’ TE
ÇUKUROVAYA
BEYAZSİNEK
BOMBASI ATTI…
Kanal-A
Televizyonunda haftada 3-4 program üretiyordum; (Tekrarları dışında) defalarca
yayınlanıyordu…
Sokakta halk
beni tanıyor, büyük ilgi gösteriyor, yerel anlamda ünlü olmuştum…
Ama kendimi
bir kundura boyacısı ya da simit satıcısından farklı olarak görmüyordum…
Televizyondaki
her program o kadar çok izleniyordu ki, özel kanallar ve TRT’ nin tüm
yayınlarını geride bırakıyorduk…
Adana
belediyesi o yıllarda henüz büyükşehir unvanını almamıştı…
Belediyenin
meclis üyelerinden mimar olan Ali İsot bir gün meclis toplantısı öncesi
programlarımı takdirle ve çok dikkatle izlediğini anlatmıştı…
Yine bir gün
benimle özel konu hakkında konuşmak istediğini söyledi ve şöyle dedi…
-Abdulkadir
bey, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının yıldönümü yaklaşıyor, benim bu
konuda yaşadığım ve tanık olduğum çok ilginç bir olay var onu senin programında
anlatmak istiyorum…
Ziyapaşa
Bulvarındaki evine beni davet etti; kameraman arkadaşımla birlikte belirtilen
adrese yine belirlenen zamanda gittik…
Çok kibar,
Adana Beyefendisi olan Ali İsot bizi saygı ve sevgiyle karşılayıp ağırladı…
Mikrofonu
açıp, kamera kayda başladığında anlattığı olay şuydu;
-1974’ teki
Kıbrıs Barış Harekâtında aktif olarak görev aldım…
20 Temmuz
sabahı Mersin Limanındaki Askerlerin başında Ast teğmen olarak görev
yapıyordum…
Tüm
arkadaşlarımızın ellerimiz tetikte, Kıbrıs Rumlarından ya da Yunanistan’dan
tarafından gerçekleştirilebilecek herhangi bir saldırıyı bekliyorduk…
Gün henüz
ağarmamıştı, ama şafak yavaşça söküyordu, ışık gittikçe daha da çoğalırken;
Çevremize
daha dikkatli şekilde bakıyorduk…
Bu sırada
Kıbrıs Yönünden Mersin Limanına doğru, yani üzerimize hızla siyah bir bulut
ilerlemeye başladı…
Hepimiz
ellerimiz tetikte, nefes almadan anında karşı koymaya hazırdık...
Arkadaşlarımız
arasında inanılmaz bir sessizlik vardı…
Yapılabilecek
herhangi bir saldırıya karşı nasıl davranacağımız zaten aylar önceden zaten
belli olmuştu…
Kıbrıs
Yönünde beliren bu ne olduğu bilinmeyen siyah bulut, gittikçe daha da yaklaştı,
daha da büyüdü, çok fazla yakınlaştı, ama hepimizin heyecanı da zirveye
çıkmıştı…
Tüm
askerlerimizin eli tetikte, gözümüz bize doğru gelen siyah bulutun
hareketlerini adeta nefes almadan izliyorduk…
Siyah bulut
yaklaştıkça heyecanımız arttı, daha çok yaklaştı, iyice yaklaştı, üstümüze
birden indi…
Ne görelim o
ana kadar asla bilincinde olmadığımız, daha sonra beyazsinek diye tanımlanacak
olan trilyonlarca zararlı birden Mersin Limanını ve bu bölgeyi inmişti…
Amerikalılar
tam 1974 teki tam bizim çıkarma yaptığımız anda laboratuarlarında ürettikleri,
akciğerleri olmayan, bilinen hiçbir zirai ilaçla öldürülemeyen beyazsinek
bombasını ülkemizin üstüne atmıştı…
Hepimiz
şaşkınlık içindeydik; ne yapacağımızı bilemiyorduk, biz düşmandan top, mermi,
uçak saldırısı, ya da kıyıya gemileriyle çıkartma falan beklerken ülkemize
onlarca yıl zarar verecek, pamuk bitkisinin öz suyunu emerek yok edecek
beyazsinek bombası patlatmışlardı…
Türkiye nin
pamuk üretim merkezi olan Çukurova’ya bir anda beyazsinek zararlısı hâkim
olmuştu…
Çiftçilerimiz
bilinen her türlü zirai ilacı denemesine karşın, akciğeri olmayan bu zararlıyı
bir türlü yok edemiyordu…
Laboratuarda
bilinçli olarak üretilen, ciğeri olmayan bu zararlıyı; yine Amerikalı uzmanlar
nasıl öldürülebileceği ilacı da aynı şekilde geliştirilmişti…
O yıllarda
Amerika çarenin bu ciğeri olmayan beyazsinekleri yok edecek zirai ilacın
kendinde olduğunu söylemişti…
TEMİK 10-G
isimli ilacını bir süre sonra Türkiye ye pazarlamaya başladı…
10 yıla yakın
sürede bize 50 milyar dolardan daha fazla paramızı alarak bize bu ilacı sattı…
Önce
beyazsinek zararlısını ülkemize bomba olarak attı, sonra da öldürme ilacını
bize sattı…
Bu gün
başımıza bela ettiği terör örgütleri ve onlara sağladığı milyarlarca dolarlık
bedava silahlarla ülkemize nasıl zarar veriyorsa;
1974 Kıbrıs
Barış Harekâtı sırasında, yani ülkemizin savaşa programlandığı anda
beyazsinekle zararlısıyla pamuk ürünlerimize şekilde zarar vermiş, artı 50
milyar dolardan fazla paramızı da bilerek, isteyerek, planlı ve programlı
olarak sömürmüştü…
“AYIDAN POST
GÂVURDAN DOST OLMAZ” diyen atalarımızın sözlerinin ne kadar doğru olduğunu
yüzyıllardır kapalı kapılar arkasında görüyorduk…
Emperyalist
güçler bu gün açık, net şekilde vereceği zararı söylemekten utanmıyor ve
ülkemize çeşitli senaryolarla bu hainliği yaparak zarar vermeye devam ediyor…
Uyanık olup
tuzaklara karşı duyarlı olmak her Türk vatandaşının görevidir…
Belediye
Meclis üyesi Ali İsot’ un evinde çektiğim programımı yine 20 Temmuz gününe
rastlayan 1990’lı yıllarda yayınlamıştım…
Ama ne bir
devlet görevlisi, ne de bir izleyiciden herhangi bir geri dönüşüm almamış
olmamdan dolayı da üzgün olduğumun altını çiziyorum…
…
AMERİKALILAR
YÜZÜNDEN
AKDENİZDE
BOĞULUP ÖLECEK GAZETECİ ON ARKADAŞIMI KURTARDIM…
Hürriyet
gazetesinde çalıştığım 1980’li yılların ilk yarısında Amerikalı şirketlerin
İskenderun körfezinde petrol aradıklarını öğrenmiştik…
Şefim de
haber yapmam için beni İskenderun’a göndermişti; oradaki yerel muhabirimizle
buluştuk…
Domuz Burnu
açıklarındaki denizdeki arama kulelerine ulaşabilmemiz için Arsuz beldesine
vardık…
10 civarında
genç gazeteci arkadaşımla karşılaştım…
Orada
Hürriyet olarak ben vardım, ayrıca o günlerin ünlü gazeteleri olan Sabah, Güneş
Gazeteleri, Anadolu Ajansı gibi kuruluşların tüm muhabirleri de aynı konuda
haber yapmak için görevlendirilmişti…
Birbirimize
haber atlatma şansımız hiç olmadığı için, hedef ve amacımızın ortaklığından
birlikte limandan 6-7 metre uzunluğunda bir sandal kiraladık…
Sahildeki
askeri otoriteden de izin aldıktan sonra Amerikalıların körfeze kurduklarına
inandığımız petrol kulelerinin fotoğraflarını çekip söyleşi yapmaya açık
denizde o yöne hareket ettik…
Sandalı
kullanan kaptan ise çok ilginç bir kişiydi; binlik bir şişe şarap, kocaman bir
karpuz almış, dümenin başında bir karpuzdan kaşıkla alıyor, bir yudum şarap
içiyordu…
Adam tepeden
tırnağa sarhoş biçimde bizi güya Amerikalıların petrol kulelerine doğru
götürüyordu…
Açık denizde
yönümüzü bilmeden 30-40 dakika ilerledik, kıyı artık görünmez olmuştu…
Dalgaların
boyları gittikçe artmaya ve 4-5-6 metreye çıkmaya başladı…
Sandal denize
6-7 metre batıyor, öteki dalgayla yeniden yukarı çıkıyordu…
Bata çıka,
bata çıka, dalgalar büyüdü, sandal fındıkkabuğu gibi savrulmaya-sağa sola
sallanmaya başladı...
Sandal da
10’civarında genç gazeteci arkadaşım vardı, ama sadece 2-3 can simidi
bulunuyordu…
Birini ben
hemen taktım, ama diğer arkadaşlarımın hiçbir güvenliği bulunmuyordu;
Onların
durumlarına da üzülüyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu…
Artık açık
denizin ortasında devasa dalgaların arasında fındıkkabuğu gibi sandalla bir
batıp-çıkıp, belirsiz yönde ilerliyorduk…
Kıyıdan
uzaklaştıkça artık Caretta caretta kaplumbağalarıyla karşılaşıyorduk…
Bazı
arkadaşlarım tehlikenin ve inanılmaz dalgaları görmüyor, sandalın dalgalar
arasında inip kalkmasının temposunda şarkılar söylüyor, oyunlar oynuyor, en
yüksek sesle espriler yapıyordu…
Genç
arkadaşlarım da galiba benim gibi ilk defa böyle bir deniz macerasına
çıkmışlardı…
Oysa
sandalımız fındıkkabuğu gibi dalgaların arasında 4-5 bazen daha fazla metre
batıp çıkıyor, hedefi ve pusulası belli olmayan açık denizde ilerliyorduk…
Olayın
farkında sadece ben vardım…
Öyle ki,
içinde bulunduğumuz sandalın her an alabora olmasını, hepimizin denize
dökülmemizi bekliyordum…
Bir süre
daha, daha da gittik ama ne kule, ne Amerikalılar, ne de bir canlı vardı…
Dalgalar
artık sandalı neredeyse ikiye üçe, dörde ayıracak güçte daha da şiddetli
biçimde indirip kaldırıyordu…
Genç gazeteci
arkadaşlarımla birlikte inanılmaz büyük bir faciası yaşadık ya da yaşayacaktık…
Hepsi de
kendi havasında olan, arkadaşlarıma sert ve komutan edasıyla var gücümle
bağırdım;
-Yahu
arkadaşlar, ölüme gidiyoruz farkında mısın?
Sesler bir
anda kesildi; benim bağırmamın inandırıcılığıyla, bazıları sustu, olayın
ciddiyetini benim uyarım üzerine değerlendirip anlamaya çalıştılar…
Kaptan, bir
karpuzdan, bir şaraptan içmeye devam ediyordu…
Rota falan
hiçbir şey yoktu:
Sandal kendi
kafasının doğrultusunda ilerliyordu, açık denizde hızla ölüme doğru gidiyorduk…
Birkaç
arkadaşım, benim uyarım üzerine kendilerine geldiler;
-Abdulkadir
Doğru söylüyor, demeye başladı…
Dalgaların
boyutları arttıkça, kaptan iyice sarhoş olup rotayı şaşırınca, ne Amerika, ne
petrol kulesi bulunmayınca;
Diğer
arkadaşlarım da benim düşünceme katılıp safımda yer aldı;
-Ağabey
hiçbir şey yok, Abdulkadir doğru söylüyor, hadi dönelim…
-Dönelim mi?
-Dönelim, ama
oylama yapalım, herkes dönelim dedi…
Onlara şöyle
dedim;
-Hürriyet
Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç isterse işime son versin, benim ve
bizim hayatımız mesleğimizden daha da önemli ve değerlidir…
“HABERE
GİDERKEN HABER OLMA” diye bir söz
vardır, kendimizi kurban etmeyeyim, dedim…
Hızla geri
döndük, ama sandalımız daha geç saatlerde kıyıya yanaşabilmişti…
Bir arkadaşım
döndükten sonra, bana teşekkür;
-Abdulkadir
hayatımızı iyi ki sen kurtardın… İçinde
bulunduğumuz tehlikenin boyutlarını kimse senin gibi dikkatli takip etmiyordu,
hayatımızı sana borçluyuz…
Geri dönme
oylamasıyla kıyıya çıkamasaydık caretta kaplumbağalara yem olacaktık…
Sen akıllı
insansın, teşekkür ederiz…
Sandalı
kullanan kaptanın durumu mu?
Galiba kıyıya
yanaştığımızda sandalının içinde alkolün etkisiyle sızıp kalmıştı…
Kaptanın
düştüğü bu duruma hiçbir gazeteci arkadaşım dönüp bakmadı; çünkü bizi bir tür
ölüme götürmüş, inanılmaz korkular yaşamıştık…
Daha sonraki
günlerde, bazı gazeteci arkadaşlarımız aynı galiba helikopterle kulelerin
fotoğraflarını çekmeyi başarmıştı…
Ama şirket
yetkilileri onlara da bilgi vermemiş, kovmaktan beter etmişlerdi diye
duymuştum…
Sonuç olarak;
Amerikalılar yüzünden ölüme birlikte gittiğimiz 10 genç gazeteci arkadaşımı
kurtarmıştım…
Bu gün bile
dalgaların büyüklüğü karşısında hala ürperirim…
…
PROFESÖRE
KÖYDE SİGARA
KONFERANSI
VERDİRDİM…
Çukurova
Üniversitesinin en popüler, en çalışkan hocalarından Prof. Dr. Arif Hikmet
Yüksel hocamla çok samimiydim…
Hürriyet
gazetesinde çalıştığım yıllarda laboratuarına da sıkça birinci sayfaya
girebilecek haberler konusunda hocayla birlikte sürekli araştırıyordum…
Bir gün Adana
Eski Otogarındaki uzun yolcu otobüsündeki yolculara 30 dakikalık “SİGARANIN
ZARARLARI” konusunu anlatmasını istemiştim, hoca da bu isteğimi yerine
getirmişti; 21; 00 sıralarında İstanbul’a hareket etmeden önce konferans
vermişti… Hürriyet’in birinci sayfasında yer almıştı…
Aradan uzun
zaman geçmişti…
Bir günde
Sarıçam İlçemizdeki Yeniyayla Köyü muhtarı Halil Çelik çok akıllı aydın,
pozitif, sosyal, saygılı ve çalışkan bir insandı çok samimi arkadaşımdı…
Prof. Dr.
Arif Hikmet Yüksel Hocayı köylerine götürüp bir, konferans verdirebileceğimi
anlattım…
Muhtar çok
mutlu olmuştu…
Ama
geleceğimiz gün vatandaşları okulun büyük salonunda toplamasını rica etmiştim…
Muhtar da
köye büyük bir hizmet olacağını belirterek büyük mutluluk duyacağını
söylemişti…
Belirtilen
gün ve saatte hocamı otomobilimle Yeniyayla Köyüne götürdüm…
Muhtar
gerçekten okulun salonuna sıraları dizmiş, masaya çiçekler koymuştu, ama
kimseler yoktu…
-Hani
muhtarım kimseyi toplayamamışsın?
-Abdulkadir
Bey söyledim, herkes kahvehanede kumar oynuyor…
Kaç defa rica
ettim ama bir türlü gelmiyorlar…
-Kahvehane
nerede, bana göster, dedim…
Birlikte 100
metre ilerideki kahveye girdiğimizde 8-9 masada 60-70 kişi kumar oynuyordu…
O yıllarda
henüz sigara içme yasağı konusunda kanun çıkmamıştı; ama kahvehanenin içerisini
sigara dumanı kaplamıştı, insanlar çok zor seçiliyordu…
Kapıda durdum
şöyle dedim;
-Değerli
Köylü Kardeşlerim, arkadaşlarım, babalar; sigara dumanından içerisi görünmüyor…
Ben
gazeteciyim… Size sigaranın zararlarını anlatacak olan bir profesörü buraya
getirdim…
Şu anda sayın
muhtarımızda yanımda…
Hoca okuldaki
salonda sizleri bekliyor, dedim…
Kimse
yerinden kımıldamadı; yüzüme bile bakmadılar…
Bazıları da
bıyık altından bana gülümsüyordu…
Çok üzüldüm;
ama gazetecilik cinliği aklıma geldi;
-Şu anda ben
oraya gidiyorum, 2-3 dakika içinde hepinizi oraya bekliyorum…
Yine kimseden
ses ve bir hareket yoktu, son sözümü şöyle bağladım;
-Eğer 2-3
dakika içinde o salona gelmeseniz, hocanın konferansını dinlemeseniz, yarın
Emniyet Müdürlüğü Mali Şubesine şikâyet edeceğim ve buraya baskın yaptıracağım…
Siz
bilirsiniz, işte şimdi ben oraya gidiyorum diye kapıdan ayrıldım…
Kahvehanenin
içinde ani bir sessizlik oldu…
Ben okula
doğru yürürken, kahvehanedeki tüm insanlar tren vagonu gibi peşime takılmıştı…
Bir dakika
içinde okulun salonu tıklım tıklım olmuştu… Gazetecilik numarasıyla yaptığım
blöf tutmuştu, hedefime ulaşmıştım…
Prof. Dr.
Arif Hikmet Yüksel 45-50 dakika sigaranın zararlarını uzunca anlattı…
Akciğer
kanseri başta olmak üzere, çaresiz hastalıklara neden olduğunu, sigara dumanını
solumakla otomobilin öldürücü egzoz gazını solumanın aynı olduğunu
konferansında anlattı…
İnsanların
ayakları, ellerinin kesildiğini, bu organlarında kapanmaz yaralar açtığını
söyledi…
Bu gün sigara
paketleri üstünde gördüğümüz o feci görüntüleri sözlü olarak ifade etti…
Türkiye de
her yıl 300 bin kişinin sigara ve ona bağlı hastalıklardan öldüğünü üstüne
basarak tekrar etti…
Muhteşem bir
haber hazırlamıştım, yine Hürriyet Gazetesinin birinci sayfasında yer almıştı…
Gerek
şehirlerarası uzun yolcu otobüsünde, gerek Yeniyayla Köyündeki sigara
konferanslarında bu zehirden kurtulmaya karar verenler oldu mu onu bilemiyorum…
Ama ben
gazeteci olarak halkı uyarma, uzmanını halkla buluşturma görevimi dört dörtlük
yapmıştım…
…
AFGANLI
VEKİLİ SUSTURDUM…
ÜLKESİNDEN
KAÇAN
AFGANLI
MİLLETVEKİLİ
BANA CEVAP
VEREMEDİ…
1980
darbesinden sonra Afganistan’dan uçaklar dolusu mülteciler yine gelmeye
başlamıştı…
Hürriyet
Haber Ajansında çalıştığım o yıllarda gelen uçaklardaki yolcular ilgili
fotoğraflar çekip, haberler hazırlıyordum…
Gelen
misafirler Reşatbey Mahallesindeki Öğrenci yurtlarına yerleştiriliyordu…
Daha sonra da
ülkelerinin coğrafi koşullar ve fiziki durumlarına uygun olduğu Anadolu’muzun
çeşitli beldelerine gönderiliyordu…
Gelen
Afganlıların arasında birisinin de milletvekili olduğunu öğrenince çok garibime
gitmişti…
Bu gün olduğu
gibi neden ülkelerinde kalıp düşmanlarıyla savaşmıyorlar da kaçıyorlardı?
Bu
milletvekili de benim ana dilim olan Tatarca konuşuyordu; adamın giyim kuşamı
yerinde, fiziği düzgün kelle koltuk epeyce gün gördüğünü, belli ki aristokrat
bir kesimden geldiğini temsil ediyordu…
Üstü başı
temiz giyimliydi ama ayağının yanmasından tatarca olarak ”TAYAĞIM TÜYTÜ” diye
uzun süre şikâyet etti…
Oysa Türkiye
Cumhuriyeti Devlet Kurumları her türlü tedbirleri almış, misafirlerin rahat
etmesi için doktorlar, hemşireler herkes dört dörtlük hizmet veriyordu…
Hemen durumu
ilettim, gerekli pansumanlar yapıldı…
Benim dilim
de ana dilim Tatarca olduğu için Afgan Milletvekiliyle çok rahat iletişim kurup
uzunca sohbetler ettik…
Ülkesindeki
sıkıntılarını falan anlatıyordu, her şeyi bırakıp kaçtıklarından yakınıyordu…
Samimiyetimiz
oldukça arktı; gazeteci merakıyla şöyle sordum;
-Siz
Ülkenizde neden savaşmadan kaçıp neden buraya geldiniz…
Peki, burada
yani Türkiye de bir savaş çıksa ne yaparsınız? Nasıl davranırsınız?
Ülkenizdeki
gibi kaçar mısınız?
Yoksa bizimle
birlikte düşmana karşı savaşır mısınız?
Diğerlerinden
farklı şekilde giyim kuşamı yerinde olan milletvekili, uzun süre cevap
veremedi, devamlı yutkundu, sağa sola baktı, utandı, yüzü kızardı, sohbeti
değiştirmek için birilerinden imdat bekliyor konuyu değiştirmeye çalışıyordu…
Ama bir türlü
cevap veremedi…
Ona şöyle
dedim;
-Biz koşullar
ne olursa olsun ülkemizi terk etmeyiz… Savaşarak gerekirse ölürüz, ama asla
kaçmayız…
Milletvekili
benim söylediğimi dinlemek istemediği için yüzünü diğerlerine dönüp konuşmasını
sürdürdü…
Ama ben
gazeteci olarak sorularım ve verdiğim yanıtlarla mesajımı tam olarak ilettiğime
inanarak oradan ayrılmıştım…
Bu günde olsa
aynı şekilde sorular sorar, aynı şeyleri çekinmeden yüzlerine söylerdim…
Çok garibime
gitmişti, bu günde hala kanayan yara olan Afganistan’dan kaçarak diğer ülkelere
sığınmaya çalışanları anlamakta güçlük çekiyorum…
Her ülkenin
anaları bir Atatürk maalesef doğuramıyor…
…
ADANALI İKİ
ÜNLÜ…
AV.EGE
BAĞATUR
VE ALİ
ŞENOZAN…
Mesleklerinin
zirvesinde olan Adanalı iki güzel insanı çok yakından tanımaktan mutlu oldum…
Birisi Türk
Sanat Musikisinin çok ünlü şefi ve bestekâr Ali Şenozan;
Diğeri Adana
Belediye Başkanlığını yapan, gelmiş geçmiş en dürüst kişi olarak bilinen Av.Ege
Bağatur’du…
Her ikisi de
çocukluk arkadaşıydı; kendi kuşağında emsallerini geride bırakarak sivrilmiş,
hedefledikleri başarıya ulaşıp, mesleklerinin doruklarında yaşıyordu…
Aynı dönemde,
okullarda geçen gerçek Adanalı iki beyefendinin karşılaşmalarına tanık
olduğumda çok şaşırdım…
Şöyle ki;
Çukurova Üniversitesi Sosyal Tesislerinde bir kutlama gecesi yapılıyordu…
Salona önce
Avukat Ege Bağatur geldi çevresinde inanılmaz kalabalık toplanmıştı…
Birkaç dakika
sonra da Türk Sanat Musikisinin bestekâr ve büyük usta şefi Ali Şenozan da
hemen aynı sayıda kalabalık bir gurupla salona girdi…
Her ikisinin
de etrafında inanılmaz sevgi yumağı oluşmuş ve gittikçe insan yoğunluğu daha da
büyüyordu…
Kalabalıklar
birbirine yaklaşınca, Ege Bağatur birden durdu, kendine doğru yaklaşan Ali
Şenozan’ı; o da Ege Bağatur’u gördü; her ikisinin de gözleri fal taşı gibi
açıldı…
Kalabalıkların
arasında karşılıklı olarak bir süre bakıştılar…
Her ikisi de
aynı anda kollarını sonuna kadar iki yana açtı;
Her ikisinin
bu karşılaşmalarını şaşkınlık içinde izliyordum, bende bir tür şok etkisi yapmıştı…
Çevrelerindeki
kalabalıklar birden sağa sola açıldı;
Her iki
Adanalı beyde, karşılıklı olarak birkaç dakika gözlerinin derinliklerine sertçe
bakarak öyle durdular…
Hollywood
filmlerinde düello yapacak, birbirlerine silah çekecek kovboylar gibi durdular;
Silahları
sadece sözcüklerdi…
Öyle ki tipik
Adanalı şivesiyle çocukluklarından beri öğrendikleri tüm küfürleri karşılıklı
atışma şeklinde birbirlerinin yüzlerine peş peşe saydılar…
Bir Ege
Bağatur Adanalı ifadesiyle kallavi küfürleri çevresinde biriken sosyete
mensuplarının da duyabileceği şekilde Ali Şenozan’ ın yüzüne sert biçimde
söyledi…
Onun küfrü
bitince bu kez de Ali Şenozan Ege Bağatur’ un yüzüne bağırarak, herkesin
duyacağı şekilde küfürlerini savurdu…
Abartısız
söylüyorum, 3-4 dakika süren karşılıklı küfürleşmeden sonra;
Koşarak
birbirlerinin boyunlarına atılıp sarılıp sarmaşıp şapır şupur öpüşüp,
koklaştılar, daha sonra nezaket kuralları gereği güzel dileklerle birbirlerini
onurlandırdılar…
Gazeteci
olarak çok şaşırmıştım, hemen Av.Ege Bağatur beye sordum;
-Değerli
Başkanım Ege ağabey hep böyle mi selamlaşırsınız, küfürleşirsiniz?
-Biz
Adanalık, küfürlerimiz en büyük iltifat sayılır…
Zaten küfür
etmeyen Adanalı olur mu?
Küfürler
bizim samimiyetimizi, dostluğumuzu bozmaz, aksine daha da güçlendirir, demişti…
Aynı soruyu
Ege Bağatur’un karşısındaki Ali Şenozan’a sorma gereği duymadım, çünkü o da
arkadaşı Ege Bağatur’un söylediklerini başını sallayarak defalarca onaylamıştı…
Ben
gazeteciliğin ilk yıllarına yakın dönemde, toplumun önünde yürüyen,
mesleklerinin zirvesinde olan bu iki büyüğümüzü yakından bu şekilde izlemek
hayatımda unutamayacağım bir ders olmuştu…
Küfürler
dostluk, arkadaşlık, sevgi, hasretin giderilmesinde önemli bir değerdi…
Adanalı
tanıdıklarımdan bazıları bir süre görmedikleri arkadaşlarıyla
karşılaştıklarında aynı şekilde aralıksız olarak 2-3 dakika karşılıklı şekilde
küfür ettiklerinde;
Topluma önder
olan, mesleklerinin zirvesindeki iki güzel Adanalının dostluklarının
küfürleriyle daha da güçlendirdiklerini düşünürüm…
…
YETİŞTİREN
ŞEFİM İTİRAF ETTİ AMA…
“ŞEF OLACAK
KİŞİ SENSİN
BENİ
BAĞIŞLA…”
Hürriyet
Gazetesindeki haberlerim dört dörtlük güzellikteydi…
Beni Türkiye
tanıyordu… Ülkemizin her yerindeki bürolardan arkadaşlar teleksle her
haberimden sonra beni kutluyorlardı…
Ayrıca
Hürriyet Haber Ajansı Muhabirlerini teşvik için her hafta haber değerlendirmesi
ve ödüllendirme yapıyordu…
Ödül
almadığım hafta yoktu; ödül aldıkça şefim Cevat Eren benden daha çok mutlu
oluyor ve kutluyordu…
Hürriyet
Gazetesinde yıllar böylece sular seller gibi akıp geçti…
Cevap Eren
şefimle uzun yıllar birlikte çalıştık…
Bana haber
için “ÖL DESE, GÖZÜMÜ KIRPMADAN ÖLÜME GİDERDİM” öyle güven vermiş, iletişimimiz
öyle sıcak ve muhteşem olmuştu…
Ama zamanı
bitti artık görevini tamamlamış, İstanbul’a geri gitmesi gerekiyordu…
Gitmeden
birkaç gün önce beni karanlık odaya çağırdı;
-Anacağım,
biliyorsun ben Adana ya geçici görevle gelmiştim… Her şeyi tamamladım ama şimdi
İstanbul’a geri dönüyorum…
Anasını
avradını s…keyim, yalan söyleyenin burada yerime şef olacak tek kişi sensin…
Ama Şu
kişinin babası Anadolu Ajansında çalıştığı için, Hürriyet Haber Ajansının da
haber atlamaması için yerime onu vekil göstereceğim…
Dünyanın
neresinde olursam olayım, gönlüm ve gücüm seninle olacak…
Bir telefon
kadar yakınım unutma, diye vedalaşmıştı…
Adana’dan
ayrılınca benim için başlayan bir rüya yavaşça sona ermiş gibi oldu…
Ama mesleğime
taparcasına aşkla bağlı olduğum için durumu gözlemlemeye işimi eskisinden daha
da üstün şekilde yapmaya devam edecektim…
Olayların
gidişatına göre yönümü belirleyip harekete geçecektim…
…
SAMANDAĞDA
FAKİR AİLENİN
ÇOCUKLARINI
SÜNNET ETTİRDİK…
Büronun yeni
yetkilisi olan kişiye İstanbul’dan Hürriyet Gazetesinin sahibi Erol Simavi’den
bir teleks geldi…
-Hürriyet
Haber Ajansı olarak Samandağ da şu adrese gidilecek…
Fakir olan
ailenin iki oğlunun sünneti için kıyafet alınacak, davul zurna ile törenle
çocuklar sünnet ettirilecek…
Sabahleyin
erkenden yola çıktık, Hürriyet Gazetesi adına harcamaları yaptık, davul zurna
ile muhteşem bir sünnet düğünü yaptık, çocukların sünneti yapıldı...
O yıllarda
Hürriyet adı tüm kapıları açıyordu…
Samandağı
Kaymakamı da törene protokolüyle birlikte katılmış, bizimle olmuştu…
Öğle yemeği
ikram edildi, ortaya kocaman bir sini, dağ gibi yığılmış pilav, üstünde etler
vardı…
Ortada ne
çatal, ne kaşık bende onları ararken, bizimle aynı sofrada oturan kaymakam bey,
Afrikalıların yaptığı gibi, avucuyla pilavı yemeye başladı…
Ben çok
şaşırmıştım;
Hayatım
boyunca asla elimle yemek yememiştim;
Tereddütlü
şekilde beklediğimi görenler hemen uyandılar;
Birkaç
saniyede çatal kaşık temin edildi…
Devlet
protokolündeki Kaymakam düzeyindeki bir kişinin bu davranışını çok ilginç
bulmuştum…
Hala bazen
düşünürüm…
Benim
yaptığım mı, kaymakam beyin yaptığı mı doğruydu?
Devlet
yönetiminde bazı profesyoneller, halka uyum için bulundukları ortama ayak
uydurması gerektiğini daha sonraki yıllarda anladım…
…
ŞAŞKIN
VEKİLİN ENTRİKALARI…
Hürriyet
Haber Ajansına Cevat Eren den sonra vekâlet etmeye başlayan Volkan Sevenler’ in
kendini ifade yeteneği ve becerisi yoktu…
Çalışanlar
üzerinde otorite sahibi değildi…
O ise bunu
sağlamak otorite kurabilmek için yanıp tutuşuyordu…
Bu nedenle
çalışanlar arasında dedikodu yapmaya, uzaktan çocuksu hareketlerle insanlarla
alay edip değersizleştirmeye başladı…
Sevmediklerini
de sıradan olarak değerlendirdiği haberlere göndererek güya cezalandırmaya
değerini kendine göre düşürmeye çalışıyordu…
Çalışanlar
arasında ayrım yapıyor, ne tarafta olduğunu kendi de bilmiyordu…
Örneğin başka
bir kurum olan Anadolu Ajansı Bölge Müdürlüğünü sürdüren BEDİ MUNGAN’ın bir
dönem kamyon şoförü olduğunu belirten kartvizitini bulmuştu…
Gelip geçen
herkese gösteriyor o kişiyle dalga geçiyordu…
O yıllarda
CHP Genel Sekreteri Mustafa Üstündağ bir Alman kadınla aynı özel otomobilde
Ankara ya giderken Konya-Ankara yol ayrımında kazada ölmüştü…
Kadın da
yaralı ve Ereğli Hastanesinde yatıyordu…
Vekil olayı
benim izlememi istedi…
Gazetenin
arabasıyla gittik, hem otomobilin, hem de hastanede yatan kadının
fotoğraflarını çektim…
Ereğli de
gece yarısı olmasına karşın bir fotoğrafçıyı bulup dükkânını açtırdım; filmi
yıkayıp kusursuz şekilde olarak tabettim…
Yanımda
bulunan cihazla İstanbul’a acil şekilde telefoto geçmem gerekiyordu…
Vekili
telefonla aradım, fotoğrafların hazır olduğunu her an telefoto geçmeye hazır
olduğumu söyledim;
Küçük
entrikasına göre zaman geçirip benim tepki almamı, sıkıntıya girmemi sağlamak
için küçük bir plan hazırlamış…
Sonradan
farkına varacaktım…
-Abdulkadir
Ereğli’den geçme, Pozantı’ya gel oradaki PTT’ den geç, dedi…
Entrika
yapıyor kasıtlı şekilde oyalıyormuş…
Oysa Hürriyet
Haber Ajansında dakikalar bile çok önemliydi…
İki ilçenin
arası nereden baksanız en az 2 saat…
Sabah olmak,
gün ağarmak üzereydi…
Mühür ve
sorumluluk onda olduğu için Pozantı ya ulaştım;
PTT müdürünü
yatağından kaldırdım…
O yıllarda
PTT nin link hattı vermesi gerekiyordu;
Müdür bey
yarı uykulu ve sersemlemiş bir halde;
-Hat yok
veremem diye başından savıp gidip yattı…
Kusursuz bir
iş yapmama rağmen vekilin entrikasına takılmıştı…
İş suya
sayesinde tamamen düşmüştü; Başarıyla gerçekleştirdiğim operasyonda
fotoğrafları İstanbul’a maalesef geçemedim…
Ertesi sabah
fotoğraflar Adana’dan çok geç şekilde geçilmişti…
Tabi bir ton
fırçayı vekilin kendi yedi…
Artık
İstanbul’a benimle ilgili ne söylediğini bilemiyorum…
Güya benim
başarısız olmam için böyle küçük ve basit bir entrika yapmıştı…
Ne demişti
atalarımız ”KESER DÖNEP SAP DÖNER GÜN GELİR HESAP DÖNER”…
…
ÖDÜL
PARALARIMIN
YARISINI
ALIYORDU…
O yıllarda
Hürriyet Haber Ajansı haftalık olarak 1.sayfada yayınlanan haberleri
hazırlayanlara para ödülü veriyordu…
Cevat Eren
Şefim döneminde her hafta iki üç ödül alıyordum…
O İstanbul’a
dönüp, yerini vekil aldı…
Benim
Hürriyet gazetesindeki ödüllü haberlerim yine devam ediyordu…
Bu anılarımı
yazdığım 2021 yıl parasına göre her hafta 3-4 bin lira gibi ödül alıyordum…
Vekil aldığım
ödüllere il koydu;
-Burada
yetkili benim, ödül paranın yarısı benim olacak, dedi…
Şoke oldum,
fakat mühür ondaydı, yapabileceğim başka bir şey yoktu…
Aralıksız
olarak 4-5 ay birlikte çalıştığımız dönemde hazırladığım haberlerim yine 7-8
kez ödüle layık görüldüm…
Zorla ödül
paramın yarısını aldı…
Para falan
benim için asla önemli değildi; ama vekilin yaptığı ilkel, basit, bencil, garip
davranışı bir türlü kabul edemiyordum…
Amacım para
değildi, içinden geldiğim kültüre göre çok ayıp, yakışıksız, bir tür hak
gaspıydı onaylamam ve işi sürdürmem mümkün değildi…
Adana
Hürriyet Gazetesi Bürosundan artık iyice soğumaya başlamıştım…
Geçen her gün
benim için sıkıntı veriyor, canımı sıkıyordu…
Bir an önce
kurtulmak ve uzaklaşmak istiyordum…
Hürriyet
Gazetesinde çalıştığımız Orhan Apaydın Milliyet Gazetesine geçmişti…
İmdadıma o
yetişti ve benim için yeni bir dönem başlıyordu…
…
VEKİLİN ZOR
DURUMU…
Cevat Eren
şefim İstanbul’a dönünce yerine bıraktığı vekil Volkan Sevenler patinaj yapmaya
başladı…
Kararsız,
çekimser, ne söylediği net olarak anlaşılamayan, belirsizlikler içinde kendini
arayan insandı…
Oysa Cevat
Eren şefim, bana “ ÖL DESE ” fotoğraf çekip, haber hazırlamak için canımı bile
verebilirdim…
Hürriyet
Haber Ajansında Cevat Eren dönemindeki yıllarda birlikte çalıştığımız, daha
sonra Milliyet Gazetesi Adana Bürosuna geçen Orhan Apaydın ağabey benim
rahatsızlığımı biliyordu;
-Abdulkadir
gel seni Milliyete alalım, birlikte çalışalım, dedi…
Zaten böyle
bir teklifi bekliyordum, hemen kabul ettim…
…
GAZETE
DEĞİŞTİRDİM…
MİLLİYET
YILLARIM…
Milliyet
Adana bürosunda kadrom hemen verildi, anlaşma yapıldı, bir yıl çalışmalarım
yine muhteşem şekilde devam etti…
Hürriyetteki
başarılarımı burada da sürdürmeye devam ettirdim ve İlk haberim;
İDAMLIK AİLE
HABERİM MUHTEŞEMDİ…
Gazetecilik
mesleğinde an, yani saniyeler çok önemlidir…
Öyle bir
olayla karşılaşır ki gazeteci, o saniyeyi değerlendirirse güzel sonuçlar
alabilir…
O nedenle
daima çok hazırlıklı olması, hızlı davranmanın artısı muhteşemdir…
Bunu
başardığım bir olay şöyle gerçekleşti;
Ben o
yıllarda hem slâyt, hem renkli negatif, hem de siyah beyaz filmler takılı üç
makine ve her an değiştirebileceğim dört-beş objektifle haber peşinden
koşardım…
Adana
adliyesi 2.Ağır ceza mahkeme salonuna girdim;
Elimde hazır
olan slâyt takılı makinem vardı…
Hâkimin
olduğu yana geçtim, karşısında 9 kişi boy sırasına göre dizilmişti…
En başta
baba, anne, büyük oğlu, diğer oğlu, diğer oğlu, kızları, çocukları tam 9 kişi
vardı…
Konu
ilginçtir olabilir diye hâkimin olduğu tarafa; yani hâkimin önüne onun bakış
açısına göre sanıkların karşısına geçtim…
Sadece bir
kare slâyt fotoğraf çektim, hâkim duruşmayı hemen sonlandırdı…
Hemen mahkeme
kalemine gittim; orada görevli başkâtip dosyayı açtı;
-İDAMLIK AİLE
ABİ, dedi…
Dosyanın
içeriğine göre, kızlarını kaçırmaya gelen bir delikanlıyı, aile sopalarla,
kazmalarla, bıçaklarla linç ederek öldürmüşlerdi…
Hemen slâyt
banyosunu(o yıllarda sadece çalıştığım milliyet gazetesinde slâyt banyosu vardı
ve onu da ben yapıyordum) ama sadece tek bir kare vardı; belki de 10 kare
fotoğraf çeksem o tek karenin kalitesinde olamazdı…
Haberiyle
birlikte genel merkeze servis ettik…
Ertesi gün
çalışmam muhteşem biçimde değerlendirilmişti…
Milliyet
Gazetesi “İDAMLIK AİLE” diye 8 sütuna manşet olarak haberimi kullanmıştı…
Her gün
adliye koridorlarını, baştan sona dolaşan, tüm duruşmaları izleyen gazetecilere
inanılmaz şekilde kıskanmışlardı…
Kendilerini
genel merkezlerine karşı nasıl savunacaklarını arıyorlar ama bilemiyorlardı…
Beni görünce
haber atlattığım için yüzleri kızarıyor, ama bir şeyde yapamıyorlardı…
Galiba bu
nedenden İstanbul’dan çok fırça yiyen gazeteci arkadaşlarım olmuştu…
Hatta birisi;
-Sen bu
haberi hazırladığın için Cumhuriyet Savcısı hakkında soruşturma başlattı falan
diye beri tedirgin etmeye çalışmıştı…
Kendimden
emindim, gazeteci olarak her şey yasaldı, Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’ti…
İstanbul’dan
teşekkür geldiğini, şefim bana iletmişti…
Sonraki
yıllarda idamla yargılanan aileden olan, duruşmada görüp fotoğrafını çektiğim
anne Adana’ nın çeşitli zengin semtlerinde ve kalabalık yerlerde dilencilik
yaparken görüp üzülmüştüm…
…
MEZARINI
KAZARAK OĞLUNUN KAFATASINI ÇIKARTIP ELİNE ALAN MEZARCI…
Adliye
muhabirliğim sırasında mahkemelerin kalemleriyle aram çok iyiydi…
2.Ağır ceza
mahkemesinin müdürüyle her zaman sevgi ve saygıyla selamlaşıyordum…
Bir gün
ziyaret etmek için yanına girdiğimde kâtip arkadaşım şöyle dedi;
-Abdulkadir
ağabey yarın asri mezarlıkta “FETHİ KABİR” yapılacak; ilgilenirsin diye
düşündüm…
Fethi kabir
şu; cinayete kurban giden kişinin, ölümünün gerçek nedenini belirlenmesi için
mezarının açılıp, şüpheli bölgelerdeki kemiklerinin üzerindeki darp, burkulma,
kırılma, kesik, ya da kurşun izlerinin bilimsel ve teknik olarak
araştırılmasıdır…
-Tamam,
harika teşekkür ederim ama başka gazeteciler söyleme tamam mı?
-Söyler
miyim? Sen bil istedim; akıllı insansın, dedi…
Yarın saat
10.00 da hâkim bey, cumhuriyet savcısı ve adli tabip ve diğer yetkililerden
oluşan ekip buradan hareket edecek Asri Mezarlıkta olacaklar bilgin olsun…
Çok mutlu
oldum, muhteşem bir istihbarat yakalamıştım…
Diğer
gazetecilerin haberi olmadan bunu tek başıma başarabilirsem şahane bir haber
olur diye düşündüm…
Gerçektende
belirtilen saatte ve yerde orada siyah beyaz, renkli, slâyt filmlerimi taktığım
makinelerimle hazırdım…
İşin ilginç
yanı, mezarı açılıp cinayetin karanlıkta kalan gizeminin çözülmesi için
kemikleri alınacak ceset, aynı mezarlıkta yıllardır mezar kazıcılığı yapan
kişinin öz oğluydu…
Yani babası 2
yıl önce ölen, kendi elleriyle toprağa verdiği oğlunun mezarını, yine kendi
elleriyle açacaktı…
Oğlunun
karanlıkta kalan cinayete nasıl öldürüldüğü bilimsel olarak saptanacaktı…
Baba oğlunun
mezarını kazmaya başladığında çok duygusal anlar yaşandı…
Aşağıya doğru
indikçe babanın gözleri yaşardı, hem ağlıyor, hem de iki yıl önce gömdüğü
oğlunun kemiklerini bulup adliyeden gelen “FETHİ KABİR” ekibine teslim etmek
için çalışıyordu…
Mezarda
kemiklere ulaşılınca orada bulunan herkes çok duyguluydu…
Tüm
yetkililerin bile gözleri de baba gibi dolu dolu oldu…
Belki de
dünya tarihinde ilk defa böyle bir olay yaşanıyordu…
Baba oğlunun
kafatasını bulup avuçlarına aldığı anda ben hemen deklanşöre ardı ardına seri
biçimde basıp sayısız fotoğraflar çektim…
Oğlunun
kafatası elinde olan baba hem ağlıyor, hem de yetkililerin talimatlarını yerine
getiriyordu…
Kemikler
tamamen ortaya çıkınca, adli tabip ve görevliler aşağıya indiler…
Kafatası ile
bedeni arasındaki boyun kemiklerini birer toprakların içinde bulup tıbbi
torbalara doldurdular…
İş bitmiş,
“FETHİ KABİR” gerçekleşmişti…
Biz
ayrıldığımızda baba mezarın başına oturmuş sesli biçimde hüngür hüngür
ağlıyordu…
Oraya katılan
her yetkili bunu kimsenin yaşamaması için içlerinden dua ediyordu…
Bu olayı
baştan sona kadar izlerken, kendimi bazen babanın, bazen de mezarından iki yıl
sonra kafatası çıkartılıp adli tıp tarafından incelemeye alınan gencin yerine
koydum…
Her ikisinin
de yerinde olmayı hiçbir zaman istemezdim…
Dünya hangi
baba evladının ölmesini ister ki?
Ya da
cinayete kurban gitmesini ister ki?
Peki,
mezarını yeniden açıp kafatasını çıkartıp kendi ellerine almak ister ki?
Yanıt elbette
hiçbir baba bu türlü bir olayla asla karşılaşmayı istemez…
Ama hayatını
mesleğine adayan hangi gazeteci böyle yürekleri parçalayan bir haberi yazıp
görevini yapmayı istemez ki?
Belki de
insanlık tarihinde ilk kez yaşanan böyle bir olayı ben haberleştiren tek
gazeteci olmayı başarmıştım…
Adliyede o
yıllarda çalışan 20 civarında gazeteciyi atlatmam büyük başarıydı…
Bu haberimde
yine Milliyet Gazetesinin 2.sayfasında 5-6 büyük boyda ve renkli fotoğraflar
halinde kullanıldı…
“BİR BABANIN
DRAMI” diye başlık atılmıştı…
Haber güzel
değerlendirildi ama hiç kimsenin başına gelmesini istemeyeceği çok acı bir
olaydı…
…
SABANCILAR…
BÜFECİ ERDAL
VE SEVİLAY SABANCI AŞKI…
Milliyet
Gazetesinde çalıştığım yıllarda Sabancıların kızı Sevilay evlerinin
karşısındaki dizi film artistleri kadar yakışıklı, mavi gözlü, beyaz tenli olan
evlerinin karşısındaki büfeci Erdal’a kaçmıştı;
Erdal da
gerçekten çok yakışıklı, dizi filmlerdeki delikanlılardan daha da karizmatikti…
Türkiye deki
tüm gazetelerin manşet ve sürmanşet haberiydi…
Aradan iki,
üç, dört, beş gün falan geçmesine karşın sevgililer bir türlü bulunamıyordu…
Polis, asker,
sivil ve özel istihbarat görevlendirilmesine karşın izlerine ulaşılamıyordu…
Ne hükümet,
ne partiler, ne parlamento kimsenin umurunda değildi…
Varsa yoksa
Erdal ve Sevilay’ ın aşkı gazetelerde yer alıyordu…
Bu konu
Türkiye’nin bir numaralı gündemi olmuştu…
İstanbul’dan
gelen ve Adana daki muhabirlerde, yereller sürekli 24 saat olayın peşinden
koşmalarına karşın sevgililer bulunamıyordu…
Bizim
istihbarat kaynaklarımız daha da güçlü olduğu, bölgeye olan hâkimiyetimiz
nedeniyle sonunda sevgililerin yerini tespit etmiştik…
Saatlerin
23’ü gösterdiği sırada izlerini Hatay Dörtyol da Erdal’ ın yakınlarının
evindeydiler…
Acil olarak
harekete geçtik adrese gidip sevgilileri fotoğraflamayı başarmıştım…
Sabancı
ailesi bir an önce kızlarının boşanmasını istiyorlardı…
Aile o
yıllarda adliyenin en politik, en başarılı, en cevval avukatı Uğur Aksöz vekil
tayin etmişti…
Duruşma
başladı, gazeteciler olarak davanın yıllarca süreceğini düşünüyorduk…
Bizde Sabancı
Ailesiyle ilgili yaptığımız her haberi kolayca Türkiye gündemine sokabilmenin
mutluluğunu yaşıyorduk…
Ama bir
celsede de hâkim Tufan Alpat çifti boşadı…
Sabancı
ailesinin hem isminden hem de servetinden yararlanmak amacıyla böyle bir olayı
gerçekleştirdiği kararda yer almıştı…
Haber yine
tüm gazetelerin birinci sayfalarında muhteşem içimde kullanılmıştı…
Yıllarca
ilgileneceğimiz haber kısa sürede bitmiş ve bir iki gün gazetelerde Adana
haberleri yer almış ve sonuçlanmıştı…
Türkiye nin
en güçlü, en zengin, en itibarlı, dünyaca ünlü ailesinin kızının bir büfeciye
kaçması gündemin bir numaralı konusu olmuştu…
“AŞK FERMAN
DİNLEMEZ” ya da “ İKİ GÖNÜL BİR OLUNCA SAMANLIK SEYRAN OLUR” özdeyişleri Büfeci
Erdal ve Sevilay aşkıyla bir kez daha kanıtlanmış oldu…
Hızlı
başlamış, ateşli başlamış; hızlı bitmişti ve sevgililer birbirinden
ayrıldıkları için de soğumuştu...
…
BEHLÜL AYŞE
ABLANIN
MUHTEŞEM
İSTİHBARATI…
Adliyede
gazeteci olarak görev yaptığım yıllarda ayak işlerine bakan biraz da behlül
odacı Ayşe Abla diye hitap ettiğimiz bir hanımefendi sürekli koridorlarda
dolaşırdı…
Gazeteciler
ve diğer insanlar pek önemsemezdi; o herkese güler yüzlü davranırdı, selam
verir ama çoğunluk onunla konuşmak istemezdi…
Ben her
karşılaşmamda saygıyla davranır halini hatırını daima sorardım…
O da bana
karşı çok saygılı davranırdı…
Bir öğle
tatili öncesinde adliye çalışanları dinlenmek için yavaş yavaş dışarı
çıkıyorlardı…
Gazeteci
arkadaşlarım da personel nasıl olsa öğle tatiline gidiyor…
Bu saatte
burada başka haber olmaz diye düşünüyorlardı ve onlarda koridorları terk
etmişti…
Ayşe abla
uzaktan bana işaret etti, hemen yanına gittim;
-Buyur abla,
ne var dedim…
-Diğer
gazeteciler duymasın, biraz önce Cumhuriyet Savcısı bir çocuğu annesinden alıp
babasına teslim edecek…
Üst kattaki
koridorun sonunda…(kendine değer vermeyenlerden, böylece bir türlü intikam
alıyordu sanki…)
-Çok teşekkür
ederim, biliyorum abla…
Adliyeyi terk
etmeye devam eden bir iki gazeteci arkadaşım vardı…
Onlarında
gitmesini bekledim hemen üst kattaki Cumhuriyet Savcısının olduğu yere gittim…
Koridor
sakindi ortalık sessizdi, ama görevliler işlem yapılıyordu, birkaç kişi
bekleşiyor, çocukta annesinin elinden tutmuş olacaklardan habersiz sakince
simidini yiyordu…
Resmi
işlemler bitip, Cumhuriyet Savcısı talimatı verince birkaç sivil polis ve
normal polis hemen çocuğu annesinin elinden ayırmaya girişti…
Kadın ise
elleriyle çocuğuna öyle güçlü sarılmıştı ki asla bırakmıyor, bir yandan da
feryat figan ortalığı yıkıyordu…
Çocuğu bir
yandan görevliler bir yandan anne çekiyor;
baba ise çocuğun anneden alınmasını ve kendine verilmesini bekliyordu…
Bir anne ve
çocuk arasındaki ayırsalar bile asla kopartılamayacak olan bağı o sahnede
gördüm…
Anne çocuğunu
ölümü pahasına asla bırakmıyordu…
Yaklaşık
15-20 dakikalık çekiştirme, feryat figanın devam ettiği sürede kadın defalarca
kendini yerlerden yere atıyordu…
-Çocuğuuuuuuuuummmmmmmm… Öldürüüüüünnnnn beniiiiiiiiiiiiiiiiiiii… Onu
benden ayırmayııııınnnn… O beni istiyoooooor…
Babası olacak
adamıııı istemiyooooorrrr…
Ama kadın
kendini yerlere atıyor, sürükleniyor, debeleniyor, çocuğunu bırakmıyordu…
Sayısız siyah
beyaz, renkli, slâyt fotoğraf çekmiştim…
Yaşanan o
aile faciası beni çok üzmüştü…
Ama ben de
görevimi tespit etmek ve haberimi çalıştığım kuruma iletmek zorundaydım…
Kadının o
hareketleri, evladından ayrılması, feryat etmesini tüm hücrelerimde acı şekilde
hissettim…
Ama yasalar
ne derse herkes ona uymak zorundaydı…
Doğru olanı
da buydu; koşullar ne olursa olsun hiçbir annenin çocuğundan vazgeçmeyeceğini,
gerekirse ölümü göze alabileceğini, orada kadının kendini defalarca yere atıp
parçalamasında bir kez daha gördüm…
Bana ödül
getiren bu haberim de Milliyet gazetesinde çok geniş biçimde fotoroman gibi
büyük boyutlarda yayınlandı…
Her sahnesine
tanık olduğum o olaydaki ne annenin, ne babanın, ne de çocuğun yerinde olmayı
asla istemezdim…
Anılarımı
yazarken bile hala gözlerim nemleniyor…
…
AVUKAT
ANILARI…
Gazetecilikte
şöyle bir deyim vardır;
-ADLİYE
MUHABİRLİĞİNDEN GELMEYEN GAZETECİ MESLEKTE BAŞARILI OLAMAZ…
Gerçekten
mesleğin en zor, en tehlikeli, her an saldırıya, yaralanmaya, dövülmeye en açık
ama en renkli-vurucu haberlerin ve konuların olduğu bir alandır adliye…
O yıllarda
adliyedeki her türlü duruşmalar gazetecilere sonuna kadar açıktı…
İstediğimiz
her salona girip, istediğimiz fotoğrafı çekiyorduk…
Hâkimler,
mübaşirler ve kalemdeki görevliler bize sürekli yardımcı oluyordu…
1.Ağır Ceza
Hâkimi Ali Kilisli gazetecilerle çok iyi geçinen, ama mesleğini de hakkıyla
yapan bir hukukçuydu…
Bazen
makamında bize çay ikram ederdi…
Boyu küçük
ama Adana adliyesinin en güçlü hâkimiydi…
Diğer ağır
cezalardaki hâkimler de çok değerliydi…
Ama biz
gazeteciler Ali Kilisli hâkimi çok severdik; onunla çok kolay iletişim
kurardık…
En ağır
cezalar onun yargıladığı suçlulardan çıkardı…
Fotoğraf
çekmemiz serbest olduğu için “ADLİYE VE İNSAN” isimli sergimde yer alan
yapıtlarımı en çok o salonda çekmiştim…
Bir duruşmada
karar açıklanınca taraflar birbirine girdi, normal koridordan 4-5 basamak
aşağıda olan duruşma salonundan, fotoğrafları çektiğim için benim üstümü
yığıldılar, öldürmek istiyorlar ve çıkartmıyorlardı…
Ne kadar
suçlu yakını varsa üstüne saldırdılar, makinemi aldılar…
O günlerin
ünlü avukatı Nizar Savaş inanılmaz bir komutan gibi bağırdı;
-Ne
yapıyorsunuz? Bırakın Gazeteciyi… Hemen makinesini verin…
Galiba suçlu
taraftarları galiba az önce cezayı veren hâkim Ali Kilisli olduğunu sanmış
olmalılar ki;
Hemen
üzerinden çekildiler, makinemi de verip terk ettiler…
Hem Hürriyet,
hem de milliyet gazetelerinde çalıştığım yıllarda adliye muhabirliğini zevkle
yaptım…
Avukatlar en
büyük yardımcılarımızdı her türlü bilgileri bize duruşma önceleri ve sonrası da
en detaylı şekilde verirlerdi…
Adliye
muhteşem bir sahneydi…
Oradaki
aktörler halkla iletişim halinde olan avukatlardı…
Onları daha
yakından tanıyabilmek için yaklaşık 40 avukatın bürolarına gidip unutamadıkları
anılarını teybime kayıt edip o dönemde Ekspres Gazetesinde yayınlamıştım…
Önce hâkim
olarak Diyarbakır da görevde başlayan, emekli olunca da avukatlığa geçen bir
ağabey şöyle dedi;
-Bir gün kent
sokaklarında dolaşırken, boyunun yarısı kadar kocaman bir palayla dolaşan
vatandaşı ilk defa gördüm… Belli ki o palayla hemen suç işleyebilir diye
düşündüm…
Hemen karşıma
getirdiler adamı tutukladım;
Daha sonraki
günlerde Diyarbakır karpuzunu bu palayla kestiklerini anladım…
Yani yasal
olarak taşınabileceğini öğrenince adamı tahliye etmiştim…
Avukatların
en güçlüsü de Saim İnan dı, bir dönem İl Milli Eğitim Müdürlüğü de yapmış bilge
bir insandı…
Muhteşem
hatipti, her avukatın savunmasını hâkim sonuna kadar dinlemezdi…
Sami Amca
konuşmaya başlayınca ister 15- ister 20 dakika olsun hâkim sonuna kadar sözünü
kesmeden dinlerdi…
Yaşı ileri
olduğu için duruşma salonunda savunma sırası gelinceye kadar bazen hafifçe
uyurdu…
Bende onun bu
halinin fotoğrafını çekmiştim; “ADLİYE VE İNSAN” sergimde en çok ilgi çeken
çalışmam olmuştu…
Bu arada;
Karakollarda
işlemleri yapılan suçluların adliyede getirildikleri ilk bölüm SUÇUSTÜ
SAVCILIĞIDIR…
Olay o gün,
ya da bir önceki olmuştur, yenidir,
tazedir, kavga eden taraflar tutuklama kararı çıkınca hemen orada birbirlerine
saldırırlar…
Kimseye
olmasa fotoğraf çeken gazeteciler saldırır…
Suçlular
tutuklanmak üzere adliyenin tatile girdiği, ortalığın sakin olduğu zamanlarda
SUÇÜSTÜ SAVCILIĞINA getirilirler…
Yine böyle
bir gün, taraflar birbirlerine girdiler…
Ama
fotoğraflarının çekilmesini istemiyorlardı, flaşlar patlayınca bu kez gözlerine
kestikleri gazeteci bir arkadaşa saldırdılar…
Sayıları o
kadar çoktu ki, gazeteci kendini savunamayacak durumdaydı, polislerin de gözü
önünde resmen dayak yiyordu…
Diğer
gazeteci arkadaşların hepsi çantalarını yere bırakıp, kollarını sıvayıp
arkadaşımıza saldıranlara saldırmaya başladılar…
Ortalık tam
Yeşilçam filmlerde görülen sahneye dönmüştü…
Sadece ben
çantamı yere koymadan o kavgayı fotoğraflamayı sürdürüyordum…
Polisler
müdahale etti, ortalık sakinleşince gazeteci arkadaşlarım bu kez bana sitem
etmeye başladılar;
-Biz hepimiz
kavgaya girdik, Abdulkadir sen neden girmedin?
-Yahu
arkadaşlar bizim görevimiz olayları fotoğraflayıp gazetede haber hazırlamak
değil mi?
Burada 10
gazeteci arkadaşımızın suçlu yakınlarıyla kavga etmesi bana göre en güzel bir
haberdir…
Benimde o
kavgaya girmekten daha da önemli görevim ise olayı fotoğraflamaktı…
Biraz sitem
ettiler, ama sonunda benim yaptığımın gerçek bir gazetecilik davranışı olduğuna
karar verdiler…
Aradan zaman
geçince her şey yoluna girdi…
Hazırladığım
haberim ve çektiğim kareler ertesi gün çalıştığım gazete sayfalarında yer aldı…
Gazeteciliğe
ölçü olarak gösterilen şöyle bir ola geçen yıllarda Japonya televizyonunda
gerçekleşmişti…
Stüdyoda
konuk olan kişiye dışarıdan gelen 2-3 kişi saldırmaya başlıyor…
Canlı yayında
konuğu iyice bir dövüyorlar, adamın her tarafı kırık, kanlar içinde…
Ama kameraman
kılını kıpırdatmadan yayınını sürdürüyor…
Olay
mahkemeye intikal ediyor, konuk TV’ deki canlı yayın kameramanı müdahale
etmeği, kendini kurtarmaya çalışmadığı için davacı oluyor…
Mahkemenin
verdiği karar aynen şöyle; kameramanın görevi olayı yansıtmaktır; suçlu
değildir…
O yıllarda bu
mahkeme kararı gazeteciler arasında bazı olaylarda emsal olarak gösteriliyordu…
…
GENEL MÜDÜRÜN
RİCASI…
“ABDULKADİR
SEN BİZİM YAVRUMUZSUN
YUVANA DÖN”
O yıllarda
Hürriyet Haber Ajansı Genel Müdür olan Hasan Yılmaer benimle görüşmek için özel
olarak Adana’ ya iki kez geldi…
Hürriyetin
Ceyhan yolu üzerindeki Matbaasının bahçesinde iki üç kez buluşup uzun süreler
görüştük;
-Abdulkadir
sen bizim evladımızsın, bizden yetiştin, yavrum yuvana geri dön, diye ısrar
ediyordu…
Ben de
Hürriyetin Adana bürosunda çalışmayacağımı, o kişiyle farklı olduğumuzu
söylüyordum…
Genel Müdür
Hasan Yılmaer,
-Gel seni o
zaman İstanbul Hürriyet’e alalım deyince, bir süre düşündükten sonra kabul
ettim…
Anadolu da
çalışan her muhabirin en büyük hayalidir İstanbul’da çalışmak…
Bab-ı âli de
Hürriyet Gazetesinde göreve başladım…
…
İSTANBUL
BAB-ALİ’DE
ÇALIŞMAYA
BAŞLADIM…
Hürriyet
Haber Ajansı Adana Bürosundan ayrılıp milliyet gazetesinde bir yıla yakın
çalıştım…
Hürriyet
Haber Ajansının o yıllardaki Genel Müdürü Hasan Yılmaer benim için iki kez
Adana ya geldi…
Ceyhan
yolundaki Hürriyet matbaasının bahçesinde buluşup konuştuğumuz şekilde
İstanbul’da çalışmaya karar verdim…
Artık en
büyük idealime kavuşarak Hürriyet muhabiri olmuştum…
Çünkü
Hürriyet Haber Ajansındaki muhabirler kurumda daima ikinci sınıf gazeteci
sayılıyordu…
Ama
Hürriyetin muhabiri olmak daha yüksek bir kariyeri temsil ediyordu…
Milliyet
Gazetesi Bölge Müdürü Muzaffer Bal, Haber şefi Orhan Apaydın ve diğer
çalışanlar benim için büyük saatteki Gaziantepliler lokantasında veda yemeği de
düzenlediler…
Hürriyet
Adana Matbaa müdürü olan ve burnundan kıl aldırmayan, herkese tepeden bakan
İskender Ayvalık uçak biletimi getirip bana teslim etmişti…
Genel müdür
Hasan Yılmaer’le yaptığımız konuşmaya göre;
İstanbul da
yaşadığım ve Hürriyet Gazetesinde çalıştığım sürece ev kiram verilecek, yemek
paramda ödenecekti…
Her şey
ruhuna uygun şekilde ilerliyordu…
Hürriyetin
üst düzey yöneticilerden Seçkin Türesay müdürle görüştüğümde;
-Efendim, ben
savaş muhabirliği yapmak istiyorum…
Şu anda İran
Irak savaşı var oraya muhabir olarak gidebilir miyim?
Yüzüme bakıp,
gülümseyerek, neden olmasın, demişti…
İstanbul da
Hürriyet matbaa binasının başka bir ek binasında bana kalacak yer temin edildi…
Gazetede
zaten sürekli yemek servisi yapılıyordu…
İlk haber
takibim de İngiltere’nin Londra Belediye Başkanı olmuştu…
Sör unvanlı,
iki avucunun toplamından daha büyük altın yaldızlı olan kocaman bir krallık
madalyasını göğsünde taşıyordu…
Diğer
gazetecilerle birlikte onu izlemeye başladım…
O yıllardaki
İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan “HALİÇİN SUYU GÖZLERİM GİBİ MAVİ
OLACAK” diyordu…
Londra
Belediye Başkanı haliç suyunu temizle çalışmalarını görmeye gelmişti…
Yer
düzeyinden 20 metre aşağıda yapılan kazı çalışmaları ve künklerle kirli su
Marmara Denizine deşarj edilecekti…
Londra
Belediye Başkanı tünele girince 20-30 gazeteci aşağıya onunla inmeden çıkmasını
beklemeye başladı…
Ben başkanla
tünelin sonuna kadar 200 metreden fazla gidip fotoğraflarını çektim…
Ertesi gün
Hürriyetin birinci sayfasında benim imzamla yayınlanmıştı…
Sonra
turistlerle ilgili, çeşitli haberler hazırlamayı devam ettim…
Dikkatimi
çeken, şaşırdığım konu şuydu;
Hürriyetin
Haber Müdürü olan Uğur Cebeci’ her sabah çalışanlarla toplantı yapıyordu…
İlginç yanı
şuydu o öksürdüğünde ya da;
-Öhö,
dediğinde, toplantıdakilerin tamamı Uğur Bey ne güzel öksürdünüz, çok yaşayın…
Başka birisi;
-Kravatınızın
rengi bu güne kadar gördüklerimin en güzel ve en muhteşemi inanın bana,
diyordu...
Başka birisi;
-Bu gün çok
sağlıklı, neşeli görünüyorsunuz, şahanesiniz, diyordu…
-Sizin gibi
bir müdürle çalışmak benim için mucize diyenler de vardı…
Yani
yağcılıkların sayısı yoktu; çok ilginç gelmişti, böyle olaylarla karşılaşınca
şaşkınlığım daha da artıyordu…
Bu türlü
yapaylığı, yağcılığı sevmemem yüzünden şaşırıp kalıyordum…
Her şeyi çok
yapay buldum ve üzüldüm..
Anneciğimin
ise her gün daha sık telefonla arıyordu…
-Gel oğlum
Adana ya geri dön… Şurada benim kaç günlük ömrüm kaldı? Diyordu…
Bir sabah
erkenden gazeteye geldim, Uğur Cebeci’ nin masasının üstüne şöyle bir mektup
bıraktım;
-İstanbul’a
iyi bakın… Arada görmeye geleceğim… Saygılar selamlar…
…
ÜLKEME BİR
DOKTOR KAZANDIRDIM…
Milliyet
Gazetesi Adana Bürosunda başarıyla çalıştığım yıllarda, şefim Orhan Apaydın bir
adamla, yanındaki delikanlıyı haberlerini hazırlamam için yanıma gönderdi…
Adam
öğretmenmiş, isminin de Mustafa Toprak olduğunu öğrendim…
(Hala da
arada telefonla görüşürüz… Tıp Fakültesindeki öğrenci ise Hüseyin Avan’dı)
Kadirlinin
bir köyündeki ilkokul müdürü olduğunu söyleyip kendini tanıttı…
Yanındaki
kişinin de, Diyarbakır Tıp Fakültesi ikinci sınıfında okuyan öğrencisi olduğunu
söyledi ve ekledi;
-Abdulkadir
Bey bu öğrencimin babası çok fakir…
Her ay bir
keçisini satıp tıp fakültesinde okuyan oğluna parasını gönderiyordu…
Artık
satacağı keçisi kalmadı…
Tıp Fakültesi
2.sınıf öğrencisini okuldan almak zorunda; haberimizi hazırlayarak yardım edin,
dedi…
-Hocam olur
mu öyle şey, haberini hazırlamak önemli değil dedim…
Tıp Fakültesi
ikinci sınıfındaki bir öğrenci okuldan alınır mı?
Ben bu işi
haberi hazırlamadan da çözeceğim diye hemen telefona sarıldım…
O yıllarda
çok samimi görüştüğüm, Adana Büyükşehir Belediyesi Teftiş Kurulu Başkanı M.Ali
Dağtaş’ı arayıp durumu acil şekilde anlattım…
O da bu
durumun kabul edilemeyeceğini, öğrencinin mutlaka okula devam etmesi
gerektiğini söyledi…
Hemen yanına
gelmemizi söyledi…
Okul müdürü,
öğrenciyle birlikte üçümüz yanına koşarak gittik…
O da ünlü bir
iş adamını arayıp, bizimle buluşturmak için yanına çağırmış…
Çok güzel bir
buluşma oldu, iş adamı tıp fakültesi 2.sınıf öğrencisine şöyle dedi;
-Oğlum, sen
gönül rahatlığıyla okuluna git, yeme, içme, kitapların vs, ne varsa, doktor
oluncaya kadar tüm masraflarını ben üsleniyorum, dedi…
Hepimiz derin
bir nefes aldık çok mutlu olduk, şahane bir iş başarmıştık… Memlekete bir
doktor armağan ediyorduk…
Çocuk tıp
fakültesine devam etti, doktor oldu, ülkemizin çeşitli yerlerinde görev yaptı…
Şu anda
emekli bile oldu;
Ama ülkemize
doktor kazandırmış olmanın büyük mutluğunda payımın olmasının güzelliğini hala
yaşıyorum…
…
EFSANE
GAZETECİ EROL ERK’Lİ YILLARIM…
EFSANE
GAZETECİ
EROL ERK’Lİ
YILLARIM…
Adananın bir
dönem en gözü kara, en radikal, gözünü daldan budaktan esirgemeyen, en cesur,
bazılarına göre de efsane gazetecisi Erol Erk’ ti…
Derin devlet
kurumları başta olmak üzere, eğlence dünyası ve yer altı babalarıyla sürekli
iletişim halindeydi…
Çok güçlü bir
istihbarat kaynağına sahipti…
Elinden uçan
ve kaçan kurtulmazdı denir ya işte öyle birisiydi…
Tüm
politikacıların çekindiği, önünde saygıyla ceket iliklediği EROL ERK Yeni güney
Haber isimli bir gazete çıkarmaya hazırlanıyordu…
Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyetinden yayın yapan BAYRAK RADYOSU ’nda gün boyu ve reklamı
aralıksız sürüyordu…
İş adamları,
politikacılar başta olmak üzere, herkes Erol Erk’ ten çekindiği için elleri
yüreklerinde, diken üstünde birazda korkuyla bekliyordu…
Bende o
sıralar işsizdim…
Beni bulunca
şöyle dedi;
-Abdulkadir’ciğim,
seni fotoğraflarına haberlerine vurgunum, gel yeni gazetemde birlikte
çalışalım, dedi…
-Tamam,
maaşım ne kadar olacak diye sordum,
-İstanbul’da
sana kaç lira veriyorlarsa aynısını burada ben vereceğim söz, dedi…
Söz verdiği
maaşımı sadece bir defa o da tuvalette diğer çalışanlardan gizli olarak verdi…
5 yıllık
çalışmamızda maaş yarım, üçte bir oranında, bazen hiç vermedi…
Bana kariyer
sağlayacağını söyleyerek gazetede sorumlu yazı işleri müdürü yaptı…
Her gün
attığı iftira, hakaret dolu başlıklarla sorumlu yazı işleri müdürü olduğum için
27 davadan 10 yıl boyunca yargılandım…
Bu anılarımı
yazdığım 2021 yılında, yani bu günkü paralarla toplam 500 milyar liralık
tazminat, 500 yıla kadar hapis cezasıyla yargılandım…
10 yıllık
dava sürecinde hayattan korktum; cebimde 10 lira yok, bir firma 500 milyon
liralık dava açmış…
Evlenmememin
temel nedenlerinden biride itiraf ediyorum budur…
Elin kızını
dul, çocuklarımı neden öksüz-yetim bırakayım ki diye kendimle hesaplaştım…
Evlilikten o
yıllarda vazgeçmiştim…
Erol Erk
zaten yokları oynuyordu, hüküm giysem benim de ödemem mümkün değildi…
Kozan
Yolundaki eski cezaevi civarından geçerken korkuyordum…
Hayatım
burada sona erecek, artık benim için yarın yok, önümü göremiyorum diye
düşünüyordum…
10 yıl süren
davalarda güçlü avukatlarımız, gazetecilerin hayatını ve durumunu bilen
Cumhuriyet Savcıları ve bilge hâkimler sayesinde hepsinden beraat ettim…
Ama hayatımda
silinmez izler, silinmek endişeler ve korkular bırakmıştı…
Gazeteden
ayrılırken de altı aylık maaşımı, 5 yıllık vergi iadem, tazminatımı da ödemedi…
Basın İlan
Kurumu Müdürü Neşet Beye durumu ilettiğimde;
-Merak etme
Abdulkadir ben buradaki ilan parasından keser sana veririm, dedi…
Ama akşam eve
gittiğimde, birlikte çalıştığı bazı çakallarıyla telefonla beni ev telefonumla
24 saat sürekli tehdit ettirdi…
Paramı da
asla ödemedi ve sonunda da görme yeteneğini yitirdi…
…
ADANA BAB-I
ÂLİSİ VE EROL ERK’İN CENAZE TÖRENİ…
Mesleğe
başladığım ilk yıllarda bu işi hakkıyla yapan büyüklerimizden biri şöyle
demişti;
“EVLADIM
GAZETECİ İNSAN ARŞİVCİDİR”
Bu sözün ne
kadar değerli, önemli, gerçek olduğunu yaptığım her haberde, çektiğim her
fotoğrafta somut biçimde görmüştüm…
Bir gün önce
konuşup, fotoğrafını çektiğim, haberini yaptığım kişi ertesi gün şak diye
ölmüştü…
Ama bende
fotoğrafları vardı, ya da gazetede yazdığım haberleri o kişiyi anlatıyordu…
Ya da geçen
yıl olan trafik kazasındaki fotoğraflarını isteyen şefime çıkartıp hemen
veriyordum…
Ya da
tutuksuz yargılanırken beraat edeceğini düşündüğü sırada duruşmada fotoğrafını
çektiğim sanık ertesi duruşmada gün yüzü görmemek üzere ömür boyu hapse mahkûm
ediliyordu…
Ama “ÂLİM
UNUTUR KALEM UNUTMAZ” sözü de burada bir kez daha gerçekleşiyordu…
Arşive dönüp
o konu ve kişilerle ilgili bilgeler bana geçmişi ve olayları hatırlatıyordu…
Birde
gazetecilikte örnek gösterilen büyüklerimiz gün gelip hayata veda ediyorlardı…
Çukurova
Gazeteciler Cemiyetinin Atatürk Caddesindeki binasının önünde tüm
meslektaşlarımız sonsuzluğa uğurluyorduk…
Yani hayat
isimli bu sahnede her insan bir varmış, bir yokmuş oluyordu…
Oysa bu
kişiler, toplumun önünde olan, olayları gözleyen yaşadığı kente ve ülkeye
tanıklık eden, çağına şekil veren akıllı insanlardı…
Hayatı ve
olayları gözledikçe hem fotoğraf arşivi yapmaya, hem de çağımdaki tekniği
kullanarak seslerini kayıt etmeye karar verdim…
İşte “ ADANA
BAB-I ÂLİSİ” söyleşi fikrim böylece ortaya çıkmıştı…
Bizden önceki
meslek büyüklerimizle sohbet ediyor, yaşadıkları ama unutamadıkları anılarını
anlatmalarını teybime istiyordum, sonra da fotoğraflarını çekiyordum…
Bu
programımda 30’a yakın meslek büyüğümle konuştum, söyleşilerim o yıllarda
çalıştığım EKSPRES gazetesinde günlük olarak yayınlandı…
(O yıllarda
halen hayatta olan İstanbul da yaşayan Taha Toros ve Adana da yıllarca Milliyet
Gazetesi temsilciliği yapan Alâeddin Kutlu’ya telefonla ulaştım ama söyleşiyi
kabul etmediler…)
Ama Adana
medyasının en cesur, en gözü kara, tuttuğunu kopartan, hiçbir şeyden korkmayan,
“EFSANE GAZETECİ” diye anılan Erol Erk’i en sona bırakmıştım…
O yıllarda
sağlıklı ve mutu biçimde evinde yaşıyordu…
Telefonla
görüştük, söyleşimi kabul etti; iki kez teybimi ve fotoğraf makinemi olarak
evinde söyleşi yaptık…
Bir gün
gittiğimde güler yüzle, kibarca, gayet nazik şekilde;
-ABDULKADİRCİĞİM,
SÖYLEŞİYİ BURADA KESELİM, BEN İLERİDE ANILARIM KENDİM YAZACAĞIM, deyince saygı
duydum vazgeçmiştim…
Ama ilk iki
saatlik konuşmasını kayıtlarını da silmemiştim…
Aradan çok
uzun olmayan birkaç ay geçmişti ki, Erol Erk görme yeteneğini yitirmiş,
Ortadoğu Hastanesinde tedavi ediliyordu… Küçük kardeşi Erhan Erk aradı;
-Ağabeyim
morali çok bozuk…
Doktor bir
şeylerle uğraşması lazım, yoksa daha da kötü olur dedi…
Mümkünse o
söyleşiye devam edebilir misin? Kendide istiyor, deyince…
-Memnuniyetle
ağabey, dedim ve kaldığımız yerden ses kaydını yapmayı sürdürdüm…
Beyazevler
Semtindeki evine aralıksız olarak 20 defa gittim, teybimi açıp anılarını
anlatmaya devam etti…
Çünkü Adana
da Erol Erk’i söyleşime ilave etmeseydim, bu söyleşi serim, tarihi çalışmam
eksik kalırdı…
Sonunda
çalıştığım gazetelerde yayınlandı…
Birlikte
çalıştığımız yıllarda 6 aylık maaşım, 5 yıllık vergi iademi ödemeyen Erol
Erk’e, üstelik beni telefonla tehdit bile ettiren kişiye en büyük fedakârlığı
yaptığımı düşünen, meslektaşlarımda;
-ABİ SEN
GÖNLÜ NE KADAR GENİŞ VE CÖMERT BİR İNSANSIN, demiş ve hayret etmişlerdi…
Ölümünden
birkaç gün önce yoğun bakımda kaldığı bu günkü adı ÖZEL ADANA HASTANESİ’ yoğun
bakımında, anılarının kitap olmasını sağlayan, Sarıçam Belediye Başkanı Sayın
Bilal Uludağ ile birlikte kendisine ulaştırdım…
Zaten birkaç
gün sonra da hayata veda etmişti;
İstanbul da
yaşayan ve Çukurova Gazeteciler Cemiyeti önündeki cenaze törenine katılan oğlu
Gürsel Erk, törenin ortasında herkesin gözü önünde gelip, beni alnımdan öperek
babasının hayatını kitaplaştırdığım için bana teşekkür etmişti…
Bu da sahnede
Adana medya tarihindeki ilk ve en somut olaydı…
(20 saati
aşkın ses kayıtları da arşivimi bağışladığım Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve
Teknoloji Üniversitesindedir)
“SEN GÖNLÜ NE
KADAR BOL İNSANSIN”
Erol Erk
görme yeteneğini tamamen yitirince moral falan kalmamıştı elbette…
Kardeşi Erhan
Erk beni aradı;
-Ağabey yarım
kalan anılarını sana anlatmak istiyor…
Doktor da bir
şeylerle ilgilenmesi lazım yoksa sağılığını tamamen yitirir demişti…
Eşi 18 yıl
bebekler gibi baktı…
O dönemde, ez
az 20 defa evine gittim…
Anılarını
anlattı teybime kayıt ettim, sonra oturup daktilo ettim…
(Burada bir
gerçeği de anlatmam gerekiyor… Eşi ve çocukları saatler süren söyleşilerimiz
sırasında bir bardak çay ya da kahve ikram etmemişlerdi…
Üzüldüm mü?
Hayır… Ben gazeteci olarak sesleri kayıt edip söyleşimi gerçekleştirmiştim)
“TEK KİŞİLİK
GAZETECİLİK OKULU EROL ERK” isimli kitabını, Sarıçam belediyesinin katkısıyla
yayınlamayı başardım…
Ölümünden
dört beş gün önce de kitabını Adana Özel Hastanesindeki Yoğun Bakım odasına
başkanla birlikte götürüp armağan ettim…
Çok mutlu
olduğunu, son konuşması oldu ve şöyle dedi;
-Abdulkadir
en vefalı gazeteci sensin… Teşekkür ederim…
Zaten kısa
süre sonra da hayata veda etti zaten…
Erol Erk’le
olan durumumu bilen gazeteci arkadaşlarım;
“ABDULKADİR
SEN GÖNLÜ NE KADAR ZENGİN BİR İNSANSIN” diye onun yaptıklarına karşı benim
erdemli davranışlarımı takdir etmişlerdi…
Medya
mesleğim sırasında en yakınında bulunup, izlediğim, her şeyiyle paraya odaklı
yaşayan ilginç bir kişilikti…
Hatta benim
Erol Erk’le çalışacağımı duyanlar;
-Sakın
çalışma lekelenirsin diye defalarca uyarıda bulundular…
Ben kendime
güvendiğimi, hiçbir kişi ya da kurumun beni lekeleyemeyeceğine inandığımı
defalarca söyledim…
Sorumlu Yazı
İşleri Müdürü olarak yıllarca yargılandım, çok büyük acılar çektim ama asla
lekelenmedim…
Ömrünü bu
mesleğe adamış medya mensupları arasında belki de adı tehdit, şantaj, üçkâğıt
gibi olumsuzluklara karışmadan yaşayan iki kişiden biriyim…
Olayın başka
bir boyutuna gelince; yaşadığım bu haksızlıklar, bencillikler, insanların
kişisel hırsları ve hakkımın yenilmesi karşısında kendime şöyle bir söz
vermiştim;
-Gazetecilik
mesleğime aşığım, hiçbir engel, entrika, hakkımın ödenmemesi gibi ilkel,
kasıtlı, bilinçli davranışlar beni bir saniye bile yıldırmayacak ve de
yıldıramayacak… Çocukluğumdan beri hayalini kurup, başarıyla sürdürdüğüm
görevimi gittiği son noktaya kadar taşıyacağım; her meslektaşım için onur
belgesi olan sürekli kartı mutlaka alıp ömür boyu taşıyacağım… Bu inançla medya
mensubu olarak yoluma aralıksız devam ettim… Her şeye rağmen bu günlere kadar
getirmeyi başardım… Yaşadığım sürece de okumaya, düşünmeye, yorumlayıp yazmaya
devam edeceğim…
…
HEP ÖZGÜRLÜĞÜ
SEÇTİM…
TRT ŞANSIMI
BİLEREK-İSTEYEREK
KULLANMADIM…
TRT Çukurova
Radyosunun stüdyoları Mersin de; Haber Merkezinin ise Adana’dadır…
1989 yıllarda
bir ara işsiz kaldım;
Ama Hürriyet,
Milliyet gazetelerdeki başarılarım herkesçe yakından izlenip biliniyordu…
TRT Haber
Merkezi Bölge müdürü Gürses Vargül bir gün beni telefonla aradı;
-Abdulkadir
yarın Adana ya TRT genel müdür yardımcısı geliyor…
Seni onunla
tanıştıracağım…
İstisna
sözleşme ile seni TRT ye aldıracağım, dedi…
Teşekkür
ettim, düşüneceğimi söyledim…
Aynı günün
gecesinde de BÖLGE GAZETESİ ’ni kurmaya hazırlanan Tahsin ağabeyimin de okul
arkadaşı olan Nevzat Uçak aradı;
-Abdulkadir
yeni bir gazete kuruyorum…
Sen ilk
sıradasın, yarın gel işe başla, bekliyorum, dedi…
Hepten
şaşırdım kaldım; başarılı olunca bu türlü teklifler sıkça insanı buluyor…
Ayrıca hep
böyle olur, bazen işsizlikle bunalır insan, bazen de birkaç teklif birden
gelir…
Gece boyunca
düşündüm, ertesi sabah oldu, ben BÖLGE GAZETESİ ni tercih ettim…
DEVLET
MEMURLARI YARATICI OLAMAZ… ŞÖYLE YA DA BÖYLE YASALAR ONLARI BAĞLAR…
Bu sözü
bildiğim için, özgür ve yaratıcı gazeteciliği tercih ettim…
Hayatımın
muhasebesini yapınca şunu söyleyebilirim;
Bu güne kadar
yapabildiğim ya da yapamadığım hiçbir şeyden asla ve kata pişmanlık duymuyorum…
Özgürlüğün
bedeli olabilir mi?
Çok para
kazanıp az özgürlük yerine, gerektiğinde aç yaşayarak tam özgürlükle yaratıcı
düşünceli yaşayarak eserler vermeyi seçtim…
…
ŞAKİRPAŞA
HAVAALANININ GÜVENLİĞİNİ TEST ETMEK İÇİN SİLAH SOKTUM…
1989 yılında
Nevzat Uçak BÖLGE isimli bir gazete kurmuştu; ilk elemanı da bendim…
Daha önce
Hürriyet, Milliyet, İstanbul Hürriyet gibi gazetelerde çok başarılı ve güzel
işler yaptığım için benimle çalışmayı istemişti…
Öyle ilginç
bir olay yaşamıştım ki bu gün bile hala hayret ederim…
Birkaç ay
işsiz kaldıktan sonra, TRT Çukurova Bölge Haber Müdürü Gürses Vargül beni
makamına çağırmıştı…
-Abdulkadir
birkaç gün sonra TRT Genel Müdür Yardımcısı Adana ya gelecek…
Seni onunla
tanıştıracağım…
İstisna
sözleşmeli olarak buraya TRT’ ye alacağım, demişti…
Ben o anda
net yanıt vermemiştim, verememiştim…
Aynı günün
akşamı evimin telefon çaldı, bu kez Nevzat Uçak arıyordu;
-Abdulkadir,
BÖLGE isimli bir gazete kurdum, birkaç gün sonra yayına başlıyorum birlikte
çalışacağız; ilk elemanım da sensin, demişti…
İki arada,
bir derede kalmıştım, aylarca işsizdim, aynı günde iki ayrı yerden iş teklifi
gelince çok şaşırmıştım…
Tabi Devlet
memurluğunun sınırlayıcı özelliğini çok yakından bildiğim için BÖLGE
gazetesini, özel sektörde çalışmayı seçmiştim…
O yıllarda ne
özel radyolar, ne de özel televizyonlar henüz yoktu… Gazete o yıllarda çok
güzel reklam geliri elde ediyordu…
Muhteşem
haberler, dizi söyleşiler hazırlıyordum…
Bir süre
sonra Savaş Kara isimli bir genç arkadaşım, İskenderun’dan gazeteci olmak için
gelmişti… Benimle çalışması önerildi kabul ettim…
Savaş Kara,
ufak tefek, cin gibi, gazeteciliğin her numarasını öğrenmek için programlanmış,
yanıp tutuşan çok istekli bir kişiydi…
Onunla neler
yapabileceğimi hesapladım, iki projeyi devreye sokmaya karar verdim…
1-ŞAKİRPAŞA
HAVAALANININ GÜVENLİĞİNİ test etmek için, yolcuların girdiği salona tabanca
sokmaktı…
2-ULUCAMİ de
Cuma günü eski elbiseler giydirip, yüzünü boyayıp, dilendirmek, kaç lira
topladığını öğrenmekti…
İki
operasyonda da Savaş Kara muhteşem oynadı…
Öncelikle
çarşıdan gerçek görünümlü olan plastik bir tabanca satın aldık…
Şakirpaşa
Havalanın da o yıllarda girişteki X-RAY cihazlarının kullanıldığı dijital
sistem henüz yoktu…
Polisler elle
arama yapıp, içeri alıyorlardı… Savaş çok rahat biçimde tabancayı koynuna
soktu, içeri birlikte girdik…
Bekleme
salonunda Savaş’ın silahını gösterirken fotoğraflarını çektim…
İçeride 15-20
dakikalık bir tur attıktan sonra tekrar aynı yöntemle çıktık, ama kimse bir şey
sormadı, yoklamadı, ertesi gün BÖLGE GAZTESİNDE manşet olmuştuk…
Amacım
oradaki güvenliği test etmekti…
Yaptığımız bu
operasyonla güvenliğin yetersiz olduğunu kanıtlamıştım…
Oradaki Baş
komiser ertesi sabah hemen görevden alınmıştı… Savunmasında da;
-Ben
Abdulkadir Kaçar’ı tanıdığım için aramadım gibi basit bir ifade vermişti…
Tabi böyle
bir savunma da kimseyi tatmin etmemişti, üstelik tanıdığının silah
sokmayacağını nereden bilecekti ki?
Diğer tüm
yolcular gibi tanıdığı olsa bile beni de mutlaka araması gerekirdi…
Kaldı ki,
beni aramadığı gibi üzerinde plastik tabancayla girdiğim arkadaşımı da
aramamıştı…
Yani Baş
Komiser görevini yapmamıştı…
O nedenle
amirlerince görevinden alınmıştı…
Haberimiz
BÖLGE gazetesinde yayınlandıktan sonra hava alanına giriş çıkışlar inanılmaz
şekilde sıkılaştırıldı…
Zaten bu gün
X-RAY cihazından toplu iğne bile içeriye alınmıyor…
Devlet Hava
Meydanları daha ciddi ve dünyaya örnek olacak bir güvenlik sistemine sahiptir…
…
ULUCAMİDEN
BÜYÜK
PARA
DİLENDİK…
Genç gazeteci
aday adayı olan, İskenderunlu Savaş Kara bir an önce mesleğin tüm numaralarını,
sırlarını öğrenmek istiyordu…
Benim
yönlendirmememle de rolünü sıfır hata, yüzde yüz başarılı biçimde oynamaktan
kıvanç duyuyordu…
Elde
edebileceği bilgilerle en kısa zamanda İskenderun’a geri dönecek, iyi ve
emsallerinden çok üstün gazeteci olacaktı…
Bunu hayal
etmiş olmalı ki, söylediğim her şeyi noktası virgülüne kadar yapıyordu…
Bir Cuma
günü, eski kıyafetler bulduk, bazı bölümlerini yırttık, yüzüne kundura boyası
falan sürdük, biraz da eğilip, bükülerek Ulu camiden çıkan cemaate avucunu
açıp;
-ALLAH RIZASI
YARDIM EDİN…
-AÇIM
İŞSİZİM, PARAM YOK, diyordu…
Bende bu
olayı çok uzaktan teleobjektifle görüntülüyordum…
İnsanlarımız
ne kadar vicdanlı, inanılmaz hayırsever, muhteşem olduklarını adım adım
izliyordum…
Camiden
çıkanlar Savaş’ın durumuna çok acıdıkları için ona para verme konusunda
neredeyse sıraya bile girmişti…
Yaklaşık 20
dakika gibi bir sürede dilencilik numarasıyla bir işçinin bir günlük yevmiyesi
tutarında para toplamıştı…
Cemaatin
tamamı camiden çıkınca paraları saydık;
Savaş çok
mutluydu, uzaktan çektiğim fotoğrafları da şahaneydi…
Banyo yapıp,
haberini hazırlayıp hemen servise koymuştum…
“VATANDAŞIMIZIN
VİCDANINI TEST ETTİK” diye çok güzel bir haber yine BÖLGE de manşet olmuştu…
Savaşla çok
güzel işlere imza attık…
Daha fazla
projeleri devreye sokacaktım ki, birden İskenderun’a geri dönmeye karar
verdiğini öğrendim çokta üzülmüştü…
Çünkü çok
heyecanlıydı, büyük gazeteci olmayı kafasına koymuştu…
Onun için
Adana ya gelmişti; Savaş Kara’nın sonra Amerika’ya gittiğini öğrendim…
Orada bir
inşaat firmasında kepçe operatörü olarak çalıştığını duydum…
Daha sonra da
bağlantı kuramadım…
Ama Savaş o
işinde de yüzde yüz başarılı olmuştur…
Çok pozitif,
güleç yüzlü, insanlara sevgi ve saygıyla yaklaşan bir kişiliği vardı…
Yaptığı işe
gönlünü pozitif düşüncesini koyan, enerjisini cömertçe ve sonuna kadar harcayan
iyi bir insandı…
…
ARTİST RIZA
VE PATRONU AÇ BIRAKTILAR…
ARTİST RIZA
AKIN VE OĞUZ BAYTOK
ÇALIŞANLARINI
AÇ BIRAKTILAR…
Bir dönem
yine işsiz kalmıştım…
Rıza Akın
bunu duymuş, beni telefonla aradı;
-Abdulkadir
nerelerdesin? Neler yapıyorsun? Hemen buraya gel, işe başla, demişti…
O yıllarda
özel televizyonlar, radyolar henüz devreye girmemişti…
Adana nın en
çok okunan, inanılmaz reklam geliri olan Ekspres’te çalışmaya başladım…
Tam bir sayfa
bana aitti; uzun söyleşiler, DELİ YÜCEL BEY’ İN ANILARI, okurlardan gelen
şikâyet mektupları vs…
Gazetenin
yöneticisi bu gün TV dizilerinde oynayan Rıza Akın’dı…
Sahibi de
Rıza Akın’ ın üzerinde inanılmaz etkisi olan Oğuz Baytok’tu…
Ama
çalışanlara maaş falan adı altında hiç bir para vermiyorlar, aç bırakıp
gazeteye giren her parayı Oğuz ve Rıza bey arasında paylaşıyordu…
Reklam müdürü
İbrahim Tavşanoğlu günlük olarak tahsil edilen reklam paralarını herkesin gözü
önünde tomarla getirip, doğruca Rıza Akın’a veriyordu…
Bizlerde
seviniyorduk, tamam, aylardır ödenmeyen maaşlarımız artık ödenecek diye ümit
ediyordu…
Rıza Akın
paraları kendi cebine koyuyor, sonra da Oğuz Baytok’un yanına girip, kapıyı
kapatıp paylaşıyordu…
Çalışanlara
inanılmaz ama 9 ay geriden maaşının yarısını ödüyorlardı…
O yıllarda
yerel gazeteler reklam ve pavyon ilanlarından inanılmaz paralar kazanıyordu…
Ama bu ikili
yaklaşık 30 kişilik çalışanların hakkını, hak ettikleri maaşlarını düzenli
ödemiyorlardı…
Yarısını
verdiklerinde çalışanlar mutlu oluyordu…
Bazen de
sanki kasıtlı olarak acı çektiriyorlardı…
İnsanları aç
bırakıp ve analarından doğduklarına pişman ediyorlardı…
Her şeye
rağmen ben gazetede görevimi sürdürmeye karar verdim…
Ve kendime
şöyle söz verdim;
-Hiçbir güç,
hiçbir haksızlık, ayak oyunları, entrika beni gazetecilik aşkımdan
soğutamayacak, asla başka işlerde çalışmaya yönlendiremeyecek…
Mesleği
sonuna kadar götürüp, sürekli sarı basın kartımı alacağım…
İnanılmaz
parasal sıkıntılara karşın yıllarca görevimi özveriyle sürdürdüm…
Daha sonraki
yıllarda Ekspres Gazetesi Şahin Esendemir tarafından satın alındı…
Artist Rıza
ve Oğuz Baytok’un personeline layık gördüğü maaşlarının yarısını tam 9 ay
geriden ödedikleri dönem artık sona ermişti…
Şahin
Esendemir gazeteyi alıp, Yeşilevler’deki Günaydın matbaasına taşıdı…
Önce maaşları
ödenmeyen çalışanlarla toplantı yaptı…
-Kimin ne
kadar alacağı var, diye sordu…
Benim 9 ay
geriden gelen maaşımı hesaplayıp, anında çek yazıp gidip almamı sağladı…
O nedenle
kendini her gördüğümde teşekkür ettim…
O parayla
gidip kendime ilk defa daktilo aldım…
Buradan medya
sektörü başta olmak üzere, hangi işi yapacak olurlarsa olsunlar;
Ekonomik
güçleri varsa girişimde bulunsunlar…
Çalışanların
hakkı olan maaşlarını 9 ay geride ödeyeceklerse, ya da kurumun gelirlerini
cebine atıp çalışanları mağdur etmesinler…
Çalışanlarının
eşinden ayrılmasına, çocuklarına mahcup olmasına neden olacaklarsa bu işe
soyunmasınlar…
Soyunanların
da geride iyi bir isim bırakmadıkları, her zaman sitemle, kahırla, hatta
bedduayla anıldıklarını akıllarında çıkartmasınlar…
Çünkü hiçbir
çalışan, sırtından para kazanmalarına karşın hakkını vermeyenleri teşekkürle,
sevgi, saygı, hürmetle anmıyor…
Yaşattıklarını
da mutlaka yaşadıklarına defalarca tanık oldum…
Olayın başka
bir boyutuna gelince; yaşadığım bu haksızlıklar, bencillikler, insanların
kişisel hırsları ve hakkımın yenilmesi karşısında kendime şöyle bir söz
vermiştim;
-Gazetecilik
mesleğime aşığım, hiçbir engel, entrika, hakkımın ödenmemesi gibi ilkel,
kasıtlı, bilinçli davranışlar beni bir saniye bile yıldırmayacak ve de
yıldıramayacak… Çocukluğumdan beri hayalini kurup, başarıyla sürdürdüğüm
görevimi gittiği son noktaya kadar taşıyacağım; her meslektaşım için onur
belgesi olan sürekli kartı mutlaka alıp ömür boyu taşıyacağım… Bu inançla medya
mensubu olarak yoluma aralıksız devam ettim… Her şeye rağmen bu günlere kadar
getirmeyi başardım… Yaşadığım sürece de okumaya, düşünmeye, yorumlayıp yazmaya
devam edeceğim…
…
ÖZGÜRLÜĞÜM
HİÇ BİR ŞEYE DEĞİŞMEDİM; ÇUKUBİRLİK BASIN
DANIŞMANLIĞINI
RED ETTİM…
Çukurova
Tarım Satış Kooperatifleri Birliğinin en parlak yılları devam ediyordu…
Genel müdür
olarak kurumun başına gelecek olan Mustafa Haşim Boyacı’ya önceden Erol Erk’i
anlatmışlar; o da akıllı insan, böyle tehlikeli bir gazeteciyi yanına çekmeyi
düşünmüş olmalı…
Daha işe
başlamadan Erol Erk’le görüşmek ve onun safında yer almaya karar vermiş…
Erol Erk’le
birlikte bu gün bir kısmı arsa, bir bölümü de AVM olan Denizlideki Çukobirlik
binalarının bulunduğu yere gittik…
Göreve kısa
zaman sonra başlayacak olan genel müdür;
-Bana iyi bir
basın danışmanı lazım…
Siz kimi
önerirsiniz?
-Benim
önereceğim kişi, şu anda burada yanımdaki Abdulkadir Kaçar, dedi…
Genel müdür
gözlerini bana dikti; iyice inceledi…
Uzun uzadıya
vaatlerini sıraladı…
Kurumun
elemanı olursam yıllık şu kadar yağ, şu kadar bez, şu kadar diğer ürünlerden
alacağım anlattı…
Maaşımı
kendimin belirleyebileceğimi söyledi…
Uzun düşündüm
ama “EVET” sözünü söylemedim…
Dönüşte
otomobilimde Erol Erk’te düşüncesini sordum şunları anlattı…
-Abdulkadir’ciğim,
iyi düşün bak orada devlet kurumunda memur olacaksın…
Özgür
gazetecilik yapamazsın…
Sen akıllı ve
önü açık, yarınları aydınlık olan bir gazetecisin
Ama orada hem
devlet memuru damgasını yersin, hem de yaratıcılığın ölür…
Benim görüşüm
senin özgür gazetecilik dalında büyük işlere imza atmandır…
Ama hangi
kararı verirsen baş tacımsın…
Genel müdür
henüz işe başlamadığı için on beş günlük düşünme sürem vardı…
Uzun
hesaplarımın sonunda özgür gazetecilik, yaratıcı düşüncede eserler vermeye
yönelik kararlar aldım…
Hiçbir
kararımdan bu güne kadar pişman olmadığım gibi bundan da pişmanlığım olmadı…
Oysa dil
ucuyla basın danışmanlığı teklif edilen bazı kişiler orada yıllarca çalışıp
emekli olmayı başardılar…
Ama
yaratıcılıkları, özgür gazeteciliklerinden eser kalmamıştı…
Erol Erk’in
hayatımdaki tek belki de en doğru tek yönlendirmesiydi bu olay…
…
MAFYA İLE
YAKIN TEMAS…
DÖNEMİN
MAFYASI İNCİBABA
BENİ
KORKUTMAYA ÇALIŞTI…
Hürriyet
Gazetesinde çalışırken şefim Cevat Eren orta masa büyüklüğünde, en az 30 kilo
ağırlığında olan telefoto cihazıyla Kahramanmaraş’a gitmemi söyledi…
-Yer altı
dünyasının babası İNCİBABA ihaleye fesat karıştırma suçundan yakalanmış, dedi…
Kahramanmaraş’a
gidip, oradaki muhabirimiz Şeref Turan ile buluştuk…
Birlikte
Adliyeye gittiğimizde, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Nabi İnciler’in tutuklanıp
cezaevine konulduğunu söyledi…
O yıllarda
Hürriyet deyince tüm kapılar açılıyordu, savcı bey beni hapishanenin
fotoğrafçısı olarak içeriye girip, İncibaba’nın fotoğrafını çekme formülü
üretti…
Hemen
uyguladık, içeri girdim, avluya çıkarttılar kafasını ilk defa peruksuz gördüm…
Çünkü sürekli
peruk takıyordu…
Kafası iki
taraftan basık, yukarıya doğru 5-6 santim yükselmişti…
Fotoğraf
çekmek için makineyle uğraşırken, bana ters baktı;
-Tanıdım
seni, dışarı çıkınca görüşeceğiz diye parmak salladı…
Fotoğrafları
basıp İstanbul’a başarılı şekilde geçtim…
Ama onun
gözümün içine bakarak yaptığı tehdidi birazcık rahatsız etmişti…
Hürriyet
gazetesinin birinci sayfasında İncibabanın fotoğrafı benim imzamla
yayınlanmıştı…
Aradan4-5yıl
geçti, Erol Erk’ in Yeni Güney Haberinde sorumlu yazı işleri müdürüydüm…
Beni acil
olarak odasına çağırdı;
-Abdulkadir
hemen arabanı hazırla Mersin’e gideceğiz birlikte, dedi…
Yola çıktık,
benzin falan aldık, ilerlerken;
-Sen Babayı
gördün mü, dedi…
-Hangi baba
dedim?
-İncibabayı…
Sesimi
çıkartmadım, Mersinde yine ihaleye fesat karıştırmış…
Başkan Okan
Merzeci ile arasını Erol Erk’in bulmasını istemiş…
O nedenle
Mersine gittik…
Mersin
Otelinin önünde durdum, otomobilin her iki tarafında 5’er kişi oluştu…
Kapılarımızı
açtılar, aracımızı park edeceklerini, bizim otele girmemizi istediler;
Ama ben
çekiniyordum…
Otelin içine
doğru ilerlerken ben Erol Erk’in arkasında biraz da uzaktan yürüyordum…
Neyse otelin
en karanlık köşelerinden birinde Erol Erk’le İncibaba buluştular…
Ben yüzümü
dışarıya dönük oturdum…
Bir saatten
fazla Erol Erk belediye başkanı Okan Merzeci’yle telefonda konuştu…
Orada
beklediğimiz zaman benim için sanki bir yıl gibi uzun geldi…
İncibaba
adamlarına talimat verse;
-Bu gazeteci
benim Kahramanmaraş cezaevinde fotoğrafımı çekmişti…
Dövün, vurun,
öldürün dese orada beni anında linç ederlerdi…
Görüşme
bitti, hızla otelden çıktık, otomobilimizi adamları getirdi, binip Adana ya
döndük…
İncibaba ile
Okan Merzeci Başkanın durumunu sorup öğrenmek bile istemedim…
Erol Erk bana
çok zor bir olay yaşatmıştı…
Zaten Türkiye
deki yer altı dünyasının tüm kabadayılarıyla Erol Erk her zaman iletişim
halindeydi…
Ama benim
yasadışı işlerde hiç yoktum, olmadım, olmam, olmayacağım…
Bana Erol Erk
seni lekeler diyenlerin aksine alnımın akıyla mesleğimi yapmıştım…
Olayın başka
bir boyutuna gelince; yaşadığım bu haksızlıklar, bencillikler, insanların
kişisel hırsları ve hakkımın yenilmesi karşısında kendime şöyle bir söz
vermiştim;
-Gazetecilik
mesleğime aşığım, hiçbir engel, entrika, hakkımın ödenmemesi gibi ilkel,
kasıtlı, bilinçli davranışlar beni bir saniye bile yıldırmayacak ve de
yıldıramayacak… Çocukluğumdan beri hayalini kurup, başarıyla sürdürdüğüm
görevimi gittiği son noktaya kadar taşıyacağım; her meslektaşım için onur
belgesi olan sürekli kartı mutlaka alıp ömür boyu taşıyacağım… Bu inançla medya
mensubu olarak yoluma aralıksız devam ettim… Her şeye rağmen bu günlere kadar
getirmeyi başardım… Yaşadığım sürece de okumaya, düşünmeye, yorumlayıp yazmaya
devam edeceğim…
…
…
GAZETECİLİKTEN
TELEVİZYONCULUĞA İLK BEN GEÇTİM…
ADANA NIN İLK
ÖZEL ART
TELEVİZYONU
HAYATIMI KURTARDI…
Başarıyla
sürdürdüğüm gazetecilikte devam hızla ediyordum; ekonomik olarak çalışanları
süründürüyorlardı…
Özellikle
Oğuz Baytok ve Artist Rıza’ nın yönettikleri dönemde Ekspres Gazetesinde
yıllarca 9 ay geride maaş aldığım dönemleri unutamam…
1990’ lı
yıllar ülkemizin özel radyo ve televizyonlarla tanıştığı dönemdi…
Adana da ilk
özel televizyon olan ART(Adana Radyo Televizyonu)nu kuran, iş adamı, politikacı
Mustafa Göçer ağabey ile yıllardır tanışıyorduk…
Bir gün beni
işyerine davet etti;
-Abdulkadir
ben televizyonu kurdum ama bu işi bilen yok…
Sen benim en
yakından tanıdığım başarılı bir gazetecisin…
Gel
televizyonun başına geç, kaç lira istiyorsan vereyim, dedi…
Güvendiğim,
akıllı, saygılı, dürüst bir insan olduğu için hemen kabul ettim…
Zaten o
yıllarda çalıştığım Toros Gazetesi de maaş ödeyemiyordu…
Benim için
tam bir kurtuluş kapısı olmuştu…
5 yıl
aralıksız haber müdürlüğü, yayın yönetmenliği yaptım…
Televizyondaki
her türlü tüm yetki bendeydi, program akışını her gün ben belirliyordum…
Haberleri ben
hazırlıyor spikerleri yönlendiriyordum…
Adana ya
siyasi liderler gelmeden önce il başkanları bizi ziyaret ediyorlardı…
Liderlerinin
konuk almamızı istiyorlardı…
O liderler
arasında Merhum Alpaslan Türkeş, Necmettin Erbakan, Murat Karayalçın başta
olmak üzere hemen tüm liderlerle saatler süren canlı yayınlar yaptım…
…
NECMETTİN
ERBAKAN
“KOZAN
ASILLIYIM” DEDİ…
Liderler
Adana mitinge ya da parti toplantısına gelmeden önce parti il başkaları ART
Televizyonundan randevu isterlerdi…
Televizyon
özel olduğu için, her şey patronun isteğine bağlı ve iki dudağının arasındaydı…
Hele de bir
parti liderini yeni kurulan televizyonda konuk etmek, o kuruluş için en büyük
onurdu…
Bir günde
yine politikacılar ziyaretimize gelmişti;
-NECMETTİN
ERBAKAN hocamız geliyor, hangi saat uygun olursa canlı yayına alırsanız mutlu
oluruz, derlerdi…
Adana’ya
gelmeden önce Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a da yayın saati ayarlanmıştı…
Daha önceki
yıllarda Sayın Erbakan hocayı Beyaz Saray Tesislerinde parti il yönetimiyle
yaptığı toplantıdaki 3 saatlik bir konuşmasında dinlemiştim…
Amerikan
Dolarını eline alıp, bu paradaki simgelerin neler anlattığını sahnede uzun süre
ifade etmişti…
Orada hocaya
hayranlığım daha da çok artmıştı…
Liderlere
yakınında bulunmak, özel sohbetlerini dinleyebilmek, her insan, özellikle de
biz gazeteciler için daima bulunmaz muhteşem bir fırsattır…
Adana’ nın
ilk özel televizyonunda haber müdürü olarak bu şansı bir kez yakalamıştım…
Hocayı
televizyonlarda her gün görüyordum…
Ama kanlı
canlı yanında oturup 2 saat boyunca sorular sorup canlı yayın yapmak
muhteşemdi…
Zaten soruya
da fazla ihtiyacı yoktu;
Akıcı, pratik
ve şiirsel Türkçesi zaten eşsizdi…
Muhteşem
beyni ile aralıksız şekilde otomatik olarak memleketin her sorununu diğer parti
liderlerinden farkla anlatıyordu…
Çay molası
için 15 dakikalık ara verildiğinde, hoca yetkili arkadaşa işaret etti;
-O haritayı
buraya getir, dedi…
Önümdeki
masada Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çok farklı bir haritasını açtı…
Her il ve
ilçenin üzerinde çeşitli simgeler yer alıyordu…
Hoca gözümün
içine bakarak özellikle bana izah ediyordu;
-Bakınız,
beyefendi işaretli bu bölgelerin tamamı madenlerle doludur…
Allahın
izniyle iktidara geldiğimizde, altın, gümüş, demir, bor vs madenlerimizi
çıkartacağız…
Böylece
ülkemizi ve halkımızı refaha kavuşturmak ilk işimiz olacaktır…
Program
süremiz sular seller gibi akıp geçmişti;
Hocanın kanlı
canlı, bedeni ve ruhuyla iki saate yakın yanında bulunmak muhteşem bir
deneyimdi…
Memleket
meseleleri konusunda ağzından her zaman olduğu gibi mallar akıyordu, heyecanla,
dikkatle, hayranlıkla dinlemek ayrıcalığına ulaşmaktan çok mutluydum…
Program bitip
vedalaştığımız sırada da son cümle olarak özelde bana şöyle dedi;
-Herkes
farklı bilse de ben Kozan asıllıyım; atalarım Çukurova’ lıdır…
Hoca
vedalaşıp giderken muhteşem bir liderle, onun sözlerle çizdiği güzel
Türkiye’min hayalleriyle baş başa kalmış, günlerce etkisinden kurtulamamıştım…
…
TÜRKEŞ
ÇOCUKSU VE SEMPATİK GÜLÜYORDU…
Adana nın ilk
özel kuruluş olan Art(Adana Radyo ve Televizyonu) televizyonunda unutamadığım
liderlerden birisi de Milliyetçi Hareket partisinin genel başkanı Sayın
Alpaslan Türkeş’ti…
İl
yöneticileri o gelmeden önce bizden randevu almışlardı…
Her zaman
televizyonlardan izlediğim, bazı açık oturumlarda da, çatık kaşlı, ağır
konuşan, tam bir komutan olan Sayın Türkeş’le yayın yapacağım saati heyecanla
bekliyordum…
Randevu saati
geldiğinde, televizyon patronları ve çalışanlar olarak ekibiyle birlikte
stüdyonun kapısında karşıladık…
Ellerini
saygıyla sıktık, ikramlarda bulunduk…
Son derece
kibar, saygılı, tam bir beyefendiydi…
Aynı
özellikleriyle gelip canlı yayın koltuğunda yerini aldı…
Canlı yayını
yine ben yönetiyordum…
Soruları da
sadece ben sordum…
Ülkemizin
sorunlarına bakışını, MHP’ nin çözüm önerilerini yavaş, kibar, bilgece ama
herkesin anlayabileceği bir güzellikte anlatıyordu…
Hayatı
Türkiye’ deki zorlu olaylarla şekillenen, her türlü sorunları başarıyla geçerek
günümüze kadar gelen efsane liderle canlı yayında iki saat gibi sürede yanında
oturmak büyük mutluluktu…
Diğer
televizyon kanalların da olduğu gibi; ekranlara yansıyan görüntüsündeki gibi
ciddi, kararlı, davudi ses tonuyla konuşuyordu…
Bende bu
tarihi olayın içinde bulunmaktan büyük mutluluk duyuyordum…
Her
gazetecinin yaşaması gereken başarı sadece benim elde ettiğim güzel bir
durumdu…
Başka bir
ifadeyle Sayın Türkeş’e yakın olmanın, tanımanın ve elini sıkmanın ayrıcalıklı
gazetecisi olduğum için seviniyordum…
Program arası
verildiğinde, Alpaslan Türkeş gitti, yerine, sempatik şekilde gülümseyen bilge
bir insan geldi…
Aman
Allah’ım, onun gülüşünün bu kadar sempatikti…
Bilgece
gülümsemesiyle insanlara ne kadar da pozitif mesajlar veriyordu…
Onu çok
yakınında bulunup o gülümsemesini izlemekten büyük sevinç duymuştum…
Bu olaydan
şunu anladım;
İnsanların
bir topluma gösterdikleri yüzleri var;
Bir de
çevresinde güvenip iletişim kurdukları insanlara gösterdikleri çok farklı ve
samimimi yüzleri vardı…
Özellikle,
hem Refah Partisi Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Hem de MHP lideri Sayın
Alpaslan Türkeş’le 2 şer saatli televizyon baş başa canlı yayınlar yapan
sorular soran tek gazeteci olarak bu özelliklerini çok yakından gözlemeyi
başarmıştım…
Hayatımı
adadığım bu meslekte ulaştığım güzel noktalardan bazılarıydı…
Her zaman
mesleğimle onur duydum; bin defa dünyaya gelsem aynı medya sektöründe çalışmayı
seçerdim…
…
MİLLETVEKİLİ
TİMURÇİN SAVAŞ’IN
KÜLTÜR
BAKANLIĞINA KATKIM…
O yıllarda
özel televizyonlar muhteşem biçimde izleniyordu…
Her gece
konuklarla canlı yayınlar yapıyordum…
O liderlerden
biri de Sodep Genel Başkanı Murat Karayalçın’ dı…
İki saati
aşan canlı yayında ona şöyle dedim;
-Sayın Genel
Başkanım, Adana DYP ye 10 tane milletvekili verdi…
Sayın Demirel
Adana’ya bir bakanlık bile bize vermedi…
Sizden bir
ricada bulunacağım…
Şu kameraya
bakarak, halka söz vermenizi diliyorum…
Eğer siz
iktidara gelirseniz, Adana ya bir bakanlık vereceğinizi söyler misiniz?
-Söz, dedi
Karayalçın… Seçimler sonunda koalisyon ortağı oldu…
Adana
Milletvekili Timurçin Savaş’ı Kültür Bakanı yaptı…
Adana’ya da
böyle bir katkı sunduğum için mutlu oldum…
Adana nın ilk
televizyonu olarak halk bizi çok seviyordu…
Küçük bir
vericiyle kenti sallıyorduk…
Daha sonraki
yıllarda Mustafa Göçer, esprili şekilde;
-Abdulkadir
seni çok severim, oğlum televizyonu ben kurdum, sen ünlü oldun diye
düşüncelerini sevgiyle ifade etmişti…
Hala sokakta
karşılaştığımızda 30-40 metreden kollarını açarak kucaklar sevgi ve saygıyla
davranır…
Beni hala çok
sevdiğini, saygı duyduğunu itiraf eder…
Aynı şekilde
bende Göçer kardeşlere karşı sevgim saygım daima sonsuzdur…
Yıllarca
birlikte çalıştık, incitme, kırma, kötü söz söyleme gibi bir olumsuzluklarını
hiçbir zaman ben görmedim, diğer insanlara bakışlarında da böyle davranmadılar…
Çukurova’nın
yetiştirdiği dürüst, çalışkan, işlerini saygıyla yapan güçlü bir ailedir…
…
TARİKATÇI…
MÜSLÜM GÜNDÜZ
KORKUSU…
ART
Televizyonunda çalıştığım yıllarda; yeni bir tür tarikat akım vardı…
Saçları
omuzlarından aşağıyı bellerine kadar uzanıyordu…
Sakalları da
aynı şekilde ilginçlerdi…
Ellerinde
boylarından daha büyük sopalarla Türkiye de şehirleri dolaşıp, kendi
propaganlarını yapıp taraftarlar toplamak için gösteri yapıyorlardı…
Ben de
gazetecilikten televizyon ekranlarına geçen kişiydim…
Kimseler bu
işi bilmiyordu…
O nedenle
günde iki bazen üç kez çeşitli programlarla ekrana çıktığım için çok
yoruluyordum…
Ayrıca klima
henüz televizyonda yoktu, sadece vantilatörle serinliyorduk…
Ama sırtım
isilikten pişmiş gibiydi…
Her tarafım
perişan olmuştu…
Neredeyse
ölecek kadar yorulup kendimi zor atmıştım ki;
Az sonra
patron Gürkan Göçer telefonla aradı;
-Abdulkadir
ağabey ünlü tarikat lideri Müslüm Gündüz televizyona geldi…
Onunla canlı
yayına çıkmaya kimse cesaret edemiyor…
Programa
senin çıkmanı istiyorum…
Acil olarak
gelirsen bu işi ancak sen halledersin…
Saat 23
falandı, belki daha da geçti…
Mesleğime
aşkla bağlı olduğum için koşarak tekrar geldim…
Müslüm gündüz
yanındaki aynı tipteki 20-25 genç ve uzun saçlı-sakallı müridiyle beni
karşıladı…
Yayın öncesi
çok iddialı konuşmaya başladı;
-Ben şimdi
yapacağım konuşmayla hükümeti devireceğim, bitireceğim, yok edeceğim,
Türkiye’yi sallayacağım dedi…
Sakince,
gayet akıllı biçimde söze girdim;
-Aman
Müslümbey yapmayın, bizi bağlayan 10 binden fazla ceza yasası var…
Program
sürerken polis gelip seni de beni de tutuklarlar, deyince ikna oldu…
2 saatten
fazla süren program başarıyla tamamladım…
Sonraki
yıllarda Müslüm Gündüz Fadime Şahin ile basıldı…
Müslüm
Gündüz’ ün ve kendine eşlik eden genç tayfasının aslında bir devletin projesi
olduğu anlatılmıştı…
…
AÇ KALAN
İŞSİZ VATANDAŞI
İNTİHARDAN
KURTARDIM…
ART
Televizyonunda tek yetkiliydim…
Her şeyi ben
programlayarak yönetiyordum…
Elimizdeki,
çok küçük bir TV vericiyle, yaptığız haberler ve programlarla Adana’yı her gece
sallıyorduk…
Halk TRT ve
özel televizyonlardan daha çok bizi izliyordu…
Akşamüzeri
haberleri yazarken bir izleyici telefonla aradı;
-Abdulkadir
beyle mi görüşüyorum?
-Benim,
buyurun, dedim...
-Büyük PTT
nin önüne bir kameraman gönderebilir misin?
-Neden,
kamerayı ne yapacaksın ki?
-Ben evliyim,
iş bulamıyorum, PTT binasının üstüne çıkıp aşağıya atlayacağım…
İntihar
etmemi görüntülemenizi istiyorum, dedi…
-Sen telefonu
kapat hemen buraya gel söz veriyorum sana ben iş bulacağım, dedim…
Her gün 18:
00 de ”YEREL BASINDA ADANA” programımda gazeteleri okuyor ve yorumlar
yapıyordum…
Canlı yayına
intihar etmek isteyen kişiyi yanıma aldım şöyle dedim;
Şöyle bir
anons yaptım;
-Değerli
izleyiciler, bu arkadaşımız işsiz, benden kamera istedi, PTT binasının
tepesinden atlayıp intihar edecekti…
Ben engel
oldum sizden şimdi ricam;
Sadece bu
kardeşime iş verecek kişiler telefonla arasın…
Şu anda
telefonumu açıyorum dedim…
15 dakikalık
canlı yayın programımda 15 ayrı iş bulundu…
O arkadaş çok
mutlu oldu…
İstediği ve
seçtiği işlerden birinde yıllarca çalıştı…
Şu anda hala
yaşıyor…
Adana
sokaklarında bazen karşılaşıyoruz, boyu kadar kızları, torunlarıyla mutlu
şekilde görüyorum…
Beni görünce
gülümsüyor, bazen sohbet ediyoruz…
Çok mutlu
şekilde de hayatını sürdürüyor…
Medya mensubu
olmanın güzelliklerinden birisi de budur…
İnsanlar
arasında iyilikler yaymak, iyiliklere aracılık etmek, yardımcı olmaktır…
Bu mesleğime
âşık olmamın nedenlerinden biride budur…
Her daim
halkın yanında yer aldım…
Sorunlarının
çözümünde karınca kararınca katkı koymaya çalıştım…
Bazen de
başarılı olduğuma inandım…
…
KAMERAMANIM
HAMZANIN
MİNNET
TEŞEKKÜRÜ…
ART
Televizyonunda günde 2-3 kez ekrana çıktığım günlerde, dört beş kameraman
arkadaşımız canla başla, heyecanla görevlerini kusursuz biçimde yapıyorlardı…
Her biri de
pırıl pırıl genç ve çalışma azmiyle dolu insanlardı…
Gazetecilik
okulundan mezun olan genç kameraman arkadaşım için;
Patron Gürkan
Göçer’e hemen sigorta yaptırmasını rica etmiştim…
Diğer
çalışanlar gibi onu da hemen sigorta yaptırmıştı…
Hamza
kardeşimin sigortasını kontrol etmek için SSK Hastanesine sevk kâğıdı alarak
götürmüştüm…
Sigortalılığı
resmi olarak kanıtlanmış, rahatlamıştık…
Aradan yıllar
geçti, Hamza memleketi olan Mersin’e döndü…
Anılarımı
yazmaya başladığım bu günlerde yaptığımız telefon konuşmamızda emekli olduğunu
söyledi…
Nasıl
olduğunu sorduğumda da;
-Ağabey senin
önerin, Gürkan Göçer’ in sigortalı yapmasıyla primlerimi doldurup emekli olmayı
başardım…
Binlerce, ama
binlerce kez teşekkür etti…
İnsanın bazen
küçük bir yardımı, böyle güzel ve ömür boyu mutluluk verecek sonuçları ortaya
çıkartıyor…
Hamza şu anda
Mersin de ailesiyle mutlu şekilde hayatına devam ediyor…
…
GENÇ PATRONUM
HACI SABANCIYLA BENİ
ÖLÜMDEN
KURTARDI...
Adana’ nın
ilk özel televizyonu olan ART’ de tek yetkiliydim…
Programları,
haberleri, canlı yayına katılacak konukları ben ayarlıyordum;
Çünkü
televizyon sahipleri bana tam olarak inanıyorlardı…
O günlerde
Adana Sanayi Odası Başkanı Hacı Sabancıyı programa davet ettim…
Saat 20;00 de
televizyonun kapısı çaldı, açtık, Hacı Sabancı tek başına karşımda duruyordu…
-Hoş geldiniz
efendim, buyurun, dedim; ekledim korumanız falan yok mu?
-Yok, ağam,
Adana da bizi herkes tanır…
Korumaya ne
gerek var? Dedi…
Program
öncesi sohbetimize ART Televizyonun sahiplerinden Gürkan Göçer de katılmış ve
mutlu olmuştu…
Canlı yayın
başladı, Adana sanayisiyle ilgili olarak 20 ye yakın sorular yönelttim…
Hepsine de
son derece kibar, nazik, beyefendice ve bilgece yanıtlar verdi…
Televizyonumuzun
yeri, bu günkü yeni Adliyenin arkasındaki binanın 9.katındaki bir apartman
dairesiydi…
Salon
stüdyomuzdu…
Giriş holünde
misafirleri ağırlıyorduk…
Program
yaklaşık bir saat kadar sürmüştü…
Bitmesine 4-5
dakika kala, dışarıdan tartışma sesleri gelmeye başladı…
Ben de
tedirgin olmuştum…
Sonunda
program bitti;
Stüdyonun
kapısından dışarı çıkarken, Gürkan Göçer ayağa kalktı, asansöre doğru olan
kapıyı açtı;
-Abdulkadir
Ağabey, Hacı beyle siz hemen çıkın…
Size çok
teşekkür ederim dedi…
Hızla biz
televizyon dairemizi terk ettik…
Daha sonradan
öğrendim ki;
Adana nın ilk
özel televizyonu çok ilgi görüyordu…
Bizim canlı
yayınımız sırasında 4-5 kişilik doğulu vatandaşlar gelmişler…
Gürkan beyin
yani patronun masasına silahları koymuşlar;
-Bizde Kürtçe
Türküler söyleyeceğiz, demişler…
Israr
ettiklerinde de tartışmada sesler yükselince patron da kendi silahını çıkartıp
masaya koymuş…
-Sıkın
yüreğiniz yetiyorsa, diye tartışırken, biz dışarı çıkmıştık…
O gün
televizyonumuz Gürkan Göçer’ in sağduyulu, yürekli ve ustaca yöntemiyle sorun
ucuz atlatılmıştı…
Daha farklı
olaylar gelişebilir, belki cinayetler işlenip, ölür, ya da öldürülebilirdik,
ömrümüzün kalan bölümünü de demir parmaklıklar arkasında geçirmeye hüküm
giyebilirdik…
Medya mensubu
olmak patron konumunda bulunmak bazı sorumluluklar, akıllı davranışlar
gerektiriyor…
Bu konu da
olayı somut biçimde kanıtlamış oldu…
…
SAKIPAĞA
SIRTIMI SIVAZLADI;
“ASLAN
HEMŞERİM…”
Kocaeli
Sanayi Odası Türkiye de Sanayi konulu bir fotoğraf yarışması düzenlemişti…
Benim
fotoğrafımda ödül almıştı; tören için çağrıldığım için davet edilen kente
gittim…
Muhteşem bir
gece olmuştu; Türkiye nin her yerinden gelen iş adamları, ödül alanlar fotoğraf
sanatçılar buluşması çok renkli geçti…
Herkes
Türkiye nin en büyük sanayisi olduğu için Sakıp Ağanın salona girince çevresini
pek çok kişi sarmıştı…
Herkesin
sorularına yanıtlar yetiştiriyordu…
Pozitif bir
insan olduğu için, güleç yüzü ve bilgece ifadeleriyle salondakilerin ilgi
noktası olmuştu…
Ödül töreni
başlamadan önce salona gelen Sakıp Ağa ile ayaküstü bir söyleşi yaptım…
Benim ödül
aldığımı ve Adana’dan geldiğimi, gazeteci olduğumu öğrenince sırtımı sevgiyle
sıvazladı;
-ASLAN
HEMŞERİM… TEBRİK EDERİM… SENİNLE GURUR DUYUYORUM… BİR ADANALI OLARAK DAHA NİCE
ÖDÜL ALMANI DİLERİM, demişti…
Ödül
töreninde plaketimi alınca mutlu olmuştum…
Birlikte
gittiğim arkadaşımla o gece İstanbul’a devam etmiştik…
Genç bir
gazeteci olarak ödüllerimin sayısın arttırmak için gece gündüz çalışmaya
aralıksız devam ettim…
Anılarımı
yazdığım tarihe kadar gazete, radyo TV programcılığı, gazete haberi, yazdığım
makaleler, haber fotoğrafları konusunda 43 ödül almayı başarmıştım…
…
ADANA’ NIN
ÖZEL VE
YEREL
TELEVİZYONLARI…
O yıllar
Türkiye’nin özel radyo ve televizyonlarla tanışma dönemiydi…
İl özel yerel
televizyon ART(Adana Radyo Televizyonu sahibi Gürkan ve Mustafa Göçer
kardeşlerdi)
Daha sonra
Metro Televizyonu(Sahibi Turgay Develiydi)
Tempo
Televizyonu…
Kanal-A
Televizyonu(sahibi Semih Mirel’ di)
Ama uzun
yıllar yazılı basından görsel yayın olan Televizyonculuğa geçen ilk kişiydim…
Kimseler bir
şey bilmiyordu; ben de düşüncelerimi sadece daktiloda yazarak
haberleştiriyordum…
Oysa
konuşmak, düşüncelerimi sözlü ifade etmem, şiirsel ve akıcı konuşmam
gerekiyordu…
Bu konuda
Adana Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Müdürü olan İsmail Timuçin’ kardeşimle uzun
uzun görüşmeler yaptım…
Onun verdiği
taktik ve diksiyon çalışmalarımı evde her gün tekrarladım…
Ağzıma kalem
alıp, ya da birkaç küçük çakıl taşı koyup seri halde konuşma yeteneğim gittikçe
arttı…
Yine o
dönemde bir petrol istasyonun reklamı vardı…
Bir genç
kızla delikanlı şapkalarını giyip karşılıklı diyaloglarla reklam filminde
kuruluşlarını anlatıyordu…
Adana nın ilk
televizyonu, ilk haber müdürü olarak, yanıma bayan spiker arkadaşımla şapkamızı
giyip sokaklarda söyleşi yaptık…
Halk ilk defa
televizyon kamerası, ilk defa mikrofon, ilk defa bizi sunucu olarak
karşılarında görüyordu…
Programımız
inanılmaz yoğunlukta izlenme rekorları kırmıştı…
Benim günde
en az iki defa ekrana çıkmam, çeşitli programlar yapmam diğerlerine örnek, rol
model olmuştu…
Hatta Metro
Televizyonu beni transfer etmek istedi, görüşmelerimiz oldu ama ben ART de
rahattım, param ödeniyordu, tam yetkiliydim…
Diğer
televizyonlar birer ikişer yıl arayla yayına başladılar ama ekrana çıkan her
meslektaşım, benim ekrandaki rolümü oynuyordu…
Bu yönümle de
her zaman gurur duydum…
Adana nın
ilki özel televizyonu;
ART Televizyonu(sahibi Mustafa ve Gürkan Göçer kardeşlerdi)…
Daha sonra
KÜPELİ TV oldu…
KÜPELİ TV de
daha sonra ÇUKUROVA TELEVİZYONU olmuştu…
Tempo
Televizyonu
(sahibi Ömer
Bilgin’di) TATLISES TV oldu…
AKDENİZ
Televizyonu(Sahibi Yüksel Evsen’ di…)
DUYAN
Televizyonu( Mehmet Çelebi’ydi…
Çok kısa
ömürlü oldu, 20-25 gün yayın yaptı, sonra sahibi olan kişi geldiği Almanya ya
geri döndü)…
…
KANAL-A
TELEVİZYONU
EL
DEĞİŞTİRDİ…
KANAL-A TV’
NİN SATIŞINI
CANLI YAYINDA
BEN DUYURDUM…
ART
Televizyonunda 5 yıl civarında Haber Müdürü ve yayın yönetmeni olarak çalıştım…
Daha sonra
her kurumda gerçekleşebileceği gibi biraz soğukluk yaşanınca, kendi isteğimle ve hatta ısrarımla ayrıldım…
Bir süre
sonra Adana nın ikinci özel kurumu olan KANAL-A da Ekspres ve Toros
Gazetelerinde sayfa sekreteri olarak görev yapan ve yıllarca birlikte
çalıştığım Nahit Yıldır aradı…
-Televizyonumuzun
sahibi Semih Mirel seninle görüşmek istiyor dedi…
Hemen gittim,
anlaştık sabah gazete programı yapmaya karar verdik…
Mediha Olgun
Karaca gazeteleri okuyor, ben de yorumlar yapıyordum…
Onunla ilk
görüşmemde şöyle dedim;
-Mediha
sadece öldüğün gün programa gelmeyebilirsin…
Ağlamıştı,
çok üzülmüştü, ama benim söylediğimin doğru olduğunu defalarca kabul etmişti…
(Mediha daha
sonra Filistin’e yardım götüren Mavi Marmara gemisinde İsrail askerlerinin
yaptığı baskında hayatını kaybedenlerle ay gemide bulunan gazeteciydi…
Bir başka
konu nedeniyle cezaevine de girmişti)
Programımız
muhteşemdi, sular seller gibi geçiyordu…
Her sabah
yerel ve yaygın gazeteler televizyona geliyor, ben okuyacağı haberleri bir saat
önceden işaretliyordum…
Aradan çok
uzun olmayan bir zaman geçmişti ki;
Biz sabah
programına ara verdiğimiz sırada Semih beyin beni odasına çağırdığı iletildi…
Son derece
kibar, nazik olan Semih Beyin yanına hemen gittim…
-Abdulkadir
bey, piyasada bir fısıltı olarak dolaşıyor…
Bu olay bu
gün gerçekleşti…
Yayında
Kanal-A televizyonu bu gün ADANA GÜÇBİRLİĞİ VAKFINA SATILDI, EL DEĞİŞTİRDİ, der
misiniz?
-Tamam,
efendim, hemen söylerim, dedim…
Bu tarihi
duyuruyu canlı programdı yaptım…
Adana
Güçbirliği Vakfı Başkanı olan Ümit Özgümüş yönetiminde de KANAL-A
televizyonunda, yeni yönetimle de mesleğimi aşkla, tarafsız, gönüllü olarak
yapmaya aralıksız devam ettim…
Daha sonraki
yıllarda KANAL-A televizyonun Alman firmasına izlenme araştırması yaptırdı…
Televizyon en
çok izlenen kanal oldu;
Program adı
hatırlatılarak yapılan araştırmada benim haftada iki üç kez ekrana gelen
“YAŞAMIN İÇİNDEN” programım en yüksek puanı alıp birinci olmuştu…
…
VATANDAŞ
HAYRETETTİ(Abdulkadir Kaçar’ın elinde sihirli değnek var)…
TEDAŞ’IN
SİHİRLİ HİZMETİ…
Kanal A
Televizyonunda çalıştığım günlerde bir Tekin Yavuz isimli bir izleyicim
aramıştı…
-Abdulkadir
Ağabey, ben Ceyhan ın Kurtkulağı Köyündenim…
Bizim orada
TEDAŞ çalışanlarının inanılmaz bir kin ve nefret uygulaması var…
-Nedir?
-Ağabey bizim
köyde yıllardır elektrik var, ama benim akrabalarıma yani soyadı “YAVUZ” olan
beş aileye, partilerine oy vermediler diye TEDAŞ yıllardır elektrik vermiyor…
-Nasıl, yani
köyün tamamında elektrik var, ama bazı TEDAŞ yöneticileri sizin akrabalarınıza
bu nedenle zıt gitmiş, 3-4 ailenin evine direk çekip elektrik bağlamıyorlar…
-Evet, ağabey
tam da öyle…
Akrabalarımın
okula giden çocukları akşamları ders çalışamıyor…
Küçük tüpün
üstüne babası kalaylı kâğıdı 30-40 santim boru şeklinde sabitliyor…
O tüpün
ışığında yeğenlerim ödevlerini her an patlamaya hazır bir bomba gibi olan tüpün
ışığında yapabiliyorlar…
-Peki,
gerekli yerlere şikâyet edildi mi?
-Edildi ama
TEDAŞ’ın o bölgedeki yetkilileri kin ve nefret ettikleri bizim sülaleye bir
türlü elektrik vermiyorlar…
Yani
akrabalarım ortaçağdaki gibi karanlıkta yaşıyorlar, ne buzdolapları var, ne de
elektrikten yararlanabiliyorlar…
-TEDAŞ’ ın
yetkililerinin böyle keyfi hareket etmesi mümkün değil…
Senden ricam,
hemen Kurtkulağı Köyüne gidelim, kameraman arkadaşımla birlikte haberini
hazırlamak istiyorum…
-Mutlu
oluruz, büyük iyilik yapmış olursun ağabey…
Ertesi gün
köye gittiğimizde, gerçekten de soyadı “YAVUZ” olan dört beş ailenin evine
elektrik veriliyordu verilmemişti…
Neden
verilmediğini de TEDAŞ’ yetkililerinden bazılarının keyfi olarak böyle davranıp
insanları bilerek, isteyerek, kasıtlı şekilde mağdur ettiğini görünce daha da
şaşırmıştım…
Vatandaşlarla
söyleşi yapmaya başlarken, birisi elinde gaz lambasını getirdi;
-Neden
elektrik verilmiyor size, nasıl aydınlanıyorsunuz diye sorduğumda, gaz
lambasını sinirli şekilde yere çarparak, hızla atarak parçaladı…
-TEDAŞ’ ın
buradaki yetkililerinin bizim sülalemize kinleri var; seçimde kendilerine oy
vermediğimiz için; yıllardır bizim sülalemizdeki ailelere elektrik çekilmedi…
Biz orta
çağda yaşıyoruz, dedi…
Sonra da gece
çocuklarının ders çalışmasını gösterdi; küçük tüpün üstüne kalaylı kâğıdı boru
yapıp, evi aydınlattığını ve ödevlerini yaptığını söyledi… Gerçekten de durum
faciaydı;
-Ya bu küçük
tüp, ders çalıştıkları sırada patlasa, ya da evi havaya uçursa ne olacaktı?
Bir sürü
sorular sordum, inanılmaz yanıtlar aldım… Olay tam bir faciaydı…
Harika bir
haber hazırlamıştım, hemen aynı gün 19;30 haberlerinde KANAL-A televizyonunda
yayınlandı…
O yıllarda
Adana Valisi Olan Oğuz Kağan Köksal ve TEDAŞ bölge müdürü de izlemişti haberi…
İnanılmaz ama
ertesi sabahleyin erkenden, o sülalenin olduğu sokağa hemen direkler dikildi,
akşam elektrikler verildi, aileler ve çocuklar inanılmaz büyük mutluluk
yaşamışlardı…
Bana da
defalarca teşekkür ettiler, çok büyük minnet duyduklarını hala anlatırlar…
Hatta benim
için;
-ADAMIN NASIL
BİR SİHİRLİ SOPASI VARMIŞ, DOKUNDU HAYATIMIZI DEĞİŞTİRDİ, ifadeleri bana kadar
ulaşmıştı…
O yıllarda
elektrik sistemi hala özelleştirilmemişti…
Hantal
denilen devlet sisteminin, hazırladığım haberler sayesinde özel sektörden daha
hızlı çalışarak, vatandaşın sorununu 24 saat bile geçmeden çözmüştü…
Kendini
devlet yerine koyan, yetkisini olumsuz ve vatandaşın zararına kullanan bazı
kişilerin de böylece yetkileri alınmış ve başka bölümlerde
görevlendirildiklerini öğrenmiştim…
Belki de
gazetecilik ve televizyonculuk programlarım boyunca en çok onur duyduğum,
vatandaşın sıkıntısının giderilmesine katkımın olduğuna inandığım bir olaydı…
Hala da
hatırlarım ve mutlu olurum…
…
ÇUKUROVA
KALELERİNİN
BELGESELİNİ
ÇEKMEYİ BAŞARDIM…
Kanal-A
televizyonunda çalıştığım 5 yıllık sürede haftada iki üç program üretiyordum…
Bunlardan
birisi okullarda her yıl geleneksel olarak öğrencilerle yaptığım şov
niteliğindeki programdı…
Başka birisi
“GÜNAYDIN ADANA” programımızdı…
Mediha Olgun
Karaca gazeteleri okuyor, ben yorumlar yapıyordum…
(Mediha daha
sonra Filistin’e yardım götüren Mavi Marmara gemisinde İsrail askerlerinin
yaptığı baskında hayatını kaybedenlerle ay gemide bulunan gazeteciydi…
Bir başka
konu nedeniyle cezaevine de girmişti)
Başka bir
programım da “ÇUKUROVA KALELERİ” belgeseliydi…
Osmaniye’den
Silifke’ye, Kozan’ dan Karataş’a kadar olan bir Çukurova bölgesindeki 20’ ye
yakın kalenin belgeselini çektim…
O
programlarımın çekiminde her zaman yanımda olan, katkıda bulunan Yusuf Beklen
ve Kudret Sönmez’ e kardeşlerime teşekkür etmem gerekiyor…
Çünkü ileride
yaş alıp, kalelere çıkamayacağımı hesaplamıştım; anılarımı yazarken sağlığım
iyi ama yine de ileriyi düşünerek bu şekilde davranmam yerinde olmuştu…
Çeşitli
dönemlerde ve toplantılarda Adana valilerine şöyle öneride bulunmuştum;
-Adana da
turizm zayıf denir, turistleri çekecek değerler yok şeklinde ifadeler
kullanılır…
Oysa her biri
1500-2000 yıllık olan ÇUKUROVA KALELERİ bile bölgemize turist çekme konusunda
para biçilemeyen en muhteşem zenginliğimizdir…
Öyle eşsiz
bir mimari yapıya sahip bölümleri vardı ki; usta sanki inşaat araç gereçlerini
daha bu gün yeni alıp orayı terk etmişçesine taze görüntüsü veriyordu…
Bazı
kalelerdeki tonlarca ağırlığındaki taşlar ustaca birbirlerine kusursuzca
kenetlenmiş ve sıfır hatayla duvarları binlerce yıldır ayakta duruyordu…
O taşların
arasına bu gün bir milim kalınlığında bir cismin girmesi mümkün değildi…
Her biri
çağında en yetkin, en ileri teknolojiyi kullanan ustalar tarafından inşa
edilmiş şaheserlerdi…
Son yıllarda
birkaç kale onarılmaya çalışıldı ama yetersiz kaldı…
Bana göre
Çukurova kaleleri bir an önce dünya turizmine tanıtılmalıdır…
…
EFSANE BAŞKAN
AYTAÇ DURAK…
ÇUKUROVA
TELEVİZYONU
YORDU AMA
MUTLUYDUM…
Ekspres
gazetesi, Erol Erk’in Yeni Güney Haber Gazetesinde maaşların 9 ay gibi geriden
ödendiği dönemlere mesleğime bir gün bile ihanet etmedim…
En küçük bir
tembellik, vurdumduymazlık, programı aksatma, işe gelmeme gibi bir tepkim asla
olmadı…
Tam aksine
canla başla işime bağlıydım…
Koşulların
boyutları ne olursa olsun;
Hiçbir güç
beni mesleğimden soğutamayacaktı…
Aşkla
yaptığım görevimi son noktaya kadar götürmeme hiçbir güç engel olamayacaktı…
Kendime bu
konuda söz vermiştim, her türlü ekonomik sıkıntıya bu nedenle gönüllü olarak
katlandım…
2002 yılında
çalıştığım gazeteler, 212 sayılı yasaya göre emekliliği hak etmiştim…
Ama o
sürelerde hem ART, hem de KANAL-A televizyonunda binlerce program yapmıştım…
Şapkamla
okul, sokak söyleşileriyle flaş bir gazete ve televizyoncuydum…
Bu arada STAR
ve TGRT Televizyonundan gelenlere rehberlik yapmıştım, inanılmaz şekilde de
tanınıyordum…
Artık
hedefimde, emekli olup dedemin kurduğu Ceyhan ın Yellibel Köyümüzün ortasındaki
evimizin yerine yeni bir ev yapıp orada yaşamaya, kitaplarımı da orada yazmaya
karar vermiştim…
Adana
Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, basın danışmanı İsmet Ramazan Selçuk
aracılığıyla beni iki defa makamına çağırdı;
-Abdulkadir
Kanal-A televizyonundaki programını beğenerek izliyorum… Çukurova
Televizyonumuzda program yapmanı istiyorum, dedi…
Gazeteci
büyüklerimiz bize daima,
-Aman
politikacılardan, belediye başkanlarından uzak dur… Lekelenirsin diye
uyarmışlardı…
Hala da
uyarmayı sürdürüyorlardı…
Oysa
kendileri politikacılarla yatıp kalkıp, sınırsızca çıkar sağlıyorlarmış…
Bende
büyüklerimizin bu düşüncelerine uygun şekilde soğuk duruyordum;
-Başkanım,
rahatsızım, emekli oldum, artık köyüme gideceğim, oraya ev yapıp yerleşeceğim
demiştim…
-Boş ver,
sonraki yıllarda gidersin, demişti…
Başka bir
konuşmamda da;
-Boyun
fıtığım var, rahatsızlığım devam ediyor, demiştim…
Başkan Aytaç
Durak ta;
-Bende de var, iyi olunca gel, demişti…
Aradan iki ay
gibi bir zaman geçmişti…
Aytaç Durak
Başkan bir gün öğle gelmiş…
Makam aracı
da evinin yanında kendini bekliyordu…
Metro
Sineması sokağındaki evinin yanından yürüyerek geçiyordum…
Makam
arabasını Ziyapaşa arı yönüne doğru 40-50 metre geçmişim ki, arkamdan birisi
koşarak geldi,
-Abdulkadir
ağabey Aytaç Başkanım çağırıyor, dedi…
Makam
arabasının yanında beni bekliyordu;
-Bin şu
arabaya, dedi tatlı sert biraz da emrivaki…
İki defa
teklifini geri çevirmiştim, Adana nın en güçlü insanıydı…
Makam
arabasına bindik, belediyedeki makamına gittik;
-Abdulkadir
sana paşa şapkası alacağım, benim Çukurova televizyonumda program yapacaksın
arkadaş, deyince de kabul ettim…
Gökhan
Durak’la görüşmeye yönlendirdi;
-Gökhanbey,
19: 45’teki ana haberden sonra haftada bir bazen iki yorum yaparım, dedim…
-Tamam,
ağabey nasıl istersen öyle yapalım, dedi…
Bir iki hafta
öyle geçti…
Genel Yayın
Yönetmeni olan Selahattin Sekin;
-Ağabey senin
KANAL-A Televizyonundaki okul programların çok güzeldi… Ondan da yapabilir
misin?
-Tamam, bende
zevkle yapıyordum, onu da burada yaptım…
Bir süre
sonra cumartesi günleri “HAFTANIN ARDINDAN programı yapan arkadaşın işine son
verildi…
Başkan Aytaç
Durak’ ta;
-Bu programı
Abdulkadir ile Oğuz Topaçoğlu yapsın, deyince o programa da başladım…
4-5 gazeteci
arkadaşımızla bir konuğu alıp iki üç saat canlı yayın yapıyorduk…
Program
sayısı arttıkça arttı;
Yerel
seçimlere sayılı günler kala birde frekans kaydırma olayı yaşandı;
RTÜK
tarafından Televizyonu frekansı kasıtlı şekilde değiştirilmişti…
Oysa seçim
öncesi bu çok sıkıntılı bir durumdu…
Çukurova
Televizyonuna halkın ilgisini arttırıp, ekranın başına yeniden çekip izlenir
hale getirebilmek için bu kez bir yarışma kampanyası başlatıldı…
İzleyiciye
küçük ve basit sorular yöneltiliyor, bilenlerde;
BİSİKLET, CEP
TELEFONU, ÇAMAŞIR MAKİNESİ, BULAŞIK MAKİNESİ, BUZDOLABI armağan ediliyordu…
Onlar da
sağlıklı dağıtılmadığı için işi de benim üstlenmem gerekti…
Ve her günüm
çok yoğun geçiyordu, enerjim daima kırmızı alarm veriyordu…
Ayrıca Başkan
Aytaç Durak’la propaganda gezilerine çıkıyordum…
Bir saat
sonra Seyhan, iki saat sonra Çukurova, akşamüzeri Sarıçam Belediye Başkan
adaylarıyla mahalleleri dolaşıp program çekiyordum…
Tamam, artık
enerjim tamamen bitiyordu;
Hayatım
burada sona erecek diye korkmaya başladım…
Mesleğime
âşık olarak yaptığım için yorgunluğu da unuttum…
Artık ölümü
de göze alarak işimi kusursuz şekilde sıfır hata, yüzde yüz başarıyla
yapıyordum…
Başkan Aytaç
Durak’la üç seçim yaşadık, üçünde de başarılı oldu başkan…
Başkanın da
her seçimi kazanmasından her daim onur duydum…
Çukurova
Televizyonunda hemen her gün yaptığım;
“ABDULKADİR
KAÇARLA GÜNÜN YORUMU” programımda bir arkadaşımla yaptığımız listeyi anlattım…
Dedim ki;
Adana da 100yıl sonra da hizmet verebilecek kalıcı eserlerin isimlerini
birlikte belirleyelim, sırayla yazdık…
Uzun
sohbetimizin sonunda, bu eserlerin tamamın Aytaç Başkan tarafından yapıldığı
ortaya çıkmıştı…
Her koşulda
da ekranlarda da söyledim, gazetelerdeki köşe yazılarımda da yazdım…
Politikada
bir söz vardır, taşı taş üstüne koyanın önünde saygıyla eğilmek gerekir denir…
Adana ya bu
kadar güzel hizmetler yapan başkanı da takdir etmek gerekir diye dün
düşünmüştüm, bu günde buna inanıyorum…
ÇÜNKÜ
POLİTİKACI VE SANATÇI ALKIŞIN GELDİĞİ YÖNE BAKAR…
Ne kadar çok
alkış, olursa politikacı da o kadar çok hizmet aşkıyla eserler üretir…
Yine bir
Alman firmasına yaptırılan reyting-izlenme araştırmasında Çukurova Televizyonu
birinci, program ismi hatırlatılarak yapılan soruşturma da, benim KANAL-A
televizyonunda aynı isimle Çukurova televizyonunda sürdürdüğüm “YAŞAMIN
İÇİNDEN” programım birinci olmuştu…
Bu
televizyonda Aytaç Durak Başkanla üç seçim dönemi yaşadım, üçünde de başkan
girdiği seçimleri kazanmıştı…
Zaten Başkan
Türkiye de 5.kez Belediye Başkanı olan bir rekora sahipti…
…
ÇUKUROVA
TELEVİZYONUNDAKİ
GÜLME KRİZİM…
Adana
Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak’ın sahibi olduğu Çukurova
Televizyonunda 15 yıla yakın sevgiyle mutlu biçimde görevimi yaptım…
Başkan Aytaç
Durak’la üç seçim dönemi yaşadım…
Haftada en az
üç programımdan ikisi canlı diğeri de kusursuzca çekmeyi başardığım için kaset
montajsız şekilde yayınlanıyordu…
Ana haber
bitiminden hemen sonra tek başıma ekrana geliyor, günün yorumunu yapıyordum…
“ABDULKADİR
KAÇAR’LA GÜNÜN YORUMU” programımı gerçekleştiriyordum…
Okulların
açık olduğu dönemlerde ise hafta bir okulda öğrencilerle yaptığım şov
niteliğindeki diğer programım yayınlanıyordu; ismi de herkesi beğendiği ve
bildiği şekilde “YAŞAMIN İÇİNDEN” di…
Üçüncüsü ise
her cumartesi günü Oğuz Topaçoğlu ile gerçekleştirdiğimiz;
“HAFTANIN
ARDINDAN” isimli çalışmamızdı…
Bu
programlarımın yanı sıra televizyonun izleyici sayısını arttırabilmek amacıyla
gerçekleştirdiği promosyonların dağıtımında görevliydim…
Özellikle son
yerel seçime 3-4 ay kala karasal yayında teknik bir nedenden dolayı, Çukurova
Televizyonunun frekansı değişimi yaşanmıştı…
En çok
izlenen televizyonun izleyici sayısı birden aşağılara düşmüştü…
Bunu önlemek
için televizyon yönetimi her gün akşam saatlerinde yarışma yapıyor, yeni
izleyici kitlesi kazandırabilmek için halka canlı yayında kolay sorular
soruyor; doğru yanıtlar veren izleyicilere de, buzdolabı, bulaşık makinesi,
televizyon, cep telefonu ve bisiklet armağan ediliyordu…
Verilen her
görevimi de istenenin de ötesinde canla başla sıfır hata yüzde yüz başarılı
şekilde yapıyordum...
5 kamerayla
gerçekleştirilen “HAFTANIN ARDINDAN” programımda inanılmaz bir gülme krizine
girdim…
Başkan Aytaç
Durak Basın Danışmanı ve program ortağım Oğuz Topaçoğlu, son bir haftada tüm
yerel ve ulusal gazetelerdeki haberleri okuyor ben de yorumlar yapıyordum…
Bir cumartesi
yayınında ERMENİSTAN DEVLETİNİN İLK BAŞBAKANI KAÇAZNUNİNİ’ nin bir açıklamasını
okudu…
Emperyalist
güçlerin Ermenileri Türklere karşı nasıl kullandığını anlattı…
Ama esas konu
da “ERMENİ CEMİYETİNİN KURDUĞU TAŞNAK” partisiydi…
Oğuz bu
ifadeyi “TAŞNAK” yerine “TAŞAK” şeklinde okudu…
Yayın
odasındaki arkadaşımız Sedat Çetinle ve diğerleri bizi biz de onları camlı
bölmenin arkasından gayet net şekilde görüyor yayın boyunca sürekli
işaretleşiyorduk…
Yayındaki
arkadaşlarımız Oğuz’un bu yanlışının farkına varıp camın arkasından
kahkahalarla gülüp bir türlü göbek atar gibi çok abartılı hareketler yapmaya
başladılar…
Hem Oğuz’un o
yanlış telaffuzu, hem yayın odasındaki arkadaşlarımız kahkahalarıyla göbek
atarcasına birbirleriyle eğlenmesi sonucu ben birden gülme krizine girdim…
Sanki o
yaşıma kadar biriken tüm kahkahalarım 5 kameranın canlı yayını sırasında
fışkırarak ekranlara yansıyordu…
Ama ne
kahkaha, sanki kimsenin olmadığı boş bir tiyatro sahnesinde tek başıma
karanlıklara karşı son sesimle, var gücümle, hatta boğazım yırtılırcasına
gülüyordum…
Bir saniye
bile gülmeden asla duramıyordum…
Oysa canlı
yayın profesyonel 5 kamerayla her şeyi anında dünyaya yayıyordu…
Durmam, asla
ve kata mümkün değildi…
Oğuz masanın
altından tekmeler atıyor, bacağımı cimciklemesine karşın gülmem bir türlü ve
asla durmuyor, durduramıyordum…
Gittikçe daha
yüksek perdeden kahkahalarım aralıksız sürüyordu…
Asla
istememem karşın elimde olan hiçbir şey yoktu, vücudumun üzerindeki her türlü
denetimimi tamamen sanki sonsuza kadar yitirmiştim…
Birkaç saniye
durup, bir öncekinden daha güçlü şekilde haykırırcasına kahkahalar atıyordum…
Duruyor
birkaç saniye, Oğuz haberleri okumaya çalışıyor, ben duymuyordum, gırtlağım
parçalanırcasına gülüyordum…
Aralıksız
olarak 3-4 belki 5 dakika süreyle kahkahalarımı durduramamıştım…
Oysa her
yayınımızı dikkatle izleyen başkan Aytaç Durak’ın en değer verdiği, dikkat
ettiği, günlük ve haftalık politikalarını belirlediği ”HAFTANIN ARDINDAN”
programı Oğuzun yanlış telaffuzu ve benim yüzümden mahvolmuştu…
Ama elimde
olan bir şey değildi, çok üzülüyordum, dünyaya mahcup olmuştum…
İçimden
başkan Aytaç Durak kesin benim işime son verir diye korkuyordum…
Hangi kararı
verirse versin A’ dan Z’ ye kadar başımın üstünde alıp kabul edecektim…
Programın
devam akışında hiç bir sorun olmadı; gülme krizim bitmişti ve Oğuz’la birlikte
başarıyla tamamlamıştık…
Program sona
erdiği an, yayın odasındaki telefonlar birbiri peşi sıra çalmaya başladı…
Yayınca
arkadaşlar başkanın telefona bizden birini çağırdığını işaret etti arkadaşlar…
Ben
tedirginlik ve korkumdan yerimden kalkamıyordum, Oğuz telefona gitti…
-Eyvah,
Başkan Durak şimdi beni kovma haberini veriyor diye kalbim çarpmaya devam
ediyordu…
Gelen mesajı
duymaktan bile çekinmekle kalmıyor hatta korkuyordum ama durum buydu;
Başkan Aytaç
Durak’ın ifadesi aynen şöyleydi;
-Abdulkadir
bir daha aynı hatayı yapmasın…
Başkanın
büyüklüğüne bir kez daha tanık oldum…
Bu hem
Oğuz’un hem de benim birlikte karıştığımız bir meslek kazasıydı…
Başarılı
biçimde ve sorunsuz şekilde atlatmıştım, korktuğum başıma gelmemişti…
O günden
sonra da yıllarca yine işime devam ettim; çok mutlu olmuştum…
Bazı
arkadaşlar gülme krizimin olduğu görüntülerin çok ilginç ve inanılmaz olduğunu
söylediler…
Hatta ulusal
televizyonlara göndermek istediler ama ben kabul etmedim…
…
AYTAÇ BAŞKAN
KEÇİ
ÖNERİMİ
UYGULADI…
Çukurova
Televizyonunda çalışmalarım yoğun şekilde ve aralıksız olarak devam ediyordu…
Bir Alman
Firmasına yaptırılan, yerel televizyonların islenme araştırmasında;
Çukurova
televizyonu birinci, program ismi sorularak yapılan araştırmada da,”Y
Benim
yaptığım “ YAŞAMIN İÇİNDEN PROGRAMIM” birinci olmuştu…
Okulların
açık olduğu dönemlerde her hafta bir okulda öğrencilerle bir tür şov programı
yapıyordum…
Ayrıca
“ABDULKADİR KAÇAR’LA GÜNÜN YORUMU”
Cumartesi
program ortağım olan Oğuz Topaçoğlu’yla “HAFTANIN ARDINDAN” bir saati aşkın
canlı yayınımız devam ediyordu…
Sümer
Mahallesindeki Ahmet Karabucak İlköğretim Okulunda ”YAŞAMIN İÇİNDEN”
programımın ortasında cep telefonum çaldı…
Arayan Başkan
Aytaç Durak’tı…
-Abdulkadir
şu anda neredesin?
-Başkanım
Ahmet Karabucak ilköğretim okulunda “YAŞAMIN İÇİNDEN” programımı çekiyorum…
-Programını
bitir, üstüne bir hırka al, hemen makama gel, bekliyorum dedi…
Programım
tamamladım, eve gidip üzerime bir hırka alıp makama gittim…
İstanbul’dan
bir televizyon kanalıyla birlikte onların program çekimleri için başkanla
birlikte, onun makam arabasıyla Karaisalı Kızıldağ Yaylasına gittik…
Başkan,
oradaki çekimlerde;
Keçilerin
ormanı nasıl yok ettiğini, çam fidelerini elektrikli süpürge gibi kökünden
çekip yediklerini;
Ormanı
yangınların değil keçilerin yok ettiklerini bir saatten fazla anlattı…
Devasa bir
keçi sürüsünün yanında durduk;
Keçilerin
ağaçlara nasıl tırmandığını, yerdeki filizleri elektrikli süpürgeler gibi nasıl
yediklerini yerinde gösterdi…
Nergislik
Barajı yanında tel örgülerle koruma altına aldığı çam fidanlarının;
İki insan
boyunu geçtiğini İstanbul’dan gelen bayan muhabire anlattı…
Bayan muhabir
de gözlerini ayırarak, inanamadığı şekilde programını başarıyla çekmeyi
sürdürdü…
Başkan Aytaç
Durak; kıl keçisi yerine, o yıllarda evlerde, ahırlarda beslenebilen;
Halka
Avrupalılar gibi yılda iki üçüz yavru doğuran, inekten daha fazla süt veren
İsveç SAANEN beyaz keçilerini önerdi…
Her şey çok
güzeldi, muhteşem program olmuştu, başkan da mutluydu…
Geç
vakitlerde Adana ya dönerken, makam aracında başkana şöyle bir öneride
bulundum;
-Başkanım,
biliyorsunuz yakında kurban bayramı var:
Şöyle bir
kampanya başlatsanız;
”BU BAYRAM
VATANDAŞLARIMIZI KOYUN YERİNE SEÇİ KESMEYE DAVET EDİYORUM” deseniz harika olur…
-Tam
Abdulkadir, iyi düşündün, çok güzel, dedi…
Ertesi gün,
basın toplantısında bu kampanyaya halkı davet etmişti…
Galiba o
kurban bayramında inanılmaz sayıda keçi kurban olarak kesilmişti…
Başkan
Durak’ın keçiler konusundaki düşüncelerini yayma ve kitaplaştırma çalışmaları
devam ediyor…
En son “ORMAN
DİLE GELSE-SADECE YANGIN DEĞİL, KEÇİ BENİM KATİLİM” isimli kitabını yayınladı…
Bu konudaki
çalışmalarını aralıksız sürdürüyor…
Çok akıllı
olan, Adana da 5 dönem belediye başkanı seçilerek Türkiye rekorunu elinde
bulunduran Başkan Aytaç Durak’ın ormanı koruma, keçinin yangından daha fazla
zararlı olduğunu anlatmaya devam ediyor…
…
POLİTİKACILAR…
MUHTEŞEM
SÜLEYMANI
HAVADAN 2,5
SAAT İZLEDİM…
45 yılı aşkın
gazetecilik mesleğim boyunca çağımdaki siyasi partili tüm lideri çok yakından
izledim, canlı televizyon programlarıma konuk aldım; sohbetler ettim…
O yıllarda
video kameralar olmadığı için mitinglerindeki söylevlerini-seslerini teybime
kayıt ettim…
-Peki,
konuşmalarıyla devasa halk kitlelerini peşinden sürüklemeyi başaran büyük
lider;
En etkili, en
büyük şovmen kimdir deseniz;
-Şüphesiz ki,
Muhteşem Süleyman Demirel’dir derim…
O mitinglerin
de;
Biraz ev
kadını Fatma, Ayşe Teyze,
Biraz Çiftçi
Mehmet Amca, Ali dayı,
Ama en çok
Anadolu bilgesi Yunus Emre;
Bunların da
ötesinde biraz Hacivat, biraz Karagöz,
Çağımızın
gelmiş geçmiş en büyük demagogdur…
Lafının
üstüne laf söyleyen çıkmamıştır, çıkmaz, uzun yıllar da asla çıkamayacaktır;
Çünkü
defalarca tanık olduğum gibi;
Karşısına
çıkanları sözleriyle evire çevire tank gibi ezip üstünden geçip yoluna devam
etmiştir…
Muhteşem
Süleyman’dan esinlendiğim bir denememde şöyle demiştim;
-GERÇEK
LİDER, HALKI GÜNEŞE GÖTÜRMEZ; GÜNEŞİ HALKIN AYAĞINA GETİRİR…
Bende çağımın
en etkili politikacısı olan Muhteşem Süleyman’ı özdeyişimde bu şeklinde
tanımlamıştım;
Ama onun bu
eşsizliğini, laf ebeliğini anlatmam için; bu denememin de yetersiz kaldığını
söyleyebilirim…
Başbakan
Süleyman Demirel’i hem partisinin Ankara daki kurultaylarında defalarca
izledim;
Hem Adana
Yeni İstasyon Meydanındaki mitinglerinde izledim;
Daha da
ilginç olanı;
Onu Adana ya
getiren uçak havaalanına indiği anda, benim bindiğim iki kişilik başka bir uçakla gökyüzüne yükselerek onu havadan
izleyip çalıştığım gazete adına fotoğraflamıştım…
1980 askeri
darbesinde yasaklı Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, ilk gezisini
Gaziantep’e yapacaktı…
O yıllarda
Gaziantep Havaalanını inşaatı ya devam ediyordu, ya da bakım halindeydi…
Yasaklardan
sonra Süleyman Demirel ilk gezisini Gaziantep’e yapacaktı…
Onu getiren
uçak Adana ya inecek; buradan kara yoluyla Gaziantep’e geçecekti…
Çalıştığım
Milliyet Gazetesi havaalanından iki kişilik uçak kiralamıştı;
Bende onun
konvoyunu İncirlik kasabası çıkışına kadar havadan fotoğraflayacaktım…
Demirel’i
taşıyan Türk Hava Yolları uçağı Sabah 09; 00 da Şakirpaşa Havaalanına indiği
an;
Benim içinde
bulunduğum iki kişilik uçakla hemen havalandık…
Onu havadan
izlediğim uçağın penceresinden hem slâyt, hem siyah-beyaz, hem de renkli
negatif filmler çekmeye başladım…
Süleyman
Demirel’in uçağı daha inmeden dışarıda on binlerce seveni, partili vatandaş
toplanmıştı…
Ayrıca dava
arkadaşları, partililerden oluşan yine binlerce kişi ineceği uçağın etrafını
sarmıştı…
Koltuğundan
kalkıp, uçağın merdivenlerinden inmesi bile oldukça uzun sürdü…
Havaalanında
sayısız koçlar, develer peş peşe kurban ediliyordu;
Yukarıdan
fotoğraflar çekmeyi sürdürdüğüm iki kişilik uçakla sürekli havada tur
atıyorduk;
Adana’yı bir
baştan sona kadar dolanıp geliyorduk;
Demirel’in
uçağı ve insanlar bir metre bile yerinden kımıldamıyor;
Aralıksız el
sıkmalar, iki sıralı olan vatandaşların her birini teker teker öpüp, hal hatır
sormaları yukarıdan izliyordum…
Havadan
oldukça uzun mesafeler gidip gelmemize karşın Demirel ve çevresi hiç hareket
etmiyordu…
Pilota şöyle
diyordum;
-Ağabey
Karataş yönüne doğru biraz fazla gidelim…
-Peki,
diyordu…
15-20 dakika
o yöne gidiyor, aynı sürede geri geliyorduk…
Uçak,
çevresindeki on binlerce kişi bir metre bile gitmemiş oluyordu…
Bu kez
pilota;
-Ağabey,
Karaisalı yönüne gidelim, diyordum…
O yöne gidip
25-30 dakika sonra havaalanının üstüne geri dönüyorduk;
Kalabalık
aynı yerde duruyor asla hareket yoktu…
Defalarca
Karataş, Defalarca Karaisalı dağları yönüne gidip gelip mekik dokuduk…
Ama
kalabalığın hareketi çok azdı…
Bir saatten
fazla havada tur atmamıza karşın;
Süleyman
Demirel’i izleyen binlerce araçlık konvoy nihayetinde Ceyhan yönüne doğru
oldukça yavaş hareket etmişti…
Adanalılar o
zamanki ismi-5 olan karayolunun her iki tarafına dizilmişti…
Süleyman
Demirel ünlü fötr şapkasıyla her ki yandakileri de selamlıyordu…
Binlerce
araçtan oluşan konvoy İncirlik Kasabası yönüne doğru konvoy oldukça ağır
ilerliyordu…
İnanılmaz ama
abartısız söylüyorum; Süleyman Demirel’i izlemek amacıyla içinde kaptanla benim
bulunduğum uçakla;
2 saatten
fazla havada kalmıştım, yüzlerce kare filmler çekmiştim…
Konvoyu yolcu
ettikten sonra;
İçinde
bulunduğum uçakla hemen havaalanına indik;
Renkli
negatifleri bir stüdyoda yıkatıp, acil olarak İstanbul’a Milliyet Gazetesine
telefoto geçmiştik…
O haberim de
milliyet gazetesinde sürmanşetten çok fotoğraflı olarak benim imzamla
yayınlanmıştı…
-SÜLEYMAN
DEMİREL’E MUHTEŞEM KARŞILAMA…
…
KASIM GÜLEK…
Türkiye’nin
bir dönem en ünlü politikacısı olan Adanalı Kasım Gülek söyleşi yapmak
istediğim insanların liste başında bulunuyordu…
9 dil bildiği
söylenen, CHP’ nin yıllarca genel sekreterliğini yapan, defalarca çeşitli
bakanlıklarda bulunan akıllı ve oldukça bilge bir insandı…
Evi de her
gün yürüyüş yaptığım ya da bisikletle gezdiğim Seyhan eski baraj gölü
kıyısındaydı…
Ahşap 2
Katlı, üstü kiremitli, villa tipi bir yapıdır…
Şehir
rehberinden telefonunu defalarca almıştım;
Arıyordum ama
her defasında da görevli çıkıyordu,
-Kasım bey şu
anda Adana da yok, diyordu…
Israrla
arayışlarıma ara vermedim, bulduğum her fırsatta telefonunu çevirdim…
-Kasım bey
Ankara da, gibi defalarca yanıtlar verdi…
Bir gün de
aradığımda Kasım Beyden randevu kopartmayı başardım, uçarak teybimle karşısına
geçtim…
Ama önce
tokalaşmasını anlatmam gerekiyor;
Masonların
tokalaşma sırasında birbirlerine verdikleri bir şifre yöntemini bana da
uyguladığını sonradan öğrenecektim…
Benim
uzattığım elimin ortasına kendi elinin başparmağını koyup, hafifçe yarım daire
şeklinde çevirerek nezaketle gülümseyerek sıkmıştı…
Anlatmaya
başladığında da sessizce ve ilgiyle dinledim…
-Ben Amerika
da eğitim, gördüm, o dönemin ABD başkanı Mustafa Kemal Atatürk’e tavsiye
mektubu yazdı…
Bu genç, çok
akıllı ve başarılı, yararlanın, demişti…
Mektubu
Mustafa Kemal Atatürk’e götürüp durumu anlattım, hemen CHP ye telefon açtı,
kayıt yapmalarını emretti…
Yani
Atatürk’ün emriyle politikaya girmiş oldum…
Kasım Gülek
ile yaklaşık 30 dakika konuştum…
Ses kayıtları
Arşivimi bağışladığım Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji
Üniversitesindedir…
O
konuşmasında Kasım Gülek ilk defa bana şöyle bir anısını anlattı;
-Amerikalılar
bana dediler ki, Kasım bey, sen bize çok büyük hizmetler yaptın… Arkadaşlığımız
ve ebedi dostluğumuzun nişanesi olarak iste, dünyanın hangi ülkesindeki, hangi
kendisinin neresinden olursa olsun, villa yapıp sana armağan edeceğiz…
-Kulaklarıma
inanamadım önce çok şaşırdım…
Böyle bir
teklifi hiçbir zaman beklemiyordum…
Düşündükten
sonra bana biraz süre verin dedim…
Bir hafta
sonra gittim dedim ki;
-DÜNYANIN EN
GÜZEL ÜLKESİ TÜRKİYE, TÜRKİYENİN EN GÜZEL KENTİ ADANA, ADANA NIN EN GÜZEL YERİ
DE SEYHAN ESKİ BARAJ GÖLÜ KIYISINDAKİ BENİM EVİMİN OLDUĞU YERDİR NEZAKETİNİZE
TEŞEKKÜR EDERİM…)
Kasım Gülek
’in başka bir anlattığı anısı da şöyleydi;
-Bayındırlık
Bakanıydım, Amerika’dan ilk defa yol yapan, iş makinelerini Mersin limanına
getirttim…
Adana daki
Taş köprünün başına yığıp halkı da çağırdım;
-Değerli
yurttaşlarım, bu güne kadar kazma ve kürekle yaptığınız yolları artık bu akıllı
makineler yapacak…
Herkes çok
şaşırdı…
Türkiye de bu
makinelerle yapılan ilk asfalt yol Adana Karataş arasıdır…
Türkiye Büyük
Millet Meclisinde aleyhimde önergeler verildi, ağır eleştiri ve konuşmalar
oldu, onlara kürsüden şöyle dedim;
-Ben elbette
Türkiye nin bakanıyım, ama unutmayın ki Adana milletvekiliyim…
Elbette ilk
hizmetimi kendi memleketime yapacağım…
Siz de bakan
olun, ilk hizmeti kendi memleketinize yapın…
Yüzünden
bilgece gülümsemesi asla eksik olmayan çok pozitif, sempatik bir insandı…
Türkiye’deki
herkes biliyordu, yaz kış Kasım Gülek her daim soğuk suyla banyo yapmıştı ve
buna devam etmekteydi…
Söyleşiyi
yaptığım dönemde 90’lı yaşlarındaydı;
Muhteşem bir
hafızası, akıcı Türkçesiyle insanı hemen etkiliyordu…
Konuşmanın
sonunda şöyle dedi;
-Ben hiç
yaşlanmadım ki… 90 yaşında nice gençler, 18 yaşında nice ihtiyarlar gördüm…
İnsan her
zaman hissettiği yaştadır…
Evinin
girişinde küçük birkaç katlı dolap dikkatimi çekmişti…
Üstünde deri
kayış, ayakkabı tamirinde kullanılan çeşitli mumlanmış ipler, delici biz, deri parçaları, çuvaldız falan vardı…
Kendi
ayakkabılarını kendinin tamir ettiğini söylediğinde de şaşırmıştım…
O yaştaki bir
insanın hem de kendi işini kendinin yapması, insanlık tarihin en eski mesleği
olan dericilik konusunda uzman olduğunu söylemesi ve bunu bulunduğu ileri
yaşında uygulamayı başarmasına hayret etmiştim…
Büyük saygı
ve sevgiyle karşılayıp, aynı şekilde yolcu etmişti…
Örnek
politikacı, bilge bir kişi, muhteşem beyni olan bu Adanalı insanı tanımam benim
mesleğimdeki en büyük artım oldu…
(Ses kaydı da
Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesine bağışladığım
arşivimdedir)
…
KASIM ENER…
Kasım Ener
1938-46 yılları arasında yaklaşık 9 sene CHP’li olarak Adana Belediye
Başkanlığı yapan çok akıllı bilge bir insandı…
Kendiyle
tanışıp yıllarca sohbet ettiğim, sesini kayıt etmeyi başardığım o yıllarda
Yüzevler semtindeki villasında eşi Sacide hanım ve baldızıyla birlikte
yaşıyordu…
Ömrünün son
yıllarında olmasına karşın zekâsını daha da keskinleşmişti…
Türkçeyi
muhteşem biçimde sıfır hata ve TRT spikerlerinden daha da üstün bir diksiyonla
konuşuyordu…
Öyle ki
çağımızdaki gençleri dahi kıskandıracak şekilde konuşuyordu…
Başka bir
ifadeyle, Türkçenin akidesi onun ağzında binlerce yıllık bilgeliğiyle deryalar
denizler gibi akıyordu…
1980’li
yılların ikinci yarında telefon rehberinde evinin numarasını bulup randevu
istediğimde;
-Gel gardaş,
hem gel bekliyorum, demişti…
İlk
görüşmemizden sonra kanımız birbirine ısınmıştı…
Yıllarca
kusursuz şekilde samimi iletişimimiz aralıksız olarak devam etmişti…
Öyle ki,
görüşmemizin üstünden biraz uzun zaman geçip canı sıkıldığında, yardımcısı
Hayriye Hanıma beni telefonla aratıyordu;
-Gardaş gel
çok özledim, sohbet edelim, diyordu…
Her
sohbetimiz aralıksız olarak 2-3-4 bazen daha uzun saatler sürüyordu…
Genellikle
kendi konuşuyordu, ben de bu tarihi kişiliği dikkatlice dinliyor ve teybime
kayıt ediyordum…
Ben ise
anılar deryasından sunduğu muhteşem deneyimlerinin her biri altından daha da
değerliydi…
Özellikle de,
“TARİH BOYUNCA ADANA OVASINA (ÇUKUROVAYA) BİR BAKIŞ isimli kitabından her
konuşmasında ısrarla söz ediyordu…
-Gardaş bu
kitabımı hazırlamak için Avrupa ülkelerinde dolaşmadığım kütüphane kalmadı…
İnanılmaz
ölçüde çok para harcadım…
Lübnan,
Suriye, Mısır gibi ülkelerin kütüphanelerinde incelemelerde Adana konusunda
bilgilere ulaştım…
Ortaya bu
muhteşem kitap çıktı…
Ömrüm daha da
uzun olsaydı da Adana’yı araştırmayı sürdürecektim…
Kasım Ener bu
kitabının ilk baskısını kendi olanaklarıyla yapmıştı;
Özellikle
okuyacağına inandığı, kültürlü kişilere, ya da evine gelen her misafirine
ücretsiz olarak armağan etmişti…
Yıllarca
mücadele etmesine karşı Kültür Bakanlı yetkilileri bu kitabın basılması için
dönüp bile bakmadı…
Maalesef
Kasım Ener’in ölümünden sonra da Kültür Bakanlığının Mersin deki yayınevinde
kitabını bastırdığını görünce üzüldüm…
Keşke
yaşadığı dönemde bakanlık yayınlasaydı da Kasım Ener’i onurlandırsaydı…
Türkiye de ve
Adana da bu konuda maalesef insanlar ölmeyince değeri bilinmiyor fark
edilmiyor…
Kasım Ener
Adana Belediye Başkanı olduğu yıllarda İsmet İnönü ile Churchill buluşması
Yenice de gerçekleşir…
O dönemin
kıtlık yılları olduğundan her konuşmamızda sürekli yakındı ve şöyle anlattı;
-İngiltere
Başbakanı Gelecek, ikramlarda bulunmamız gerekiyor…
Belediye
başkanı olarak görevde benimdi…
Yetkilileri
Adana nın tüm mahalleleri, köylerini teker teker dolaştırdım bir tek hindi
bulunmuyordu…
Neyse sonunda
en ücra bir köyde iki üç hindiyi temin edip gerekli ikramlarımızı yapmayı
başarmıştık…
Yemekten
sonra GÖDE şalgamı ikram edildi…
İngiltere
Başbakan tadını ve hoş kokusunu çok beğendi…
Bunun
İngiltere de üretilmesinin yararlı olacağını söyledi…
Göde’den
formülünü rica etti; o da bunun imkânsız ve mesleki sır olduğunu veremeyeceğini
söyledi…
Kasım Ener 9
yıla yakın belediye başkanlığı o dönemdeki kıtlığı anlatırken de;
-O yıllar
savaş dönemiydi…
Yokluk,
sefalet inanılmaz büyük boyutlardaydı…
Cenazeler
için kefen bezi bile bulamıyorduk, daha doğrusu yoktu, ölenlerin sadece özel
yerlerini kapatacak şekilde ufak bezlerle defnediyorduk…
Kasım Ener
bana her zaman ve tam olarak güvendiği için birkaç defa otomobilimle Adana’yı
gezmek istedi…
Bir ara önce
Ulucaminin yanındaki Tuzhanında durdurdu, otomobilden aşağıya indik;
-Gardaş
buralara develer yükleriyle gelip konaklarlardı…
Adana nın
Ticareti burada yapılırdı…
Beşikten
mezara kadar insanlara ne lazımsa deve yükleriyle buraya gelir ve indirilirdi…
Özellikle
tarihi kapalı çarşıda uzaklardan getirdikleri kumaşlar kapışılırdı…
Oradan
Ulucamiye geldik; içine girdik, şöyle bir inceledi…
Ramazoğlu
mezarlarının olduğu yer altı girişinin önünde durduk…
-Faraç(temizlikçiyi)nerede
gel buraya diye seslendi?
Bir kişi
koşarak geldi, ondan Ramazoğlu beylerinin Ulucaminin bodrumunda gömülü olduğu
yere göz attı… Şöyle dedi;
-Abdulkadir
Bey, aslında şu anda Ramazoğlu nesli erkek olarak devam etmiyor…
Bir süre
sonra erkek nesli kesildi, sadece bayanlar olarak devam ediyor…
Şu anda
soyadını taşıyanlar kadın nesli tarafından gelenler…
Kasım Ener
daha sonra Abidinpaşa Caddesindeki iş bankasının önünde durmamı istedi…
Biraz
yorulmuştu ama yine de ayakta duruyordu, ama zihni ve gözleri harika pırıl
pırıldı…
Buraların çok
değiştiğini, gözlerine inanamadığını söyledi…
-Gardaş,
buraların metresi o yıllarda 5 kuruştan satılırdı…
O yıllarda 5
kuruş çok büyük paraydı…
Bir gün yine
beni çağırdı…
Ziyaretine
gittiğimde 1991 yılıydı; hiç unutamam…
Villasının
bahçesindeki evinin önündeki gül bahçesinde şezlongunda güneşlenirken çok
mutluydu…
Beni gülerek
o güne kadar görmediğim şekilde mutlu biçimde karşıladı, şöyle arkasına
yaslanmıştı;
-Ohhhhh
Abdulkadir Bey bu gün çok mutluyum dedi…
Gözlerini
yumup koltuğunun arkasına rahatlıkla yaslandı…
-Ne oldu
Kasım Amca? Dedim…
-Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yıkıldı…
Bundan daha
da büyük müjde mi olur?
Artık
Türklerin yüzyılı başladı, birliğimizi, büyümemizi, uygarlığımızı
güçlendirmemizi kimse engelleyemez…
Çok mutluyum
dedi, üstüne basarak da sözünü tekrarladı çok dedi…
Bu olaydan
kısa süre sonra da hayata veda etti…
Ölümünden
kimse haber vermemişti, cenaze törenine 3-4 kişi katılmıştı, benim de haberim
olmadı;
Asri
mezarlıktaki aile kabristanlığına defnedildi…
Nedenle
insanlar yaşarken de, ölünce de kıymeti anlaşılmıyor bu çok üzüntü verici bir
olay…
Kasım Ener
benim ev telefonumu da gece gündüz arardı…
Bir sabah
henüz hava karanlık ve henüz güneş doğmamıştı…
Kasım Ener
aradı ve telefonda hüngür hüngür ağlıyordu…
-Buyur Kasım
Amca hayırdır?
Hıçkırıklar
arasında;
-Eşimi
kaybettim, hemen buraya gelebilir misin? Dedi…
Erkenden
kalkıp gittim…
Sonra da
Hürriyet Gazetesine ilan vermemi rica etti… Onu da yerine getirmiştim…
Başka bir
notta şöyle;
-Abdulkadir
Bey, belediye başkanlığı yaptığım dönemde kasada para yoktu…
Çalışanların
parasını ben kendi cebimden ödediğim çok oldu…
Bunu da
unutma bir yere not et demişti…
(Ses
kayıtları Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesine bağışladığım
arşivimde yer alıyor…)
…
BELEDİYE
BAŞKANI SELAHATTİN ÇOLAK’IN SÖZÜ…
Yeni Güney
Haber Gazetesinde çalıştığım günlerden biri de yılbaşına denk geliyordu…
Saat 20; 00
de yeni vilayet civarındaki gazeteden otomobilimle çıktım…
Yılbaşı
kutlamasını evde yapacaktık; mavi bulvardaki evime gidiyordum…
Yılbaşı
gecesi olduğu için, kent merkezinden, kanal köprü yönüne gidecek on binlerce
otomobil, tek bir gözü olan alt geçidi tıkamıştı…
Ne
kuzeydekiler güneye, ne de güneydekiler kuzeye geçemiyordu…
Yani
otomobiller yılbaşı gecesi hayatı tıkamıştı…
Hiç birisi
bir metre bile ilerlemiyordu…
Sanki hepsi
üst üste yığılmış gibi duruyordu…
Benimde evime
gitmek için geçmek zorunda kaldığım kanal köprüye doğru giden Devlet Demir
Yolları tek gözlü alt geçidini tıkanmıştı…
O günlerde,
kentin kuzeyinden gelen, araçlarla;
Alt geçidi
kullanarak güneye geçenler…
Ya da
güneyden kuzeye geçen araçların kullandığı köprünün tek gözlüydü…
Alt geçidinin
boyutları ise sadece 5x5 metreydi…
Yani iki araç
asla karşılıklı geçemiyor, bir yönden gelen diğerini bekliyor;
Öteki
geçiyor, sonra bu bekliyor, diğeri geçiyordu…
O yılbaşı
gecesi saat 01;00 de evime ancak ulaşabilmiştim…
Oysa 7-8
dakikalık bir yoldu…
Tüm araçlar
yılbaşı öncesi heyecanıyla aynı anda yola çıkmıştı…
Ertesi gün
çalıştığım gazetemde muhteşem bir makale yazdım;
Yayınlandığı
sabah Belediye Başkanı Selahattin Çolak sabahleyin telefonla önce beni arayıp
teşekkür etti…
Daha sonra da
makamında bir basın toplantısı düzenledi…
Abartısız 30
gazeteci vardı…
Çünkü o
yıllarda her gazetenin muhabiri ve foto muhabiri birlikte toplantıları
izlerlerdi…
Başkan Çolak
basın toplantısında tüm gazetecilere beni göstererek dedi ki;
-Abdulkadir
Beyin köşe yazısını okudum, çok duygulandım, çok üzüldüm, biraz da utandım…
Adana için bu
alt geçit tam bir yüz karasıdır…
Söz
veriyorum, o alt geçidi öyle güzel ve büyük yapacağım ki adını da ABDULKADİR
KAÇAR ALT GEÇİDİ koyacağım, dedi…
Arkadaşların
hepsi sus pus oldu, biraz da kıskançlık düşüncesiyle beni uzaktan ve fark
ettirmeden izlemeye çalıştılar…
Çalışmalar
hızla başladı ve aralıksız sürerken seçime gidildi başkan kazanamadı…
Önemli olan
benim başkanın dikkatini o altgeçide çekmeyi başarmam ve kararını etkilememdi…
Belediyenin
gündemine almasını sağlamımdı…
Adana da
inşaatı o yıllarda başlayan daha sonraki yönetimler tarafından sürdürülen çok
güzel bir alt geçip yapıldı…
Zaten
Devlette Devamlılık esastır diye bir anlayış var…
Şu anda bu
alt geçit devletçilik anlayışının en somut kanıtıdır…
DDY alt
geçidini bu günkü hale getirmek için emek harcayan, çalışan belediye başkanları
ve bürokratları başta olmak üzere herkese teşekkür ediyorum…
…
BAŞKAN
ÇOLAK’LA ARALIKSIZ
YAKLAŞIK 70
GÜN BULUŞUP ANILARINI TEYBİME KAYIT ETTİM…
Adana daki
solun başpehlivanı Selahattin Çolak, sağın ki ise Aytaç Durak’tır…
1994 teki
seçimlerde Durak kazanmış, Çolak kaybetmişti…
Bir ara
kendine hayatını yazabileceğimi, bunun için zaman ayırmasını söylemiştim…
Artık
belediyede değildi ve sürekli bürosundaydı…
Bir ara
yeniden bu söz konusu olunca;
-Abdulkadir
Bey, buluşalım, anılarımı sana anlatayım dedi…
Sistemimi
kurdum, 70 gün boyunca bürosunda buluştuk…
Bana bir oda
verdi, sabahleyin erkenden gelip teybime konuşuyor, sonra da onları daktilo
ediyordum…
Bir gün yine
bürosunda basın toplantısı yaparken, 30’dan fazla gazeteci gelmişti…
Hayatını
yazdığımı bilen, biraz da kıskanç meslektaşım olan gazeteci arkadaşlarımdan
birisi;
-Abdulkadir,
bu güne kadar maaş almadan sıkıntılar çekerek çalıştın…
Herkes
biliyor meslekte başarılısın;
Ama artık
yağlı bir kuyruk buldun, Başkan Çolak seni ihya eder, dedi…
Başkan birden
dikkat kesildi, biraz da bozuldu;
-Ben, dedi,
Abdulkadir Beye saygısızlık yapar mıyım? O benim en sevdiğim gazeteci…
Biz sadece
birlikte bir eser ortaya koymaya çalışıyoruz…
Yağlı kuyruk
falan sözlerini kabul etmiyorum, dedi…
Birlikte
çalıştığımız 70 günlük sürede iki bayram olmuştu…
Her
çalışanına arife günü birer kutu baklavayı hediye olarak vermişti…
Benimde 70
günlük çalışmamda aldığım tek ücret iki kutu baklava olmuştu…
Başkan daha
sonraki görüşmelerimizde şöyle demişti;
-Abdulkadir
Bey, yeniden seçimi kazanırsam makamımın bitişiğinde sana makam odası
vereceğim…
Emrinde
sekreterin, telefonların ve de otomobilin olacak…
Ama yapılan
seçimlere bir daha katılmadı, seçimi de kazanamadı…
Bana verdiği
sözlerin hepsi de havada kaldı…
…
ÇOLAK
BAŞKANIN 2.TEKLİFİNİ DE
RET ETTİM…
Adana da ilk
özel radyo FM bandından yayına başlayan ESER-FM ‘ di…
Hakkı
Tanış’ın sahibi olduğu bu radyonun Stüdyosu da Kenan Evren Bulvarında(bu günkü
adı şehitler bulvarı oldu)12 katlı bir binanın en üst katındaydı…
Belediye
Başkanı olan Selahattin Çolak’ı programa davet ettim…
İlk defa özel
bir radyoda, megafonlu telefonla kendine oy veren Adanalılarla sohbet etti…
Üç saat
falan, belki daha da fazla sürmüştü program…
Bitince aşağı
indik, evim yakındı, başkan beni makam arabasıyla evime bırakmak istiyordu;
-Başkanım,
evim yakın, yürüyerek giderim dememe karşın makam arabasına bindik…
Yolda
giderken Başkan Çolak şöyle dedi;
-Abdulkadir
Bey, gazeteci arkadaşlarının hepsi benden bir şeyler istedi… Sen hiçbir şey
istemedin…
Sen Basın
Danışmanı Özer Öztep ağabeyine tarihsiz bir dilekçe ver…
Peşinatını ve
ilk taksitini ben ödeyeceğim…
-Teşekkür
ederim başkanım; annemin evi var…
Orada
yaşıyorum…
Israrla aynı
cümleleri söyledi başkan…
Yanımda
bulunan Özel Kalem Müdürü ve basın danışmanı;
-Kabul et,
kabul et, diye sürekli dirsekleriyle dürttüler…
Birkaç kez
yine aynı şeyi söylemesine karşın başkan Çolak’a “HAYIR” dedim…
Başka bir
meslektaşımın bu teklife hayır diyebileceğini sanmıyorum…
O nedenle
güzel bir meslek geçmişim var…
Her zaman
âşık olduğum mesleğimle gurur duydum, aşkla yapmayı sürdürüyorum…
…
POLİTİKADA
BİR DEVRİN ADAMI
DR. SUPHİ
BAYRAM…
Adanalı Dr.
Suphi Baykam dünyaca ünlü ressam Bedri Baykam’ın babasıdır…
İnanılmaz çok
zor şartlarda doktor olmayı başarmış, her sözüyle bilgi deryası olan bilge bir
insandı…
CHP de
milletvekili olarak görev yapmıştı…
İsmet paşanın
da her daim çok yakınıydı…
Oğlu
Bedri’nin çocuk çağındaki çizimlerinden oluşturduğu resim sergisini İnönü’ye
açtırmıştı…
Bedrinin
resim sergisi Adana da D-400 karayolu ile Atatürk Caddesinin kesiştiği AKBANK
SANAT GALERİSİNDE açılmıştı…
Suphi Bey
gelip gidenler izleyicilerle çok yakından ilgileniyordu…
Oğlunun
resimlerinin tanıtımını ve satışı için kulis yapıyordu…
Oldukça
sıcakkanlı, sözleriyle karşısındakini etkileyen bir karizmaya sahipti…
Benim de
izleyici olarak gittiğim sergide gazeteci olduğumu öğrenince inanılmaz
iletişime geçti…
-Abdulkadir
Bey, ilgilenirsen benim de hayatım çok renklidir dedi…
Hemen
randevulaştık, sergi sonunda da Seyhan Otelinin lobisinde bir aya yakın süre
buluştuk…
Her defasında
teybimi açtım, anılarını ve tüm konuşmalarını kayıt ettim…
Gerçekten çok
zor şartlarda, Yüreğir’deki evlerinde komşularından topladığı gazlarla,
lambanın ışığında çalışarak Tıp Doktoru olma öyküsü gerçekten de muhteşemdi…
Daha sonra da
CHP milletvekilliğine yükselmeyi başarmıştı…
1960
darbesini ve sonraki yıllarda birkaç defa ölümle yüz yüze gelmişti…
Bir ara CHP
Genel Başkanlığına adaylığını Çukurova Gazeteciler Cemiyetindeki toplantıyı ben
organize etmiştim…
Ülke
genelinde büyük ses getirmişti…
Anılarını da
“POLİTİKADA BİR DEVRİN ADAMI” başlığıyla, önce çalıştığım Ekspres Gazetesinde
yayınladım…
Sonra da
Aydın Caner ile “DAN DAN ADANA’DAN” ortak kitabımızdaki bir bölümde yer
almıştı…
Daha sonraki
yıllarda Bedri Bayram’la defalarca Adana ya geldiler…
O yıllarda
ERKAN FM radyosunda canlı yayınlar yapmıştım…
Suphi Baykan,
Seyhan otelinde her buluşmamızda ısrarla yemek teklif etti…
Ben de
ısrarla kabul etmedim, bir gün piliççinin önünden geçerken, elimden tuttu;
-Zorla içeri
çekti, gir şuraya, diye emri vaki şekilde hiddetle beni oraya girdirdi…
Zorla yarım
piliç ikram etmeyi başardı…
Bedri bey
babasına ait ses kasetlerini istedi, kendine verdim…
Kitaplaştıracağını,
eserinden de bana armağan edeceğini söylemişti…
Daha sonra da
bir haber çıkmadı…
Hem Dr. Suphi
Bayram, hem da oğlu Bedri Baykam, Adana’nın yetiştirdiği büyük değerlerdir…
Sahip
çıkılıp, mutlaka değerlendirilmesi, gelecek kuşaklara örnek olarak anlatılması
gereken güzelliklerdir…
Gazeteci
olarak ben olanaklarım ölçüsünde gerekli tanıtımları yapmayı başardım…
Gönül ister
ki, bu değerlerimize daha çok sahip çıkıp, daha sıkı sarılalım…
…
KURMAY ALBAY
NURİ KORKMAZ’ İLK EMRİ; “BASIN TOPLANTILARIMI ABDULKADİR İZLEYECEK”
12 Eylül 1980
askeri darbesi sırasında 6.Kolordu Komutanlığında görev yapmakta olan;
Kurmay Albay
Nuri Korkmaz o dönemde Adana Belediye Başkanlığına getirilmişti…
1977 de
halkın oylarıyla seçilen CHP’li Selahattin Çolak darbeden sonra istifa
dilekçesini yazmak zorunda kalmıştı…
Hürriyet
Gazetesinde çalıştığım o yıllarda her türlü basın toplantılarına muhabir olarak
ben giderdim…
Ama darbeden
sonra Belediye Başkanı Olan Kurmay Albay Nuri Korkmaz muhabirler arasında bana
ayrı bir önem vermişti…
-“BASIN
TOPLANTILARIMI ABDULKADİR KAÇAR İZLEYECEK” diye emir vermişti…
Gerçekten de
basın toplantılarının tamamını ben izlemiştim… Haftada iki ya da üç kez yaptığı
toplantı öncesi;
Şefim Cevat
Eren’e;
-Basın
Toplantımı Abdulkadir’ i bekliyorum diyordu…
Şefim de o
çağrıya uyuyor ve başkanın tüm toplantılarına beni görevlendiriyordu…
O yıllardaki
gazeteciler her türlü basın toplantılarına iki kişi gidiyordu;
Biri
fotoğrafları çekiyor, diğeri de haberleri yazıyordu…
Ama ben tek
kişilik bir güçtüm; şöyle ki hem olayın fotoğrafını çekiyor, hem de haberi
yazıyordum…
Yani Hürriyet
Gazetesi, basın toplantılarına;
İki kişi
göndermek yerine sadece beni giderek bir tür tasarruf etmiş oluyordu;
Basın
toplantıları çok kalabalık geçiyordu…
En küçük bir
haberde bile en az 30 muhabir bulunuyordu…
Belediyedeki
basın toplantısı sona erdiğinde;
Kurmay Albay
Nuri Korkmaz beni belediyenin bahçesinde yürüyüşe davet ediyordu…
Küçük bahçede
her toplantı sonrası 30-40 dakika birlikte yürüyüş yapıyorduk…
Belediyenin
laçka bir yer olduğunu, kimin ne yaptığını anlamadığını söylüyordu…
Özellikle
bazı bölümlerdeki kişilerin her türlü rüşvete karıştığından yakınıyordu…
-Abdulkadir
sen olsan ne yaparsın? Diyordu…
-Başkanım,
siz hem asker, hem de bürokratsınız, yasalar neyi emrediyorsa onu yapacaksınız…
-Tamam da
nereden tutsam elimde kalıyor kardeşim, diyordu…
Çalışanları
sürekli şikâyet ediyor, dert yanıyor ama bir türlü rahat hareket edemiyordu…
Ziyapaşa
Bulvarı üzerine yapılacak olan Atilla Altıkat üst geçidi ihalesi öncesi;
Katılacak tüm
müteahhitleri karşısına dizdi;
-Herkes beni
çok iyi dinlesin…
O üst geçit
yapılıp bittiğinde hepinizi altına dizeceğim…
Üstünüzden en
büyük tonajlı yüzlerce Tırları geçireceğim…
Çürük
yaptıysanız, üst geçidin altında kalıp hepinizi öldüreceğim…
Ona göre
dürüst ve sağlam iş yapın…
…
BELEDİYE
BAŞKANI KURMAY ALBAY’I ERCAN KONT’ UN UZUN SAÇI RAHATSIZ EDİYORDU(CİK CİK
NECATİ)…
Her basın
toplantısı bitince diğer gazeteciler giderken;
Belediye
Başkanı Nuri Korkmaz beni durdururdu;
Bahçeye iner
birlikte 30-40 dakika tur atardık… Belediye çalışanlarından şikâyet ederdi…
Başka bir
bahçe yürüyüşümüz sırasında;
Belediye
çalışanları arasında saçını ünlü sanatçı Barış Manço gibi hemen beline kadar
uzatarak gezen, Tiyatro Müdürü Ercan Kont’tan şikâyet ediyordu…
-Kaç defa
uyarıldı, ama arkadaş saçını kesmiyor…
Adam baştan
sona kadar muhalif…
-Başkanım,
siz bir yolunu bulursunuz, ne yapacağınızı iyi bilirsiniz, yasaları
uygulayacaksınız demiştim…
Belediyede
her işte kullanılan ve joker olarak bilinen her derde derman olan Necati
Özkan’a;
-NECATİ
YAVRUM, ERCAN’I MEVCUTLU OLARAK BERBERE GÖTÜR…
ADAM GİBİ
TIRAŞ ETTİR, HEMEN GERİ GELİP BANA TEKMİL VER, demişti…
Necati Özkan
da başkanın talimatını;
Göz açıp
kapayıncaya Ercan Kont’u mevcutlu olarak;
En yakın
berbere götürüp tıraş ettirip, ışık hızıyla geri getirip başkana tekmil
vermişti…
Başkan Nuri
Korkmaz Albaydan büyük takdir almıştı…
-NECATİ
YAVRUM, KUŞ GİBİ HIZLI BİÇİMDE GİDİP, KUŞ GİBİ GÖREVİNİ YAPIP GELDİN…
SENİN ADINI
BUNDAN SONRA, YANİ KUŞ GİBİ HIZLI CİKCİK NECATİ KOYUYORUM, demişti…
Ondan sonra
Necati Özsan’ın adı tüm Adana da ve Türkiye de CİCİK NECATİ olarak anılmıştı…
Adana
Belediyesine 1980 den sonra başkan olarak atanan Kurmay Albay, Seyhan Nehri
üzerinde Devlet Demir Yolları yanındaki Belediye Konukevinde yaşıyordu…
Çok büyük
kahkahalar atıyor, muhteşem bir neşeli ve poziti tipi vardı…
Bahçede
yetişen muhteşem Washington portakalını çok seviyordu…
Şefimle evine
haber için gittiğimizde, diğer misafirlerine olduğu gibi bize de o portakalları
elleriyle soyarak ikram ediyordu…
(Adana da 29
Eylül 1980 ile 2 Aralık 1981 de belediye başkanı olarak kısa dönem görev
yapmıştı…
Daha sonra
Demokratik Sol Parti Kurucu üyeliği yapmıştı…
TBMM de XV11
dönemi Adana milletvekilliği görevinde bulundu…)
…
SEYHAN
BELEDİYE BAŞKANI
AZİM ÖZTÜRK
TV EKRANINDA
VERDİĞİ
SÖZÜNÜ TUTMADI…
Ak Partiden
Seyhan İlçesi Belediye Başkanı seçilen;
Prof. Dr.
Azim Öztürk, seçim öncesinde televizyondaki canlı yayınımızda halka verdiği
sözlerin hiç birini tutmadı…
O yıllarda
Çukurova Televizyonunda haftada üç, bazen dört program yapıyordum…
Seçime
yaklaşırken Televizyon Belediye Başkan adaylarını da sıkça canlı yayına konuk
olarak alıyorduk…
Ak Parti
akademisyen, yazdığı kent sorunlarının çözümü kitapları bulunan Prof. Dr. Azim
Öztürk’ü Seyhan Belediye Başkanlığına aday göstermişti…
Televizyona
canlı yayınımıza konuk olmadan bir-iki ay kadar önce M-1 deki bir kafedeki;
Kimse
tanımadığı için bir köşede sessiz, sakin, tek başına oturup çay içerken Prof.
Dr. Azim Öztürk’le karşılaştık…
Hem ART Tv de
5, hem Kanal-A televizyonunda 5 yılda
binlerce program yaptığım;
Halen de
Çukurova Televizyonunda hatada 3-4 kez ekranda göründüğüm için beni ekrandan
tanımış olmalıydı…
Garip şekilde
oturduğu, kimsenin tanımadığı, yüzüne bile bakıp ilgilenmediği masasına beni
davet etti; birlikte çay içerken bir yandan da benden bilgi almak istedi…
-Abdulkadir
Bey, biliyorsun ben Seyhan Belediye Başkanlığına adayım…
Gazeteci
arkadaşım, kardeşim olarak bana neler önerirsin? Neler yaparsam iyi, neler
yaparsam yanlış olur, dedi…
-Size
şimdiden başkan demeliyim;
İlk ve en
önemli madde gazetecilerle iyi geçinin…
Medya
mensubuyla asla takışmayın, zıtlaşmayın;
Çünkü her
politikacı takıştığı-tartıştığı-hakaret ettiği, aleyhinde dava açtığı
gazetecilere yenilmiştir…
Tarih bunun
örnekleriyle doludur…
İkinci önerim
de; seçildiğiniz takdirde, sizden önce başkanların işe aldığı personele
dokunmayın; kimsenin ekmeğiyle oynamayın…
Oy verseler
de vermemiş olsalar da onların her birisi ev geçindiren, çocukları okuyan
insanlar…
Aradan kısa
bir süre geçti, başkan adayı Prof. Dr. Azim Öztürk’ü:
İki gazeteci
arkadaşımızla Çukurova Televizyonunda iki üç kez canlı yayına konuk olarak
aldık…
Sorular
sorduk, mesleğinin şehircilik olduğunu bu konunun kitabını yazdığını, seçildiği
takdirde Seyhan ilçemize çok güzel şeyler dakikalarca övünerek anlattı iddia
etti…
Seçime
gitmeden önce iki üç kez yine bizim canlı yayınımıza konuk olmuştu;
Her programda
da aynı şeyleri tekrarlar şeklinde hatırlattım;
-Sayın
Başkan, seçildiğiniz takdirde, daha önce işe alınan çalışanların işlerine son
verecek misiniz?
Çalışanlar bu
konuda tedirgin, sizin güvence vermenize ihtiyaçları var…
-Buradan
Seyhan Belediye çalışanlarına söz veriyorum, hiçbir çalışanın ekmeğiyle
oynamayacağım, işine asla son vermeyeceğim…
Çalışan
kardeşlerim müsterih olsunlar…
Görevlerini
yapmaya gönül rahatlığıyla devam etsinler…
Sonra ne mi
oldu? Seçimler yapıldı, Prof. Dr. Azim Öztürk Başkan seçilmeyi başardı…
Göreve
geldiği ilk hafta içinde pek çok kişi gibi, orada harita bölümünde inşaat
mühendisi olarak çalışan ablamın da elinden istifa dilekçesi aldı…
Makamında
ziyaret ettim ve çalışanlara verdiği sözleri hatırlattım;
Çünkü oğlu
İstanbul da okuyordu…
Bir
süreliğine ablam çalıştı, tekrar istifa dilekçesi, tekrar çalıştı falan…
Yani
Türkiye’deki politikacıların seçim öncesi verdiği tutmadığına, ilk işleri
kendilerinden önceki başkanların işe aldığı çalışanların kapının önüne
koymalarına yıllarca tanık olmuştum…
İki üç kez
televizyondaki canlı yayınlarda, halkın gözünün içine bakarak kimsenin işten
çıkartılmayacağı sözünü veren;
Ama bunun tam
aksini, işbaşına geldikten bir hafta sonra yapan;
Prof. Dr.
Azim Öztürk’te bu konuda beni yanıltmadı…
Bu arada
Adana da bazı ilçe belediye başkanları değiştiğinde;
Kurumda
çalışıp, işlerinden ayrılmak istemeyenleri döverek, küfürler ederek,
yaralayarak belediyeden kovdukları zaten gazetelerde defalarca yer almıştı…
…
BAŞBAKAN
ÖZAL’A
SESLENMEM
TEPKİ ÇEKTİ…
Aytaç Durak
başbakan Turgut Özal’ın ANAVATAN partisinden Adana Büyükşehir Belediye Başkanı
olmuştu…
İlk
icraatlarından biri de kentin kanalizasyon ana kollektör sorununu çözmek için
harekete geçmişti…
142,5
kilometrelik devasa künkler döşenecekti…
İçinden
kamyonet geçen devasa kanalizasyon sistemi boruları döşenecekti…
Başbakan
Turgut Özal’ da temel atma töreni için kente gelmişti…
Başbakan,
Hava alanı yakınında künkler için açılan devasa çukurda harç atmaya başladı…
Gazeteciler
olarak yukarıda, başbakan aşağıdaydı ve yüzü de görünmüyordu…
Hiçbir
gazetecinin sesi soluğu çıkmıyordu, herkes biraz çekiniyordu…
Ben bir türlü
istediğim fotoğrafı çekemiyordum…
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin Başbakanı temel atıyordu, mutlaka güzel bir fotoğraf
çekmem gerekiyordu…
Yaklaşık
30-40 gazetecinin sorununu çözmek için daha fazla dayanamayıp yüksek bir sesle;
-Sayın
Başbakanım, biraz yukarıya bakabilir misiniz?
Dediğimi
yaptı, yukarı baktı tüm flaşlar birden patladı elinde harçla fotoğrafını benim
gibi diğer arkadaşlarımda çekmeyi başarmıştı…
Çevresindeki
koruma polisleri, bürokratlar milletvekilleri, bana sert ve ters birer bakış
attılar…
Bir tek Aytaç
Başkan gülümseyerek beni kutlamıştı…
Ama işi
bitirmiş, Başbakan Turgut Özal’a istediğim pozu verdirerek, diğer gazetecilerin
de sorunlarını çözmüştüm…
Gazeteciler
olarak bazen riski göze almak gerekiyor; yoksa sonuç istenilen gibi olmuyor…
Bu riskleri
her zaman göze aldım, güzel sonuçlara da ulaştım…
Bu gün olsa
yine aynı şeyi yapardım…
…
HER ZAMAN
ÖZGÜRLÜĞÜ SEÇTİM…
TRT ŞANSIMI
İSTEYEREK
KULLANMADIM…
TRT Çukurova
Radyosunun stüdyoları Mersin de; Haber Merkezinin ise Adana’dadır…
1989 yıllarda
her gazeteci gibi ben de bir ara işsiz kaldım;
Ama Hürriyet,
Milliyet gazetelerdeki başarılarım herkesçe yakından izlenip, imzamla takdir
kazanıyordum…
Yani diğer
meslektaşlarım beni yakından takip ediyor, ne yaptığım yakından biliniyordu…
TRT Haber
Merkezi Bölge müdürü Gürses Vargül bir gün beni telefonla aradı;
-Abdulkadir
yarın Adana ya TRT genel müdür yardımcısı geliyor…
Seni onunla
tanıştıracağım…
İstisna
sözleşme ile seni TRT ye aldıracağım, dedi…
Teşekkür
ettim, düşüneceğimi söyledim…
Aynı günün
gecesinde de BÖLGE GAZETESİ ’ni kurmaya hazırlanan Tahsin ağabeyimin de okul
arkadaşı olan Nevzat Uçak aradı;
-Abdulkadir
yeni bir gazete kuruyorum…
Sen ilk
sıradasın, yarın gel işe başla, bekliyorum, dedi…
Hepten
şaşırdım kaldım; başarılı olunca bu türlü teklifler sıkça insanı buluyor…
Ayrıca hep
böyle olur, bazen işsizlikle bunalır insan, bazen de birkaç teklif birden
gelir…
Gece boyunca
düşündüm, ertesi sabah oldu, ben BÖLGE GAZETESİ ni tercih ettim…
Çünkü bir
filozofun şu sözü her daim aklımdaydı;
“DEVLET
MEMURLARI YARATICI OLAMAZ… ŞÖYLE YA DA BÖYLE YASALAR ONLARI BAĞLAR”
Bu sözü
bildiğim için, özgür ve yaratıcı gazeteciliği tercih ettim…
Hayatımın
muhasebesini yapınca şunu söyleyebilirim;
Bu güne kadar
yapabildiğim ya da yapamadığım hiçbir şeyden asla ve kata pişmanlık duymuyorum…
Özgürlüğün
bedeli olabilir mi?
Çok para
kazanıp az özgürlük yerine, gerektiğinde aç yaşayarak tam özgürlükle yaratıcı
düşünceli yaşayarak eserler vermeyi seçtim…
…
…
BÜYÜK MUCİZE
YAŞADIM…
AZİZ NESİN’LE
BULUŞMA
MUCİZEM…
Seyhan
Belediyesinin Kültürel Etkinliğinde o güne kadar Adana ya gelmeyen birçok
yazar, çizer, düşünür davet edilmiş hepsi de o çağrıya uymuştu…
Benim için
flaş isim o güne kadar tüm kitaplarını severek, büyük keyif alarak okuduğum
idolüm olarak kabul ettiğim Aziz Nesin’di…
Çalıştığım
Bölge Gazetesindeki santral memuruna üstadın kaldığı İnci oteli ve Aziz Nesin’i
bağlamasını rica etmiştim…
Hiç umudum
yoktu, 5 dakika sonra telefonun ucundaki ses;
-Buyurun
efendim, ben Aziz Nesin’im deyince dünya durmuştu sanki…
Çalıştığım
gazeteyi, kendimi tanıttım, söyleşi yapmak istediğimi anlatınca;
-Gel evladım,
bekliyorum, dedi…
10 dakikalık
yürüme mesafesindeki otele özel taksi tutarak ulaştım…
O günlerde
gazeteciliğe yanımda başlayan Acar Filiz’i de aldım, fotoğraflarımızı çekmesini
sağladım…
Tek sözcüklü
röportajımı baştan sona kadar yanıtladı…
Öyle kibar,
öyle beyefendi, öyle karizması vardı ki;
Konuşmalarını,
verdiği yanıtlarını nefes almadan dinledim…
O söyleşi,
Aziz Nesin’in ölümünden sonra “BİR DOKUN BİN AH İŞİT” isimli kitabında yer
aldı…
Orada Aziz
Nesin, ölümünden sonra mezar istemediğini, tören istemediğini anlatıyordu…
YAŞAR KEMAL;
“BENİ TUZAĞA DÜŞÜRECEKSİN” DİYE MASADAN KAÇTI…
Yine 1991
deki Seyhan belediyesi birinci kültür şenliğine gelenlerden biri de dünyaca
ünlü romancımız Yaşar Kemal’ di…
Atatürk
Parkında halka açık konferanslarında hem Aziz Nesin’in, hem Yaşar Kemal’in
konuşmalarını teybe kaydetmiştim…
Adanalı olan
Demirtaş Ceyhun’u kendime daha yakın buluyordum… Ondan rica ettim;
-Ağabey tek
sözcüklü söyleşi moda, Yaşar Kemal’den de benim adıma bir randevu alabilir
misiniz?
-Tamam, dedi…
Yaşar
Kemal’le kaldığı otelinde sabahleyin randevulaştık…
Gün içinde
saatlerce konuştuğumuz Yaşar Kemal üstatla otelde önce sabah kahvaltı yaptık ve
uzunca sohbet ettik…
Başka bir
masaya birlikte geçtik;
Teybi açıp,
tek sözcüklü söyleşi lafını duyunca;
-Yok, sen
beni tuzağa düşürmek istiyorsun;
Ben bu
söyleşide yoğum arkadaş, diye gök gürültüsü gibi sesiyle kabul etmedi…
Masadan
kalkıp hızla uzaklaştı…
Onun tepki
vermesi bile benim için tarihi bir olay;
Büyük ve
sevinç duyduğum bir buluşmaydı…
Çünkü çağının
en büyükleri olan muhteşem insanlarla bir arada olmak, onları dinlemek, çağına
ölümsüz imzalarını atan bu bireyleri tanımaktan her zaman onur duydum…
Söyleşimi ret
etse de benim gönlümün en güzel yerindeki ölümsüz yeri vardır…
Hemen tüm
kitaplarını okuduğum, hayranı olduğum büyük bir kişilik, tarihi bir
şahsiyettir…
…
SANATÇILARVE
ŞAŞIRTAN BULUŞMA…
SOLCU CEM
KARACA TAM
ÖZALCI
OLMUŞTU…
1980’öncesindeki
protest şarkılarıyla yoğun bir taraftar ve hayran topluluğu kazanmıştı…
Ama şarkıları
devlet politikasına uygun olmadığı için yurtdışına kaçmış orada yaşamaya
başlamıştı…
Hatta
vatandaşlıktan da çıkartıldığını hatırlıyorum…
Daha sonra
Başbakan Turgut Özal’ın affı sayesinde Türkiye ye dönebilmişti…
Seyhan
belediye Başkanı Yalçın Akyol’un 1991 yılında düzenlediği 1. KÜLTÜR
ETKİNLİĞİNDE Adana ya gelen en ünlü ve sevilen sanatçılardan biriydi…
Kaldığı İnci
Otel de basın toplantısı öncesi tüm gazeteciler olarak hazırdık…
O koyu ve
protest şarkıların ünlüsü Cem Karaca uzaktan göründü…
Gazetecilerle
arasında 20-30 metre mesafede durdu…
Ama günün ilk
saatleri olmasına karşın, o mesafedeki ağzından yayılan anason kokusu hepimizi
sarhoş etmişti sanki…
Başladı
Başbakan Turgut Özal’ın politikalarını övmeye…
Ne kadar
akıllı, bilgili, ileri görüşlü bir devlet adamı olduğunu anlatmaya başladı…
Bizler
birbirimize bakıyor, içimizden de gülüyorduk…
Konuştukça
bize daha da yaklaştı, daha fazla anason kokusuyla daha uç şeyler söyledi…
Yıllarca
sahnelerde izlediğim Cem Karaca, müthiş değişim geçirmişti…
Tarih, zaman,
politika, ne kadar çok insanı değiştirdiğine orada gözlerimle şahit olmuştum…
Her gazeteci
gittikten sonra ben 2 saat daha teybimi açtım, söylediği her şeyi kayıt etmeyi
başardım…
İyi ki Yalçın
Akyol Başkan bizi bu türlü toplumu etkileyen kişilerle bir araya getirmişti…
Hala da kendi
adıma çağın en ileri düşünce, müzik insanlarıyla bir araya getirmesine saygı
duyarım…
…
MAFYANIN
ELİNDEN
BÜLENT ERSOY
KURTARDI…
Hürriyet
Gazetesinde 1980’li yıllarda coşkulu şekilde çalışıyordum;
Adana ve
Mersin’e gelip konser vermek için bölgemize gelecek sanatçılarla ilgili olarak;
Hürriyet
Haber Ajansımızdan yani genel merkezimizden İstanbul’dan daima teleks mesajı
gönderilirdi…
-Şu sanatçı,
Adana ya geliyor, Mersin’ de konser verecek… İzlenip haberleştirilmesi bilgisi
gönderilirdi…
O yıllarda
kentimize ve çevre illere gelen dönemin en ünlü olan hemen tüm sanatçılarıyla
tanışıp, haberlerini yapmıştım…
İletişim
kurup haberini hazırlama mutluluğuna ulaştığım dönemin sanatçılarından bazıları
şunlardı;
Müzeyyen
Senar, Emel Sayın, Erol Büyükburç, Erol Evgin, İbrahim Tatlıses, Barış Manço,
Cem Karaca, İlhan İrem, Edip Akbayram, Ersan Erdura, Gönül Yazar, Ajda Pekkan,
Huysuz Virjin, Sezer Güvenirgil, Samime Sanay, Modern Folk Üçlüsü, Üç Hürel,
Şükran Ay, Ümit Pesen, Ersen ve Dadaşlar, Fikret Kızılok, gibi ünlüler başta
olmak üzere sayısızca sanatçıyı izleyip haberleştirmiştim…
Türk Sanat
Musikisinin efsane bestekârları Avni Anıl başta olmak üzere Ali Şenozan, Arif
Sami Toker vs…
O günlerin en
ünlülerinden birisi de hiç şüphesiz ki, Zeki Müren’in yerine veliaht
gösterilen;
Türk Sanat
Musikisinin ünlü sesi Bülent Ersoy’du…
1980’de
askeri darbe yapılmış, milli güvenlik konseyince Bülent Ersoy’a sahne yasağı
getirilmişti…
O yıllarda
cinsiyet değiştirdiği için, topluma olumsuz örnek olması devlet yöneticilerince
önlenmeye çalışılıyordu…
Oysa toplumun
taparcasına aşkla sevdiği parlak yıldız;
Bülent Ersoy
bunu sesini çıkarmadan kabul ediyor görünse bile içi içini yiyordu…
İşte
yasakların konulduğu ilk aylardan hemen sonra İstanbul’daki Haber Merkezimizden
yine teleks mesajı geldi…
-Bülent Ersoy
Mersin’ de ünlü iş adamının Deveci ’nin oğlunun sünnetinde gizlice sahneye
çıkacak;
İzlenip acil
olarak haberleştirilmesi ricasıyla…
Uçağı saat
22;00 de Adana havalimanında olacak, izleyelim, şeklindeydi…
Şefim Cevat
Eren yasaklı olan Bülent Ersoy’u izleme görevini bana verdi…
Heyecanla,
zevkle, koşarak mutlu biçimde uçak daha inmeden havaalanındaydım…
O yıllarda
Hürriyet Gazetesine ve muhabirlerine tüm kapılar sonuna kadar açılıyordu…
Gazeteciler
olarak aprona kadar girip, uçağın merdivenlerine kadar yaklaşıp, konukların
fotoğraflarını çekebiliyorduk…
Bülent
Ersoy’u getiren uçağın merdivenlerine kadar yaklaştım, karşılayıp elini sıkıp
kendimi tanıttım ve fotoğraflamaya başladım…
-Hoş
geldiniz, iyi mi siniz?
-Teşekkür
ederim…
-Yolculuğunuz
nasıl geçti? Rahat mıydı?
Hem
konuşuyor, hem de kendini Mersin’e götürecek alanın dışında karanlıklarda
bekleyen lüks otomobile doğru birlikte yürüyorduk…
-Yarın sabah
İstanbul’a geri döneceğim…
İnanın bana
çok işim var, hiç zamanım yok…
Yarın Terzim
Mualla ile randevum var…
Sohbet
ediyor, fotoğraf çekerek bekleme salonunu geçip, karanlıkların en yoğunlaştığı;
Kimsenin
kimseyi tanımadığı anda arkamdan iki kişi beni aniden sert biçimde kucakladı…
Biri hareket
etmemi önlüyor, diğeri fotoğraf makinemi almaya çalışıyordu;
-Gazeteci
filmini çıkart, çabuk bana ver…
-Siz
kimsiniz? Neden vereyim? Hayır, beni öldürürseniz filmi alabilirsiniz, diye
bağırıyordum…
Ama adamlar
beni öyle ki, sıkı mengene gibi sıkıyorlardı ki, adım atamıyordum…
O sırada biri
inanılmaz büyüklükte cebinden bir tomar para çıkarttı;
-Al oğlum bu
paraları, kendine bir araba al, filmi bize ver;
Ne sen bizi
gördün, ne de biz seni, yoluna devam et…
-Filmimi asla
vermem… İsterseniz öldürün… Yok vermem…
-Verirsin,
yoksa-yoksa vs…
Tartışma ve
arbede giderek daha da sertleşip, sesler iyice yükseldiğin de;
Karanlıklar
içinde lüks otomobile doğru yürüyen;
Bülent
Ersoy’un haberi oldu, birden durdu, göz gözü görmeyen karanlıkları yırtan bir
ses tonuyla haykırdı;
-Bırakınnnnn
Çocuğuuuu, deyince…
Beni mengene
gibi saran kollar birden açıldı, rahatladım, özgürlüğüme kavuştum…
Aslında
Bülent Ersoy da kendi de haberinin Hürriyet Gazetesinde yer almasını istiyordu;
Ama sanki
habersizce fotoğrafları çekilmiş, bilgisi dışında yayınlanmasını istiyordu;
O yüzden
benim fotoğraf makinemi ve filmimi almak isteyenlerin elinden kurtardığını bu
gün daha iyi anlıyorum…
Bülent Ersoy
şık kıyafetleriyle o sırada kendini karanlıklarda bekleyen lüks Mercedes
otomobile bindi;
Beni
mengeneye alan iki kişi de ondan sonra aynı otomobile binip uzaklaştı…
Ellerinden
kurtulmanın mutluluğu içinde, ama filmimi kaptırmamanın onuruyla koşarak
gazeteye dönmüştüm…
Filmleri
yıkayıp, servise koymuştum… Hürriyet Gazetesinin birinci sayfasında imzamla
birlikte haber yer almıştı…
Ayrıca yine
gazetenin magazin eklerinde çok geniş şekilde yayınlanmıştı…
-Bu gün bile
bana cebinden bir tomar para çıkartarak git kendine otomobil al, bu filmi bize
ver diyen kişiyi;
Bu gün bile
hale nefretle, kinle, hatırlıyorum…
50 yıla yakın
medya mensupluğum döneminde:
Kimsenin
sofrasına yanaşmadım, kimseden tek kuruş para almadım;
Hiçbir haberi
kimsenin aleyhine kullanmadım;
Tehdit,
şantaj, üçkâğıt, gibi yasadışı yollara asla kalkışmadım…
Elime geçen
her türlü bilgi ve belgeleri, yasaların emrettiği şekilde haberleştirdim…
O nedenle bu
gün alnım açık, özgürce kendimi gazeteci olarak tanımlıyorum…
Ama Bülent
Ersoy’un gazetecilere olan sevgisi, saygısı, beni bu şekilde korumasını da
saygıyla hatırlıyorum ve de asla unutamıyorum…
…
ŞARKICI İLHAN
İREM’İN
PARA
TEKLİFİNİ RET ETTİM…
“YARINLAR”
gibi bir çak şarkısıyla yıldızı aniden parlayan genç pop şarkıcısıydı İlhan
İrem…
Kısa zamanda
da gençlerin sevgilisi olmuştu…
Diğer tüm
sanatçılar gibi kentimizde de sıkça konsere geliyordu…
Adana’da Arı
Sinemasında yine bir dizi muhteşem konserler vermek için kente gelmişti…
O yıllarda
sanatçılar bir gün içinde peş peşe üç konser veriyordu;
Saat 14: 00
te, 17: 30 da bir de akşam 21: 00 de…
Konser öncesi
Adana Dağ Tenis Yelken Kulübünde bir gurup hayranları ve samimi arkadaşlarıyla
birlikte buluştuk…
Benim
Hürriyet Gazetesi muhabiri olduğumu öğrenince ayrıca ilgi göstermeye başladı…
Konuşmalarımızın
arasında sürekli mırıldanıp, yeni besteler yapmaya, yeni melodiler bulmaya
çalışıyordu…
Arkadaşları
konuşmak için bir şeyler söylediğinde;
-Ben sizler
gibi boş gezinin boş kalfası değilim;
Beni lütfen
boş sözlerinizle meşgul etmeyin…
Yeni besteler
için 25.saati arayan insanım, diye kendini bana daha da farklı tanıtıyordu…
Sorularımı
uzun uzun yanıtladı, birlikte fotoğraflarınmızı çektim…
Haberin
nerede yayınlanacağını sordu;
-HÜRRİYET
GAZETESİNİN KELEBEK VE HAFTA SONU GAZETELERİNDE YAYINLANACAK, deyince…
Çocuklar gibi
çok sevinip, mutlu olmuştu;
Popülerliğinin
ilk yıllarındaydı ve reklama müthiş şekilde ihtiyacı vardı…
O yıllarda,
ne özel televizyon, ne radyolar henüz yoktu…
Sanatçıların
tamamı Hürriyet Gazetesinde ve magazin eklerinde;
En küçük bir
haberinin çıkması için inanılmaz biçimde birbirleriyle yarışıyordu…
Ayrılırken
şöyle dedi;
-Borucumuz ne
olacak Abdulkadir?
-Ne borcu
İlhan Bey?
-Bu kadar
haberimi hazırladın, fotoğraflar çektin, gazetelerde yer alacak…
Yani benim
sana borcum yok mu?
-Yok, neden
olsun ki?
-Ama İstanbul
daki muhabirlerin hepsi, haberimi hazırlayınca karşılığında para alıyorlar yani
haberlerimi her zaman parayla yaptılar, yapıyorlar…
-Adana da
böyle bir kural yok, biz hazırladığımız haberler için para falan talep etmeyiz;
Böyle bir
istekte bulunanı da Hürriyet Gazetesi kapının önüne koyar, deyince çok şaşırmış
teşekkür etmişti…
Haberler çok
geniş olarak Hürriyet Kelebek Ekinde ve Hafta Sonu Gazetesinde çok geniş
şekilde yer almıştı…
Adana ya daha
sonraki yıllarda yine geldi, defalarca görüştük…
İyi ve samimi
bir arkadaşlığımız oluşmuştu…
Her
gördüğünde bana teşekkür ediyordu…
…
KÜÇÜK İBONUN
TÜRKÜSÜ
TÜYLERİMİ
ÜPRETTTİ…
Adana da ilk
özel yerel televizyonların devreye girdiği;
1990’lı
yıllarda yazılı medyadan, görsele medyaya-televizyonculuğa geçen ilk
gazeteciyim…
İlk özel
televizyonu olan ART’(Adana Radyo ve Televizyonu) de 5 yıl boyunca haber müdürü
ve yayın yönetmeni olarak…
Haftada 4-5
bazen daha fazla canlı yayına çıkıyordum;
Çünkü hiç
kimse kameraların karşısına çıkmamış, onlarla tanışmamıştı…
Yıllarca
gazetecilikte “DUAYEN” diye tanımlanan gazeteci arkadaşlarım ve büyüklerimiz,
kamerayı görünce köşe bucak kaçıyordu…
Ben kameranın
sihrine inanıyor ve bayılıyordum…
O nedenle
yazılı basından rahatlıkla özel televizyona geçmiştim…
Ama kendi
çapımda aynanın karşısına geçip konuşma teknikleri uyguluyordum…
Tiyatrocu
arkadaşlarımdan diksiyon dersleri alıyordum…
Romalı
Çukurova Valisi Çiçero gibi ağzıma küçük çakıl taşları koyarak dil ve dudak
tembelliğimi gideriyordum…
O nedenle
kısa zamanda artık kamera karşısında düşüncelerimi sözlü olarak kolaylıkla
ifade edebiliyordum…
Adana da özel
televizyoncuların ilk örneğiydim…
Daha sonraki
yıllarda bu işi yapmaya kalkanların hepsi daim beni örnek aldılar; kural bu
günde geçerlidir…
Beni örnek
aldığını söyleyen çoğu gazeteci arkadaşım defalarca itiraf etmiştir…
ART’ de
haftada 4-5-6 kez canlı yayına çıkıyordum, başarıyla görevimi sıfır hata, yüzde
yüz şekilde başarıyordum…
5 yıllık
görev süremin sonunda; transfer olduğum Kanal-A Televizyonunda tıpkı ART de
olduğu gibi sayısız programlar ürettim;
Çalıştığım
dönemde haftada iki üç sokak söyleşileri, canlı yayınlar, paket programları
yapıyordum…
Abartısız
söylüyorum özel televizyonların altın çağıydı…
Özellikle
sokak programlarım vatandaşı ekranın başına kilitliyordu;
Savaş Aydan
yıllarca önce kafama şapka giyip, sokak söyleşilerinde, halkı kamerayla ve
mikrofonla tanıştırıyordum…
On binlerce
kişiye mikrofon uzatıp, kendilerini ekranlarda görmelerini sağladım…
Programımın
birinde;
-Sokaktaki
vatandaşın cebindeki parayı göstermesini istiyordum…
-Dünya
sevgililer gönünde vatandaşın yüzüne bir arkadaşım aracılığıyla boy aynası
tutturup;
-Karıcığım
seni seviyorum, demesini istiyordum…
-Seyhan eski
Baraj Gölündeki Gençlik Köprüsünde genç bir kıza gelip insanların yüzüne ayna
tutturup;
-Kendinle
tanış, kendimi seviyorum, demesini istiyordum…
-Her bayram
huzur evindekileri ekrana taşıyordum…
-Bazen
sokakta gömlek ödülü karşılığı halka tekerleme söyletiyordum…
-Sokaktaki
vatandaşın kravat bağlamasını istiyordum,
-“HALO DAYI”
isimli ünlü zurnacıyı dörtyolda halkla buluşturup, vatandaşın zurna üfletmesini
istiyordum…
-Alt ve üst
geçidi kullanmayan kaçarak geçen vatandaşları koşarak yakalıyor, neden alt
geçitten geçmediğini anlatmasını istiyordum…
-Kaldırım
yerine neden yolun ortasından yürümeyi tercih etmediğini soruyordum…
-Sokakta
vatandaşa sihirli-bulmaca kutuları açmalarını istiyordum…
-Okulların
açık olduğu aylarda haftada bir okulu ziyaret ediyordum…
-İnternet
cafeler yeni açılmaya başlamıştı oradaki gençlerle söyleşiyordum…
-Ziraat
Bankasına borcunu ödeyemedikleri için cezaevine topluca girecek köylülerin
sorunlarını ekrana taşıyordum…
-Çukurova da
Osmaniye’den Mersin’e kadar olan kalelerin belgesellerini çekiyordum,
-Bazen Bit
Pazarında ucuz giysi programları yapıyordum..
-Patates
tarlalarında tarım işçileriyle ilgili programlar üretiyordum…
-Ne olacak bu
memleketin hali diye yüzlerce vatandaşı sokakta tartıştırıyordum…
-Bu seçimde
kime oy vereceksiniz sorusunu soruyordum…
-1998
depreminde her gün aralıksız şekilde dolaşıp 30 a yakın program çektim…
-Tarihi Misis
Köprüsü depremden sonra ulaşıma kapanmıştı; 37 den fazla köyü, kent merkezine
bağlıyordu: milletvekilleriyle halkı köprüde buluşturup sorunların çözümüne
katkı yapmalarına öncülük ediyordum…
-Sayısız açık
oturumlar, günlük yorumlar vs...
3 televizyon
kanalında 5 bine yakın program çekmiştim; yaptığım her program 3/ 4/ 5/ 6/ 7
bazen daha sayılarda tekrarlar şeklinde yayınlanıyordu…
Yine sokak
programlarımdan birini Atatürk Parkındaki emeklilerin sorunlarını ekrana
yansıtmak için çekiyordum;
Banklardan
birinde yaşlıca bir adamla;
10-12
yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim çocuk dikkatimi çekmişti…
Hemen onlara
yöneldim; çocuğun giysileri çok dikkatimi çekmişti;
Lacivert
elbiselerini giymiş, beyaz sivri burunlu, yumurta topuklu kundurası ve
yanındaki büyüğüyle parka oturuyorlardı…
Yanlarına
yaklaştığımda, manevi cesareti çok yüksek olan bu çocuk kamerayı da görünce,
benim televizyon programcısı olduğumu anlamıştı;
-Abem sana
bir Türkü söyleyem miii?
-Al mikrofon
senin, söyle bakalım hangi türküyü söyleyeceksin?
Mikrofonu
eline verdim, ben de karşısına geçip dinlemeye başladım;
-AYAĞINDA
KUNDURA, türküsüne bir başladı, tüylerim diken diken oldu…
Türküsünü
bitirmesini sonuna kadar bekledim ve mikrofonu elinden almadım…
Öyle içten,
öyle yanık sesli, öyle coşkulu söylüyordu ki;
İbrahim
Tatlıses’in ünlü hale getirdiği bu türküyü;
O yaşında
inanın bana ondan daha da güzel söyledi…
-Senin adın
ne bakiim?
-Benim adım
İbrahim abem…
-Parkta ne
işin var senin İbrahim?
-Abem, ben
Urfa’dan Adana’ya Türkücü olmaya gelmişem…
-İbrahimciğim,
Adana da bu işi yapamazsın…
Sen şu anda
yanındaki bu büyüğünle hemen otogara git;
İstanbul’a
birlikte oraya gidin…
Sadece orada
ünlü olursun, Adana da bu işi yapamazsın olmaz, dedim…
Küçük İbrahim
mikrofon uzattığım binlerce kişiden sadece biriydi İbrahim…
Aradan 10
yıla yakın bir zaman geçti, bir gün baktım o çocuk büyümüş ve televizyonda
türküler söylüyor;
-O zaman
İbrahim şimdi KÜÇÜK İBO(soyadı KÜÇÜK’ müş televizyon programlarında izlediğimde
öğrendim)olarak karşımdaydı…
İnanılmaz
şekilde çok mutlu olmuştum;
Ben
yönlendirmeseydim, Adana da kalsaydı, ya tarım, ya da inşaat işçisi olacaktı…
Belki de
benim sayemde kısa zamanda İstanbul da ünlü oldu…
Daha sonra
hiç karşılaşmadım;
Ama bir
Adanalı gazeteci arkadaşıma anlatmıştım;
Arkadaşım
KÜÇÜK İBO’ ya bunu hatırlattığında;
-Evet,
Atatürk Parkında televizyoncu bir abiye türkü söylemiştim, o benim İstanbul’a
gelmemi söylemişti, çok selamımı ve saygılarımı söyleyin, demiş…
Bunlar güzel
anılar…
Peki, şimdi o
videokaseti nerede diye sorulacaktır…
O yıllarda
bir videokasetini silerek üstüne üç, dört, belki daha da fazla program
çekiyorduk…
İbrahim’in
KÜÇÜK İBO olacağını nereden bilebilirdim ki? Yoksa saklardım…
Daha sonraki
yıllarda diğer önemli saydığım videokasetlerim gibi onu da Adana Alpaslan
Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesine bağışlardım…
Ama meslek
hayatımda mutlu olduğum anılarımdan biridir…
ABDULKADİR
KAÇAR… Adana 2021
…
EROL
BÜYÜKBURÇ’UN SAHTE
KUVVET
MACUNU…
Hürriyet
Gazetesinde çalıştığım yıllarda, genel merkezimiz Adana’ ya, çevre illerimize
gelecek sanatçıları teleksle önceden bildirip izlememizi istiyordu…
O yıllarda
genç ve dinamik muhabir olduğum içinde şefim de genellikle beni
görevlendiriyordu…
Türk Pop
Müziğinin ilk temsilcilerinden, hemşerimiz Erol Büyükburç’ un da Adana’ya
geleciği İstanbul’dan bildirildi…
Şefim Cevat
Eren bana görev verdi…
Aslında
çağının en ünlüsü olan Erol Büyükburç’ ben önceden tanıyordum…
Şöyle ki, ben
Vehbi Necip Savaşan Ortaokulda okurken, Adana ya konser vermek için geldiğinde
kaldığı amcasının evi okulumuzun bitişiğindeydi…
Kocaman bir
ev, okulumuzla bitişik, arada sadece basit tek sıra tel vardı…
Günler
önceden amcasına geliyor, teneffüslere çıktığımızda onu bahçede dolaşırken
izliyorduk…
O da sıcak
bir insandı bizim gibi öğrencilerle sohbet ediyordu…
Konserlerini
de defalarca Adnan Menderes Kapalı spor salonunda izlemiştim…
Büyük
hayranıydım, gazeteye geldiğinde çok mutlu oldum…
Hayranı
olduğum sanatçıyla birebir konuşmak, onunla Adana’yı gezmek hayallerimin
gerçekleştiği andı…
Haber konusu
olarak neler yapabileceğimiz konuşuldu…
Önce Halep
Çarşısı sokağındaki doğduğu evin önünde fotoğraflarını çektim…
Sonra da
doğruca ünlü atar Çerçiyusuf’a gittik…
Oradaki cam
macunlarına sarılır gibi bana poz verdi;
Esprisini de
kendi şöyle anlattı;
-EROL
BÜYÜKBURÇ ADANA DA ENERJİ DEPOLADI… KUVVET MACUNUYLA GENÇLEŞTİ”
Sonraki
yıllarda magazin türü denilen bu tür haberler için, döneminin sanatçıları pop
müzik sanatçıları ilhan İrem, Ersan Erdura, Ümit Pesen içinde hazırlamıştım…
Yine o
yıllarda ünlü olan Türk Sanat Musikisi sanatçısı Nigar Uluer ’i gece asri
mezarlığa götürüp çekimler yapmıştık…
-NİGAR ULUER
mezarlıkta hangi ağa sevgilisi için dua etti? Şeklin de haberler hazırlamıştık…
O yıllarda
Hürriyet gazetesinin Hafta Sonu ve Kelebek Eklerinde bu haberler manşetlerden
kullanılıyordu…
Gönderdiğimiz
tüm haberler manşetten, sürmanşetten, ya da mutlaka birinci sayfadan renkli
olarak kullanılıyordu…
Halk
ünlülerin gizemli hayatlarını merak ediyordu…
O dönem
magazin gazetecileri olarak bu türlü espriler üretiyorduk…
Daha sonraki
yıllarda da magazin gazeteciliği sürüp gitti, hala da devam ediyor…
…
ERSAN
ERDURA’YLA
SÜMERBANKTAN
KAÇTIK…
O yılların en
yakışıklı en sevilen pop şarkıcısı Ersan Erdura Adana ya gelmişti…
Saat 22:
00’yi geçiyordu; Ceyhan yolundaki Sümerbank Fabrikasına götürdük…
O yıllarda
yüzlerce makine kulakları sağır edercesine çalışıyordu, dokuma yapıyordu;
Genellikle de
kadın işçiler dokuma sistemini üstün başarılı biçimde gerçekleştiriyordu…
Amacımız ünlü
pop sanatçısı Ersan Erdura “BAYAN
İŞÇİLERE KONSER VERDİ” diye haber hazırlamaktı…
Sümerbank’ın
bölge müdürü bizi sevgiyle, saygıyla karşıladı, çeşitli ikramlarda bulundu…
Ersan Erdura
hayranı olduğunu defalarca söyledi ve çeşitli sorular sormaya başladı…
Hatta sohbet
öyle koyulaştı ki, bir ara zamanın sular gibi akıp geçtiğinin farkına bile
varamadık…
Sonra bir
yetkiliyle birlikte bayan işçilerin yoğun olarak çalıştığı bölüme geçtik…
Gerçekten de
orada çalışan 20-30 belki daha fazla genç bayan işçi Ersan Beyin geleceğini
önceden haber aldıkları için;
Gördükleri
anda yoğun biçimde çılgınca alkışladılar…
Çevresinde
hemen kocaman bir sevgi halkası oluşturduk;
Ersan Bey tam
şarkıya başlayacaktı ki;
Yangın alarmı
verildi; ortalığı birden dumanlar sarmaya başladı…
Sümerbank
fabrikası resmen o bölümden başlayarak yanıyordu…
Kocaman
salonu dumanla birlikte kötü bir koku kaplamıştı…
Ses
sisteminden bir anons geldi;
-Fabrikada
yangıııııınnn vaaaaaar, herkes dışarııııı…
Bu uyarıyı
duyan bayanlar hemen sağa sola kaçışmaya başladı…
Ben
fotoğrafları falan çekmeye asla fırsat bulamamıştım…
Bayanların
oluşturduğu sevgi çemberi yangın alarmıyla anında bozuldu; herkes bir yana
kaçtı…
En önde Ersan
Erdura elimi tuttu, şoförle birlikte bizi yönlendirdi;
-Kaçalım,
ağabey, yangın bizim üstümüze kalır, kaçalım, diye en önden koşmaya başladı…
-Ersan Bey
rahat olun, önlem alırlar, korkmaya gerek yok; Burada her türdü tedbir var
dediysem de, en önce koştu, biz de ona uymak zorunda kaldık…
Sümerbank
fabrikasındaki yangın bizim hem işimizi, hem de tüm sihrimizi bozmuştu…
Haber için
fotoğrafları çekemedik, çalışan diğer işçiler gibi bayanların her biri başka
yöne kaçmıştı…
Fabrikayı
zorunlu olarak terk ettik…
Gazeteci
habere giderken nerede, ne zaman, neyle karşılaşılacağı genellikle bilinmez…
O nedenle
genellikle sürprizlere karşı hazırlıklı olmak, öngörülü davranmak gerekir…
Hele de
devletin devasa bir kurumunda böyle bir olayın yaşanması çok büyük riskti…
Ersan Erdura
bizi, biz de onu kurtardık bir yerde…
…
EN ÜNLÜ
SOYDAŞIM CÜNEYT ARKIN’LA ÇEŞİTLİ GEZİLER…
CÜNEYT ARKIN
GERÇEKTEN
KIRIM TATARI
SOYDAŞIM…
Ünlü sinema
sanatçı Cüneyt Arkın(gerçek adıyla Fahrettin cüreklibatur)TGRT televizyonunda
“BABACAN” isimli program yapıyordu…
Onunla aynı
soydan geldiğimizi yaşayarak, aynı dili konuşarak görmüştüm…
Program
Müdürü olan Yüksel Evsen aylar önceden evime gelmişti…
Çukurova
bölgesinde hangi tür programlar çekebileceğimiz uzun bir listesini yapmıştık…
Ceyhan’ın
Gölovası Köyünde, mezarını yaşarken yaptırıp, ruhuna kuran ve mevlit okutan
Dertli Kazım konusu dikkatini çekmişti…
-Abdulkadir
ağabey Cüneyt Beyle o köyde program çekelim diye tarih belirleyip
randevulaştık…
Birkaç gün
önce de Dertli Kazım Amcaya telefon açtım;
-Ünlü sanatçı
Cüneyt Arkın köyüne gelip program çekecek…
Şu gün saat
10 da köylüleri kahvenin önündeki toplar mısın?
-Tamam,
Abdulkadir Bey, demişti…
Sabahleyin
İnci Otelin önünde Cüneyt Arkın ve ekibiyle buluştuk…
Cüneyt Bey
doğruca benim Serçe otomobilime binince şaşırmıştı…
Oysa arkada
lüks bir otomobil emrindeydi;
-Cüneyt Bey,
bu araba sizin için uygun değil, dediysem de;
-Ben senin
arabanla gideceğim, o arkadan bizi takip etsin talimatını verdi…
Yanıma
oturdu, arkada program müdürü, kameramanlar vardı…
Eskişehirli
olduğunu biliyordum, bunu söyleyince başladı TATARCA sözcükle etmeye…
Zaten benim
ana dilimdi, biz Dertli Kazımın köyüne gidip, dönünceye kadar Tatarca konuştuk…
Fıkralar,
şınglar, sohbetlerle kahkahlar atarak yaklaşık 15 saatlik güzel bir gün
geçirdik…
Olayın başka
bir boyutuna gelince;
Kazım Amcanın
Gölovası Köyüne gittiğimizde, tek başına kahvenin önünde sandalyesinde
oturuyordu…
-Kazım amca,
hani kimse yok, haber vermedin mi,
söylemedin mi?
-Söyledim,
ama bana inanmadılar, gelmediler dedi…
Hemen camiye
doğru gittim, hocaya kapıyı açtırdım, mikrofonla şu anonsu yaptım;
-GÖLOVASININ
SAYIN SAKİNLERİ… TÜRK SİNEMASININ ÜNLÜ SANATÇISI CÜNEYT ARKIN ŞU AN KÖY
MEYDANINDA… SİZİ BEKLİYOR…
Cami ile
kahvehanenin arası 100 metre yoktu…
Geri
geldiğimde köylülerin tamamı Cüneyt Arkın’ın etrafını sarmıştı bile…
Güzel bir
program oldu; Kazım Amcanın yaşarken kendine yaptırdığı, her yıl kuran ve
mevlit okuttuğu mezarın başına gittik, Kazım amca konuştu, anlattı…
Adana’ya
dönüşte Misisteki Nur Dağında ki Lokman Hekimin bulduğu iddia edilen
“ÖLÜMSÜZLÜK ALTIN OTUNU” Cüneyt beye
anlattım…
Ayrıca ünlü
efsane “ŞAHMERANIN MAĞARASINI” da gösterdim…
Dönüşte,
benim mahallemde yaşayan yine aynı dönemin sinema oyuncusu Bilal İnci ile daha
önce konuştuğumda;
-YEŞİLÇAMIN
ÜNLÜLERİ BENİ UNUTTU, HEPSİ DE VEFASIZ ÇIKTI, BENİ KİMSE ARAYIP SORMUYOR,
YAZIKLAR OLSUN demişti…
Cüneyt
Arkın’a konuyu anlattım…
-Abdulkadir
beni hemen evine götür dedi…
Mahallemdeki
evine gittik, sarmaş dolaş oldular…
Sonra ünlü
Adana kebapçısı Mesut Silindir’in Kocavezir İş merkezinin karşısındaki
lokantasında geç saatlere kadar yenilip içildi…
Cüneyt Arkın,
sadece bir duble rakı içeceğini söylemişti…
Ama bir duble
daha, bir daha, hadi son kez diye sayısız rakı içti…
Otele benim
otomobilimle bıraktığımda inanılmaz şekilde sarhoştu ve ayakta zor duruyordu…
Soydaşım
olduğunu yaşayarak, görerek öğrenmekten çok mutluydum…
Bu değerler
yaşarken fazla önemsenmiyor…
Ancak ölünce
ya bir sokağa, ya bir parka, ya da bir caddeye adı veriliyor…
…
CÜNEYT
ARKIN’LA ZİLLİ DEDE TÜRBESİ…
“AL SANA
GÖBEK, VER BANA BEBEK”
Cüneyt Arkın
ikinci bir program çekimi için Adana’ya tekrar gelmişti…
“ÇUKUROVA
EVLİYALARI” kitabımda anlattığım “ZİLLİDEDE” türbesi ilgilerini çekmişti…
İkinci
programı da orada çektiklerinde yine rehberlik etmiştim...
Cüneyt Arkın’
ın geleceğini öğrenen mahalleli bölgeyi doldurmuştu…
Beni 200
metreden görünce topluluğu yararak kucaklayıp, benim yanıma geldi öptü, omzuma
elini koyup dolaştık…
Ekibinin
ayarladığı 4-5 kadın Zillidede Türbesine sandukanın çevresinde göbek atarak
30-40 defa döndüler…
-AL SANA BİR
GÖBEK VER BANA BİR BEBEK…
Program da
her zamanki gibi yine şahane olmuştu…
O yıllarda en
çok izlenen TGRT televizyonunda yayınlanınca ülkemizde de gündem olmuştu…
Rtük
tarafından o program nedeniyle birkaç gün ekran kapatılmıştı…
Bazı
Adanalılar programa tepki göstermişlerdi…
Ama halkın
değerlerini anlatan bir programdı; üstelik mikrofon uzattığı yüzlerce kişi bu
olaya inandıklarını söylediler…
Üstelik göbek
atarak dilekte bulunan ve bebek sahibi olan kadınlar da yaşadıklarını
anlattılar…
Muhteşem bir
çalışmaydı…
Yine başka
bir gezisinde portakal bahçelerinin içinden geçerken, Cüneyt Arkın dalından bir
portakal koparttı… Hiç soymadan, kabuğuyla yemeye başladı…
-Aman
yapmayın, falan dedim…
-Portakal
böyle yenirse vücuda daha çok yararlı olur, daha çok vitamin sağlar, diye
kocaman portakalı kabuğuyla yemesini hiç unutamam…
…
CÜNEYT ARKIN
İLE KÖYLÜLERİ
HAPSE
GİRMEKTEN KURTARDIK…
Defalarca
Adana’ya gelip önerdiğim programları çeken Türk Sinemasının en yakışıklı
sanatçısı Cüneyt Arkın Ceyhan’ın Çelemli Köylülerinin hepsinin birden hapse
girmekten kurtardı…
Kanal-A
Televizyonunda yaptığım programlardan birisini de Çelemli Köyündeki
vatandaşlarla çekmiştim…
Kahvehanenin
önünde oturan 50’ ye yakın vatandaşların hepsinin cebindeki paraları
göstermesini rica etmiştim…
“BİR DOKUN
BİN AH İŞİT” özdeyişine uygun bir sahne ortaya çıkmıştı…
Bölgenin en
güzel toprakları üzerinde yaşayan köylülerin çoğunun cebinde para yoktu…
Özellikle
ısrar edip, başkalarına kontrol ettirmeme karşın, vatandaşlar gerçekten
sıkıntıdaydı…
Dokunsan
ağlayacak gibiydiler; bazılarının da zaten gözleri yaşarmıştı…
Yaşlarını
silmeye devam eden bir vatandaş şöyle dedi;
-Bu
köyümüzdeki tüm insan TC ZİRAAT BANKASI’ ndan aldıkları krediyi ödeyemedikleri
için, bir hafta içinde hapse girecekler…
Bu konuda
lütfen yetkililer bize kulak versin, çok sıkıntılıyız, inanılmaz şekilde
rahatsızız…
Programı
çektim, Kanal-A Televizyonunda iki, üç, belki daha fazla yayınlandı…
O günlerde
Adana da olan TGRT televizyonunda “BABACAN” isimli programı yapan Cüneyt Arkın
benim çektiğim programı izlemiş…
Program
Müdürü Yüksel Evsen aradı;
-Abdulkadir
ağabey, Cüneyt Bey o köye gitmek, vatandaşlarla görüşmek istiyor, dedi…
-Ne zaman
isterseniz götürürüm dedim…
Bir gece
vakti, saat 22: 00’yi geçmişti…
Ceyhan’ın
Çelemli Köyüne Cüneyt Arkın ve ekibiyle gittik…
Kahvehanede
oturan 50 ye yakın vatandaş birden çevremizi sardı…
Cüneyt
Arkın’a sıkıntılarını anlattılar; program TGRT televizyonunda yayınlandı…
Türkiye Büyük
Millet Meclisi konuyu hemen gündemine aldı…
Benim
çektiğim programı görüp, sorunu çözmek için vatandaşları ziyaret eden, konuyu
ülke gündemine taşıyan Cüneyt Arkın sayesinde Çelemli Köylüleri cezaevine
girmelerine bir gün kala kurtuldu…
Bana
muhtarları arıcılığıyla defalarca teşekkür ettiler…
Zaten
tanıdıklarımın da yaşadığı bu köyü ve insanlarını çok severim…
Dağ yolundan
bizim köyümüze giderken de içinden geçerim…
Bu
programımda meslek hayatımda beni çok duygulandıran, onur duyduğum
çalışmalarımdan biridir…
Medya mensubu
olmak, milletin sorunlarını gündeme taşıyıp, yetkililere iletip, çözümünü
sağlamaktır…
…
SİYAH BEYAZ
TRT TV DE İLK KEZ HABER OLDUM…
TRT TV DE İLK
KEZ HABER OLUP
EKRANLARDA
GÖRÜNDÜM…
Adliye
muhabirliği yaptığım 1980’li yılların ilk yarısında çok güzel haberlere imza
attım…
Ama daha da
önemlisi 12; 00 ile 13;00 te adliyede öğle yemeği olurdu…
Bende
fotoğraf makinemle Tepebağ, Kayalıbağ, Alidede, Sarıyakup, Hürriyet, 5 Ocak
gibi tarihi mahallelere dalardım…
Ne kadar eski
yapı varsa, her yönüyle ama en çokta her biri sanat eseri olan kapı
tokmaklarının fotoğraflarını çekerdim…
Ama bazen de
sokakta yatıp-kalkan kimsesiz insanlar dikkatimi çekerdi…
İlk kişisel
fotoğraf sergim de Hacı Ömer Sabancı Kültür Sitesi Tiyatro Fuayesinde açmıştım…
“SOKAK VE
İNSAN” başlığını taşıyan sergim 30x40 civarında siyah beyaz fotoğraflarımdan
oluşuyordu…
Açılış için
hazırladığım sırada baktım TRT muhabiri ÜNAL AKDAĞ ve kameramanı sergiye haber
hazırlamak için gelmişti…
O yıllarda
TRT televizyonu hala siyah beyazdı…
Kamerayı
tanımıyorum, mikrofona da hiç konuşmadım…
-Ben
konuşamam diye kendi kendime söylenip uzaklaşmaya çalıştım…
Bir tür
korkmuştum o sırada yanımda bulunan arkadaşım Yavuz Yetenç;
-Abdulkadir
sen akıllı insansın, en güzel konuşmayı
sen yaparsın lütfen çekinme dedi…
Ondan cesaret
alarak kameranın karşısına geçtim…
İlk defa 2-3
dakikalık çekimde, mikrofona konuştum…
Akşam 20; 00
de sergimle ilgili haber yayınlanınca ünlü olduğumu düşünüp sevinmiştim…
Benim kamera
ve mikrofonla ilk dostluğumdu…
Daha sonra 3
yerel televizyon kanalında hem yönetici oldum, hem de 5 bine yakın program
yaptım…
On binlerce
kişiyi mikrofon ve kamerayla tanıştırdım…
Pek çok
programım defalarca tekrar yayınlandı…
İnanılmaz ama
belki ama abartısız olarak 15-20 bin defa özel televizyonlarda ekranda
göründüm…
O zamanki
programlarımdan düzenli şekilde oluşturduğum arşivimi de Adana Alpaslan Türkeş
Bilim ve Teknoloji Üniversitesine bağışladım…
Bu güne kadar
defalarca televizyon programım, TRT Radyo yayınlarında konuştum…
Ama mikrofon
sözünü duyup, konuşacağım aklıma gelince ilk günkü gibi heyecanlanmaya devam
ediyorum…
Belki de
mesleğimin gereği bu, heyecanlanmayan kişi zaten mesleğinde başarılı olamaz ki…
Hayat aslında
A’ dan Z’ ye heyecandır; ama medya sektörünü aşkla yapanlar için her an
inanılmaz büyük heyecandır…
Hayatı
adadığım, sevgiyle, saygıyla, âşık olarak yaptığım mesleğime trilyonlarca
hücremle bağlılığımı sürdürüyorum…
Bin defa
hayata gelsem, bin defa aynı mesleği aşkla yapmayı isterim…
…
DİNİMİ ASLA
DEĞİŞTİRMEDİM…
HRİSTİYANLIĞI
KABUL ETSEM
BENİ DÜNYA
TANIYACAKTI…
Yayınladığım
irili ufaklı 34 kitabımdan birisi de “ÜSTÜN İNSAN” başlığını taşıyordu…
Arkadaşlarımın
arkadaşları arasında Hıristiyanlar vardı…
Bazıları da
Amerika ile sürekli iletişim halindeydi…
Amerika’ya
gidip gelen, orada yaşayanlar da vardı…
Üstelik
bölgede Hıristiyanlık konusunda misyonerliği de yapıyorlardı…
O sıralarda
arkadaşımın arkadaşına ”ÜSTÜN İNSAN” kitabımı hediye etmiştim…
Amerika’
arkadaşları, dostları, hatta işi olan arkadaşım kitabımı baştan sona dikkatle
okumuş…
İngilizceyi
de ana dili gibi konuşan akıllı bir insandı…
Bir gün
tekrar karşılaşınca görünce derin sohbet etmeye başladık;
-Ağabey,
“ÜSTÜN İNSAN” kitabın muhteşem…
İki defa
baştan sona kadar okudum; tam olarak insanı, bizi de anlatıyor…
Her satırının
altına imza atarım dedi…
Gel bu kitabı
ben İngilizceye çevireyim, Japonya dan Avusturalya ya, Amerika’dan Güney
Kore’ye kadar bütün dünya okusun…
Çok ünlü
olur, inanılmaz para kazanırsın, dedi…
-Çok mutlu
oldum, harika bir düşünce…
Çok mutlu
oldum, çok sevinirim, hemen başlayalım dedim…
Arkadaşım sağ
elinin işaret parmağını kaldırarak;
-Ama tek bir
şartımız var, deyince merak ettim…
Telif için
para falan ödeyemeyiz, yayın haklarını bize verirsen demesini düşünürken şöyle
dedi;
-Ama tek
şartımız Hıristiyan olacaksın…
İnanılmaz
derecede çok şaşırdım, şoke oldum, birkaç saniye sonra ona şöyle dedim;
-Ben iyi bir
Müslüman değilim, dinimin şartlarını yerine getiremiyorum…
Ama
Hıristiyan olmayı da aklımın ucundan geçiremem…
Babacığım
inançlı bir Müslümandı…
Ona asla
saygısızlık edemem…
Böyle bir
şeyi aklımın ucundan bile geçirip düşünemem…
Teşekkür
ederim, kalsın, dedim…
Yani burada
şunu söylemek istiyorum;
Ünlü olmak
için bazı terör örgütleri, yasadışı konularla iltisaklı hale getiren kişilerden
biri asla olmadım…
Ülkemi,
devletimi, halkımın inancını sevmek ve gereğini yerine getirmesem bile özgürce
kendimi ifade edebilmek beni çok mutlu ediyor…
Ünlü bir
insan olmak için, para kazanmak gibi bu olumsuzlukların hiç birini düşünmedim,
yapmadım, yapmam, yapmayacağım…
İçinden
geldiğim kültüre de, inançlarıma da tamamen aykırıdır…
Benim okuyup,
düşünüp, yorumlayıp yazdığım, eser haline getirdiğim ya da denemeler şeklinde
dijital ortamda kalan her çalışmam dünya insanlık ailesinin ortak malıdır…
Hiçbir para
talep etmeden her ürünümü gönül rahatlığıyla insanlığa hediye ettim, ediyorum,
edeceğim…
…
SÜPER AKILLI
DELİ…
DELİ YÜCEL’İN
AKILLI KAZIĞI
VE EKSPRES…
O yıllarda
Adana da üç ilde yayın yapan Ekspres Gazetesinde çalışıyordum…
Türkiye de
medya sektöründe hiçbir zaman eşi emsali görünmeyecek şekilde 9 ay gibi geriden
maaşın ödendiği bir dönemdi…
30’dan fazla
çalışanı aç bırakan Oğuz Baytok avcı ve atıcıdır… Ekspres Gazetesinin yıllarca
sahipliğini yapmıştır…
Kendine de
idol olarak her hareketine kahkahalarla güldüğü Milli atıcı, Deli Yücel’i
seçmişti…
Her
toplantıda onun anılarını anlatır, önce kendi kahkahalarla güler, sonra herkesi
güldürürdü…
Bir gün bana
Deli Yücel’in anılarını yazma görevi bana verdi…
Teybimi aldım
Deli Yücel’in Eski Vilayet civarındaki evine gittim…
Görüşmeyi ve
anılarını anlatmayı kabul etti…
Teybimi açıp
anılarını anlatmasını istediğimde ise hiç konuşamadı…
-Hadi Deli
YÜCEL Ağabey, anlat, diyorum…
Tıs yok,
birkaç dakika bekliyoruz sesi çıkmıyor…
-Abdulkadir
neyi anlatayım? Bilmiyorum ki, diye bir iki saat konuşma kabızlığıyla beni
inanılmaz şekilde uğraştırdı…
Bu arada ünlü
iş adamı Kemal Aslan evine gelmişti…
-Kemal bey,
Deli Yücel anılarını anlatmıyor…
Bende artık
gideceğim…
Eğer İncirlik
yönüne gidecek olursanız Ekspres Gazetesi Ceyhan yolunda, beni de götürür
müsün, dedim…
-Hemen gel
Abdulkadir götüreyim dedi…
Aşağıya indik
Deli Yücel de bizimle aynı lüks otomobile bindi…
Araba hareket
ettiğinde, başladı Kemal Aslan’la konuşmaya, anılarını anlatmaya başladı…
Teybin kayıt
düğmesine basıp ağzına yaklaştırdım…
20 dakikalık
yolculuğumuzda 10-15 anı anlattı…
Sonra çorap
söküğü gibi her gün gazeteye geldi…
Yıllarca 1000
den fazla anısını önce teybe kayıt ettim…
Her gün de
birer tanesi ekspres gazetesinde fıkra formatında yayınladım…
Ekspres
gazetenin tiraj inanılmaz arttı; diğer yerellerin hepsinden ileriye geçti…
Oğuz Baytok
her sabah anısını okuyor kahkahalarla gülerek beni çağırıyordu…
Ünlü İş adamı
Kemal Aslan, Niyazi, oğlu İhsan Çetinkaya, Vilayet Basın Danışmanı Arif Tekin
her sabah gazeteyi okuyup bana teşekkür ediyorlar, koro halinde kahkahalarla
gülüyorlardı…
Deli Yücel
bir gün İhsan Çetinkaya ile anlaştığını anılarının basılmasını sağlayacağını
kabul ettiğini söyledi…
Ben de o
yılların en iyi işini yapan, Hakan Matbaası sahibi Osman Er’i ihsan
Çetinkaya’nın mağazasına götürdüm…
-İhsan
kardeşim bak bu arkadaşım matbaacı kitap baskısı konusunda pazarlığınızı yapın…
Aranızda
anlaşın, ben hemen anılarını getirip matbaaya teslim edeyim, dedim…
İkisi de
gayet güzel şekilde hesaplar yapıp anlaştılar…
1993 yılında
13 milyon liraya kitabın dizgisi yapıldı, kalıplara çekildi, tam baskıya
geçilecek İhsan Çetinkaya;
-Ağabey ben
bastırmaktan vazgeçtim… Deliyle kavga ettik, dedi…
Matbaacı
Osman diyor ki;
-Ben bu kadar
masraf ettim kalıp ve dizgi paramı verin, kitabı basmaktan vazgeçeyim…
Bir firmada
çalışan muhasebeci arkadaşımı Deli Yücel’in evine götürdüm;
-Bak ağabey
bu arkadaş parayı verip kitabı bastıracak…
Bir ay içinde
kitapları satıp arkadaşımızın şirketine olan parasını ödeyebilir miyiz, dedim?
-Ne demek
ciğerim, bir hafta içinde, arabam emrinde, çocuklarım emrinde 4-5 koldan satar
öderiz…
Seninde eline
para geçer…
Sonra seni de
nişanlar ve evlendiririz dedi…
Kitap bin
adet olarak basıldı;
Ağabeyimin
Seyhan otelinin arkasındaki bürosuna götürüp yığdık…
Deli Yücel
hemen zaten orayı daha önceden biliyordu…
Ben gidince
gelip 500 kitabı almış İhsan Çetinkaya nın masasına yığmış…
-Benim sana
borcum kalmadı, haydi eyvallah diye çekip Çamlı yayladaki evine gitmişti…
Bir tek kitap
satmadı, 500 kitabı da benden habersiz çalıp götürmüştü…
Aylarca kitap
satmaya çalıştım olmadı; her sabah anılarını okuyup kahkaha atıp teşekkür
edenler geri çekildi, hatta kaçıp gittiler, kayboldular…
Ünlü işadamı
Kemal Aslan bir tek kitap aldı…
Herkes geri
çekilmiş, tüm sıkıntı bana kalmıştı…
Bende gelene
geçene ücretsiz olarak 500 kitabı dağıttım…
1993 yılında
Deli Yücel’in kitabında bana verdiği zarar o yıllardaki parayla 13 milyon
liraydı…
Bazen
konuştuğumuz insanlara olayı anlattığımda şöyle diyorlar;
-Adam deli,
gayet normal yaptıkları…
Aradan geçen
bu kadar zamanda kitabı yeniden dijital ortamda dizip blok sayfamda yayınladım…
Deli Yücel
bana tüm anlattığı her anısında insanlara nasıl kazık attığını, nasıl tuşa
getirdiğini söylemiş…
Ben dürüst,
her yönüyle hata yapmayan, kimsenin hakkına el uzatmayan bir kültürden geldiğim
için anlayamamıştım…
Deli Yücel bu
şekilde davranıp bana kazık atmasaydı, çağımızın NASRETTİN HOCASI olmaması,
kitabın yüzlerce kez baskı yapılmaması için hiçbir neden yoktu…
Ama öncelikle
bana, sonra da kendine zarar verdi…
Biliyorum
gerçekleşmeyecek ama Allah akıl versin…
…
ÇETİNKAYALARIN
ATTIĞI KAZIK
VE TARİHİ
YALANLARI…
Aradan yıllar
geçti; gazeteci, yazar TV programcısı ve Niyazi Çetinkaya’nın sevdiği dostu ve
arkadaşı bana dedi ki;
-Niyazi
Çetinkaya görüşmek için bekliyor, işyerine davet etti…
Senin
televizyonda anlattıklarından etkilenmiş…
Deli Yücel
kitabı konusunu görüşecek…
Gittim, uzun
uzun sohbet ettik;
-Niyazi Bey,
İhsan ve Deli Yücel beni böyle tuzağa düşürdüler…
Yıllarca
anılarını yazdım, kitap bastırmamı istediler, matbaaya bir kuruş para
ödemediler…
Deli Yücel de
500 kitabımı da zaten alıp kaçırmış sonradan haberim oldu…
Niyazi
Çetinkaya da üzüldü…
-Bu türlü
konularda benimle keşke önceden görüşseydin dedi…
Ama hemen
telefonla karşı binadaki oğlu İhsan Çetinkaya’yı aradı;
-Abdulkadir
abiye parasını ödedim demişsin…
Ödediği
konusunda babasını ikna etmeye çalıştığın duydum…
-Yok, Niyazi
Bey vallahi billahi de tek kuruş dahi ödemediler, ödedilerse kefen param olsun
dedim…
Niyazi
Çetinkaya da bir şey diyemedi telefonu kapattı…
Hemen karşı
binaya İhsan’ın yanına gittim;
-Bana Deli
Yücel’in kitap parası ödedin mi?
İhsan
Çetinkaya kıvırmaya başladı, yüzü rengârenk oldu;
-Ağabey sen
bana kitap getirmedin ki?
-Ama babana
kitap parası Abdulkadir’e verdim demişsin…
Bana para
vermedin, ben aldıysam kefen param olsun…
Yoksa senin
kefen paran olsun, dedim…
Hık mık etti;
Yanından ayrılırken şöyle dedim;
-Zaten her
televizyon programımda bu güne kadar defalarca anlattım, gazetelerde yazdım,
radyolarda da söyledim…
Yaşadığım
sürece buna devam edeceğim, dedim…
Daha sonraki
yıllarda da sıkıntım konusunda Deli Yücel’e bir gün uzunca bir görüşme yaptım;
-Ağabey
toprağın altı da var, lütfen benimle helalleş…
15 dakika
koyunca din iman, yaratıcı gibi tüm kutsal değerlere küfürler savurdu,
inanılmaz hakaretler etti…
Daha sonraki
günlerdeki son telefon konuşmamızda;
-Allah bana
senden uzun ömür verirse, musalla taşında hoca hakkınızı helal edin dediğinde
ETMİYORUM, CEHENNEME GİTSİN DEMESEM NAMERDİM diye telefonu yüzüne kapattım…
Hakkımı ne
Çetinkaya Ailesine, ne de Deli Yücel ailesine asla helal etmedim, etmiyorum,
etmeyeceğim…
…
…
SÖZÜNDE
DURMAYAN
İŞ ADAMI?
GÜRBÜZ
ÇİĞDEMOĞLU’NU
TANIMAKTAN
MUTLU OLDUM…
Nelson
Mandela’nın muhteşem bir sözü var şöyle der;
-HAYATIM
BOYUNCA HİÇ KAYBETMEDİM; YA KAZANDIM, YA ÖĞRENDİM…
Bu söz
ciltler dolusu kitaplar yazılacak kadar yoğun bilgi içermektedir…
1990’lı
yıllarda çalıştığım kanal A Televizyonunda “YAŞAMIN İÇİNDEN” programlarım o
yıllarda yerel televizyonlarda rakipsiz şekilde çok izleniyordu…
Özellikle
okulların açık olduğu dönemlerde öğrencilerle yaptığım sohbet ve bir tür şovlar
yerel kanalların bir numaralı programıydı…
O yıllarda
bir Alman firmasına Adana da yaptırılan kamuoyu araştırmasında;
Hem
çalıştığım Kanal-A televizyonu, hem de program ismi hatırlatılarak yapılan
araştırmada;
Benim
gerçekleştirdiğim “YAŞAMIN İÇİNDEN PROGRAMIM” en yüksek oyu alıp birinci
seçilmişti…
Bunu da haber
bültenlerimizde halkımızla paylaşmıştık…
İşte o
yıllarda Adananın ünlü iş adamlarından büyük bir firmanın sahibi olan Gürbüz
Çiğdemoğlu beni bürosunda görüşmeye davet etti…
Muhasebe
sorumlusu olan arkadaş, Gürbüz bey ve benimle birlikte proje hazırladık…
Format
şöyleydi;
Lise son
sınıflardaki okul birinci, ikinci, üçüncüsü olan öğrencilerle, aynı okuldaki
diğerlerini bir arada buluşturup, program çekecektim…
Yani bir
“YAŞAMIN İÇİNDEN” programımı geniş salonlarda bu buluşmayla
gerçekleştirecektim…
Program
sonunda da şirketin muhasebecisi olan arkadaşım, firmanın o günlerdeki para
değeri olan 10’ar milyon liralık çekleri üç öğrenciye verecekti…
Gürbüz
Çiğdemoğlu toplantı sırasında bana dedi ki;
-Abdulkadir
Bey, programlarını zevkle izliyorum; sen çok başarılı asıllı yapımcısısın; bu
projeyi gerçekleştirince yanıma gel sana özel olarak bir ödeme yapacağım…
Mesleğim
boyunca hiçbir şekilde para da, makamda gözümün olmadığını tüm meslektaşlarım
bilir…
Böyle bir
talepte hiçbir koşulda, hiç kimseden asla istemedim…
Büyük iş
adamı Gürbüz Çiğdemoğlu gibi bir patrondan böyle bir teklif gelince sadece
sessiz kaldım…
Bakalım bu
işin sonu nereye varacak diye düşünmeye başladım…
Programımın
belirlediğimiz formatı gereği lise son sınıflarda ilk üçe girenlerle diğer
öğrencileri büyük salonlarda buluşturacaktım…
Diğer
öğrenciler başarılı olan arkadaşlarına sürekli şunları sordular;
-Nasıl ders
çalışıyorsunuz?
Nasıl okul
birinci, ikinci, üçüncüsü olmayı başardınız diye soracak, onlar da yanıt
verecekti…
Programın
sonunda da o günkü para değeriyle ilk üçe girenlere 10’ar milyon liralık
harcama çekini Gürbüz Çiğdemoğlu’nun muhasebecisi sunuyordu…
Binlerce
öğrencinin katıldığı bu şov programlarımda alkışlar o kadar çoktu ki, inanılmaz
şekilde başarı sağlamıştım…
Hem Gürbüz
Beyden, hem de çalıştığım kanalın yönetiminden her programım sonunda daima
teşekkür alıyordum…
Hepimiz
oldukça ve çok mutluyduk, programımı şahane biçimde tamamlamıştım…
İşadamı
Gürbüz Çiğdemoğlu’nu daha sonraki günlerde ziyaret etmeye karar verdim ve
Kuruköprüdeki o devasa binanın en üst katına gittim…
Benim hiçbir
talebim olmamasına karşın, verdiği sözü nasıl tutacaktı? Ya da tutmayacak
mıydı? Tüm amacım bir iş adamının sözünü nasıl yerine getirecek, ya da
vazgeçecekti?
Her yerde
kamera olduğu için, uçan kuşu bile oturduğu koltuğundan izleyen Gürbüz Bey
elbette benim geldiğimi de izlemişti…
Sekreter
Bayan Gürbüz Beyin meşgul olduğunu, zamanı olmadığını söyledi…
Başka zaman
uğramamı rica etti…
Çeşitli
zamanlarda sırf denemek amacıyla iki-üç kez gitmeme karşın Gürbüz beyle
görüşmedim;
Ya da o
benimle görüşmedi, görüşmek istemedi; sekreterine beni ekmesi için talimat
vermişti…
Benim hiçbir
talebim olmamasına karşın, verdiği sözü tutmamasını hiç önemsemedim…
Çünkü
mesleğimi ilk günden itibaren aşkla, sevgiyle yaptım;
Hedefim ve
amacım asla para ve makam olmadı, olmaz, olmayacaktır…
Ama görevimi
sıfır hata, yüzde yüz başarıyla yapıp, geniş halk kitlelerinin sevisini
kazanmış olmamı; paradan her zaman daha değerli ve ödül olarak kabul etmiştim…
Mandela’nın
yukarıda yazdığım o sözünün ne kadar değerli anlamlı olduğunu ünlü patron
Gürbüz Çiğdemoğlu’nda deneyerek gerçek olduğunu anladım…
Ben hiç
kaybetmedim; ya kazandım, ya da öğrendim…
Gürbüz Bey
bunu bana somut olarak kanıtladı…
Yani ben asla
kaybetmedim, Gürbüz beyi öğrendim…
Olayın başka
bir boyutuna gelince; yaşadığım bu haksızlıklar, bencillikler, insanların
kişisel hırsları ve hakkımın yenilmesi karşısında kendime şöyle bir söz
vermiştim;
-Gazetecilik
mesleğime aşığım, hiçbir engel, entrika, hakkımın ödenmemesi gibi ilkel,
kasıtlı, bilinçli davranışlar beni bir saniye bile yıldırmayacak ve de
yıldıramayacak… Çocukluğumdan beri hayalini kurup, başarıyla sürdürdüğüm
görevimi gittiği son noktaya kadar taşıyacağım; her meslektaşım için onur
belgesi olan sürekli kartı mutlaka alıp ömür boyu taşıyacağım… Bu inançla medya
mensubu olarak yoluma aralıksız devam ettim… Her şeye rağmen bu günlere kadar
getirmeyi başardım… Yaşadığım sürece de okumaya, düşünmeye, yorumlayıp yazmaya
devam edeceğim…
…
MUHTEŞEM
HOCAMIN SEVİNÇ ÇIĞLIĞI…
KARATEPENİN
KAHRAMAN ARKEOLOGU
PROF. DR.
HALET ÇAMBEL’LE İKİ SAAT…
Kadirli
Karatepe antik kenti kazısını ortaya çıkartmaya hayatını adayın, ömrü boyunca
orada çalışarak dünya insanlık ailesine armağan eden kahraman Prof. Dr. Halet
Çambel hocamla iki saat söyleşi yapan belki de tek gazeteciydim…
Üç
arkadaşımla hem çalışmaları görmek hem de hocayı ziyaret etmek için bölgeye
gittik…
Hocayı kazı
alanında işçilere sürekli talimat verirken gördüm…
Muhteşem bir
özgüven, şahane bir bilgi abidesi, araştırma yeteneğinin verdiği aydın
görüşüyle çok etkilemişti…
Teybime bir
saat gibi sürede bölgeyi anlattı, dönemin kralı olan ASİTAVAS’ ve onun
söylevlerini uzunca anlattı…
Onun
kitabesinde Adana ve Çukurova ile ilgili söylediklerini tek tek bize izah etti…
Ortaya
çıkarttığı heykellerdeki giysileri, o yıllardaki yaşama kültürünü, hayvanlarla
doğayla olan ilişkilerini, çevredeki diğer antik dönem kentleriyle olan
mücadelelerini uzun uzun anlattı…
İtalyan bir
hanımefendi uzmanla birlikte kazıyı yönettikleri şahane ve rüyaları süsleyecek
kadar muhteşem bir dağ evi yaptırmıştı…
Bu gün hala
yerinde duruyor mu bilemiyorum ama doğayla baş başa yaşamak isteyen insanların
hayallerini süsleyen bir yapıydı…
Ben bile ah
emekli olsam da bu modern ve çamların arasında doğayla uyumlu olan şahane evde
yaşasam diye içimden geçirmiştim…
Her yönüyle
aydın Türk kadının bilim dünyasında neler yapabileceğini tüm herkese
sergiliyordu…
Prof. Dr.
Halet Hocamın antik kentler tarihinde yer alan Karatepe çalışmaları onun
Türkiye Cumhuriyetine ve dünya tarihine armağan ettiği en büyük eseridir…
Hiç şüphesiz
ki hocamızın ismi onunla birlikte sonsuza kadar yaşayacaktır…
Ses kaydından
sonra bol fotoğraflarımızı çekmiştik…
Yanından
ayrılırken “MİNİ ŞİİRLER” kitabımın ilk baskısını armağan etmiştim…
Her sayfasını
okudukça çocuklar gibi havaya zıplayıp;
-HARİKA…
ŞAHANE… ÇOK GÜZEL, demişti…
7.Baskıya
ulaşan bu kitabımın arka kapağında, ünlü gazeteci emin Çölaşan ile birlikte
onun sözleri de yer alıyor…
…
MİNİ
ŞİİRLERLE
REKOR KIRIP
ÖDÜL KAZANDIM…
Seyhan
belediyesinin kurucusu ve ilk başkanı Yalçın Akyol 1991 yılında “1.KÜLTÜR ETKİNLİĞİ” düzenlemişti…
Gazeteci ve
şair olarak Türkiye’nin ünlüleriyle aynı masada imza gününe katılmıştım…
Prof.Dr.
Erdal Atabek, Oğuz Aral, İlhan Selçuk, Demirtaş Ceyhun başta olmak üzere 7-8
kişilik bir imza masası kurulmuştu…
Günlerce
düşündüm, Türkiye’nin devletiyle aynı imza masasında nasıl yarışacaktım…
Şöyle bir
formül ürettim;
Yıllarca
özenle 3-4 klasör dolusu şiirler yazmıştım…
Hemen onları
ilk defa okuyormuş gibi gözden geçirdim…
Şiir
dosyalarımdan en çarpıcı, en akıcı, en vurucu sözlerden oluşan eserlerimi “MİNİ
ŞİİRLER” isimi
8x9 cm
çapında 40 sayfalık kitapçık şeklinde bastırıp hazırlamıştım…
Etkinlik
başladı, ünlülerin isimleriyle benim ismim aynı masadaydı…
Atatürk
Parkında insanlar akın akın gelmeye başladı…
Gelenler
masalardaki kitaplara bakıyorlar, boyut olarak benim “MİNİ ŞİİRLER” kitabımı
alıp imzalamamı istiyorlardı…
Türkiye’nin
en ünlü yazarlarıyla yarışta başarı sağlamıştım…
Kendi
olanaklarımla 7.baskı yaptırıp, ücretsiz dağıttığım bu kitabımda ölümsüz
olduğuna inandığım şiirlerim yer alıyor…
Bu kitabımın
2009 daki önsözünde şöyle demiştim;
MİNİ
ŞİİRLERİM…
Önsöz;
şiir aslında her şey; ya da hiçbir şeydir…
Şair
her şey ile hiçbir şey arasında oyalanırken yaşamının geçip gittiğinin
bilincinde olamaz…
1990
yılında 3 klasör dolusu şiirlerimin seçkisinden oluşturduğum MİNİ ŞİİRLERİM ilk
baskısı; İZMİR DİKİLİ şenliği sırasında halk oylamasıyla HÜMANİST ENTERNASYONAL
şiir mansiyon ödülü kazandı…
Aslında
6.baskıya kadar getirip, sonra biraz unutur gibi olduğum MİNİ ŞİİRLER kitabımın
değerini bu gün daha iyi anlamaya başladım…
Şöyle
ki; son yıllarda aradığım tüm dergilerde kocaman şairlerin kitaplarında gerçek
şiir yoktu, uçup gitmişti… Şiirin o kendine özgü dokusu, saf duyguları, insanın
içinden bir yerleri titreten akidelerini bulamadım..
Sonra
benimkiler epeyce şiirmiş diye düşündüm…
İlk
baskısından 6.baskısına kadar olan şiirlerimi 7.baskıyı okura sunmaya karar
verdim…
Bana
göre bu mini kitapta yer alan her satır şiirdir: ama tam şiirdir… Bir yazının
şiir olup olmadığını ölçmek isteyenler için güzel bir ölçüdür buradaki
yapıtlar… Şairlik geleneğinin bu güne kadar gelen tüm renklerini taşımaktadır…
ABDULKADİR
KAÇAR…
MİNİ ŞİİRLER
kitabım İzmir Dikili Kültür etkinliğinde halk oylamasıyla yapılan yarışmada
Hümanist Enternasyonal şiir mansiyon ödülü kazanmıştı…
Bu güne kadar
7.baskısını kendi olanaklarımla yaptırdığım kitabımı, diğer 34 kitabım gibi
gittiğim her yerde insanlara ücretsiz olarak dağıtmaya devam ediyorum…
Sloganım şu;
YAŞAMAK İÇİN YAZIYORUM; YAZMAK İÇİN YAŞIYORUM…
…
BENİM
ÇEKTİĞİM FOTOĞRAFLA ARKADAŞIM TÜRKİYE BİRİCİSİ OLDU…
Afad “ADANA
FOTOĞRAF AMATÖRLERİ DERNEĞİ” henüz kurulmamıştı… Ben de henüz gazeteci
olmamıştım…
Ama
tanışmaktan büyük mutluluk ve sevinç duyduğum stüdyo 75’in Sular Semtindeki
dükkânında fotoğraf konusunda dünya dergilerini karıştırmayı sürdürüyordum…
Stüdyonun
sahibi Mehmet Baltacı ağabeyi otomobilimle Seyhan eski baraj gölü kıyısındaki
okaliptüs ormanlarında fotoğraf çekmeye götürmüştüm…
Bir saatten
fazla çalışma yaptık; sonra gölün suyunun tamamen çekildiğini, her tarafın
balık tarlasına döndüğünü her cinsten balık kaynadığını çevredeki mahalle
sakinlerinin; kova, tencere, çuval gibi evlerinde ne kadar eşya varsa;
Suyu çekilen,
çırpınan balıkları heyecanlı biçimde ve kolayca toplamaya devam ettiklerine
hayretler içinde tanık olduk…
Hem Mehmet
Baltacı ağabeyi, hem de ben zaten makinelerimiz yanımızda olduğu için, tarladan
pamuk gibi her biri 3-4-5-6-7 balıkları toplama fotoğraflarını çekmeye
koyulduk…
Daha sonra
stüdyo-75 e gelip filmleri yıkayıp, 18x24 parlak karta, ya da 13x18’ lik yine
parlak karta basıp evime götürdüm…
Sürekli
Hürriyet gazetesi okuduğum için aynı aylarda gazetenin 8.gün ilavesi(Sadece
Pazar günleri yayınlanıyordu) bir okurlar arasında “TATİL FOTOĞRAFLARI”
yarışması düzenledi…
Tek seçici
fotoğraf sanatçısı ARA GÜLER’ di…
Kazanana
karşılığında ise, çağının en güzel son model, en pahası makinesi olan CANON
AE-1’ verecekti…
Türkiye’deki
herkes tatilde çektiği çeşitli boyutlarda fotoğraflarla yarışmaya girmeye
başlamıştı…
Aynı günlerde
arkadaşım TURGAY KAYTANCI ile yine fotoğraf muhabbeti yaparak, fotoğraf çekerek
bizim evimize geldik…
Masamın
üstünde o yarışmaya göndermek için 4-5-6 fotoğraf dizmiştim…
Turgay’a
dedim ki;
-Ben Hürriyet
8.Günün yaptığı yarışmaya şu fotoğraflardan hangisini göndereceğime karar
veremedim…
Ama şunu
göndermeyi düşünüyorum…
Turgay gözden
geçirdi fotoğrafları;
-O zaman da
senin şu fotoğrafını ben kendi adıma göndersem olur mu?
-Tamam…
Gönder, dedim…
Fotoğrafları
zarfa koyduk, Hürriyet Gazetesinin Cağaloğlu’ ndaki adresine postaladım…
Aradan bir
hafta geçmişti ki;
Sonuçlar
açıklandı; Türkiye’nin her bölgesinden gönderilen birkaç binlerce fotoğraf
arasından;
-TATİLİM
konulu fotoğraf yarışmasında Adana’dan Turgay Kaytancı’nın çalışması birinci
olmuştu…
Canın AE-1
fotoğraf makinesini güle güle kullansın…
Sabahleyin
8.gün dergisini görünce, öğleye doğru Turgay’ın evine gittim; durumu anlattım,
çok şaşırmıştık…
Birkaç gün
sonra İnönü Parkının yanındaki Hürriyet Gazetesinin matbaası ve Haber Ajansına
gidip makineyi teslim aldık…
Turgay’a o
günlerde metal kutularda, rulo şeklinde satılan yaklaşık 50-60 makaraya
sarılabilecek 36 pozluk bir film alıp armağan etmiştim…
Arkadaşım da
çok dürüst ve bilinçli olduğu için bu konuda makineyi bana gönül rızasıyla
teslim etmişti…
Yani birlikte
güzel bir işe imza atmış olduk…
O makine
sayesinde, Hürriyet Gazetesiyle tanışmış oldum; bir süre sonra da Adana
sayfasında şöyle bir ilan çıkmıştı;
-YETİŞTİRİLMEK
ÜZERE, MUHABİR ADAYLARI ALINACAKTIR… DAKTİLO VE FOTOĞRAF BİLMESİ TERCİH
NEDENİDİR...
O ilanın
ardından yeniden gazeteye gidip;
F klavye de
Adana daktilo şampiyonu olduğumu,
Yapı Kredi ve
Akbank’ ın düzenlediği “YARATICI GÜCÜ TEŞVİK” yarışmalarında 3-4 ödül aldığımı
söyleyince;
Sonradan
şefim olacak Cevat Eren, üstlerinde daktilolar bulunan bürodaki 5-6 masayı bana
göstererek;
-Hemen başla,
buyur içeri gel, demişti…
…
AKDENİZİN
KIYILARI
BETONLA
BİNALARLA KAPLIYDI…
1980’
yıllarda ulusal gazeteler eskiden Ramazan Bayramında iki, Kurban Bayramında da
üç gün yayınlarına ara verirdi…
Amaç hem
muhabirlerin bayram tatili yapması;
Hem de
gazeteciler cemiyetlerinin kendi gazetelerini yayınlayarak ekonomik olarak
gelir sağlamasıydı…
Bayram
günlerinde bayilerde ulusal gazeteler satmaz;
Sadece
cemiyetlerin yayınladıkları bayram gazeteleri satılırdı…
1980’in ilk
yıllarında çalıştığım Milliyet Gazetesinde görevim tüm hızıyla devam ediyordu;
Çukurova
Gazeteciler Cemiyetinde bayram gazetesi için ön çalışması yaptık…
Cemiyetimiz
yine havaalanından iki kişilik uçak kiralanmıştı;
Ben uçakla
Karataş’tan Silifke’ye kadar olan bölgede, deniz kenarındaki yapılaşmayı
havadan fotoğrafladım…
Belirlenen
sürede bu programı sıfır hata, yüzde yüz başarılı biçimde gerçekleştirdik…
Cemiyetimiz
kiraladığı iki kişilik uçakla;
Karataş’tan
Silifke’ye kadar olan Akdeniz kıyısındaki yapılaşmaları, hem siyah beyaz, hem
slâyt, hem de renkli negatif olarak havadan ustaca görüntülemiştim…
Bu günlerdeki
kadar yapılaşma olmasa bile;
Akdeniz
kıyısında inanılmaz şekilde kaçak yapılaşma ve yağma başlamıştı;
Öyle ki, adım
başına binlerce binalar tren vagonları gibi birbirine bitişik şekilde
yapılmıştı…
Başka
ifadeyle Akdeniz’in kıyısı Karataş tan;
Silifke’ye
kadar yağmalanmış tüm kıyılara binalarla beton duvarlarla örülmüştü…
Çukurova
Bayram Gazetesinde iki üç gün boyunca manşet haberim olarak yer almıştı…
Daha sonraki
yıllarda ulusal-yaygın gazetelerin ramazan ve kurban bayramında yayınlarına ara
verme olayı ortadan kaldırıldı…
Şimdi böyle
bir gelenek yok; sadece tarihin tozlu raflarında kaldı…
Akdeniz’ in
kıyılarında o yıllara göre beton binalarla duvarlar yüzlerce, binlerce kat
artarak örüldü, bu yağma devam ediyor…
“BACASIZ
SANAYİ” diye tanımlanan turizm adı altında altın kıyılarımızı yok ettik, bu
cinayetleri işlemeyi sürdürüyoruz…
…
ADANA DA
GERÇEKTEN
PETROL VAR?
Çukurova
bölgemizde gazeteci olarak yıllarca petrol arama çalışmalarını aralıksız
şekilde takip ettim…
Kulelerin
yerlerinin belirlenmesinden;
İlk kazma
vurulmasına, ilk demir direklerin dikilmesine;
Günlerce
süren kulenin dikilip aylarca yapıldığı iddia edilen sondaj çalışmalarına;
İlk bulgular
ve ortaya konulan testler sonunda;
-PETROL YOK,
diye, açılan kuyulara yüzlerce torba çimento dökülüp kapatılmasına kadar olan
süreçlere yakından tanık oldum…
Çimento
Fabrikası civarında o zamanki ismi E-5 olan karayolunun kenarındaki
çalışmaları;
Karaisalı
Salbaş kasabası civarındaki aramaları;
Yaklaşık 4-5
kuyu sondajını yakından izlememe karşılık;
Umutların
bilinçli olarak yok edilerek;
-PETROL
BULUNAMADI, diye aynı numaralarla çalışmalar sonlandırılmasına tanıklık ettim…
Oysa sondaj
yapılan sahalara yakın köylülerden;
Bire bir
konuştuğum yüzlercesinin;
Defalarca
yemin ederek söyledikleri ifadelerini dinleyip, o yıllarda çalıştığım
gazetelerde haberleştirmiştim;
-Ağabey
vallahi petrol fışkırdı…
-Doğal Gazı
günlerce söndüremediler…
-Ben
gözlerimle tanık oldum, petrol buldular ama yok diye yüzlerce torba çimento
dökerek kapattırdılar…
İzlediğim
petrol aramaları konusunda yaptığım araştırmalarda en ilginç olanı;
Karaisalı
Bulgur Dağının öyküsü ilginçti…
Bir dönem
günde 200 tanker dolusu ham petrolün çıkartıldığı, Mersin Rafinerisine
gönderildiğini de köylü vatandaşlar söylüyordu…
Bir vatandaş
şöyle dedi;
-Burada
petrol kuyularına da yüzlerce torba çimento döktüler…
Ama
kapatamadılar, şu anda da kendiliğinde ham petrol kaynamaya devam ediyor…
Şu sıralarda
sadece 4-5 tankerle yine Mersin’e taşıyorlar…
Bu konuları
bölgenin en büyük amiri olan o dönemin Adana Valisi Recep Birsin Özen’e konuyu
iletmiştim…
Makamına
gidip anlattığımda, gözlerini hayretler şeklinde açmıştı;
-ADANA DA
GERÇEKTEN DE PETROL MÜ VAR?
Yani, orada
da hayal kırıklığı yaşamıştım…
Bir başka
not;
-1998 Adana
depreminde Ceyhan daki Tumlu Kalesi Soysallı Köyü civarında yerden siyah petrol
fışkırmıştı; Botaş yetkilileri oradan örnekler alıp test yapmışlar;
-BURADAN
ÇIKAN PETROL DEĞİL, şeklinde rapor vermişler, kendiliğinden yeryüzüne çıkan
petrolümüzü yok saymışlardı…
Daha sonra
kendiyle görüştüğüm üst düzey bir yetkili şöyle demişti;
-Abdulkadir
Bey o dışarıya akan sıvı vallahi billahi ham petroldü…
Ama bize
gelen talimat doğrultusunda, buradan çıkan su, petrol yok raporu yazdık…
Bu gün,
devletimiz; ülkemizin pek çok yerinde daha önce;
-PETROL YOK,
PETROL BULUNAMADI, diye yüzlerce torba çimentoyla kapatılan alanlardaki
kuyuları yeniden kazarak ham petrol üretmeye devam ediyor…
Dileğim
Çukurova’ da bu türlü kapatılan petrol arama kuyularını tekrardan açıp,
işletmeye başlatmalarıdır…
…
PEDER FELİÇE
VE
BEBEKLİ
KİLİSE…
Adana’nın
Tepebağ Mahallesinde halk arasında BEBEKLİ KİLİSE’ diye tanımlanan geniş halk
kitlelerine kapalı yapı geçen yıllarda pek çok gazetede haberinde yer almıştı…
Tepebağ
mahallesinin 57 yıl muhtarlığını yapan;
Seçime
katılmasa da vali beyin çağırıp mührü teslim ettiği Ferhat Arkun ilginç bir
kişiydi…
Kilisenin
kapısının tam karşısında evi ve matbaası bulunan Ferhat Arkun yıllarca oraya
girip çıkan Türkleri keskin bir hafiye gibi adım adım gözlemişti…
Ziyaret için
gelen, yetenekli, zeki Türk Gençlerinin kilisede kandırılıp önce Hıristiyan
yapılıp sonra da Avrupa’ya kaçırdıkları iddiası sürekli gazetelerde yer
almıştı…
Sayıları da
belli olmayacak kadar çok bu gençlerin kurtarılması gerekiyordu…
Gazetelerdeki
haberler sonra özel ulusal televizyonlara konu olmuştu;
Konu gündemde
tutulunca hemen adliyeye intikal ettirilmiş; davalar da yine yıllarca sürmüştü…
Gazetecilik
sonra televizyon programcılığına başladığım yıllarda kilise de Peder Don Feliçe
Süriyano görev yapıyordu…
1990’lı
yıllarda 60’lı yaşlarındaydı…
Son derece
pozitif düşünen, güleç yüzlü, herkesi sevgiyle kucaklayan, bir beden ve
iletişim diline sahipti…
Olaylar sıkça
adliyeye intikal edince;
Pazar günleri
ayinlere ilgi duyan genç Türk vatandaşları ya kabul edilmiyor, ya da çok az
sayıdakiler ancak içeri alınabiliyordu…
Halk arasında
ürpertici gizemli bir kara delik olarak değerlendirilen;
Herkesin
merak ettiği bu yüzlerce yıllık kilise benimde çocukluğumdan beri ilgi daima
alanımdaydı;
Programcı ve
sunucu olarak görev yaptığım Kanal-A Televizyonunda kilisede belgesel çekmeye
karar verdim…
Öncelikle
Peder Don Feliçe Süriyano ile görüştüm; teklifimi inanılmaz şekilde hemen ve
severek kabul etmesine bu gün bile hala inanamıyorum…
Bu kapalı
kutuyu halka açma sevinciyle kameraman arkadaşımla BEBEKLİ KİLİSE ’ ne geldik;
program öncesi şöyle dedim;
-Program
boyunca size nasıl hitap etmeliyim? Papaz mı deyince; sözümü hemen kesti;
-Hayır, bana
Peder deyin lütfen, demişti…
Belgeselini
birlikte çekmemiz gerektiğini, her bölümü anlatmasını rica ettim…
Peder Don
Feliçe Süriyano birlikte her bölümü dolaşmaya başladık;
Aralıksız
olarak, hatta kameramızı bile kapatmadan;
En gizemli,
hatta karanlık olarak düşündüğüm;
En üst
katlardaki ve hatta kapalı olan bölümlerin bile kapısını açmasını, içini görmek
istediğimi söyledim…
Her isteğimi
Peder zevkle kabul etti;
Tüm kapıları
sonuna kadar açtı;
Çoğu üst
katlarda bulunan, devasa boyutlarda yer alan yağlı boya;
Yüzlerce
yıllık ikonaların tarihçesini ve verdiği mesajları çok samimi bir ifadeyle
anlattı…
Hatta üst
katta, kimsenin-cemaatin bile girmesine izin verilmeyen tüm bölümlerini yatak
odalarını bile birlikte dolaşıp belgeselleştirdim…
Peder Feliçe
şöyle dedi;
-1880’li yıllarda St. Paul adına Cizvit papazlarınca
inşa edilmiştir; burası bir İtalyan Katolik kilisesidir…
Kilisenin
tepesinde 2. 5 metre boyunda tunçtan yapılmış;
Meryem
Ana heykelinin halk tarafından bebeğe benzemesi nedeniyle yapıya Bebekli Kilise
adı verilmiştir...
Peder Feliçe’
ye ile birlikte;
Halk
tarafından gizemli, karanlık, dipsiz bir kuyu olarak görünen;
Kilisenin
bölümlerini masalarını, hatta masaların altını;
Cemaatin
oturduğu sıraları, mutfağı;
Bölümlerinin
tamamını net olarak her şeyiyle gözler önüne serdim…
Dikkatimi
çeken ise kahvaltı masalarındaki yiyeceklerin türlerinin sayılarının
çokluğuydu…
3x4 metrelik
bir masanın üstünde, içleri çeşitli gıdalarla dolu olan irili-ufaklı, 30-40
belki daha fazla tabakta sabah kahvaltısı için gıda maddesi bulunuyordu…
Pedere neden
bu kadar bol çeşnin olduğunu sorduğumda;
-Bizim
beslenme geleneğimiz bu şekildedir Abdulkadir Bey demişti…
Öyle mutlu,
öyle sevinçliydim ki;
Bir gazeteci
ve televizyon programcısı olarak;
Kentin
tarihinde sürekli yer alan;
Kapalı bir
kutu olan kilisenin belgeselini çekerek halka anlatmış olmaktan, çok büyük
keyif aldım…
Peder Don
Feliçe Süriyano da en az benim kadar mutluydu;
Program
sonunda şöyle dedi;
-Sana bir dua
edeyim mi?
-Mutlu olurum
Aziz Peder, dedim…
Ellerini
havaya açtı; ben de birlikte aynı şekilde yaptım;
-Ey Meryem,
sen, temiz bir insansın… Amen…
Duası da bu
şekildeydi…
Birbirimizden
mutlu şekilde ayrıldık…
Belgesel
programım Kanal-A Televizyonunda üç dört kez yayınlandı…
Pederin sonra
İtalya’ya döndüğünü duydum, orada da hayatını kaybetmişti…
Bir not
şöyle;
Peder Don
Feliçe Süriyano halkla iletişim kurmayı seviyordu…
Özellikle
gazetecilere ayrı bir ilgisi ve saygısı vardı…
Çakmak
Plazada Kitapevi bulunan Yüksel Mert kısa zamanda Peder Feliçe ile çok samimi
olmuştu…
Öyle ki,
Yüreğir de ilk kez açılan BİRİKİM isimli alış-veriş merkezinde bir ramazan günü
Peder Feliçe gazetecilere iftar yemeği bile ikram etmişti…
…
İYİ Kİ
İNTİHAR EDEMEDİM…
BEL FITIĞIMIN
ACISINDAN
İNTİHAR
EDECEKTİM
Sağlıklı
yaşayıp “YENİ NESİL YAŞLI” olup ömrümün son yıllarımı da sorunsuz-mutlu biçimde
geçirebilmek için sürekli ve düzenli yürüyüş yapıyorum…
Bundan daha
da önemlisi yıllardır bisiklet sporu yapıyorum… Bazen günde 2-3 saat, haftada
iki üç kez bisikletle 5-6 kilometre dolaşıyorum…
Yıllardır
oturduğum Ziyapaşa Mahallesinde 2017 yılının Şubat ayın başında evimden yine
bisikletle çıktım…
Seyhan eski
baraj gölü kıyısında, “KARANLIK ORMAN” adını verdiği devasa okaliptüslerin
arasında 2 saatten fazla dolaşmıştım…
Eve dönerken
Ortadoğu Hastanesinin yanındaki ara yoldan aniden çıkan bir motosiklet kavşakta
gelip bisikletime feci biçimde çarptı; ön teker ikiye katlanıp, belimde hafif
bir ağrı oluşmuştu…
Çarpan
motosikletli kişi, her kaza yapanın suçunu bastırmak için karşı tarafı yaptığı
şekilde bana saldırmaya kalktığında;
-Siz bana
hızla gelip çarptınız; suç sizde, beni niye suçluyorsunuz, yine epeyce
tartıştık…
Televizyon
ekranlarındaki programımdan tanıyan vatandaşlar çevremize toplanıp, benim haklı
olduğumu falan anlattığı kişi bu defa suçlu olduğunu kabul etmişti…
Daha sonra
işyerinin adını verip, beni davet etti, masrafımı karşılamıştı…
Sağ tarafımda
belimle birkaç gün sonra hafif bir ağrı oluştu…
Gittikçe daha
da büyüdü, daha da rahatsız etmeye başladı…
30 yıllık
değerli arkadaşım ve ağabeyim olan Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Yusuf Erkişi o
yıllarda Yüreğir deki Bülent Özülkü TIP Merkezinde görev yapıyordu…
Kalçamda
gittikçe artan ağrımı ona anlattım, o da;
-Gel benim
çalıştığım tıp merkezinde bir masör arkadaş var, ona göstereyim, bana da masaj
yapmış ve rahatlatmıştı, dedi…
Hemen oraya
gittim, Fizik Tedavi Uzmanı olan bir hanıma yönlendirdi, birlikte yanına girdik
doktora benim gazeteci olduğumu söyledi…
O da hemen
görevlilere bana hemen sıcak bir tedavi uygulamalarını söyledi…
Özel bölüme
yatırıp, belime sıvı bir şeyler sürdüler, 20 dakikaya yakın elektrik akımı
uyguladılar…
Vücudum öne
doğru 9-10 derece eğildi…
İkinci,
üçüncü seansta 90 dereceye kadar belim büküldü…
Doğrulmam
mümkün değildi…
Ama gittikçe
ağrım daha da çok arttı;
-Doktor Hanım
ben ölüyorum, çok rahatsızım, deyince, bu kez Güney Hastanesinde MR çektirmeye
gönderdi…
Bel fıtığı
teşhisi konuldu; ama ağrıdan ölüyorum, evden çıkamaz oldum…
Doğrulmaya
çalıştığımda bilimde 20 tane bıçak saplanıyor, kanamalar olduğu hissine
kapılıyordum…
Artık bir tür
engelli olmuştum…
Üç arkadaşım
gece gündüz yardımıma hemen koştu, ama artık ayağa kalkıp doğrulamıyordum…
Sabah iki
iğne karıştırılıyor sağ kalçama, akşam aynı şekilde sol kalçama vuruluyor ama
ağrılarım asla dinmiyor, gittikçe daha da kötüleşiyordum…
Kapının zili
çaldığında biri geldiğinde tabureye oturup çocuklar gibi kaydırarak yavaşça
ilerleyip açıyordum…
Ayağa kalkıp
mutfaktaki dolabın ilk rafından bir şey almam mümkün değildi…
Artık
ağlamaya başladım, bir arkadaşım dedi ki;
-Çifte
Minareli Caminin orada MUSTAFA MENGİ diye bir masör var, askeri hastaneden
emekli olmuş, onun yararını çok görenler var gel seni oraya götürelim, dedi…
Oraya da
gittim, bu günkü parayla anında yüklü bir miktar aldı…
Belimin sağ
tarafına bir madde yapıştırdı, üç gün sonra yine aynı şeyi yaptı, hiçbir yararı
yoktu…
Sabahleyin
iki iğne karıştırılıp sağ yanıma, akşamları aynı şekilde ağrı kesici iki iğne
sol tarafıma yapılıyor ama ağrıdan ölüyordum…
Sabahlar
olmuyordu, ama ayağa kalkamıyordum, ölümü istiyordum…
Dayanamaz
hale geldim, 7.kattaki evimin penceresine iki defa ağlayarak aşağıya bakıp
atlamaya, intihar etmeye gittim ama başaramadım…
Yerime geri
dönüp yine ağlayarak yattım…
Hayatım
boyunca annem, babam, ablam, ağabeyim öldüğünde bile gözümden bir damla yaş
gelmemişti…
Ama bel
fıtığı yüzünden çocuklar gibi ağlıyordum…
Evdeki
acılarım dayanmaz olmuştu, soydaşım Adana Büyükşehir Belediyesi Sağlık Daire
Başkanı Op. Dr. Fatih Karayandı’ ya müracaat ettim; o da beni daha önce aynı
hastanede birlikte çalıştığı, Op. Dr. Ahmet Mutlu Ayçin’e yönlendirdi…
Yeni Baraj
Mahallesindeki eski numune hastanesinde gerekli işlemler yapıldı ve Op. Dr.
Ahmet Mutlu Ayçin bana nöbetçi olduğu günlerde yattığı odayı tahsis etti…
3-4 gün
ameliyat olmaktan korkuyordum;
-Doktor bey,
ben ameliyat olmak istemiyorum, ilaçla tedavi edin, sonra evime gönderin,
dedim…
-Zaten öyle
yapıyorum, dedi…
Ama yattığım
odayla, tuvaletin arası 9-10 adımdı zor gidip geliyordum…
Belimdeki
kemiklerim bana düşman olmuştu, her birinin elinde iki tarafı keskin bıçaklar
vardı beni sürekli parçalıyordu…
Bu arada
İstanbul’ daki yeğenim de kapalı ameliyatı araştırıyordu…
O şekildeki
ameliyattan bir gün sonra kişi normal hayata dönüldüğü iddia ediliyordu…
Hastanede
yattığımın üzerinden 4-5 gün geçti, ama bir türlü, kapalı ya da açık ameliyat
olmaya karar verememiştim…
Sabahleyin
bir arkadaşım erkenden beni ziyarete gelmişti, o sırada doktor da beni kontrol
için gelmiş ve odamdaydı;
Arkadaşım ona
sordu;
-Doktor bey,
bel fıtığının kapalı ameliyatı hakkında ne düşünüyorsunuz, dedi…
Doktorun
verdiği şu yanıt ameliyat hakkındaki düşüncemi değiştirdi;
-Bir odanın
içindeki eşyaları düzenlemek istiyorsunuz… Kapıdan bir delik açarak mı bunu
yaparsınız, yoksa kapıyı açıp, odanın içini öyle mi düzenlersiniz?
Üstelik
kapalı ameliyat olanlar 4-5 yıl sonra gelip açık ameliyat istiyorlar…
Doktorun
söylediği beni ikna etmişti;
Kesin
kararımı vermiştim, doktor doğru söylüyordu;
-Ağabey beni
ameliyat edin, hazırım dedim…
Ama
gözyaşlarım da sular sellercesine akıyordu…
Az sonra
hemşire geldi, doktorun yarın ameliyata ilk olarak beni alacağını söyledi…
Bu konuyu
ciltler dolusu anlatabilirim ama Nörolog. Op. Dr. Ahmet Mutlu Ayçin beni
ameliyat etti…
Çok samimi
olarak itiraf ediyorum ki; bana 2.kez hayat verdi, sabah 09 da ameliyat
olmuştum, 15: 00 te ayağa kalkıp tuvaletime gittim…
Gazeteye
teşekkür ilanı verdim, doktor beye hobisi olduğu için ona güzel bir
motosikletli 30x40 renkli fotoğraf-poster armağan etmiştim…
2.Hayatımı
borçlu olduğum doktor beyle hala arada bir görüşüyorum…
Arada bel
fıtığımın olduğu bölümde ağrılar oluyor…
Karataş’a
gidip denizde sırt üstü yüzerek ağrılarımı gidermeye çalışıyorum…
Anneciğim,”NEREN
AĞRIRSA CANIN ORADA” derdi…
Bu yaşıma
kadar apandisit ameliyatı oldum, çeşitli hastalıklarla karşılaştım ama diğer
hiçbir ağrıdan bel fıtığından hiç çektiğim kadar acı çekmedim…
Sonuç olarak;
2017 deki
intihar düşüncemi gerçekleştirmediğim için bu gün çok mutluyum…
O yıldan beri
sayısız yeni kitap dosyaları yazmayı başardım…
Sadece
pandemi döneminde 59 dan fazla yeni kitap dosyası yazdım…
Üretmeyi son
nefesime kadar aralıksız sürdüreceğim…
Sloganım şu;
YAŞAMAK İÇİN YAZIYORUM; YAZMAK İÇİN YAŞIYORUM…
…
EBEDİ RADYO
DOSTUYUM…
BİTMEYEN
RADYO AŞKIM…
İlkokula bile
gitmediğim o yıllarda köyümüzde sadece öğretmenin bir radyosu vardı;
İki odadan
oluşan öğretmenin evindeydi…
1960’lı
yıllarda akşamları ailece gider Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının Yassı
adadaki duruşmalarında yargılanmalarını naklen yayınlanmasını dinlerdik…
Radyonun çok
gizemli bir cihaz olduğunu 3-4-5’ li yaşlarımdaki yıllarda anlamıştım; mutlaka
bizim de olmalıydı diye ailece karar vermiştik…
Komşu köyümüz
olan Durhasandede ki ÜF ÜF AHMET isimli bir vatandaştan 50.TL’ ye bir radyo
almıştık…
Bu güne kadar
o radyonun güzelliğinde, estetik yapısında başka bir radyo göremedim…
Evimizin
başköşesindeki rafa konulmuştu…
Biri
yuvarlak, diğeri kare ve akü şeklinde iki pille çalışıyordu; pillerden biri
artı, diğeri eksi kutuptu…
Pil belki 5-6
saatte bitiyordu;
Radyo evde
tamamen benim kontrolümdeydi…
Her sabah 07:
30 haberlerinde açıyor, gelişmeleri dinliyorduk…
Sonra da
şarkı ve türkü saatlerini öğreniyor, zamanı gelince ben açıp aileme
dinletiyordum…
Çocukluğumda
itibaren sihrini keşfettiğin radyo aşkım hala devam ediyor…
Radyo bu gün
bile benim için insanın bulduğu en büyük ve muhteşem mucizedir…
Öyle ki hala
en büyük gizem, sihir, görünmeyen ama sadece sesiyle iletişime geçen
evrenimdir…
Hala
başucumdaki radyo ile uyuyup, onunla uyanıyorum…
O yıllarda
beri radyo dinleme ve değerlendirme kulağım iyice geliştiği için artık seslerin
kime ait olduğu konusunda tam bir uzman oldum…
Özellikle
medya mensubu olarak da;
O yıllardan
başlayan dinleme, okuma, düşünme, yorumlama, yazma konularında bilgi dağarcığım
artmayı sürdürüyor…
Öyle ki
evimdeki mutfak, salon, yatak odamda, radyolarım var…
Çoğunlukla da
devletimin sesi olduğu için TRT’ tercih ediyorum…
Orada görev
verilen kişiler hem seçilerek, çeşitli sınavlardan geçirilerek mikrofon başına
getiriliyorlar…
İnanılmaz çok
büyük maaşla çalışıyorlar…
Benim tüm
dikkatim de hassas bir dinleyici olduğum için spikerlerin kullandıkları
sözcükler, kurdukları cümlelere yoğunlaşıyor…
Özellikle
spikerlerinin yanlışlarını kolayca bulup anında ya telefonla, ya da mektupla
yetkililere hemen iletiyorum; düzeltilmesine katkıda bulunuyorum…
Bu kadar
duyarlı bir dinleyici olduğum için bazı TRT Yetkilileri çoğunlukla teşekkür
edip onurlandırıyorlar…
Bazıları da
beni itici ve sevimsiz buluyor, çoğunlukla takdir ediliyorum…
Ama radyo
benim, yani TRT milletin radyosu…
Bu gün üst
düzey yöneticileri başarılı olamadıklarında yarın kendilerini sokakta
bulabiliyor…
O nedenle
akıllı olanlar, uyarılardan ders alanlar mesleklerini daha başarılı şekilde
sürdürüyorlar…
Ama ünlü bir
filozofun şu sözünü hiç unutmam ve yaşama biçimim haline getirmeye devam
ediyorum;
Diyor ki;
“DEVLET MEMURLARI ASLA YATARICI OLAMAZ; ŞÖYLE YA DA BÖYLE ONLARI YASALAR
BAĞLAR”
Radyo aşkım
devam etti ama tam bir devlet memurluğu olan masa başı işini daima ret ettim…
Özel
sektörde, çok çalışan, yaratıcılıkta sınır tanımadan sürekli kalıcı eserler
vermeyi çok sevdim ve son nefesime kadar da sürdüreceğim…
…
TRT ÇUKUROVA
RADYOSUNDA
SKANDAL…
TRT Çukurova
Radyosunun yıllardan beri en dikkatli ve kemik dinleyicisi olduğumu her zaman
onurla söylerim…
Yıllardır
gider gelirim, programlarına konuk oldum, Özellikle Cuma günleri “GAZETECİ
GÖZÜYLE” diye programım yıllarca devam etti…
Haftada bir
gün 08;15 te telefonla evime bağlanıyorlar, konuşmamı yapıyordum…
Hatta bir
programda yarışma sorusunun konusu olmuştum; şöyle,
“CUMA GÜNLERİ
GAZETECİ GÖZÜYLE PROGRAMINI YAPAN GAZETECİ KİMDİR?
Hiç
unutamıyorum, Silifke’den bir dinleyici bilmişti…
Ödül falanda
verdiklerini hatırlıyorum…
Ben her gece
radyo ile uyuyor, sabah gözümü açar açmaz da hemen devletimin sesi olan TRT’
nin haber bültenlerini dinliyorum…
8 Temmuz 2021
günü TRT Çukurova Radyosu’nda inanılmaz bir yayın hatası yapıldı…
Bu yıllarda
saat 10: 00 ile 13: 00 arasında ”AKDENİZDEN TOROSLAR’A” bölgesel isimli yayın
yapılıyor, iyi de oluyordu…
Bölge
insanının hayatında silinme izler bırakmaya devam ediyor…
8 temmuz 2021
‘ de saat 10: 00’ dan itibaren yine bu radyoyu dinliyor, bir yandan da
bilgisayarımda çalışıyordum…
Bir türlü
bölgesel yayın yapılmıyordu;
Ankara
radyosuyla TRT Çukurova radyosundan ulusal yayın aralıksız olarak sürdürüyordu…
Saat 12: 15
oldu, canım sıkıldı, radyo müdiresi hanımefendiyi aradım;
-Abla, TRT
Çukurova Radyosunun bu gün bölgesel programı yok mu?
-Var
Abdulkadir Bey, şu anda mikrofonda da Alper Yetgün var, dedi…
-Ben 10:00’
dan beri TRT Çukurova Radyosunda ANKARA programını dinliyorum…
Hatta program
yapımcılarınıza bir şey mi oldu? Neden bu gün program yok diye şaşırdım…
TRT Çukurova
Radyosu bakıma mı alındı, dedim…
Müdire hanım
panikledi, ses tonundan şaşırdığını anladım, koşarak yayın odasına gittiğini
anladım…
7-8 dakika
sonra “AKDENİZDEN TOROSLARA” bölgesel yayına geçildi…
Haberci
olduğum için, ben de buna çok şaşırdım…
TRT Radyo
tarihinde böyle bir olay yaşanmamıştır, yaşanmayacaktır…
Şöyle
düşündüm, TRT Çukurova Radyosunun bu hatalı yayınına Ankara Radyosu değil de
terör örgütlerinin yayınları girseydi; teknik müdür ve yöneticilerin yine de
haberleri olmayacaktı diye çok şaşırdım…
Haberci
olduğum için olayı hemen gündemime aldım;
“ TRT
ÇUKUROVA RADYOSUNDA SKANDAL” başlığıyla haberimi hazırlayıp sosyal medyada
anında yayınladım…
TRT NAĞME,
TRT TÜRKÜ, RADYO-1, RADYO-3, TRT FM yayınlarındaki arızaları bildirdiğim,
vericilerden sorumlu müdür haber yayınlandıktan bir saat sonra beni aradı;
-Sen nasıl
böyle bir şey yaparsın?
Beni
mahvettin; bundan sonra arıza bildirdiğinizde telefonlarınıza çıkmayacağım…
Adana’ya
yayın yapan 105. 1 ’ deki arızalara da gidermeyeceğim, ne haliniz varsa görün
dedi…
Gerçektende o
andan itibaren yayın kasıtlı olarak gittikçe bozuldu…
Öyle ki, 24
saatlik yayında 15-20 dakikada 5-8 saniye kesilen yayın artık her 2-3 dakikada
bir kesilmeye başladı…
TRT Çukurova
Radyosunu 105.1 deki yayını gittikçe dinlenilme hale geldi…
Telefonuma
çıkmayacağı için bende vericilerden sorumlu kişiyi aramadım…
Yayın
gittikçe yerlerde sürünmeye başladı…
Radyo
dostları konuyla ilgili ve sorun çözen bir TRT dostu olduğumu bildikleri için;
Sürekli beni
arayıp kesile ve sürekli bozulan yayınlardan şikâyet ettiler…
Baktım TRT
Çukurova Radyosu Bölge Müdürlüğü Adanalıları bu şekilde cezalandırmaya
başladılar;
Hemen CİMER’
mektup yazdım…
-TRT ÇUKUROVA
RADYOSU YETKİLİLERİ DEVLETİN GÜCÜYLE ADANALI DİNLEYİCİLERİ CEZALANDIRIYOR…
Uzunca bir
mektup yazdım; hem de Hotmail olarak Cimer’e gönderdim…
Bir hafta, on
gün sonra TRT Genel Müdürlüğünden Radyolardan Sorumlu Daire Başkanı aradı;
durumu anladığını söyledi…
Benim
gazeteci olarak görevimi yaptığımı; herkesin de görevini yapması gerektiğini
söyledi…
TRT Çukurova
Radyo Müdiresi bu kez daha sakin biçimde arayıp telefonla konuştuk;
-Kaç yıllık
TRT’ ciniz, diye sordum…
TRT
Radyoculuk tarihinde böyle 2 saat 15 dakikalık yanlış yayına şahit oldunuz mu?
Dedim, yanıt vermedi…
Peki, bu
yanlış yayın bir terör örgütü tarafından frekanslarınıza girerek yapılsaydı ne
olacaktı?
Teknik servis
bunun hesabını nasıl verecekti?
Yanıt vermedi
ama yönettiği kadronun yanlış yaptığını anlamıştı; ama sessizliği seçiyordu…
Konuşmalarımızın
ardından bundan sonraki her türlü TRT Radyolarındaki arızayı kendine bildirmem
için ricada bulundu…
Sonunda
anlayışla karşıladı, en kısa zamanda da radyoya beklediğini TRT yemeği ikram
etmeyi istediğini söyledi…
Vericilerden
sorumlu müdür ise hemen sonra aradı;
-Abdulkadir
Bey her zaman arayın, lütfen şikâyetlerinizi bildirin…
24 saat
arayabilirsiniz diye o da barış çubuğu uzattı…
Çünkü ben
haklıydım, haberci olarak, dinleyici olarak görevimi eksiksiz şekilde
yapmıştım…
Bende ilk
gündeki azarlamalarını hatırlattığımda;
-Yok, ben
öyle bir şey söylemedi, lütfen, her zaman bekliyorum, dedi…
-Telefon
kayıtlarında ifadeleriniz var, ben biliyorum, isterseniz onları çözüp size
ileteyim, dedim…
-Her zaman
bekliyorum, arıza şikâyetlerinizi anında gidereceğim, dedi…
Çünkü TRT
diğer medya kuruluşlarından farklıdır…
TRT Türkiye
Cumhuriyeti Devletimin resmi sesidir…
Ben Radyo
Dostuyum ama daha önce de TRT, yani devletim dostuyum…
TRT
radyolarında sıfır hata, yüzde yüz başarı hedeflenmiştir…
Hiçbir
çalışanın hata yapma yanlış yapma lüksü asla yoktur…
Hata
yapanların da cezaları zaten bellidir;
TRT
görevlisinin yaptığı hata devletin hatası olarak halka yansır…
Bunu hiçbir
vatandaş kabul etmez…
Hele de
terörle mücadele eden devletimizin bu günlerde bu türlü hatalara göz yumması
olanaksızdır…
Ben haberci
olarak bu yanlış yayında görevimi dört dörtlük yaptığıma inanıyorum…
Bundan sonra
da dinlemeye arızaları, kusurları, hatalı yayınları izlemeye ve yetkililere
iletmeye devam edeceğim…
Beni anlayıp
anlamamaları umurumda değil; ebed müddet olan devletimi seviyorum…
TRT
Dostluğuma titiz ve ince eleyip sık dokuyan bir medya mensubu olarak devam
ediyorum…
…
ABLAM İLHAM
VERDİ…
CEYHAN DAKİ
KIRIM TÜRKLERİ…
Yıllardır
atalarımın 1870’ ler de Kırım’dan yola çıkıp nasıl geldiklerini, onların
yaşadıkları hikâyelerindeki zorlukları, sıkıntılarını, mücadeleleri, yaşama
bağlılıklarını, gelenek ve göreneklerini, yazmak için düşüncemde çeşitli
programlar yaptım…
Ama bir türlü
yoğunlaşamamış ve yazmaya başlayamamıştım…
Yeğenime
babasının mezuniyeti için ödül olarak aldığı otomobili İstanbul’a götürmemiz
gerekiyordu…
Meryem ve
Bedia Ablam ve yeğenimle birlikte Adana’dan o otomobille yola çıktık…
Bedia ablam
çok zeki, esprili, akıllı ve bilge bir insandı…
Yol uzadıkça
belleğindeki tatarca konulara girdi…
Muhteşem
şakaları ve esprileriyle sülalemizin en büyük kadın güldürükçüsüydü…
Hemen yanımda
bulunan kâğıtla kaleme sarılıp, 12 saatten fazla süren İstanbul yolculuğumuzda
notlar almaya başladım…
Döndüğümde
5-6-7 sayfalık bir çalışmam olmuştu…
Çevremde hala
özünü yitirmemiş yakınlarımla konuştum…
2-3 yılı
aşkın süre bu konudaki bilgilerimi ve iletişimimi derinleştirerek sürdürdüm…
Vefa dedem ve
Müsemma ninemin ve kardeşi Seyitosman’ın Kırım’dan geliş öyküleri dinledim…
Ayrıca zaten
yaşamımı oluşturan yemek tarifleri, özdeyişleri, karakteristik özelliklerimizi,
türküleri, olumlu bakışları, espri anlayışları vs kayıt ettim…
Zaten içinde
yaşadığım kültürüm olduğu için yaşanan öyküleri yazdım…
1000 den
fazla sözcükten oluşturduğum muhteşem bir sözlük hazırladım…
Ayrıca
kitabımda yıllarca dillerden dillere anlatılan, Yakup ve İsmail amcamın
Çanakkale savaşına gidip, birinin şehit, birinin gazi olarak dönme olaylarını
detaylı şekilde anlattım…
İlk kitabımı
“TATARLAR” olarak kendi olanaklarımla yayınladım…
İkinci
genişletilmiş baskısını Ceyhan Belediye Başkanı Sayın Hüseyin Sözlü’ nün ön
sözüyle yayınlandı…
Üçüncü daha
da genişletilmiş baskısını Ceyhan ın ünlü TATAR ailelerinde Sayın Mehmet Yılmaz
Yaltır ’ın ve diğer soydaşlarımızın katkılarıyla yaptırdım…
Diğer tüm
kitaplarım gibi bunu da ücretsiz olarak ülkemizde etkinlik gösteren
derneklerimize, internetten istekte bulunanlara ücretsiz olarak göndermeyi
sürdürüyorum…
Ayrıca google
arama motoruna Abdulkadir kaçarın sanal dünyası yazınca blok sayfamda diğer
kitaplarımla birlikte CEYHAN DAKİ KIRIM TÜRKLERİ kitabıma da ulaşılabiliyor…
…
HAYALİM VE
HEDEFİM ÖLÜMSÜZ BİLGİYE ULAŞMAKTI…
MAKAM VE PARA
BENİM İÇİN
DAİMA KOCAMAN
BİR HİÇ’Tİ…
Medya sektörü
öyle güzel, çekici, popüler ve etkilidir ki; gazeteci, TV ve Radyo
çalışanlarına;
Devletin ve
özel sektörün tüm kapıları sonuna kadar açılır;
Televizyonda
gördüğünüz herkesle rahatlıkla iletişim kurup, yemek yiyip, sohbet edip,
konuşup, haberlerini hazırlayabilirsiniz…
Gazeteciliğe
yeni başlayanların ilk düşünceleri en kısa yoldan şef, müdür ya da genel müdür
olmaktır…
Ufak bir
yetki ellerine geçince masalarını ve yetkilerini kimselere kaptırmamak amacıyla
her türlü ödünü verirler…
Ama bu
düşüncede olanlar, bilgiye kendilerini kapatırlar, kuru sandalyenin üstünde
oturup, entrika ile kendilerini korumaya almaya çalışırlar…
Böylece
meslek becerisini hiçbir zaman kazanamazlar…
Kendilerini
geliştiremedikleri için kısa zaman sonra işsiz kalıp sokaklarda sudan çıkmış
balığa dönerler…
Hayatım
boyunca mevki, makam, yetki, para, otoriter olma gibi bir utkum olmadı…
Mesleğim
boyunca asla sürü ve ekip insanı olmadım; her daim kendimle birlikte kendimi
için hareket ettim…
Kararlarımı
da kendi aklımın aydınlığında aldım…
Hayatım
boyunca daima bir tek şeyin peşinden koştum;
Bilgi, daha
çok bilgi, en kalıcı, evrensel ve ölümsüz bilgiyi aradım…
Bir
düşüncemi, fikrimi, ölümsüz şekilde nasıl anlatabilirim? Bir haberi nasıl
farklı şekillerde yazabilirim?
Bunun
peşinden koştum yorumlama ve yazmayı başardığımda diğer her alanda daha da
başarılı oldum…
Her adımımda
daima emsallerinden ileriye geçtiğime inandım...
Çünkü
gelişme, değişme, dönüşme gibi her konuda yarışımı sadece kendimle yaptım…
Bir denememde
ise bu düşüncemle ilgili şöyle demiştim;
-DÜNKÜ
KENDİMİ ULAŞTIĞIM BİLGİLERLE BU GÜN GEÇTİĞİMDE, DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİ DE
GEÇİP GERİDE BIRAKTIĞIMA İNANIYOR; DAHA ÇOKMUTLU OLUYOUM…
Bu durumlarım
beni mutlu etti ve daima da ediyor…
Bu anlayışım,
aynı yıllarda medya sektöründe çalıştığım Aynı kuşaktaki arkadaşlarımı böylece
gerilerde bıraktığımı kanıtladım…
Şöyle ki,
benimle aynı zamanlarda mesleğe başlayıp, belli bir yere gelen, kitabı olan,
tek satır şiiri olan insan bir ya da ikidir; üçüncüyü bilemiyorum…
Bu güne kadar
201 kitap dosyası yazdım…
Kendi
olanaklarımla 34 irili ufaklı kitap yayınladım, diğerleri de bilgisayar dizgisi
olarak arşivimi bağışladığım Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji
Üniversitesine gönderiyorum…
Benim mesleğe
başladığım yıllarda çok görkemli makamları, sekreterleri, emrinde otomobilleri
olan, çok yüksek maaşla çalışan lüks içinde yüzen yönetici medya sektöründe
ağabeylerimiz vardı…
Yanlarına 3-4
kapıdan geçilerek ancak ulaşılabiliyordu…
Ama maalesef
çoğu kendini yenileyemedi, kendini çağa uyduramadı, bir tek şiirleri bile
yazamadan ölüp gittiler, toprak oldular…
Ben
katıldığım her cenaze töreninde;
Mezara
konulup üstüne toprak atıldığında sonsuza kadar unutulan insanlardan
olmayacağım diye kendime söz vermiştim…
Bu konuda
iddiam, kendimle yaptığım bilgi kâşifliğim devam ediyor…
Bu ilkemi
gerçekleştirme konusunda düzenli okuma, düşünme, yorumlayıp yazmaya, yani
kendimi aşma yarışıma devam ediyorum…
…
HEDEFİME ÇOK
YAKLAŞTIM…
HAYALİM
ÖLÜMSÜZ ESERLERE
İMZA ATMAKTI;
GALİBA BAŞARDIM…
Çocukluğumdan
itibaren katıldığım, üzerine toprak atıldıktan sonra unutulan insanların cenaze
töreninde kendime şöyle söz veridim;
-Ben öldükten
ve üzerime toprak atıldıktan sonra asla unutulmayacağım…
Öyle
çalışmalar yapmalıyım ki;
Ölümsüz
eserler ortaya koymalıyım ki, gelecek yeni kuşaklarca da unutulmadan; o
insanların dünyasında yer almalıyım…
Bu düşünceme
de yaptığım çalışmalarım sayesinde galiba ulaşmayı başardım;
Dün, bu gün
olduğu gibi şimdi de son nefesime kadar ölümsüz bilginin kâşifi olma yarışımı
kendimle sürdürüyorum…
Binlerce,
yüzlerce yıl önce yaşamış bilgelerin kitaplarını aralıksız olarak okudum, hala
onlarla birlikte yatıp onlarla kalkıyorum…
Çağlarının en
akıllı, en dürüst insanları olan bu bilgelerin hepsi de bana hayatım boyunca
öğretmenlik yaptı;
Onların
ölümsüz düşüncelerini daha derinden anlamaya ve izlemeye devam ediyorum…
Ayrıca
günümüzde yaşayan akıllı, pozitif düşünceli insanlarla uzun sohbetler yapıp
onların bilinçaltı labirentlerine girip düşüncelerinin derinliklerini öğrenip
dersler çıkartmayı sürdürüyorum…
Başka bir
düşüncem de şöyleydi;
Yaşadığım
çevremdeki insanlar ancak 65 yaşında huzurevine alınıyordu…
Bende yalnız
yaşadığım için eğer o yaşa ulaşıp, kendime yetemeyecek, bakamayacak,
ihtiyaçlarımı karşılayamayacak durumda gelirsem huzurevinde kalabileceğimin
hesaplarını yapıyordum…
Ama yaşım
ilerledikçe, bilgim arttıkça daha çok okumaya, derin düşünmeye, yoğunlaşarak,
kendimi geçip ölümsüz eserler verme konusunda hızım inanılmaz ölçüde arttı bu
koşuma özgür şekilde evimde devam ediyorum…
Bu gün için
huzurevini artık düşünmüyorum;
Sadece
şimdiye kadar ortaya koyduklarımdan daha iyiyi, en üstünü, ölümsüzü yazmak için
AN da ve özgürce yaşamaya çalışıyorum…
Anılarımı
kaleme aldığım bu güne kadar 201 kitap dosyası yazdım; irili ufaklı 34’ünü
kendi olanaklarımla kitap şeklinde yayınladım…
Gittiğim her
yerde, cebime sığınları insanlara ücretsiz olarak dağıttım…
Daha büyük
olanları adreslere postalayıp otomobilimle gittiğim ortamlara insanlara armağan
ettim…
Adana da
yazılı medyadan, görsel ve işitsel medyaya geçen ilk gazeteciyim…
3 yerel
televizyon kanalı(ART TV, KANAL-A TV VE ÇUKUROVA TV’de) 5 bine yakın program
yaptım…
Programlarımın
hiç birisi sadece bir kez yayınlanmadı; her biri olmadı; inanılması belki biraz
güç ama her biri en ak iki, üç, bazen dört bazen daha da fazla tekrarları
yayınlandı…
Bu aslında
benim gerçekleştirdiğim Türkiye rekorudur…
Ama Adana
yaşadığım için fazla önemsenmedi; ben görevimi, aşkla sevgiyle saygıyla
gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşadım bu da bana her zaman yetti ve yeterli
buldum…
Ömrümü
adadığım mesleğimde, çağımdaki akıllı insanlarla; binlerce saatlik video,
binlerce saatlik ses kayıtlarım gibi; yine binlerce haber fotoğraflarımdan
oluşan arşivimi ADANA ALPASLAN TÜRKEŞ BİLİM VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİNE
bağışladım…
Onlar
dijitale dönüştürülüp halka “ABDULKADİR KAÇAR’IN ARŞİVİNDEN” diye açılacak…
Ayrıca TRT
Çukurova Radyosu ve yerel radyolarda yıllarca Cuma günleri “GAZETECİ GÖZÜYLE”
isimli sayısız programlarda yer aldım…
Halen de özel
radyolarda ve internet üzerinden yayın yapan televizyonlara aradıklarında
gönüllü şekilde severek, aşkla, zevkle konuk oluyorum…
Bu mutlulukta
bana yetiyor…
Daha çok
konuşmalar yapıp, ölümsüz düşüncelerimden oluştuğuna inandığım eserler yazmak
için kendimle amansız bir yarış halinde devam ediyorum…
Bu alanda
yoğunlaştığım için evime gelen, telefonla arayanların sayısında da azalma
olduğundan dolayı artık cep telefonumu 16;00 da kapatıp, sabah 08;00 açıyorum…
Bilgisayarımın
başında çalışırken dikkatimin dağılmaması için zaten yıllardır bu yöntemi
uyguluyordum…
Böylece
zamanı biraz daha uzatarak, özgürce yazma alanımı genişletmeyi başardım…
Telefonumu
kapattığım için bazı yakınlarım bana kızıyor, sitem ediyor, uyarıyor ama
böylesi daha yararlı olduğu için uygulamaya aralıksız devam ediyorum…
Öldüğümde
kimsenin duymaması, ya da aylar sonra haberdar olabilecekleri şeklinde
kaygılarını söylüyorlar…
Ama onlara
cesedim ölümümden bir yıl sonra, bir poşet dolusu kemik yığınına dönüştüğümde
bulunsa da hiç umurumda olmayacak şeklinde yanıt verince şaşırıyorlar…
Bu benim ölüm
konusunda ulaştığım, susadığımda bir tas su içme, ya da çok acıktığımda güzel
bir yemek yemek şeklideki düşüncem dediğimde kişiler daha da şaşırıyorlar…
Bu benim
seçimim, bu benim bedenim, benim kararım…
Medya
sektöründe, haber, haber fotoğrafı, TV programcılığı dalında 43 ödülüm
bulunuyor…
Ayrıca 1987
den beri düzenli olarak tuttuğum, on binlerce sayfayı geçen günlüğüm bulunuyor…
İleride
Adana’nın gazete, radyo, televizyon tarihini yazacak olanlara çok geniş
bilgiler sunacak şekilde oluşturdum, buna devam ediyorum…
İşim gücüm
her alandaki yarışım, mücadelem, savaşım daima kendimleydi; hiçbir insanı
kendime rakip olarak görmedim, görmem görmeyeceğim;
Kimseyi
başarısından ve ulaştığı makamından, siyasi ve ekonomik gücünden dolayı asla
kıskanmadım…
Ben bir gün
öncesine göre daha çok ve evrensel bilgiye ulaşmayı başardıysam kendimi mutlu
saydım…
Bunu da
gerçekleştirmek için aralıksız okuyup, düşünüp yazmaya devam ettim…
Özellikle
PANDEMİ döneminde evde kalmaya özen göstererek 40’ tan fazla yeni kitap dosyamı
yazmayı başardım…
A-4
çıktılarını anı olarak alıp, dijital metinlerini yukarıda adı geçen
üniversiteye gönderdim, bundan sonrakileri de aynı yöntemle oraya
ulaştıracağım…
Yani
çocukluğumda hayalini kurduğum ünlü olma, yazdığı eserleriyle ölümünden sonra
hatırlanacaklardan birisi olma konusuna çok yaklaştım…
Son nefesime
kadar da üretmeyi sürdüreceğim…
SLOGANIM ŞU,
YAŞAMAK İÇİN YAZIYORUM; YAZMAKİÇİN YAŞIYORUM…
…
VASİYETİM…
ÖLÜNCE KÖYÜME
GÖMÜN…
Çukurova
Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Cafer Esendemir başta olmak üzere, tüm
yeğenlerime, akrabalarımın çoğuna;
Ölümüm
halinde beni dedemin kurduğu, babacığımın ve tüm yakınlarımız yattığı;
CEYHAN IN
YELLİBEL KÖYÜMÜZDEKİ aile mezarlığına gömülmeyi vasiyet ettim, ediyorum…
Bu arada, PTT
2023 yani Cumhuriyetimiz 100.yılına mektuplar yazılması kampanyası yapmıştı…
Bende o
kampanyaya katılmıştım, eğer o tarihe kadar ölürsem, Ceyhan Kaymakamlığına,
Çukurova Gazeteciler cemiyetine Yellibel Köyümüzdeki mezarımın bakım ve
onarımının yapılması isteğimi belirtmiştim…
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA, 2021…
…
PK 4…
PK 4
BAĞIMLILIĞIM SÜRÜYOR…
Adana da lise
yıllarından başlayan, PTT şubelerinde bulunan posta kutusu kiralama ve iletişim
adresi olarak kullanma alışkanlığını bağımlı şekilde sürdüren tek insanım belki
de…
Bir zamanlar
gençler arasında posta kutusu kiralayıp adres şeklinde kullanmak çok modaydı;
O yıllarda
akıllı her insanın bir posta kutusu vardı…
Ama belli
yaşa gelince insanların hayata bakış açıları değişti…
Yeni iletişim
kanallarını kullanmaya başladılar posta kutularını unuttular…
Hele de
günümüzde bilgisayar, internet, cep telefonu gibi inanılmaz hızlı iletişim
araçları diğerlerine yer bırakmadı...
Ama ben her
şeye rağmen lise yıllarımdan beri Adana Çarşı daki PK 4 kutumu her yıl aidatını
PTT ye ödeyerek kullanma geleneğimi hiç değiştirmedim…
Aylarca boş
kalsa da çarşıya gittiğimde oraya büyük bir umutla bakmak için özel zaman
ayırırım…
Lise
yıllarımdan beri sürdürdüğüm bu heyecanımı tekrarlar yaşarım…
Bu durum bana
geçmişimdeki güzel hobilerimi yaşattığı için mutlu oluyorum…
…
ÖNEMLİ NOT;
Abdulkadir
Kaçar’ ın bu anıları;
1970’ li
yılların sonundan başlayarak;
Hürriyet
Haber Ajansı Adana Bürosu,
Milliyet
Gazetesi Adana Bürosu,
Hürriyet
Gazetesi İstanbul Bürosu,
Yerel
gazeteler olarak;
Yeni Güney
Haber Gazetesi,
Bölge
Gazetesi,
Ekspres
Gazetesi,
Toros
Gazetesi,
Adana nın ilk
özel yerel televizyonu olan ART’ televizyonunda,
Adana Kanal-A
Televizyonunda,
Adana
Çukurova Televizyonu…
Anılarının
kaleme alındığı Ağustos 2021 tarihine kadar olanları kapsamaktadır…
…
ABDULKADİR
KAÇAR KİMDİR?
05.04.1954
yılında Ceyhan’ın Yellibel Köyünde dünyaya geldi…
Çukurova
Üniversitesi Ceyhan Meslek Yüksek Okulun SEVK ve İDARE bölümünden iyi dereceyle
mezun oldu…
AFAD(Adana
Fotoğraf Amatörleri Derneği) kurucu ve bir numaralı üyesidir…
Yedi defa
kişisel fotoğraf sergisi açtı…
45 yılı aşkın
süre çeşitli gazetelerde, radyo ve yerel televizyonlarda muhabir ve program
yapımcısı olarak çalıştı…
Adana’da
kurulan ilk yerel televizyon olan ART’ de haber müdürü ve yönetici olarak 5 yıl
görev yaptı…
Aynı zamanda
üç yerel televizyonda(ART TV, KANAL-A TV, ÇUKUROVA TV) beş bine yakın program
üretti…
O yıllarda
kente gelen pek çok yazar, şair, sanatçı, düşünürle yaptığı bir dönemin
hafızasını oluşturan binlerce saatlik ses ve video kayıtları gerçekleştirdi…
Binlerce
haber fotoğraflarından oluşturduğu tüm arşivini ADANA ALPASLAN TÜRKEŞ BİLİM VE
TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİNE bağışladı…
O yıllardaki
programları günümüzde dijital ortama dönüştürülerek halka açılacak…
Meslek yaşamı
boyunca irili ufaklı 34 kitap yayınladı; her ürünün de ücretsiz olarak çarşıda,
pazarda, dolmuşta, otobüste, okullarda dağıttı…
Yayınlanmaya
hazır 201 yeni kitap dosyası bulunuyor… Medya mensubu olarak çeşitli dallarda
43 mesleki ödül aldı…
Sürekli basın
kartı sahibidir…
Haftada 2-3
bazen 4 makale yazmaktadır… Halen VİPHABER.ORG ve CRT MEDYA da; 10 civarında
adet sosyal medyada, pek çok yerel gazetelerde yayınlanıyor…
…
ABDULKADİR
KAÇAR’IN YAYINLANMIŞ KİTAPLARI…
Çivi(Günlük
köşe yazıları)
Kılçık(Günlük
köşe yazıları)
Dan Dan
Adana’dan(Aydın Caner’le ortak kitap)
Çukurova
Evliyaları…
Mini şiirler…
Mini
şiirler-2…
Hazır Değilim
Ölüm(Şiir)
Denemeler…
Büyük Kitap…
Adliye ve
insan(Fotoğraf katalogu)
Deli Yücel
Bey’in anıları…
Sevgi
Sensin(Deneme)
Sevgiye
Yolculuk(Deneme)
Düşünüyorum(
Deneme)
Altın
fırsat(Deneme)
Günce ve
Fotoğraflarla Adana Deprem Gerçeği(Ortak Kitap)
Genç
şiiir’93…
Yazar-Çizer
dünyası(Ortak kitap)
Yoksulluğun
Erdemleri(Deneme)
Üstün
İnsan(Deneme)
Çağın
Efendisi Para(Deneme)
CHP’ nin Ulu
çınarı(Nebile Ataç’ın anıları)
Kırım Tatar
Türkleri(Araştırma inceleme)
Yaşam bana
ben kendime ödülüm(Deneme)
Vasiyet(Deneme)
Ölüm
kitabı(Deneme)
Sen
hangisisin?(Deneme)
Sanalizm(Deneme)
BİLGELİK
YOLU(Deneme)
Ceyhan daki
Kırım Türkleri(3.baskı araştırma İnceleme)
ADANANA NIN
BOĞAZİÇİ
GECELERİ
VE AYTAÇ
DURAK...
Bir soru;
-Adana da
deniz var mı?
Yanıt;
-Hem var, hem
yok...
...
-Nasıl hem
var hem yok,
Cevap;
-Adana ya
denizimiz 45 kilometre,
Uzakta
Karataş’ da...
...
-Adana da
deniz var mı?
-Evet, denizi
aratmayan,
Seyhan’ın
nehrin üzerinde,
Hem eski hem
de yeni barajın
İç gölü
Adana’yı deniz
Kenti görünü
verdi,
Deniz havası
kazandırdı...
...
Başka bir
soru;
-Adana da
İstanbul daki,
Gibi renkli
ve sihirli
Gecelerin
yaşandığı,
İnsanların
hem yüzüp,
Hem de
eğlendiği,
Boğaziçi var
mı?
Yanıt;
-Evet, var,
hem de,
İstanbul
dakileri kıskandıracak
Kadar, güzel,
eşsiz, şahane,
Muhteşem,
rengârenk...
...
Dünya
gezegenindeki,
Tüm deniz ve
hatta
Okyanus
kıyılardan daha güzel,
İnanılmaz
renkli,
Daha da eşsiz
cennet gibi,
İnsanları
kendine çeken,
Beşikten
mezara kadar kendine,
Bağlayan
Boğaziçi var...
...
Kanıtlaması,
görülmesi çok kolay;
Bunun için
sadece bir gece,
Ya da gündüz
Adnan Menderes
Bulvarından
kısa ya da uzun,
Seyahat
yapın, ister yürüyerek,
İster
bisiklet-motosiklet, otomobile,
Seyhan baraj
gölünün kıyısı
Boyunca 100
yıla kadar,
Mini bir
seyahat gerçekleştirin...
...
Bunu
yaptığımda gerçekten,
Bende
gerçekten inanamadım...
Kıyı boyunca
Çobandede’ye kadar,
İnsanlar
tıpkı deniz kenarında
Olduğu gibi,
kalabalıklar,
Halinde
yürüyüş yapıyor,
Piknik
yapıyor,
Mangal
yapıyor,
Müzik
eşliğinde şahane
Adana
manzaralarıyla
İstanbul daki
boğaziçindekileri
Kıskandıracak
güzellikler yaşıyor...
...
Hem 2 yıl
süren pandemi,
Hem 6 Şubatta
kentimizi de
Sarsan 7.7 ve
7.6 şiddetindeki
Depremin tüm
yorgunluklarını,
Tembelliklerini
ve pisliklerini,
Atıp,
morallerini düzeltmek
İçin insanlar
birbirleriyle,
Sanki
yarışıyor...
...
Çobandededen
sonrasında,
Ne mi var?
İstanbul ya
da dünyanın,
Başkentlerindekileri
bile
Kıskandıracak
kadar güzel,
İnanılmaz
ışıklar içinde
Hayal
dünyasını anlatan,
Birbirinden
güzel düğün salonları,
Şahane müzik
sesleri,
Geceyi
gerçektende adına
Uygun şekilde
yaşayan,
Hayatlarını
mutlulukla,
Müzikle
değerlendiren
Sayılamayacak
kadar çok insanlar...
Rengârenk
lokantalar,
Rengârenk
giyinip kuşanıp,
Modern
araçlarıyla kıyıdaki
Bu
güzelliklerle karışıp,
Sihirli
akşamların tadını çıkartanlar...
...
İstanbul’a
gittiğinizde
-HADİ BİR
BOĞAZ GEZİSİ
YAPALIM diye
size boğazın
Sihrini
yaşayan ve yaşatanlar gibi,
Adana da
Seyhan Baraj Gölü
Kenarında
günün ve geceni
Tüm sihrini
yaşayıp yaşatabileceğiniz,
Bir şahane
Boğaziçimiz var...
...
Başka
kentlerden bir
Tanıdığınız,
ya da bir dostunuz
Geldiğinde
rahatlıkla,
-GEL SANA BİR
BOĞAZİÇİ
GECESİ YA DA
GÜNÜ
YAŞATALIM
diye rahatlıkla
Gezdirebileceğiniz
büyülü bir
Atmosfere
sahip Seyhan Baraj
Gölümüz
sizleri bekliyor;
Dostlarınız
bu güzelliği
Yaşadıklarında
kesinlikle
Gittikleri
her yerde Adana’yı
Överek
anlatacaktı...
...
Bütün bu
güzelliklerin
Altında
imzası olan
Hayatını
Adana ya adamış
5.kez
seçilerek bir rekoru elinde
Bulunduran
Efsane Başkan
Aytaç Durak
var...
...
Kenti kuzeye
kaydırarak,
Çukurova’nın
verimli topraklarının
Betonlaşmasını
engelledi,
Regülâtör
Köprüyle Adana’yı
İç gölle
buluşturdu,
Seyhan baraj
gölüyle de,
İstanbul’luları
kıskandıran,
Adanalılara
BOĞAZİÇİ
Gecelerini
aratmayacak
Manzaralar
yaşattırdı...
...
Bu geceleri
yaşayan gençler,
Muhteşem
güzellikleri kimin kendilerine,
Sunduğunun
bilincinde olmayabilirler,
Ama yıllarca
icraatlarını yakından
Takip
ettiğim, 15 yılda Çukurova
Televizyonunda
birlikte çalıştığım
Efsane Başkan
Aytaç Durak’ı
Tekrar
kutluyorum, hayatını
Bu güzel
kentimize adamış,
Tam beş kez
belediye başkanlığı
Yapmış olan
Efsane Başkana
Onun eseri
olan ADANA
BOĞAZİÇİ
gecelerini yaşattığı,
İçin sonsuz
teşekkürlerimi arz
Ediyorum...
...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
AKILSIZ DOST
AKILLI DÜŞMAN
OLABİLİR...
-Çok
değersizim,
-Çok
önemsizim,
-Hayat beni
yeniyor,
-Üstüme
geliyor,
-Mutluluğu
başaramıyorum,
-İyi
yaşayamadım,
-Çok
başarısızım...
...
Hayat
sahnesinde hemen her,
İnsan bazen
bunları kendine;
Sessizce
söyleyebilir,
-Benim neyim
var ki?
-Neyimi
kıskanacak insanlar?
-Neyimin
dedikodusunu yapacak?
-Çünkü ben
kendimi bile
-Bazen çok
yetersiz buluyorum der...
...
Doğru ya da
yanlış;
Bunları
kendinize söylediniz diyelim;
Bin yıl
yaşayıp, düşünseniz,
Aklınızın
ucundan bile geçmeyen
Bazı farklı
özelliklerinizi
Dost
görünümlü,
Bazı sorunlu
insanlar
Tüm
geçmişinizi yılmadan,
Mikroskopla
sürekli arar bulur,
Bulamazlarsa
bir şey
İnanılmaz
iftira atarlar,
Sizin ömür
boyu asla,
Üstünde
durmadığınız,
Hatta
değersiz bulduğunuz,
Hayatınızın
tamamında,
Bir noktayı
bile oluşturmayan,
Minik bir
özelliğinizi içten içe,
Kıskanmaya
başlar...
...
Ya da
hayalinin bile
Erişemediği
büyük başarılarınızı
İnanılmaz
şekilde kıskanır;
-Ben daha
başarılı olmalıyım,
-Kimse beni
geçemez,
-Üstelik bu
kişi fakir fukara,
-Bulunduğu
yer ona büyüktür,
-Orada ben
olmalıyım der...
...
Hayret üstüne
hayret edersiniz;
İçinizden
gülüp geçersiniz;
Kendinize
şöyle dersiniz;
-Ben hayatımı
adadığım işi yapıyorum,
-Kıskandıkları
bu özelliğimin
-Ben farkında
bile değildim ki,
-Bu
kıskanılacak özelliğim,
-Bu benim
yaşamım,
-Beni neden
kıskanıyorsun?
Diye
karşınızdakine sorsanız;
Hiçbir şey
söylemez;
Ağzına birden
bin kilit vurur,
Yalvarıp
yakarsanız da,
Üste büyük
para verseniz bile
Duvarla
konuşur gibi olursunuz
O kişi sizi
yine neden kıskandığı,
Hangi
yönünüzü çekemediğini söylemez...
...
Ya çok eski
iletişiminizdeki
Bazı sıradan
bir özelliğinizi
Kafasına
takıntı haline getirmiştir,
Onu da
düşüncelerinde öyle büyütür,
Öyle büyütür
ki neredeyse,
Size
saldıracak hale gelir,
Bir süre
sonra da neyinizi
Kıskandığını,
neden size
Tavır
koyduğunu aslında,
Kendi de
çoktan unutmuştur,
Ama inat kini
artarak sürek...
...
Çok akıllı
bir bilge;
-İNSAN
ALINGAN
HAYVANDIR,
der,
Bu özelliğini
en yakınınızda
Sizi kıskanan
insanda
Somut olarak
ortaya çıkar,
Hayretle
izlersiniz,
Sizden nefret
eder,
Bin yıllık
kin tutar,
Gözünde ok
olsa atıp vurur,
-Neden
küstün? Denildiğinde;
-Canım istedi
küstüm der,
Ama neden
küstüğünü
Çoktan
unutmuştur;
Kendiyle
içinden çıkamadığı,
İnanılmaz
sorunları vardır...
...
İşin daha da
önemli yanı,
Sizden bin
kat daha yakışıklı,
Bin kat daha
zengin,
Bin kat daha
başarılı,
Bin kat daha
yetenekli de olsa
Bu özelliği
sizi,
Kıskanıp
nefret
Etmesini
engellemez...
...
Küsmekle
kalmaz yetmez,
Aleyhinizde
dedikoduya başlar
Geçmişteki
samimiyetten
Kaynaklanan
ilişkilerdeki
Karnınızın en
ince yerini
Bulur, oradan
hemen saldırıya geçer...
...
Geçmişteki
arkadaşlarınızla
Aranızı hemen
bozar,
Onlara bin
yalan söyleyerek,
Şu kadar
dostluğunuza ihanet ettirir,
Zarar
veremeyeceğini bilse
Buna gücü
yetmese bile,
İnanılmaz
tuzaklar kurar,
Önünüze bin
engel çıkartır,
Bin kişiyi
aleyhinizde
Programlar ve
sizi,
Değersizleştirmeye
çalışır,
Hakaret eder,
dalga geçer,
Ne yaparsa
yapsın size
Engel
olamayacağını bilse de
Bu
kötülüklerine devam eder...
...
Hani akıllı
bir insan demişti ya;
-ŞU FAKİR OKUMA,
DÜŞÜNME,
YORUMLAMA,
YAZMA
YETENEĞİMİ
DÜNYANIN TÜM
PARALARINA,
ALTINLARINA,
EVLERİNE DEĞİŞMEM...
...
Yüzyıllar
önceki bu söz;
Sanki benim
için söylenmiştir;
En çok ve
acımasız eleştirenler,
Başaracağınızdan
en çok
Korkanlardır
der akıllı başka
Bir insanda;
karar sizin
Aman dikkatli
olun;
EN İYİ
DOSTUNUZ,
EN İYİ
DÜŞMANINIZ
OLMASIN...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
ANNELER GÜNÜ
KUTLU
OLSUN...
Öncelikle
anneler gününüzü yürekten kutluyorum;
Tüm annelere
sonsuz sevgi ve saygılar sunuyorum...
...
Anneler günü
nasıl doğdu ona bakalım;
Anneler günü;
ilk kez 1907 yılında Anna Maria Reeves Jarvis in girişimiyle kutlandı...
Jarvis,
annesinin ölüm yıldönümü olan 12 Mayıs ın anneler günü olarak kutlanmasına
öncülük etti...
1911 yılında
anneler günü kutlanmaya başlandı...
1914 yılında
ise Amerika Birleşik Devletleri Başkanı WİLSON
resmi bir açıklamayla her yıl mayıs ayının ikinci Pazarı nın anneler
günü olarak açıkladı...
Jarvis 1948
yılında öldüğünde kırktan fazla ülke ANNELER gününü kutluyordu...
Hedefine
böylece ulaşmış oldu...
Türkiye de
anneler günü 1955 Mayıs Ayının ikinci haftasından beri kutlanmaktadır...
...
Anneyi
sözcükler şöyle tanımlıyor;
1.Anlamı;
-Çocuğu olan
kadın, ana...
2.Anlamı;
-Dince aziz
olarak tanınan kimi kadınlara verilen saygı unvanı...
Meryem Ana,
Fatma
Anamız...
....
Annelere
verilen değer; şiirler, kutsal ayetler, özdeyişlerle de dile getirilmiştir...
ANA GİBİ YAR,
BAĞDAT GİBİ DİYOR OLMAZ...
Cennet
anaların ayağının altındadır...
Ana Başta Taç
imiş , her derde ilaç imiş ; bir evlat pir olsa da anaya muhtaç imiş....
Ana vatan...
Ana yüreği,
daha niceleri...
....
Ani bir
saldırıya uğradığımızda;
-Ah anaaaam,
deriz…
Ya da birisi vurulduğunda;
-Yandım
anaaam!!! der...
Ölürken bile
yanımızda olmasını istediğimiz tek varlıktır annemiz...
Annemizin
yaşamımızdaki yerinin bir savunma anından; ölüm anına kadar her alanda ortaya
konulması, ona olan onun sevgisine duyduğumuz bağlılığımızın ifadesidir...
Çünkü yaşama
gelirken ilk sığınağımız annemizdir,
Çünkü
varlığımız onun eseridir...
Sevgisine
duyduğumuz gereksinimimiz asla bitmez...
...
Türkiye
Cumhuriyeti Devletini kuran;
İlk
Cumhurbaşkanımız Büyük Atatürk bile;
1938
yılındaki rahatsızlığında; doktorların aciz kaldığı dönemlerde annesinin
gönderdiği doğal ilaçlar, sirkeli karışımlarla tedavi olmaya çalışıyordu...
Aslında onun
ilaçtan öte aradığı anne sevgisinden başka bir şey değildi...
...
Kurtuluş
savaşında cepheye top mermisini sırtında taşıyan,
Tarlasına
kocasından önce giden;
Kocasından
sonra yatıp; kocasından önce kalkarak evin tüm sorunlarını çözen;
Evladı yerine
ölebilecek kadar büyük bir yüreğe sahip olan ;
Böyle
kahraman,
Böyle
fedakâr,
Böyle cefakâr
kadınlarımızın hakları bir günde kutlamakla asla ödeşilemez...
...
Anne deyince
benim aklıma geliveren o uçsuz bucaksız erdemler denizi olan annemizin sunduğu
erdemlerden bir kaçını saymak istiyorum;
Anne demek;
sınırsız sonsuz karşılıksız sevgidir...
Anne demek;
Sonsuz bağışlamadır...
Anne demek;
affetme sınırsızlığıdır...
Anne
demek; inanılmaz hoşgörüdür...
Anne demek;
evladı uğruna seve seve ölümü göze almadır...
Anne demek;
dünyaya getirdiği çocuğunun yaşı kaç
olursa olsun; onun tırnağına taş dokunmasını istemez; evladının kılına
zarar geldiğinde yüreği ilk kanayan
kişidir...
Anne demek;
yüreğinden yürek,
Anne demek;
kanından kan,
Anne demek:
etinden et,
Anne
demek; canından can vererek yaşam
sunduğu evladını sonsuza dek, sınırsızca mutlu olmasını sağlamak için her türlü
fedakârlığı yapan kahraman demektir...
...
Bu değer
biçilemeyen varlıklarımız olan annelerimizi;
Yılın 365
günü 24 saat ansak da yine minnet borcumuzu ödeyemeyiz...
Bir söz
vardır;
Bir evlat
annesini sırtında taşıyarak hacca götürüp – getirse de hakkını asla ödeyemez...
Doğurganlığın,
Üretkenliğin,
Bolluğun,
Bereketin,
Güzelliğin,
Çoğaltmanın
Yaşatmanın
simgesi olan kutsal annelerimize ne kadar çok teşekkür etsek azdır...
...
Kim bilir?
Anneler
gününde, annenize hangi hediyeleri aldınız?
Ya da
alamadınız?
İnanın bana
hiçbir hediye almasanız da;
-Anne seni
seviyorum, diyebilmeniz en büyük armağandır... ...
Bu konuşmayı
yazarken – düzeltirken – hazırlarken;
1994 yılında
yitirdiğim annemin özlemi içimde saplı bir bıçak gibi duruyordu...
Unutmayalım;
Onların, yani
annelerimizin yerine koyabileceğimiz başka hiçbir değer yok...
Yaşarken
onlara paha biçilemez ; en büyük değer ;
dünyanın en büyük serveti , sahip olduğunuz ve asla vazgeçemeyeceğiniz bir zenginlik olarak görün....
Çünkü
herkesin sadece bir annesi var; o
gittiğinde başka olmayacak...
Anneler
gününüz kutlu olsun...
Abdulkadir
Kaçar... Adana 2023
ASRIN
DEPREMİNİN
KISA
BELGESELİ...
Ülke
tarihimizin gördüğü,
En büyük
facia, peş peşe,
İki depremle
yaşandı...
7.7 ile 7.6
iki deprem
9 saat arayla
ülkemdeki
10 ili ve
13,5 insanı perişan
Etti...
...
Dünya
gezegeninde,
Karasal
boyuttaki,
En büyük iki
depreminde,
Meydana gelen
can ve mal
Kayıplarımızın
sınırı yok...
...
Her biri
çağının tanığı olan
Gazetelerin
olayı saat saat
Anlattığı
başlıkları gerçekten de,
Yaşadığımız
bu kötü günlerin,
Belgesel
kayıtlarıdır...
...
Kısa
başlıklarla ama gerçeğin
Altını kalın
harflerle çizen,
Ülkemin bu
acı günleri anlatan
Ulusal
gazetelerden bazı başlıklar;
-O dev site
tuzla buz...
-Onar katlı 8
blok 320 daire çöktü...
-Dünya
Türkiye için seferber...
-Erciyes Dağı
kadar enkaz...
-Can kaybı 35
bin 418...
-Rus
doktorlar aralıksız çalışıyor...
-Ahıska
Türklerinden 16 bin ekmek...
-Protein tozu
hayata bağladı...
-Yaşayacak
yerimiz kalmadı...
-Bize yeni
köy verin...
-Kar suyu ile
hayat mücadelesi...
-70 Hayvan
enkaz altında...
-Vagonlarda
yaşıyorlar...
-Çadır kentin
fahri muhtarı...
-Kırgızistan
da yurt yolladı...
-Yorgun
kahramanlar...
-Akıl alır
gibi değil...
-Ağlatan
eşyalar...
-Cennetten
köşe Cehennem oldu...
-Müteahhit
tutuklandı...
-Madenciler
15 milyonluk
Ziyneti
teslim etti...
-Rus ekipler
enkazdaki150 bin
-Doları
polise verdi...
-Vefat
edenlerin yakınlarına,
-100 bin lira
nakti yardım...
-Deprem
rayları büktü...
-Otoyollar
yarıldı...
-Dünyaya
mesaj;
-Kara gün,
dostluğunu unutmayacağız...
-Son
vatandaşımızı çıkarana
-Kadar
çalışmalara devam...
-İki
üniversite de 22 kayıp acısı...
-Terhislerde
erteleme yok...
-250 bin kamu
görevlisi çalışıyor...
-Hastanelerde
19 bin yaralı...
-Dünyanın
dört bir yerinden
-Dayanışma
ruhu...
-Avrupa tek
ses...
-KKTC
prefabrik köy kuracak...
-Malezyalı
ekip 140 kişi ile sahada...
-Körfezden
200 milyon dolar...
-Japonya’dan
tıbbi ekipman...
-Çin den
ikinci parti yardım...
-Bosna’dan
jeneratör...
-Yunan
öğrenciler her şey iyi olacak...
-Çavuşoğlu’ndan
İsrail’e teşekkür...
-İspanya’ya
teşekkür...
-Hayat
kurtaran karar...
-Profesyonel
ligden 5 takım çekildi...
-Cehennemden
tam zamanında çıkabildik...
-Avrupa’dan
sizinleyiz mesajı...
-Haydi, ekran
başına...
-Türkiye tek
yürek...
-Tüm TV
kanalları ortak yayında...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
ATATÜRK SONSUZ IŞIKTIR…
Büyük
önderimiz,
Kurtarıcımız,
sonsuza kadar atamız ATATÜRK’ Ü ÖLÜMÜNÜN 85.YILINDA;
RAHMETLE,
HÜRMETLE, ÖZLEMLE, MİNNETLE, SAYGIYLA ANIYORUZ...
Şu
anda sahip olduğumuz;
Her
türlü yaşamımızı,
Uygarlığımızı,
bağımsızlığımızı,
Her
türlü özgürlüğümüzü,
Aldığımız
nefesi borçlu olduğumuz;
Çağlar aşan
görüşüyle ölümsüz ve sonsuz ışığımızdır
...
BÜYÜK
ATATÜRK aramızdan ayrılalı tam 85 yıl olmuş...
Tarihimizin
her sayfasında altın harflerle yazılı olan BÜYÜK ATATÜRK ÜN düşünceleri bu gün
de pırıl pırıl aydınlık, etkili, doğru, evrenseldir... Sonsuz gelecekte de onun
ışığı tüm evreni aydınlatacaktır...
...
BÜTÜN
DÜNYANIN KABUL ETTİGİ:
ÖNÜNDE SAYGI
İLE EĞİLDİĞİ ATATÜRK’ ÜN ÖLÜMÜNDEN SONRA DÜNYA LİDERLERİ NELER SÖYLEMİŞ;
Amerika
Başkanı Franklin Roosevelt şöyle diyor;
-Sovyet Rusya
Dışişleri Bakanı Litvinof ile görüşürken kendisine onun fikrince bütün
Avrupa’nın en kıymetli ve en önemli devlet adamının kim olduğunu sordum...
Bana verdiği
cevapta Avrupa’nın en kıymetli devlet adamının bu gün Avrupa da yaşamadığını,
boğazların gerisinde Ankara da yaşadığını, bunun Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi...
...
Yine
Amerikan Başkanı HARRY TRUMAN;
-Kemal
Atatürk’ün boyun eğmez önderliği altında Türk ulusunun azimle yaptığı ilerleme
mücadelesine biz Amerika ta başından beri büyük hayranlık duymuşuzdur...
...
SOIR gazetesi
-Atatürk ün
yaptığı devrimler o kadar büyüktür ki bunların yüceliği karşısında dünya hala
hayrettedir...
Bu devrimler
köhne bir imparatorluktan batılı ve modern Türkiye yaratmıştır...
...
Çin Büyük
elçiliği müsteşarı WAN PUN SON;
-Çinliler
Türkiye den çok büyük dersler almışlardır.
Bizce Atatürk
ün çizdiği çağdaş insanlık siyaseti bütün dünya milletlerine örnektir...
Çin Milleti
Büyük önderin çizdiği yoldan yürümeye kararlıdır...
...
Onni Talas
Finlandiya heyeti başkanı;
-Büyük
Atatürk ün ölümü, Finlandiya da derin ve genel bir keder uyandırdı...
Türk
devrimini büyük ilgiyle izleyen Finlandiyalılar aynı ırka bağlı bir kardeş
millet sıfatıyla büyük Türk Milletinin acısına paylaşır…
....
EDOARD
HERRIOT Fransa Eski Başbakanı;
-Sizlere şunu
söylemeliyim ki, ben Atatürk e sekreter olmak isterdim... Sebebi de onun akşam
sofrasında bulunup yüksek fikirleriyle beslenmek isteğimde oluşumdur, böylece
yeniden bir üniversite bitirmiş gibi olacaktım...
...
RENE MASSIGLI
Fransız Büyük elçisi;
-21 Kasımda
Atatürk ün cenazesi bütün bir milletin gözyaşları arasında kaldırıldı...
Birçok
devletin savaş gemileri tören için Marmara denizine toplanmışlar 1915 te
kendilerini ÇANAKKALE BOĞAZINDAN geçirmeyen büyük adamı selamlıyorlardı....
Ankarada da
yabancı devletlerin deniz ve kara askerleri bu büyük kahramanın tabutu önünde
saygı ile eğildiler...
....
NEHRU
Hindistan Başbakanı;
-O doğuda
çağın yapıcılarından biridir...
Onun en büyük
hayranları arasında bulunmaya devam ediyorum...
...
SIR
ABDURRAHİM Hint Meclis Başkanı;
-O
savaşlarıyla yalnız Türkiye ye değil bütün doğu dünyasına da kurtuluşun yolunu
göstermiştir...
...
2.ELIZABETH
İngiltere KRALİÇESİ;
-İngiliz
Milleti Atatürk ün devlet adamı niteliklerini ve ortaklaşa bağlı bulunduğumuz
batı idealleriyle iki ülke arasındaki dostluğun kuvvetlenmesi yönünde
yaptıklarını hayranlık ve minnetle anacaktır...
...
WİNSTON
CHURCHILL İngiliz Başbakanı;
-Savaşta
Türkiye’yi kurtaran, savaştan sonra da Türk milletini yeniden dirilten Atatürk
ün ölümü yalnız yurdu için değil Avrupa için de en büyük kayıptır...
...
Tarihin her
sayfasında altın harflerle yazılı olan BÜYÜK ATATÜRK aramızdan ayrılalı 85 yıl
olmuş...
Ama bu gün de
düşünceleri pırıl pırıl aydınlık, etkili, doğru, evrenseldir...
Büyük Atatürk
ün Adana’yla ilgili bağlantısına gelince;
Atatürk
Parkındaki anıtında şöyle bir yazı vardır;
-BENDE
BU VEKAYİİN İLK HİSSİ TEŞEBBÜSÜ, BU MEMLEKETTE, BU GÜZEL ADANA DA VUKU
BULMUŞTUR…
Yani, Atatürk
kurtuluş savaşını yapmaya Adana da karar vermiştir...
…
Atatürk
ün kurduğu TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ; her geçen gün daha da gelişip
güçlenmektedir…
…
ATATÜRK
ÜN ÇAĞDAŞLARI OLAN,
LENİN,
MUSOLİNİ, HİTLER, STALİN VE DİĞERLERİNİN KURDUĞU SİSTEMLER ÇOKTAN ÇÖKMÜŞ,
TARİHİN TOZLU RAFLARINDA YERLERİNİ ALMIŞTIR…
ATATÜRK’ÜN,
KURDUĞU EVRENSEL AKILIN ÇAĞDAŞLIĞIN, BİLMİN, MODERNLİĞİN TEMELİNİ OLUŞTURDUĞU
TÜRKİYE Cumhuriyet Devleti;
YURTTA
BARIŞ, CİHANDA BARIŞ ilkesiyle çağdaşlarının önüne geçerek her gün biraz daha
gelişmekte, güçlenmektedir…
...
SONUÇ
OLARAK;
Atatürk’ümüz
sonsuz ışık..
Evrensel
akıl…
Bilim
çağdaşlık özgürlük,
Bağımsızlık,
aydınlıktır,
Atatürk
geleceğe yönelmiş kararlı, çağdaş, uygarlık yolunda hiç durmadan, dinlenmeden
ilerlemek demektir…
ATATÜRK
ÜN IŞIĞI GÜN GELECEK TÜM EVRENİ AYDINLATACAKTIR…
Ne
Mutlu Türk’üm diyene...
ABDULKADİR
KAÇAR… Adana 2023
AYNA MUCİZEYİ
SANA
GÖSTERSİN...
Hayat
böyledir:
Biraz üzer,
ağlatır,
Biraz
kaygılandırır,
Biraz
özletir, sevindirir,
Biraz âşık
eder, bekletir,
Biraz da
mutlu eder,
Sonunda her
şey başladığı gibi
Bitip geçer
gider...
...
Hayatın
kuralları böyledir;
Alışamam
dediğine alıştırır,
Atlatamam
dediğini atlatır,
Altından
kalkamam dediklerinden kurtarır,
İçinden
çıkamam dediğinden çıkartır,
Başaramam
dediğini başarmanı sağlar,
Her şeye
rağmen ayakta tutar...
...
Hz. Ali ye
gelen bir kişi durumun anlatmış;
-Canım çok
sıkılıyor,
Dertlerim
beni öldürecek, demiş...
Hz. Ali de;
-Peki,
dünyaya gelirken,
Bu dertlerini
de birlikte mi getirdin?
-Hayır demiş
kişi,
-Peki,
giderken,
Onları
götürecek misin?
-O kişi yine
hayır demiş...
Hz. Ali de,
-O zaman
seninle birlikte gelmeyen,
Yine birlikte
gitmeyecek,
Olanları bu
kadar
Dert etme
zamanını,
Onlar bu
kadar çok almamalı...
Sabırlı ol,
yeryüzündekilere.
Ümit
bağlamaktansa
Yüzünü
rabbine çevir demiş...
...
Doğduğu ve
farkına vardığı her şeyin;
Her insan
kendi gittikten sonra da
Her şeyi
biteceğini gideceğini sanır...
...
Hiçbir şey
aslında böyle olmayacak;
Her gidenin
arkasından;
Güneş yine
doğudan doğup batıdan batacak,
Doğa dört
mevsimde döngülerini
Aralıksız
şekilde yaşayacak,
Kentler
insanlarla dolup taşacak,
İnsanlar
hayatın isteklerini,
Kusursuzca
karşılayabilmek için,
Birbirleriyle
yarışacak,
Yine savaşlar
olacak,
İnsan barışı
özleyip koşarak,
Ona gidecek,
Hava bazen
bulutlanıp,
Bazen açacak,
Bazen yağmur
bazen de,
Kuraklık
olacak,
Rüzgârlar
yine esecek,
Denizler
dalgalanacak,
Çocuklar
dünyaya gelmeye,
Devam edecek,
Ölenler
gerçek sahibi olan;
Kollarını
açıp gözlediği,
Toprağa
verilecek...
...
Arada birçok
sevenlerin olacak,
Nefret
edenlerin hiç bitmeyecek;
Akıllı
gazetecinin, ölen kişinin arkasından
Yazdığı gibi
peşinden şöyle diyecekler;
-Sen artık
kendinden ibaretsin...
Sırf sana
aitsin...
Yeniden
birilerinin seni sevmeyi,
En kıymetli,
Şeyi olmayı
istemeyeceksin,
İstesen de
zaten beceremeyeceksin...
...
Doğduğundan
beri hep,
Mucize
bekledin değil mi?
Hayatında
büyük değişiklikler,
Büyük
fırsatlar, inanılmaz,
Şanslarla
karşılaşmak istedin,
Hep savaştın,
hep mücadele ettin,
O kadar şeyi
atlattın,
Hak
etmediklerini bile yaşadın,
Ama hala
hayattasın,
Hala
ayaktasın,
Bunları
başarabildiğine,
Göre artık
senin mucizeye
İhtiyacın
yok...
Aynaya bak, o
sana mucizeyi göstersin...
Çünkü mucize
sensin...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
YENİ BAŞKAN ESKİSİNİN
MEZARINI KAZDIRIYOR…
Belediye eski
başkanlarından
Ali Sepici ’nin toprağa
verilişi…
Yeni başkan Aytaç Durak
mezarın başında bekliyor…
-Ooofffluyor…
-Puffffluyor…
-Bu mezar kazıcıların
elleri de amma ağır oluyor ha, diyor…
Mezarcılar ne yapsın?
13: 00’ te gelecek
dedikleri cenaze 12: 15 te geliyor…
Başkan mezarcıları
sıkıştırıyor…
Bir tarafta yüzlerce kişi,
ötede ölen başkanın bekleyen tabutu…
Sıcak bastırdıkça
bastırıyor…
Sarı sıcak…
Dağlıyor teni…
-Hadi yavrum… Vur şu
kazmayı, daha hızlı vur…
Bırak ötesi kazmayı… Şunu
kullan…
Mezarcılar iki kişi…
İkisi de kan ter
içindeler…
Durak’ın sürekli
müdahalesi
Karşısında dişlerini sıkıp
kendilerini zor tutuyorlar…
Neredeyse;
-Al kazmayı sen kaz
diyecekler Başkan Durak’a ama diyemiyorlar…
Söylediklerini yapmayan
mezarcıya,
Durak genişten gelen
öfkeli, kin dolu bir sesle;
-Senin adın ne bakim,
diyor…
-Cabbar
Etrafta bulunanlar 40
yıllık mezar kazıcısına;
-Oğlum, başkanla dikkatli
konuş…
Yoksa yarın seni kapının
dışına koyar,
Diyecekler ama mezarcı dik
kafalı…
İstediği yere vuruyor
kazmayı…
Durak Başkan sinirden deli
oluyor,
İkinci kez ses tonu daha
da sert;
-Senin adın ne?
Mezarcı elinin tersiyle
terini siliyor…
Güneşin gözlerine
girmesini engellercesine,
Şöyle başkana bir bakıyor;
-Yahu sen ne anlarsın
mezardan?
40 yıllık mezar kazıcısına
nasıl akıl veriyorsun,
Diyecek ama ne cesaret…
Herkes bekliyor…
Törene katılanlar mezar
kazıcıya;
-Oğlum Durak için bu
önemli…
Uzun zamandan beri ölen
İlk belediye
başkanlarından biri…
Durak ne derse onu yap…
O cenaze töreninin
görkemli olmasını sağladı…
Başkanın işine taş koyma
diyecekler ama nerede?
-Durak ayağını
değiştiriyor, ağırlığını sağ ayağından, sol ayağının üstüne veriyor…
Mermer mezarın
kenarlarından sıkı tutuyor…
Mezarın içine eğiliyor…
-Çağırın şu mezarcı
gelsin…
Ses yok…
-Başka mezarcı yok yahu?
Başkan Durak’ın bu
serzenişine,
Genç mezar kazıcısı
utangaç biçimde cevap veriyor…
-Başka kazıcı yok…
-Yok mu?
-Yok evet…
Başkan Durak şaşırıyor…
Yüzlerce kişinin içinde,
1,5 milyonluk
Kentin mezarlığında nasıl
iki mezarcı olur diyerek…
Ama kendi hatası…
Başkan Durak;
-Müdürü çağırın, diye sert
sesle müdahale ediyor…
Müdür bey geliyor…
Sendeleyerek kazılan
toprakların,
Yeniden mezarın içine
akıtarak hazır ol vaziyete geçiyor…
-Başka mezarcı yok mu?
-Yok efendim…
-Ne zaman bana bilgi ver…
Gönder…
Herkes müdür beyin mezar
kazacağını sanıyordu…
Ama yanıldıklarını kısa
süre sonra anlıyorlar…
Durak Başkan bu kez Cebbar
’a
-Oğlum şurayı kaz, diyor…
Cabbar kazıyor…
-Şu ağaç köklerini al,
diyor, Cabbar alıyor…
Müdürün gözüne bakmasından
azıcıkta olsa,
Yola gelen Cebbar,
Başkanın sözünü,
Harfiyen yerine getiriyor,
dışına çıkmıyor…
Bu kez tabutu içeri
indiriyor, sığmıyor…
-Cebbar çeeek diyor…
Yüzlerce kişi tabutu
dışarı geri çekiyor…
Bu arada gelip gidenler
Cebbar’a,
Seslenenlere karşılık
veriyor…
-Söyleyin o cenaze
beklesin…
O cenaze sahipleri de
acele etmesin...
Merhum Ali Sepici bir süre
sonra toprakla
Buluşturuluyor...
(1980’li yıllarda
yayınladığım KILÇIK
Kitabındaki makalem)
ABDULKADİR KAÇAR…
BU BAYRAMDA
DA
GÜLÜP
EĞLENELİM...
Bayram her
zaman bayram,
İnsan aslında
her zaman insan;
Tatil her
zaman tatildir...
...
İnsan yaş
aldıkça her konuda olduğu gibi;
Bayram
anlayışı, bakışı aldığı zevki değişir…
5-10
yaşındaki çocuk için,
Bayram süper
heyecandır;
Bu kişi 15-20
yaşındakine,
Karşı cinsle
tanışma fırsatıdır...
...
Aynı kişi
20-30 ya da 40-50,
Ya da 60-70
yaşına gelince her şeye farklı bakar…
Çünkü
olgunlaşır,
Hayatın tüm
gerçekleriyle savaştığı için,
Bayram
zevkleri devinir, değişir, dönüşür, farklılaşır…
...
Ancak 10-15
yaşında yaşadığı,
Bayram
sevincini, 70-80 inde de yaşayan,
Çocuksu
duygularını kaybetmemesi çok önemlidir…
Bunu yaş alan
ama yaşlanmayan insanlar başarır…
...
Sözlükler
Bayramı şöyle açıklıyor;
Ulusça
kutlanan önemli günlerdir...
Ne mutlu ki
bize;
Ulusça bir
bayramı daha kutlama,
Ve yaşama
sevincine ulaştık...
...
Bayramlar;
Sevinçtir,
Coşkudur, Mutluluktur, Kıvançtır...
Kucaklaşma,
sarılma- öpmedir,
Büyükleri ve
hastaları ziyaret;
Küçükleri
sevindirme günüdür...
Duyguların
sevgi, hoşgörüyle,
Yıkanması,
arındırılma anlamındadır…
Her bayram
insan hayatında
Bir kilometre
taşı olduğu için,
Aslında
yeniden doğuştur...
...
Bayram
sevinci en güzel hediye verilen bir çocuğun yüzünde görülebilir...
Ya da bir
çiçeğin açmasında,
Yeni bir
canlının doğmasında,
Dünyaya
gelmesinde,
Ya da
ulaşılması olanaksız,
Bir başarıya
ulaşanların yüzündeki,
Büyük
sevinçtir bayramın somut görüntüsü...
...
Sevdiklerimiz
yanımızdaysa,
Sağlıklıysak,
Huzurluysak,
Pozitif
düşünüyorsak,
Gönül
zenginliğine de sahipsek,
Yarınlardan
beklentilerimiz varsa,
Umutlarımızı
yitirmemişsek canlı tutuyorsak,
Bayram
sevincini yaşayabiliriz...
…
Ya da,
Hangi makamda
olursak olalım,
Yetkimizi
halktan ve haktan yana kullanmışsak
Ölçüde-tartı
da hile yapmamışsak,
Hangi
meslekte olursa olsun,
İşimizi bir
gün öncesine göre daha güzel,
Daha doğru
yapmışsak,
Bayram
sevinci yaşayabiliriz…
…
Suç
işlemediysek,
Sahtekârlık,
Hilekârlık,
Üçkâğıtçılık
yapmamış,
Yetim hakkını
yememiş,
Devletimize
ihanet etmemişsek,
Bayram
sevincini yaşayabiliriz...
…
Yalan
söylememiş,
Dedikodu
yapmamış,
Kimsenin
aşına ve işine engel olmamış,
Kimsenin
ayağını kaydırmamış,
Aşına, işine,
eşine,
Mutluluğuna
engel olmadıysak,
Bayram
sevinci yaşayabiliriz...
...
Hele de dinin
emirlerini,
Tam olarak
yerine getirdiysek,
O zaman bu
bayram,
Daha bir
anlamlı-önemli-değerlidir...
Bayram
sevincini hak ettik demektir...
Bayram
sevincini coşkuyla yaşayabiliriz...
...
Bir güzel
şarkı sözü şöyle der;
-Nasıl olsa
her şeyin/ zamanla sonu yok mu?
Ömür denilen
şey/ küsecek kadar çok mu?
İnanın bana
mutlu olmasını bilenler,
Onun sırrına
erebilenler için,
Ömür çok
kısa;
En uzun
ömürlü insan,
İstisnalar
dışında 70 yıl kadar yaşıyor...
...
Eğer; küs
olduğunuz, kırgın- dargın,
Olduğunuz
insanlar varsa,
Lütfen bu
bayramı da bahane,
Onunla ederek
barışın,
Barışmanın
yollarını arayın...
Küs olduğunuz
kişinin,
Evine ayağına
kadar siz gidin,
Küs olduğunuz
kişiden,
Gerekirse ilk
özür dileyen,
Taraf siz
olun,
Küs olduğunuz
kişiye,
Elinizi ilk
siz uzatın...
-Seninle
barışmak istiyorum...
Özür dilerim,
ben yanlış anladım...
Ben yanlış
yaptım deyip
Boynuna
sarılın;
İnanın bana o
da size,
Gösterdiğiniz
sevginin
Ve ilginin
karşılığın aynısını,
Hatta
fazlasını gösterecektir...
...
Şunun
şurasında hepimiz insanız;
Bu gün
bayramı kutlayan,
Nesil 50-100
yıl bu sahnede olmayacak…
Yerlerini
yeni kuşaklara bırakacak…
Birbirimizi
kırmaya,
Birbirimizi
incitmeye ne gerek var ki?
Düşünün;
hatta geçen bayram,
Aramızda
olan, ama şimdi,
Olmayan kaç
kişi yaşam veda etti...
...
Geçen bayram
aramızda olup;
Bu bayram
yaşamayan insanlara,
Göre ne kadar
şanslı olduğunuzu düşünün...
Belki de
gelecek bayramda,
Bizler ölmüş,
gitmiş olacağız...
Küs
ve kırgın olduğunuz kişiyle,
Barışmayı
düşünürken;
Bunları
lütfen göz önüne alın...
...
Bir filozof;
-Gördüğüm her
insanı,
-Sanki son
kez görüyormuşçasına
-Sevgiyle,
ilgiyle, özlemle bakıyorum;
-Yediğim
yemeği, sanki son kez,
-Yiyormuşçasına
iştahla yiyorum, der…
…
Bütün bunlar
şu demektir;
Yaşam
doğumdan ölüme kadar,
İnanılmaz ve
hesaplanamaz,
Büyük
sürprizlerle doludur...
...
Aldığımız
nefesi veremeyebiliriz,
Verdiğimiz
nefesimizi de geri almayabiliriz,
Bu konuda
kimsenin hiç bir garantisi yok...
Ya da bir
trafik canavarı,
Yaşamımıza
son verebilir...
Her an
yaşamdan kopabiliriz...
Her an bir
yakınımız olan,
En
sevdiğimizi yitirebiliriz...
...
Bu kadar
pamuk ipliğine,
Bağlı bir
yaşam serüveninde,
Toplum olarak
sevineceğimiz,
Muhteşem bir
gün olan,
Bayramda
sevinelim, coşalım...
Kırgınsak
barışalım,
Küskünsek
barışalım...
Küskünleri ve
kırgınları,
Barıştırmanın
en güzel,
Erdem
olduğunu unutmayalım...
...
Diğer
bayramlarda olduğu,
Gibi bu
bayramda da;
Yaşlıları
ziyaret edelim,
Hastaları
ziyaret edelim,
Olanaklarınız
ölçüsünde,
Çocukları
sevindirelim,
Düşküne,
yoksula,
Yolda kalmışa
el uzatalım;
Olanaklarınız
ölçüsünde,
Muhtaçlara
onlara katkıda bulunalım...
Aynı
durumlara düştüğünüzde;
Bize de
uzatılacak ellerin oluşmasını sağlayın...
...
Bunlardan da
önemlisi;
Tüm
varlığımızı,
Yaşamımızı
borçlu olduğumuz;
Devletimizi
sevelim,
Cumhuriyetimizi
sevelim,
Atatürk’ ü
sevelim,
Demokrasimizi
sevelim,
Devletimizi
yönetenlere,
Oy vermemiş
olsanız da sevelim,
Adana’yı
sevelim;
Türkiye’yi
sevelim;
8 milyarlık
insanlık ailesini sevelim...
Bunların da
ötesinde;
Kendimizi
sevelim,
Özümüzle
barış içinde olalım...
...
Büyük Türk
Milletine,
Adriyatik ten
Çin Seddine kadar,
Olan 500
milyonluk Türk dünyasına,
Tüm İslam
âlemine, bu güzel bayram kutlu olsun...
...
Ayrıca; bu
bayramın;
Tüm dünya
insanlık ailesine huzur, barış, dostluk kardeşlik getirmesini diliyorum...
Bayramınız
kutlu olsun...
ABDULKADİR
KAÇAR... Adana 2022
BELEDİYE
BAŞKAN
ADAY ADAYININ
TİPİ...
Belediyeler
Devletin en önemli kurumudur...
Başkanı da
devleti temsil eden seçimle gelmiş en önemli kişidir...
Bir insan
için belediye başkanlığı en büyük onurdur...
Belediye
Başkanı olmak için;
Deneyimli,
bilgili, adaletli, dürüst, cesur, kararlı olmak gerekiyor...
...
Ama daha
önemlisi;
Belediye
başkan aday adayı, hatta adayı olmak içinde o kişinin tipi de çok önemlidir...
Beden dili,
oturması, konuşması, kendini ifade etmesi, konuşma şekli, nezaketi, el
hareketleri çok önemlidir...
Belediye
Başkan aday adayının tipini önce halk beğenecek,
-Bu kişi
benim belediye başkanım olabilir diyecek,
Sandığa
gittiğinde sayısız adaylar arasında oyunu sadece ona göre verecek...
...
Hani bir
kıssa anlatılır;
Adamın birisi
belediye başkanlığına adayı olmuş...
Demişler
ki;
-Sizin
mahallede bir bilge insan var...
Belediye
Başkan aday adayı olmak için kendini önce ona beğendir...
...
Adam tarif
edilen bilge kişinin yanına gitmiş;
Kendini
anlatmaya başlamış...
-Üç tane evim
var...
-Beş
tane arabam var...
-Bankada
şu kadar da param var...
-Şu kadar
okul bitirdim...
-Şu kadar iş
deneyimim var...
-Belediye
Başkanlığına aday adayı olsam, beni aday yaparlar mı? Seçimi kazanabilir miyim?
...
Bilge kişi
derin bir nefes alıp belediye başkan adayı olmak isteyen kişiyi cesaretinden
dolayı övmüşte övmüş...
-Sahip
oldukların çok önemli, bravo, tebrik ederim, çok güzel...
Aday ısrarla
bilge kişinin ağzından çıkacak sözü bekliyormuş;
-Yavrucuğum
senin uzaktan gelişini gözlemledim...
-Oturmana,
kalkmana çok dikkat ettim...
-Konuşmalarını
can kulağıyla dinledim...
-Peki,
efendim aday olabilir miyim?
-Darılmak
gücenmek yok,
-Sen
sordun ben de naçizane fikrimi söyleyeceğim, her şeyin tamam ama senin tipin
belediye başkanı olmaya uygun değil...
Belediye
Başkan adayı olmak isteyen kişi akıllı olduğu için;
Haddini
bildiği için aday adaylığından işin başındayken vazgeçmiş;
Seçim için
harcayacağı, paralarıyla ömrünün sonuna kadar zengin şekilde bir yaşam
sürmüş...
...
Bu kıssayı
şunun için anlattım;
Mart 2024’te
yerel seçimlere hızla yaklaşıyoruz...
Sayısız
belediye Başkan aday adayları ARZ-I ENDAM etmeye, yani kendilerini göstermeye
başladılar...
...
Sayısız
belediye başkan aday adaylarının fotoğraflarını;
Bill
boardlarda,
Gazetelerde,
Bez afişlerde
gördüm...
Televizyondaki
söyleşilerini de izledim...
...
Belediye
Başkan aday adayları ya da adayları gülümsemeyi bilmiyorlar...
1.Yani adam
hayatında ilk defa gülüyor...
Kimi aday
adayı ağlar gibi gülüyor,
Kimi aday
adayı güler gibi ağlıyor sanki.
Kimisi
sempatik olmak isterken komik oluyor,
Kimi eliyle
havayı işaret ediyor,
2.Belediye
Bakan aday adayları yanlış gülmeleri yüzünden sempatik olmak isterken insanları
ürkütüp kaçırıyorlar...
...
Fotoğrafına
yansıyan yüz ifadelerini okuduğumuzda, ya da televizyondaki konuşmalarını
dikkatle ve eleştirel bir gözle izlediğinizde belediye başkan aday adaylarının
ifadelerini şöyle özetleyebiliriz;
Kimi;
-Seçime bu
kadar para harcayacağım, ona göre ha beni seçmeseniz, yanarım, biterim, halim
harap olurum...
Kimi;
-N’olur
kurban olurum size lütfen beni seçin, diyor...
Kimi;
-Ben adayım
kardeşim, partim beni seçti, önünüze sandık geliyor biliyorum ve inanıyorum ki
mutlaka beni seçeceksin, buna mecbursun, yoksa çok kırılırım, darılırım,
yüzünüze bakmam ha, bir daha partinin kapısından içeri giremezsiniz...
Kimi de;
Fotoğraflarındaki
beden diliyle;
-Lamı
cimi yok, kodum mu oturturum, oyuna göre konuşacaksın, beni mutlaka seçmelisin
diyor...
Ya da;
-Ben gelirsem
gösteririm ha sizi ananızdan doğduğunuza pişman ederim, oy vermeyen mahallelere
hizmet götürmem, kanalizasyonunu asfaltını yapmam, çöplerini temizlettirmez
cezalandırırım... Beni mutlaka seçmelisiniz, yoksa halini haraptır diyor...
Ya da;
-Ver oyunu
kardeşim, beni bekletme, paralarım, yıllarca partiye yaptığım hizmetim ve
emeğim boşa gitmesin...
Kimisi de;
-Çok
uzattınız haaa, ver oyunu gideyim, diye kaçıp gidecek gibi duran pozlar
veriyor, ya da televizyonda aynı tonla konuşuyor...
...
Sayısız
belediye başkan aday adaylarının fotoğraflarını ve oradaki beden dillerine çok
dikkatlice baktım;
Bill
boardlarda,
Bez
afişlerde,
Gazetelerde
izledim...
Televizyon ve
radyo konuşmalarına eleştirel gözle baktım...
...
Hiçbir parti
gözetmeden söyleyebilirim ki;
Belediyeye
talip olan çoğu aday adayı benim gözümü doyurmadı...
Oysa belediye
başkanı devlet adamıdır;
Kendini
halka beğendirecek şekilde ekranlarda konuşmalı, fotoğraflarını astırmalı;
BİLGİLİ,
DENEYİMLİ,
ADALETLİ,
DÜRÜST,
CESUR,
KARARLI
OLMALI...
...
29 Mart 2024
yerel seçimlerine bir süre daha, yani aday adayları kendilerini öyle dikkatli
sunmalı, öyle güzel ifadelerle anlatmalı, öyle bilinçli fotoğraflarla halkın
önüne çıkmalı ki;
Halk
oyunu vereceği kişileri buna göre belirlemeli...
Mevcut
Belediye Başkanları aday olursa mı?
E
onlar biraz deneyim kazandı, yine de bazılarının beden dillerini halkın
beğeneceği, sevebileceği, oyunu gözünü kapatarak verebileceği gibi değiller...
Ben
burada sadece ilk defa aday adayı, sonra da aday olacakların dikkatini çekmeye
çalıştım, hadi dersinize iyi çalışın, halkın karşısına bilinçli şekilde
çıkın...
...
Ben şimdilik
arzı endam eden özellikle belediye başkan aday adaylarının yüz ifadelerini
incelemeye gördüklerimi sizlere yansıtmaya devam edeceğim...
ABDULKADİR
KAÇAR... Adana 2023
BELEDİYE
OTOBÜSLERİNDE
ASRIN DEPREM
GÜNDEMİ...
Belediye
otobüsleri
Halk meclisi
gibidir...
7-8 duraklık
mesafede,
Dünya, ülke,
kent
Gündemi
sürekli tartışılır...
...
Bu gün
gündem;
ASRIN
DEPREMİ...
Adana’yı da
vuran,
7.6 ile 7.7
şiddetindeki,
Depremi
vatandaşlar
Enine boyuna
tartışıyorlar...
...
İşte halk
meclisindeki,
Bazı
konuşmalar;
Bir vatandaş;
-Adana da
yıkılan binaları yapan
Firmaların
yetkililerini üç savcı
Soruşturuyormuş...
Diğeri;
-İyi olmuş,
müteahhitler aslında
Ölümü hak
ediyorlar...
Başka birisi;
-Bizim
mahallede 14 katlı bina
İlk
yıkılanlardandı...
Büyükşehir
Belediye
Başkanı Zeydan Başkan,
İncelemiş,
hiç demir yoktu dedi...
...
Başka biri;
-Ben de
gördüm, 12’lik demir
Yerine5’lik
demir kullanılmış...
...
Başka
vatandaş;
-Metro
günlerdir çalışmıyor...
Diğeri,
-Hattının
üstüne bir apartman
Eğilmiş,
yıkılır diye önce o
Enkazın
kaldırılması gerekiyor...
...
Bir vatandaş;
-Tüm özel
okullar kapılarını
İnsanlara
açtı,
Gündoğdu her
gün
Üç öğün yemek
veriyor...
Başka bir
vatandaş,
-Beyaz
evlerdeki,
Çamlı Cafe de
Aynısını
yapıyor...
...
Bir vatandaş;
-Büyükşehir
belediye otobüsleri
Ücretsiz
yolcu taşıyor...
Diğer
vatandaş;
-Özel halk
otobüsleri geçenlerde
Beni geri
indirdi...
Diğeri
vatandaş;
-Neden 153 ü
aramadın?
-Hastaydım,
yanlış yapmışsın...
-100 kişi
153’ü her gün şikâyet
Etse vali bey
onların gagasına
Tükürür...
...
-Çin den
gelen kurtarma
Ekibi de
canlı kurtarmış...
-Dünyanın
hemen her ülkesinden
Uçaklar
dolusu yardım geliyor...
Yabancı
kurtarma ekipleri
Ve
bizimkilerle birlikte,
İnsanlık
tarihi yazıyor...
...
Bir vatandaş;
-Rus ve
Ukrayna
Savaşını
kimse konuşmuyor...
-Haklısın
deprem unutturdu...
...
Bir vatandaş;
-1974 Kıbrıs
Barış Harekâtı
Sırasında
Amerika beyazsinek
Bombasını
Çukurova’ ya atmıştı,
Bakalım bu
deprem sırasında
Hangi
cinayeti işledi?
-Bir zaman
sonra göreceğiz...
...
Başka biri;
-Seçim de
gündemden düştü...
-Kim seçim,
oy, sandık derse,
Halk onu
cezalandırır...
...
-Adana dan
450 adet
Jeneratör
Hatay’a gönderilmiş...
...
-Halk Bankası
üç bin
Öğünlük yemek
veriyormuş...
...
-Çukurova
Genç İşadamları da
Yardım
yağdırıyor...
...
-Adana polisi
teyakkuzda...
Hırsız ve
yağmacılara göz açtırmıyor...
-Bu suçlar
10-15 hapisle cezalandırılıyor...
...
-Askeri
helikopter,
Kırsal
kesimdeki köylere,
Sürekli
yardım yağdırıyor...
...
-Enkazdan
kurtarılan Mesut
Fenerbahçe’nin
genç,
Yıldızı
Arda’ya
Mesaj
göndermiş...
-Spor aşkı
depremde bile insanların
Peşini
bırakmıyor...
...
-Cumhurbaşkanlık
Hükümet Sistemi,
Muhteşem
kardeşim...
Birkaç dakika
içinde,
Devletin
bütün işlemleri
Başlayıp
bitiyor...
-Doğru
söylüyorsun;
Sayın
cumhurbaşkanımızın
Bir
imzasıyla, Türkiye nin,
Her sorunu
saniyeler içinde çözülüyor...
Bir de
parlamenter sistem olsa,
Meclis daha
yeni toplanırdı,
Ülkemizin
kaybı daha büyük olurdu...
...
-Devlet
depremzedeye,
Bir yıllık
kira desteği verecek...
-Bütün bunlar
bir tek imzayla
Oluyor...
-Helal olsun
cumhurbaşkanımıza...
-Başbakanlık
dönemi olsa, devlet hantaldı
Ve bin
imzayla bir iş bile yapılamazdı...
...
-Askeri gemi
hastaneye dönüştürüldü...
Devlet her
yarayı sarıyor...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
BÜYÜKŞEHİR
BELEDİYE
OTOBÜSLERİNDE
YENİ
SLOGAN”BEKLEMESEN
GELİR”
-1 durak
kaldı,
-2 durak
kaldı,
-5 durak
kaldı,
-8 durak
kaldı;
Dijital
tabelalardaki,
Uyarı
yazıları belediye
Otobüs ve
şoförlerinin
Umurlarında
bile değil...
...
Adana
büyükşehir belediye otobüsleri,
Bir süreden
beri tamamen,
Kafasına göre
takılıyor;
O zaman kötü
sevk ve idare ediliyor...
...
Ya da dijital
tabelalardaki
Hiçbir “DURAK
KALDI” yazısı
Görünmeden;
-HOOOP
bakıyorsunuz bir otobüs geliyor...
...
Bir
bakıyorsun;
-HOOP başka
biri geliyor...
Oysa sistemde
görünmüyor...
Sistemde
görünenler ise gelmiyor...
...
Dijital
tabelalardaki “DURAK KALDI”
Uyarısı bir
şekilde yolcularla dalga geçiyor...
...
Özellikle 133
numaralı otobüs...
Tamamen
keyfine göre takılıyor...
Yolcular
durakta inanılmaz ama
1,5 saat ya
da bazen 2 saatten fazla
Bekliyor...
...
İnsanlar
yorgun,
Moraller
sıfır,
Canlar
sıkkın,
Yüzler asık,
İçlerinden
neler söylüyorlar
Neleri
sessizce ifade ediyorlar,
Allah
bilir...
...
Hele de
Dörtyol durağındaki hengâme
Gerçekten
ibret için görülmeye değer...
...
Özel halk
otobüsleri belediye otobüs
Yolcularını
neredeyse ezecek gibi
Üstüne üstüne
sürüyorlar...
30-40 tane
özel halk otobüsü geçiyor,
Bir tek
belediye otobüsü geçmiyor...
...
Yine oraya
yanaşan, dolmuşlar,
Özel halk
otobüslerinin şoförleri;
-Belediye
otobüsü mü?
-O da ne ki?
-Bu durak
bizim diye belediye
Otobüsünün
yolcuları takmıyorlar;
Her yolcuyu
ezip geçip gidecekler
Gibi
üstlerine üstlerine sürüyorlar...
...
Hem özel halk
otobüsleri,
Hem
dolmuşlar,
İnanılmaz ama
gerçek;
Belediye
otobüs yolcularını,
Kendi
araçlarına binmedikleri,
İçin bir tür
can düşmanı
Olarak
görüyorlar...
...
Nerede bir
belediye otobüsü ufakta
Görünse;
hemen durakta bekleyen yolcularla
Belediye
otobüsünün arasına sıra sıra dizilip,
Yolcularla
otobüsünün arasını kapatıyorlar;
Yolculara
şöyle diyorlar,
-BELEDİYE
OTOBÜSÜNE BİNMEYİN,
BENİM
DOLMUŞUMA, OTOBÜSÜME
BİNECEKSİNİZ...
YOKSA SİZİN ÖNÜNÜZÜ
BİLEREK,
KASITLI OLARAK KESERİM;
BELEDİYE
OTOBÜSÜNE BİNMENİZİ
KASITLI
OLARAK ENGELLERİM...
...
Her an, her
dakika,
Her saat bu
sahne defalarca tekrarlanıyor...
Çoğunluğu
orta yaş ve yaşlıların oluşturduğu,
Belediye
otobüs yolcuları, özel halk
Otobüsleri ve
dolmuşlar tarafından,
Bilinçli ve
kasıtlı olarak mağdur ediliyor,
Hor görülerek
engelleniyor...
...
Belediye
otobüs yolcularının
Konuşmaları
gerçekten çok ilginç;
-BEKLE BEKLE
GELMEZ,
-BEKLEMESEN
GELİR yeni sloganı bu...
...
Dörtyol ya da
diğer duraklarda da
Durum aynı
şekilde yaşanmaya devam ediliyor...
Kimin ne
yaptığı?
Hangi
otobüsün ne zaman, nerede,
Kaç durak
sonra geleceği bilinmiyor...
153 e soran
vatandaşlara verilen yanıtlar da,
Otobüslerin
hareketleriyle birbirini tutmuyor...
...
Sonuç mu?
Büyükşehir
Belediye Otobüsleriyle
İlgili olarak
yolcuların bulduğu son slogan;
BEKLEMESEN
GELİR oldu...
Abdulkadir
KAÇAR 2023
BELEDİYE
SEÇİME
HAZIRLANIYOR…
-Geleni
öpün,
-Gideni
öpün,
-Size
hizmet edeni öpün,
-Selam
vereni öpün,
-Gülümseyenleri
öpün…
-Seçime
gidiyoruz…
…
Belediyeler
seçime hazırlanıyor ya;
Tüm
hesaplar seçim ve oy üstüne kurulu…
-Ne
hizmet götürsek?
-Ne
oy alırız?
...
Bu
seçim ne güzelmiş…
Keşke
her gün seçim olsa…
Yapılmayan
işler yapılsa…
Görülmeyen
hizmetler görülmeye başlandı…
Vatandaş
bu davranış karşısında
Şaşırıp
küçük dilini yutma,
Noktasına
geliyor...
Yeni
yöntem şu;
-Şikâyetçi
olanların sorunları,
-Şikâyetçi
olmayanlardan,
Alınan
malzemelerle çözümleniyor…
...
-Şahanesin
üyük başkan…
-Bravooo
başkan…
-Yaşa
başkan, gibi teşekkür sözleri belediye yankılanıyor…
...
Başkan
şişiyor, kabarıyor…
Örneğin
su patlağınız var…
Suyu
patlamamış vatandaşın suyunu patlatıyorlar,
Oradaki
sağlım borularını alıp getirip, patlayanlara takıyorlar…
Bir
süre sonra boruları alınan vatandaş belediyeye gelip şikâyet ediyor…
O
boruları bu kez söküp yeniden eski bölgesine takıyorlar…
Böyle
böyle seçim gününe kadar şikâyetleri kısa vadede önlemeye çalışıyorlar…
...
-Ağacımız
yok başkanım…
-Ağaç
olmasa oy da vermeyiz diyenlere,
Anında
hizmet veriliyor…
İş
araçlarıyla şikâyet gelmeyen,
Mahallelerdeki
tüm ağaçları söküp,
Şikâyet
gelen mahallelere ekiyorlar…
Bir
süre sonra o ağaçlarının yerinde,
Yeller
estiğini gören seçmen;
-Külliyen
olmaz, ayıptır… Yazıktır…
-Ağaçlarımızı
geri istiyoruz…
-Yoksa
oy vermeyiz, diyorlar….
İş
makineleri bu kez yeni dikilen ağaçları,
Yeniden
söküp eski yuvalarına geri dikiyorlar…
Ağaçlar
filizlenip çiçek açıyor…
Meyve
veriyor…
Ama
gariban ağaçlar mahalleler arasında seyahat etmekten kurtulamıyorlar…
...
Belediyeler
seçime hazırlanıyor ya;
Ama
şikâyetler anında cevaplanıyor…
Seçime
doğru giderken başkanın ve ekibinin bu yeni yöntemi harika…
…
-Muhtarlara,
-Meclis
üyelerine(iktidarın),
-Partili
üyelere araçları verin,
-Yolları
yaptırın,
-Suları
getirin, seçime gidiyoruz…
…
-Otobüsleri,
-Midibüsleri,
-Minibüsleri,
-Dolmuşları,
-Şikâyetçi
olan hatlara,
-Kaydırın
seçime gidiyoruz…
-Eski
bulvarlardaki ağaçları söküp,
-Yeni
yerlere ekin…
-Seçime
gidiyoruz kardeşim…
…
-Öpün
vatandaşı,
-Öpün,
öpün, öpün,
-Hizmet
verenleri öpün…
-Şikâyet
edenleri öpün…
-Şikâyetçi
olmayanları öpün…
…
Öyle
ki farelere bile özgürlük veriyorlar,
-Vurmayın,
tutmayın,
-Sıkıştırmayın,
öldürmeyin,
-Bırakın
belediyedeki fareler yaşasın,
-Zaferimizi
görsün garibanlar,
-Seçime
gidiyoruz…
…
-Silin,
-Silin,
-Silin,
-Yerleri,
belediyenin etrafındaki,
-Sokaklara
kadar silin…
-Vatandaşa
beğendirin…
-Seçime
gidiyoruz…
…
-Zabıtaya
söyleyin,
-Efendi,
olgun,
-Centilmence
davransınlar,
-Seçime
gidiyoruz…
…
Kibar,
Nazik,
ince,
-Telefonla
kibar konuşsunlar,
-Seçime
gidiyoruz…
…
-Haritaları
-Krokileri
çıkartın,
-Kaç
ev,
-Saç
sokak,
-Kaç
mahalle var?
-Hepsini
sayın…
-Birer
kitap,
-Birer
dergi,
-Birer
takvim gönderin…
-Seçme
gidiyoruz…
ABDULKADİR
KAÇAR Adana
(Bu
makalem 1980’ li yıllardaki
ÇİVİ
isimli yıllardaki kitabımdan
Alınmıştır)
BİLGE İNSAN
OLMAK İSTER MİSİNİZ?
Peki, bilge
insan kimdir?
Sözlükler
şöyle tanımlıyor;
-Her şeyi bildiği gibi,
Bildiği şeyleri de,
İyi ve sağlam bilen,
Bilgisini kendisi
Ve başkaları için,
En yararlı biçimde, kullanan,
İyi ahlaklı, olgun kimse...
...
Sözlük bilge insanı böyle tanımlıyor;
...
-Peki, bu kişinin,
-Toplum içindeki
-Diğer insanlardan,
-Farklı özellikleri nelerdir?
Şunlar söylenebilir;
...
-Bilge insanın ruhu daima,
Sevinç içindedir;
Hiçbir keder, kaygı,
Korku, onu etkilemez...
-Her zaman her yerde,
Sevinç ve sükûnet içinde yaşar...
...
Başkasına bağımlı değildir...
-Ne kaderin, ne hüznün,
Ne de diğer bir insanın,
Lütfünü beklemez...
...
-Onun kutlu mutluluğu,
Yüreğinin, derinliklerine işlemiştir...
-Eğer mutluluğu dışarıdan gelmiş olsaydı,
Çıkar onu hemen terk eder giderdi...
Çünkü mutluluk onun yüreğinden doğmuştur...
...
-Herhangi bir kötülük,
Ona zarar veremez;
-Gelse bile teğet geçip gider...
...
-En büyük katıksız iyilik,
Sınırsız hoşgörü,
Bağışlama, erdemli davranış,
Onun yüreğinde sınırsızca bulunur...
...
-Bilge insan hastalığa kolay yakalanmaz;
Onun ruhu bütün olduğu için,
Hastalık, sadece gelip-geçer
Bilge insana zarar veremeden çekip gider...
...
-Karşısına keder çıkarsa,
Bilge insan sükûnet içinde alır,
Onu bir kenara koyar...
...
-Bilge insan kendinden,
Her koşulda memnundur;
-Her daim kendine güveni tamdır...
...
-Her zaman büyük,
Ve sürekli şekilde,
Kaynağı kendi içinde,
Olan neşeli ve gülümseyen yüzüyle
Toplumun içinde,
Işıklı şekilde fark edilir...
...
-Hayatın doğal yasaları,
Onu yense de sürekli yaşadığı,
Mutluluğuna asla engel olmaz olamaz...
...
-Hayatın getirdiği ya da götürdüğü,
Her şeye, her koşulda,
Daima soğukkanlı olarak bakar;
-Kendiyle bu yönüyle,
Her zaman gurur duyar...
...
-Aklının aydınlığını,
Sonuna kadar kullanır;
-Cesur ve özgüvenlidir,
Yüreği her zaman,
Sevinçle dolup taşar, coşar...
...
-Çok samimidir;
Düşündüğü gibi konuşur;
Konuştuğu gibi de,
Samimi olarak düşünür...
-Söylediği ve ağzından çıkan,
Her sözü ve görüntüsüyle,
Hayata daima uyumludur...
...
-Verdiği her sözü ölüm dışında,
Mutlaka yerine getirir;
-Ağzından çıkan sözleri,
Daima doğru, olumlu,
Erdemli ve de yararlıdır...
...
-Sıradan insanlarla arasında,
Kapanmaz mesafe vardır...
...
-Ruhu büyük kötülük,
Ve duygusallıktan,
Tamamen kurtulmuştur...
...
-Büyük kusur, suç,
Ve hataların her zaman,
Tamamen dışında yaşar...
...
-Para, mal, mülk, mevki,
Makam, sosyal statü,
Ekonomik güç,
Siyasi otorite, hırsı yoktur...
...
-İnsanlardan asla korkmaz;
Çünkü utanç verici şeyler yapmaz...
-Yaşamı üstünde, tamamen egemendir...
-Kendi kendini kazanmak,
Onun için paha biçilemez,
En yüce ve en güzel bir iyiliktir...
...
-Bilgelik rastlantıyla olmaz;
-Çok çalışma, büyük çaba,
Hayat isimli öğretmene,
En iyi öğrenci olarak,
Kendini yıllar boyunca;
Çağın gerektirdiği biçimde,
Değiştirmekle belki elde edilir...
...
-Bilge insanın gözü pektir,
Zaptı- rapta asla gelmez,
Gelemez, gelmeyecektir...
-Hayatın önüne çıkarttığı,
En büyük zorluklara,
Gönüllü olarak katlanır...
...
-Kendini her türlü koşulda,
En kötü ve en olumsuz,
Durumlarda bile,
İnanılmaz şekilde çok sever;
Ruhu ve bedeniyle daima barışıktır...
...
-Başkalarını korkutan şeyler,
Onu hiçbir zaman korkutmaz;
-En büyük olaylara bile,
Göğsünü gererek,
Gönüllü biçimde, katlanır...
...
-Bedenine hiçbir mikrobun,
Zarar vermesine izin vermez;
-Elbette bazen acı çekecektir,
Titreyip hasta olacaktır,
Ama bunlar geçecektir...
-Her olumsuz ve sıkıntılı durumunu;
-Erdemi ve olumlu
Şekilde düşünmesi sayesinde yener...
...
-Ulaştığı çağdaş bilgiler sayesinde,
Ruhu daima taptaze,
Pırıl-pırıl, net,
Her türlü devinim,
Dönüşüm, değişim,
Başkalaşıma hazırdır...
...
-Kendi ruh ve bedenine,
Tamamen hâkim ve bağlıdır...
-Düşüncelerinin hedefi ise,
Bilinenlerin de ötesindeki,
Evrensel üstün değerlere ulaşmaktır...
...
-Yaşadığı her anı eğitimli,
Savaşa her an eğitimli,
Asker gibi disiplinli,
Şekilde değerlendirir...
...
-Bilge insan büyük şeyler,
İçin doğduğuna inanır...
-Hayatı boyunca yalan,
Riya, hile, entrika
Ve politik davranışı yoktur...
...
-Her anında ve nefesinde,
Daima kendine aittir;
-Kendi başınadır;
-Hayattaki olayların,
Akışına kendini asla kaptırmaz...
...
-Her anı kendini aşmak için,
Bilinçaltı ve bilinç üstünde ulaştığı;
-Yeni ve mutluluk veren,
Evrensel düşünceleriyle,
Dopdolu ve kusursuzdur...
...
-Sıradan insanlar yerine,
Hep olgun ve yetkin akıllı,
Beyin fırtınası yapabilen
İnsanlarla vakit geçirmeye özen gösterir...
...
-O da diğer insanlar gibi;
Hayattaki her şeyi görür;
Ama her şeye sahip
Olamayacağının bilinciyle yaşar...
-Her zaman sahip olduğu,
Kendi olanaklarıyla,
Yetinip, mutlu olmayı bilir...
...
-Hiçbir zaman ihtiyacı,
Ve hak ettiğinden,
Fazla bir şey istemez...
...
-Hırsının efendisi olduğu için;
Onun asla kurbanı olmaz,
Olamaz ve asla olmayacaktır;
...
-Umut ve hayallerini,
Daima olanakları ölçüsünde,
En akıllı şekilde gerçekleştirir;
-Asla yarına bırakmaz...
...
-Aklının aydınlığına ulaştığı için
Daima AN’ da yaşar;
Sonsuz şimdinin parçası olan,
AN’ nın tadını,
Bilinçli şekilde çıkartır...
...
-BİLGE kişi insan isimli ormanda,
Açan mis kokulu, renkli, nadide bir çiçek,
Toplumun düşünce karanlıklarını,
Aydınlatan aklın görünen ışığıdır...
...
Bilge insan için;
-Hayat renkli ve sihirli bir düşün başlangıcı,
Sadece, bir kez elde edilebilen,
Paha biçilemeyen mucize,
Büyük eşsiz bir armağandır...
...
-Hayatın bitişini ise;
Yine o muhteşem düşün,
Ebediyen sona ermesi,
Olarak görüp değerlendirir...
...
-Ölümü asla kötülük olarak görmez;
-Diğerleri gibi doğanın,
En farklı yasası olduğunu,
Kabul eder ve saygı duyar...
...
Şimdi küçük bir soru soruyorum;
-Siz bu ölçülere uyuyor musunuz?
Ya da uymak için çalışıyor musunuz?
...
En azından küçük bir,
Çaba göstermek bile,
Bilge insan olmaya doğru,
Atılmış ufak bir adımdır
Bu da ona doğru yol almanızı sağlayacaktır...
ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023
BİLGELİK
YOLU
Bilge
kimdir?
Bilge,
evrendeki bütünün
Bir
parçası olduğunu,
Daha
çocukluğundan,
Fark
etmiştir…
Başta
kendini sevmiş,
Ruhunu
ve bedenini,
Birbirleriyle
barıştırmayı,
Başarmıştır…
Canlı
cansız her varlığa,
Büyük
saygı duyar kucaklar;
İmrenerek-hayranlıkla,
Onlardaki
devinim-değişimi;
Dönüşümü-başkalaşımı
Usanmadan,
Hayranlıkla-ibretle,
Dersler
çıkartarak izler…
Her
insanın yaşamı,
Evrene
mesajdır;
Bilge
de bunların,
Başında
gelir;
O
bilgisi, becerisi,
Yetenekleri,
ortaya koyduğu,
Çabaları
hayat mücadelesiyle,
Sıradanlığın
ötesinde yaşar…
İnsanlara
sunduğu,
Ölümsüz
ışıltılı,
Düşünce
mesajlarıyla,
Dünya
insanlık ailesinin,
Yaşamını
aydınlatır…
Yararlanmasını
bilen,
İnsanlara
hayat ışığını sunar,
Örnek
insandır;
Sadece
akıllı insanlar,
Onun
karanlıkları,
Aydınlatan
ışığından,
Ömür
boyu,
Yararlanmasını
bilir…
Bilge,
her şeyin,
Her
an, her nefeste,
Işık
hızıyla devinim,
Değişim-dönüşüm,
Başkalaşım
içinde
Olduğunu
anlamış,
Ve
bu doğal yasayı,
Kendinde
izlemeye başlamıştır…
Bir
gördüğünün,
Bir
saniye sonra aynı olmadığını,
Ve
olamayacağına,
Defalarca
tanık olmuştur…
Bu
değişim, dönüşüm,
Devinim,
başkalaşım,
Sırasındaki
en
Büyük
gelişimi en çok,
Kendi
düşüncelerinde,
Gerçekleştiğini
gözlemler…
Çünkü
bir saniye,
Önceki
düşüncelerinin,
Duygularının,
Yorumlarının,
bakışının,
Hedeflerinin,
Bir
saniye sonra tamamen,
Değiştiğinin
Bilincindedir…
O
bilgelik yolunda,
Bu
devinim-değişim,
Devinim-dönüşüm,
İçinde
hedefinde,
Israrla
yorulmadan,
Yürüyerek
kendini bekleyen,
ÜSTÜN
İNSAN’ a
Doğru
durmadan yol almayı sürdürür…
...
Not;
bu makalem; (Bilgelik Yolu isimli kitabımın ilk sayfasından; kitabımın tamamı
Google Abdukadir Kaçar’ın sanal dünyası yazılıp kapağına tıklandığında
içeriğinin tamamına ulaşılabilirsiniz)
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
BİLGİ ÇAĞI VE
OKUMAK...
Akıllı bir
insan diyor ki;
-Okumak
zekânın gıdasıdır...
Başka birisi
diyor ki;
-Okuma
içimizdeki meçhul âlemin
kapılarını
açan bir anahtardır...
...
İnsan
yaklaşık,
70 bin yıllık
tarihinde;
Yontma,
Cilalı taş, Bakır, Tunç devri;
İlk, orta,
yeni, yakın çağları geride bıraktı,
İçinde
bulunduğumuz,
Bin yıl ise
bilgi çağıdır...
...
Bu şu
demektir;
Bilgi üreten
onu kullanan,
Toplumlar
diğerlerine
Egemen
olacaklar...
...
Tıpkı sanayi
devrimini,
Gerçekleştiremeyen
ülkeler,
Diğerlerinin
sömürgesi olmuşlarsa;
Bilgi toplumu
içinde,
Bu
kural aynı şekilde,
Geçerli
olacaktır...
...
Nasıl
bilgi toplumu olunacak?
Buna
verilecek yanıt çok kolay;
Ama ilk
basamakta bana göre,
Düzenli ve
çok okumak yer alıyor,
Büyük
Atatürk’ ün ifadesiyle
Daima
çok çalışarak,
Diğerler
ülkelerden daha çok üreterek,
Çağın
her türlü teknoloji,
Ve
iletişim araçlarını,
Üretim
ve kalkınma için,
Başarıyla
aralıksız kullanarak vs...
...
Çünkü 200
Milyon tür olduğu,
Kabul
edilen canlılar içinde;
En üstün
özelliklere sahip,
Tek
varlık olan insan;
ALET
YAPMA, simgelerle
Bilgi
oluşturma, geliştirme,
İcat
etme, kullanma gibi olağan üstü
Özelliklere
sahiptir...
...
Bilgiyi
üretmeyi başarma,
Mevcut
olanları en iyi kullanma,
Sayısız
yolları vardır...
Ama bunların
ilk başında
Şüphesiz
olarak okuma gelmektedir...
...
Okumayı
sözlükler şöyle tanımlıyor;
Okumak;
yazıya çevrilmiş,
Bir
metne bakarak sessizce çözümleyip
Anlamak,
ya da aynı zamanda,
Seslere
çevirip araştırma yapmak,
Çalışmak,
inceleme yapmak, tartmak vs...
Okumak,
tahsil yapmak,
Anlamına
da gelmektedir...
...
ASIL OLAN
ŞEY;
Evrensel
bilgiye ulaşmak...
Ancak çok
eski çağlarda,
Bilgiye
ulaşmanın yolları sınırlıydı...
İnsanlar,
ilkel biçimde,
Birbirleriyle
iletişim kuruyorlardı...
Bu gün bilgi
kaynakları,
İnanılmaz
şekilde,
Çok
çeşitlendi,
Ama Bunların
başında,
Hiç
şüphesiz ki okumak geliyor...
...
Zaten diğer
iletişim,
Araçlarıyla
da bilgi okuyarak
Elde
edebiliyoruz...
...
Ayrıca
duygu organlarımızla,
Görsel,
işitsel dokunup, işitse olarak
Elde
edebiliyoruz...
Örneğin,
bilgisayar sistemi,
Sayısız
uluslar arası,
Yerel ve
ulusal ve yerel
Televizyonlar
radyolar istasyonları,
Telefon,
internet, internet Cafeler,
Çevrimiçi
konferanslar,
Gazete,
kitap, yani bilgiye ulaşma,
Kaynaklarımız
çoğaldıkça çoğaldı,
Dünya
insanlık ailesi artık
İnanılmaz
bilgi sağanağı altında...
...
Bu iyi mi?
kötü mü?
Yararlı mı?
Zararlı mı?
Şu kadarını
söylemek gerekir ki;
2500 yıl önce
bir filozofun;
-BİLDİĞİM TEK
ŞEY HİÇ BİR ŞEY BİLMEDİĞİM, demesi gibi...
İnsan bu gün
neyi bilip bilmediğini bilemiyor...
...
Bize düşen
görev,
Bilgilere
ulaşıp kullanma,
Konusunda çok
seçici davranmaktır...
Öncelikle
hangi bilgiye,
Tam olarak
gereksinimimiz var?
O
bilginin ne kadarını istiyoruz?
Bunları
çok doğru seçip
Akılcı
saptamamız gerekir...
...
Örneğin;
Televizyonu
10 saat aralıksız izlersek,
Başımız
döner, neyi öğrendiğimizi,
Neyi
öğrenmek istediğimizi bilemeyiz...
...
Düşünmeden,
seçmeden,
Aralıksız
olarak;
Televizyon
izlediniz,
Radyo
dinlediniz,
Gazete
okudunuz,
Kitap
okudunuz,
İnternette
dolaştınız,
Hem de
telefonla bilgi aldınız...
...
Bu iyi ve
ideal bir yöntem değil...
Çünkü neyi
öğrendiğinizi bilemezsiniz...
O nedenle,
sayısız kaynaktan süren
Bilgi
sağanağından
Kendimizi
korumamız,
Tamamen
seçici olmamız gerekir,
Ne
zaman hangi bilgiye,
Nerede
ihtiyacımızın olduğunu,
Belirleyip
seçici olmamız gerekir...
...
İşin başka
bir boyutu;
Türkiye bu
gün itibariyle,
Sahip
olduğu yaklaşık
Yirmi
milyon öğrenci,
Bir
milyondan fazla öğretmenle;
Dünyada
nüfusunun yüzde,
75
i 35in altında olan çok güzel,
Çok
genç bir ülkedir;
En
büyük zenginliğimiz
İnsan
varlığımızdır...
...
Sadece
öğrenci nüfusumuz bile;
Çevremizdeki
komşularımız olan;
Yunanistan,
Bulgaristan, Suriye,
Gürcistan,
Ermenistan gibi,
Ülkelerden
daha fazladır...
...
Büyük Atatürk
ün;
1928
yılında gerçekleştirdiği,
Harf
devrimi sayesinde;
Bu gün
okuryazar sayısı yüzde
97’ lere
ulaşmış durumdadır...
Hedef kısa
zamanda yüzde yüzdür...
...
Türkiye
çağdaşlaşma,
Bilgi
toplumu yolunda;
Bilgi
üretme dünyaya pazarlama,
İletişim
araçlarını kullanma konusunda;
Yani medya
çağında devasa
Adımlarla
ilerlemektedir...
...
Türkiye’miz,
bilgi toplumu,
Çağdaşlaşma
modernleşmede
Büyük
devrimler yapmış;
Emsallerini
geride bırakmak
Konusunda
koşusunu,
Aralıksız
sürdürmektedir...
...
Uzayda
uydularımız,
F-16 savaş
uçaklarımız,
İHA, SİHA’
larımız,
Helikopterlerimiz,
kendi
Üretimimiz
olan silahlarımız,
Dünyanın en
iyi savaşan askerleriyle,
Dostlarımıza
güven ve sevinç;
Düşmanlarımıza
korku vermektedir...
...
Büyük
Atatürk’ün söylediği gibi;
Bilgi toplumu
olma yolunda,
Hepimizin,
çok çalışması, çok üretmesi,
Kaçınılmazdır...
...
Yine Atamızın
ifadesiyle;
Asla şüpheniz
olmasın ki;
Yarının
Türkiye’si bu günkünden,
Daha
ileride, daha çağdaş
Daha
güzel ve modern olacaktır...
Abdulkadir
KAÇAR... Adana 2022
BİR İNSAN
ÖLÜR,
BİR DÜNYA
ÖLÜR...
Dünya
evrenin,
İnsan da
dünyanın özetidir;
Yani her
insan bir dünyadır;
Dünyadaki tüm
varlıklar
Kadar
değerlidir...
...
Bir insan
doğduğunda,
Bir dünya
doğar,
Bir insan
öldüğünde de
Bir dünya
ölür...
...
Deprem
bölgesine sahra,
Hastanesi
kuran,
İtalyan
doktorlar;
-BİR KİŞİYİ
KURTARMAK
DÜNYAYI
KURTARMAKTIR,
Diyor...
...
Hangi çağda,
ülkede, kültürde,
Hangi
cinsiyette yaşarsa yaşasın;
İnsan
olağanüstü özel varlıktır...
...
Her insanın
hayatı izlenmeli,
Her insanın
hayatı yazılmalı,
Filme çekilip
ölümsüzleştirilmelidir;
Deneyimleri
kuşaklar boyunca
Öğretilmeli,
öğrenilmeli anlatılmalıdır...
...
Çünkü her
insan mucizedir;
Her insan
sadece bir kez yaşama
Şansına sahip
olan,
Şahane bir
varlıktır...
...
Her nefesi
bir mucize,
Her hareketi
özel,
Her insan
orijinal,
Her insan
şaheserdir...
...
Dünyadaki tüm
altınlar,
Pırlantalar,
Değerli tüm
taşlar,
Paralar,
Bir araya
gelse bile,
Tek bir insan
Hayatını
satın alamaz,
Ona paha
biçilemez...
...
İnsan
hayatıyla ilgili sayısız
Eserler
yazıldı,
Filmler
çekildi,
Belgeseller.
Ve diziler
üretildi...
Ama hiç biri
hayatı,
Tam olarak
anlatamadı,
Anlatamaz,
Anlatamayacaktır...
...
Çünkü her
insan bir dünya
Çünkü her
insan bir evrendir...
Gelecekte de
hayat ve insan
Gizemini
korumayı sürdürecek...
Mucizeliği ve
şaheserliği
Hiçbir zaman
anlatılamayacaktır...
...
İnsan ve
hayatla ilgili,
Bu sahneden
gelip geçen,
Hala yaşamaya
devam eden,
Akıllı
insanların,
Bazı
özdeyişleri şöyle;
...
Goethe diyor
ki;
-ÖZDEYİŞLER
YERİ GELDİKÇE
HATIRLANMASI
VE YARARLANMASINI
BİLEN İNSAN
İÇİN BÜYÜK HAZİNEDİR...
...
Necimi Uygur
diyor ki;
-ÖZDEYİŞLER
EZBERE YAŞAYAN
LARI BİLE
KENDİNE GETİREN
YARARLI
EVRENDİR...
...
Anna Caroline
Dejesus;
-HAYAT KİTAP
GİBİDİR
ANCAK ONU
OKUDUKTAN SONRA
İÇİNDEKİLERİ
ÖĞRENİRİZ.
ÖMRÜMÜZÜN
SONU GELİNCE DE,
ONU NASIL
GEÇİRDİĞİMİZİ ANLARIZ...
...
Volter ise;
-ÇOK AZ
İNSAN,
BAŞKALARININ
DENEYİMLERİNDEN,
YARARLANMAYI
BİLECEK KADAR
AKILLIDIR...
...
Carlye;
-YAŞAM
DENEYLERİ EN İYİ
ÖĞRETMENDİR;
AMA OKUL
MASRAFI
FAZLADIR...
...
GOETHE;
-BİLİMLERİN
EN ÇETİNİ,
BBİR HAYATI
İYİ,
YAŞAMASINI
BİLMEKTİR...
...
FROUDE;
-İNSAN KENDİ
HATALARINDAN
BİLE ÇOK ŞEY
ÖĞRENİR...
...
Buraya bir de
can dostumuz kedi ile
İlgili
tespiti yazmalıyım;
Anna Caroline
Dejesus;
-KEDİ
FİLOZOFTUR; KİMSEYE
KARŞI DERİN
BİR BAĞLILIĞI
YOKTUR VE
KİMSENİN ESİRİ OLAMAZ;
GİTTİĞİ ZAMAN
DA GERİ DÖNMEZ;
BU DA İRADE
SAHİBİ OLDUĞUNU GÖSTERİR...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
BİR ÖMÜRE
BİN ÖMÜR
SIĞDIRIR...
Işıklı ve
bilge insan;
Geçimsiz ve
dik başlı değil,
Daima akılcı,
uyumludur,
Yıkım ve
yaratımı planlı yapar,
Kök salacağı
toprağı daima bulur...
...
Çok usta bir
gözlemcidir,
Başkalarının
karakterini inceler,
İnanılmaz
dersler çıkartır,
Deneyimler
elde etmeyi başarır,
Hak
etmediğine inanmaz,
Her
hücresiyle ömrünce,
Daima barış
içindedir,
Kendini her
fırsatta sever,
Ve de yaşamı
boyunca ödüllendirir...
...
Ağzından bal
tadında,
Daima ışıklı
ve olumlu,
Yapıcı,
onurlandırıcı sözler çıkar,
İnanılmaz
güçlü belleğe sahiptir,
Kimseye
yaltaklanıp biat etmez,
Hayatının her
aşamasında
Şaşılacak
derecede başarılıdır...
...
Harika bir
çocukluk,
Dönemi
geçirmiştir,
İyinin ve
kötünün ötesinde yaşar
Ucube
düşünceleri olan,
Ayrık otu
olanlardan uzak durur,
Her koşulda,
herkese karşı,
Daima
yardımcı kurtarıcı,
Ve yol
göstericidir...
...
Hayatı
boyunca kimsenin,
Düzenini
bozmaz, bozanları da,
Hayatının
kenarına bile sokmaz,
Plansız ve
teklifsiz durumları yoktur,
Asla habersiz
hareket etmez,
Düşüncenin en
güzel,
En olumlu,
daima yapıcı,
Ve üç
sınırlarda yaşar...
...
Gerçeğe
arama, gözlemleme,
Erişme biçimi
her,
Yaşında daima
matematiksel,
Doğrulardan
oluşur
Ve her
koşulda çok akıllıdır...
...
Büyük ve
evrensel ruh
Ve aydınlık
akıldır,
Doğduğu andan
başlayarak,
Kendiyle ve
yaşamla ilgili,
Her tür
problemlerini,
Mezara kadar
devam,
Edecek
şekilde çözmüştür,
Evrensel
akışa neşeyle eşlik eder...
...
İyi
yüzlülerden tamamen,
Ve ömrünce
uzaktır...
İnce
gözlemler yapar, düzenli,
Okur,
çevresindeki insanları,
Aralıksız
olarak aydınlatır,
Düşleriyle
yazar elleriyle yaşar,
Geleceğe
yazılmış,
Anıtsal
şiirler ustasıdır...
...
Bilinçaltı ve
bilinç üst,
Doğuştan
uyumludur...
Hayatta
yaptığı gözlemlerle,
En olgun
kelimeler çıkartıp,
İnsanlara en
doğru,
En
matematiksel,
En olanı
karşılıksız sunar,
İçindeki
evrensel,
Gücü
keşfetmesi mucizedir,
Doğduğu anda
aklın ışığını
Yakalamıştır,
çevresini
Onunla
aydınlatma görevini,
Kusursuzca
sürdürür...
...
Kötülüğün her
türünü silip atar...
Vaat edilmiş,
ama her anını
Güzelleştirmeyi
başardığı,
Örnek bir
ömür sürer,
Bilinmezlere
dokunur,
Tarifsiz
biçimde güçlüdür...
...
Sevginin
çılgınlığını yaşar,
Özünü her
türlü cevherine
Ulaştığı için
bazı gizlerini,
Sadece
kendine saklar,
Hayatla
yapmayı başardığı,
Tüm
savaşlardan,
Ustaca elde
ettiği,
Zaferler
zenginidir,
Düşüncenin
ölümsüz,
Evrensel
tohumları ondadır...
...
Her düşünce
ve eyleminde,
Karşısındaki
kişiye,
Yeni duygular
düşünceler
Pencereleri
açar, kelimeler,
Onun
çocukluğundan beri,
Bilgece
yönettiği oyuncağıdır...
Sözcüklerin
efendisi,
Düşüncelerin
efsane işçisidir,
Hayatın önüne
çıkarttığı,
Ve
çıkartabileceği,
Her
karanlığına dayanıklıdır...
...
Bilinmezi
bilir, görünmezi görür...
Bilgeliğin
yaşayan ve yürüyen
Görüntüsüdür
o bir hayatında,
İnanılmaz ama
bin hayatı yaşamayı,
Başaran bilgi
sihirbazıdır...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
BİR YILDA,
ALTI GAZETECİ
HAYATA VEDA
ETTİ...
Enver
Özelsancak,
Mustafa
Özgür,
Zeki Ateşok,
Abdullah
Yakar,
Abdullah
Bulca,
Mehmet
Mercan...
...
Her gazeteci
çağının
Tanığıdır der
bir özdeyiş...
Bir yılda tam
6 can,
Adanalı altı
gazeteci
Hayata veda
etti,
Dünya
gezegenindeki
Tiyatro
sahnesi olan,
Yaşamdan
sessizce ayrıldılar,
Herkes için
kaçınılmaz,
Olan sonsuz,
Uykularına
yattılar...
...
Her biri
benim saygıdeğer,
Meslektaşımdı
çok iyi tanıyordum,
Her biri
yaptığı işine âşıktı,
İnanılmaz
güzel duygulara sahipti,
Her insan
gibi her biri de,
Evrendeki
büyük mucizeydi,
Yerleri
sonsuza kadar,
Doldurulamayacak
biricikti...
...
Devletini,
ülkesini,
Milletin,
Adana’yı,
Derinden
seven canlardı...
...
Şair diyor
ya;
-HER ÖLÜM
ERKENDİR...
Değerli
meslektaşlarımla,
Yıllarca aynı
ortamlarda,
Birlikte
bulunduk,
Hepsiyle defalarca
sohbet ettim,
Mesleğimizle
ilgili,
Bilgi
alış-verişinde bulundum,
Biri
diğerinden,
Öteki de
ötekinden daha,
Saygıdeğer,
beyefendiydi...
Karıncayı
bile incitmeyen,
Her
sözlerinde saygılı, kibar,
En doğal
Adanalıydı...
...
İnsan isimli
bu harika,
Mucize
varlık, sadece bir kez
Yaşama
şansına sahip oluyor...
Hayatın
tekrarı, yedeği,
Ertelemesi,
uzatılması,
Başka birine
devredilmesi,
Tasarrufu
falan yok,
Olmaz olamaz
olmayacak,
Geldin ve
gittin oluyor
Hepsi bu
kadar nokta...
...
Bu sahnede,
Önemli olan
geride,
Çok güzel
anılar, unutulmaz,
Dostluklar,
mümkünse,
Gelecek
kuşaklara o kişinin,
Yaşadığını
anlatabilecek,
Eserler de
bırakabilmektir...
...
-BAKİ KALAN
BU KUBBEDE,
HOŞ BİR SADA
BIRAKMAKTIR...
Her biri de
güzel insandı,
Çok değerli
meslektaşımdı,
Her türlü
güzelliklere sahipti...
Çok zor bir
meslek olan,
Gazeteciliğin
her türlü sıkıntılarına,
En gönüllü
şekilde katlandı,
Risklere
girdiler,
Defalarca
hâkim karşısında
Hesap
verdiler
Ama
inandıkları uğraşlarından,
Bir adım geri
atmadılar...
...
Her biri
varlığını bu işe adamıştı,
Çalışarak
alın teriyle,
Kazandıkları
parayla,
Dünya isimli
bu sahnede,
Geçimlerini
sağladılar,
Nesillerini
sürdürecek,
Canlarından
parça,
Olan güzel
çocukları
Dünyaya
getirdiler,
Ömürleri
mücadeleyle geçti,
Bu güzel
Adanalı kardeşlerimin,
Ruhları şad
mekânları cennet olsun...
...
Elbette dünya
kimseye kalmaz,
Kalamaz,
kalmayacaktır...
Her ölüm
ibret almayı başaranlar,
Akıllı
insanlar,
İçin çok
büyük derstir...
Ne mutlu bu
dersi alıp,
Çevresindeki
insanlara karşı,
Sevgi, saygı,
muhabbette
Kibar nazik
davrananlara,
Kimseye
haksızlık etmeyenlere,
Kimsenin
hakkını yemeyenden,
Bu sahnedeki
rollerini,
Tamamlayanlara...
...
İnip
gittikleri,
Peşlerinde
bıraktıkları,
Dünya
sahnesinden,
Geride kalan
insanlarca;
-Çok iyi
insandı,
-Güzel anılar
yaşadık,
-Güzel anılar
yaşattılar,
-Karıncaların
bile üstüne basmadılar,
-Mesleklerinden
ödün vermediler,
-Örnek yaşam
sürdürdüler,
Dedirtebildiler...
...
Haddim
olmayarak
Şunu da
eklemek istiyorum;
-İNSAN ÖLÜR
KALIR
ESERİ, sözüne
uygun olarak,
Her insanın
hayatı kutsaldır,
Her insan tam
bir mucizedir,
Her insanın
hangi mesleği,
Yaparsa
yapsın hayatı,
Gözlenip,
belgeselleştirmeye
Değecek yüce
ve şahane varlıktır...
...
Şunu söylemek
istiyorum;
Sadece
gazeteciler için değil,
Tam bir
tiyatro sahnesi olan,
Bu dünyadan
gezegeninden,
Ayrılmadan
önce,
Her insan
keşke yeni nesillere,
Kendisini
hatırlatacak birkaç eser
Bırakabilse
bu daha da
Güzel olur
olurdu...
Bu giden
insanların,
Kalan ve yeni
sahneye
Çıkacak
nesillerin düşüncelerinde,
Daha uzun
süre hatırlanmalarına
Neden
olabilirdi diye tahmin ediyorum...
...
Bilimsel
araştırmalara göre,
Bu tiyatro
sahnesine
120 milyar
insan gelmiş,
Yaşamış, DNA’
larını bırakmış,
Ya da
bırakamadan geçip gitmiştir...
Kural bundan
sonra da değişmeyecektir...
...
Filozof diyor
ya;
-BAŞLAYAN HER
ŞEY BİTER,
Madem geldik,
kesin gideceğiz,
Sonsuza kadar
kalmak,
Yaşamak
olanaksız, olduğuna göre,
Arkamızda bir
ya da, birkaç eserle anılmak
Fena olmazdı
gibime geliyor...
...
Güle güle
altı güzel insan,
Güle güle can
dostlar,
Yolunuz açık
olsun,
Yanınızdan
bize de,
Yer ayırmayı
ihmal
Etmeyin,
geldiğimizde,
Yabancılık
çekmemiş oluruz...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
BÜYÜK ADAM
OLMAYAN
DELİ
OLUYORMUŞ...
İnsan DEĞERLİ
olduğunu
Kabul
ettirebilmek için;
-DELİ olur
mu?
...
Ya da,
BÜYÜK İNSAN
olduğunu
Kanıtlamak
için
DELİ olur mu?
...
Olur olur,
Hem de bal
gibi
Olurmuş...
...
Ünlü ruh
bilimci Freud;
-İnsanın
işini iyi yapmak
İsteği iki
şeye dayanır,
1-Cinsiyet,
2-BÜYÜK ADAM
olmak...
...
Başka bir
akıllı insanda
Aynı konuda
şöyle diyor;
-İnsanın en
büyük ve derin
İsteği
DEĞERLİ İNSAN olmaktır...
...
Sıradan her
insana ne istediği
Sorulduğunda;
Sağlık,
beslenme, uyku,
Para kazanma,
iyi bir gelecek,
Çocuklarını
güvenli,
Bir gelecek
sağlamak...
...
İnsanın
isteği olan,
Bunların
tamamı,
Yerine
getirilse bile,
Bir tanesi
getirilemiyormuş;
BÜYÜK ADAM,
DEĞERLİ
İNSAN,
Olma
gereksinimidir...
...
Akıllı başka
bir insan ise
Kişiyi
tanımlarken diyor ki;
-Her insan
iltifattan
Hoşlanır,
hepimiz içten
Takdiri
özleriz...
Övülmekten
hoşlanırız...
Ama bunlarla
pek karşılaşmayız...
Oysa bu istek
insanın
İçini
kemiren, açlık,
Susuzlukların,
En
şiddetlisidir...
Kalbin bu
açlığını,
Susuzluğunu
tatmin etmeyi
Bilen çok
ender insanlar,
Başkalarını
avuçlarının
İçine alır...
Çünkü bu
farklı durum,
İnsanı
hayvanlardan,
Ayıran bir
özelliktir...
Eğer insanda,
Bu duygu ve
düşünce olmasaydı,
Sahip
olduğumuz uygarlık olmazdı...
...
İşte BÜYÜK
ADAM olma,
İşte DEĞERLİ
İNSAN duygusu;
İnsanı
yaratıcı olmaya,
Yönlendirip
inanılmaz
Başarılara
imza attırıyormuş...
...
Örneğin bu
duygu,
Akıllı insana
ölümsüz kitap yazdırır,
Anıtsal
mimari eserler yaptırır,
Tapınaklar
başta olmak üzere,
Para aşkıyla
zengin eder,
Marka
kıyafetler giydirir,
Pahalı
otomobillere bindir,
Politikada
unvanlar aldırır,
Daha da ötesi
BÜYÜK
ADAM olma,
DEĞERLİ OLMA
duygusu,
İnsana
cinayet bile işletiyormuş...
...
BÜYÜK ADAM
olma,
DEĞERLİ OLMA,
Bu duygusun
göstermek
İçin insanlar
sempati ve dikkatle
Karşılanmak
için hastalanabiliyormuş...
...
Bazı insanlar
da,
BÜYÜK İNSAN,
DEĞERLİ
İNSAN,
Olamadıkları
için;
Akılları
başlarında olmasına
DELİ BİLE
OLURMUŞ...
...
Yani deli
olan insanlardan
Bazılarının
dünyada
Gerçekleştiremedikleri,
Önemlilik
duygusunu,
Delilikle
tatmin ettikleri,
Bilimsel
olarak saptanmıştır...
...
Değer
verilmesi için
Aklarlını
kaybederek,
Ona
kavuştuklarına göre,
Bizler de
aklı başında olanlara
Karşı içten
takdirlerimizi,
Söyleyerek
neler başarıp,
Harikalar
yaratabileceğimizi
Tahmin
edebilirsiniz...
(Dale
Carneıge’ nin,
Dost kazanma
ve insanları
Etkileme
sanatı kitabından
Esinlendim)
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
CANIM İSTEDİ
İÇ DÜRTÜSÜ...
Beşik
içindekine sorar;
-NEREDEN?
...
Kefen
içindekine sorar;
-NEREYE?
...
Yunus Emre
de,
-ANA
RAHMİNDEN
İNDİM PAZARA,
BİR KEFEN
ALIP
DÖNDÜM
MEZARA...
Bunlar,
hayatın uzun,
Ve kısa
özetidir...
...
Ama aklını
kullanmayan,
Okuyup
incelemeyen,
Bilinçli
olarak
Gözlemler
yapmayan,
Uzun bir ömür
sürse de,
Kitapla
tanışıp iki,
Satır
yazmayanlar,
Kendini ifade
edemeyenler,
Hayatın
anlamını,
Varlıklarının
önemini
Bin yıl
yaşasa da anlamaz,
Anlayamaz,
anlatamaz,
Anlamayacaktır...
...
O nedenle her
an,
Her insana
karşı alıngan,
Bencil,
saldırgan,
Önce kendine
küskün,
Kırgın,
etrafına daima
Sıkıntı
veren, kendini
Tanımadığı
huysuz,
Çevresinde
ise,
İstenmeyen
ikinci
Sınıf insan
olarak yaşar...
...
Bu tip
insanların
Varlığıyla
doğada biten,
Yaban otların
arasında,
Aslında hiç
bir fark yoktur,
Olmaz olamaz,
Olmayacaktır...
...
Elbette
evlenirler,
Çocuk sahibi
olurlar,
Torunları
olur,
Ama ne
kendinin,
Ne dünyaya
getirdikleri,
Canlıların
farkında,
Bilincinin
derinliğinde
Olmadan
rollerini
Bilmeden
rastgele,
Körebe
şeklinde oynarlar...
...
-Neden
küstün?
-Canım istedi
küstüm der,
-Neden kavga
ettin?
-Canım istedi
ettim,
-Neden adamı
yaraladın?
-Canım istedi
yaraladım,
-Neden
eşinden boşandın,
-Canım istedi
boşandım,
-Cezaevleri
ve karakol,
Adliyeler
bunlarla doludur...
Vs... vs...
vs...
...
Bu
anlayıştakilerin,
Dünyaya
bakışı,
İnsanı
anlaması,
-CANIM İSTEDİ
ile
Sınırlıdır,
ikinci ve
Üçüncü
cümleyi
Söyleyemezler...
...
Tıpkı
doğadaki diğer
Canlılar gibi
sadece...
İç dürtüsüyle
cinsel ilişkiye
Girer, iç
dürtüsü ister
Kavga eder,
iç dürtüsü ister,
Saldırıp
diğerini parçalar,
İç dürtüsü
ister,
Diğerlerinin
malını
Mülkünü
eşini, aşını çalar...
...
Yani diğer
ilkel canlılardaki
İÇ DÜRTÜSÜ
ile,
Yaşayanlarla,
CANIM İSTEDİ
diyenler,
Aynı çizgide
buluşur,
Aynı
anlayıştadır...
...
Ne insan
olmanın erdemini,
Ne üretmenin
okumanın,
Ne düşünüp
güzel konuşup,
Eşsiz eserler
yazmanın,
Erdemine
ulaşamadan,
BİR VARMIŞ-
BİR YOKMUŞ
olup giderler...
...
Tarih ve
zaman isimli,
İki ölümsüz
kanaat önderi
Evrensel
hakemi,
Bunların
yaşamını kayıt
Etme gereği
duymaz...
Ha bir ot,
Ha bir taş,
Ha bir
odundur...
...
Akıllı
insanların
Bu kişilerle
ilgili
Şu sözleri ne
kadar
Doğru ve
yerindedir;
...
Bir özdeyiş;
“İnsan en
vahşi hayvandır” der...
...
Başka bir
akıllı insan da;
-İnsan
insanın kurdudur, der...
...
Başka bir
akıllı insan da;
-İnsan
alıngan hayvandır, der...
...
Alınganlık ve
iç dürtülerinin,
Yarattığı
ruhsal bunalımlarının
Karmaşasında
ne yaşadıklarını,
Ne nezaket
kurallarını
Bilmeden yok
olup giden
Sayısız
insanlar vardır...
...
Oysa her
insan mucize,
Oysa her
hayat ilk ve son
Kez denenen
bir sihirli
Renkli
vazgeçilmez senaryodur...
Değerlendirmesini
bilen,
Ortaya
koydukları ürünleriyle
Ölümlerinden
yüzyıllar
Sonra da
hatırlamayı hak eder...
...
Bu akıllı ve
erdemli kişiler,
Canım istedi
diyenlerle,
İç
dürtüleriyle hareket edenlerden,
Farklıdır,
tarih ve zaman,
Onların
hayatlarını gelecek,
Kuşaklara
nakletmekten,
Ölümsüzleştirmekten
onur duyar...
ABDULKADİR
KAÇAR... Adana 2023
KENDİNİZLE
ARANIZ NASIL?
COVİT–19
virüsü,
Herkese
bulaştı;
Peki, sizi
hasta etti mi?
Yoksa etmedi
mi?
Her türlü
aşıya rağmen,
Birilerine
hemen hasta etti,
Bazılarını
hastalandırmadı...
...
Kiminin
bağışıklık sistemi
Virüsü yendi,
kimisi yenemedi ve
Bunun nedeni
çok basitti;
Bütün
hastalıkların temelinde;
-Kendinizle
aranız nasıl?
Sorusu
yatar...
...
Kendi ruh ve
bedenimizle,
Daima
barışıksak,
Kendimizi her
koşulda,
Hoş
görebiliyorsak,
Kendimizi,
suçlamamayı,
Başarabiliyorsak,
Muhteşem
olmasa da huzurlu
Bir hayat
yaşatabiliyorsak,
Hastalıklar
bizi teğet geçer...
...
Son
yıllardaki araştırmalarda,
Bütün
hastalıkların ruh,
Ve beden
arasındaki
Uyumsuzluktan
yani
Çözemediğimiz
sorunların,
Bedenimizi
otomatik,
Olarak
çalışan
Sistemine
zarar vermesinden
Kaynaklandığını
ortaya koymuş...
...
Eğer hayatla
uyum,
İçindeysek,
Kendimizle
kavgalı değil,
Barışıksak,
Huzurlu bir
hayatımız varsa;
Sorunlarımızın,
Ne olduğunu
biliyor
Bunlarla
yüzleşiyor,
Kendimize
zaman ayırıyor,
Neyi yapıp
yapmadığımızı,
Hangi
ortamda,
Kişilerle
ilişkimizin bizi
Rahatsız
ettiğini görüyor,
Ne yapmamız
Gerektiğini
bulup,
Sorunu
çözebiliyorsak,
O zaman
güçlü,
Ve büyük bir
Bağışıklık
sistemimiz
Daima
yanımızda
Ve
sorunlarımızı,
Çözecektir...
...
Sonuç olarak:
Bizi
sağlıklı,
Tutmak için
Titizlikle
organize,
Edilmiş bir
Bedene
sahibiz...
Ancak ruhsal,
Durumumuz,
Çatışmalarımız,
Sıkıntılarımız,
Ve olumsuz
Duygularımız
bizi hasta ediyor...
...
İçinde
bulunduğumuz,
Koşulların
zorluğu
Ne kadar
büyük ve
Aşılamaz
görünse bile,
Her daim
olumlu düşünüp,
Olumlu bakıp,
Bardağın
dolu,
Gülün
dikensiz yanını
Görmeliyiz...
...
Ben tüm
aşılarımı yaptırdım
COVİT-19
virüsü beni
Teğet geçti
galiba...
Hastalanmadım...
(Dr. Gülseren
Dudayıcoğlu’ nun
Makalesinden
esinlenilmiştir)
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
CUMHURİYETİMİZİN
100
YILI KUTLU OLSUN...
Aydınlık,
Modern,
Uygar,
Özgür Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin,
Özgür bireyi
olmaktan memnun musunuz?
...
İstediğiniz
yere gidebildiğiniz,
81 ilden
hangisini isterseniz yerleşebileceğiniz,
Alış veriş
özgürlüğünüzü
İstediğiniz
yatırımı yapabildiğiniz,
Yurtdışını
yapma özgürlüğünü
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin özgür bireyi olmaktan memnun musunuz?
...
85 milyon
insanımızın tamamının;
Cumhurbaşkanı,
Başbakan,
Bakan,
Milletvekili,
Vali,
Belediye
Başkanı,
Muhtar
seçilme şansının olduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, özgür bir yurttaşı
olmaktan memnun musunuz?
...
İstediğiniz
biçimde modern giyinip,
İstediği cep
telefonunu kullanıp,
Çağın en
güzel iletişimini sağlayan,
Özel
Radyoları,
Özel
Televizyonları,
Özel
Gazeteleri olan
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin özgür bir yurttaşı olmaktan memnun musunuz?
...
İletişim
çağının en önemli sistemi,
İnterneti
kullanarak dünyaya buluşmaktan,
Cep
Telefonlarınızla dünyayla iletişim kurmaktan,
Modern
uçaklarla seyahat etmekten,
Dünyadaki tüm
televizyon kanallarını özgürce izlemekten,
En güzel
otomobillere binme özgürlüğünüzden
YARINLARINIZA
UMUTLA BAKMAKTAN,
GELECEĞİNİZE
GÜNVENLE YÜRÜMEKTEN
Memnun
musunuz?
...
Bu sorulara
nasıl yanıt verirseniz verin;
Ama şunu
unutmayın;
Kendini
bilen,
Akıl sağlığı
yerinde olan,
Dış ve iç
düşmanların tetikçiliğini yapmayan,
Devletine
karşı,
Ulusuna
karşı,
İnsanlığa
karşı,
Sorumluluğunun
bilincinde olan;
85
milyonun da
Bu
sorulara yanıtı EVET olacaktır...
...
Beşikten
mezara kadar su sahip olduğumuz;
Tüm
özgürlük, çağdaşlık, zenginlik, uygarlı, olanaklarımızı,
Cumhuriyetimize,
onu kuran Büyük Atatürk ve silah arkadaşlarına borçluyuz..
...
Bu güzellik,
özgürlük, olanaklarımızın daha da artması,
Yaşam
kalitemizin daha da yükselmesi;
Elbette
Cumhuriyetle,
Elbette
Atatürk devrimleriyle olacaktır...
Elbette
demokrasiyle olacaktır...
...
BAYRAM;
ulusça kutlanan önemli günler anlamındadır...
Yukarıda
saydığım, sahip olduğumuz her şeyimizi bu gün 100. yaşını kutladığımız
cumhuriyetimize borçlu olduğumuzu unutmamalıyız...
Türkiye
Cumhuriyeti tarihte kurduğumuz 17. devletimizdir...
Bu gün
Türkiye Cumhuriyeti yeni bir fidan kadar körpe, taze iştahlı, yaşama dört elle
sarılan, coşkulu, sevinçli, yarınlarından umutlu bir tazeliktedir...
...
Türkiye
Cumhuriyeti bin yaşındaki bir çınar gibi dimdik ayakta, kararlı, erdemli,
gururlu, yaşama coşkusuyla dolu ve onurludur...
...
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti bu gün dünyadaki 192 devlet arasında ilk on içinde; birinci
ligde yer almaktadır...
Saygın,
soylu, çağdaş, uygar, modern, barışçı, adaletlidir;
Yurtta barış,
cihanda barış ilkesiyle;
Her türlü
gelişmeye-değişmeye, Büyük Atatürk’ün gösterdiği MUASSIR MEDENİYETLERİN ÜSTÜNE
ÇIKMA yarışına ışık hızıyla devam etmektedir...
...
Türkiye bu
gün itibarıyla;
Eğitilmiş
insan gücümüz,
Sahip
olduğumuz yer altı yerüstü zenginliklerimiz,
Sahip
olduğumuz teknolojimiz,
Bilgi toplumu
olma yönünde bilgisayar devrimimizle gerçekleştirdiğimiz başarılarımızla,
İletişimde
gerçekleştirdiğimiz devrimlerimizle,
Uzaydaki
uydularımız,
Savunma
sanayimiz,
Kendi
yaptığımız uçaklarımız,
Dış
satımımız,
Üretimimiz,
Dünyanın en
iyi savaşan ordumuzla,
İnanılmaz bir
gücü, dinamizmi, gelişmeye, her alanda güçlenmeye açıktır...
Bu
kararlılıkla yoluna devam etmektedir...
...
Kurtuluş
Savaşımız, sonu yüzde yüz zaferle sonuçlanan;
Ve
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuyla taçlanan insanlık tarihinin gördüğü,
Mazlum
milletlere örnek olan en büyük özgürlük savaşıdır...
...
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin bulunduğu Anadolu toprakları;
Jeopolitik,
Jeostratejik olarak dünya isimli gezegenin en zor coğrafyasında
bulunmaktadır...
Bin yıldan
beri yaşadığımız ve sonsuza dek yurdumuz olacak olan bu topraklar uğruna öldük,
gerektiğinde her zaman ölmeye hazırız...
Mithat Cemal
Kuntay şöyle diyor;
-BAYRAKLARI
BAYRAK YAPAN ÜSTÜNDEKİ KANDIR,
TOPRAK EĞER
UĞURUNDA ÖLEN VARSA VATANDIR...
...
Tarihimiz
boyunca tüm düşmanlarımız bizi savaşarak asla yenemediler...
Hepsini dize
getirdik, yendik, yok ettik, denize döktük, gerekenleri yaptık
Yarında
durum farklı olmayacaktır,
Dostlarımıza
güven, düşmanlarımıza korku vermeye devam edecektir...
...
Şurası asla
unutulmamalıdır ki;
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti sıradan bir devlet değildir,
Türkler de
sıradan bir millet değildir...
Güzel ülkem
üzerinde bu güne kadar oynanmak istenen hain ve sinsi tüm oyunları bozduk,
yarında bozmaya devam edeceğiz...
...
Sonuç olarak;
Büyük Türk
Milleti tarihi boyunca hep özgür yaşadı;
Bundan sonra
da özgür, modern, çağdaş, uygar, MUASSIR MEDENİYETLERİN ÜSTÜNDE yaşamaya devam
edecektir...
Büyük
Atatürk;
-ÖZGÜRLÜK
BENİM KAREKTERİMDİR, derken Türk Milletinin özgürlüğüne verdiği önemin altını
çiziyordu...
...
Büyük Türk
Milletine Cumhuriyeti armağan ettiğin için;
Teşekkürler
büyük Atam...
Sizi her
geçen gün;
Daha büyük
bir saygıyla,
Daha büyük
bir minnetle,
Daha büyük
bir özlemle,
Daha büyük
bir coşkuyla anıyoruz,
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti sonsuza kadar yaşayacaktır...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
Geçtiğimiz
günlerde hayata veda eden efsane hocaların hocası;
ÇÜ’ KURAN
PROF. DR.
MİTHAT
ÖZSAN’IN
AĞZINDAN
ÜNİVERSİTE
NİN GERÇEK
ÖYKÜSÜ...
Ben o
yıllarda Ankara Üniversitesi’nde ziraat fakültesinde doçenttim...
Başbakan
Süleyman Demirel özel araç gönderip beni makamına çağırdı...
-Mithat Adana
bu seçimlerde 16 milletvekilinden 14’ün bana verdi...
Orada beni
çok seviyorlar, yere göğe sığdıramıyorlar...
Adanalılara
söz verdim...
Oraya bir
üniversite kuracağım...
O yıllarda
Hasan Celal Güzel de Milli Eğitim Müsteşarıydı...
En uygun kişi
sensin, bir de yanına Hasan’ı vereceğim...
-Başbakanım
ben yerimden memnunum... Yerimden kımıldatmayın dedim...
-Yok, Mithat
ben Adanalılara söz verdim... Bu işi sen yapacaksın...
...
1969 yılında
Hasan Celal Güzel ile birlikte Adana valisine iletilmek üzere bir resmi yazı
verdi...
Valiye
başbakan deyince karşımızda esas duruşa geçti...
-Emredersiniz,
dedi...
Hocam size
bir Cemse vereceğim, bir de Adana’ yı çok iyi tanıyan kişi size eşlik edecek...
Gezin,
dolaşın, Adana da nereyi uygun görürseniz üniversiteyi oraya kuralım dedi...
Belediye
Başkanı da AP’ li(Ali Sepici’ydi)...
BİZ haritaya
bakarak Adana nın ÇOTLU köyü, Çimento Fabrikası civarı, Yamaçlı, Kurttepe,
Kabasakal köylerini
15 gün
süreyle aralıksız olarak dolaştık hiç bir yer hoşuma gitmedi...
Üniversiteyi
kurmak için uygun değildi...
O günlerde
DSİ bölge müdürü olan kişi,
-Başbakanın
misafirlerini baraj gölü tesislerinde ağırlayalım demiş...
Bize muhteşem
bir sofra hazırlamışlar... Gölün kenarında masaya oturunca karşıdaki Balcalı
Köyü’nü gördüm...
-Adana’yı çok
iyi bilen arkadaşıma sordum; burası neresi dedim?
-Efendim
Balcalı köyü dediler...
Neredeyse
yemek yemeden kalkıp gitmeye karar verdim, ama ısrar üzerine yemeğimizi
yedik...
O yıllarda
şehirden 6.kolordu Komutanlığına kadar basit bir yol vardı...
Balcalı
Köyünün yolları keçi yoluydu;
Köylüler atla
eşekle gidip geliyormuş...
Oradan bize
de İki üç katır ayarladılar... Balcalı Köyüne geldik, muhtarı bulduk;
-Buraya
Üniversite kuracağız deyince muhtar itiraz etti... Olmaz, kabul etmeyiz...
Burada
evlerimiz, tarlalarımız atalarımızın mezarları var falan dedi...
Başbakanın
gönderdiğini anlatınca biraz durdu;
-İhtiyar
heyetini topla dedik; heyet toplantı 36 bin dönümlük arazisini üniversite
kurmamız için vermek istemediler...
İşte orada
politikacı Hasan Celal Güzel devreye girdi, şöyle dedi;
-Biz Sayın
Başbakanın emriyle buraya geldi...
Üniversiteyi
buraya kuracağız...
En iyi yer
burası, akıllı olun...
Başbakana
şimdi giderim, kamulaştırıldı diye kâğıdı alır gelir burada size bir lira
vermeden köyü yıkıp yok ederiz...
Ama canınızı
sıkmayın, burayı kamulaştırdığımızda;
Bir liralık
yerinize üç lira ödeyeceğiz,
Bir metre
kare yerinize üç metre arsa vereceğiz...
Adana’nın
neresinden isterseniz oraya yerleştireceğiz dedi...
Bu kez
muhtar, ihtiyar heyeti yelkenleri suya indirdi;
Bize dışarıda
beklememizi söylediler... Sonunda zoraki kabul ettiler;
Balcalı
Köylülerinin tamamı bu günkü Yavuzlar Semtindeki Sepici mahallesini beğendiler
orada yıkılan evleri ve arsalarına karşı üç kat daha büyük arsalar, evler
aldılar...
Ayrıca her
aileden bir kişiyi üniversiteye aldık...
O yıllarda
Balcalı Köyünün tamamını yıkmak için çok uğraştık bu günkü gibi iş makineleri
falanda yoktu...
1969 dan 1973
yılına kadar orada hafriyat çalışmaları yaptık...
1973 de önce
Köprüköyünde Ziraat Mektebini kurdum...
Sonra
Çukurova Üniversitesini adım adım gerçekleştirdik...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
(Not;
üniversitede görev yapan Şinasi Özsoy’ isimli memura prof. Dr. Mithat Özsan’ın
bire bir anlattığı Ç.Ü. gerçek kuruluş öyküsü... Noktasına virgülüne
dokunmadan)
ÇANAKKALE
ZAFERİNİN
108.YILI
KUTLU OLSUN...
Çanakkale
Zaferi nin 108 yılı coşkuyla kutlanıyor...
Tam
108 yıl önce düvel-muazzama denilen dönemin süper 7 gücünden oluşan; Düşman donanmaları;
Çanakkale’yi
geçip; boğazlara hâkim olmak ve Osmanlı imparatorluğunu yok edip tarihe gömmek
için Çanakkale boğazına gelmişlerdi...
...
Ancak
onların unuttukları bir şey vardı;
-ÇANAKKALE
GEÇİLMEZ, sözünü bilmiyorlardı...
...
Tarihte
eşi benzeri görülmemiş savaş aylarca sürdü...
Çanakkale
Savaşı ve Zaferi;
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna kadar gidecek olan bir büyük kahramanı;
Atatürk’ü
tarih sahnesine çıkarmıştı...
Çanakkale
de dehası, insanüstü çabalarıyla aylarca süren savaşı zaferle sonuçlandıran
Albay Mustafa Kemal;
Birkaç
yıl sonra Samsun a çıkacak;
Esas
büyük kurtuluş savaşımızın da başarıyla kazanarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti
kuracaktı...
...
İşte
ÇANAKKALE Yİ GEÇİLMEZ yapan bu savaşı anlatan bazı sahneleri fotoğrafları
şöyle...
1.
fotoğraf;
Düveli
muazzama denilen, döneminin süper 7 gücü Çanakkale boğazını geçmek için
binlerce gemi, yüz binlerce askerle Osmanlı ları zorlamaktadır...
Çanakkale
de Albay rütbesiyle savaşan;
Büyük
kurtarıcı Mustafa Kemalpaşa askerlerine tarihte eşi benzeri görülmemiş olan şu
emri verir;
-Ben
size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum...
Biz
ölünceye kadar geçecek zaman zarfında başka kuvvetler kumandanlar yerimize
geçebilir...
...
2.
fotoğraf;
Mustafa
Kemal Çanakkale’de Türk askerine duyduğu hayranlığı dile getiren satırlarında
şöyle demişti;
-Karşılıklı
siperler arası mesafe sekiz metre...
Yani
ölüm muhakkak...
Birinci
siperdekiler hiç biri kurtulmadan yere düşüveriyor...
Hemen
arkasındaki onların yerine gidiyor...
Öleni
görüyor, üç dakikaya kadar kendisinin öleceğini de biliyor ama hiçbir tereddüt
göstermiyorlardı...
...
3.
fotoğraf;
Çanakkale
de Havranlı Koca Seyit onbaşı olayıdır...
Düşman
topları Mecidiye Tabyasını olanca gücüyle dövmüş...
Bir
tek Seyit Onbaşının topu sağlam kalmış...
Ama
onun da vinci kırılmış...
Bulamış
ellerini toprağa bu kara yağız delikanlı ve kucaklamış 276 kiloluk mermiyi...
Yalpalaya,
yalpalaya altı basamaklı merdivene tırmanıp koymuş namluya sokmuş ve
ateşlemiş...
Sonra
iki defa daha tekrarlamış bunu...
Nihayet
vurmuş düşman zırhlısını devirmiş...
Akşam
komutanı gelip öpmüş alnından...
-Bir
daha kaldır oğul göreyim, demiş...
Çamlık
Köyünden Mehmet Oğlu SEYİT ONBAŞI bakmış mermiye,
-Daha
kaldıramam kumandanım demiş...
...
4.Fotoğraf;
İngiliz
parlamentosunda yenilgilerine kılıf arayanlardan işgal orduları kumandanı
Hamilton şöyle demişti;
-Lordlarım,
biz görevimizi yaptık...
Hesabımıza
göre Gelibolu Yarımadasını 2,5 cm kalınlığında bir levhayla kaplayacak kadar
mermi attık...
Ne
yazık ki karşımızda ölmeyi emreden bir komutan; koşa koşa ölüme giden bir ordu
vardı...
Biz
başka ne yapabilirdik?
Elimizden
bu kadar geldi...
...
5.
Fotograf;
İngiltere
Başbakanı Winston Churchill de İngiliz Parlamentosunda benzer bir itirafta
bulunmuştu;
Başbakan
Churchill konuşmasında şöyle demişti;
-Çok
üzgünüm... Mağlubiyeti damarlarımda hissetmekteyim...
Her
şeyi planlamış, Çanakkale bizimdir demiştim..
Yanılmışım...
Bağrımda
İngiliz gururu olmasa;
TÜRK
ASKERLERİNİ ALINLARINDAN ÖPMEK,
AYAKTA
ALKIŞLAMAK İSTERİM...
...
Sonuç
olarak;
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde yaşayan her yurttaş;
Bu
Fotoğraflara iyi baksın..
Bu
fotoğrafları bir kez daha düşünsün,
Sahip
olduğumuz devletimiz neyin pahasına kuruldu?
Bu
gün özgürlüğümüzü nelere borçluyuz?
İyi
bilmeli, iyi bellemeliyiz...
...
Her
insanımızın üzerine titremesi gereken; Türkiye’miz üzerinde oynanmak istenen
oyunları el ele verip bozmalıyız...
Cumhuriyetimizin,
Demokrasimizin
Özgürlüğümüzün,
Bağımsızlığımızın
Temelini
oluşturan inanılmaz fedakârlıklar ve kahramanlıklarla oluşturulan altın
sayfalardır...
ÇANAKKALE
ZAFERİNİN 108. YILI KUTLU OLSUN...
Bu
büyük millet; gerektiğinde, gerektiği çağda ve zamanda, gereken zaferler
kazanıp; tarihe altın harflerle yazdırmaya devam edecektir...
Bunun böyle
bilinmesinde de fayda vardır...
ABDULKADİR
KAÇAR... Adana 2023
DAŞIRT OĞLUM
DAŞIRT...
Yer Adana;
1950’li, ,
1960’lı,
1970’li
yıllar...
...
O yıllar
toprak ağalığının,
Zirvelerinin
de zirvesi...
Ağa lüks
Amerikan otomobiliyle,
Petrol
istasyonuna girmiş;
Yerinden
kalkmadan ve kımıldamadan,
Görevlinin
yanına gelmesini beklemiş,
...
Koşarak
yanına gelen işçi,
Kendinden
emir şekilde,
Koltuğunda
oturan ağaya sormuş,
-Kaç liralık
benzin doldurayım ağam?
Ters ters
bakar görevliye ağa,
Sitem eder
bir şekilde;
...
-Bak hele
oğlum böyle,
Soru mu olur?
Buraya ağa
gelmiş ayıp değil mi?
Görevli
tekrar eder;
-Ağam Kaç
liralık benzin doldurayım?
Ağa kendinden
oldukça
Ve daima çok
emindir,
Çünkü toprak
bire bin vermiş,
Mahsullerini
yeni satmıştır,
Cepleri
paraları almaz durumdadır,
Bu akşam
ayrıca demir köprü,
Civarındaki
pavyonuna gidecek,
Felekten bir
gün çalacaktır;
Konsomatris
kadınlara,
20-30 şişe
şampanya
Açtırıp
patlattıracak,
Onların
üstüne paralar,
Yağdıracaktır...
...
Kendinden
talimat bekleyen,
Petrol
istasyonundaki işçiye
Şöyle der;
-DAŞIRT OĞLUM
DAŞIRT,
-NAADAR
ALÜYÜRSA
DAŞIRT...
...
Yani arabanın
deposu tıka basa
Dolacak, öyle
ki artık taşmaya
Başlayıncaya
kadar benzin olmalıdır...
...
Adana da o
yıllarda,
Otomobil
sayısı çok azdır,
Ağaların
sayısı da çoktur...
Elbette
DAŞIRTACAKTIR,
Elbette
DEPONUN DIŞINA,
AKACAK KADAR
DOLACAKTIR...
Bu yaşanmış
karikatürlere
Konu olmuş
bir gerçek olaydır...
...
Günümüzde
böyle bir
Olay yaşanır
mı?
Sanmıyorum...
Adana nın en
ünlü matbaa
Sahiplerinden
birisi geçenlerde,
Otomobilini
evinin önüne park
Etmiş üstüne
de örtüsünü örtmüştü;
-ARTIK
OTOMOBİLİMİ
KULLANAMAYACAĞIM?
BENZİN
FİYATLARI ÇOK ARTTI...
...
Google amcaya
sordum;
-Adana da
1950-60’lı,
Hatta 70’ li
yıllarda
Motorlu araç
sayısı nedir?
Çok
araştırdım yanıt alamadım...
...
Hele de o
yıllardaki
Sekiz
silindirli Amerikan
Otomobilleri
koca şehirde,
Belki birkaç
yüz olabilir
Diye
düşünüyorum...
...
Yani bu gün
ne o ağalardan
Ne de petrol
istasyonuna
Giren DAŞRT
OĞLUM DAŞIRT
Diyenler
maalesef kalmamıştır...
...
Yine ünlü
ömrü çalışmakla
Geçen büyük
bir iş adamı dün
Dert
yanıyordu;
-500 liralık
benzin aldım 13 litre
-Para pul
oldu arkadaş...
...
Görülüp
yaşandığı gibi,
Hayat
pahalılığı herkesi etkiliyor...
Dış güçlerin
ekonomimiz üzerinde
Emperyalist
emellerini gerçekleştirme
Senaryoları
yoğun ve acımasız
Biçimde,
ülkemizi yok etme
Noktasında
uygulanıyor;
Bu senaryo da
elbet bitecek,
Zaman
geçirmeden hemen başkaları
Mutlaka
devreye sokulacaktır,
“SU UYUR
DÜŞMAN UYUMAZ”
“SABIRLA
KORUK HELVA
OLUR” demiş
atalarımız...
...
...
BU DA GEÇER
YAHU diye
Sabredeceğiz...
Bir gün belki
de;
-DAŞIRT OĞLUM
DAŞIRT
Sözünü
söyleyeceğimiz fırsatlar
Tekrar gelir
mi?
Neden
gelmesin ki?
Umut var
olmak gerekiyor...
Güzel ülkem
üzerinde
Sayısız
senaryolar uygulandı,
Hepsinden
kahramanca kurtulduk...
Bu günün de
geçeceğine inanıyorum,
Vatanımız
olduktan sonra,
Her şey gelir
geçer yahu...
...
(DAŞIRT sözü
Adana’mıza
Ait yerel bir
ifadedir...
Dolup
taşıncaya kadar
Anlamındadır...)
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
DAVUL DOOOOM…
BAŞKAN OY…
Eski başkan öldü…
Yeni başkan onun için görkemli bir tören düzenledi…
Her şey tekmil… Belediye bandosuyla cenaze asri
Mezarlığa doğru ilerliyor çok güzel cenaze töreni yapılıyor...
Bandonun arkasında yürüyenler;
-Başkan kendisi de öldüğünde bunun gibi bir tören düzenlenmesini
istediği için bu şekilde davranıyor,
Diyenler de oldu…
-Aman efendim, bakmayın böyle söyleyenlere…
Biz cenaze törenine dönelim…
Davul;
-Dommm… Dommm… Dom…
Trampet;
-Tıkırdak tıkırdak…
Saksafon;
-Dot dottttt
Zil;
-Çast çast… Çast…
Orkestra şefinin elleri gökyüzünde sanki armuz topluyor gibi…
Sekiz, on sekiz, 118 rakamları çiziyor…
Hüzünlü bir cenaze marşı çalınıyor…
Kortejin önünde zabıta, eski başkanın tabutunu taşıyor… Arkasından
eski başkanın çok üzülen eşi, çocukları, diğer yakınları…
Onların hemen arkasından protokol…
Protokolün ortasında başkan…
Tam tekmil takım elbiselerini giymiş…
Bazen ellerini yanına salıyor…
Kâh birleştiriyor…
Bazen eli ile başkanın elini tutuyor…
Kulağına bir şey söylenmiş gibi yapıyor…
Gülümsüyor…
Bazen düşünüyor…
Kaşlarını çatıyor…
Cenaze töreninde çalan bandonun ritmine,
Uygun olarak tek tek basıp yürüyor…
Bazen arkasına doğru gidiyor…
Göbeğini dışarıya çıkartmaya çalışıyor…
Yürüyüşün her türlüsünü deniyor…
Güya cenaze töreninde protokol yürürken,
Başkanın ihale verdiği kişileri yanına çağırıp onlarla işleri
konuşuyor…
-Ne oldu? O nasıl? Çizim tamamlandı mı?
Ama başkan yaklaşık 500 metrelik yolda neler düşünüyor neler…
Mercimekli köfteler, sirkeli salatalar, cacıklar, t
Turşular, soslar, tahinler, şalgamlar, ayranlar…
Tabi asıl düşündüğü de;
-Oy… Oy… Oy… Oy…
Ey oy ne büyükmüşsün sen…
İki gözüm oy…
Canım ciğerim oy…
Çölde suyum oy…
Oy… Şıkırdım oy…
Nani nani oy…
Tarallilim oy…
Şıkırdım şıkırdım oy…
Davul;
-Dom dom…
Başkan;
-Oy oy…
Trampet;
-Tıkırdak tıkırdak…
Başkan;
-Oy oy… Oy anam oy… Oy… Oy…
Tören başka tören…
Cenaze değil sanki de oy toplama töreni…
Davul;
-Dom dom…
Başkan;
-Oy oy oy…
Trampet;
-Tıkırdak tıkırdak…
Başkan;
-Oy oy…
Saksafon;
-Dot dot…
Başkan;
-Oy oy… Oy anam oy…
Zil;
-Çast çast…
Başkan;
-Oy oy… Oy anam oy…
Konvoyda cenazenin arkasında yürüyenlerin,
Büyük bölümü politikacı…
Ne kurtlar var…
E, hepsi de birbirinin halinden çok iyi anlar…
Durak’ın oy hesabını bilen yaşlı,
Gözlüklü, kara kuru politikacı yanındakini dirseği ile dürtüyor;
-Oy… Oy… Duymuyor musun?
Bunum ne güzel oy kokusu alıyor…
Şişman olan kara burunlu eğri dudaklı olan;
-He ya… Politikayı yapana helal olsun…
İkisi birden kafayı onaylamak için sallıyorlar;
-Başkan Durak sana helal olsun…
Cenaze töreni hüzünlü,
Cenaze marşı acıklı…
Politikacılar olabildiğince neşeli…
Politikacılar şen…
Hem ağlayanların, hem gülenlerin,
Katıldığı törende gözyaşları, üzüntü ve sevin diye iki ayrı
oluktan akıyor sanki…
En önde belediye bandosu…
Arkada başkan ve yakınları…
Onların arkasında politikacılar…
Yeni başkanın 12 kişi sağında,
12 kişi de solunda…
Gazeteciler bazen cenaze marşının temposuna ayak uyduruyorlar…
Politikacılar arasındaki konuşmalara kulağımız takılıyor;
-S..tir e o pez..venk…
-P…k…
-Boynuzlu geziyormuş… Şerefsiz…
-Şu namussuz yaklaşmasın yanıma…
-Bak kaçıyor. Pz.kk..
-Gözlüğünün çerçevesini si…tiğm…
-Kör p..zvenk…
Cenaze konvoyu yoluna devam ediyor…
Büyük caddedeki apartmanların balkonlarından bakanlar…
El sallayanlar.. Yarı beline kadar sarkanlar…
Yolun kenarında sağda solda saygı duruşunda bulunanlar…
Cenaze geçinceye kadar esas duruşunu bozmadan saygı gösterenler,
selam duranlar…
Davul;
-Dom dom…
Başkan;
-Oy oy… Oy anam oy…
Trampet;
-Tıkırdak tıkırdak…
Başkan;
-Oy oy…
Eski politikacılar;
-Şunun ayağına kim basıyor deyip uygun adım(oy) temposuyla
yürüyorlar…
Tabi başkan bazen birkaç adım uygun,
Bazen de karışık adımla ilerliyor…
Kurt politikacı arkadaşını uyarıyor;
-Bak… Bak… Durak niçin bu kadar güzel tören düzenleri?
Kara kuru olan;
-Politika yaptı… Neymiş il yönetim seçimi varmış…
Diğer partililere gösteri yapıyor…
Öteki politikacı;
-Allahın’a kadar gösteri yapıyor…
-Niçin böyle görkemli tören düzenlendiğini ikinci nedeni de şu?
-Nedir?
-Durak nasıl olsa ben de öleceğim, diyor…
Bak ben yaşarken ölen başkana şöyle görkemli, böyle görkemli tören
yaptım…
Aklınızı başınıza alın haaa…
Ben ölünce de, gerçi ben ölmeyeceğim…
Hayatımın sonuna kadar başkan olarak kalacağım ya, diyor… O zaman
bana da en azından bu kadar güzel tören düzenleyin demek istiyor…
-Evet, bunu bilmeyecek ne var canım?
Davul;
-Doom dommm…
Başkan kalbinin üzerine koyuyor elini;
-Oy… Vallahi oy… Billahi oy…
Başka bir şey istemem sizden…
Saksafon;
-Dot dot dot…
Başkan;
-Oy… Her şeyim oy… Sağım solum oy…
İçim dışım, sigaram, suyum, yemeğim, her şeyi oy…
Zil;
-Çast çast.. Çast…
Başkan;
-Oy oy oy anam oy… Vay anam oy…
-OYYYYYYYY!!!!!!!
Ağıt yakmaya mı başladı ne?
Ah bu politikacılar ah…
Cenaze törenini bile politika malzemesi yaparlar…
ABDULKADİR KAÇAR ADANA
(1980 li yıllarda yayınladığım KILÇIK kitabımdan alınmıştır)
DEPREM
KARDEŞLİKLERİ
İnsanlık
tarihinin bu güne kadar
Gördüğü en
büyük
Karasal
deprem güzel ülkemi,
Yaktı, yıktı,
altını
Üstüne
getirip kül etti;
On binlerce
canlar aldı,
Yürekler
yaktı,
Evler anıtlar
yıktı,
Ocaklar
söndürdü,
Çocukları
öksüz yetim,
Anne babaları
evlatsız bıraktı...
...
Ama bu
felaket farklı
Bir şey daha
yaptı,
İster kabul
edin, ister etmeyin,
İnsanlar
arasında
Yeni
kardeşlik, arkadaşlık,
Dostluklar
oluşturdu...
...
Birbirini hiç
tanımayan,
Selam sabah
vermeyen,
Yolda görse
görmezlikten gelen,
Pek çok
insanı bu
Tarihi süreç
sanki kardeş yaptı...
...
Deprem
korkusu insanları,
Yaşama
bağlılık duygusu
Etrafında
buluşturdu,
Tanıştırdı,
selamlaştırdı,
Bir birine
sarılıp kardeş dost yaptı...
...
Bu kötü
felaket şartlarında,
Aynı sofrada
çay masasının
Etrafında
buluşturdu...
...
Aynı
korkuyla,
Aynı
mücadele,
Aynı hayatta
kalabilmenin
Ortak düşünce
etrafında buluşturup
Sarsılmaz
biçimde kaynaştırdı...
...
AFAD’ ın
çadırında
Oturdu
buluştu insanlar;
Aynı havayı
soludu,
Aynı çorbayı,
yemeği,
Aynı suyu
yiyip içti,
Aynı havayı
soludular,
Aynı sobanın
etrafında,
Bazen de
sandalyede,
Sabahladılar...
...
En büyük
karasal depremle,
Giderilemez
afet yaşadık,
Ama artık
değişip,
Normale dönme
zamanıdır
Belki de...
...
Bu inanılmaz
ve gerçekten de,
Çok zor
herkes gibi bende biliyorum,
Ama yine de
denemeye mecburuz,
Devinip,
değişip, dönüşüp,
Felaket
öncesine hızla ulaşmalıyız...
...
Olayın başka
boyutu şöyle;
Deprem öncesi
başlayan
Bazı
hikâyeler yarım kaldı...
Bir gün
öncesinde kavga edenler,
Sabah
konuşmak için uyudular
Bir daha
uyanamadılar...
...
İncir
çekirdeğini doldurmayan
Çok küçük
değerleri,
Olayları
mesele yaptılar,
Ama onları da
Çözecek zaman
bulamadılar...
...
Bu olaylardan
çıkan sonuç şu;
Hemen
sevdiklerinizle buluşup,
Duygu ve
düşüncelerinizi,
Zaman
geçirmeden onlara
İtiraf edin;
-Seni
seviyorum deyin,
-İnsanlara
sarılın,
-İyi ki
varsın,
-İyi ki
hayattasın,
-İyi ki
arkadaşımsın deyin...
...
İnanıyor ve
biliyorum ki;
Bu felaket
günlerinde
Kurulan
dostluk, kardeşlik,
Arkadaşlık
uzun yıllar devam eder...
İnsanlar bu
günleri anımsayıp
Güzel
günlerde de yaşamın tadını çıkartır...
...
Bir şarkı
sözü şöyle diyor;
-NASIL OLSA
HER ŞEYİN
ZAMANLA SONU
YOKMU?
ÖMÜR DENİLEN
ŞEY,
KÜSECEK KADAR
ÇOK MU?
...
Son söz;
Dilerim bu
deprem,
Bazı
konularda,
Burnundan kıl
aldırmayan,
İnsanları her
konuda olgunlaştırır,
Daha sağlam
binalar yapılır,
Karşıdaki
kişiyi daha iyi
Anlamayı
sağlar,
Herkes büyük
ve asrın felaketi
Öncesindeki
kardeşlik ve dostluğa
Yeniden
ulaşır...
...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
DEPREMİ
ANLATAN
GAZETE
BAŞLIKLARI...
-Şehidinin
giyemediği çorapları gönderdi...
-Güzel
ülkemin güzel insanları...
-Kan vermek
için kuyruk oluştu...
-Asya 30 saat
sonra kurtuldu...
-Yarısı yok
olan İslâhiye...
-Alüvyon
zemin şiddeti arttırdı...
-Adana’dan
hayat’a rüyadan kâbusa...
-İl merkezi
ağır yaralı...
-Minik
kalpler yürekleri ısıttı...
-Hep
yanınızda olacağız...
-Türkiye’yi
ağlatan mesajlar...
-Oyuncağına
100’le ekleyip gönderdi...
-4 yaşındaki
sıraç kıyafetini gönderdi...
-PTT’ den
deprem bölgesine ücretsiz kargı...
-Mucizenin
isimleri...
-Şartlar
zorlu...
-Madenciler
bölgede...
-İlk isteği
su oldu...
-16 kişiyi
kurtardılar...
-Yürek yakan
bağış...
-28 saat
sonra kurtarılan arda askere,
Seni bir
yerden tanıyorum...
-Deniz
seviyesi yükseldi...
-Mucize
kurtuluş...
-Kuzum diye
sarıldı...
-Bir yerde
enkaz diğer yanda yangın...
-Hayatın
kolonları kesilmiş...
-Acılı
bekleyişle mucize bir arada...
-3 milyonluk
daireler ilk yılında yıkıldı...
-29 saat
sonra Eylül’ün kurtuluşu...
-60 Bin
nüfuslu İslâhiye’nin yarısı yok...
-Umut acı
sevinç...
-Asfalt böyle
yarıldı...
-Demir ve
beton yığını...
-En büyük
ihtiyaç yiyecek...
-Kaldırımda
üç naaş...
-9.Kattan
yere yuvarlandılar...
-Başkan
karalar binalar dağıldı demir yoktu...
-Yerle bir
olan bina 9.kattan yere yuvarlandılar...
-Yaşayan
bilir anlatılmaz...
-8 bini aşkın
Mehmetçik kurtuluş tesellisi...
-Aman
çocuklar kaybolmasın...
-Etki alanı
çok büyük...
-Deprem
felaketti...
-Yaralılara
tahliye köprüsü...
-Tur rehberi
çiğdem aranıyor...
-Hayat
öpücüğü...
-Vagona
sığındılar...
-İstanbul’a
getirildiler...
-10 il afet
bölgesi...
-Gün beraber
olma günüdür...
-Ak Parti
Adıyaman milletvekili deprem kurbanı...
-Antalya da
50 bin yatak...
-TSK
sahada...
-3 ay OHAL
ilanı...
-İş
dünyasından yardım hamlesi...
-Acil
ihtiyaçlar yollanıyor...
-İş
makineleri desteği...
-Dostluk
çatısı kuruldu...
-Oteller
kapılarını halka açtı...
-100 Tır
dolusu su gönderildi...
-Fahiş fiyata
sıkı denetim...
-THY ve
PEGASUS bölgeden dönüşleri
Ücretsiz
yaptı...
-Konteynır
fabrikalarında olağanüstü üretim...
-420 madenci
kurtarmaya gönderildi...
-Yabancı
ekipler geldi, zamana karşı yarış...
-Yunan
Sismolog depremlerin devi bu...
-Mucize bebek
enkazda doğdu...
-Uluslar
arası STK’lar kampanya başlattı...
-KKTC
kapılarını depremzedelere açıyor...
-Pakistan
bakanları maaşlarını bağışladı...
-Büyük
felaket manşetlerde...
-Tek yürek
olduk...
-SET’ lere
ara verildi, tırlar yolda...
-Sanatçılar
kan verdiler...
-Dünya
ünlüleri kalbimiz Türkiye ile...
-Sporda
görülmemiş seferberlik...
-Yardım için
sıraya girdiler...
-Herkes acıya
merhem olma derdinde...
-RONALDI’ nun
imzalı forması depremzedelere...
-Gönülden
koştular...
-Umudu
yüklendi..
-Liseler 24
saat yemek hazırlıyor...
-Üniversitelerden
depremzedelere yardım eli uzanıyor...
-20 doktor 17
hemşire deprem bölgelerine gitti...
-Dayanın
geliyoruz...
(Bu başlıklar
8 Şubat 2023 tarihli Hürriyet ve bazı gazetelerden))
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
“DEVLET İÇİN
SEN NE YAPTIN?”
Devlet;
toprak bütünlüğüne bağlı olarak,
Siyasal
örgütlü bir ulusun ya da,
Uluslar
topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık...
...
Dünya adını
verdiğimiz bu gezegende,
3000 den
fazla ulus;
Yaklaşık 200
devlet bulunuyor...
Bu
şanslı uluslardan biriside hiç şüphesiz Türklerdir...
...
Hepimiz
kendimize şu soruları sormak durumundayız;
-Ben devletim
için bu güne kadar ne yaptım?
-Ben
devletimi seven, koruyan iyi bir yurttaş olabildim mi?
Vereceğimiz
yanıtlar eğer;
-Devletimi
sevdim..
-Devletimin
kurumlarına karşı saygıyla davrandım...
-Vergilerimi
ödedim...
-Devletimin
malına zarar vermedim...
-Askerliğimi
yaptım;
-Askerleri,
polisi, kolluk kuvvetlerine yardımcı oldum...
Şeklinde ise
siz iyi bir yurttaşsınız...
...
Yanıtlarınız
bunların aksi yönündeyse;
Kusura
bakmayın, siz iyi bir yurttaş sayılmazsınız....
Çünkü
devletimizi, sevmek, korumak, kollamak zorundayız...
-Devlet varsa
ben varım...
-Devlet varsa
sen varsın...
-Devlet varsa
biz hepimiz varız....
...
Devlet varsa;
Televizyonlarımız
var, demir yollarımız var,
Modern
hastanelerimiz postanelerimiz var,
Çağını
aşan kentlerimiz var, hava alanlarımız,
Her
türlü silahlarımız, modern kurumlarımız,
Dağlarımız
nehirlerimiz, denizlerimiz vs var...
...
Ama tüm
bunlar devlet varsa aşımız var,
İşimiz
var, yarınlardan umudumuz var.
Beşikten
mezara kadar insanın ihtiyaç duyduğu,
Tüm
gereksinimlerimizi karşılayabileceğimiz,
Güzelliklere
sahibiz demektir...
Devlet yoksa
bizde, birey olarak, aile olarak yokuz demektir...
...
Yaşlılarımızı
Irak işgalinde olduğu gibi,
Camide ibaret
yaparken bombalar paramparça ederler...
Bebelerimizi
kundakta öldürürler,
Kızlarımızı
dağa kaldırırlar...
Gelinlerimizi,
gelinlikleriyle yok ederler...
Damatlarımızı
gerdeğe girmeden öldürürler...
...
Devletimizi,
bölüp parçalayıp yutmak için gelenler;
İçtiğimiz suyu, yediğimiz ekmeğimiz elimizden
alacaktır..
Oturduğumuz
evi alacaktır,
Kullandığımız
petrol kaynaklarımızı alacaktır,
Tarlalarımızı
alacaktır,
Dükkânlarımızı
alacaktır...
Paramızı,
altınımızı, madenlerimizi otomobilimizi, alacaktır...
Karşı
geldiğimizde ise yedi göbeğimizle,
Birlikte
bizleri, hepimizi acımadan yok edecektir...
...
Her Türk
yurttaşı bunları iyice bellemelidir,
Her Türk
yurttaşı bunları iyi belletmelidir...
...
O nedenle;
şunları asla unutmayacağız;
1-
Devletimizi herkes sevmek ve korumak zorunda..
2-Ülkesinin
bölünmez bütünlüğünü herkes savunmak zorunda...
3-Devletini
herkes kollamak, zorunda...
4-Tüm etnik
guruplar; iç ve dış güçlerin,
Dolduruşuna
gelmemeli..
Dış güçlerin
yalanına,
Dış güçlerin
hilesine,
Dış güçlerin
kandırmasına,
Aldatmasına
inanmamalıdır...
5-Dış
güçlerin dolduruşuna gelip vatanına,
Devletine,
milletine ihanet etmemelidir...
...
Sonuç olarak;
her yurttaş;
- Devlet
benim için ne yaptı yerine?
- Ben bu
devletimin güçlenmesi, yükselmesi,
Modernleşmesi
için ne yaptım?
Sorusunu
sormalı yanıt vermelidir...
...
Devlet;
yaşamak ve yaşatmak için vardır...
Türk Hakan
BİLGE KAĞAN;
Göktürk
anıtlarından günümüzden,
1400
yıl öncesinden şöyle sesleniyor;
-Birliğinizi,
beraberliğinizi bozarsanız;
Kemiklerinizi
dağlar gibi yığarla,
Kanlarınızı
nehirler gibi akıtırlar...
...
Hacı Bektaş-ı
veli diyor ki;
Bir olalım,
iri olalım, diri olalım...
Çevremizdeki
komşularımız olan;
Irak,
Suriye gibi bir dönem özgür olanların;
Devleti
yıkılan, ülkesi bölünen insanların,
Başına
gelenlerden önemli ve büyük,
Dersler
çıkartmamız gerekiyor...
Buna en yakın
örnek, Irak tır...
Devlet
ortadan kaldırılmıştır...
Devlet
başkanı idam edilmiştir...
Bir milyondan
fazla Irak lı yaşamını yitirmiştir...
“AYIDAN POST
GÂVURDAN DOST OLMAZ”
Hepimiz
aklımızı başımıza toplamalıyız...
Abdulkadir
Kaçar... Adana2023
DÜNYADA
SADECE
BİR
MİSAFİRİZ...
Bu gün var;
yarın yoğuz...
Unutmamalıyız
ki;
İnsan olarak
bu dünyada,
Sadece bir
misafiriz...
...
Bir örnekle
açıklamak gerekirse;
Nasıl misafir
olarak gittiğimiz,
Yakın ya da
akrabalarımıza,
Yani ev
sahiplerine;
Nasıl kibar,
saygılı, sevgi,
Ve erdemli
şekilde davranıyorsak;
...
Oradaki
kurallara koşulsuz
Uyuyorsak
hürmet ediyorsak,
Hayat isimli
bu dünya,
Misafirliğimizde
de,
Çevremizdeki
canlı,
Cansız tüm
varlıklara,
Hayatımızı
şöyle ya da
Böyle
belirleyen,
İnsanlara
karşı da
Aynı nezaket,
Saygı,
Ve kibarlıkla
davranmalıyız...
...
Çünkü insan
misafirler geldiği
Evden bir
süre sonra,
Nasıl kalkıp
giderken;
Arkasından
iyi sözler
Söylenmesi
için titiz,
Duyarlı
davranıyorsa;
İşte dünya
isimli bu sahnede de
Zamanımız
kesin dolacak,
Bir gün
istesek de,
İstemesek de,
Farkında
olsak da,
Olmasak da
gitmek,
Zorunda
olacağız...
...
Önemli olan
yüzde yüz bitecek
Olan bu
sayılı günlerdeki
Zamanımızı
çok verimli,
Ve en iyi
şekilde,
Değerlendirebiliyor
muyuz?
Bu soruyu
kendimize,
Sürekli
sormalıyız...
...
Şöyle
demeliyiz;
Yaşam
sahnesinde bulunduğumuz
Süre içinde
hangi başarılara imza attık?
Kendimizi
geliştirmek için,
Çağdaşımız
insanlardan,
Farklı ve
ileride olarak neler yaptık?
...
Hangi ölümsüz
eserleri okuduk,
Hangi akıllı
insanların,
Düşüncelerini
öğrenip,
Hayat
deneyiminden yararlanıp,
Kendi
yaşamımıza,
Daha da
güzellikler kattık?
...
İmkânsız
denilen, öyle görünen,
Neleri
imkânlı hale getirmeyi başardık?
Çevremizdeki
hastalara,
Yoksullara,
yolda kalmışlara,
Yardım
edebildik mi?
...
Çaresiz çare
olabildik mi?
Canlı cansız
diğer varlıklara,
Herhangi bir
zarar vermeden,
Onların
hayatlarına olumlu,
Şekilde
dokunabildik mi?
...
Gönüllerde
güzel sözlerle,
Yer bulup
doğru ve mutluluk,
Mesajlarıyla
o hayatlara,
Olumlu
katkıda bulunabildik mi?
...
Şurası asla
unutmamalıdır ki;
Yaşadığımız
sürece irili ufaklı,
Sorunlarımız
hep oldu ve olacak...
...
Bizden yüz ya
da binlerce yıl,
Önce de bu
sahnedeki
Misafirlikleri
sona ererek,
İnip
gidenlerin de devasa,
Sorunları
vardı...
...
Onlarda iyi
ve kötü insanlara
Karşı yaşama
mücadelesi verdi;
Kötülerden
uzaklaştı,
İyileri dost
ve arkadaş edindi,
Şimdi onlar
yok bu sahnede,
Bizler
bulunuyoruz...
...
İçinde
bulunduğumuz
Hayat
koşullarının boyutları,
Ne kadar
önemli ve büyük,
Bile olsa
mücadelemize
Aralıksız
devam etmeliyiz...
...
Tutum ve
davranışlarımızla,
Gönüllerde
örnek insan olmalıyız,
Saygılı,
kibar, nazik ilişkilerle,
Adaletli
davranıp, sevgiyi yaşama
Biçimi haline
getirerek,
Akıllarda yer
edebilecek bir yaşam
Serüveni
izlemeyi başarmalıyız...
...
Bunlardan
daha da önemlisi;
Yolun sonuna
ulaşıp,
Arkamıza
dönüp baktığımızda;
“KEŞKELERİMİZ”
miz olmadan,
Yaşam isimli
bu serüveni,
En onurlu
şekilde noktalamak
İçin çok
titiz ve duyarlı davranmalıyız...
...
Bir akıllı
insan diyor ki;
-Tüm
canlılara göstereceğimiz
Saygı ve
sevgi bize gerçek
Mutluluk
olarak geri döner...
Bunu ta
gönüllerimizde hissedersek,
İşte en çok
işte o zamanlar da,
İYİ Kİ VARIM;
İYİ Kİ YAŞIYORUM,
Diyebiliriz...
Gözlerimiz
tamda o zaman,
Etrafa
mutluluk ve sevgi ışık saçar...
...
Bizi mutsuz
eden davranış ve
Alışkanlıklarımız
değişmedikçe,
İstediğimiz
gibi bir yaşam sürmek
Pek mümkün
olmuyor...
...
Yine akıllı
bir insan diyor ki;
-Mükemmellik
kaygısından vazgeçin,
-Geçmişe
artık takılmayın,
-Bu günü AN
’ı yaşayın,
-Kapınızı
eleştirilere kapatmayın,
-Her koşulda
affetmeye istekli olun,
-Gerçekçi
hedefler seçin...
...
Yapılan
araştırmalarda
Bazı güzel
öneriler şunlar;
-Dünü dünde
bırakalım,
-Yarınlara
fazla kafayı takmayalım,
-Tasalı biri
olmayalım,
-Kaygılarımızdan
kurtulalım,
-Öfkemize
fren koyalım,
-Övgüde
cömert, eleştiride kıskanç olalım...
...
Bilim
insanları şunları da ekliyor;
-Tevazuda
zengin, kibirde fakir olalım,
-Sıradan sade
olarak kalalım,
-Kimseleri
asla kıskanmayalım,
-Dedikodunun
zehirli öldürücü,
-Mikrobundan
uzak durup,
-Daima huzura
odaklanalım,
-Duanın
gücünden yararlanalım...
...
Bilimsel
araştırmalara göre;
Kendimize-sağlığımıza
Çok dikkat
etmeliyiz;
-Az ve öz
yiyelim,
-Yavaş yiyip
hızlı yürüyelim,
-Lokmaları
azaltıp adımları çoğaltalım,
-Aktif
olalım;
“AYAKTA KAL
HAYATTA KAL”
Felsefesini
asla unutmayalım...
-Hemen her
güne “DURMA,
DÜŞME,
ÜŞÜTME” slogan
Tavsiyesini
hatırlayarak başlayalım...
...
Bu bilimsel
açıklamalara;
Şunları da
ekleyelim;
-Başarılarımızla
övünelim,
Ama
başkalarının da en güçlü,
Şekilde ve
işten alkışlayalım,
-Şu üç S’ ye
daha çok yaslanalım;
SAYGI, SEVGİ,
SORUMLULUK,
-Hakaret
etmekten uzak kalalım,
-Evet-hayır
dengesini bozmayalım,
-Ruhumuzu
bedenimizi barıştıralım...
...
Tüm bunları
yaparken;
Bu gezegende
misafir olduğumuzu,
Hiçbir zaman
unutmayalım;
Yüzde yüz
bitecek zamanımızı,
Sağlıklı,
beden ve ruhumuzla,
Daima barış
içinde,
Dünya
insanlık ailesiyle,
Doğal
yasalarla uyumlu biçimde
Mutlu şekilde
tamamlayalım...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
DÜNYAYA YENİDEN GELSEYDİM
Dünyaya
yeniden gelmeyi kim istemez ki?
Ama sadece
ilk ve son kez geldiği,
Bu serüvende
başarılı olamayanlar;
-Ah yeniden
dünyaya gelsem,
-Bir daha
yaşasaydım neler yapardım;
-Siz beni o
zaman görün der...
...
Ama hemen her
insan,
Bunun mümkün
olmadığını bilir,
Sonu yüzde
yüz ölümle bitecek olan;
Bu tiyatro
sahnesindeki rolünü bir gün öncesine
Göre daha çok
başarılı olabilmek amacıyla;
Kendiyle
yarışır, her günü bir öncesinden
Daha çok
güzel ve değerlendirerek yaşar...
Bana bu soru
sorulduğunda ise şunları söyledim;
Bu gün
yaptığım gibi her nefesimde sevgiyi düşünür /sevgiyi yazar / sevgiyi konuşurum…
Sevdiklerimle daha çok paylaşırım kendimi…
İyiliği sadece kendim için değil, kötüler içinde isterim…
İyiymiş gibi davranmak yerine iyi olmayı başarırım...
Bin ömrüm olsa, iyilik yapmaya harcarım...
Yanlış öğüt vermektense susmayı seçerim…
Sorunlarımla dostlarıma, yakınlarıma, kendime sorun olmam...
Kırılmaktan değil, kırmaktan korkarım…
Dünyanın tüm zenginlikleri için bile küçük bir çocuğun kalbini kırmam…
Sözlerimin altından daha değerli, yasalardan daha doğru olması için çalışırım…
Bedenimle ruhumu evlendiririm…
Sınırsız mutlulukları, sevinçleri kendimde arar bulurum…
Savurgan olmam ama varsıllık içinde aç karnına da dolaşmam…
Beni bana yaklaştırdığı için ömrümün büyük bölümünü yolculuklarda geçiririm...
Mutlu görünmeyi değil, mutlu olmayı başarmaya çalışırım…
Yaşamda çözüm olmayı seçerim...
Zaferlerimden daha büyük dersler çıkartırım, yenilgilerimden…
Yenenler dostum, yenilgilerim başarılı olmam gereken dersim olur…
Yenilmemek için tüm cesaretimi gösteririm. Buna rağmen yenilirsem, cesaretle
kabul ederim…
Cömertliğimi ve en çok da bağışlama erdemimde gösteririm…
Yaşamımı baştan aşağı sevinçlerle süslerim…
Paradan uzak, kendime yakın dururum…
Kendimden başka dosta inanmam…
Kendi kendimin düşmanlığından korkarım, başkalarının düşmanlıklarından
korkmadığım kadar…
Sevinçlerimi dünyayla paylaşır, acılarımı yüreğime gömerim…
Oldukları gibi kabul eder, kimseyi değiştirmeye kalkmam…
Yaptıklarımdan pişman olmam, pişman olacaklarımı da yapmam.
Biraz yakışıklı olmayı isterim…
Gözyaşlarının bulaşmadığı bir dünya kurarım…
Hep geleceğin ötesinde koşarım; zamanın getireceklerini önceler belirler,
önlemlerimi ona göre alırım…
Dünyanın sadece benim olmadığına inanırım…
Dünyada değiştirebileceklerimden daha fazla, değiştiremeyeceklerimin olduğuna
inanırım…
Filozoflarla daha sıkı arkadaşlık kurarım.
Yoksullukların içinde sadece sevgiye üzülürüm...
Zamanı değerlendirme bilincime, çocuklukta ulaşmayı isterim...
Anneme, babama daha çok “SENİ SEVİYORUM” diye sarılırım...
Susarak bazen konuşmaktan daha iyi açıklarım kendimi…
Gecelerin gizemini daha çok katarım yaşamıma…
Korkularımın, korkularından korkmam…
Aşırı uyumam ama uykusuz da kalmam…
Eşyalarımdan boşalan odalar, özgürlüğümün sınırlarını genişlettiği için zorunlu
eşyaların dışındakileri kullanmam…
Daha çok kitap okur, kendimi daha çok keşfetmeye çalışır, daha az TV izlerim…
Duvardaki saate daha az bakarım…
Havanın kararmasına, yağmurun sürekli yağmasına asla moralimi bozmam…
Tüm şiirlerimi yağmurlu havalarda yazarım...
Yağmurlu havalarda doğmak, ölmek isterim…
Bulutların şekil değiştirmesini ve oluşturmasını daha uzun süreler izlerim...
Balkonumun tavanına yuva yapan kırlangıçların konuşmalarını anlamayı isterim…
Yüzüne bakıp, tüm insanların düşüncelerini-eyleme koymalarından önce görmek
isterim…
Kendimle daha çok yetinmenin yollarını arar bulurum...
Yine gazeteci/TV program yapımcısı olurum…
Şuanda yaşayacağım bir mutluluğu, gelecekteki bin mutluluğa üstün tutarım…
Her yıldızın adını ve gökyüzündeki hareketlerini ve konumunu daha iyi
öğrenirim. Sabah kahvaltımı ay'da, öğle yemeğimi Mars'ta, akşam yemeğimi
Plüton'da yiyip dünyadaki evimin yatak odasında uyumak isterim.
Daha az acı çekmek için isteklerimi azaltırım.
Gelecekten daha az kaygı duyarım.
Sadece ölümümü rastlantıya bırakırım.
Yazmadığım gün öldüğüm gündür...
ABDULKADİR KAÇAR ADANA, TÜRKİYE…
(2003 yılında yayınladığım “SEVGİYE YOLCULUK” isimli kitabımın 7.bölümünde yer
alan çalışmam)
DÜŞÜNDÜKLERİNİZ
HAYATINIZ;
HAYATINIZ DA
DÜŞÜNDÜKLERNİZDİR...
İnsan
hayatının tamamı;
Beşikten
mezara kadar,
Düşündüklerinden
oluşur;
Ne
düşünürseniz
Neye
yoğunlaşırsanız onu yaşarsınız;
Güzellik
düşünün güzellikler yaşayın,
İyilikler
düşünün iyilikler yaşayın...
Mutluluk
düşünüp mutluluk yaşayın
...
Ama sakın;
Olumsuz,
kötümser, karamsarlık
Endişe,
hüzün, kaygıyı
Düşüncenizin
yani
Aklınızın
ucundan
Bile
geçirmeyin;
Çünkü bu
negatif düşünceler,
Sadece moral
bozup can sıkar;
Mutsuzluk ve
doyumsuzluk verirler...
...
Ömrünüz
boyunca; mutluluğa yoğunlaşın;
Örneğin her
sabah uyandığınızda;
Aralıksız
olarak kendinize şöyle söyleyin;
-Bu gün mutlu
olacağım,
-Bu gün
huzuru bulacağım,
-Bu gün daha
çok sevineceğim,
-Bu gün daha
çok seveceğim,
-Bu gün daha
başarılı olacağım,
-Bu gün daha
umutlu olacağım...
...
Bunları
inanarak söyler,
Bu
düşüncenize yoğunlaşırsanız,
Bilinçaltınız
ve bilinç üstünüz,
Bu
düşündüklerinizi gün içinde
Getirip size
mutlaka sunacaktır...
...
Çünkü insan
düşündüklerini yaşayan
Yaşadıklarını
düşünen,
Evrendeki en
mucize varlıktır...
...
Ayrıca her
insan hayatın,
Nihai hedefi
olan mutluluğu,
Ömür boyu
arar, onu bulup yaşamak için,
Çok çalışır,
çok mücadele eder
Hayatını
adadığı tek değer olan,
Mutluluğu
mutlaka yaşamak ister...
Bu türlü bir
yaşam tarzı,
İnsanın elde
edebileceği;
En güzel, en
büyük alışkanlığıdır...
...
Aslında
çevremizde yaşayan;
Kendimize
örnek aldığımız,
Mutlu
insanlar, mutlu aileler,
Hayatın nihai
hedefi olan
Mutluluğu,
aramayı alışkanlık haline getiren,
Düşüncelerinde
ona yoğunlaştıkları
İçin
mutluluğu bulup yaşayanlardır;
Bu kişiler
daima güleç yüzlü,
Kendilerinden
hoşnut olarak,
Evren ve
dünya insanlık ailesiyle
Daima barış
içinde mutlu yaşarlar...
...
Yapılan son
bilimsel
Araştırmalar
gösteriyor ki;
İnsan
inanılmaz şekilde,
Çok büyük ve
asla yenilemez,
Muhteşem bir
gizli güce sahiptir...
...
-PEKİ, BU
GİZLİ GÜÇ NEDİR?
Diye soracak
olursanız yanıtı;
İçinizdir,
yani doğduğunuz
Andan
itibaren ölünceye
Kadar daima
sizinledir,
O güç
BİLİNÇALTIZIN gücünüzdür...
...
Bu gücü
zamanında ve yerinde,
Etkin,
bilinçli şekilde doğru kullanıp,
Hedeflenen
düşünceye yoğunlaşanlar,
Hayatı
boyunca karşılaştığı,
Her türlü
yenilgiyi zafere,
Mutsuzluğu
mutluluğa,
Başarısızlığı
başarıya,
Umutsuzluğu
umuda,
Olumsuzluğu
olumluya,
Kötülüğü her
zaman iyiliğe,
Yıkılan
hayalleri,
Yok, olan
umutları yeniden
Onararak
gerçeğe dönüştürüp yaşayıp,
Mutlu olmayı
başarırlar...
...
İçinizdeki en
büyük ve yenilmez olan
Bilinçaltı
gücünüzü kullanmak için
Kendinize
sürekli telkinde bulunup;
Şu düşünceye
yoğunlaşmanız öneriliyor;
-Sadece
kendiniz için değil,
-Eşiniz,
dostunuz, arkadaşlarınız,
-Hatta tüm
dünya insanlık ailesi içinde,
-Mutluluk
dilemelisiniz,
-Bu da
hayalini kurduğunuz
-Ulaşmayı
düşündüğünüz,
-Mutluluğunuzu
gerçekleştirme
-Olasılığınızı
yüzde yüz arttırır...
...
Aynı zamanda
BİLİNÇALTI gücünüzü kullanırken;
Şunları
söylemeniz tavsiye ediliyor;
-Bu gün
olumlu düşüneceğim,
-Çok
seveceğim,
-Daha huzurlu
olacağım,
-Mutluluğu
seçiyorum,
-Bu gün
güzellikleri yaşayacağım,
Bu sözleri
inanarak söylediğinizde
Düşüncenizi
buna yoğunlaştırdığınızda
Kesinlikle
mutlu olmayı seçmiş oluyorsunuz...
...
Çünkü sadece
hayalini kurduğunuz,
Düşüncelerinize
yoğunlaştığınızda;
Siz
isterseniz her şey oluyor,
Siz
isterseniz tüm güzellikler,
Mutluluklar
koşarak,
Gelip
avuçlarınıza konup sizi buluyor...
...
Güzellik,
iyilik, huzur gibi;
Mutluluk,
sağlık, zenginlik,
Gibi tüm
arzularınızın,
Gerçekleşmesini
isterseniz,
Her şey
düşüncenizde
Yoğunlaştığınız
şekilde,
Daima gerçek
oluyor...
...
Ama siz
istemeseniz,
Düşüncede
yoğunlaşmasanız,
İçinizdeki
BİLİNÇALTI gücünüzü
Bilinçli
şekilde kullanmasanız,
Hiçbir şey
olmaz, olamaz olmayacaktır...
Çünkü
mutluluk düşüncesi,
Yoğunlaştığınız,
isteklerinizden sadece biridir...
...
Ayrıca
sağlıklı yaşamak,
Sınavda
Başarlı olmak,
Sevdiğiniz
insanın sizi de sevmesi,
Çok para
kazanmak gibi,
Düşüncelerinize
yoğunlaştığınızda,
Her şey
istediğiniz gibi olabilir...
...
Bu arada
yapılan mutluluk,
Araştırmalarında
da insan
Dünyadaki
bütün paranın
Sahibi de
olsa mutluluğu
Asla satın
alamıyor...
...
Çok büyük
servet sahibi
Olan ama
mutluğu, başaramayanların sayısı
Bir hayli
fazladır...
Çünkü onlar
BİLİNÇALTI gücünü
Kullanıp
mutluluk düşüncesine tam olarak,
Yoğunlaşamayanlardır
...
Bu arada çok
az parası olan,
Mutluluğu
bulup, yaşayan,
Hayatı
boyunca istediklerini,
Kolayca elde
eden insanlar da vardır...
...
Dünya
insanlık ailesine bakınca da;
Şunlar
söylenebilir;
Bazı evliler
mutlu,
Bazı evliler
mutsuzdur,
Bazı insanlar
mutlu,
Bazıları
mutsuzdur...
Çünkü
mutluluk insanın
Yoğunlaşarak
istediği,
Düşünce ve
tamamen,
Duygu
durumudur...
...
Mutluluk,
sevgi, saygı, sevinç, huzur,
Aşk, bir
zihin ürünüdür...
Kişi
düşüncelerini neye
Yoğunlaştırırsa
onu bulup,
Mutlaka bir
gün yaşar...
...
Aslında her
insanın mutlu olmasının
Önünde hiçbir
engel yoktur
Olmaz olamaz
olmayacaktır...
Dışınızdaki
olaylar sadece
Basit
etkidir, asıl neden değildir...
...
Siz her
anınızda daima,
Mutluluk
düşüncesine
Yoğunlaşarak
onu seçin,
Dünyadaki en
mutlu insan,
İçindeki en
yüce, en iyi, en güzel düşünceye yoğunlaşarak ortaya çıkarmayı başarandır...
...
Ama
zihninizde korku, kin,
Nefret,
endişe, karamsarlık,
Başarısızlık,
kaygı, entrika,
Olumsuzluk,
kötülük,
Düşüncelerinizi
silip atmak,
Şartıyla
bilinçaltınız;
Her türlü
isteklerinizi,
Fazlasıyla
gerçekleştirecektir...
...
Unutulmaması
gereken en önemli tek şey;
HAYATINIZ
BEŞİKTEN MEZARA KADAR TAMAMEN, DÜŞÜNCELERİNİZDEN
OLUŞUR...
DÜŞÜNDÜKLERİNİZİ
YAŞAR; YAŞADIKLARINIZI DA DÜŞÜNÜRSÜNÜZ...
...
Sonuç olarak
şunlar söylenebilir;
Mutluluğu
düşün mutlu ol,
Başarıyı
düşün başarılı ol,
Sevgiyi düşün
sevgili ol,
Güzelliği
düşün güzel ol,
Beşikten
mezara kadar
Olumlu
düşünüp,
Olumluya
yoğunlaşmak,
Aydın bir
akıl insanı diğerlerinden
Ayırıp, yüzde
yüz bitecek
Olan hayatını
başarıyla
Sürdürmesini
sağlar...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
ELEŞTİRİNİZİ
ABARTMAYIN
-Söz gümüş ise sükût
altındır der atalarımız...
Bu sözü eleştiri
konusuna uyarlarsak;
Sanırım şöyle denebilir;
-Eleştirmek gümüş ise;
Eleştirmemek altındır...
...
Eleştiri konusu aslında;
Hayatın olmasa
olmazıdır;
İnsanın olduğu her
yerde;
Her çağda ve her
kültürde;
Özellikle
demokrasilerde;
Daima iktidar ve
muhalefet;
Çekişmesi hatta
çatışması vardır...
...
İktidar görevini yapmaya
çalışır;
Ama onun yerinde gözü
olan muhalefet;
Eleştiri işini başarılı
şekilde yaparsa;
İktidardakileri
uzaklaştırıp,
Onların sandalyesini
kendi oturur...
...
Eleştirinin en acımasız,
Hatta yıkıcı boyutlarda
Yapıldığı tek alan ise;
Her çağda, her kültürde
politikacılar arasındadır;
Çünkü muhalefet iktidara
Göz dikmiştir, onu
ister,
İktidar ise bu gücünü;
Elinden bırakmak
istemez;
Yani politikacılar
arasındaki
Binlerce yıldır devam
eden;
Bu eleştiri konusu insan
var olduğu sürece de aralıksız
Devam edecektir...
...
İşte politikacılar
arasındaki;
Bu iktidar çekişmesi,
Hatta çatışması
İnsanlar arasında da;
Net olarak yaşanır;
Ama çoğu insan açık;
Ya da kapalı olarak;
Yapılan kişisel bazı
eleştirilere katlanamaz;
...
Karşısındaki kişiye
şöyle der;
-Giysimi eleştirdin,
-Yürüyüşümü eleştirdin,
-Oturuşumu kalkışımı
beğenmedin,
-Para harcamamı
eleştirdin,
-Bakışımı eleştirdin,
Diye sudan sebeplerle;
Kendini eleştiren kişi
ya da kişilere küsüp, dostluğunu bozar...
Toplumda böyle alıngan
davranan insanların sayısı çok fazladır...
...
Aslında hayatın her
anında,
Olanakların fazlasını;
Elinde tutan insanlarla,
Daha azına sahip olan;
Ama o olanaklardan daha
çok yararlanmak
İsteyenler arasında;
Tıpkı partilerde ve
politikacılar arasında olduğu gibi;
Eleştiriler vardır hep
var olacaktır...
...
Çünkü insan hayatının,
Bir günü diğerine asla
benzemez,
Kişi daima, sürekli
hareketli;
Hatta koşuşturmayla
yoluna devam eder...
O nedenle icraat
yapanlarla,
Onu eleştirenler hep
vardı;
Olmalıdır, olacaktır...
...
İnsanlar arasındaki,
Bu bireysel eleştiri
bazen;
Karı koca,
Anne kız,
Baba oğul,
Kardeşler arasında,
Her zaman her kültürde,
Tıpkı politikacılar
arasındaki iktidar,
Ve muhalefet
çatışmasında olduğu
Gibi daima eleştiri
yapılır;
Bazen de bu kavgaya
dönebilir;
Eleştirilerin dozajı
artınca;
Kavga mücadele şeklini
alır;
Bunların bir adım
ötesinde de;
Bazı cinayetlere neden
olabilir...
...
Aile bireyleri arasında
daki
Eleştirilerde genellikle
şöyle gerçekleşir;
-SEN BU İŞİ YAPAMAZSIN;
BEN YAPARIM,
-SEN BAŞARAMAZSIN; BEN
BAŞARIRIM,
-SEN BİLMEZSİN; BEN
BİLİRİM,
-SEN OTOMOBİLİ
SÜREMEZSİN; BEN SÜRERİM,
-SEN TARLAYI SÜREMEZSİN;
BEN SÜRERİM;
-SEN POLİTİKACILARLA
KONUŞAMAZSIN;
BEN KONUŞURUM...
-KEBABI SEN YAPAMAZSIN;
BEN YAPARIM,
-SEN ÇIRAKSIN BEN
USTAYIM vs;
Bu çekişmeler,
eleştiriler uzayıp gider...
...
Bu söylediklerimden;
Aslında şuraya varmak
istiyorum;
5 Nisan 2023 tarihinde
70 yaşıma giriyorum;
...
İnsanlarla olan
ilişkilerimde;
Her daim ılımlı,
Her daim olumlu,
Her daim akılcı
eleştirilerim oldu...
...
Geriye dönüp arkama
baktığımda;
Hayatımda yaptığım;
Ya da yapamadığın hiçbir
konuda;
ASLA PİŞMANLIĞIM,
ASLA KEŞKEM YOK...
...
Sadece çok az ölçüde de
olsa;
Hatta yok denecek
boyutlarda;
-KEŞKE DÜNKÜ ELEŞTİRİMİ
YAPMASAYDIM,
-KEŞKE O İNSANA ŞUNLARI
SÖYLEMESEYDİM
Dediğim çok küçük
zamanlarım olmuştur...
...
Çünkü eleştiri hem karşı
tarafın;
Yanlış anlamasına,
Hem de eleştirdiğim,
Kişinin konusunu
düzelmediği için beni;
Biraz rahatsız edip
üzmüştür...
Bunu bu gün daha somut
olarak görebiliyorum...
...
70 yaşımdan sonraki;
Kalan tüm ömrümde ise;
SERT ELEŞTİRİYE,
Tamamen veda ediyorum;
Çok zorunlu kalmasam da;
Artık hiç kimseyi;
-GÖZÜNÜN ÜSTÜNDE KAŞIN
VAR diye eleştirmeyeceğim...
...
Yapıcı, onurlandırıcı,
övücü eleştiriye
-DAHA İYİYE, DAHA
OLUMLUYA YÖNLENDİRME EVET;
Diyeceğim...
...
Peki, eleştiri ne demek?
Sözlükler şöyle
tanımlıyor;
Eleştiri bir insanı,
Bir
konuyu, bir yapıtı;
Doğru
ve yanlış,
Yönlerini
bulup göstermek;
Ereğiyle
inceleme işi.
Yanlış
görülenleri belirtme işi...
...
Akıllı
insanlardan bazıları;
Eleştiri
konusunda şunları söylüyor;
-Eleştiriden kaçınmak istiyorsan,
-Hiçbir şey yapma, hiçbir şey söyleme,
-Hiçbir şey olma."
Edward Hubbard...
Başka bir akıllı insan;
-Bizi
köpeklerle dost yapan bağ,
-Onların bağlılığı ya da sevimli,
-Oluşları değil, bizi eleştirmemeleridir."
- Sydney Haris...
...
-Olgun bir adamı dost edinmek;
-İsterseniz, eleştirin;
-Basit bir adamı dost edinmek;
-İsterseniz övün.
- Sadi-i Şirazi...
-Bir kilometre onun ayakkabılarında;
-Yürümeden önce kimseyi eleştirme.
- Kızılderili Atasözü...
-Haksız eleştiri çoğunlukla,
-Biçim değiştirmiş övgüdür."
- Dale Carnegie...
Başka bir akıllı insan;
-Çok kere en kuvvetli eleştirmek;
Aslında ses çıkartmamaktır...
...
-İnsanlar sizden eleştiri isteyebilirler,
-Ama gerçekte iltifat bekliyorlar."
- William Somerset Maugham
-Eleştiriye aldırmayın. Eğer doğru değilse, yok sayın
-Eğer adil değilse, sinirlenmeyin;
-Eğer cahilceyse gülüp geçin;
-Eğer haklıysa, eleştiri değil demektir.
Ondan ders çıkartın... OĞUZ Atay
ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023
EN BÜYÜK DEVRİM
FIRSATI ŞİMDİ GELDİ...
Devrim,
devrim, devrim,
Dediniz ama
bir türlü
Yapmayı
başaramadınız,
Oysa ne
kadar,
Büyük devrim
hayalleri kurmuştunuz,
Bunun için,
Ne kadar
kalın kitaplar okumuş,
Ne çok
uzmanın verdiği
Konferanslara
katılmış,
Nasıl devrim
yapabilirim diye,
Geceler
boyunca,
Günlerce
uykusuz kalmıştınız...
...
Ama büyük
devrimi sadece,
Rüyalarınızda
görmüştünüz,
Bir türlü
hayatta geçirememiştiniz
Öyle mi değil
mi?
...
Hiçbir devrim
düşüncenizi
Ülkede,
Üyesi
olduğunuz partide,
Peşinden
gittiğiniz,
Lider
politikacılarda,
İşinizde,
Otomobilinizde,
Evinizde,
Hayatınızda,
Arkadaşlarınızın
arasında,
Hatta
ailenizde bile, yapamamıştınız...
...
Şimdi size
bir müjde veriyorum;
Hayallerini
kurduğunuz en büyük;
Devrim yapma
fırsat;
Ayağınıza
kadar geldi;
...
Artık,
-Devrim
yapamadım
Eyvahlar
olsun,
-Yaşım da
geçip gitti,
-Çevreye
rezil oldum diye,
Canınızı
sıkıp,
Moralinizi
bozmayın,
Ve dahi hiçte
üzülmeyin,
Çünkü en
büyük devrim fırsatı,
Size kendini
sunmaya geldi,
Alın size en
BÜYÜK DEVRİM,
Yapma şansını
şimdi hemen,
Zaman
geçirmeden gerçekleştirin...
...
Ama önce
küçük bir soru;
-Büyük devrim
yapmaya,
-Gerçekten
hala gönüllü müsünüz?
-Şu anda
samimi olarak istiyor musunuz?
-Devrim yapma
konusunda,
Hala net,
kesin ve kararlı mısınız?
-Şimdi yetkim
olsa,
Ne kadar
büyük devrimler,
Yapardım
diyor musunuz?
...
Madem
dünyayı,
Ülkeyi
değiştiremediniz;
Yaşadığınız
kentinizi de,
Devrim
yaparak değiştiremediniz,
Güzel
canınızı sıkmayın,
En büyük, en
kolay devrimi,
Şimdi hemen
kendi,
Hayatınızda
gerçekleştirebilirsiniz...
...
Bu büyük
devrimi yapmak,
Hem çok
kolay,
Hem çok
basit,
Dünya
insanlık ailesindeki,
Herkesin her
an,
Her yerde
kolayca,
İstediği
şekilde,
Hem de
bireysel olarak
Gerçekleştirebileceği,
Evrensel ve
muhteşem,
En büyük
devrimin adı ne mi?
...
Yanıt
veriyorum;
SADECE
GÜLÜMSEME;
Evet, yanlış
duymadınız,
Sadece
GÜLÜMSEME...
Basitçe
GÜLÜMSEME...
...
BASİT VE
BİLGEC
BİR
GÜLÜMSEMENİZLE;
İnanın bana
hayatınızda,
En büyük
kişisel devrimi,
Şu an hemen
yapabilirsiniz...
Tekrar
ediyorum;
GERÇEKLEŞTİRECEĞİNİZ,
EN BÜYÜK
DEVRİM adı;
Sadece küçük
bir GÜLÜMSEMEDİR,
O kadar kolay
ve basittir...
...
Bunun için
ilk adımı şöyle atın;
Önce
evinizdeki aynalarda,
Kendinize
derinlemesine bakıp,
Kocaman bir
şekilde GÜLÜMSEYİN...
...
Sonra hemen
sokağa çıkıp
Komşunuza,
dostunuza,
Arkadaşınıza,
kapıcınıza,
Bankacınıza,
kasaba,
Manava,
doktorunuza,
Hemşireye,
herkese,
SADECE
GÜLÜMSEYEREK,
Hayatınızdaki
en büyük devrimi;
Hemen
gerçekleştirebilirsiniz...
...
GÜLÜMSEME
devriminin
Ne gibi
yararları mı var?
Diye
sorduğunuzu duyuyorum
-Ohooooo bu
büyük devrimin
Yararlı
saymakla bitmez...
Öncelikle
yaptığınız, kişisel
GÜLÜMSEME
devriminin
Ödülünü
karşınızdaki,
Kişiden hemen
anında,
Peşin olarak
alacaksınız,
Çünkü o da
anında size
GÜLÜMSEYEREK
borcunu
Bekletmeden
peşin olarak ödeyecektir...
...
Karşınızdaki
insana,
GÜLÜMSEMEYEREK,
Yaklaştığınız
anda,
En
sevmediğiniz insanla,
Aranızdaki
tüm sorunlar,
Sihirli bir
değnekle dokunurcasına
Hemen
çözülüp,
Sizi mutlu
edecek,
Aranızdaki
her türlü sorunlar
En güzel
şekilde çözülecektir...
...
Bu GÜLÜMSEME
devrimi,
İnanın size
paradan
Daha da çok
şey kazandıracak...
Büyük
mutluluklar getirecek,
Ruhunuz ve
bedeninizle barıştıracak,
Ve belki de
mucize şekilde,
Yeni bir aşka
ulaştıracak,
Bu güne kadar
gerçekleştirdiğiniz,
Her alandaki
başarılarınıza,
Daha üstün,
eşsiz güzellikte,
Muhteşem
yenilerini katacak...
İşinizde,
aşınızda özel yaşamınızda,
Başarı
şansınıza zirve yaptıracak...
...
En samimi
şekilde,
Gerçekleştirmeyi
başardığınız,
GÜLÜMSEME
isimli
Büyük
devriminiz
Üzerinizdeki
en pahalı,
Marka
kıyafetlerden,
Taktığınız
altın, gümüş,
Pırlanta,
mücevher gibi takılardan,
Dünya markası
otomobillerden,
Oturduğunuz
lüks villalarınızdan,
Daha da
önemli ve daha
Güzel
getiriler sağlayacak...
...
Samimi olarak
bir kez bile,
GÜLÜMSEDİĞİNİZDE,
Çevrenizdeki
karamsar,
Ve kötümser
insanlar arasından,
BİLGE
YÜZÜNÜZLE,
Tüm evreni
aydınlatan,
Muhteşem bir
güneş,
Gibi
doğacaksınız...
Bu GÜLÜMSEME
devriminiz;
Karşınızdaki
kişiye;
-Ben sizi
seviyorum,
-Beni mutlu
ediyorsunuz,
-Beni çok iyi
anlıyorsunuz,
-Bende sizi
çok iyi anlıyorum,
-Sizi
görmekten çok mutluyum,
-Barış ve
sevgi elimi şimdi size uzatıyorum
Diyorsunuz...
...
İşini
gülümseyerek yapanların,
Asık yüzlü
insanlardan daha çok,
Başarılı
oldukları,
Daha fazla
para kazandıkları,
Bilimsel
olarak saptanmıştır...
...
Negatif
düşünen, karamsar insanların,
Size
GÜLÜMSEYEREK,
Davranmasını
mı istiyorsunuz,
O zaman önce
siz onlara,
En büyük ve
en eşsiz devrim olan,
Samimi
şekilde GÜLÜMSEYİN...
...
Bu da
çevrenizdeki,
Diğer
insanlarla,
Her konuda
anlaşmanızı,
İnanılmaz
şekilde kolaylaştıracaktır,
İmkânsız
sandığınız,
İşler hemen
çözülüp,
Büyük
fırsatlar olarak,
Size hızla
geri dönecektir...
...
Çok iyi
bilinen bir kıssadır;
Bal satan
karşılıklı iki dükkândan birinin
Müşterisi çok
diğerinin hiç yokmuş...
Nasrettin
Hocaya müracaat etmişler,
Hoca gelip
gözlemiş müşterisi,
Olmayan
dükkân sahibine;
-Sen dükkânda
bal satıyorsun,
Ama yüzün
sirke satıyor,
-Elbette
güleç yüzlü dükkân,
Sahibi senden
daha fazla bal satacaktır demiş...
...
Bir ÇİN
atasözü de;
-Yüzünüz
güleç değilse,
Lütfen dükkân
açmayın şeklindedir...
...
Üstelik
GÜLÜMSEME,
Herkesin her
an,
Her yerde
kolayca yapabileceği,
Hiçbir masraf
gerektirmeden,
Hayattaki her
sorunu sihirli değnekle,
Dokunurcasına
güzelleştiren,
Bana göre
kişinin hayatında,
Başarabileceği
en kolay,
En büyük
DEVRİMDİR...
...
Olayın başka
bir boyutuna gelince;
GÜLÜMSEME,
Hiçbir yerde
satılmaz,
Parayla satın
alınmaz,
Ödünç
verilemez,
Ödünç
alınamaz,
Gösterilmedikçe
de,
Kimseye
hiçbir yararı olmaz...
...
Hem çok
kolay,
Hem çok
güzel,
Her insanı
karşısındakine,
Kolayca kabul
ettirecek,
İşlerinde ve
yaşamında,
Çok büyük
kazançlar getirecek,
En büyük
kişisel devrim
GÜLÜMSEMEKTİR...
...
Devrim,
devrim,
Devrim diye
hayaller kuran,
Bunu da
ülkede,
Dünyada bir
türlü,
Kendi öz
yaşamında bile,
Başaramayanların
Hiçbir masraf
etmeden,
Hiç kimsenin
aşına,
İşine engel
olmadan,
İlişkileri
bozmadan,
Hiçbir şeyi
yıkmadan
Yapabileceği
en büyük,
KİŞİSEL
DEVRİM
BASİT BİR
GÜLÜMSEMEDİR...
...
Gülümseyerek
yaptığınız
Kişisel
devrim hayallerini
Kurduğunuz
ama bir türlü
Hayata
geçiremediğiniz
Bir
gerçeğiniz olsun,
LÜTFEN
GÜLÜMSEYİN...
Hayatınızdaki
en büyük,
Devrimi
kolayca yapmayı başarın
...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
EN BÜYÜK DEVRİM
FIRSATI ŞİMDİ GELDİ...
Devrim,
devrim, devrim,
Dediniz ama
bir türlü
Yapmayı
başaramadınız,
Oysa ne
kadar,
Büyük devrim
hayalleri kurmuştunuz,
Bunun için,
Ne kadar
kalın kitaplar okumuş,
Ne çok
uzmanın verdiği
Konferanslara
katılmış,
Nasıl devrim
yapabilirim diye,
Geceler
boyunca,
Günlerce
uykusuz kalmıştınız...
...
Ama büyük
devrimi sadece,
Rüyalarınızda
görmüştünüz,
Bir türlü
hayatta geçirememiştiniz
Öyle mi değil
mi?
...
Hiçbir devrim
düşüncenizi
Ülkede,
Üyesi
olduğunuz partide,
Peşinden
gittiğiniz,
Lider
politikacılarda,
İşinizde,
Otomobilinizde,
Evinizde,
Hayatınızda,
Arkadaşlarınızın
arasında,
Hatta
ailenizde bile, yapamamıştınız...
...
Şimdi size
bir müjde veriyorum;
Hayallerini
kurduğunuz en büyük;
Devrim yapma
fırsat;
Ayağınıza
kadar geldi;
...
Artık,
-Devrim
yapamadım
Eyvahlar
olsun,
-Yaşım da
geçip gitti,
-Çevreye
rezil oldum diye,
Canınızı
sıkıp,
Moralinizi
bozmayın,
Ve dahi hiçte
üzülmeyin,
Çünkü en
büyük devrim fırsatı,
Size kendini
sunmaya geldi,
Alın size en
BÜYÜK DEVRİM,
Yapma şansını
şimdi hemen,
Zaman
geçirmeden gerçekleştirin...
...
Ama önce
küçük bir soru;
-Büyük devrim
yapmaya,
-Gerçekten
hala gönüllü müsünüz?
-Şu anda
samimi olarak istiyor musunuz?
-Devrim yapma
konusunda,
Hala net,
kesin ve kararlı mısınız?
-Şimdi yetkim
olsa,
Ne kadar
büyük devrimler,
Yapardım
diyor musunuz?
...
Madem
dünyayı,
Ülkeyi
değiştiremediniz;
Yaşadığınız
kentinizi de,
Devrim
yaparak değiştiremediniz,
Güzel
canınızı sıkmayın,
En büyük, en
kolay devrimi,
Şimdi hemen
kendi,
Hayatınızda
gerçekleştirebilirsiniz...
...
Bu büyük
devrimi yapmak,
Hem çok
kolay,
Hem çok
basit,
Dünya
insanlık ailesindeki,
Herkesin her
an,
Her yerde
kolayca,
İstediği
şekilde,
Hem de
bireysel olarak
Gerçekleştirebileceği,
Evrensel ve
muhteşem,
En büyük
devrimin adı ne mi?
...
Yanıt
veriyorum;
SADECE
GÜLÜMSEME;
Evet, yanlış
duymadınız,
Sadece
GÜLÜMSEME...
Basitçe
GÜLÜMSEME...
...
BASİT VE
BİLGEC
BİR
GÜLÜMSEMENİZLE;
İnanın bana
hayatınızda,
En büyük
kişisel devrimi,
Şu an hemen
yapabilirsiniz...
Tekrar
ediyorum;
GERÇEKLEŞTİRECEĞİNİZ,
EN BÜYÜK
DEVRİM adı;
Sadece küçük
bir GÜLÜMSEMEDİR,
O kadar kolay
ve basittir...
...
Bunun için
ilk adımı şöyle atın;
Önce
evinizdeki aynalarda,
Kendinize
derinlemesine bakıp,
Kocaman bir
şekilde GÜLÜMSEYİN...
...
Sonra hemen
sokağa çıkıp
Komşunuza,
dostunuza,
Arkadaşınıza,
kapıcınıza,
Bankacınıza,
kasaba,
Manava,
doktorunuza,
Hemşireye,
herkese,
SADECE
GÜLÜMSEYEREK,
Hayatınızdaki
en büyük devrimi;
Hemen
gerçekleştirebilirsiniz...
...
GÜLÜMSEME
devriminin
Ne gibi
yararları mı var?
Diye
sorduğunuzu duyuyorum
-Ohooooo bu
büyük devrimin
Yararlı
saymakla bitmez...
Öncelikle
yaptığınız, kişisel
GÜLÜMSEME
devriminin
Ödülünü
karşınızdaki,
Kişiden hemen
anında,
Peşin olarak
alacaksınız,
Çünkü o da
anında size
GÜLÜMSEYEREK
borcunu
Bekletmeden
peşin olarak ödeyecektir...
...
Karşınızdaki
insana,
GÜLÜMSEMEYEREK,
Yaklaştığınız
anda,
En
sevmediğiniz insanla,
Aranızdaki
tüm sorunlar,
Sihirli bir
değnekle dokunurcasına
Hemen
çözülüp,
Sizi mutlu
edecek,
Aranızdaki
her türlü sorunlar
En güzel
şekilde çözülecektir...
...
Bu GÜLÜMSEME
devrimi,
İnanın size
paradan
Daha da çok
şey kazandıracak...
Büyük
mutluluklar getirecek,
Ruhunuz ve
bedeninizle barıştıracak,
Ve belki de
mucize şekilde,
Yeni bir aşka
ulaştıracak,
Bu güne kadar
gerçekleştirdiğiniz,
Her alandaki
başarılarınıza,
Daha üstün,
eşsiz güzellikte,
Muhteşem
yenilerini katacak...
İşinizde,
aşınızda özel yaşamınızda,
Başarı
şansınıza zirve yaptıracak...
...
En samimi
şekilde,
Gerçekleştirmeyi
başardığınız,
GÜLÜMSEME
isimli
Büyük
devriminiz
Üzerinizdeki
en pahalı,
Marka
kıyafetlerden,
Taktığınız
altın, gümüş,
Pırlanta,
mücevher gibi takılardan,
Dünya markası
otomobillerden,
Oturduğunuz
lüks villalarınızdan,
Daha da
önemli ve daha
Güzel
getiriler sağlayacak...
...
Samimi olarak
bir kez bile,
GÜLÜMSEDİĞİNİZDE,
Çevrenizdeki
karamsar,
Ve kötümser
insanlar arasından,
BİLGE
YÜZÜNÜZLE,
Tüm evreni
aydınlatan,
Muhteşem bir
güneş,
Gibi
doğacaksınız...
Bu GÜLÜMSEME
devriminiz;
Karşınızdaki
kişiye;
-Ben sizi
seviyorum,
-Beni mutlu
ediyorsunuz,
-Beni çok iyi
anlıyorsunuz,
-Bende sizi
çok iyi anlıyorum,
-Sizi
görmekten çok mutluyum,
-Barış ve
sevgi elimi şimdi size uzatıyorum
Diyorsunuz...
...
İşini
gülümseyerek yapanların,
Asık yüzlü
insanlardan daha çok,
Başarılı
oldukları,
Daha fazla
para kazandıkları,
Bilimsel
olarak saptanmıştır...
...
Negatif
düşünen, karamsar insanların,
Size
GÜLÜMSEYEREK,
Davranmasını
mı istiyorsunuz,
O zaman önce
siz onlara,
En büyük ve
en eşsiz devrim olan,
Samimi
şekilde GÜLÜMSEYİN...
...
Bu da
çevrenizdeki,
Diğer
insanlarla,
Her konuda
anlaşmanızı,
İnanılmaz
şekilde kolaylaştıracaktır,
İmkânsız
sandığınız,
İşler hemen
çözülüp,
Büyük
fırsatlar olarak,
Size hızla
geri dönecektir...
...
Çok iyi
bilinen bir kıssadır;
Bal satan
karşılıklı iki dükkândan birinin
Müşterisi çok
diğerinin hiç yokmuş...
Nasrettin
Hocaya müracaat etmişler,
Hoca gelip
gözlemiş müşterisi,
Olmayan
dükkân sahibine;
-Sen dükkânda
bal satıyorsun,
Ama yüzün
sirke satıyor,
-Elbette
güleç yüzlü dükkân,
Sahibi senden
daha fazla bal satacaktır demiş...
...
Bir ÇİN
atasözü de;
-Yüzünüz
güleç değilse,
Lütfen dükkân
açmayın şeklindedir...
...
Üstelik
GÜLÜMSEME,
Herkesin her
an,
Her yerde
kolayca yapabileceği,
Hiçbir masraf
gerektirmeden,
Hayattaki her
sorunu sihirli değnekle,
Dokunurcasına
güzelleştiren,
Bana göre
kişinin hayatında,
Başarabileceği
en kolay,
En büyük
DEVRİMDİR...
...
Olayın başka
bir boyutuna gelince;
GÜLÜMSEME,
Hiçbir yerde
satılmaz,
Parayla satın
alınmaz,
Ödünç
verilemez,
Ödünç
alınamaz,
Gösterilmedikçe
de,
Kimseye
hiçbir yararı olmaz...
...
Hem çok
kolay,
Hem çok
güzel,
Her insanı
karşısındakine,
Kolayca kabul
ettirecek,
İşlerinde ve
yaşamında,
Çok büyük
kazançlar getirecek,
En büyük
kişisel devrim
GÜLÜMSEMEKTİR...
...
Devrim,
devrim,
Devrim diye
hayaller kuran,
Bunu da
ülkede,
Dünyada bir
türlü,
Kendi öz
yaşamında bile,
Başaramayanların
Hiçbir masraf
etmeden,
Hiç kimsenin
aşına,
İşine engel
olmadan,
İlişkileri
bozmadan,
Hiçbir şeyi
yıkmadan
Yapabileceği
en büyük,
KİŞİSEL
DEVRİM
BASİT BİR
GÜLÜMSEMEDİR...
...
Gülümseyerek
yaptığınız
Kişisel
devrim hayallerini
Kurduğunuz
ama bir türlü
Hayata
geçiremediğiniz
Bir
gerçeğiniz olsun,
LÜTFEN
GÜLÜMSEYİN...
Hayatınızdaki
en büyük,
Devrimi
kolayca yapmayı başarın
...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
EN BÜYÜK KARİYER
İYİ İNSAN OLMAKTIR...
İnsan hayat
sahnesinde,
Sonsuz
hayaller ve umutlarla yaşar...
Bu
hedeflerine ulaşabilmek için,
Çok çalışır,
inanılmaz mücadele eder...
...
İnsanın
buradaki hedefi;
Herkes
tarafından beğenilen,
Takdir
edilen, onaylanan,
Hatta
alkışlanan,
İyi para
kazandıran,
Hayat
konforunu arttıran,
Çok yüksek
itibarlı,
Bir kariyer
sahibi olmaktır...
...
Bunun için;
Tıp, sanat,
edebiyat, medya,
İş dünyası,
hukuk,
Ekonomi,
siyaset alanı,
Uluslar arası
ilişkiler vs,
Dallarında
çok çalışarak,
Ömrünü
enerjisini harcar...
...
Ama
insanların çoğu umut ettiği;
Ömrünce
hayalini kurduğu kariyer,
Ve hedefine
ulaşamaz,
Sadece çok az
sayıdaki kişi;
Başarılı ve
ünlü olur...
...
Ama
unutulmaması gereken,
Hemen her
çağda,
Her toplum
tarafından,
Daima
sevilen, onaylanan,
Tüm
kariyerlerin de üstünde;
EVRENSEL bir
kariyer vardır ki;
O da
tartışmasız şekilde;
İYİ İNSAN
OLMA KARİYERİDİR...
...
DAİMA İYİLİK
DÜŞÜNÜP,
İYİLİK
YAPMAK,
İYİ ŞEKİLDE
YAŞAYIP,
HAYATIN
TADINI
DOYASI
ÇIKARMAKTIR...
...
Çünkü hayat
isimli bu sahnede,
İYİ İNSAN
OLMAK;
Kişinin
hedeflediği
Her türlü
kariyerden,
Daha da
üstün,
Daha değerli,
Daha da
geçerlidir...
...
Çok az
insanın ulaşabileceği,
Bu evrensel
kariyeri elde edebilmek için;
Kişi
hayattaki rolünü nasıl oynamalı?
...
Bana göre;
İYİ İNSAN
OLMA KARİYERİNE
Giden yolda kişi sürekli,
Aklını
geliştirmeli,
Onun
aydınlığında;
Bazı
değerleri oluşturmaya çalışmalı;
...
Şöyle ki;
Öncelikle
kadim bilgilere sahip olmalı;
Artı çağın
getirdiği her türlü,
Bilgi, bilim,
teknolojiyi başarılı
Ve
emsallerinden üstün şekilde kullanmalı;
...
-Her zaman,
titiz, nazik, samimi, cesur,
-Dürüst tüm
ilişkilerinde;
-Saygılı,
güven veren, sevgili
-Ve ağırbaşlı
olmalı;
-Verdiği her
sözü ölüm dışında
-Kesinlikle
yerine getirmeli...
...
-Hile, yalan,
yapaylık, entrika,
-Ve
politikanın kısır çekişmelerden;
-Olabildiğince
uzak durmalı...
...
-Merak ve
hayret, ettikçe,
-Kendinin
derinliklerini daha,
-Fazla
keşfedeceğini bilmeli;
-Kişisel
ömrünü bir bilim insanı gibi,
-Hayatını da
laboratuar olarak gözlemeli...
...
-Umut ettiği
ve hayalini kurduğu hedefine,
Israrlı
kararlı, bilinçli şekilde
Aklının
aydınlığında cesaretle ilerlemeli...
...
-Her adımında
kaygı, hüzün, karamsarlık, kötümserlik duygularından uzak durmalı...
-Daima
pozitif düşünüp, öyle yaşamalı...
...
-Bu sahnedeki
rolünü her yaşında,
-Bilgece
gülümseyerek, sevgiyle oynamalı ki;
-Ruhunun,
temizliğini yüzüne yansımalı...
-İnsanların,
düşünce karanlıklarını,
-Tıpkı bir
güneş gibi aydınlatmalı...
...
-Kendine her
konuda güvenmeli,
-Ne
geçmişteki olumsuzluklarına tutsak olmalı,
-Ne de
geleceğin henüz yaşamadığı,
Yarınların
kaygı çukurun düşmemeli...
...
-Geçmişinde
olumsuz düşünce kayıtlarını bilinçaltından silip atmayı başarmalı...
...
-Anılar
geçmişin ayak izleridir,
-Ama bir tek
adımını bile,
-Geriye dönüp
tekrar,
-Yaşanamayacağının
bilincinde olmalı...
-Negatif
anılarını kendi hayatını,
-Sonlandırabilecek
ölüm çukuruna dönüştürmemeli...
...
-İletişim
halindekilere karşı daima;
-Şefkat,
nezaket, saygı ve sevgiyle davranmalı,
-Hayattaki
güzelliklerine yenilerini eklemeli...
...
-Küçücük bir
AN ’daki mutluluğun bile,
-Bazen
hayatının tamamından,
-Daha da
değerli olduğunu, bilip tadını çıkarmalı..
-Ben
olabilmeyi dünyanın krallığına tercih etmeli...
...
-Hasetliğin
insanı yaşarken öldüreceğin bilmeli,
-Hayatının
hiçbir aşamasında kıskançlık, kin, nefret ve intikam duygularının asla esiri
olmamalı...
...
-Hayal ve
umutlarını sadece çok çalışarak,
-Bilgi ve
bilincini daima artırarak,
-Gerçeğe
dönüştürmeli;
-Elde ettiği
güzellikleri,
-Dünya
insanlık ailesiyle,
-Karşılık
beklemeden paylaşmalı...
...
-Hayatını
nefesiyle ördüğü en büyük;
-Tüm
insanlara örnek olabilecek,
-Mimari eseri
haline getirmeli...
...
-Yaşadığı her
anının mucize olduğunu anlamalı,
-Sanal
kocaman boş bir hiçlik bilinciyle değerlendirmeli...
...
-Hayret ve
merakla yaklaştığında;
-Hayatta sır
denilen her gizemi çözebileceğini kendi yaşamına uygulayıp insanlara
kanıtlamalı...
...
-Yaşama
heyecanla sarılırsa,
-Umut ve
hedeflerine ulaşabileceğini;
-Dünya
insanlık ailesine örnek şekilde,
-Kendine ve
çevresine kanıtlamalı...
...
-200 milyon
tür olduğu kabul,
-Edilen
canlılar arasında;
-Öleceğini
bilerek yaşayan,
-Tek varlığın
insan olduğunun bilinciyle yaşamalı...
...
-Ölüm
gerçeğini hayatının,
-Hiçbir
aşamasında asla ve kata sorun etmeli;
-O geldiğinde
kendinin olmayacağını;
Yaşadığı
sürece de ölümün zaten yok olduğu bilinciyle varlığına devam etmeli...
...
Yukarıdaki bu
davranışlar, bana göre;
İYİ İNSAN,
olabilmenin;
Kariyer
kurallarıdır...
Ve
unutulmaması gereken ise;
Hayat isimli
bu sahnedeki,
Tüm
kariyerlerden daha da üstündür...
...
Bu kurallar
uygulayan her insana;
İnanılmaz iyi
gelecek,
Güzel
yarınlar sunar...
...
Bu ilkelerle
hayat yolunda,
Onula
korkmadan ilerleyen kişinin,
Hiçbir güç
önünü kesip, engelleyip
Mutluluk ve
başarıya ulaşmasını
Engelleyemeyecektir,
Seçim her
zaman insanındır...
...
KARİYER NE
DEMEK?
Bir meslekte zaman ve çalışmayla elde edilen aşama, başarı ve
uzmanlıktır...
ABDULKADİR
KAÇAR...
Adana 2023
EN İYİ
ARKADAŞINIZ KİM?
Kaç yaşında,
Hangi ülkede,
Hangi
kültürde,
Hangi
yüzyılda,
Yaşarsanız
fark etmez...
...
En yakın,
Eh samimi,
En içten,
Seni terk
etmeyen,
İhanet
etmeyen,
Canı
gönülden,
Her zaman,
İyiliğini
isteyen,
En iyi
arkadaşınız ki?
...
Sevincinizle
sevinen,
Üzüntünüzle
üzülen,
Mutluluğunuzla
mutlu olan,
Mutsuzluğunuzla
üzülen,
Başarılarınıza
sevinen,
Başarısızlığınıza
üzülen,
En iyi
arkadaşınız kim?
...
İncindiğinizde,
Sevindiğinizde,
Çaresizliğinizde,
Yalnızlığınızda,
En mutlu
anınızda,
Ona
koştuğunuz,
Sığındığınız
En güvenli
limanınız,
En iyi
arkadaşınız kim?
...
Hani bazen,
Şöyle
dersiniz?
Biri olsa,
Beni kendi,
Gibi anlasa,
Kendi gibi
sevse,
Hiçbir zaman,
İhanet
etmeze,
Beni olduğum
gibi
Kabul ve baş
tacı etse,
İçimdeki
boşluğu doldursa,
Diye ihtiyaç
duyduğunuz,
En iyi
arkadaşınız
İçinizdeki
sizden başkası,
Değildir o da
çocukluğunuzdur...
...
Onu daima çok
sevin,
Onu çok sıkı
kucaklayın,
Ona gönüllü
sığının,
Asla
vazgeçmeyin,
Asla
bırakmayın,
O sizin
beşikten
Mezara kadar,
Terk etmeyen,
İçinizdeki
can otsunuz,
Ayrılmaz
parçanızdır...
...
Akıllı bir
insan diyor ki;
-GÖKYÜZÜ
GİBİBİR
BİR ŞEYDİR
ÇOCUKLUK,
HİÇ BİR YERE
GİTMİYOR...
...
İşte o
doğduğunuzda
Sizinle
birlikte,
Hayat
serüvenine başlayan,
Ta o yıllarda
tanıştığınız,
Sizinle
birlikte yaşayan,
Muhteşem
varlığınız,
En iyi
arkadaşınız
İçinizdeki
çocukluğunuzdur...
Onu terk
etmeyin,
Onu sakın
bırakmayın
O her
derdinize çare,
Her
sorununuza çözüm bulur...
...
“İçindeki
çocuk sana
Mutluluk dolu
bir dünya
Verir; onu
kaybetme”
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
EN İYİ DOSTUN
VE ARKADAŞIN,
SADECE SENSİN...
Hiç bir
insanın hayatında,
DÜN ve YARIN
yoktur...
Çünkü dün
çoktan yaşanmış,
Geçmiş gitmiş
bitmiştir...
Yarının ise
yaşanıp,
Yaşanmayacağı
belirsizdir...
İnsan
hayatında sadece,
İçinde
yaşadığı sonsuz,
Şimdi olan AN
vardır...
...
Hiç kimse
kimseye;
-YARIN DA
KESİN OLARAK
YAŞAYACAKSIN,
diye,
Bir söz ve
garanti vermez veremez...
Çünkü insan
hayatının,
Her anı daima
bilinmezlik
Ve
sürprizlerle doludur...
...
İnsan isimli
mucize varlık;
Ömür dediği
macerasında,
Sürekli duygu
dünyasının;
GEL-GİT’ leri
arasında yaşar...
...
Sağlığı iyi,
işleri düzgün,
Kazancı bol
ve güzelken,
İnsan
mutluluğun zirvesindedir;
Ama sıkıntı,
hastalık,
Ve acılarla
boğuşurken de;
Hayatın en
dibinde yaşar...
...
Çünkü olaylar
hiçbir zaman,
Tek düze
şeklinde akıp gitmez;
Bu eşyanın
tabiatına aykırıdır;
İnsan
mutlulukları kadar;
Acılar da
yaşamak zorundadır...
...
Akıllı bir
insan diyor ki;
-UNUTMA!
FIRTINAYA,
DENK
GELMEMİŞ;
NE BİR GEMİ,
NE DE BİR
KAPTAN;
KENDİNİ
İSPAT,
ETMİŞ
SAYILMAZ...
...
Kişi hayatı
boyunca,
İçindeki
gerçek gücünü;
İşte o
dalgalı ve fırtınalı,
Dönemlerde
keşfeder...
O dönemler
elbette çok zor,
Yıpratıcı,
acı verici,
Ve daima
sancılıdır...
...
Kişi işte o
en zor,
En acılı
zamanlarda,
Çevresindeki
insanların
Gerçek
yüzüyle tanışır...
Açık seçik
şekilde onların,
Rol yapmayan
gerçek
Yüzlerini
maskesiz şekilde görebilir...
Mutluluk ve
başarının,
Zirvesindeyken;
Çevresinde
sayısız kişiler,
Vardır
alkışlar, iltifatlar,
Sayısız
ikramlar, ödüller,
İnanılmaz
sayıda ve çeşitle,
Onurlandırmalar
sunarlar...
...
Fakat bir
süre sonra,
İnsan hayatı
en çıkmaz,
En sorunlu,
sıkıntılı,
Döneme
girdiğinde ise;
Çevresinde
kendini alkışlayan;
Onurlandıran,
ödüllendiren
Bu sahte
kişileri arasa bile,
Bir tekini
dahi bulamaz...
Akıllı insan
hayatının gerçek;
Muhasebesini,
O dönemde
yaptığında;
Bu
serüvendeki tek ve
Gerçek
dostunun;
Beşikten
mezara kadar,
Birlikte
yaşadığı,
Sadece
kendinin,
Olduğunu fark
eder...
...
O sorunlu ve
sıkıntılı döneminde,
Çıkmak için
sabreder,
Bilgisini,
deneyimlerini,
En akılcı
şekilde,
Kullanarak
sadece,
Kendine
yaslanır;
Bilinçaltı ve
bilinç üstü,
Gücünü o
sorunlu,
Döneminde
keşfeder...
...
Yaşadıklarını
iyi tahlil ederse;
O andan
itibaren hızla olgunlaşır,
Hatta kısa
zamanda bilgeleşir;
Olaylardan
çıkartabileceği,
Tek ders ise;
Hayat isimli
bu yolculuğunda,
Kendinden
başka güveneceği,
Sırtını
yaslayabileceği,
Hiçbir
kişinin ve yerin,
Olmadığını
somut şekilde anlar...
...
Sorunlarına
aklının aydınlığında;
Kalıcı ve
kusursuzca çözümler bulur,
Tüm
yaralarını akıllıca sarar,
Acılarını
giderip eksiklerini tamamlar...
İşte o en
zor, en acılı döneminde
Kendiyle
sarsılmaz,
Dostluğunun
temelini de atar...
...
O sihirli
dönemde ise yalnızlığının;
Yaratıcı
sihriyle tanışıp,
Onu evrensel
gizemini keşfeder...
Yalnızlığın
en güvenli limanı olan,
Kendine
yaşamı boyunca sığınmayı başarır...
...
Yine akıllı
bir insan şöyle der;
-BAŞKALARININ
SENDE,
GÖRDÜĞÜ
POTANSİYELİ;
BİR GÜN SENDE
KENDİNDE, GÖRDÜĞÜNDE,
NE KADAN
GÜCLÜ,
OLDUĞUNU
KEŞFEDECEKSİN...
...
Evet, kendini
geliştirip,
Olgunlaşabilen,
Bilgeliğin
derin sularında,
Sıfır hata
yüzde yüz başarıyla,
İlerleyen
kişi böylece kendiyle,
Olan maddi ve
manevi,
Her
ilişkisinde,
Sanki yeni
doğmuş gibi;
Taze ve mutlu
bir hayata başlar;
Olgunluk
yıllarına ulaştığı için;
Her konuda
artık seçici davranır;
Çevresindeki
insanlardan daima,
Sevgi ve
saygı görmek ister,
Onların
olmadığı yerde,
Bir saniye
bile durmaz...
...
İhtiyaç
duyduğu her alanda;
Her zaman
kendine çare olur;
Bilgiyi en
akıllı ve en verimli,
Şekilde
kullanma konusunda ustalaşır;
Hayata karşı
daha güçlü durur,
Daha
cesaretli ve kararlı;
Olarak tüm
sorunlarını,
Artık kendi
kolayca çözer,
...
“O BENİM
CANIM,
O BENİM
NEFESİM,
O OLMADAN
ASLA,
YAŞAYAMAM”
Dediklerinden
hızla uzaklaşır...
Artık tüm
ilişkilerinin,
Başlama ve
bitmesi;
Gereken
yerleri kendi,
İradesiyle
özgürce belirler...
...
Hayatın tek
başına yürümesi,
Gereken
yollarında artık aklının;
Aydınlığında
daha iyiye,
Daha üstüne
doğru ilerler...
...
“KİMSEYLE VAR
OLMADIM;
KİMSEYLE YOK
OLMAYACAĞIM”
Düşüncesiyle
varlığını sürdürür...
...
Ulaştığı
bilgeliği,
Ve olgunluğu
sayesinde
Sanki ulu bir
dağ gibi olup,
Kendine
sırtını yaslanır,
Yaşamındaki
en büyük,
Ve en güçlü
limanı yaptığı
Kendine
huzurla sığınır...
...
Kendinin
mucize,
Hayatının
mucize,
Olduğu
bilinciyle artık;
En iyi
arkadaşı,
En iyi dostu,
En iyi
sevgilisi olarak,
Ömür
serüveninin her anını,
Güzel
eserlerle süsleyerek,
Daima olumlu
düşünüp,
Olumlu
yaşayan insanlarla,
İletişimini
sürdürerek,
Mutluluklarla
dolu,
Ömür yoluna
aralıksız devam eder...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023...
EYLEMSİZLİK VE
TEMBELLİK İNSANI
KESİN ÖLDÜRÜR...
Bir
atasözümüz şöyle der;
“Hayat
harekettir;
Hareketsizlik
ise ölümdür”
...
Yine bir
öğreti;
-İKİ GÜNÜ
BİRBİRİNE
DENK OLAN
ZARARDADIR...
...
İnsan tıpkı
ipek böceğinin
Kozasını
örmesi gibi,
Hayat isimli
mucize,
Eserini de
aralıksız şekilde
İnşa eder...
...
Bunun için,
En güzel,
En eşsiz,
Herkese örnek
Olacak
biçimde,
Gerçekleştirmek
amacıyla,
Çalışır,
bazen yavaş bazen de,
Sınırlı
şekilde emeğini harcar...
...
Peki, bu
sınırlı çalışması;
İnsan için
yeterli midir?
Yanıtı hayır;
O zaman;
Daha hızlı,
Daha verimli,
Ve aralıksız
şekilde çalışmalıdır...
...
Her günü
Bir
öncekinden daha
Pozitif ve
daha yaratıcı
Çağdaş
bilgileri kullanarak
Ara vermeden,
Üretici
olarak değerlendirmelidir...
...
Çünkü
çalışmadan,
Üretmeden
eylemsiz,
Ve tembelce
geçirilen,
Her gün
yerine,
Konulamayacak,
Şekilde
sonsuza kadar,
Kaybolup
gider...
...
Böyle
zararlı,
Bir duruma
düşmemesi için,
Kişi
aralıksız olarak;
Düşüncelerini,
Çağın
getirdiği bilgilerle
Sürekli
güncellemeli,
Tekniğini
ustaca kullanmalı,
Her an
yeni, her an güzel,
İleri
düşünceler,
Ve büyük
hayaller,
Gerçekleştirebileceği,
Umutlarla
hayatını süslenmelidir,
Kişi bunu
başardığında,
İşte günü
kazanmış ve değerlendirmiş olur...
...
Bunu
başaranlar ise,
Daima pozitif
düşünen,
Öz güveni
yüksek,
Kendine
inancı tam olan,
Yüksek
iradeli insandır...
...
Bu kişiler
inanılmaz şekilde,
Ortaya
koyduğu emekleriyle
Güzel
sonuçlar alıp,
Hayatlarının
her anını,
Çalışmayanlara
göre,
Daha verimli,
mutlu,
Zenginlik
içinde yaşarlar...
...
Hayat onlara
her zaman
Güzel
ödüller,
Sürpriz
zenginlikler sunar...
...
Oysa olumsuz
düşünen,
Daima
karamsar,
Kaygılı,
endişeli,
Ve tembel
olanlar ise,
Önlerini asla
göremezler,
Bu kişilerin
yarınları,
Daima
karanlık,
Mutsuzluk,
başarısızlık,
Ve her
anlarında yıkım,
Olarak
kendini gösterir...
...
Aklının
aydınlığına ulaşan,
Hayatını
dünden,
Daha büyük
güzelliklerle
Süsleyip
geliştirmeli,
Cesur
girişimlerde bulunmalı,
Yani bu
gününü mutlaka,
Düne göre
daha iyi, verimli,
Daha kârlı
şekilde,
Mutlaka
kazanmalıdır...
...
Çünkü doğan
her gün,
Ve hayatı
insandan,
Yeni düşünce,
Yeni bir
hareket,
İleri
girişim,
Daha güçlü,
Ve farklı
üstün çalışmalar,
Büyük
eylemler ister...
...
Bu konuda,
Büyük emekler
harcayıp,
Her gününe,
Değer isimli
farklı fidan eken insanlar,
Başarılarının
meyvelerini,
Yarın bolca
toplarlar...
...
Bunu
gerçekleştirmek için kişi,
Hayatının her
alanında
Kendine
güvenini sürekli arttırmalı,
Bilinçli
eylemlerine,
Aralıksız
olarak yoğunlaşmalı,
Daha ileri ve
üstünlükleri
İşaret eden,
Güzelliklerine,
Yenilerini,
Katmayı
başarmalıdır...
...
Hayat isimli
bilge öğretmenin,
Kendinden
ısrarla istediği,
Çalışma ve
eylemleri,
Tembellik
edip yapmayan
Üşengeç
kişiye yarınları,
Hayal
kırıklıklarından
Başka hiç bir
şey vermez,
Veremez,
vermeyecektir...
...
Oysa her
alanda,
Kendini
aşmaya kararlı,
Ve istekli
olan insan
Asla
karamsarlık,
Kaygı, endişe
gibi
Olumsuz
düşünmeyi,
Tembelliği,
Vurdumduymazlığı,
Zihninden
çıkartıp,
Çöpe atmalı,
Yüzde yüz
bitecek olan,
Zamanını en
iyi şekilde kullanarak,
Yoluna
başarıyla devam edip
Hayatına dört
elle sarılmalıdır...
...
Bunu
başaramadığında,
Eylemsizlikte
ve tembellikte,
Israr
ettiğinde,
Hayatı onun
için artık sessiz,
Bir ölüm
çukuruna dönüşecek,
Kişi
tembelliği yüzünden,
Yavaş yavaş
ölecektir...
...
İnsan eğer
yarınlarının
Bu günden
daha da güzel,
Daha verimli,
zengin,
Olmasını
istiyorsa,
Ki bunu
daima,
Her insan
istemelidir,
Her an olumlu
kararlar vermeli,
Hayalini
kurduğu,
Güzelliklere
doğru,
Daha hızlı
koşmalı,
Düşüncelerini,
Her nefesinde
yeniden
Yapılandırıp
güncelleyip
Daha
üstünlüğe programlamalıdır...
...
İnanılmaz
büyük cesaret,
Aralıksız
mücadele,
Girişimcilik
ruhu,
Bilinçli
çalışma,
İsabetli
kararla
Zamanını
etkin kullanması,
Aklının
aydınlığında ancak,
Bu şekilde
mümkün olacaktır...
...
Sonuç olarak,
Kaç yaşında
olursa olsun,
İnsanın
eylemsiz olarak,
Tembellik
ederek geçirdiği,
Her gün
kesinlikle
Sonsuza kadar
yitirilmiş;
Geri dönülmez
şekilde,
Kaybedilmiştir...
...
Oysa bir gün
öncesine göre,
Daha coşkulu,
Daha
bilinçli,
Daha etkin
çalışarak,
Aralıksız
eylem yapan,
Kişi o gününü
karla kapatmış,
Ve daima
kazanmıştır...
...
Sadece bir
kez elde ettiği,
Yüzde yüz
bitecek olan,
Hayat isimli
bu,
Mucize
serüvende,
Mutlu yaşamak
için,
Kişi her an
yeni etkinlikler,
Yeni eylemler
yapmalıdır...
Her
saniyesini ve nefesini
Çok iyi
değerlendirilmelidir,
-İKİ GÜNÜ BİR
BİRİNE
DENK OLAN
ZARARLADIR,
Sözüne uygun
şekilde
Davranmalıdır...
...
Bunun için;
Sonsuz şimdi
olan
AN yaşayıp,
düşünüp, çalışarak,
Zamanını çok
iyi,
Değerlendiren
kişi,
Yarınlarından
asla
Korkmamalı;
Kendiyle
gurur duymalıdır...
...
Bir özdeyiş;
-ÇALIŞAN
DEMİR IŞILDAR der...
...
Büyük Atatürk
ise;
-YALNIZ BİR
TEK ŞEYE
İHTİYACIMIZ
VAR O DA
ÇOK
ÇALIŞMAK...
Unutmayalım...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2022
“FİLOZOF”
Akıllı, iyi
bir,
Okur-yazarlığa
Aday olup,
Ölümünüzden
sonra da
Sizi
hatırlatacak kalıcı eserler,
Yazmak ister
misiniz?
...
Düşüncelerinizin,
Hayata
bakışınızın,
Her türlü
değer ölçülerinizin,
Yüzyıllar
sonra
İnsanlar
tarafından,
Değerli
bulunup okunmasını,
Doğruluğuna
inandığınız,
Deneyimlerinizin
insanların,
Hayatını
olumlu etkilemesini,
Onlara sizin
ulaştığınız,
Mutluluğun
yolunu
Gösterme ve
yaşatma,
Gibi bir
hedefiniz var mı?
...
Ya da bir kez
geldiğiniz,
Bu dünya
sahnesinde,
Hem yaşarken,
Hem de
ölümünüzden sonra
“FİLOZOF”
Yani “ BİLGE”
şeklinde
Anılmak
istemez misiniz?
Peki, bunun
için,
Neler
yapmanız,
Nasıl
çalışmanız gerekir?
Şimdi iyi
düşünün,
Çok basit bir
yolu şöyle...
...
Çok düzenli,
sitemli, okumak,
Derin ve
yaratıcı düşünmek,
Ölümsüz
fikirlere ulaşmak,
O alanda
denemeler yazmak,
Bu gün için
mümkün mü?
Ya da hangi
koşullarda,
İnsan bunu
başarabilir?
Bunun için
adanmaya
Hazır
mısınız?
...
Eski
insanların ifadesiyle,
Bir lokma bir
hırka,
Ya da
inzivaya çekilmek,
Ya da aylarca
çilehaneye,
Kapanıp
kendini aşmaya çalışmak,,
Düşünce
sistemini sıfırlayıp,
Yeni bir
kimlikle tekrardan,
Bu sahneye
çıkmak ister misiniz?
Bunlar
günümüz de mümkün mü?
...
Bu olay her
zaman olduğu gibi,
Günümüzde de
çok,
Farklı
biçimde değerlendiriliyor,
İlber Ortaylı
hoca,
Bu konuda
muhteşem,
Şekilde yol
gösteriyor,
Kendini bu
işe adayan,
İnsanların
günümüz koşullarına
Uygun şekle
getirerek,
Çok güzel
şekilde anlatıyor...
...
Belki de
kendini
Okumaya,
düşünmeye,
Gözlemleyip,
kalıcı, ölümsüz,
Eserler
yazmaya,
Adayan
insanların
Uygulaması
gereken,
Yöntemleri
İlber hocaya
Göre özetle
şöyle;
...
İlber Hoca
şöyle diyor;
-Seyahatte
kafanı boşaltmışken
-Çok iyi
düşünürsün...
-Bir yerden
bir yere,
-Giderken iyi
düşünürsün,
-Yürürken
yemek yerken,
-Çok iyi
düşünürsün,
-Tuvalette
bile iyi düşünürsün...
...
-Ama esas iyi
düşünmek için,
-Esas yalnız
kalmak gerekir...
-Bu temel
şarttır...
-Yalnız
kalmayı bilmek gerekir...
-Yalnız
kalmayı bilmeyen,
-Milletlerden
fazla bir şey çıkmaz...
-Mesela iyi
bir düşünür çıkmaz...
...
-Maalesef biz
Türklerin,
-Böyle bir
kabiliyeti yok...
-Bu yüzden
bizden iyi,
-Düşünür pek
çıkmıyor...
-Aptal
olduğumuz için mi?
-Estağfurullah...
...
-Ama şu var,
Türk yalnız kalamaz,
-Milletimizde
böyle,
-Bir huy
yoktur...
-Beraber ders
çalışır,
-Beraber yazı
yazar,
-Beraber
gezmeye gider,
-Beraber
aylaklık eder...
...
-Türkler
sinemaya bile tek gitmez...
-Yalnız
kalmayı bilmez, sevmez...
-Yalnız
olmanın getirdiği,
-Garantiye
yani tehlikeden,
-Uzak
yaşamanın konforuna güvenir...
...
-Ama işte bu
garanti de,
-Yaratıcılığı
sakatlar,
-İş çıkarma
kabiliyetini azaltır...
-Yalnız
kalamayan insanın,
-Düşünce ve
gözleme,
-Kabiliyeti
yarım oluyor...
-Bu yüzden
ben insanlara,
-Yalnız
kalmayı,
-Öğrenmelerini
öneriyorum...
-Yalnız
kalmayı bilmek iyidir,
-Önemlidir,
Türkiye gibi,
-Bir yerde
avantajdır...
...
Sonuç olarak;
İlber
Hocamın.
Bu
söylediğini,
Kimler nasıl
uygular,
Ne kadarını
gerçekleştirir,
Tam olarak
bilinmez...
...
Ama bu alana
adanan
Belki on bin
kişide birisi
Bu gün ya da
yarın,
Tarih
sahnesine,
Neden
çıkmasın ki?
Dünkü
toplumlardan da
Arada bu
şekilde çıkanları,
Bu gün
filozof olarak değerlendiriyoruz...
...
Dünkü çırak
olan adayları
Bu gün usta
olarak okuyoruz,
Günümüzde
neden birkaç kişi,
Çıkıp
“FİLOZOF” olmaya
Yönelmesin
ki?
Ben her zaman
umut varım...
(İlber
Ortaylı’nın
Hocamdan
esinlendim)
...
Abdulkadir
kaçar adana 2023
GELECEĞE MEKTUP
“Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanlığı’na
ADANA
Güzel ülkemde Büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete inanan, onun
ilke ve devrimlerini yaşamanın ötesinde hayranı olan çağdaş bir gazeteci olmaya
çalıştım.
Meslektaşlarımdan farklı olarak; okuma-düşünme-yazma konusunda
kendi felsefemi oluşturmaya özen gösterdim.
Güzel Türkçem ve anadilimin olanaklarından yararlanarak,
düşüncelerimi 20’den fazla kitapta toplamaya çalıştım. (Tamamına yakını Ç.Ü.
Merkez Kütüphanesindedir. Kimisinde ismim ABDÜL, kimisinde ABDUL diye
bilgisayara işlenmiştir.)
Ancak önüme konulan inanılmaz parasal zorluklar ve kulissel
engellemelerle yazılarımda evrenselliği yakalamış olmama karşın;
yayınlanmasında yerel kaldım.
Bir dönem de (Yedekten) yönetim kurulu üyeliği yaptığım Çukurova
Gazeteciler Cemiyeti’nden dileğim şudur;
Bu mektup elinize geçtiğinde yani 2023’te güzel Cumhuriyetimizin
100.yılında büyük olasılıkla yaşamdan ayrılmış olacağım.
Cumhuriyetine bağlı, ana dili Türkçe düşünen, okuyan, yazan
birisi olarak kendimi bu devletin bahçesinde yetişen, fark edilemeyen meyveli
bir ağaç olarak görüyorum.
Düşünce isimli ağacımın meyvelerini oluşturan kitaplarımdan
(BÜYÜK KİTAP, SEVGİ SENSİN, SEVGİYE YOLCULUK) önde gelenlerini uluslararası
boyutlarda basılıp-yayınlatmanızı diliyorum.
Benim üyesi olduğum Ç.G.C. ekonomik olarak sıkıntı çekiyordu.
Ama 2023’te Türkiye’de pek çok şeyin değişmiş olabileceğini
hesaplayarak böyle bir dilekte bulunuyorum.
Ekonomik sorunla değişmemişse; yeğenlerim bu konuda Cemiyetimize
yardımcı olabilecek ekonomik düzeyde olmalılar.
Onlardan yardım alınabilir.
Çünkü bütün mirasımı onlara bırakmış olacağım.
Cenazemin Ceyhan’a 19 kilometre uzaklıktaki Yellibel Köyü’nde
atalarımın yattığı mezarlığa gömülmesini yeğenlerime vasiyet ettim.
(Mezarım; babamın yanındaki aile mezarlığında yer alacak.)
Eğer bu gerçekleşmiş olursa, mezarımın yitmemesi için
(yeğenlerim yaptırmamışlarsa) mini bir anıt mezar taşı yaptırmanızı diliyorum.
Üstüne de (OKUDU-DÜŞÜNDÜ-YAZDI) notunu düşmenizi rica ediyorum.
İnanıyorum ki;
100, 200 yıl sonra da düşüncelerim kendilerine yandaş
bulacaklar.
Onlar benim mezarımı arayıp bulacaklardır.
Eğer bu mektubumu aldığınızda ölmüşsem; cemiyetimizin birkaç
yöneticisinin Ceyhan’ın Yellibel Köyü’ndeki mezarlığımı ziyaret etmesini
diliyorum.
Bu mektubu neden Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’ne yazdım?
Çünkü çocuklarıma ölümü sunmamak için yaşamı da onlara sunmadım,
Evlenmedim…
Benim sevdiğim bir kuruluş, bir meslek örgütü olduğu için bu
mektubu 2023’te Ç.G.C.yazdım.
Sonsuzluktan sevgiler, saygılar, mutluluklar dilerim.
Abdulkadir KAÇAR” MEKTUBA EK mektubunda ise şu görüşlere
yerdi...
“Kitaplarımın ulusal boyutta yayınının sağlanmasıyla ilgili
telif haklarını Ç.G.C. vermiyorum. Telif hakları; benim soyadımı taşıyan ya da
ablalarımın çocuklarına aittir.
Yine; Ekspres Gazetesi’nde (ADANA BAB-I ALİSİ” yazı dizim vardı.
1980’li yıllarda Adana’da önemli gazeteci büyüklerimle
söyleşiler yapmıştım.
Bunlara daha sonraki yıllarda gerçekleştirdiğim, Güney Haber
Gazetesi’nde; EROL ERK’in de anılarının eklenerek yayınlanması, toplumun bilgi
havuzuna atılmasını diliyorum.
Çünkü benim gazetecilik yaptığım dönemde ekonomik sıkıntılar
yaşadığım için bu projelerimi gerçekleştirememiştim.
Son olarak; Tarihi insanlık tarihi kadar eski olan Türkler’in
bundan sonra da sonsuza kadar yaşayacaklarına inanıyorum.
Ünlü kahin Nostradamus; (CENGİZ HAN 21.YÜZYILDA YENİDEN TARİH
SAHNESİNE ÇIKACAK) diye bir kehanette bulunmuştu.
Bu büyük millet ne zaman sıkıntıya düşse büyük Atatürk’leri,
Cengiz Han’ları, Fatih’leri ve daha nice kurtarıcıları tarih sahnesine
çıkarmayı bilmiştir.
Türk analarının millete böyle kurtarıcı sunma özellikleri diğer
ulusların analarından her zaman üstündür ve inanılmazdır…
2002’den Cumhuriyetimizin 100.yılı olan 2023’e selam olsun… 5
Eylül 2002 Abdulkadir KAÇAR”
(Bu mektubum PTT’ NİN 2002 yılında CUMHURİYETİMİZİN 100 YILINA
MEKTUP kampanyası nedeniyle yazılmıştır... 1 Kasım 2023 günü Çukurova
Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Cafer Esendemir’ e ulaştı...)
...
İnsan ölümlü yazı ölümsüzdür;
Dünya adını verdiği gezegende yaklaşık
200 bin yıllık varlığında insan türünün en büyük icadı şüphesiz ki yazıdır...
Yazının ölümsüzlüğünü PTT kurumunun
2002 de açtığı “CUMHURİYETİMİZİN YÜZÜNCÜ YILINA MEKTUP” kampanyası somut olarak
kanıtladı...
O tarihte aynı metini içeren üç adet
mektup yazmıştım, birisi Çukurova Gazeteciler Cemiyetine, diğeri Ceyhan
Kaymakamlığına, diğeri galiba aynı ilçenin Belediye Başkanlığı içindi...
Çukurova gazeteciler Cemiyetine
yazdığım mektup başkan Cafer Esendemir kardeşime dün ulaştı...
21 yıl önce yazdığım mektubumu yanımda
açtığında ben ondan daha çok heyecanlandım...
İki adet A-4 kâğıdına daktilo ile
yazdığım mektubumu baştan sona kadar okuduğunda hayatı boyunca ağlamayan kişi
olarak gözlerim sulandı...
Yazının ölümsüz olduğuna bir kez daha
inandım...
Çünkü mektup başkan Cafer Esendemir’e
ulaştığında ben çoktan ölmüş olabilirdim, ama yazının ölümsüzlüğü düşüncelerimi
canlı, dinamik ve somut şekilde anlatıyordu...
Teşekkürler başkanım, var ol...
Hayatındaki her şey düşündüğünden de güzel olsun...
Selam ve hürmetlerimle... 3 Kasım 2023
Adana...
ABDULKADİR KAÇAR...
GÜNEŞ HER
SABAH
SENİN İÇİN
DOĞAR...
Gazeteci;
-Bu büyük ve
inanılmaz,
-Başarınızın
sırrı nedir?
Ünlü ve
kariyer sahibi
Büyük iş
adamı;
-İki kelime
der...
Gazeteci;
-İki kelime
nedir?
İş adamı;
-Doğru
kararlar, der...
Gazeteci;
-Doğru
kararlar nasıl alınır?
İş adamı;
-Tecrübe
der...
Gazeteci;
-Tecrübe
nedir?
-İş adamı;
-Yanlış
kararlar, der...
...
Bu konuşma da
gösteriyor ki;
İnsan
istemese bile,
Hayatı
boyunca,
Bazen yanlış
kararlar verebilir,
İnsan
istemese bile,
Farklı ve
yanlış yapabilir,
Bazıları bu
yanlış kararlarla,
Doğru ve
başarılarından
Büyük dersler
çıkartarak,
İnanılmaz
zirveleri yakalar...
...
Bazıları da
hatalı,
Ve
yanlışlarının
Altında
nefessiz kalır...
Kaderine
küser,
Hayata
sırtını döner,
İflas eder,
yok olur,
Ne kadar
büyük başarılara,
İmza atmış
olursa olsun,
Hayat
sahnesinden bir varmış,
Bir yokmuş
gibi silinip atılır,
Bu doğa
yasalarının,
Şaşmaz
şekilde işleyen kuralıdır...
...
Burada
unutulmaması,
Gereken nokta
şudur;
Hayat
doğrular gibi
Yanlışların
da toplamından oluşur,
Ne her zaman
tam doğruları
Yaşar insan,
Ne de her
zaman yanlışlarına
Kurban
olur...
...
Peki, bu
durumda ne yapmalı?
Hata mı
yaptın?
Yanlış
kararlar mı verdin?
Kendine
kızma, üzülme,
Kendine sakın
kırılma,
Kendine sakın
darılma,
Hemen daha
güçlü şekilde,
Silkinerek
hızla ayağa kalk...
...
İsteyerek ya
da istemeden,
Yaptığın
hatandan,
Yanlış
kararından,
Büyük dersler
çıkart,
Yoluna
eskisinden
Daha güçlü,
bilinçli,
Matematiksel
hesaplarınla,
Daha kararlı
şekilde,
Çok daha
iddialı olarak,
Yoluna devam
et...
...
Bazıları
yanlış kararlarından
Sonra hayata
küserken,
Bu
yanlışlarını,
Fırsat bilen
akıllı olan,
Bazıları ise
kaybettiği yerden
Ayağa kalkıp
daha hızlı
Koşmayı
başarıp
Zirvelerin
yolunu tutar,
Çocukluğundan
itibaren,
Umutlarını,
kurduğu hayallerini,
Bir bir
gerçekleştirebilir...
...
Koşullar ne
kadar,
Zorlu olursa
olsun,
İnsan
hayatında hiçbir şeye
Geç kalmaz...
Kaybettiği
yerden daha güçlü
Şekilde ayağa
kalkıp,
Koşanlara
başarı kendini,
Cömertçe
sunar...
...
Çünkü hayatın
her anı risktir,
Her insan
düşebilir,
Her insan
kaybedebilir...
Önemli olan
koşullar,
Ne kadar
zararına,
Olursa olsun,
Yola devam
etmektir...
Kazananlar,
zirveye ulaşanlar,
Hiçbir zaman
yılmadan,
Küsüp
darılmadan,
Kendine ve
hayata kırılmadan,
Mücadelesine
devam edenlerdir...
...
Çünkü güneş
her gün
Yeni bir
şeyler değiştirmen için
Senin için
doğar,
İsteklerine
ulaşman için
Senin için
doğar...
...
Düştüğün
yerden hemen kalk,
Kendine
yetinmeyi bil,
Özünü yeniden
değerlendir,
Bilinçaltı
evrenini,
Yeniden
programla,
Eskisinden
daha kararlı,
Eskisinden
daha hızlı koş...
...
Mutlu ve
başarılı insan
AN da
kalabilendir
Çünkü insan,
Arkasına
bakarak ilerleyemez...
...
Düştüğüne
sevinen
Düşmanların
mı var?
Onların seni
geçmesine izin ver...
Geçtikleri
anda dostun olacaktır...
...
Düştüğüne
üzülen dostların mı var?
Onları sen
geçtiğinde de,
Kesin
düşmanın olacaktır...
...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
14 EKİMDE
GÜNEŞ
TUTULACAK...
29 Mart 2006
günü güneş tutuldu ya;
Türkiye de
olduğu gibi,
Adana da
yaşam kısmen durdu...
Hava hafifçe
karardı, sabah alacası, güneş doğmadan,
Önceki
duruma dönüştü dünya...
...
Güneşin
tutulduğu süre içinde;;
Kimi salâvat
getirdi, dua etti,
Kimisi uğur
getireceğine inandığı için
On-yirmi
yıllık nikâh tazeledi,
Kimi
hayatının dileğini tuttu,
Kimi hayaller
kurdu, yeni umutlara yolculuk etti,
Ve gökyüzüne
sıkılan, silah
Seslerini
de kulağımla duydum...
...
Arkadaşımın
aldığı kaynak yaparken
Kullanılan
siyah beyaz camdan tutulmayı izledik;
-Ağabey baka
bilir miyiz?
-Beyefendi
camınızı rica edebilir miyim?
-Cam senin
diye ne kadar uzun bakıyorsun?
-Biraz
da bize ver, diye azarlayanlar...
-Hadi
baktığın yeter kahrolası o camı bana ver artık...
-İçeride
sinemada film başlıyor...
-Paramız
araya gitmesin diyenler,
...
Sağ olsun çok
centilmen olan arkadaşım,
Siyah
camı önce kendisi 5-10 saniye kullandı...
Güneşe baktı;
-Aaa, dedi...
Harika dedi...
-Yüz yılın
mucizesi dedi...
Siyah camı
elinden kapmak için herkes,
Hamle yapmaya
başladığında ortalık birden karıştı...
...
90’ındaki
kadın onun bir anlık dalgınlığından
Yararlanarak
camı çekip elinden aldı;
-Önce ben
bakacağım...
-Bu
yaşıma geldim, artık benim görüp göreceğim
...
Yaşlı kadın
kendisinin baktığı yetmiyormuş gibi;
4 yaşındaki
torununu çağırdı;
-Melteeeem...
Bak yavrucuğum...
-Sen de güneş
tutulmasına ilk kez tanıklık et...
Çevremizdeki
kalabalık itiraz etti;
...
Bir dakika
bakan gençten sonra; kalabalık
Yeniden
bir kez daha dalgalandı...
Emekli
öğretmen; bizim mağduriyetimizi uzaktan,
İzliyormuş
ki birden hamle yaptı;
İkinci
delikanlının elindeki siyah camı alıp;
Yüzlerce
kişinin arasından sıyrılarak bana yaklaştı;
Boğuk bir
sesle;
-Al... Sen
bak... Bu insanlar ne kadar saygısız...
-Kendi
camınızı size bile vermiyorlar...
-Ayıptır,
günahtır, yazıktır be, diye bana verdi...
10 saniye ya
baktım ya bakmadım ki;
...
Bana bakan
arkadaşım boynunu büktü...
-Ne yapayım?
Elimden hiçbir şey gelmiyor...
-Camı
ben aldım ama ne ben,
-Ne de sen
doğru dürüst bakamadık, dedi...
Bir hayli
zaman geçmiş; güneş tutulması da sona
ermiş gibiydi...
...
Ama olsun;
halkımız her şeyin en güzeline layık...
Onlara
dolaylı da olsa hizmet etmekten mutluluk duyuyoruz...
Kısmetse 30
Nisan 2060 yılında güneş tutulmasını,
Bir dağın
başında; yine yanımızda birkaç gün önceden satın aldığımız çok sayıda siyah
camla izlemeyi umuyoruz...
Ola ki, o
arkadaşımın gittiği her yere aniden gelen insanlar olur, onları da güneşin
tutulmasını izlemekten yoksun bırakmayalım...
(ÇOK ÖNEMLİ
NOT; 14 ekim 2023 günü gerçekleşecek güneş tutulması Türkiye den izlenemeyecek,
yarı halkalı tutulma, Amerika ve Meksika dan kısa süreliğine izlenecek)
ABDULKADİR
KAÇAR...
HAYAT
SEVGİYLE BAŞLATIR,
ACITARAK
BİTİRİR...
Sadece
başlamayan şey bitmez,
Oysa başlayan
her şey kesin biter...
...
Rüya
başlar-biter,
Para,
sermaye,
Mal, mülk her
şey biter.
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
Sevda, sevgi,
aşk,
Hırs, endişe,
korku,
Kaygı, tatlı
acı biter,
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
İyilik
kötülük,
Çabalama
koşma,
Hatta
tembellik,
Vurdumduymazlık
biter,
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
Okul hayatı,
Çalışma
dinlenme,
Üretme
tüketme,
Biriktirme
harcama biter,
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
İtibar
itibarsızlık,
Siyasi
otorite,
Ekonomik güç,
Her türlü
zenginlik biter,
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
Biat-ortaklık,
Efendilik
bağnazlık,
Bayağılık
biter...
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
Kar zarar,
Saz söz,
Hitabet
suskunluk biter,
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
Doğru-yanlış,
Erdem-erdemsizlik,
Gerçek-hayal,
Zor-kolay
biter,
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
Durgunluk-çılgınlık,
Kabına
sımamak,
Sır-mır
biter,
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
Çoğunluk-azınlık,
İktidar
muhalefet,
Güç-güçsüzlük,
Saygı-hürmet-sadakat
biter
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
Barış-savaş,
Yol-yöntem
Orman, deniz,
Mutluluk-mutsuzluk,
Hayret etmek
biter,
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
Düzen sistem,
Öğretmenlik-öğrencilik,
Yenilgi-zafer,
İflas-icra,
Hukuk adalet
biter
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
İnanılmaz
ama,
Her yaşam-
canlı,
Hatta her
cansız biter,
Dünya,
Samanyolu galaksisi,
Tüm evren
biter,
Çünkü bir kez
başlamıştır...
...
Ne yapmak
lazım?
Bitecek
değerler eldeyken,
Bitmeden, her
saniyesinin
Tadını
çıkartıp, lezzetine varıp,
Dolu dolu
değerlendirmek gerek,
Mucize olan
hayatta biter,
Ama fırsat
eldeyken
Değerlendirmek
gerek...
...
Hayat
sahnesinin değişmez;
Değiştirilemeyecek
kuralıdır
Başlayanı
bitirmek;
Hayat isimli
öğretmen,
Sahneye saf
olarak çıkartır,
Sonra büyütür
eğitir,
Olgunlaştırır
hatta bilgeleştirir,
Sonra da zevk
duyarcasına,
Verdiği
zamanı ömrü bitirerek,
Verdiği canı
kesinlikle geri alır...
Evrenin asla
değişmez yasasıdır;
Hayat
başlatır; hayat bitirir...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
HAYAT İNSANIN
KENDİNİ
ARAYIŞ
SERÜVENİDİR...
Hangi ülkede,
Hangi
yüzyılda,
Hangi
kültürde,
Kişi kaç
yaşında
Olursa olsun,
Hayatı insan
her an,
Sürprizler
yapar...
...
Öyle ki
artık,
-Kesin
biliyorum dediğinde
Hayat
bilmediği yönleriyle
Onu hemen
sınava çeker...
...
Bu nedenle,
İnsan hayatın
sürprizlerine
Karşı her
yaşında,
Farklı
düşünür,
Farklı
kişiler tanır...
...
Hayatına
bazen,
Aşılamaz
sınırlar koyar
Bazen de
onları gereksiz
Bulup hemen
kaldırır,
Ömür adı
verilen,
Bu
serüveninde,
Her şey tek
düze
Halinde akıp
gitmez...
...
Kişi bazen
üzülürken,
Aniden bir
olaya sevinir,
Çoğunlukla
kararsız kalır,
Bazen de gücü
tükenip,
Zamanın
vereceği çareyi bekler...
...
Bazen de
acımasız,
Olaylarla
karşılaşır
Ezer ya da
ezilir,
Hırslarının
kurbanı olur,
Kıskançlık,
entrika dedikodu,
Doyumsuzluklarla
savaşır,
Karşılaştığı
her olayda,
Paha
biçilemez
Büyük
deneyimler kazanır,
Bazen büyük
tepkileri,
Yerini
tepkisizliğe bırakır,
...
Arada bir de
olsa,
Bazı
duyguların,
Acımasız
boyunduruğuna
Girer,
bazılarını,
Kendi
isteğiyle,
Ortadan hemen
kaldırır,
Hayat hep
kötü değildir,
Arada bir
bağışıklıklar sunar,
Akıllı bir
insanın,
Dediği gibi
“İNSAN HER
ŞEYE,
ALIŞAN
CANLIDIR”
...
Beşikten
mezara kadar,
Ömür isimli
serüvende,
İnsanın
ısrarlı
Arayışı asla
bitmez;
Gittiği her
ortamda,
Baktığı her
yüzde,
Dokunduğu her
varlıkta,
Hayalini
kurduğu,
İrili ufaklı
düşüncelerinde,
Her umudunda,
Aralıksız
hayat insanın
Kendini
arayış serüvenidir...
...
Söylediği her
sözde,
Yazdığı her
harfte,
Koyduğu her
noktada,
Soru, iki
nokta üst üste,
Ünlem, soru
işaretinde,
Tırmandığı
dağlarda,
Üstüne
bastığı kayalarda,
Tutunduğu her
ağaçta,
Kullandığı
otomobilde,
Konuştuğu
mikrofonda,
Yürüdüğü her
yolda,
Baktığı her
şeyde,
Bastığı her
toprakta,
Kurduğu her
iletişiminde,
Konuştuğu her
insanda,
Mesleğinin
her anında,
Daima daha
iyi, üstün,
En nitelikli,
bilge olan,
Kendini
sürekli arar,
Hiç
karşılaşmadığı,
Özünü bu
şekilde,
Bulup
tanımlamak ister...
...
Hayat isimli
öğretmeni,
Kişiye
aralıksız şekilde,
Verdiği
derslerle,
Devamlı yeni
şeyler,
Öğretir,
aralıksız eğitir
Bazen
acımasızca bekletir,
Hayat onu
bazen acıtır,
Arada bir de
mutlu eder...
...
Kişi ne kadar
sert,
Ne kadar
saldırgan,
Ne kadar
ılımlı,
Bir serüven
izlese de,
Hayat onu
mutlaka,
Uslandırır,
eğitir,
Sabırla
öğreterek,
Olgunlaştırır...
...
Her insan bu
serüvende,
Hayatının
bedelini,
Dolu dolu
öder,
Kendini pek
çok,
Olumsuzluklardan
arındırır,
Çünkü gittiği
her yere,
Daima kendini
de
Götüren
muhteşem,
Ve üstün bir
varlıktır...
...
İnsan hayat
serüvenin,
Bazı
bölümlerinde,
Kendiyle baş
başa,
Kalma
seçeneğini kullanır,
Çoğu zaman
yalnızlığın
Çaresini
ister, bekler,
Bazen de ona
sığınır,
O anda
kendine olan,
Özgüveni
artar,
En güvenli
liman olan,
Kendine
sığınarak,
İstediği
büyük huzurlu bulur...
...
Her yönüyle
kendini
Arayış olan
bu serüvende,
İnsan isimli
bu muhteşem
Canlı için
aslında,
Her şey
kendinden kaçış,
Sürekli
kendine sığınmaktan,
Başka hiçbir
şey değildir...
Abdulkadir
Kaçar 2023 Adana...
HAYAT
İNSANLARLA GÜZEL...
İnsan ömrü
uzadı,
Sıkıntılar da
o ölçüde arttı...
Günümüz
yaşlılarının en önemli
Sorunu nedir?
-Yalnızlık...
...
Bu konuda
uzmanlar ne diyor?
-Yalnızlık ve
sosyal yalıtılmışlık beden,
Sağlığını alt
üst edebiliyor...
...
Kalp, damar
hastalıklarına,
Alzheimer
dâhil bunama sorunu,
Yalnızlık
çekenlerde daha sık
Daha erken
yaşlarda rastlanıyor...
...
Bunun da
ötesinde;
Yanlışlıkla
sakinlik, yalnızlık sorunu
Ürettiği
yoğun stres hormonları
Yoluyla damar
sertliğinden eklem
İltihaplarına,
şeker hastalığından,
Yüksek
tansiyona pek çok hastalığın
Nedeni
olabiliyor...
...
9.Cumhurbaşkanı
Süleyman,
Demirel’in
yıllarca doktorluğunu yapan,
Prof. Dr.
Osman Müftüoğlu bir gün;
Cumhurbaşkanına
sormuş;
-Niçin bu
kadar çok insanla,
-Görüşüyorsunuz,
niçin
-Bu kadar çok
çoğalmaya meraklısınız?
...
Bilge insan
merhum Demirel’in verdiği
Yanıt
evrensel içerik taşıyor;
Şöyle demiş;
-HAYAT
İNSANLARLA GÜZEL...
...
Türkiye’mizin
yetiştirdiği
Muhteşem
insan devam etmiş;
Hatta not
aldırmış demiş ki;
-YALNIZLIK VE
SOSYAL İZOLASYON,
2000’Lİ
YILLARIN ÖZELLİKLE YAŞLI,
İNSANLAR İÇİN
EN ÖNEMLİ İNSANİ
SORUNLARDAN
BİRİ OLACAK...
...
Ve devam
etmiş;
-Yalnızlık
sadece yüce,
Allah’ın baş
edebileceği bir şey...
Eğer uzun ve
iyi bir hayat sürmek
İstiyorsak,
sağlıklı bir yaşam,
Sürecine
olabildiğince
Olumlu insani
ilişkiler
Anılar
yüklemeyi arzuluyorsak,
Kalabalıklaşmak
ve kalabalıklara,
Karışmak
mecburiyetindeyiz...
...
Bu konuda
Prof. Dr. Müftüoğlu;
Şöyle diyor;
-Araştırmalar
net ve açık
Gösteriyor
ki, yalnızlık sosyal yalıtım,
Depresyona,
hatta intihar
Teşebbüslerine
bile yol açabiliyor...
Çoğu
araştırmalara göre, derin
Ve kalıcı
yalnızlık neredeyse,
Bedenimiz
için günde 15 sigara,
İçmekten daha
kötü ve
Yıpratıcı
olabiliyor...
...
Yine
araştırmalara göre;
Yalnızlığımızı
derinleşip,
Kronikleşirse
kalıcı hale gelirse,
7 yıldan ölme
riskimiz
Yaklaşık
yüzde 30
Oranında
artabiliyormuş...
...
Erken ölüm
ile ilişkilendirilen,
Yalnızlık ve
Sosyal
yalıtım meselesi,
Üçüncü bin
yılın
En önemli
tehditleri,
Olarak
karşımıza çıkıyor...
...
Peki, yaşamı
mutlu ve yalnızlıktan,
Uzak
geçirebilmek üzerine neler yapmalı?
...
Mutlu olarak
yaşamının,
Sırları
üzerine ciltler dolusu
Filozoflar
görüşlerini açıklamışlardır...
İnsan yine de
yaşamının sırrını,
Çözme
konusunda birkaç,
Adım
atabilmiş sadece...
Eğer insan
kendisini tanıyabilseydi,
Bu kadar
büyük acılar çekip,
Bu kadar
küçük mutluluklara razı olmazdı...
İşte kendini
yenilemek isteyen;
Bilgiye her
an açık tutanlara,
Kendini
geçmek isteyenlere,
Kendisini
tanımak isteyenlere,
“YAŞAMIN
KÜÇÜK SIRLARI”
Konusunda
bazı bilgiler;
...
.Bol bol
gülümseyin, maliyeti sıfırdır hem de bedeline paha biçilemez...
.Cesur ol;
değilsen de öyle davran...
.İnsanları
adları ile çağır...
.Arkadaşlarına
borç vermekte duyarlı davran...
Her ikisini
de yitirebilirsin...
.Kimseyle
köprüleri atma...
.Kaybedecek
bir şeyi olmayanlardan uzak dur...
.Yaşamın her
zaman adil olmasını bekleme...
.Hüküm
vermeden önce iki tarafı da dinle...
.Zarif ol;
kimseyi kendinden soğutma...
.Birine ‘SENİ
SEVİYORUM’ deme fırsatını kaçırma...
.Sana
yardımcı olanlara minnet duy...
.Zamanı ve
sözlerini dikkatli kullan;
Her ikisi de
geri alınamaz...
.Verdiğin
öğütlerin tersi davranışlarından sakın...
.Başladığın
her işi bitir...
.Kimsenin
sözünü kesme...
.Devamlı ’BEN
DÜRÜSTÜM’
-Diyenlerden
şüphelen...
.Kimseye hak
etmeyeceği,
-Kadar değer
verme...
.Keşke yerine
bir daha ki,
-Sefer demeyi
dene...
.Ölüm kalım
dışında,
-Hiçbir şey
göründüğü gibi,
-Önemli
değildir...
.Dinlemeyi
öğren;
-Bazı
fırsatlar kapıyı hafif hafif tıklatır...
...
İşte; yaşamın
küçük sırlarıyla ilgili;
Akıllı
insanların görüşleri böyle...
...
DÜŞÜNÜYORUM
isimli,
Deneme
kitabımda şöyle demiştim:
-Dinleyen hem
mutluluğun hem de,
Acının sesini
duyar; hangisine gideceğine,
Tamamen kendi
karar verir...
...
Tüm bunlar
doğru, bilgiler, deneyimlerden
Süzülen ballı
sözler, inci taneleri,
Altın
değerindeki öğütlerdir...
...
Hangisini
alıp kullanacağınıza;
Nerede nasıl
kaç yaşınızda,
İşinize
yarayacağına;
Acılarınızı
azaltıp mutluluğunuzu
Arttıracağınıza
siz karar vereceksiniz...
İsterseniz
mutluluğa;
İsterseniz
acılara yönelin...
Çünkü yaşam
sizin;
Seçim
sizindir unutmayın...
ADULKADİR
KAÇAR... Adana 2023
HAYAT
SAHNESİNDEN
GÜLÜMSEYEREK
İN
Hangi çağda,
kültürde,
Toplumda,
yaşarsan yaşa;
Ulaşmayı
başardığın her yaşınla,
Gurur ve
minnet duy,
Her fırsatta
sahip olduğun,
Olanaklarla,
kendini aralıksız
Olarak
ödüllendir...
...
Hayat isimli
bu sahnede
Yaşlanabilmeyi
en büyük
Lütuf, hatta
paha biçilemez
Bir büyük
armağanı say...
...
Ulaşmayı
başardığın
Her yaşında
bir öncekine göre,
Daha
sağlıklı, enerji dolu,
Neşeli, daima
gülümseyen
Yüzünle örnek
şekilde,
Mutlu ve
daima güçlü ol,
Her yaşını
coşkuyla, saygı ve
Sevgiyle
kucakla...
...
-Kendimi
daima sevdim,
-Kendimi
seviyorum de,
-Ruhum ve
bedenimle barışığım,
-Yaşamımın
ustası oldum,
-Yaşadığım
her türlü,
-Deneyimlerimden
unutulmaz,
-Büyük
dersler aldım,
-İnanılmaz
büyük başarılara ulaştım,
-Bilgeliğimle
onur duyuyorum de...
...
Hayat isimli
evrensel
Ve ölümsüz
öğretmeninin
Tüm
derslerine sık sıkı sarıl,
Onun verdiği
yaşattığı,
Her şeyi çok
iyi öğren,
Her
deneyimini saygıyla kucakla,
Bağrına
basarak zevkine var;
Bu öğretmene
olan öğrenciliğini,
Son nefesine
ulaşıncaya kadar,
Aralıksız
olarak sürdür...
...
Çünkü yüzde
yüz bitecek
Olan bu
sahnede,
Yaptığın ve
söylediğin,
Her şey senin
kim,
Olduğunu
gösterir,
Kendi
üstünlüğünü
Ve somut
gerçeğini,
Tüm evrene
sergilemek için
Aklının
aydınlığını daima
Arttır
cesaretini,
Sonuna kadar,
Kararlı
şekilde kullan...
...
Bunu başarıp
Kendine
yeterli olduğunda,
Her türlü
aydınlanma erdemi
Sana kendi
mucizesini sunacaktır...
...
Daima her
bilgiye,
Açık ol çağın
getirdiği,
Teknolojiye
en büyük,
Uyum sağla,
her aşamasını
Sonuna kadar
başarılı
Biçimde
kullan,
Hayat isimli
bu sahnede,
Kendin
geliştirebilecek,
Yepyeni
farklı hobiler oluştur...
...
Kendini,
yaşamı ve evreni,
Keşfetmek
için
Bol kitap
oku,
Düşünce
dünyana
Her nefesinde
egemen ol,
İçinden yeni
kendinler çıkartıp,
Daha yüksek,
en kaliteli,
Her zaman
insanlara,
Örnek olacak
bir hayat yaşa...
...
Unutmaman
gerekir ki;
Bu bilinçle
davrandığında,
Her ulaştığın
yaşında,
Bir öncekine
göre,
İçindeki
sonsuz,
Ve daha büyük
potansiyelini
Keşfedeceksin...
...
En somut
niyetinle,
Yaptığın
akılcı seçimlerin,
Kurduğun
hayallerine,
Yeni
umutlarınla
Hiç
beklemediğin bir anda
Büyük
değerlere ulaşacaksın...
...
Kaç yaşında
olursa ol,
Hayallerinin
ve tutkularının,
Peşini bir an
bile asla bırakma,
Elde etmeyi
başardığın,
Umutlarını,
kurduğun
Hayallerini
dolu dolu,
Yaşamaktan
daima kıvanç duy...
...
Dünya adını
verdiğimiz,
Bu tiyatro
sahnesi içinde yaşadığın,
Koşullar ve
sıkıntı,
Hatta
sorunlarının,
Boyutları ne
kadar olumsuz,
Oursa olsun,
Her şeye
daima yeniden,
Başlamaktan
asla korkma...
Hedeflerine
yürürken,
Hiçbir
yaşında asla,
Kararsız
davranıp,
Geri adım
atma...
...
Beden ve
ruhunu sevmemek,
Tembellik,
çekingenlik,
Pısırıklık,
küskünlük,
Vurdumduymazlık,
Boş
vermişlik,
Daima
başarısızlık,
Getirir
unutma...
...
Hayat isimli
bu mucize
Serüvenin
sunduğu,
Her fırsatı
ve şansını,
Sonuna kadar,
Gururla ve
cesaretle kullan...
...
Her adımında,
Her
düşüncende,
Daima özel ve
özgün ol,
Kendini öyle
hisset,
Bu durumunu
bu şekilde,
Kabul eden
akıllı insanlarla
Arkadaş ve
dost ol...
...
Kaç yaşına
kadar
Ulaşırsan
ulaş,
Kimseye en
küçük,
Bir sorun
oluşturma,
Canlarını
sıkacak,
Morallerini
bozacak,
Bir sıkıntı
verme...
...
Her yönüyle
tiyatro olan,
Hayat isimli
bu serüvende,
Karıncadan da
küçük olsa;
Toplumun
yaşama geçirdiği,
Her değere
sonuna kadar
Saygı duymaya
devam et...
...
Dünya
insanlık ailesindeki,
Tüm insanları
sevgi
Ve daima
saygıyla kucakla...
...
İnsanlar
arasında,
Renk, cins,
dil, din,
Mezhep,
sosyal statü,
Ekonomik ve
siyasi güç
Ayrımını
yapanlardan olma...
...
Hayat isimli
mucize eserini,
En akılcı
şekilde,
İnşa ederek,
Örnek şekilde
tamamlayarak,
Yeni gelecek
kuşaklara
Evrensel yolu
gösteren,
En bilge
insan ol...
...
Elbette her
şeyin sonu
Olduğu gibi;
Yaşam isimli
sahneden,
İnme zamanın
geldiğinde,
Asla üzülme,
aksine,
Rolünü
başarıyla oynadığına,
İnanıyorsan
bu ayrılık
Anından mutlu
ol...
...
Ve hayatının
son rolünü,
Coşkuyla,
sevinçle,
Gülümseyerek
başarıyla oyna;
...
Hatta hayat
sahnesinden
Mutlu şekilde
inerken,
El
sallayarak,
İnsanlara
örnek
Olacak
şekilde,
Gülümseyerek,
Veda etmeyi
başar...
...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
HAYAT TAM
BİR ŞOV
AİDİYET
MUTLULUKTUR...
Bir soru;
-Kendini,
kime, neye, nereye, nasıl, ne kadar,
Hangi ölçüde
hangi değere AİT hissedersin?
...
Ülken,
devletin, kentin, sevgilin, ailen, eşin, işin,
Çocukların,
annen-babana mı AİDİYETİN?
...
Peki, AİDİYET
konusunda,
Kendini
onlara adama nedenin nedir?
Hangi
değerlerle kendini onlara sınırsızca,
Ve özverili
biçimde ait hissedersin?
Sevgi mi? Aşk
mı? Saygı mı? Korku mu?
Para mı?
Şöhret mi? Siyasi güç mü?
Ekonomik
neden mi?
Sosyal ve
fiziki zorunluluk durumu mu?
...
Ya da
yukarıdaki sorulardan hangisine
Kendini AİT
hissettiğinde mutlu olursun?
Ya da ne
kadar doyuma ulaşırsın?
Hayatla dolu
dolu cıvıl cıvıl barış içinde hissedersin?
Kendini
değişim, dönüşüme ve aşmaya hazır biçimde,
Bilinçaltı ve
bilinç üstünü yenileyerek sevinç içinde mutlu olarak bilgece yaşarsın?
...
Peki, AİDİYET
duygundaki somut ölçü nedir?
Adanmışlık
mı?
Canını
verebilecek kadar sınırsız sevgi mi?
Kutsal
değerlere olan,
Manevi
bağlılık mı? Saygı mı? Tehdit mi?
Şantaj mı?
Fedakârlık mı? Nefret mi?Kin mi?
Politik baskı
mı? Vatan sevgisi mi?
Ekonomik
çıkar mı? Mahalle baskısı mı?
Nedir?
...
Bu sorulara
somut biçimde, yanıt verip;
AİDİYETLERİNİ
net olarak belirleyen insanlar,
Evren, dünya,
hayat ve kendi ve çevresiyle,
Ömürleri
boyunca barış içinde mutlu yaşarlar...
Onlar her
daim olumlu düşünüp,
Olayların
olumlu yanını görüp değerlendirirler;
Bu kişiler
çalıştıkları kurumun geleceğine inanırlar,
Yarınlarını
emekleriyle orada şekillendirirler,
Hangi mesleği
yaparlarsa ona;
Tüm
zamanlarını, enerjilerini
Harcayıp
kendilerini adarlar,
-Ben buradan
emekli olurum,
-Çocuklarımı
okuturum,
-Evimi
otomobilimi alırım,
-Yatırımı
yaparım derler...
Sevdikleri
diğer insanlarla tam bir uyum içinde yaşarlar,
Her türlü
kazanımlarını ortaklaşa kullanırlar,
Sevdikleri
kişi için gerekli her türlü,
Özveride
fedakârlıkta bulunurlar,
Sevdikleri
ve bağlandıkları için sadık olurlar...
Nereye kime
AİDİYETLİKLERİNİ,
Belirleyemeyenler
ise mutsuzdur;
Her şeyi
olumsuz düşünür,
Olayların
olumsuz yanlarını öne çıkartır,
Hayatın her
getirisi ve götürüsüne yüzünü ekşitir,
Kendiyle
arasına duvarlar örer;
Ruh ve
bedeniyle çelişkiler yaşar,
Kendini seven
çevresiyle, uyumsuzdur,
İnsanlara
karşı sevgisiz, saygısız, kavgalıdır,
En belirgin
özelliği geçimsiz, kaygılı olmasıdır,
Olaylara
sürekli kıskançlık penceresinden bakar,
Sevmediklerinin
aleyhinde dedikodular yapar,
İnanılmaz
entrika plan ve projeleri,
Düşünüp
insanlara tuzak kurup uygular,
İhanet etmeyi
büyük başarı sayar,
Kimseyi
bulamasa kendiyle kavga eder,
Asla
gülümsemez, gülümseyenlere dayanamaz,
Her anı
olumsuzlarla dolu ve acılı şekilde yaşar...
...
Birde bir de
üçüncü gurup vardır ki;
Onlarda
sürekli fikir değiştirir;
AİDİYET
hisleri her an farklılaşır;
Bazen
AİDİYETİNE tam bağlıdır,
Bazen
AİDİYETİNİ ret ederler,
Bazı kişileri
severler;
Bazılarını
görmek bile istemezler;
Ruh ve
bedenleri sürekli parçalı bulutludur;
Her alanda
olduğu gibi,
AİDİYET
duyguları da daima
Kararsızlıklar
içerir
Bazen mutlu,
bazen de mutsuzdur...
...
Beden ruhuyla
barışık yaşayan;
Hayatın her
türlü sorunlarını çözmeyi başaran;
Tüm
gizemlerinin farkına varıp,
Bilgeliğe
ulaşmayı başaran,
Akıllı her
insan sadece bir kez geldiği;
Hayat isimli
mucize serüveni beşikten,
Mezara kadar
tamamen muhteşem,
Bir şov
olduğuna inanır
Ona göre
davranıp, her saniyesinin,
Her nefesinin
tadını çıkartır...
...
Yukarıdaki
sorulara insanın,
Verebileceği
en somut yanıt;
Yaşadığı
ülke, kent, hayatı
Kendisi,
toplumla, ailesi,
Çevrendeki
bireylerle,
Olan
bağlılığının,
Sevgisinin
ölçüsünü,
Somut net
olarak ortaya çıkartacaktır...
...
Belki bu
soruyu bazı kişiler;
Kendine ömür
boyu hiç sormamış olabilir?
Aslında
sormayı aklının ucundan bile geçirmemiştir?
Belki de
çevresindeki kişiler,
Bu türlü
sorulara onu yöneltmemiş olabilirler?
...
Aslında
ülkemizdeki insanların pek,
Çoğunun
aklına gelmeyen bu türlü,
İnce ve zihni
yoran ilginç sorular;
Genellikle
insanlara sorulmaz...
Aslında
bunda;
Ne yasak,
ayıp, günah, tehdit, şantaj,
Ne de mahalle
baskısı vardır...
Sadece
insanlar bu konuya yoğunlaşmamıştır,
Ya da
yoğunlaştırılmamıştır...
...
Ama kendini
aşmak için bilginin,
Sürekli
peşinden koşan akıllı her insan;
Okudukça,
düşündükçe, yazdıkça,
Araştırıp
inceledikçe,
Hayatı
aralıksız sorgulayan kişilerin,
Yoğunlaştığı
farklı konulardır...
...
“HİÇ BİLENLE
BİLMEYEN BİR OLUR MU?”
Özdeyişinden
yola çıkarak,
Aklını
kullanmayı başaran her insan için, okumak, öğrenmek, bilmek, sormak,
sorgulamak, hayatı toplumlardan farklı ve bilinçli yaşamanın getirdiği en büyük
sorumluluktur;
Bunun sonunda
insan bilgelik gibi muhteşem bir olgunluğa ulaşır...
...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
HAYAT TAM BİR
ŞOV;
İNSAN
ŞOVMENDİR...
Hayat tam bir
şov,
Her insan
beşikten,
Mezara kadar
şovmendir...
...
Anne
rahminden et parçası şeklinde;
Bilgisiz ve
bilinçsizce,
Hayat
sahnesine çıkan çocuk;
Ağlayarak,
bilinçsizce beden dilini,
Kullanarak
ilk şovuna başlar;
Geliştiği her
saniye,
Her dakika,
saat, gün,
Her yıl bu
şovunda ustalaşır;
Ayrıca ileri
yaşlarda
Sözlü şovu da
öğrenir
Beden dilinde
olduğu gibi
Bu sözlü
şovda profesyonelleşip,
Sahtekârlık
boyutlarına taşıyarak
Mezarına
kadar devam eder...
...
Yeni doğan
çocuğun ilk nefes alması,
Annesini
emmesi ilk doğal
Beden dili
şovudur,
Büyük ya da
küçük çişinin,
Gelmesi,
uykusu,
Uyanması,
ağlaması,
Gülmesi de
bilinçsiz şovudur...
...
İlerleyen
zamanlarda,
Karnının
acıkmasını,
Susuzluğunu
ağlayarak,
Herhangi bir
rahatsızlığını,
Yine beden
diliyle küçük,
Şovlar
yaparak ihtiyaçlarını,
Aralıksız
olarak anlatmayı,
Sürdürür...
...
Biraz daha
geliştiğinde ise;
Sevilmek,
okşanmak, kaşınmak,
Soldan sağa,
sağdan sola döndürülmesi,
Gazının
çıkartılmasını,
İstemesini de
aynı doğal,
Beden şovla
anlatır...
...
Üşümesi,
terlemesi,
Yattığı yeri
beğenmemesi,
Bir yerinin
acımasını,
Rahat nefes
almasını,
Hapşırıp
öksürmesini;
Söz şovunu
henüz bilmediği için,
Küçük beden
şovlarıyla ifade eder...
...
Dünya
evrenin;
İnsan da
dünyanın özeti,
Olduğuna
göre;
Evrenin ve
dünyanın hala çözülmeyen,
Sonsuz kadar
da gizemini,
Koruyacak
olan sayısız sırlarının,
Bulunduğu
gibi;
İnsan da
küçük bir evren,
Olduğuna göre
aynı şekilde,
Çözülemeyen
ve asla,
Çözülemeyecek
olan,
Tanımlayamadığı
farklı,
İç dürtüleri
bulunur...
...
İşte anne
rahminden çıktığı,
Çocuk yaşta
başlayan;
Henüz sözlü
olarak ifade etme
Yeteneğine
ulaşmadığı süreçte,
Hayatına dair
her türlü ihtiyaçlarını,
Başka yöntem
ve tarz bilmediği için,
Bebeklik
döneminden başlamak üzere;
Her türlü
ihtiyacını doğal,
Beden dili
şovuyla ifade etmeyi sürdürür...
...
Olgunluk
yaşına geldiğinde
İse insan
beden diline bu kez
Sözün gücünü
de kullanarak,
Söz şovu da
ekler;
Ömrü boyunca
da,
Bu iki şov
yöntemini,
Aralıksız
şekilde kullanır;
Eşi karısına;
karısı kocasına,
Annesi
çocuğuna; çocuğu annesine,
Delikanlı
sevgilisine;
Sevgilisi
delikanlıya,
Öğretmen
öğrencisine;
Öğrencisi
öğretmenine,
Arkadaşı
arkadaşına,
Esnaf
müşterisine; müşterisi esnafa,
Doktor
hastasına; hastası doktoruna,
Bankacı
müşterisine;
Müşterisi
bankacısına,
Amir
işçisine; işçisi amire,
Muhtar
mahallelisine;
Mahalleli
muhtarına,
Doktoru
hastaya; hasta doktora,
Politikacı
seçmenine;
Seçmeni
politikacıya,
Otobüs şoförü
müşterisine;
Müşterisi
şoföre,
Komşusu
komşusuna;
Yöneticisi
apartman sakinine;
Sakini
yöneticiye,
Çiftçi
işçisine; işçisi çiftçisine,
Mezar
kazıcısı ölü sahibine;
Ölü sahibi
mezarcıya,
Hoca
cemaatine; cemaati hocaya,
Hâkim
kâtibine; kâtibi hâkime,
Komutan
askerine; asker komutana,
Gazeteci
patronuna; patronu gazeteciye,
Sanatçı
ustasına; ustası sanatçıya,
Terörist
ipini tutan emperyaliste;
Emperyalist
teröriste
Hem beden
dili hem de,
Sözlü şov
yaparak,
İsteklerini
en etkin şekilde anlatır...
...
Çünkü insan
türü;
Hayat isimli
bu sahnede,
Varlığını
sürdürebilmek için;
Her türlü
ihtiyaçlarını,
Yaşamsal
sıkıntılarını,
Her türlü
isteklerini,
En kolay,
kısa ve kestirme,
Yöntem olan
doğal beden dili
Ve ilerleyen
yaşlarında,
Öğrenip
ustalaştığı sözlü,
Şovuyla
kolayca anlatır...
...
Sınırsız
hayalleri, umutları,
Tatmin
edilmek istenen,
Sayısız iç
dürtüleri,
Bir türlü
gerçekleştirilmeyen,
Bu çeşit
duygularını insan;
En objektif
şekilde beden dili
Ve sözün
gücünü kullanarak,
Kendinin bile
tanımlayamadığı,
İç
dürtülerini bu şovlarla anlatır...
...
Olgunlaştığı
her yaşında,
Ulaştığı
bilgi edindiği deneyimler,
Kullanmayı
başardığı,
Bazı farklı
yöntemler,
Kullanarak
şov yapma konusunda,
Öyle
ustalaşır, uzmanlaşır ki;
Artık beden
dilinin de ötesinde;
Bu kez sözün
en sihirli,
En vurucu
gücünü keşfederek,
Ve onu en
etkin şekilde;
Ve daima
emsallerinden,
Üstün
kullanarak;
Ömrünün
sonuna doğru,
Şov yapma
ustalığının,
Üstadı
olur...
...
Artık sözlü
ve beden diliyle,
Şov yapmayı
en ince,
Sanat haline
getirip,
İstediği,
umut edip,
Hayalini
kurduğu,
Zirveye
taşır...
...
Tam olgunluk
döneminde,
Aklını iyice
aydınlattığında,
Tek bir
nefeslik sürede;
Bin türlü söz
ve beden,
Dili şovu ve
şekli düşünür,
Bin türlü şov
senaryosu,
Yazmayı
başarır...
...
Söz ve beden
dilinin şovuyla,
Karşısındakini
hissettirmeden,
Onu en hileli
biçimde
Kullanma
sihirbazlığı sayesinde;
En kusursuz
en hileli,
En acımasız
şovunu uygular...
...
En zeki
rakibini geride
Bırakabilmek
için kişi;
Söz ve beden
dilinin şovuyla;
Şöyle
programlar yapar;
Nasıl
kaldırılır,
Nasıl
aldatılır,
Nasıl
sömürülür,
Nasıl kazık
atılır,
Nasıl
dolandırılır,
Nasıl lokması
elinden alınır,
Nasıl yedi
göbeğinin hakkı gasp edilir,
Nasıl hile
yapılır,
Nasıl
politika ile avlanır,
Nasıl
korkutulur,
Nasıl
sindirilir,
Nasıl
kişiliksizleştirilir,
Nasıl aç
bırakılır,
Nasıl biat
ettirilir,
Nasıl kendine
köle yapılır,
Nasıl sahip
olduğu her türlü maddi manevi,
Değerleri
nasıl ele geçirilir;
Kişi nasıl
sömürülür?
...
Sayısız
senaryoların en
Kusursuz
şekline göre;
Kendine rakip
olarak gördüğü,
Sevmediği
insanlar;
Hangi cinayet
şekliyle
Ortadan
kolayca kaldırılır;
Örneğin;
yavaş yavaş gizlice
Nasıl
zehirlenebilir,
Nasıl bir
trafik kazası,
Süsüyle
kolayca yok edilir?
İşlemediği
cinayet;
O insanın
üstüne atıp
Ömür boyu
zindanlara nasıl gönderilir,
Hangi
öldürücü iftira atılır,
Neresine
nasıl ihanet edilir,
Nasıl bedenen
ortadan kaldırılır?
...
Tüm bunların
sayısız
Ve kusursuz
şekilde;
Yazılı ve
sözlü senaryoları,
Zekice
üretilir,
Bunların her
türlü,
Gizli ve açık
şov testleri yapılır,
Tüm bunlar
provadan sonra,
Ustaca nasıl
uygulanır?
...
Doğduğu andan
itibaren,
Şov yapma
konusunda ustalaşan insan,
Her yaşında
kurduğu tuzaklar,
Yaptığı doğal
bedensel ve sözlü,
Şova dayalı
ihanetlerle,
Rakibine
karşı çeşitli başarılara ulaşır;
En iyi, en
usta şovu yapan,
Kendini en
iyi pazarlayanlar,
Politikacılar
lider olur,
Zenginleri
şovuyla ikna edenler,
Onun her
türlü kaynaklarını,
Kullanarak
kişiden daha büyük zengin,
Bilgileri
çalmayı başaran ise,
En büyük
bilgi sahtekârı olur...
...
Şov yapma
konusunda ustalaştıkça,
Söz ve beden
dilinin doğal,
Şov konusunda
kendini geliştirdikçe,
En önemlisi
de doğuştan
Gelen
yetenekleri ölçüsünde;
İnsanlar ŞOV
YAPMA BECERİLERİ KONUSUNDA Birden yüz binlere kadar derecelendirilir...
...
Birinci sınıf
sihirli şekilde,
Kandıran
şovmenler;
Kendi
aralarında sayısız,
Sınıflara
ayrılırlar;
Beden diliyle
karşısındakini,
Sinsice ve
kolayca avlayanlar;
Sözün gücünü
kullanarak,
İnsanları
tuzağına düşürürler...
...
İkinci sınıf
şovmenler;
Kendi
aralarında sayısız,
Sınıflara
ayrılırlar...
...
Orta ölçüde
şov yapanlar,
Arasında
sınıf farkları yoktur...
...
En son sırada
ise kötü,
Şov yapıp
eline yüzüne,
Bulaştıranlar
bulunur;
...
Peki ya
ömrünce şov yapamayanlar;
Söz ve beden
dili şovunu,
Beceremedikleri
için;
İnsan
guruplarının en altındaki,
Garibanlar
sınıfını oluşturur;
...
Usta
şovculara hayran olurlar;
Onların söz
ve beden şovlarını,
Büyülenmiş
şekilde,
Adeta nefes
almadan izlerler...
Bu kişiler
usta şovmenler,
Tarafından
üstlerine basılarak,
Aşağılanıp
sahip oldukları,
Her türlü
maddi ve manevi,
Hakları
ellerinden alınan,
Aç bırakılan
hakları gasp edilen,
Hatta
ülkeleri başta olmak üzere,
Her türlü mal
ve canları,
Ellerinden
alınan zavallılardır...
...
Bu
zavallılar;
Ne
doğduklarında,
Ne
çocukluklarında,
Ne
yetişkinliklerinde,
Ne
olgunluklarında,
Ne de
yaşlılıklarında sözlü
Ve beden
diliyle şov yapmayı,
Başaramadıkları,
böyle bir
Yetenekleri
olmadığı için;
Yapmaya
çalıştıklarında da;
Her şeyleri
ellerine yüzlerine bulaştırırlar;
“CANIM
DİYENLERE CANIN ÇIKSIN”
Derler
popolarıyla çamlar deviren cinstir...
...
Tarih ve
zaman isimli ölümsüz;
İki hakem bu
zavallı,
Ve şov yapama
yeteneği,
Olmayan
gariban insanları
Yok,
saydıkları için,
Bu sahnede
bin yıl yaşasalar da,
Varlıklarından
söz etmezler...
Yaşadıklarına
dair hiç bir
Kayıt
tutulmaz...
Ne
doğduklarında, ne de,
Öldüklerine
dair hiçbir
Değeri
olmayan otlar gurubundadır...
...
Seçim her
insanın kendinindir...
Ya beden ve
söz şovunu
Çok başarılı
biçimde kullanıp,
iyi bir
şovmen olup
İyi bir
politikacı,
İyi bir
zengin,
Ya da şov
yapamayan,
Her hakları
elinden alınan,
Zavallılar
gurubunda olabilirsiniz..
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
HAYAT UMUT
YOLCULUĞUDUR...
Umut bir
inanç,
Bir duygu,
Bir
düşüncedir,
Yola çıkmaya
cesaret etmek,
Olumlu
düşünüp,
Olumlu
hareket etmektir...
...
Umuda gitme
için;
Yol daima
ayağının ucundan başlar,
İlk adım
büyük adımdır
Uzun bir
yolculuk tek bir adımla başlar...
...
Umutlu insan
için;
Her yeni gün,
Yepyeni bir
armağandır;
Hayata
sıfırdan yeniden;
Başlamaktır...
...
Umudu
bulabilmek için;
Olanaklarımızla
başlayıp,
Yola çıkmayı
gerektirir;
Kararlı,
cesur, yorulmadan;
İlerlemek
şarttır...
...
Bu yolculukta
daima,
Umutlu olmak,
Her adımda
ona ulaşacağımızı,
Düşüncemizi
pekiştirmemiz
Kaçınılmazdır...
...
Umuda
yolculuğunda,
Nelerden uzak
durmamız;
Hangi
düşüncelerimizi;
Kucaklayarak
yanımıza,
Almalıyız?
...
Çünkü umut
bir inanç;
Bir duygu ve
düşüncedir...
...
Hayat isimli
bu sahnenin
Yolları daima
inişli çıkışlı;
İnanılmaz
engeller,
Bataklıklar,
sorunlarla doludur...
...
Aslında her
insan kendini;
Bazen mutsuz
hissedebilir...
...
Bu aslında
çok normal...
Böyle
zamanlarda hayatımızın,
Kontrolünü
yeniden
Elimize alıp;
En baştan
başlamamız gerekir;
...
Umuda
yolculuğunda;
Nelerden uzak
durmalı?
...
Nelerin
bizimle arkadaşlık,
Yapması için
kucak açmalıyız?
...
Umuda giden
yolda;
Uzmanlar
şunları öneriyor;
-Amaç
belirle,
-Hedeflerin
ulaşılabilir olsun,
-Kararlı ol,
-İnancını
kaybetme
-Hayal
gücünden yararlan,
-Kendine
pozitif onaylamalar ver,
-Yeme ve içme
alışkanlıklarını gözden geçir,
-Düzenli spor
yap,
-Müzik dinle,
-Problemlere
değil çözüme odaklan,
-Gülmeyi
ihmal etme,
-Gerektiğinde
profesyonel yardım almaktan çekinme,
-Yarın değil,
şimdi başla,
-Dünden ders
çıkar, bu günü yaşa, yarın için umut et,
-Unutma
dünyada senden bir tane daha yok...
...
10
yaşındaymış gibi gül,
20
yaşındaymış gibi eğlen,
30
yaşındaymış gibi gez,.
40
yaşındaymış gibi düşün,
50
yaşındaymış gibi tavsiye ver,
60
yaşındaymış gibi önemse,
70
yaşındaymış gibi sev...
...
Yine aynı
uzmanlar;
Umut
yolculuğumuzda
Şunlardan
uzak durmamızı öneriyor:
-Olumsuz
düşünceleri hayatından çıkar,
-Kendini
üzmeyi bırak,
-Şikâyet
etme,
-Başına
gelenlerden kimseyi suçlama,
-Korkularına
teslim olma,
-Hayallerini
büyük endişelerini küçük tut,
-Geçmişi
düşünmeyi bırak,
-Umutları
yüksek olan kişilerle arkadaşlık yap,
-Seni aşağıya
çekenlerden uzak dur,
-Unutma, umut
da umutsuzlukta bulaşıcıdır,
-Dalga dalga
yayılır,
-Sen umudun
dalgasına kulaç at,
-Umutsuzluğun
değil...
(Bu makale
YELDA BAŞARAN ’ın söyleşinden esinlenilmiştir)
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
HAYATI
GÜZELLEŞTİREN
ÖĞÜTLER...
Bunlardan
hangisini uygulayabiliyorsunuz?
Ya da hayatın
ne kadarını bu öğütler sayesinde güzelleştirebiliyorsunuz?
Bunu
bilemiyorum ama şunlara göz atın;
Rus yazar
Tolstoy’un ders niteliğinde;
Hayatı
güzelleştiren öğütlerinden bazıları şöyle...
1-Öyle
horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar...
2-Hayat ne
gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman
gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın...
3-Bozuk para
insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden harcayın ikisini de
gitsin...
4-İnsanı
bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak
gerekir...
5-Herkes
insanlığın kötüye gittiğini kabul eder ama hiç kimse kendisinin kötüye
gittiğini kabul etmez.
Herkes
insanlığı değiştirmeyi düşünür ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi
düşünmez...
6-Varlığı bir
şey kazandırmayan insanların, yokluğu hiçbir şey kaybettirmez...
7-Ne diye
şeytana kızarsın? Bir iyilik yap da, o sana kızsın...
8-Bil ki,
yaşadıklarınla değil yaşattıklarınla anılırsın; unutma ne yaşattıysan elbet bir
gün onu yaşarsın...
9-Bir insanı
bulunduğu mevkiyle değil, göz koyduğu mevkiyle ölçmek gerekir...
10-En güçlü
iki savaşçı sabır ve zamandır...
11-Bir insan
acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır...
12-İnsanın
gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruştadır...
13-Kendi
mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür...
14-İnsanların
çoğu onu yapıyor diye yanlış, yanlış olmaktan çıkmaz...
15-Kimse,
kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir, bilmelisin. Küçümsediğin her şey
için gün gelir, önemsediğin bir bedel ödersin...
16-Birine
çamur atmadan önce iyi düşün ve sakın unutma: önce senin ellerin kirlenecek...
17-Başkalarının
hayatından ders alın...
İnsan,
bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor değil mi?
...
Hayatı
güzelleştiren diğer öğütler ise şunlar;
İnsanlar
ikiye ayrılırlar:
Başkaları
için yaşayanlar,
Başkaları
sayesinde yaşayanlar.
Sorun
olanlar, çözüm olanlar…
Ümit
kıranlar, ümit verenler…
Dert
üretenler, deva üretenler…
Şikâyet
edenler, çare bulanlar…
Aynı havayı
soluyan,
Aynı
sıkıntıyı yaşayan,
Aynı sevince
ortak olan iki insandan biri dert küpü olur çıkar, diğeri deva küpü.
Biri şikâyet
üretir, öbürü çare.
Biri yük
olur, öbürü yük taşır...
Ben bugüne
kadar çözüm olanlar tarafında oldum, olumsuz durumlarda karşılaştığımda bile
ümidimi yitirmedim.
SİZE
DE TAVSİYE EDERİM...
...
Kuş yaşarken karıncaları yer ama kuş ölünce onu yiyen
karıncalardır...
Zaman ve koşullar her an değişebilir...
Bu nedenle, etrafınızdaki hiçbir şeyi değersizleştirmeyin...
Bugün gücünüz olabilir ama unutmayın:
Zaman hepimizden çok daha güçlü!
Bilin ki bir ağaç bir milyon kibrit yapar ama bir kibrit
milyonlarca ağacı yakmaya yeter...
Öyleyse iyi ol! İyi yap!
"Zaman bir nehir gibidir aynı suya asla iki kez
dokunamazsınız, çünkü geçen su bir daha asla geçmeyecektir...
Hayatınızın her dakikasının tadını çıkarın ve şunu unutmayın:
Asla güzel görünüm aramayın çünkü zamanla değişirler...
Mükemmel insanları aramayın çünkü onlar yok; Ama her şeyden önce
gerçek değerinizi bilen birini arayın. "
İnsanları hiç tanıyamamışım diyeceksin…
Unutma:
Menfaatler şekillendikçe, yüzler değişir.
Yüzler değiştikçe, özler değişir...
Özler değiştikçe, sözler değişir...
Çünkü menfaati bitenin muhabbeti de bitiyor...
ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2022
HAYATIN ANLAM
NEDİR?
Size soru;
-Hayatın
anlamı nedir?
Ya da;
-Bu soruyu
kendinize,
Ömür boyu hiç
sordunuz mu?
Ya da;
-Eğer
sorduysanız yanıtı bulabildiniz mi?
...
Peki, hayatın
anlamı nedir?
-Deha mı
olmak mı?
-Mucize mi?
-Yetenek mi?
-Çok
yakışıklı olmak mı?
-Çok çalışmak
mı?
-Şifreleri
nedir?
-Yedi kat
yerin altında mı?
-Yedi kat
yerin üstünde mi?
-Ölümsüzlük
ağacı yanıt olabilir mi?
-Kelebeğin
kanadında mı?
-Gülümsemede
mi?
-Aşta mı?
-Sevgide mi?
-Sevda da mı?
Yanıt
bunlardan hangisi?
...
Akıllı bir
insan diyor ki;
-Aklını
kullanıp aramayı başaran,
İnsan için;
-Hayatın
anlamı hem her yerde;
-Hem de
hiçbir yerdedir...
...
Peki, bu
sorunun yanıtı,
Nerede
gizlidir?
Aslında
kafasını çalıştıran,
Çok kolay
bilecektir...
-HAYATIN
ANLAMI,
ÖMÜR BOYUNCA
YAPTIĞIN
SEÇİMDEDİR...
...
Başka bir
ifadeyle;
-KENDİNİ
ADADIĞIN,
İŞİNDEDİR
ŞEYDİR...
Yani adadığın
şeyin içindedir...
...
Eğer kendini
adadığın bir,
İşin bir
uğraşın yoksa
O zaman
sıkıntı, sorun, problem,
Depresyon,
korku, endişe, belirsizlik,
Can
sıkıntısı, moral bozukluğu,
Hayal
kırıklığı, umutsuzluk,
Gelip sizi
bulacaktır...
...
İşte hayatın
hem anlamı,
Hayattaki
mutluluğun anahtarı,
KENDİNİ
ADADIĞIN
BİR ŞEY
YAPMAKTIR...
...
Bir başka
açıdan bakınca;
Bu soruya
verilecek yanıtlar
İnsan sayısı
kadar fazladır...
Çünkü
herkesin kendini adadığı
Üstün
ümitleri hedefleri, hayalleri
Vardır...
Ve bu
sınırsızdır...
...
Kimi müziğe
adar kendini,
Kimi sanatın
başka bir koluna,
Bazıları
çiftçilik yapmaya,
Bazıları
gemicidir,
Şarkıcı,
türkücü, hikâyeci,
Fotoğraf
sanatçısı, nakliyeci,
Çaycı,
kahveci, kunduracı,
İmalatçı,
sinemacı, tiyatrocu,
İhracatçı,
gazeteci, vs...
Yani insanın
oluşturduğu her
İş kolunda
kendine bir uğraş
Bulmuştur
bulacaktır...
...
Sonuç olarak;
Hayatın
anlamı;
KENDİNİ
ADADIĞIN,
ADAYACAĞIN,
Bir uğraşının
olması...
O alanda
çalışıp, yoğunlaşması,
Ustalaşıp
bilgeleşmesidir...
...
Aslında bu
formül mutluluğun da
Formülüdür...
ADANMAK
HAYATIN ANLAMI,
ADANMAK
MUTLULUĞUN
FORMÜLÜDÜR...
Seçim her
zaman insanındır...
Ama akıllı
insanların
Yol
göstericiğinden de
Yararlanmak
gerekir...
Çok okumak,
Çok gözlem
yapmak
Çok çalışmak,
Çok üretip
gerektiğinde,
Karşılıksız
paylaşmaktır...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
HEP ŞAİR OL;
DAİMA SAYGILI YAŞA...
-Şiir zihni hareketlendirir,
-Gözlem
gücümüzü eğitir,
-Toplumsal
ilişkileri destekler,
-Hayatın
sıkıntısını üzerimizden alır:
Akıllı bir
insan şiir için bunları söylüyor...
...
Buradan yola
çıkarak şunlar söylenebilir;
Sadece bir
kez geldiğin;
Yüzde yüz
bitecek olan,
Hayat isimli
bu serüvenin her anı tam bir mucizedir...
Sonsuzdan
sonsuza durmadan akan;
Zamanının her
saniyesine
Çok büyük
önem verip değerlendirmeyi başar;
Hayatın
sunduğu her türlü değere,
Sonuna kadar
saygılı ol,
Daima
sevgiyle hürmetle ve minnetle davran;
Adil olmaktan
bir an bile vazgeçme;
Hayatın
akışın derinlemesine gözle;
Her
söylediğini çok iyi dinle,
Sorumluluklarını
fazlasıyla yerine getir...
İyi
insanlarla her koşulda,
Samimi
şekilde arkadaş ol:
Daha da
önemlisi sen de harika bir insan,
Ama daima
şair ol...
Ulaştığın her
düşüncende,
Daima yeni
taze şiirsel ve orijinal;
İleri
görüşlü, evrensel ve duyarlı ol...
Bu serüvende
şiirsel inceliklerle örülmüş;
Bir hayat
vadisi oluştur;
İnsanlara
oradan güzellikler sun:
Ve mutlu
yaşatma düşüncesi ereğin olsun...
Çağını aşan
görüşlerin ve her davranışında şaşırtıcı;
En beğenilen
düşünceleri onaylanan ter temiz şairi ol,
Ve evrensel
düşüncenle yaratıcı ol...
Soylu
hamlelerinle hedeflerine,
Kolayca ve
bilgece ulaş...
Ağzından
çıkacak her sözünü,
Çok düşünüp
iyi hesaplayarak yerinde,
Ve tam
zamanında söyle;
Her ifadende
duru, net,
Süzülmüş
gerçekçi yaratıcı fikirlerinle,
Çevrendeki
insanlara daima iyi örnek ol...
Her anı
mucizelerle süslü,
Yaşam isimli
serüvenine dört elle sarı;
Onun her
anını başarı, güzellik,
Ve eşsiz
erdemlerle süslemeyi başar...
Koşullar
nasıl olursa olsun;
Asla yalan
söyleme, kimseye karşı yanlış yapma...
Ve dibi
görünmeyen,
Karanlık
kuyular ve çıkmazlar oluşturma...
Sadece
kendinin bilmen gereken sırrını:
Önüne gelen
her insana anlatma;
Böyle
yanlışlar yapıp;
Kendine
zararı dokunacak düşman yaratma...
Doğruluğuna
yararına ve erdemli olduğuna inandığın;
Ve evrensel
düşüncelerini;
Dünya
insanlık ailesine;
En doğru
mesajların olarak sun;
Her daim
insanları yanına çekebilecek;
Lokomotif ve
ışıklı düşünceler oluştur;
Her sözün,
her hareketinle, daima şair ol,
İnsanlara çok
yararlı olacak artı değerler üret...
Her ortamda
her koşulda tek belirleyici;
En iyi yolu
gösteren akıllı kişi hep sen ol...
İnsanlarla
olan her türlü iletişimini,
Sevgi ve
saygıyla sürdür,
Her nefesinde
daima erdemli yaşa...
Hayatın sana
sunduğu ve sunabileceği;
Her türlü
güzellikleri çoğaltarak insanlarla paylaş...
Her zaman en
doğru, en akılcı,
Yol gösterici
ve önde yürüyen lider ve şair ol,
Zorluklarla
dolu bu serüvende,
Yol açıcı
görevini üstlen;
Gayretlerin
bilinçli, gerçekçi ve daima isabetli olsun,
Öncülüğünü
ısrarla, bilgece ve şairce sürdür...
Liderliğinden
asla ödün verme,
İnsanlarla
olan ortak çalışmalarında en başarılı;
En güzel
organizeyi yapan bilinçli kişi ol...
Davranışların
matematiksel doğruların;
Daima
isabetli yerinde ve akılcı olsun...
Şair olarak
yazdığın her harf, ağzından çıkan her söz;
Ve her
düşüncen de yüzde yüz isabetli olsun...
İnsanlarla
ilişkilerinde hassas dengeleri daima koru...
Evrenselliğe
giden düşünsel yolda,
Dil
zenginliğinle ulaş;
Okuma,
düşünme, yorumlama;
Yazma
konusunda ana dilinin zevkine var...
Hayat isimli
bu tiyatro sahnesine,
Kendini
içindeki çocuk gibi konumlandır;
Her
düşüncende daima safça, bilge;
Ve daha da
önemlisi samimiyetle yol al...
Hiçbir insan
anasından başarılı olarak doğmaz;
Çünkü başarı
ömür boyunca inşa edilerek gerçekleştirilir...
Her
düşüncende evrensel, şair net ve gerçekçi ol;
Gelecekteki
planların için;
Akılcı ve
güven verici şekilde hareket et...
İçinde
bulunduğun koşulların engelleme boyutları;
Ne kadar
aşılamaz olursa olsun bilinçaltını ve üstünü en akılcı şekilde yönet;
Hayata
istediğin her an köklü değişiklikler;
Yapmaktan
asla korkma...
Eğlenceli ama
daima şiirsel hobilerle hayatını renklendirip;
Coşkulu ve
zevkli yaşamaya özen göster...
Başkasına
benzemeye çalışma;
Kimseden rol
çalma;
Bu sahnede
sadece kendin ol...
Her koşulda
her insana ve canlıya,
Hatta cansız
varlıklara bile daima adil davran...
Hayatın her
anında çağının ötesini hedefleyen;
Yeni akıl
pencereleri aç;
Kendini
evrensele taşıyacak yeni duygular oluştur;
Estetik ve
felsefi bilginle kendini yeniden yarat...
Hayat
serüveninde koşulların önüne yığdığı zorlukların boyutları ne olursa olsun;
Sen her daim
şair ol ve saygılı yaşa...
Ortaya
koyduğun düşüncelerini içeren;
Kalıcı
olduğuna inandığın eserlerin;
Çağında
anlaşılamasa bile;
Yazdıklarını
tarih ve zaman isimli iki bilgeye gönül rahatlığıyla emanet et...
Bu ölümsüz ve
evrensel iki hakem;
Hak ettiğine
inandığın bilgeliği;
Sonsuz
gelecekte bile olsa mutlaka sana sunacaktır...
Bu gün içinde
bulunduğun şu an;
Geride kalan
hayatının ilk günüdür iyi değerlendir...
Unutma;
Bunalımda
olan insan geçmişte,
Endişeli olan
gelecekte,
Huzurlu olan
bu günde yaşar...
Sen dünü
unut, yarını umut et ama An da şairce ve şiirle yaşamayı başar...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2022
HİKÂYENİN
SONU
SİZ YAZIN...
Hangi
yüzyılda,
Hangi ülkede,
Hangi
kültürde
Ne kadar
yaşarsan yaşa,
Ne yersen ye,
Ne içersen
iç,
Hikâyenin
sonu...
Hangi eğitimi
görürsen gör,
Hangi
zirvedeki ünlü hocalardan,
Hangi ders
alırsan al,
Her insanın
biat ettiği,
Hangi unvanı
alırsan al,
Hangi makama
gelirsen gel,
Hikâyenin
sonu...
Hangi
zenginlik,
Hangi para,
Hangi mal,
Hangi mülk,
Hangi tarla,
Hangi bağ,
Hangi bahçe,
Hangi ova,
Hangi ülkeye,
Hangi varlığa
Ve zenginliğe
ulaşırsan ulaş,
Hikâyenin
sonu...
Hangi anıtsal
eserleri yaparsan yap,
Hangi ölümsüz
kitabı yazarsan yaz,
Hangi
besteleri yaparsan yap,
Hangi sanat
heykelini yontarsan yont,
Hangi en
büyük usta,
Hangi ölümsüz
filozof,
Hangi üstadı
azam vs
Olarak
hayatını tarihe yazdırırsan yazdır
Hikâyenin
sonu...
Hangi sarayda
yaşarsan yaşa,
Hangi pahalı
gıdalarla beslenirsen beslen,
Hangi cinsel
doyuma ulaşırsan ulaş,
Hangi
güzellerle gönül eğlendirirsen eğlendir,
Hangi
tazelerle düşüp kalkarsan kalk,
Hikâyenin
sonu...
Hangi marka
otomobil,
Hangi marka
uçak,
Hangi ünlü
gemileri kullanırsan kullan,
Hangi marka
en pahalı giysileri giyersen giy,
Her tarafı
altından olan eşyaları kullanırsan kullan,
Hangi paha
biçilemez takıları takarsan tak,
Hangi marka
saat, pırlanta, elmas vs olursa ol,
Hikâyenin
sonu...
Kaç yaşında
olursan ol,
Çok sağlıklı
ya da sağlıksız ol,
Hangi
ilaçları kullanırsan kullan,
Hangi ünlü
hocalar tedavi ederse etsin,
Hangi
hastanede teknik imkânlar alırsan al,
Hangi
hizmetlere ulaşırsan ulaş,
Hikâyenin
sonu...
Ne kadar
yakışıklı olursan ol,
Ne kadar
güzel olursan ol,
Ne kadar
çocuk olursan ol,
Ne kadar genç
olursan ol,
Ne kadar
yaşlı olursan ol,
Hikâyenin
sonu...
Ne kadar uzun
çalışırsan çalış,
Ne kadar
tembel olursan ol,
Ne kadar
üretirsen üret,
Ne kadar
tüketirsen tüket,
Hikâyenin
sonu...
Ne kadar
seversen sev,
Ne kadar
nefret edersen et,
Ne kadar
sevdiğine taparsan tap,
Ne kadar ona
adanırsan adan,
Hikâyenin
sonu...
Ne kadar
dürüst,
Ne kadar
yapmacık,
Ne kadar
samimi,
Ne kadar
sahtekâr,
Ne kadar
dost,
Ne kadar
düşman olursan ol,
Hikâyenin
sonu...
Ne kadar
hain,
Ne kadar
kahraman,
Ne kadar
dönek,
Ne kadar
savaş kaçkını olursan ol,
Hikâyenin
sonu...
Dünyanın en
güçlü insanı,
Dünyanın en
güçsüzü kişisi,
Dünyanın en
eğitimlisi,
Dünyanın en
cahili,
Dünyanın en
geri zekâlısı olursan ol,
Hikâyenin
sonu...
Bu
gezegendeki tüm altınlar,
Bu
gezegendeki tüm pırlantalar,
Bu
gezegendeki tüm yakutlar,
Bu
gezegendeki tüm elmasların vs
Senin olursa
olsun,
Hikâyenin
sonu...
Yeryüzündeki
tüm evlerin sahibi olsan da,
Yeryüzündeki
tüm yapılar senin olsan da,
Yeryüzündeki
tüm denizlerin sahibi olsan da,
Yeryüzündeki
tüm ırmaklar senin olsa da,
Hikâyenin
sonu...
...
Buraya
HİKÂYENİN SONUNU
SİZ YAZIN...
...
Hikâyenin
bana göre sonu mu?
Dünya adı
verilen bu gezegen
Hiç şüphesiz
ki ölüm tarlasıdır,
Ayrılma anı
geldiğinde,
Toprağa
düşmekten,
Toprak
olmaktan kurtulamayacaksın...
Seni yıllarca
ana baba gibi
Bağrına basıp
besleyen,
Mutlu şekilde
yaşatan toprak,
Sonsuzluk
yatağın olur
Bedenini
oluşturan,
Hücreler DNA’
ları,
Atomlara
ayırır...
Ölüm
tarlasıyla buluşmanın belki de,
Tek yararı
tatmin edilmeyen duygular,
Tatmin
edilmeyen iç dürtüler,
Ulaşılamayan
umutlar,
Gerçekleştirilemeyen
hayaller,
Sonsuza kadar
susar artık biter...
Keşkelerin,
Hayatını
adadığın tüm değerler,
Ürettiklerinin
hepsi,
Bir anda
anlamını yitirir...
Ruh mu?
Doğmadan önceki yerine döner,
Sonsuza kadar
orada kalır...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA, 2023
“HOŞGELDİN
YAŞLIĞIM”
-Yaşlıyım ama
ayaktayım,
-Zihnim pırıl
pırıl çalışıyor,
-Tuttuğumu
kopartırım,
-Gençlere taş
çıkartırım,
-Yaş aldım
ama yaşlı değilim,
-Yeni nesil
yaşlıyım,
...
Günümüzdeki
bazı yaşlılar,
Yukarıdaki
cümleleri rahatça,
Kullanarak
genç olduklarını
Anlatmaya
çalışıyor,
Nereye kadar
bu gerçekleşir?
Somut olarak
bilinemez...
...
Akıllı bir
insan diyor ki;
-Yaşlılık
kapınızı çalarsa,
Onu HOŞGELDİN
diye
Saygı ve
sevgiyle karşılayın,
Okşayarak,
severek, çok
Güzel sözler
söyleyerek,
Gururunu
okşayıp,
Onurlandırıcı
şekilde
Kabul edin...
...
Çünkü
yaşlılık alıngan,
Bir hayvan
gibidir,
Kendini
tanımazlıktan gelene,
Acımaz, bu
tavrını pahalı ödetir...
...
Bu akıllı
insan devam ediyor;
-Yaşlılık
tıpkı,
Noel baba
gibidir,
O anda
torbasından,
Çeşitli
hediyeler çıkartır,
Ve cömertçe
önünüze koyar;
-Hayat
tecrübelerinden gelen,
Olgunluk
bilgelik,
-Büyük sabır,
hoşgörü,
-Bol okuma ve
yazma zamanı,
-Ölümsüz
eserler yazma olanağı
-Yaşlanma
korkusunu sadece
Sözle anarak
rahatlama vs...
...
Yine akıllı
bir insan yaşlılığı
Anlatırken
şöyle diyor;
-Her türden
hastalık,
Ve zayıflık
sadece
Yaşlılara
özgü değildir...
Gençleri de
aynı şekilde etkiler...
...
Üstelik
elbette yaşlılar
İçin bazı
kırılganlıklar vardır,
Ama öte
yandan da biriken,
Paha
biçilemez büyük,
Deneyimlere
sahipler...
...
Akıllı insan
devam ediyor;
-Yaşlılığında
çocukluğuna,
Geri
dönenler, zihinleri,
Çok zayıfı
olanlardır...
Elbette
yaşlılık bazı,
Etkinliklere
engel olabilir...
Ama zihnin
canlılığını koruyan,
İnsanlara
yaşlılık asla ve kata,
Hiçbir zarar
veremez,
-Bana nasıl
yaşlandığını söyle,
Sana eskiden
kim olduğunu
Söyleyeyim...
...
Başlıkta
olduğu gibi;
Yaşlılığı
olduğu gibi kabullenmek,
En büyük
erdemdir,
Ölümün yaş
dinlemeden
Her an
herkesi dünya
İsimli
sahneden acımasızca,
İndirdiğini
düşünürsek;
Yaşlanabilecek
yaşa ulaştığımız,
İçin
kendimizi çok şanslı,
Ve çok mutlu
hissetmeliyiz...
...
Üstelik 60
yaşından sonra,
80 inden
sonra büyük eserler
Kalıcı
eserler verenleri de
Unutmamak
gerekir...
(Marc
Auge’nin Yaşsız
Zaman
yapıtından esinlendim...)
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
İMKÂNSIZ
YOKTUR...
Hayat
sahnesinde
Aralıksız
olarak,
Mücadele
edeceksin,
Çok
çalışacaksın,
Sıfır hata
yüzde yüz başarıyla,
Sınırsızca
üreteceksin,
Çok
terleyeceksin,
Koşacak,
yorulacaksın,
Çok çile
çekip kopuşlar,
Yaşayacaksın,
Bitti benden
buraya
Kadar asla
demeyeceksin...
...
Para kazanmak
mı?
Kolayı
seçmeyeceksin?
Onun istediği
en zor,
Kurallara
gönüllü uyacaksın...
...
Stres
kaynaklarını değiştireceksin,
Stresle
akılcı şekilde,
Mücadele
edeceksin,
Kendin başta
olmak üzere,
Her insana
karşı,
Daima
merhamet edeceksin,
Kimseyi
kıskanmayacaksın,
Kıskançlık
krizlerinden
Tamamen uzak
kalacak,
Dedikodu
silahıyla
İnsanların
onurunu,
Asla
yaralamayacaksın,
Daima olumlu
düşünüp,
Aynı
düşüncede olanlarla
Bir arada
olacak,
Beyin
fırtınası yapacaksın...
...
Sürekli aktif
yaşayacaksın,
Çalışan demir
ışıldar unutma,
Dikkatli
düşüneceksin,
Düzenli ve
dengeli besleneceksin,
İnsanlarla
pozitif iletişim,
Bağını daima
etkin tutacaksın...
...
Aptal kutusu
denilen,
TV ekranları
Ve dizilerle
aranı açacaksın,
Sömürgece
güçlerce planlanan,
Dizilere
yüzlerce saatini
Ayırmayacaksın,
İhtiyacı olan
insanlara,
Olanakların
ölçüsünde,
Yardım
edeceksin,
Doğada zaman
geçireceksin,
Yeşili
seveceksin,
İlgi isimli
hediyeni insanlara
Bol bol
vereceksin...
...
Çalışanları
üretenleri,
Aralıksız
destekleyeceksin,
Rehberlik
edeceksin,
Zeki
insanların risk almasına
Katkıda
bulunacaksın,
Üretenlere
düşüncelerini
Soracaksın,
onların,
Yararlı
fikirlere,
Ulaşmasını
sağlayacaksın...
...
Tüm bunları
yaptın mı?
Ünlü Boksör
Muhammed Ali’ye
Şimdi kulak
verme zamanı;
Müslüman
dünya şampiyonu
Çok çalışarak
ölümsüzler
Arasına giren
büyük insan diyor ki;
-İMKÂNSIZ BU DÜNYAYI
DEĞİŞTİRECEK
GÜCÜ İÇLERİNDE
KEŞFETME
YERİNE;
KENDİLERİNE
SUNULAN
DÜNYADA
YAŞAMAYI
DAHA KOLAY
BULAN,
KÜÇÜK
İNSANLARIN
ORTAYA ATTIĞI
BÜYÜK
KELİMEDİR;
İMKÂNSIZ
BİR GERÇEKLİK
DEĞİL
BİR
GÖRÜŞTÜR... İMKÂNSIZ
BİR İDDİA
DEĞİL MEYDAN
OKUMAKTIR,
İMKÂNSIZ
POTANSİYELDİR,
GEÇİCİDİR,
İMKÂNSIZLIK
YOKTUR...
...
Haydi, şimdi
ayağa
Kalk hayata
bu pencereden
Bakarak,
etkinliğini arttır,
Her şeye
yeniden,
Baştan tekrar
değerlendirip,
Güncelleyip,
bilinçaltını,
Yeniden
programlayarak,
Daha hızlı,
daha çok akılcı şekilde,
Yarınlara
koşmaya başla...
BAŞARI
SİZİNLE OLSUN...
Abdulkadir
Kaçar... Adana 2023
İNANILMAZ AMA
GERÇEK
70, 80, 100
yaşındayken bile,
Hep çok genç,
sağlıklı,
Hep çok
dinamik,
Hep aktif
olmak ister misiniz?
...
Bu durum
inanılmaz ama gerçekten,
Hayatınızın
merkezi,
Gençlik
sırrınızın özü olabilir...
...
Bilim
insanları her on bir ayda
İnsan yeni
bir beden inşa eder diyor...
Yani fiziki
açıdan bakılırsa,
Kaç yaşında
olursa olsun,
Her insan on
bir aylık
Yaşam süresi
sonunda, genç,
Sağlıklı,
dinamik bir bedene
Sahip
olabiliyor...
...
Bunun için
yapması gereken şey;
Korku, öfke,
endişe, kendini beğenme,
Kıskançlık,
intikam, kötü niyet,
Temelli
düşünceleri bedeninizden
Uzak tutmak
olmalıdır...
...
Çünkü her
insan kendi öz
Düşüncelerinin
Toplamından
oluşuyor,
Bu nedenle
yaşam serüveninde,
Olumsuz
düşünceyi benimsemekten,
Kesinlikle
kaçınmak gerekiyor...
...
Hz. Mevlana
diyor ki;
-KARDEŞİM SEN
DÜŞÜCEDEN
İBARETSİN/GERİYE
KALAN
KEMİK VE
ETSİN/GÜL DÜŞÜNÜR
SEN GÜL/DİKEN
DÜŞÜNÜRSEN
DİKEN
OLURSUN...
...
EİNSTEİN İSE
ŞÖYLE DİYOR;
-İNSAN
AĞZINDAN ÇIKAN
CÜMLELERİN
BEYNİNDEN ÇIKAN
DÜŞÜNCELERİN
BÜTÜN EVRENİ
DOLAŞIP SONRA
TEKRAR ONA
GERİ
DÖNDÜĞÜNÜ BİLSEYDİ
EMİNİM DAHA
DİKKATLİ OLURDU...
...
Bilim bu
durumu şöyle tanımlıyor;
Karanlıktan
kurtulmanın yolu ışıktır,
Soğuktan
kurtulmak sıcakla mümkündür,
Olumsuz
düşüncenin üstesinden
Gelmek ise
yerine olumlularını
Yerleştirmekten
ibarettir,
Bu durum
başarıldığında,
Kötü ve
sıkıntı veren konular,
Otomatik
olarak ortadan kalkacaktır...
...
Örneğin hasta
olmak anormaldir,
Hasta olmak
hayatın normal
Akışına karşı
hareket,
Edildiğinin
net ifadesidir,
Olumsuz
düşüncelerin kişiye hâkim
Olduğunun
kanıtıdır...
...
Oysa hayat
her an uyumlu olmayı
Zorunlu hale
getiriyor,
Öyle ki bu
durum kaçınılmazdır,
Hayatla
uyumun olduğu,
Yerde
sağlıkta, mükemmeldir,
Uyum
prensiplerine uygun
Hareket
ederse insan,
Hayatının her
şeyi güzel olur...
...
Kişiye
sıkıntı veren,
Büyük
sorunlar yaşatan,
Her
türlüsünden,
Hastalığın
iyileşmesi
Korku,
endişe, üzüntü, kıskançlık,
Kin, nefret,
intikam düşüncelerinin
Ortadan
kaldırılmasıyla mümkündür...
...
Bir özdeyiş
şöyle der;
SİZ DOĞRUYU
BİLECEKSİNİZ,
DOĞRU SİZİ
ÖZGÜRLEŞTİRECEK...
Doğruyu
bilmek ise her zaman hayata
Uyum yönünde
hareket,
Ederek,
bilinçaltının
Sınırsız zekâ
gücüyle,
Uyum içinde
olmaktır...
...
-Ben çok
iyiyim,
-Mükemmelim,
-Mutluyum,
-Sevgi
doluyum,
-Uyumluyum,
Gibi olumlu
sözleri,
Yatmadan önce
teklin yoluyla
Kendinize
sıkça söyleyip inandırıp,
Bilinçaltınızı
ikna etmelisiniz...
...
Burası daha
da önemli;
İnsanının
bilinçaltı,
24 saat iş
başındadır,
Bir
sorunumuza çözüm geliştirme,
Görevi verin,
O kesinlikle
çözüm sunacaktır...
Kendinizi
yani sizi
Sizde yeniden
inşa edecektir...
...
Yapılan
bilimsel araştırmalarda,
Her on ayda
yeni bir bedeninizi
Sıfırdan
yeniden inşa edebilirsiniz...
...
İyi
yönettiğiniz bilinçaltınız,
Düşüncelerinizi
olumlu
Yönde sürekli
değiştirerek,
Gelişmeye
devam etmelerini
Sağlayarak
vücudunuzu,
Yeniler ve
sürekli geliştirir...
...
Bu durum
bilimsel olarak
Çağlar boyu
kanıtlanmıştır,
İnanılmaz ama
gerçektir,
Uyguladığınızda
elinizde
Bir sihirli
değnek varmışçasına
Mutlu
olacaksınız...
...
Sonuç olarak
denilebilir ki;
İyi şeyler
düşünün,
Zihniniz de
bedeniniz de,
İlişkilerinizde
güzellikler
Kendini
mutlaka gösterecektir,
Böylece
güzel, keyifli, sağlıklı,
Daima ONBİR
AYLIK
Genç, taze,
sağlıklı, mutlu
İnsan olarak,
yaşayabileceksiniz...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
İNSAN DOSTSUZ
OLMAZ OLAMAZ...
Dünya adını
verdiğiniz,
Bu gezegende
200 milyon tür olduğu
Kabul edilen,
canlılar arasında,
En üstün,
mucize, tek canlı,
Tartışmasız
insandır...
...
Bu muhteşem
insan,
Sosyal bir
varlıktır;
Tek başına
hayatta kalmaz,
Kalamaz
kalamayacaktır,
Varlığını
sürdüremez,
Her anında ve
her koşulda,
Diğer
türleriyle sürekli iletişim,
Kurmak
durumundadır...
...
Hatta bunu,
Zorunlu
şekilde bunu yapar,
Çünkü
yaşamını sürdürebilmesi,
İçin buna
zorunludur...
Her anı
meydan savaşı olan
Hayat isimli
bu sahnede,
İnsan soyu
beşikten,
Mezara kadar;
Hayatı
boyunca önüne çıkan,
Sayısız
zorluklar, engellerle
Savaşmak
zorundadır...
...
Varlığını
devam ettirebilmek için,
Her
mücadelesini de,
Kesin olarak,
kazanmak zorundadır...
...
İnsan işte
olaylara karşı kazandığı,
Başarılar
ölçüsünde,
Hayatına
devam eder...
...
Her anı
sürekli hareket,
Her anı
farklı,
Her saniyesi
sürpriz olan,
Hayat isimli
bu serüveninde,
İnsan
karşısına ilk kez çıkan
Zor bir
sorunun çözümüne,
Bilgisi,
gücü, deneyimi yetmeyebilir,
Çoğunlukla
da,
Çaresiz ve
yetersiz kalır...
...
Kişi o andan
itibaren,
Diğer bazı
insanların,
Fikrini
sorup, danışır...
...
Akıllı
olduğuna ve bilgisine
İnandığı
kişinin,
Deneyiminden
yararlanıp
Sorunlarını
çözmek
İçin iletişim
kurarak,
Engellerini
rahatça aşar...
...
Bunun da
ötesinde,
Dertleşip
konuşmak,
Ya da diğer
insanların
Sıkıntılarına
çözüm,
Bulup yardım
etmek
İçin onları
dinlemek ister...
...
Diyalog
dediğimiz şey;
Zaten iki
kişi arasında,
Olmak
zorunda,
Kişi bunu
elbette,
Tek başına
yapamaz,
Karşısında
bir kişi,
Ya da kişiler
gerekir,
Bunun adına
insan dost,
Arkadaş,
yoldaş der...
...
Şimdi bir
soru;
-Peki, sizi
dinleyen,
-Sıkıntılarınızı
anlayan,
-En akılcı
çözüm yolu,
-Gösteren,
akıl danıştığınız,
-Gerçek bir
dostunuz var mı?
...
-Ya da kaç
yaşında,
-Olursanız
olun,
-Eğitim,
deneyim, yaşınız,
-Bilginiz ne
olursa olsun
-Hayatınız
boyunca edindiğiniz,
-Deneyimlerinize
göre,
-Gerçekten bu
dünyada,
-Kalıcı
dostluğa,
-İnanıyor
musunuz?
...
Hz. Mevlana;
-DÜNYADA
DOST,
YOKTUR
DOSTUM,
Dese de, her
insanın,
Çevresinde
bir ya da,
Bir de çok
arkadaşı,
Dost sandığı,
Kişiler
vardır,
Hatta insan
buna zorunludur...
...
Bir
denememde,
Şöyle
demiştim;
-KİŞİ EĞER
KENDİNİ DOST,
EDİNEBİLİRSE
HAYATI
BOYUNCA,
DOSTSUZ
KALMAZ...
...
Akıllı başka
bir insan da;
Dostluk
konusunda şöyle diyor;
-Başkalarıyla
ilgilenmeniz sayesinde
İki ay içinde
bir dost kazanırsınız...
Başkalarının
sizinle ilgilenmesini
Beklerseniz
iki yıl içinde bir tek dost,
Kazanamazsınız...
...
Bu günkü
yaşam koşulları gere
Çağımızdaki
insanlar,
Zamanla ve
birbirleriyle yarış halinde,
Ve inanılmaz
şekilde,
Çok yoğun
çalışıyor...
Yani herkes
her an,
Genellikle
kendi,
Öz
sorunlarının çözümüyle ilgili...
Siz onlarla
ilgilenmeseniz,
Onlar sizinle
neden ilgilensin ki?
...
Şurası da bir
gerçektir ki;
Hangi mesleği
yaparsa,
Yapsın her
insan;
-İster
gazeteci, ister gemi kaptanı,
İster manav,
astronot, çaycı,
Tezgâhtar,
oto tamircisi,
Çöpçü bile
olsa;
Bilinen
gerçek şudur ki;
HER İNSAN
ÖNCE,
ELBETTE
KENDİNİ,
BEĞENENİR VE
SEVER...
...
Akıllı bir
insan;
Yine şöyle
diyor;
-Sevilmek
istiyorsanız,
-Başkalarına
karşı
-Çok içten
samimi ilgi gösterin...
-İnsanları,
her zaman,
-En içten
coşkuyla selamlayın...
-Alo
dediğiniz kişi,
-Sizin onu
sevdiğinizi
-Ses
tonunuzdan anlayabilsin...
...
Hem
karşılıklı,
Hem de
telefon konuşmanızda
Sesinize
sevgi ve sevinç,
Mesajları
yükleyin;
Karşınızdaki
kişiye,
Bunu her
defasında,
Derin ve
etkili biçimde;
Hissettirin...
...
İnsanların
hep,
İyi ve
olumlu,
Yanlarını
düşünün,
Beğenip
takdir edin,
Hatta
takdirlerinizi,
Yüzlerine
karşı,
Bolca
tekrarlayın,
O zaman
sözlerinize,
Herkes değer
verir,
Yaşadıkça
onları tekrarlar...
...
Hatta onlara
söylediğiniz,
Güzel
sözlerinizi,
Siz
unuttuktan
Yıllar sonra
da,
Onlar size bu
sözlerinizi
Anımsatırlar...
...
Sonuç olarak;
Bu gezegende
200
Milyon tür
olduğu
Kabul edilen,
Canlılar
arasında
En akıllı ve
üstünü olan,
İnsan en
sosyal varlıktır...
...
Yaşamını
devam ettirebilmek için,
Her anında
diğerleriyle
İletişim
kurmak zorundadır...
Bunun adına
arkadaş, yoldaş,
Dost der ama
mutlaka bir
İletişim
kurmanın yolunu
Bulup
uygular...
...
Son sözüm ise
şöyle;
Mevlana’nın
sözünü,
Tekrar
hatırlayayım;
Diyor ki;
Dünyada dost
yoktur;
...
Bana göre de;
EĞER
BAŞARABİLİRSE,
SADECE
KENDİNİ
DOST EDİNEN
İNSAN
ÖMÜR BOYUNCA,
DOSTSUZ
KALMAZ...
...
Ne mutlu
kendini
Dost,
arkadaş, yoldaş,
Edinerek
hayat yolunda
Yalnız
kalmayanlara...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
DÜRÜST İNSAN
İÇİN
EN AĞIR
YÜK...
Nedir?
Beden yükü
mü?
Hayat yükü
mü?
Parasızlık
yükü mü?
Aile, borç,
kredi,
Hastalık,
Kirada
oturmak,
Ev taşıma,
Gurbette
yaşama,
Aşk,
Sevgi,
Sevdiklerinden
ayrılmak,
Kara sevda,
Sevdiğinizin,
Ölüm yükü mü?
...
Bunların hiç
birisi değil;
Dürüst insan
için,
Hayattaki en
ağır yük;
KÖTÜ
LAF(DEDİKODU)
Taşıma
yüküdür...
Diğer insana
zarar verecek,
İhanet
içeren,
Bir lafı
zihnine kayıt edip,
Diğerine
taşımak,
Dürüst insan
için,
Altından
kalkılamayacak,
Ölümden daha
büyük,
Acı ve
sıkıntı
Veren yıkıcı
yok edici yüktür...
...
Hele insanlar
arasında,
Kıskançlık,
yalan, iftira,
Kin, nifak,
kavga, entrika,
Cinayete
neden olacak
Bir
dedikoduyu,
Öldürücü bir
LAFI taşımak
Öldürmekten
daha büyük
Acı verecek
en büyük yüktür...
...
Erdemli ve
dürüst insan için,
İmha edici
lafı taşımak,
O öyle ağır
ve tehlikelidir ki;
Mayın tarlası
ve dinamitten
Daha yok
edici olan
İftira, bir
dedikodu yükü,
Hemen herkese
zarar verir,
Üreteni, hem
o lafı taşıyanı,
Hem de onu
düşünce,
Evrenine
kayıt edip yükleyeni,
Gerek bir
dakika, bir saat,
Ya da bir
gün, bir yıl öldürücü,
Bir
lafı-dedikoduyu taşımak,
Gerçekten
altından
Kalkılamayacak
kadar,
Belki de
öldürücü yüktür;
Erdemli,
soylu hiç bir insan bu
Yükü asla
kabul etmez,
Taşınmasında
aracı olmaz,
Kenarından
bile geçmez
Böyle bir
kötülüğü,
Görmez,
duymaz, söylemez...
...
Ama içi
hainliklerle dolu olan,
Art niyetli
kötülük yapmayı seven,
Taşımaktan
belki de mutluluk,
Duyana gizli
ve inanılmaz zevk verir;
Duyduğu,
öldürücü bir dedikoduyu,
Zihnine
anında kayıt eder,
Hatta bire
bin katar, pireyi deve yapıp,
Yılmadan,
bıkıp usanmadan,
Zamanı
gelince haince yerine ulaştırır,
Hem öldürücü
lafı söyleyene,
Hem kendine,
karşı tarafa,
Hem
çevresine, ülkesine,
Hem de
insanlık ailesine
En büyük
kötülüğü
Bilerek,
isteyerek, tasarlayarak
Yapan kocaman
bir haindir...
...
İnsanlık
tarihinde dün olduğu gibi
Bu günde
yarın da,
Karakolları,
adliye, ceza evlerini
Dolduran ve
kendilerine,
“KADER
KURBANI”
Diyen
insanlar işte,
İşte bu
dedikodu laf yükünün
İsteyerek
bilerek taşıyıp,
İnsanların
arasını bozanların
Neden olduğu
zararlara uğrayan,
Bu öldürücü
laf yükünü taşımaktan,
Onur duyan
hainlerin zarar verdiği,
Kurbanı olan
zavallı kişilerdir...
...
Hesaplanamayacak
sayıda,
Dürüst insan
dün olduğu gibi
Bu günde
hatta yarında
Öldürücü
LAFI(DEDİKODU)
Birinden
alıp, bire bin
Katarak
diğerine taşıyan
Hainlerin
kurbanıdır,
Bundan sonra
da bu olaylar,
Olmaya da
devam edecektir...
...
Zaten soylu,
erdemli,
Dürüst ve
kendiyle mutlu
Yaşamla daima
barışık olan,
İnsanlar bu
türlü dedikoduyu
Ne yaparlar
ne dinlerler,
Ne de
kenarına yaklaşırlar
Nede alıp
başkasına götürürler,
Dedikoduculardan
uzak dururlar,
Onlarla aynı
ortamda bulunmaz,
Bu kötü
düşüncelileri arkadaş edinmezler...
...
Bu laf
hainliği yapanlar ise
Kendileriyle
doğuştan kavgalı,
Kifayetsiz
muhterislerdir,
Doğuştan kötü
ruhla,
Bu gezegene
gelen insanlardır,
Bunlar hem
çevresindeki,
Mutlu
insanları kıskanırlar,
Hem de
garibanlara zarar vermekten,
Onları yakıp
yok ederek hayatlarını
Zehir
etmekten içten içe gizli,
Ve haince bir
zevk alırlar...
...
Dürüst,
saygılı, aile terbiyesi,
Almış olan
soylu insanlar için,
Dünyanın en
ağır yükü,
LAF(dedikodu)
yüküdür,
Onu onurlu
insanlar birinden,
Alıp ötekine,
karşıya asla taşımazlar;
Hatta onun
tehlikesinden
Öyle
korkarlar ki atom bombasından
Daha da
zararlı bulurlar,
Korkup
dedikodudan uzak dururlar...
...
Yaşamınızda
bu tür hainlikler
Yaparak
insanları birine düşman
Edenlerden
uzak durmaya,
Daima özen
gösterin...
Onlar öyle
sinsi, öyle sinsi,
Onlar gizli
düşmandır ki,
Mutlu
yaşamlarını,
Kıskandıkları
kişiye karşı,
Tek öldürücü
silahları,
Tek
sermayeleri sınırsız,
Dedikodudur,
lafı birinden alıp
Ötekine
taşıyıp ara bozmaktan,
Kavga
çıkartmaktan cinayete,
Varacak kadar
zarara neden
Olmaktan
kıvanç duyarlar,
İhanet
etmekten gizli keyif alırlar...
...
Akıllı, soylu
ve erdemli kişiler;
Dilerim
yolunuz, ömür boyunca,
Bu türlü hain
insanlarla,
Hiç kesişmez,
kesişemez,
Seçici soylu,
saygı değer,
Erdemli
insanlarla
Mutlu ve
huzurlu
Yaşamanızı
dilerim...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
İNSANIN RUHU
DA
AÇLIK
ÇEKER...
İnsan günde
üç kez
Yemek yer,
Karnını
doyurur,
Buna
zorunludur...
...
Ama ruhu da,
Açlık
hisseder,
Öyle ki
karnını
Doyurmak
kadar,
Ruhunu da
doyması
Gerekir...
...
İnsanın
karnının
Doyurması
gibi
Ruhunun da
Açlığını
gidermesi
Gerekir...
...
Uzmanlar bu
konuda
Şunları
öneriyor;
-Kişileri bol
bol beğenin,
-Sıkça
iltifat edin,
-Takdirlerimizi,
-Övgülerimizi
-Yüzlerine
söyleyin...
...
Bu övgüleri
hak eden,
Akıllı
insanlar;
-Güzel
iltifatlarımızı,
-Yaşadıkça
bize
-Hatırlatacaklardır...
-Biz unutsak
bile,
-Onlar
takdirlerimizi,
-Unutmayacaktır...
-İleri
yıllarda da,
-Minnet
duyarak,
-Sözlerimizi
hatırlatacaktır...
...
Yapılan
araştırmalarda,
İnsan belli
bir
Soruna
odaklanmadığı
AN’ lar da
zamanının,
Yüzde 95 ini
Kendini
düşünerek
Geçiriyormuş...
...
Oysa bu
sürede,
Başkalarının
iyiliğini,
Güzelliğini,
Başarılarını
düşünse
Yalan
üretmesine
Ve yalan
söylemesine
Gerek
kalmazmış...
...
Çünkü yalan
dudaklardan,
Takdir
kalpten gelirmiş...
Takdiri
kullanmak,
İnsanı
yalandan
Uzaklaştırıyormuş...
...
İnsan günde
üç kez,
Karnını
doyuruyor,
Ama ruhu
gururlandırıp,
Övülmek
istiyormuş...
İnsanların
büyük bölümü,
Bu övgü
sözünü
Kullanmakta
cimri
Davranıyormuş...
...
Oysa insanın
Beşikten
mezara
Kadar
takdirden
Etkilendiği
kanıtlandı...
Bazı
kişilerin açlık
Ve susuzluk
gibi
Onurlandırılmaya
İhtiyaçları
vardır...
...
Yine
takdirden,
Etkilenmeyecek
İnsanın
olmadığı
Bilimsel
olarak biliniyor...
Övülen,
onaylanan,
Hatta
alkışlanan insan
Diğerlerinden
daha çok
Başarılı
çalışmalar yapıyor,
Daha büyük
işlere,
İmza
atıyor...
...
Sonuç olarak;
Herkesin
gururunu
Okşamayı
ihmal
Etmeyin...
Çok geçmeden,
Toplumsal
ilişkileri,
Yönetmeyi
başaran,
Büyük uzman
Olabilirsiniz...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
İNSANIN SÖYLEDİĞİ
BÜYÜK YALANLAR...
-Sen cansın,
-Sen canımın
ta içisin,
-Sen çok
önemli ve değerlisin,
-Senin için
hayatımı veririm,
-Bir telefon
mesafesindeyim,
-24 saat
senin emrindeyim,
-Seni Allah
başımızdan eksik etmesin...
...
Çevrenizdeki
bazı insanlar;
Sizin
olanaklarınızdan
Daha da çok
yararlanıp,
Çıkarlarını
devam ettirmek için,
Bu türlü
sözleri çok sık söylerler...
...
Oysa bu
sözler bazı insanların,
Sizi
kandırmak için söylediği,
İNSANLIĞIN EN
BÜYÜK
GELENEKSEL
YALANIDIR...
...
Dün olduğu
gibi,
Bu günde
çevrenizde
Size de böyle
sözler söyleyenler
Hep vardır...
Olmalıdır,
olması da daima iyidir...
Olmaması ise
can sıkıcı ve
Moral bozucu
çok kötüdür...
...
Çünkü bu
BÜYÜK YALANLAR,
Geçici bir
süre de olsa
İnsana moral
verir,
Kişilere olan
güveni arttırır,
Yaşama
sevincini çoğaltır,
Hayat
sahnesinde,
Zamanınızı
iyi geçirmek,
İçin biraz da
oyalar,
Hayatın
zorluklarıyla olan
Mücadele
azminizi arttırır...
...
Bu BÜYÜK
GELENEKSEL YALANLARLA,
Sizi
kandırıp, efsunlayanlara
Kayıtsız
şartsız inanırsınız;
-İŞTE BU KİŞİ
BENİM
GERÇEK
DOSTUM,
Der onlara
daha sıkı sarılırsınız...
...
Bu sözlerle
sizi kendine,
İnandıran
insan,
Aslında
samimi değildir;
Çünkü bu
ifadeleri kullanırken,
Yüzüne
sayısız, maske takarak,
Söylediği,
BÜYÜK
GELENEKSEL
YALANLARIDIR...
...
Çünkü kısa
bir zaman sonra,
Bu sözlerinin
yalan olduğunu
Kendisi size
Somut olarak
size gösterecektir...
...
Hele bir
tökezleyin,
Hele bir yere
düşün,
Ya da hasta
olun;
Bu ifadeleri
kullananlardan,
Yardım
istediğinizde;
Onların
gerçek yüzünü,
Maskesiz
olarak açık seçik görürsünüz,
Bu çok
çirkin, hatta hain sinsi,
Yalancı bir
yüzdür...
...
Öyle ki zor
durumda olup,
Bazen de
yalvararak
Talep
ettiğiniz yardımı hiçbir,
Şekilde
vermezler, vermeye
Yanaşmazlar
ve vermeyecektir...
İltifat
sözlerini hiç etmemişçesine
Unutan insan
rolünü,
Ustaca
oynayacaktır...
...
Örnek olarak;
-Şu işimi
yapar mısın?
-Rica etsem
acaba mümkün mü?
-Bana
eczaneden şu ilacı alır mısın?
-Bakkaldan
bir ekmek getirir misin?
-Şu kişinin
telefonunu bana verir misin?
Dediğinizde,
Yukarıdaki
sözlerle sizi,
Yıllarca
yağlayıp ballayıp,
Sürekli
kandıran, olanaklarınızdan,
Sonuna kadar
yararlanan,
İnsanları
asla yanınızda
Bulamayacaksınız...
...
Öyle ki, bu
yardım isteğinizi,
Duydukları
an,
Göz açıp
kapayıncaya kadar
-PIRRRRR diye
kuk olup,
Uçup kaçıp
gideceklerdir...
Daha da
kötüsü ise şudur;
Bu kişilerin
kendileri uzaklaştığı gibi;
Yardım edecek
diğer insanların da,
Size yaklaşıp
hizmet etmesini,
Haince
dedikodularla önleyecektir;
...
Sayısız maske
kullanan,
Bu çıkarcı
YALANCI kişiler,
Öyle
insafsızca, davranırlar ki;
On defa da
arasanız bile,
Telefonlarınıza
bakmayacaktır,
Yanlarına
gittiğinizde binlerce,
Bahaneler
uydurup yüzlerine,
Renkli ve
yalvaran maskeler takarak,
Özür üstüne
özür dileyecektir...
Bin yalanın
arkasına sahtekârca
Gizlenip,
kendilerine göre,
Sayısız
bahane uyduracaktır,
YALAN
sözleriyle sizi yeniden kandırıp,
İkna etmek
isteyecektir...
...
İyi
zamanlarınızda;
-SEN BENİM
CANIMIN,
TA İÇİSİN
diyenler,
Yardım
istediğinizde,
-CANIN ÇIKSIN
GEBER diye,
Kaçıp
uzaklaşıp gidecektir...
...
-24 saat
yanındayım diyenler;
Kuş misali
yanınızdan
-PIRRRR diye
kaçıp gidecektir...
O sevecen
kişilerle,
Kaçıp
gidenler arasında artık,
Hiçbir
benzerlik kalmamıştır...
Kendi
kendinize hayret edersiniz;
-BEN NE KADAR
SAFMIŞIM;
İNSANLARI
GERÇEKTEN
TANIYAMAMIŞIM,
Demek zorunda
kalacaksınız...
...
“ZAMAN HER
ŞEYİN İLACIDIR”
Der
atalarımız;
Bir süre
sonra da sorunlar çözülüp,
İyileşip,
kendinize yeterli olduğunuzda;
Normal
hayatınıza geri döndüğünüzde,
Bu kişiler
yine farklı maskeler takıp,
Sizden elde
ettikleri,
Çıkarlarını
korumak için çevrenizde
Dolanmaya,
aracılarla,
Sizi ikna
ederek,
Hayatınıza
yeniden girecektir...
...
Affetseniz
de, etmeseniz de;
Öyle bir
şekilde yakarırlar ki;
Olanaklarınızdan
tekrar yararlanırlar...
Bin türlü
yemin ederler,
Bin türlü
maske kullanırlar,
BÜYÜK VE
GELENEKSEL
YALANLAR
Söyleyerek,
sahte yeminlerle;
Geçmişteki
kendi hatalarını,
Affettirmeye
çalışacaktır...
...
Birkaç yıl
içinde her şey,
Normale döner
gibi olur;
Aynı kişiler
yukarıdaki sözleri
Yeni maskeler
taktıkları yüzleriyle,
Güveninizi
hiçbir şey
Olmamışçasına
yeniden kazanacaktır;
Sonra
beklenmedik şekilde
Tekrar yere
düştüğünüzde;
Yardımına
ihtiyaç duyduğunuzda,
Yardım
istediğinizde
-PIRRRR DİYE
KAÇIP YENİDEN KAYBOLACAKTIR...
Bu davranış
türlerinin çoğu,
Zayıf
karakterli küçük düşünen,
İnsanların
genel karakteridir...
...
Yukarıdaki bu
sahneleri her insan;
Hayatı
boyunca defalarca yaşar,
Yaşamıştır,
yaşayacaktır...
...
İnsanlar
arasındaki bu türlü
BÜYÜK
GELENEKSEL
YALANLARLA
Karşılaşıp
yaşamak,
Hem kendi
açımdan,
Hem de diğer
akıllı insanlar,
Bakımından
asla
Şaşılacak bir
durum değildir...
Olmaz, olamaz
olmayacaktır;
Öyle ki bu
türlü;
BU TÜRLÜ
BÜYÜK
VE GELENEKSEL
YALANLAR
İnsanlar
arasında klasikleşmiş
Yıllarca
devam etmiş,
Bu gün olduğu
gibi,
Yarında aynen
devam edecektir...
...
Benim
anlattıklarımın gerçekliğini,
Yalnız
yaşayanlar,
Yaşlılık gibi
hayatın en büyük
Mükâfatı olan
mucize
Sayılacak
güzelliğine ulaşanlar,
Defalarca
görmüş ve yaşamıştır,
Bu sahnede
olduğu süre içinde,
Son nefesine
kadar da bu türlü,
GELENEKSEL
BÜYÜK YALANLARLA
Defalarca
karşılaşacaktır...
...
Bazı kişiler
bu serüvende,
İnsanların
söylediği;
BÜYÜK
GELENEKSEL YALANLARLA,
Karşılaşmamışlarsa
da
Bu durum
onlar için,
İnanılmaz
büyük şans sayılmalıdır...
...
Ama
unutulmaması gereken ise;
Her insan,
hayatının,
Hemen her
döneminde bu türlü
Olaylarla;
Ve İNSANIN
BÜYÜK GELENEKSEL,
YALANLARIYLA
KARŞILAŞIP,
MUTLAKA
YAŞAYACAKTIR,
Hayatın
verdiği bu acımasız
DERSİNİ kesin
ALACAKTIR...
...
Bu konuda
akıllı bir insan diyor ki;
-BEN BU GÜNE
KADAR
YAŞADIĞIM
OLAYLAR,
NEDENİYLE,
ARTIK
ŞAŞIRACAĞIM
YAŞI,
ÇOKTAN
GEÇTİM...
...
Gerçekten de
öyle;
İnsanın
olduğu her yerde,
Her zaman,
her olayın yaşanması,
Daima
mümkündür...
-ŞU KİŞİ
ŞÖYLE DAVRANDI,
-BU KİŞİ
BÖYLE BİR SUÇ İŞLEDİ,
-BU İNSAN
ŞÖYLE VEFASIZ ÇIKTI,
-BEKLENMEDİK
ŞEKİLDE BÜYÜK YALANLAR SÖYLEDİ,
Dediklerinde
ben de artık,
Hiçbir
şekilde şaşırmıyorum...
Çünkü artık
şaşıracak yaşımı
Bende çoktan
geçtim...
İNSANIN
OLDUĞU HER YERDE;
HER OLAY HER
ZAMAN MÜMKÜNDÜR deyip geçiyorum...
...
Bir denememde
şöyle demiştim;
Dünya insanlık ailesinin,
Yarısı oğlun,
Yarısı da kızın olsa;
Hayat isimli bu serüvende,
Annenden tek başına doğdun;
Her zorluğu tek başına yaşadın,
Tüm hastalıklarını,
Yalnız başına iyileştirdin,
Unutma zamanı geldiğinde,
Yine tek başına öleceksin;
...
İNSANLARIN BU BÜYÜK
GELENEKSEL YALANLARI
KARŞISINDA ŞUNU
SÖYLEYEBİLİRİM;
...
Her yaşında,
Her zaman,
Her koşulda,
Koşarak gelip,
Sığınacağın;
İçinde huzur bulacağın,
En güvenli
Liman sadece kendinsin,
Yaşamın boyunca
Kendine yardım etmen,
Düşmeden ayakta kalman,
En büyük başarın olacaktır...
Bunu asla unutma...
ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023
“İNSANLARLA AZ
ALLAHLA ÇOK
KONUŞUYORUM”
-Nasılsın?
-İyiyim, hem
de çok iyiyim,
-Sorun falan
yok mu?
-Yok üstadım,
-Bunu nasıl
başarıyorsun?
-Çok kolay,
-Merak ettim,
-İnsanlarla
az,
-Allah’la çok
konuşuyorum dedi,
-Yani biraz
içine dönmüşsün,
-Evet, öyle
sayılır...
...
Çay ikram
etti;
-Bak üstadım,
-Neden böyle
bir
-Şey
yapıyorum anlatayım,
-Yaptığımı
sorguluyorlar,
-Neden böyle
yapıyorsun,
-Peki, bir
şey yapmıyorum;
-Neden bir
şey yapmıyorsun diyorlar...
...
-Canım
istiyor,
-Bir şeyler
alıyorum,
-Neden
bunları aldın,
-Almayınca,
-Neden
almadın diyorlar...
...
-Ağzımda
farklı,
-Bir söz
çıkıyor,
-Bunu neden
söyledin?
-Bu kez
susuyorum,
-Neden
susuyorsun diyorlar...
...
-Bir yere
gidince,
-Oraya neden
gittin?
-Canım istedi
gittim,
-Neden
gittin?
-Gitmiyorum
deyince,
-Neden gitmek
istemiyorsun,
-Siz gidin,
ben gelmem deyince,
-Sen neden
gelmiyorsun?
-Gelince
neden geliyorsun diyorlar...
...
-Bir şey
yiyince,
-Neden yedin?
-Yemeyince,
-Neden
yemedin diyorlar...
...
Yani hayat
çok ilginç?
-Yani sıfır
sorun,
-Yüzde yüz
başarılı olmam,
-Huzurlu
yaşamam için
-Ben de
sonunda bu yolu seçtim...
-Peki,
ihtiyaçlarını nasıl gideriyorsun?
-Susarak, çok
az sözle,
-Ufak tefek
el işaretleriyle,
-Böyle
yapınca insanlarla,
-Çok rahat
anlaşıyorum...
...
-Bu hayatı
anlayışını
-Nerede, kime
karşı uyguluyorsun?
-Her yerde
herkese karşı...
-Yani hayatın
sırrı, mutlu yaşamanın
-Esprisi
konuşmak değil,
-Daha çok
sessiz olmak mı?
-Öyle de
denilebilir;
...
-Arkadaşlarına
karşı nasıl,
-Nasıl
geçiniyorsun?
-İyi
arkadaşlar seçiyorum,
-Kötülüklerini
gördüklerimden,
-Hemen uzak
duruyorum...
...
-O zaman sana
-İyi arkadaş
nedir?
-Kötü arkadaş
nedir?
-Akıllı bir
akıllı
-İnsanın
öğüdünü hatırlatıyorum;
-Çok
sevinirim üstadım;
-Prof. Dr.
Ali Fuat Başgil şöyle diyor;
Arkadaşın
kötüsü çalışanlardan,
Çok sürekli
rahatsız olur;
Başarılı
olanları,
Hiç belli
etmeden kıskanır;
Başarılı
olmayı küçümsemek,
Ve alaya
almak suretiyle öç alır;
Seni kendine
benzetmek için,
Başvuracak
çare arar;
Sözleri ve
yaşayış biçimi,
İle manevi
enerjini kırar;
Ve sende
haince bir ruhsal,
Bir gevşeklik
yaratır...
...
Bu arkadaş
tipi kötü
Arkadaştır;
iyi olanlarda
Burada
anlatılanların tersidir;
...
Çevrendeki
insanlara dikkat et,
Bu kural her
zaman geçerlidir,
İyi arkadaş
seçerken de yanlış yapma...
Kötüleri
zaten yukarıda üstat söylüyor...
-Haklısın
üstadım...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
IŞIĞINIZ HEP
BÜYÜK
OLSUN...
Yılanın biri
ateş böceğinin peşine düşmüş...
Tam yemek
üzereyken;
Ateş böceği;
-Sana bir
soru sorabilir miyim? Demiş...
Yılan;
-Aslında
kurbanlarım sorularını cevaplamam
ama bir
istisna yapıp sana cevap vereceğim demiş...
Ateş böceği;
-Sana kötü
bir şey mi yaptım?
Demiş;
-Yılan;
-Hayır
yapmadın...
Ateş böceği;
-Senin besin
zincirinde miyim?
Demiş,
Yılan;
-Hayır...
Ateş Böceği;
-O halde beni
neden yemek istiyorsun?
Deyince;
-Yılan;
-Işığını
görmeye dayanamıyorum da ondan demiş...
...
Başarının
ışığını çevresine yayan;
Onları bu
nitelikleriyle kıskandıran;
Sayısız insan
var...
Peki, insanın
ışığı ne olabilir?
Aslında şu
sayacaklarım; insanın ışığıdır;
-Spor
alanında büyük ödül kazanması,
-Mutlu örnek
evliliği,
-Sağlıklı bir
evladının doğması,
-Nişanlanıp
evlenmesi,
-Muhteşem
düğününün olması,
-Politik
yarışmada büyük bir seçimi kazanması,
-Başarılı
ameliyatla sağlığına yeniden kavuşması,
-Bir şey icat
etmesi,
-Mesleğinde
terfi etmesi,
-İş
hayatındaki başarısı,
-Hayata olan
olumlu bakışı, toplum içinde her daim neşeli yaşaması,
-Pozitif
düşünüp daima örnek kişi olması,
-Mesleğini
emsallerinden çok farklı ve üstün yapması,
-Hayatı
boyunca sergilediği bilgeliği,
-Teknolojiyi
emsalsiz şekilde kullanması,
-Çok güzel
bir ürün alması,
-Bir ev
alması;
-Tarla, bağ,
bahçe gibi mülkünün olması
-Büyük bir
mirasın kalması vs...
...
Bu
güzelliklere ulaşan kişinin yaşama enerjisi artar,
Yüzündeki
gülümsemesi,
Herkes
tarafından sevinci, tavan yapar,
Örnek bir
insan şeklinde görünür...
...
Bu türlü
başarılara ulaşanların gözlerindeki mutluluk ışığı Çevresi insanlar tarafından
hemen fark edilir...
...
Böyle
güzelliklere ulaşıp,
Ulaştığı
büyük ışığı yüzünde görünenlere,
-Ne mutlu;
Işığını dünya
insanlık ailesiyle paylaşanlara ne mutlu,
Hayatında
ulaştığı bu
Işığını
evrene yayabilenlere;
İnsanlarla
paylaşanlara ne mutlu...
...
Akıllı bir
insan diyor ki;
-Hiçbir
şeyden çekmedik; yüzümüze gülüp;
İçten içe
bize haset edenlerden çektiğimiz kadar...
...
Gerçekten de
akıllı bir;
İnsan belli
bir yaşa ulaşınca çevresindeki kişilerin düşüncelerini hemen okuyabiliyor:
Söyledikleri
kadar aklından geçenleri de anlayabiliyor;
Bu bilgeliğe
ulaşan insan; Diğerlerinin kendine bakışını;
Ve yüzlerini
maskesiz olarak görebiliyor...
Kıskançlık,
hasetlik gibi gizli duygularının
Yüzlerindeki
yansımalarına anında tanık olabiliyor...
...
Örneğin haset
insanlar şöyle düşünüyormuş;
-Bende yok
sendede olmasın,
-Ben
başaramıyorum sende başarma...
...
Gerçekten de
bu düşüncede olanlar çok ilkel, çok garip, yıkıcı, ilkel duygularla yaşayan
dünyanın en mutsuz insanlarıdır...
...
İşte onlar
sizin ulaştığınız başarılar;
Elde
ettiğiniz hayat ışığınızı kıskananlardır;
...
Düşünce, plan
ve projelerinizi bu kişilere asla anlatmayın,
Çünkü
işlerinizi bozarlar,
Olacak
işlerinize engel çivi koyarlar,
Akla hayale
gelmedik şekilde
Entrikalarla
hayatınızın altını üstüne getirmeye çalışırlar;
Dedikodular
yaparlar,
İhanet
ederler,
İftira
atarlar...
...
Bu
nitelikleri olan hasetlerin yıkıcı, ilkel, zarar verme dürtülerinden
olabildiğince uzak durun...
...
Kıskanç ve
haset kişiye karşı;
-Daima siz
pozitif olun,
-Daima
bilgece gülen yüzünüzle yaşayın,
-Cesaretiniz
bol olsun,
-İnsanlarla
olumlu iletişim kurmayı sürdürün,
-Hayatı bir
nefes öncesine göre daha da çok sevin,
-Hayatta
ulaştığınız ışık miktarını daima arttırır,
-Daha çok
çalışır, hayatınızın ışığını herkesin görebileceği kadar büyütün;
-Hayatınızı
kendinizle gurur duyabileceğiniz;
-Dünyanın her
yanından görülebilen güneş gibi aydınlık;
-Eşsiz bir
sanat eseri haline getirin,
-Bilgeliğin
her türlü erdemlerini hayatınıza cesaretle yaymayı başarın...
...
Bunları
başarınca da;
Işığınızı
kıskanmayan,
Işığınıza
engel olmayan,
Işığınıza
haset etmeyen,
Işığınızı
seven,
Işığınızı
alkışlayan pozitif düşünenlerle, hayat isimli bu evrensel yolunuza aralıksız
devam edin...
Işığınız bir
nefes öncesine göre şu anda daha da güçlü,
Herkesin
görüp takdir edeceği şekilde daha çok parlatın,
Başarılarınız
daima sonsuz olsun...
Dostlarınız
ışığınızla onur duysun;
Kıskananlar
ve hasetler ise
Onları
görmezden gelip;
İpek böceği
gibi hayat kozanızı,
Işığınızla
örmeye devam edin...
Abdulkadir
KAÇAR Adana 2023
İYİ ŞEYLERE YOĞUNLAŞ;
GÖRDÜĞÜN ŞEY SENSİN...
Bir
saniyelik,
Sürede
insan;
Canlı
cansız,
Sayısız
obje,
Varlığı
görür...
...
Ama sadece
İlgi
duyduğu,
Merak
ettiği,
İçinde
kendini
Gördüğü
bazı,
Değerlere
yoğunlaşır...
...
İşte kişi,
Sadece
yoğunlaştığı
O şey ya
da,
Şeylerde
bir tür,
Kendini
gözler, izler,
Öz
varlığını seyreder...
...
Çünkü
insan,
Baktığı
çevresindeki,
Her şeye
aynı anda,
Hepsine
yoğunlaşamaz,
Sadece
kendini
İlgilendiren
konuya
Yoğunlaşıp,
dikkat kesilir
O olay ya
da kişide,
Aslında
kendini izler...
...
Başka bir
ifadeyle;
Gördüğü
sonsuz
Uyaranlar
arasında,
Bakışında
daima
Kendini
bulduğu
Konularda
seçici davranır...
...
Örneğin
televizyondaki
Haber
bültenlerinde,
Yer alan
sinirli,
Bir kişiye
yoğunlaşır:
Ya da,
-Huzurlu
ve bilgece,
Gülümseyene
Bakarsa?
...
İşte
baktığı ve
Yoğunlaştığı
şeyde;
Gördüğü ve
izlediği,
Kişi
aslında,
Sadece
kendidir...
...
Ya da,
-Bağırıp
çağıran,
-Vuran,
kıran,
Yakıp,
döken,
-Yağmalayan
çalana
Yoğunlaştıysa
orada,
Kendini
izler...
...
-Cinayet
işleyen,
Ya da,
-Tüfekle
sokakta,
Ateş eden,
-Çocuğu
satırla
Kovalayana
Yoğunlaştığında,
Kendini
görür,
Kendini
izler...
...
Ya da kan
davalıları,
-Barıştıran,
-Buluşturana
Yoğunlaştığında,
Tamamen
kendini,
İzler...
...
Ya da
sokakta,
-Sevgilisinin
elini,
Sıkıca
tutup sarılan,
Ya da,
-Öpüşen,
sevişene
Yoğunlaştığında
Tamamen
kendini izler...
...
Ya da,
-Eşini
dövene,
-Silahla
öldürene,
-Bıçakla
yaralayana
Yoğunlaştığında,
İşte o
kendini izler...
...
Ya da,
-Sokak
kedisini seven,
-Sokak
hayvanlarına
Mama
veren,
-Yaralı
sokak köpeğini,
Gözyaşlarıyla
Veterinere
götürene,
Yoğunlaştığında,
Kendini
izler...
...
Ya da,
-Yoldaki
karşıdan,
Karşıya
geçemeyen,
Yaşlıya
yardım edene,
Yoğunlaştığında
Onda
kendini izler...
..
Ya da,
-İnsanların
telefonunu
Çalıp,
-Kap-kaç
yapana
-Gasp ve
soyguncuya
Yoğunlaştığında,
İzlediği
kişi de kendidir...
...
Ya da;
-Nutuk
atan politikacı,
-Oy
kullanan seçmen,
-Oyları
sayan,
Birine
yoğunlaştığında,
İzlediği
kişi kendidir...
...
Ya da;
-Karşısında
milyonlara
Şarkı
söyleyen,
Sinema
daki ünlüye,
-Sokaktaki
olayların,
Ortasında
Görüntü
çeken
Kameramana
yoğunlaştığında?
O kişide
kendini izler...
...
Sonuç
olarak;
İnsan
sevdiği, beğendiği,
Nefret
ettiği,
İlgi
duyduğu,
Yapmak
istediği,
Yoğunlaştığı
her kişi,
Ve her
olayda,
Aslında
kendini gözler,
Kendini
izler...
...
Bu
pencereden bakınca;
Şöyle
denilebilir belki de;
Suç
işleyenler,
Cinayet
işleyenler,
Hırsızlık
yapanlar,
Gasp
yapanlar,
Hayatları
boyunca,
Belki de o
olumsuzluklara,
Yoğunlaşarak
yaşama
Biçimi
haline getirir...
...
Ya da
kendiyle barışık,
Evrenle
barışık,
Mutlu
mesut yaşayanlar,
Daima
iyiye ve iyiliğe
Yoğunlaşanlardır...
...
Hayatın
boyunca daima;
İyi
şeylere yoğunlaş iyi ol,
Kötü
şeylere yoğunlaşıp,
Kötü
olmaktan
Bu daha da
iyidir...
Abdulkadir
Kaçar Adana
İYİ VE KÖTÜ
ARKADAŞ...
Kötü arkadaş;
-Sen bunu
yapamazsın,
-Asla
başaramazsın
-Yapmamalısın,
uzak durmalısın,
-Başarısız
olacaksın,
-Hiç şansın
yok,
-Çok
yanılıyorsun,
-Yararı yok,
-Ne bildiğin
değil kimi tanıdığın önemli,
-Dünya git
gide bozuluyor,
-Kimse
kimsenin umurunda değil,
-Bu kadar çok
çalışmanın anlamı yok,
-Artık çok
yaşlısın,
-Her şey git
gide kötüleşiyor,
-Hayat bitmek
bilmeyen bir çile,
-Aşk eski bir
yalan,
-Kazanamazsın,
-Dikkat et
çok kötü bir
-Hastalığı
yakalanacaksın,
-Kimseye
güvenilmez...
...
Kötü arkadaş
insanın başına
Gelebilecek
kötülüklerin en
Kötüsüdür...
Her kötülük
gibi
O da sinsi ve
maskelidir...
Hem de
maskesini gayet
Usta ve sinsi
şekilde takar...
Seni kendine
beğendirip,
Başarısızlığına
imrendirmek
İçin
yapmadığı numara kalmaz...
Kötü
arkadaşın yaman
Felsefesi
vardır...
...
Arkadaşın
kötüsü;
Senin sürekli
ve başarılı,
Şekilde
üretimler yapmandan,
Çalışmandan
rahatsız olur,
Başarını hiç
belli
Etmeden
kıskanır...
...
Bazen de
başarını küçümsemek
İçin alaya
alarak haince öç alır,
Seni kendine
benzetmek için
Başvuracak
çareler arar,
Sözleri ve
yaşayış biçimi
İle manevi
enerjini kırar,
Yaşama
sevincini yok eder,
Bunu yaparken
de sende haince bir
Ruhsal
gevşeklik yaratır...
...
İyi arkadaş
ise bunların
Tam tersini
söyler;
Her yerde
seni savunur,
Seni esirger
yardımına koşar...
...
Bir
Atasözümüz şöyle der;
-ARKADAŞ
BELASINA
UĞRAYAN
ÇOKTUR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-İYİ ARKADAŞ
BİR
BEDENYE
YAŞAYAN
İKİ RUH
GİBİDİR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-İNSANLARIN
SADECE
YÜZLERİNE
DEĞİL,
İÇLERİNE DE
BAKINIZ...
...
Bir başka
özdeyiş;
-TAM DOSTLUK
BENZER
ARKADAŞLAR
ARASINDA
OLUR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-İNSANIN
KENDİNİ
İNSANLARDAN
KORUMAK
İÇİN
GEREĞİNDEN ÇOK
NEDEN
VARDIR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-ŞU NÜDNADA
GÜVENİP DE
ALDATILMAYAN
PEK ÇOK
İNSAN
VARDIR...
...
Başka
özdeyiş;
-KÖTÜLÜĞÜ
BİLMEYEN
ONUN TUZAĞINA
DÜŞER...
...
Başka bir
özdeyiş;
-BİR İNSANIN
ZENGİN OLUP
OLMADIĞINI
MERAK EDERİZ,
AMA İYİ OLUP
OLMADIĞINI
ARAŞTIRMAYIZ...
...
Başka bir
özdeyiş;
-BİR KİMSE
SİZİ İLK
DEFA
ALDATIRSA SUÇ
ONUNDUR,
İKİNCİ DEFA
ALDANIRSANIZ
BÜTÜN
BİLİN Kİ SUÇ
SİZİNDİR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-İKİ İNSANIN
İYİ GEÇİNESİ
HİÇ KUSURSUZ
OLMALARIYLA
DEĞİL,
BİRBİRLERİNİN
KUSURLARINI
HOŞ GÖRMELERİYLE
SAĞLANIR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-TÜM DOSTLUK
BENZER
ARKADAŞLAR
ARASINDA
OLUR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-SİZİ EN ÇOK
ELEŞTİRENLER,
BAŞARACAĞINIZDAN
EN ÇOK
KORKANLARDIR...
...
Her insanının
hayatında,
Daima iyi ve
kötü arkadaşı olur;
İyi
arkadaşlar edinmesi,
Kötü ve art
niyetli,
Kıskanç
dedikodu silahıyla
Saldıranlardan
olmaması
En büyük
şansıdır...
...
Aslında
düşmanı uzakta değil,
En
yakınınızda aramalısınız,
Uzaktaki
insan size zarar veremez,
Nereden
vuracağını bilemez,
Ama
yakınınızdaki kötü arkadaş,
En büyük
düşmanınız olabilir...
Aman dikkat
edin,
İyi
arkadaşlar edinin,
Mutlu ve
sorunsuz yaşayın,
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
İYİ VE KÖTÜ
ARKADAŞ...
Kötü arkadaş;
-Sen bunu
yapamazsın,
-Asla
başaramazsın
-Yapmamalısın,
uzak durmalısın,
-Başarısız
olacaksın,
-Hiç şansın
yok,
-Çok
yanılıyorsun,
-Yararı yok,
-Ne bildiğin
değil kimi tanıdığın önemli,
-Dünya git
gide bozuluyor,
-Kimse
kimsenin umurunda değil,
-Bu kadar çok
çalışmanın anlamı yok,
-Artık çok
yaşlısın,
-Her şey git
gide kötüleşiyor,
-Hayat bitmek
bilmeyen bir çile,
-Aşk eski bir
yalan,
-Kazanamazsın,
-Dikkat et
çok kötü bir
-Hastalığı
yakalanacaksın,
-Kimseye
güvenilmez...
...
Kötü arkadaş
insanın başına
Gelebilecek
kötülüklerin en
Kötüsüdür...
Her kötülük
gibi
O da sinsi ve
maskelidir...
Hem de
maskesini gayet
Usta ve sinsi
şekilde takar...
Seni kendine
beğendirip,
Başarısızlığına
imrendirmek
İçin
yapmadığı numara kalmaz...
Kötü
arkadaşın yaman
Felsefesi
vardır...
...
Arkadaşın
kötüsü;
Senin sürekli
ve başarılı,
Şekilde
üretimler yapmandan,
Çalışmandan
rahatsız olur,
Başarını hiç
belli
Etmeden
kıskanır...
...
Bazen de
başarını küçümsemek
İçin alaya
alarak haince öç alır,
Seni kendine
benzetmek için
Başvuracak
çareler arar,
Sözleri ve
yaşayış biçimi
İle manevi
enerjini kırar,
Yaşama
sevincini yok eder,
Bunu yaparken
de sende haince bir
Ruhsal
gevşeklik yaratır...
...
İyi arkadaş
ise bunların
Tam tersini
söyler;
Her yerde
seni savunur,
Seni esirger
yardımına koşar...
...
Bir
Atasözümüz şöyle der;
-ARKADAŞ
BELASINA
UĞRAYAN
ÇOKTUR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-İYİ ARKADAŞ
BİR
BEDENYE
YAŞAYAN
İKİ RUH
GİBİDİR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-İNSANLARIN
SADECE
YÜZLERİNE
DEĞİL,
İÇLERİNE DE
BAKINIZ...
...
Bir başka
özdeyiş;
-TAM DOSTLUK
BENZER
ARKADAŞLAR
ARASINDA
OLUR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-İNSANIN
KENDİNİ
İNSANLARDAN
KORUMAK
İÇİN
GEREĞİNDEN ÇOK
NEDEN
VARDIR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-ŞU NÜDNADA
GÜVENİP DE
ALDATILMAYAN
PEK ÇOK
İNSAN
VARDIR...
...
Başka
özdeyiş;
-KÖTÜLÜĞÜ
BİLMEYEN
ONUN TUZAĞINA
DÜŞER...
...
Başka bir
özdeyiş;
-BİR İNSANIN
ZENGİN OLUP
OLMADIĞINI
MERAK EDERİZ,
AMA İYİ OLUP
OLMADIĞINI
ARAŞTIRMAYIZ...
...
Başka bir
özdeyiş;
-BİR KİMSE
SİZİ İLK
DEFA
ALDATIRSA SUÇ
ONUNDUR,
İKİNCİ DEFA
ALDANIRSANIZ
BÜTÜN
BİLİN Kİ SUÇ
SİZİNDİR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-İKİ İNSANIN
İYİ GEÇİNESİ
HİÇ KUSURSUZ
OLMALARIYLA
DEĞİL,
BİRBİRLERİNİN
KUSURLARINI
HOŞ GÖRMELERİYLE
SAĞLANIR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-TÜM DOSTLUK
BENZER
ARKADAŞLAR
ARASINDA
OLUR...
...
Başka bir
özdeyiş;
-SİZİ EN ÇOK
ELEŞTİRENLER,
BAŞARACAĞINIZDAN
EN ÇOK
KORKANLARDIR...
...
Her insanının
hayatında,
Daima iyi ve
kötü arkadaşı olur;
İyi
arkadaşlar edinmesi,
Kötü ve art
niyetli,
Kıskanç
dedikodu silahıyla
Saldıranlardan
olmaması
En büyük
şansıdır...
...
Aslında
düşmanı uzakta değil,
En
yakınınızda aramalısınız,
Uzaktaki
insan size zarar veremez,
Nereden
vuracağını bilemez,
Ama
yakınınızdaki kötü arkadaş,
En büyük
düşmanınız olabilir...
Aman dikkat
edin,
İyi
arkadaşlar edinin,
Mutlu ve
sorunsuz yaşayın,
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
KİŞİNİN
KARAKTERİ
ÖLÜNCE
DEĞİŞİR...
İyilik yapan
insana;
-KARAKTERİ
SAĞLAM,
İYİ İNSAN,
denir...
...
Kötülük
yapana da;
-NE YAPARSIN,
KARAKTERİ
BÖYLE denir...
...
Dünya isimli
gezegende;
İnsan sayısı kadar,
Farklı karakter,
Sahibi kişi vardır...
...
Karakter ne demektir?
Sözlükler şöyle diyor;
-Bir nesnenin, bir
bireyin,
-Ya da topluluğun
kendine,
-Özgü olan, onu
başkalarından
-Ayıran temel belirti,
-Onun davranışlarını,
-Belirleyen ana
özellik...
...
İyi karakterli insan;
Yüreği sevgiyle doludur,
Herkesle iletişim kurar,
Önce kendini
Sonra evrendeki
Tüm insanları,
Hatta tüm canlıları,
Cansızları bile anlar...
...
Ama kötü karakterli
insan;
Kendiyle kavgalıdır,
Kendini tanımaz,
İstese de tanıyamaz,
Kendinden hep uzak
durur,
Ruhu ve bedeniyle
küstür...
Bu tip insanlar;
Diğerlerini kıskanır,
Sürekli eleştirir,
Yıkıcıdır asla yapıcı
Olmaz olamaz
olmayacaktır...
Bir özdeyiş şöyle der;
-SİZİ EN ÇOK ELEŞTİREN
İNSAN BAŞARILI
OLMANIZDAN KORKANDIR...
...
Başka bir özdeyişte,
Bu karakterdeki kişiyi
Şöyle tanımlar;
-ÖNÜNDEKİNİ ISIRIR,
ARKASINDAKİNİ TEPER...
...
Başarılı insan;
İyi karakterlidir,
Eserler verir,
Hayatının her anını
Güzel çalışmalarıyla
süsler,
Akıllı insanlar
biriktirir
Hayatından mutludur,
Beden ve ruhuyla
barışıktır...
Herkesin yardımına
koşar,
Olanakları ölçüsünde
Yolda kalmışa,
Çaresize çare olur...
...
Kişinin sahip olduğu
Karakteri çevresindeki
İnsanları da etkiler...
Bir işyerinde huzur
varsa,
Mutluluk, başarı,
Zenginlik üretim,
Adaletli paylaşım varsa;
Bu oradaki iyi
karakterli
İnsanların
güzelliklerinin,
Yansımasıdır...
...
Bunun tam tersi varsa;
O da kötü karakterli
İnsanın ruhundaki
Olumsuzluklarının
Çevresine yansıttığı
Negatif etkiden başka
Bir şey değildir...
...
İnsanın karakteri
Ömür boyu değişmez,
Ufak tefek farklılık,
Bile göstermez...
Sadece öldüğünde
Noktalanır...
...
Sonuç olarak;
Her zaman iyi
karakterli,
İyi huylu, olumlu
düşünen,
Dostlarınız çalışma
Arkadaşlarınız olsun...
Kötü huylularla
Karşılaşmamanızı
Dilerim...
ABDULKADİR KAÇAR ADANA
2023
KEDİ FİZOLOFTUR...
Kediniz var
mı?
Kedileri
seviyor musunuz?
Evinizde kedi
besliyor musunuz?
Peki, bu
güzel canlıyı,
Ne kadar
tanıyorsunuz?
Yarı
ehlileştirildiği iddia ediliyor...
...
Yapılan
araştırmalara göre;
Onunla ilgili
bir takım,
Saptamalar
şöyle;
Kedi kısmı
filozoftur...
Kimseye karşı
derin,
Bir bağlılığı
yoktur...
Kimsenin
esiri olmaz...
Gittiği zaman
da geri dönmez..
Bu da irade
sahibi olduğunu gösterir...
...
Kedi sabrın
temsilcisidir...
Köpekler gibi
çağrıldığında gelmezler...
Egoya değil
ruha hitap ederler...
...
Bir kediye
-PİSİPİSİ
diye seslendiğinizde
Bakar...
...
Kediler insan
vücudunda
Rahatsız olan
bölgeyi hisseder oraya
Masaj
yapar...
Kediler
şifacıdır...
...
Kediler evin
ruhsal bekçileridir...
Eve giren her
varlığı görürler...
Negatif
varlık ise evden kovmaya
Çalışır...
...
Bazı kediler
depremi önceden
Hissedip yeri
birkaç kez eşeledikleri,
Gözlemlenmiştir...
Bazıları ise
hırçınlaşıp bir yerlere saklanır..
...
Kediler
pozitif ve negatif insanları da hisseder,
Hiç
tanımadıkları halde pozitif birisini görünce,
Yanlarına
gidip kendilerini sevdirirler...
...
Kediler
dünyadaki yaşam enerjisi olarak
Kabul
edilir...
...
Kediler gerek
tuvaletlerini yapıp
Üstünü
kapattıkları için,
Gerekse
tüylerini sürekli yaladıkları
İçin en temiz
hayvan olarak bilinir...
...
Dünyada tüm
hayvanlar insanlara hizmet için ya da besin olarak kullanılır...
Fakat sadece
kedilere insanlar karşılıksız
Hizmet
eder...
...
Birçok
filozof, sanatçı ve
Liderin
kedisi olmuştur...
...
Dünyada en
güzel yüzlü canlı kedi olarak
Kabul
edilir...
...
Kediler
katkılı zararlı gıdaları yemez...
Kedinin
yemediği bir besini siz de yemeyin,
Et ve süt
ürünleri gibi...
...
Kediler dokuz
canlı olduğu
İnancı
onların ölümsüz olduğuna
Sebep
olmuştur...
...
Antik mısırda
kediler kutsal
Kabul
edilirdi, kazayla bile olsa,
Bir kedi
öldürmenin cezası ölümdü...
Hatta ölen
kedilerin mumlayıp o şekilde
Mezara
gömülürdü...
...
Ölümsüz
olmasalar bile oldukça
Dayanıklı
varlıklardır...
Bir yerden
bırakılsa bile
Dört
ayaküstüne düştükleri için özel
Yaratılmış
oldukları kabul edilir...
...
Günümüzde
kedi ve köpekler,
İnsanların en
yakın canları oldu...
Bazıları kişi
köpekleri, kedileri,
Hayatının
ayrılmaz bir parçası
Olarak
görüyor, ömürlerinin
Bir bölümü
onlarla paylaşıyor...
...
-İNSANLARI
TANIDIKÇA
KÖPEKLERİ
DAHA ÇOK
SEVMEYE
BAŞLADIM demişti,
Bir
filozof...
Kediler
içinde aynı özdeyiş geçerli
Olmalı...
...
Bu canlar
bize sevgilerini
Sınırsızca
veriyorlar,
Kendilerini
sevdirmek için
Her türlü
yeteneklerini
Hiçbir
karşılık beklemeden
Sunuyorlar...
...
Unutulmaması
gereken şu;
Dünya isimli
bu gezegen,
200 milyon
tür olduğu kabul
Edilen
canlıların da evidir...
Onlarla
birlikte yaşamaya,
Hayatlarını
kolaylaştırmaya
Çalışmak
uygarlık göstergesidir...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
KEMİK
KARAKTERLİ
DEMİR
KİŞİLER...
Medya mensubu
olarak,
50 yıla
yaklaşan meslek,
Hayatımda
sayısız insan tanıdım,
Bazı
hayatlara dokundum,
30’ dan fazla
insanın
Varlık
serüvenini kitaplaştırdım...
...
İnanılmaz
hikâyeler dinledim,
Çok farklı
hatta
Kemikleşmiş
taşlaşmış,
Karakterdeki
bazı insanların,
Dağlar yer
değişse de,
Hiçbir
koşulda, değişmeyeceğine,
Defalarca ama
defalarca,
Tanık
olduğumda çok şaşırdım...
...
İletişimimi
sürdürdüğün,
Bu kişilerin
ilerleyen,
Yıllardaki
hayatlarını da,
Çok yakından
gözledim,
Ömür
çizgilerindeki,
Tutum ve
davranışlarına,
Beden
dillerine, konuşmalarına,
Diğer
insanlarla olan,
İlişkilerine
dikkat kesildim...
...
Kendilerini
formatlayıp,
Güncelleyebilmeleri
konusunda
Bir gram bile
değişmediklerini,
Bir santim
ileri hareket etmediklerini,
Ama
olumsuzluk yönde sürekli,
Geri
viteslerini yükselttiklerine
Defalarca
tanık odum...
...
Tamamen
betonlaşmış durgun,
Taşlaşmış
karakterli kişileri,
İbretle,
hayretle,
Şaşırarak
izledim...
...
Şöyle ki; bu
kişilerin,,
Hayatları
boyunca bir kez dahi;
-Teşekkür
ederim,
-Tebrik
ederim,
-Harikasın,
-Seni
kutlarım,
-Çok güzel
işler yaptın,
Deme
yeteneğinden,
Tamamen
yoksun olduklarını,
Hayretler
içinde gördüm...
...
40-50 yıllık
eşlerine,
Dostlarına,
arkadaşlarına,
Çocuklarına,
çevresindeki
Diğer
insanların hiç birine
Yukarıdaki
iltifat sözünü,
Ömürleri
boyunca,
Etmemiş,
edememiştir,
Bin yıl
yaşasa da edemeyecektir...
Bu olumlu
sözü söylemeyi,
Belki de
özüne hakaret saymıştır,
Bana göre taş
karakterli kişilerin
Tutumları
belki de ruhsal bir
Hastalıktır
başka da bir şey olamaz...
...
Dünyadaki tüm
insanlar
Bir araya
gelip, aylar, yıllarca,
Yalvarsalar
bu karakterdeki
İnsanın elini
ayağını, yüzünü,
Öpüp en büyük
ödülü
Verecekleri
vaadinde bulunsalar;
-Ne olur?
-Şu kişi çok
iyi,
-Tebrik
ederim der misin?
-Harika
insansın,
-Çok
başarılısın de,
Şeklinde
yalvarsalar da;
Hayır, asla
demez, diyemez,
Demeyecektir,
Güzel söz
etmeyi belki de kendine
Hakaret etmiş
sayacaktır...
...
Doğuştan
itibaren özüyle,
Sürekli
kavgalı olan,
Bu
karakterdeki kişi,
Öyle kemik,
taşlaşmış,
Sanki
demirlerle örülüp,
Betonlaşmıştır
ki;
-Öl demek,
ona,
Karşındaki
kişiyi takdir
Edecek güzel
söz söylemekten
Belki daha da
kolay gelecektir...
...
-Etinden et
mi keselim?
-Yoksa şu
kişiyi tebrik ederim
Seçeneği
sunulsa;
-ETİMDEN ET
KESİN,
-BRAVOO,
-AFERİM,
-TEBRİK
EDERİM SÖZÜNÜ
ASLA
KULLANMAM, der...
-O zaman öl
deseniz;
-Ölümü kabul
ediyorum der,
Ama tebrik
ederim demez...
...
Kemikleşmiş,
duyguları,
taşlaşmış
karakterdeki,
Bu ilginç
kişi
Ana karnından
başlayarak,
İleri yaşlara
kadar,
Devam eden
bilinçaltında,
Büyük acılar
yaşayan,
Büyük
yaraları olan,
Mezara kadar
da,
Kapanmayacak
ruhsal,
Büyük
yaralara sahiptir...
...
Bu kişinin
karakteri,
Yıkılan
umutları,
Yok, olan
hayallerinin
Nedeniyle çok
sert,
Ve kemik
şekilde oluşmuştur...
...
Her insanın
çevresinde,
Bu sert ve
kemik karakterli,
Kişiliklere
sahip,
İnsanlar çok
az
Sayıda da
olsa bulunur...
...
Sizin
yakınınızda;
Kemik
karakterli arkadaş,
Dost
akrabalarınız varsa;
Başka düşmana
gerek yok...
...
Sakın
karnınızın yumuşak
Yerini ona
göstermeyin,
Saldırarak
zarar vereceği,
İlk kişi siz
olursunuz...
...
Peki, bu
karakterdeki
Kişilere ne
yapmalı?
Ömrünüz
boyunca,
Hiç
sevmeseniz,
Hiç
hoşlanmasanız da,
Yüksek
anlayış, hoşgörü,
Yüksek
bağışlayıcı,
Sınırsız
affedici davranın...
...
1-Onların
hayatları boyunca,
Değişmeyeceklerini,
Peşinen kabul
edin,
2-Size
gösterdiği kişiliği
Kadar da ona
değer verin
Ne fazla nede
eksik...
...
Sonuç olarak;
Daha mutlu,
uyumlu,
İyi huylu,
ılımlı,
Güzel
karakterli insanlarla
Karşılaşmanızı
yürekten,
Sevdiğini ve
takdir duygularını
Kolayca
itiraf eden,
Karakterdeki
iyi insanlarla,
Yaşamanızı,
hayatınızı,
Paylaşmanızı
gönülden dilerim...
Abdulkadir
Kaçar adana 2023
KENDİMİZE GÜÇLÜ,
SIĞINAKLAR
İNŞAA ETMELİYİZ...
Bir özdeyiş;
“İnsan en
vahşi hayvandır” der...
...
Başka bir
akıllı insan da;
-İnsan
insanın kurdudur, der...
...
Başka bir
akıllı insan da;
-İnsan
alıngan hayvandır, der...
...
Gerçekten
insan,
İsimli
muhteşem
Ve şahane
canlı;
Bazen
inanılmaz,
Bencil, en
acımasız,
Zalim, vahşi,
yakıcı,
Yıkıcı, yok
edicidir,
Belki de
doğadaki
En büyük
katildir denir...
...
Dünya
gezegenindeki,
En doyumsuz,
Kendine sınır
koyamayan,
Azla ve asla
yetinmeyen
Tek varlık
insandır...
...
Şu örneğe göz
atın;
Yaşadığı evi
verseniz,
Diğer evleri
de ister,
Mahalleyi
verseniz,
Kenti ister;
Kenti
verseniz,
Dünyayı
ister,
Sonra ayı
ister,
Güneşi ister;
Tüm
yıldızları,
Samanyolu
galaksisini,
Tüm evreni
ister...
...
Yani doyumu
Sınırsız
olan, insan;
Tüm evrenin
sahibi olup,
Onu yönetmeyi
ister...
...
Üzerinde
yaşamın,
Bulunduğu
tek,
Gezegen
dünyaya,
Bu günkü
tekniği, bilgisi,
Olanaklarıyla
Hükmetmeyi
sürdürmektedir...
...
Dünya
gezegenindeki
Doğal
akışını,
Nehirlere
barajlarla,
Engelleyip
kontrol etmektedir,
Uçaklarla
gökyüzüne
Sınırsızca
hükmeder,
Roketlerle
uzayın,
Derinliklerine
ulaşmaya,
Göz
dikmiştir;
Ama bu alanda
henüz,
Emekleme
aşamasındadır...
...
Bunların da
ötesinde;
Kendi türüne
karşı,
Daha da
acımasızdır,
Ona efendi
olmak için,
Her yolu
uygular,
Canını,
kanını,
Her türlü
varlığını,
Ele geçirip
kölesi yapıp,
Acımasızca ve
vahşice,
Sömürmektedir...
...
Düşünen
akıllı bir bilge diyor ki;
-İNSANLARIN
VE OLAYLARIN,
-ZALİMLİĞİNE
KARŞI İÇİNİZDE,
-SIĞINILACAK
BİR YER EDİNİN;
-İNSAN
DÜŞÜNCELERİNİN,
-DERİNLİĞİNDE
EN AĞIR,
-MERMİLERE VE
EN ZEHİRLİ,
-SÖZLERE
DAYANABİLEN,
-BİR SIĞINAK
KURABİLİR...
...
Kendinden
emin olan,
Ruh neden
korksun ki?
Böyle bir
ruh,
En gizli
düşüncelere,
Karşı duyduğu
güveni,
Ne zulüm, ne
iftira sakatlayabilir?
Her koşulda
hoşgörülü,
Daima
kararlı, cesur,
Dayanıklı
olmak gerekir;
Korkmadan
geri adım,
Atmadan hayat
isimli rolü,
Çok iyi
oynaması kaçınılmazdır...
...
Başarılara
yürürken,
Bazı
aksaklıklar olabilir,
Çünkü hiçbir
başarı,
Sürekli
olamaz...
Geleceği
önceden görüp,
Ona karşı
önlemler,
Almak
gerekir...
...
Mal, mülk,
şöhret,
Ekonomik ve
siyasi güç,
Zamanla söner
gider;
Bir her şey
anda el değiştirir...
...
Her türlü
koşullarda,
İç
limanlarımızda
Güçlü
sığınaklarımızı
İnşa
etmeliyiz,
Her türlü
insan saldırısına
Karşı
kendimizi korumalıyız...
Engellerle
savaşmak,
Her zaman ve
koşulda,
İnsanı daha
da güçlü yapar...
...
Bunların da
ötesinde;
İnsanları
kucaklayın,
Asla bir
gönül kırmayın,
Dayanışma
içinde olun,
İyiyi güzeli
anlatın,
Kibar, her
daim nazik,
Sürekli
saygılı davranın,
...
Bunun için
bir, yara sarmalı,
Umut ışığı
olmalı,
İyilik
yapmalı,
Dayanışma
göstermeli,
Dürüst
güvenilir olmalı,
Gerçekçi
olumlu davranmalı,
Güzel
sözlerle,
İnsanlara
moral verip,
Örnek yaşam
sürmelidir...
...
İlk ve son
kez deneme
Şansı
yakaladığımız bu serüvenin
Sonu yüzde
yüz ölümdür,
Arkamızda iyi
insanlar,
İyi
hatıralarla anılmak,
Vazgeçilmez
hedefimiz olmalıdır...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
KENDİN OL
HAYATIN
TADINI ÇIKAR...
Kim ne derse
desin,
İçinde
bulunduğun
Koşulların
zorluğu,
Ne olursa
olsun,
Daima kendin
ol,
Hayata
bilgece gülümse,
Her koşulda
kendine,
Çevrene canlı
cansız,
Tüm
varlıklara iyi davran...
...
Bir düşün;
En son ne
zaman,
Mutluluktan
havalara uçup,
Ağız dolusu
kahkaha attın?
Karnın
ağrıyıncaya kadar,
Dakikalarca
güldün?
Ruhunda
uçuşan kelebekleri hissettin?
Hayatın
tadını doyasıya çıkartıp;
-OHHH BE,
YAŞAMAK,
NE GÜZEL ŞEY
dedin?
...
Hayatın
tadını çıkartmak deyince,
Bu
gezegendeki 8 milyar insan,
8 milyar
farklı görüşe sahiptir...
Ama
yaşadığını hissettiğin,
Mutluluk,
Keyif, enerji
dolu,
AN’ ları
çoğaltıp,
Her ana neşe,
Kahkaha,
Heyecan,
Ve inanılmaz
Sürprizler
katabilmek demektir...
...
Bunun için,
Aslında çok
Büyük şeylere
gerek yok,
Kendini iyi
hissetmek,
Varlığının
farkında yaşamak,
Ve kendin
olmak için,
Atacağın
küçük ya da büyük her adım
Senin
hayatının tadını çıkarmak için
Birer eşsiz
araç olacaktır...
...
Bedenine iyi
bakıp,
Ona teşekkür
etmenin yolu,
Düzenli
olarak
Spor
yapmaktır...
...
Bedenin,
zihninin,
Ve ruhunun
ihtiyaçlarına
Kulak
vermek...
...
Başka
hayatlara dokunmak,
Yeni keşifler
yapmak,
Farklı bir
film izlemek,
...
Hayalini
kurduğun hedefine
Ulaştığını
hissettiğin an,
Varlığın en
güzel anlarından biri yapmak...
...
AN’ da
yaşamak, gerçek hediyedir,
Günlük tutup,
egzersiz yapmak...
...
Beyin
jimnastiği yapıp
Sosyal
çevrendeki kişilerin
Gelişimine
katkıda bulunmak...
...
Aileyle daha
fazla zaman geçirmek,
Sansürsüz
konuşup,
Kahkahalarla
dolu sohbetler yapmak...
...
Ufak
molalarla,
Stresi
azaltmak,
Üretkenliği
arttıracak çalışmalar yapmaya
Odaklanmak...
...
Her an daha
cesur,
Daha girişken
olup,
Konfor
alanından çıkıp doğayla baş başa yapmak...
...
Bilgece
gülümsemek için
Hiçbir nedene
gereksinim duymadan,
Bunu
gerçekleştirmek...
...
Güne kocaman
bir gülümsemeyle başlamak,
Yaşamı
kucaklamak
Doğan her
günü,
Eşsiz bir
armağan
Olarak kabul
etmek...
...
Gülümsemenin
bulaşıcı olduğunu düşünürsek
Sen
güldüğünde her şey
Herkeste
gülümseyecektir...
...
Tekrarı,
Denemesi,
Ertelemesi,
Tasarruf
etmesi mümkün olmayan,
Doğduğun
andan itibaren
Geriye doğru
bitmeye başlayan
Hayatın
tadını çıkar,
Daima kendin
ol,
Her şeyi ama
önce
Kendini
sonuna kadar sev...
...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
AMERİKALILAR
1974’ TE
KIBRIS BARIŞ
HAREKÂTI SIRASINDA
ÇUKUROVAYA
BEYAZSİNEK
BOMBASI ATTI…
Adana nın en
çok izlenen yerel kanalı olan Kanal-A Televizyonunda haftada 3-4 program
üretiyordum;
Belediyenin
meclis üyelerinden mimar olan Ali İsot bir gün meclis toplantısı öncesi
programlarımı takdirle ve çok dikkatle izlediğini anlatmıştı…
...
Benimle özel
konu hakkında konuşmak istediğini söyledi ve şöyle dedi…
-Abdulkadir
bey, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının yıldönümü yaklaşıyor, benim bu
konuda yaşadığım ve tanık olduğum çok ilginç bir olay var onu senin programında
anlatmak istiyorum…
...
Ziyapaşa
Bulvarındaki evine beni davet etti;
Kameraman
arkadaşımla birlikte belirtilen adrese yine belirlenen zamanda gittik…
...
Çok kibar,
Adana Beyefendisi olan Ali İsot bizi saygı ve sevgiyle karşılayıp ağırladı…
Mikrofonu
açıp, kamera kayda başladığında anlattığı olay şuydu;
-1974’ teki
Kıbrıs Barış Harekâtında aktif olarak görev aldım…
20 Temmuz
sabahı Mersin Limanındaki Askerlerin başında Ast teğmen olarak görev
yapıyordum…
Tüm
arkadaşlarımızın ellerimiz tetikte, Kıbrıs Rumlarından ya da Yunanistan’dan
tarafından gerçekleştirilebilecek herhangi bir saldırıyı bekliyorduk…
...
Gün henüz
ağarmamıştı, ama şafak yavaşça söküyordu, ışık gittikçe daha da çoğalırken;
Çevremize
daha dikkatli şekilde bakıyorduk…
Bu sırada
Kıbrıs Yönünden Mersin Limanına doğru, yani üzerimize hızla siyah bir bulut
ilerlemeye başladı…
...
Hepimiz
ellerimiz tetikte, nefes almadan anında karşı koymaya hazırdık...
Arkadaşlarımız
arasında inanılmaz bir sessizlik vardı…
Yapılabilecek
herhangi bir saldırıya karşı nasıl davranacağımız zaten aylar önceden zaten
belli olmuştu…
..
Kıbrıs
Yönünde beliren bu ne olduğu bilinmeyen siyah bulut, gittikçe daha da yaklaştı,
daha da büyüdü, çok fazla yakınlaştı, ama hepimizin heyecanı da zirveye
çıkmıştı…
...
Tüm
askerlerimizin eli tetikte, gözümüz bize doğru gelen siyah bulutun
hareketlerini adeta nefes almadan izliyorduk…
Siyah bulut
yaklaştıkça heyecanımız arttı, daha çok yaklaştı, iyice yaklaştı, üstümüze
birden indi…
Ne görelim o
ana kadar asla bilincinde olmadığımız, daha sonra beyazsinek diye tanımlanacak
olan trilyonlarca zararlı birden Mersin Limanını ve bu bölgeyi inmişti…
...
Amerikalılar
tam 1974 teki tam bizim çıkarma yaptığımız anda laboratuarlarında ürettikleri,
akciğerleri olmayan, bilinen hiçbir zirai ilaçla öldürülemeyen beyazsinek
bombasını ülkemizin üstüne atmıştı…
...
Hepimiz
şaşkınlık içindeydik; ne yapacağımızı bilemiyorduk, biz düşmandan top, mermi,
uçak saldırısı, ya da kıyıya gemileriyle çıkartma falan beklerken ülkemize
onlarca yıl zarar verecek, pamuk bitkisinin öz suyunu emerek yok edecek
beyazsinek bombası patlatmışlardı…
...
Türkiye nin
pamuk üretim merkezi olan Çukurova’ya bir anda beyazsinek zararlısı hâkim
olmuştu…
Çiftçilerimiz
bilinen her türlü zirai ilacı denemesine karşın, akciğeri olmayan bu zararlıyı
bir türlü yok edemiyordu…
...
Laboratuarda
bilinçli olarak üretilen, ciğeri olmayan bu zararlıyı; yine Amerikalı uzmanlar
nasıl öldürülebileceği ilacı da aynı şekilde geliştirilmişti…
...
O yıllarda
Amerika çarenin bu ciğeri olmayan beyazsinekleri yok edecek zirai ilacın
kendinde olduğunu söylemişti…
...
TEMİK 10-G
isimli ilacını bir süre sonra Türkiye ye pazarlamaya başladı…
10 yıla yakın
sürede bize 50 milyar dolardan daha fazla paramızı alarak bize bu ilacı sattı…
...
Önce
beyazsinek zararlısını ülkemize bomba olarak attı, sonra da öldürme ilacını
bize sattı…
Bu gün
başımıza bela ettiği terör örgütleri ve onlara sağladığı milyarlarca dolarlık
bedava silahlarla ülkemize nasıl zarar veriyorsa;
1974 Kıbrıs
Barış Harekâtı sırasında, yani ülkemizin savaşa programlandığı anda
beyazsinekle zararlısıyla pamuk ürünlerimize şekilde zarar vermiş, artı 50
milyar dolardan fazla paramızı da bilerek, isteyerek, planlı ve programlı
olarak sömürmüştü…
...
“AYIDAN POST
GÂVURDAN DOST OLMAZ” diyen atalarımızın sözlerinin ne kadar doğru olduğunu
yüzyıllardır kapalı kapılar arkasında görüyorduk…
...
Emperyalist
güçler bu gün açık, net şekilde vereceği zararı söylemekten utanmıyor ve
ülkemize çeşitli senaryolarla bu hainliği yaparak zarar vermeye devam ediyor…
...
Uyanık olup
tuzaklara karşı duyarlı olmak her Türk vatandaşının görevidir…
Belediye
Meclis üyesi Ali İsot’ un evinde çektiğim programımı yine 20 Temmuz gününe
rastlayan 1990’lı yıllarda yayınlamıştım…
...
Ama ne bir
devlet görevlisi, ne de bir izleyiciden herhangi bir geri dönüşüm almamış
olmamdan dolayı da üzgün olduğumun altını çiziyorum…
…
KİMLER GELDİ,
KİMLER GEÇTİ...
Her insan
hayatının çeşitli,
Dönemlerinde
takdir ettiği;
Düşüncelerinden
etkilendiği,
Yakın bulup
kendine;
Örnek aldığı
insanlar vardır...
O kişiler
hayatın bazı dönemlerinde
İyilikleri
mutlaka dokunmuştur?
Düşüncesiyle
sorunlarına;
İnanılmaz
çözümler sunmuş;
Hayatını
kolaylaştırmış,
Aşılmaz gibi
görünen,
Engelleri
aşmayı sağlayıp,
Mutluluğa
giden,
En akılcı
yolları açmıştır...
...
Hayatıma
dokunup;
Olumlu iz
bırakan bazı isimleri,
Hayatta
olmasalar bile yazarak,
Onurlandırıp
minnet,
Teşekkürlerimi
sunuyorum...
...
Her insanın
anne ve babası,
Hayatlarındaki
ilk öğretmenidir...
Babam ve
annem beni bu sahneye
Çıkartıp
sahip oldukları her değeri
Sonuna kadar
bana sundular...
Ağabeyim,
ablalarımın,
Her biri
gerçekten harikaydı;
Hepsine
teşekkür ediyorum...
...
İlkokul
öğretmenim,
Ünlü sanatçı
Hakkıbulut’tu...
AFAD’ ın
(Adana Fotoğrafı Amatörleri
Derneğinin)
kurulmasında fikrime önem
Vererek bunu
projeyi;
Adım adım
gerçekleştiren,
Mehmet
Baltacı,
Derneğimizin
ilk Başkanı
Diş Tabibi
Sina Coşkun,
3 kez intihar
etmek isteyip,
Bel
fıtığımdan ameliyat ederek,
Bana ikinci
kez hayat sunan
Nöroloji
Uzmanı Op, Dr.
Ahmet Mutlu
Ayçin;
Nöroloji
Uzmanı Fatih Karayandı,
Göz
Hastalıkları uzmanı Dr. Yusuf
Erkişi’ye
binlerce kez teşekkürler...
...
Adana
Belediye eski başkanı
Kurmay Albay
Nuri Korkmaz,
50 yıla
yaklaşan medya mensubu
Olarak
biriktirdiğim arşivimi
Bağışladım
Adana Alpaslan Türkeş,
Bilim ve
Teknoloji Üniversitesi
Kütüphane ve
Dokümantasyon Daire
Başkanı Ahmet
Karataş,
Ayşe Karakeçi
Sağlık Ocağında
Aile doktorum
Sabahattin Çekin,
Hürriyet
Gazetesinde mesleğe,
Yanında
başladığım değerli
Şefim Cevat
Eren,
Adana’nın ilk
özel yerel televizyon sahibi
Mustafa ve
Gürkan Göçer kardeşler,
Gazeteci
olarak yıllarca çalışmalarını izleyip;
Sonra sahibi
olduğu
Çukurova
televizyonunda 15 yıl birlikte
Çalışma şansı
yakaladığım
(Üç seçimi
birlikte yaşadığım)
Efsane başkan
Aytaç Durak Başkan,
“HAYAT AKIP
GİDERKEN” programına
Beni konuk
olarak alan İstanbul Radyosu
Program
yapımcısı Cengiz Tünay üstat,
Haftada iki
üç makale yazmam için;
Beni keşfedip
sonra da daima teşvik
Eden Hüseyin
Azar kardeşim,
Makalelerimi
yayınlayan Erol Şennur,
Mersin Tanık
Gazetesinde dostum;
Beycan
Üçkardeş ile Aziz Avcı’ya,
Ve
çalışanlara, Ali Ekber Şen
CRT
Gazetesinde makalelerimi düzenli
Yayınlayan
hemşerim Şahin Özer,
Gazette
sahibi Fatma İnci Gül,
Başkent
radyosunda makalelerimi
Haftada bir
kez geniş kitlelere,
Seslendirerek
sunma fırsatı veren,
Sema Erdoğan
ve radyo çalışanı,
Emrah Yavuz’
kardeşime;
Çukurova
Gazeteciler Cemiyeti Başkanı,
Kıymetli
dostum Cafer Esendemir,
Cemiyetimizin
müdürü Yusuf Aslan,
Can dostum
program ortağım,
Oğuz
Topaçoğlu, gazeteci kardeşim
İsmet Ramazan
Selçuk, Yavuz Yetenç,
Zirve
Gazetesi sahibi Veli Uçuk,
Çukurova
Metropol Gazetesi editörü
Mehmet Şahin,
Mustafa Özke,
Veren el
ressam Kudret Sönmez’e
Murat Yonat,
Mediha Olgun Karaca,
Murat Zöhre,
Aytekin Gezici,
İş insanı
Ahmet Kurt,
A.B.T Ü
çalışanları Burak Somuncu,
Ali
Demirkıran, TRT Çukurova Radyosu,
Program
yapımcısı Lütfi Kılınç, Ferruh Yardım,
Daktilo bilir
Ç.G.C. Eski başkanı
Erdoğan
Varol, Eczacı Mahmut ve Cesur
Tayboğa
kardeşler...
Aynı yaşta
olduğum Yüksel Mert,
Ekmel Ali
Okur, İsmail Nerimanoğlu,
Ali Taçoğlu,
Ahmet Dokuzoğlu,
Tekin Yavuz,
Nusrettin Coşkun,
Şinasi Özsoy,
Bülent Savaş,
Ressam Necati
Palaz,
Asker
arkadaşım Eyüp Karaaslan,
Bekir Sıtkı
Tükenmez’e sonsuz teşekkür...
...
Yukarıda
isimlerini saydığım insanlar;
Benim
hayatıma dokunup silinmez iz bıraktılar;
Aslında bu
listeye binlerce kişi ekleyebilirdim;
İsmini
yazamadığım ama benim.
Hayat
hikâyeme dokunup yardımlarını,
Gördüğüm
sayısız insan dostlarıma,
Arkadaşlarıma
binlerce kez teşekkürler...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
KİŞİLİK HER ŞEYDİR
“iyi insan; kötü insan”
Üniversitede
öğrencileri
Az
sonra başlayarak ders için
Hocayı
beklemektedir...
“HABABAM”
sınıfındaki
Gibi
gürültü had safhadadır...
...
Hoca
içeriye girip gürültü
Yapan
öğrencilere sert,
Şekilde
bakıp tahtaya BİR rakamı yazıp şöyle der;
-BU BİR
SİZİN KİŞİLİĞİNİZDİR,
HAYATTA
SAHİP OLACAĞINIZ,
EN
DEĞERLİ ŞEY...
...
Birin
yanına SIFIR koyar;
-BU
BAŞARIDIR...
...
Birin
yanına ikinci SIFIRI koyar;
-BU
TECRÜBEDİR...
10 İKEN
100 OLURSUNUZ...
...
Sıfırlar
böylece uzayıp gider;
-BU
YETENEK,
-BU
TECRÜBE,
-BU
DİSİPLİN,
-BU
SEVGİ,
-ÇALIŞKANLIK
VS...
...
Eklenen
her yeni SIFIR
Kişiliğinizi
on kat zenginleştirir...
...
Sonra
hoca silgiyle
Baştaki
BİR rakamını siler;
Geriye
sayısız sıfır kalır...
Hoca
yorumunu patlatır;
-KİŞİLİĞİNİZ
YOKSA
ÖBÜRLERİ
BİR HİÇTİR...
...
Sınıftakiler
hocanın verdiği mesajı alıp sessizliğe
Gömülür...
...
Günümüzde
sağlam, erdemli,
Dürüst
olgun, güvenilen,
Kişilik
en büyük ölçüdür...
Hangi
makam, yetki, etkili,
İşyeri
sahibi olursa olsun,
Pek çok
insan dürüstlük,
Erdemli
davranış, emeğe
Saygı,
çalışanın hakkını,
Teri
kurumadan verme gibi
Konularda
sınıfta kalıyor...
...
Öyle
ki, dışarıdan bakınca;
Her
şeyiyle kusursuz,
Çok
güzel, harika gelişmiş,
Bir eli
yağda, bir eli balda,
Görüntüsü
veren bazılarının;
İçteki
durumları is çok ilkel,
Bencil,
cimri, emeğe saygısızdır...
...
Özellikle
çalışanların
İnsanların
hakkını vermede,
Hatta
onların gözlerinin içine,
Bakarak
emeğini sömürmede,
Rekorlar
kırıp,
İnsanların
bedduasıyla
Yüz
yüze kalır ama aldırmaz...
...
Hakları
yenilenler,
Emek
sömüren kişi,
Hasta
olsa da,
Ağır
sağlık sorunlar yaşasa da;
İçlerinden
şöyle dua ederler;
-AMAN
ÖLMESİN,
DAHA,
UZUN YAŞASIN,
DAHA
ÇOK BÜYÜK ACI
ÇEKSİN,
YAŞATTIKLARINI
YAŞASIN
derler...
...
Bu
olumsuz ve çalışanlarına,
Karşı
acımasız kişilerin tam aksine
Bazı
erdemli işverenler;
Kendi
ceplerinden daha,
Çok
çalışanı düşünüp,
Onlara
haklarını verirler,
Emeklerinin
karşılığını
Alanlar
memnun olan çalışan
İşveren
memnundur...
...
Çalışanları
bu adaletli
Emeğe
saygılı, yöneticisine
Sürekli
teşekkür ederken;
Saygı
Göstererek minnetlerini
Güzel
dualarla ifade eder;
-ALLAH
BAŞIMIZDAN
EKSİK
ETMESİN;
BİRİNİ
BİN ETSİN...
ÇOK
SAĞLIKLI YAŞASIN,
ÇOK
MUTLU OLSUN,
HAYATTAN
HER
MURADINI
ALSIN derler...
...
Çağımıza
ve çevrenize,
Şöyle
bir bakın;
Kaç
kişi çalışanın hakkını,
Fazlasıyla
veren işyeri sahiplerine
Teşekkür
ediyor,
Sağlık,
esenlik, mutluluk diliyor;
Kaç
kişi de emeğine saygı,
Göstermeyen
haklarını
Yiyenlere
beddua ediyor...
...
50 yıla
yakın medya meslek
Hayatımda
bu türlü kişilerle
İşverenlerin
her türlüsüyle
Çalıştım,
yaşadım;
Bırakın
hakkımı vermeyi,
Patronum
ev telefonumla,
Beni
günlerce tehdit ettirmişti;
Sesini
çok iyi tanıdığım
Bana o
günlerde küfürler,
Tehditler
savuran kişi,
Bu gün
ise bana
İyi
günler, selamlar sevgiler,
Dolu
mesajlar gönderiyor...
...
SONUÇ
OLARAK;
Şu iki
tip-yönetici işverenden,
Hangisi
olmak istersiniz?
-ÇOK
TEŞEKKÜR EDERİM,
ALLAH
SAĞLIKLI ÖMÜR
VERSİN;
MUTLU UZUN
ÖMÜRLÜ
YAŞAYIN
Dediklerinde
mi?
...
Ya da;
-ALLAH
SANA UZUN
ÖMÜR
VERSİN;
HASTALIKLARIN,
HİÇ
BİTMESİN, SAKIN
ÖLME,
ÇOK ACI ÇEK,
YAŞATTIKLARINI
DAHA
UZUN YAŞA,
ACILAR
İÇİNDE
GEBER
diyenlerden mi?
...
Yine
kıssada şöyledir insanın;
-YAŞATTIKLARI
İYİYSE
İYİLİKLER
YAŞAYARAK
MUTLU
OLUR...
...
Etkisi
altındaki kişilere,
Kötü ve
acılar çektiriyor;
-YAŞATTIKLARI
KÖTÜLÜKSE
O
KİŞİLER DE YAŞATTIKLARINI,
YAŞAMADAN
ÖLMEZ denir...
...
Peki,
kişilik nedir?
Kişinin
kaynaklarını,
Ve
yeteneklerini en yüksek,
Düzeyde
kullanarak,
Potansiyelini
keşfetmesidir...
Yani
günümüzde kişisel,
Gelişim
tercih değil, zorunluluktur...
...
Bunun için kişi daima
Sahada olmalı hayatın
Her türlü renklerini
keşfetmeli,
Yeni insanlarla
tanışmalı,
Yeni bağlantılar
kurmalı,
Başkaları hakkında,
Daha çok bilgi sahibi
olmalı,
Sosyal becerilerini,
Durmadan arttırmalı,
Kendini
geliştirmelidir...
...
Yapılan bilimsel gözleme
göre;
En iyi kişilikleri olan,
İnsanlar genellikle,
En çok mutlu
olanlardır...
...
Gelişme, değişim,
dönüşüm
Konularında sınır
yoktur,
Bu aşamalarda kendini,
Geliştiren kişinin
Ulaşabileceği zirve
nokta
BİLGELİKTİR...
Abdulkadir Kaçar Adana
2023
KURTULUŞ
SAVAŞININ
KAHRAMANLARI
GİBİYDİLER...
“SENİ BU
ENKAZDAN
ÇIKARMADAN
BİR YERE
GİTMEM” diyen,
Arama
kurtarmanın,
Adsız
kahramanları,
Tıpkı
kurtuluş savaşındaki büyük,
Ve fedakâr
ruhla
Enkaz altında
kalan,
Yüzlerce,
hatta binlerce,
Yaralıları
mucize şeklinde çıkartıp,
Hayata
yeniden döndürdüler...
...
İnsanlık
tarihinin gördüğü,
500 yılda
rastlanan en büyük deprem,
Ülkeme büyük
zarar verdi;
Amerikalıların
Japonyadaki
Hiroşima’ya
attığı atom bombasının
Tam 500 katı
büyüklüğünde
İnanılmaz bir
facia yarattı...
...
85 milyonluk
ailemiz;
Tek yürek,
tek bilek olarak,
Hiçbir
talimat beklemeden,
Hemen enkaz
altında kalan,
Yaralı
depremzedelerin,
Yardımına
koştu...
...
Günlerce
saatlerce,
Yıkıntılar
altında
Mağdur
şekilde bekleyen,
Nefes alıp
vermeleri
Bile mucize
olan,
Bu yaralı
insanlarımız kurtarmak
İçin
inanılmaz şekilde mücadele ettiler...
...
Enkazdan
kurtulma şansı,
Yakalayanların
her biri hayatlarının,
En büyük
mucizesini yaşadı...
...
Enkazdan bir
an önce canlı
Çıkıp
kurtulmak için,
Ölümü
bekleyen bekleyenlere,
Bu kahraman
fedakârlar kurtarıcılar;
Şunu
söylediler;
...
-SENİ
BURADAN,
BU ENKAZDAN
ÇIKARMADAN,
BİR YERE
GİTMEM...
Beton
yığınlarını,
Neredeyle
elleriyle kazarak,
Kurtardıkları
insanların
Vazgeçilmez
kahramanı oldular...
...
Günlerce
durup dinlenmeden,
Hatta
uyumadan,
Bazen de 7x24
saat,
Can kurtarmak
için,
İğneyle bir
tür kuyu kazdılar...
...
Öyle ki bir
kişiyi dahi
Kurtarabilmek
için,
Kendi
canlarını bile
Çekinmeden
tehlikeye attılar...
...
Binlerce
tonluk,
Beton
enkazının altından,
Canlı
kurtarmak için
Çalışan
fedakâr insanlarımızın,
Her biri
tartışmasız olarak
Tıpkı
kurtuluş savaşımızdaki,
Askerlerimiz
gibi,
Çok büyük
kahramanlardı...
...
Çocukluğumuzda
bize
Yutturulan
sudan, kartondan,
Hayali,
sahte, balon,
Kahramanları
vardı...
...
Okuduğumuz
çizgi romanlarda,
İzlediğimiz
sinema filmlerinde,
Dinlediğimiz
radyo tiyatrolarında,
Ünlü
yazarların romanlarından
Çıkıp gelen
bu balon kahramanlar,
Çocukluk
hayallerimizi,
Yıllarca
boşuna süslemişlerdi...
...
O hayali
kahramanların yerini;
Bu gün dünya
insanlık tarihinin,
Gördüğü en
büyük
Depreminde
insanların hayatlarını,
Fedakârca
kurtaran
DEPREMZEDELERİN
GERÇEK
KAHRAMANLAR aldı...
...
Oradan canlı
kurtarılanlar;
Kendilerine
yeni bir hayat
Sunan bu
fedakâr insanlara;
Ömürleri
boyunca şöyle diyecekler;
-HAYATIMI SEN
KURTARDIM,
-SEN BENİM
KAHRAMANIMSIN,
-VARLIĞIMI
SANA BORÇLUYUM,
-BİR DAKİKA
DAHA GECİKSEN ÖLECEKTİM,
-ELİMDEN
TUTUP HAYATA BAĞLADIN,
-BANA YENİ
BİR HAYAT VERDİN...
...
“ SENİ
BURADAN ÇIKARMADAN
BİR YERE
GİTMEM” diyen,
GERÇEK
KAHRAMANLARLA”
Binlerce ton
beton ve
Demir
yığınlarını,
Günlerce bir
tür iğneyle kuyu kazarak
Kurtardıkları
insanlar
Arasında,
inanıyorum ki,
Hısım ve
akrabalıklardan,
Daha derin,
önemli,
Hatta ömür
boyu sürecek,
Kopmaz ve
sarsılmaz,
Candan bağlar
oluştu...
...
Ülkemiz
insanlık tarihinin
Gördüğü en
büyük
Facia olan
7.7 ve 7.6 ve daha sonra da,
6.4
şiddetindeki,
Çok büyük
depremleri,
Peş peşe
yaşadı...
...
Eşi benzeri
bulunmayan
Bu büyük
deprem her şeyi
Yıkıp yok
edip, binlerce,
Canları aldı,
çocukları öksüz,
Anne babaları
çocuksuz bıraktı...
...
Güzel
Anadolu’mun,
500
kilometresi boyunca,
11 il ve 13,5
milyon insanın
Hayatı bir
anda karardı,
Tüm
hayalleri, umutları
Yıkılan
binaların altında kaldı...
...
Yine kahraman
insanlarımız,
Tıpkı
kurtuluş savaşımızda
Olduğu gibi
yurdumuzun dört
Köşesinden
koşarak uçarak,
Fedakârca
enkaz altında,
Yardıma
muhtaç insanların imdadına yetiştiler...
...
Bazıları da
diğer şehirlerde,
Deprem
bölgesine gelmek için,
Günlerce
fırsat bekledi;
Ama bazı
yetkililer
Onları şöyle
ikna etti;
-Kan vermek
için Kızılay’a,
-Her türlü
yardımı da AFAD’
Aralığıyla
yapabilirsiniz,
Deprem
bölgesinde yaşama
Koşulları
inanılmaz zor,
Lütfen bizi
anlayın diye
Saygı ve
hürmetle
Binlerce
gönüllünün,
O bölgeye
gelmesini engelleyerek,
Yardımlarını
başka kanallar
Aracılığıyla
ulaştırmalarını sağladı...
...
Yıkılan her
binalarda,
Her türlü
hırsızlık,
Yağma yapmak
isteyen,
Hain
fırsatçılar için
O kentlerdeki
gençler sabaha
Kadar
sokaklarda,
Ve enkazların
civarında,
Gönüllü
şekilde nöbet tuttular,
Gerçekleşme
olasılığı,
Yüksek olan
hırsızlık,
Ve yağma
yapmak,
İsteyen
hainlere engel oldu...
...
Günlerce
enkaz altında,
Yakınlarından
canlı,
Bir haber
bekleyen,
Çaresiz
vatandaşlardan,
Bazıları ise
sitem ederek;
-NEDEN BEN?
-NEDEN BİZ?
Dedi...
...
Ama çoğunluğu
da;
-BU ALLAHTAN
GELDİ,
YAPABİLECEĞİMİZ
BİR ŞEY
YOK, DİYE
KADERLERİNE
RIZA
GÖSTERDİ...
...
Bu büyük
millet her zaman,
Her faciadan
sonra;
KÜLLERİNDEN
YENİDEN
DOĞMAYI
BAŞARMIŞ;
En kısa
zamanda toparlanmış;
Hayata
yeniden başlamıştır...
Bu depremden
sonra da,
Aynısı
olacaktır...
...
Biliyor ve
inanıyorum ki,
85 milyon
insanımız,
Devlet
kurumlarımız,
Sivil toplum
örgütleri,
El ele
vererek,
Tüm yaraları
en,
Kısa zamanda
saracak;
Hayat olduğu
gibi kaldığı
Yerden devam
edecektir...
...
Ölen canlara
Allahtan rahmet,
Yaralılara
acil şifalar diliyorum
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
KÜÇÜK GÜLÜMSEMENİN
BÜYÜK GÜCÜ...
...
İnsanların
sizi,
İyi
karşılaması
İçin, onlara
önce
Siz
gülümseyin...
...
HERKESİN SİZİ
SEVMESİNİ
İSTİYORSANIZ
GÜLÜMSEYİN...
...
Bir insanın
yüzünde,
Taşıdığı
gülümsemesi
Üstüne süs
olarak taktığı,
Dünyanın en
pahalı,
Mücevherlerinden,
Bankadaki
milyonluk,
Paradan,
yaşadığı saraydan,
Otomobilinden,
Marka
kıyafetinden,
Daha önemli,
Daha değerli,
Daha
etkilidir...
...
Akıllı insan
diyor ki;
-Küçük bir
gülümsemen,
Seni
dünyadaki tüm,
Paraların
toplamından
Daha değerli,
Daha önemli
yapar...
...
İnsanın
gülümsemesi,
Kendini
sevdirme gücü
En büyük
başarısıdır...
...
En hoşa giden
tarafı,
Kişinin
bilgece
Gülümsemesi
Kendiyle
barışık,
Evrene
verdiği,
Barış ve
sevgi mesajıdır...
...
Çünkü bazı
insanlar,
Ne kadar asık
suratlı
Olsa bile,
Sadece
gülümseyince
Birden
yüzünden güller açar,
Bambaşka bir
insan olur,
Küçük
gülümseme,
Tüm ortamı
değiştirir,
Bilgece
gülümseyen insan,
Bulutların
arasından
Güneş gibi
doğar...
...
Gülümseyen
insan
Kalabalıklar
arasından
Ayrılıp öne
çıkar,
Sevilir saygı
duyulur,
Hürmetle
karşılanır,
Her isteği
emir sayılır,
Hemen yerine
getirilir...
...
İnsanın
bilgece
Gülümsemesi,
Hareket ve
sözlerinden
Daha da
etkili ve değerlidir...
...
Gülümseyen
yüz karşısındakine,
-SENİ
SEVİYORUM,
-SENİ ÇOK İYİ
ANLIYORUM,
-SENİ GÖRÜNCE
MUTLUYUM,
-BENİ MUTLU
EDİYORSUN,
Mesajları
verir...
...
İnsan
köpekleri neden sever?
Çünkü
köpekler,
İnsanı
görünce mutlu olur,
Kuyruklarını
sallar,
Kucaklamaya
çalışır,
Üstüne atlar
ve kendini sevdirir...
O nedenle
insan köpekleri
Bu yönüyle
daha çok sever...
...
Büyük
firmalar,
Elaman
seçerken,
Gülümseyen
yüzlü bir
Düz lise
mezununu,
Asık yüzlü
bir üniversite
Mezunu ve
uzmana bunun
İçin tercih
ederler...
...
Öyle insanlar
vardır ki,
İşlerini güle
güle zevkle
Yaptıkları
için,
Hayatın her
saniyesinin
Tadını
çıkarttır,
Ufak işlerini
büyütüp,
Kısa zamanda
dünya
Markası
olmayı başarır...
...
Gülümseme
işte başarı,
İnsanlarla
doğru iletişim,
Verimde
bolluk,
Çalışanlara
mutluluk,
Ülkeye
zenginlik getirir...
...
Gülümsediğinizde,
İşlerinizin
çok hızlı
İlerleyip
bittiğine,
İnanamayacaksınız...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
KÜSEN TASLAK İNSAN
(TAVŞAN DAĞA KÜSMÜŞ)
Küsme nedir?
Sözlük şöyle
diyor;
Küsmüş olan
demektir...
...
200 milyon
tür canlılar
Arasında
küsme eylemi,
Karşısındakine
bunu bildirme
Yeteneği ve
davranışı,
Sadece insana
özgüdür...
...
Peki, bir
soru;
-İnsan
nedensiz küser mi?
-Evet, hem de
kimseye
-Asla fark
ettirmeden küser...
-Küsen insan
nedenini bilir mi?
-Eğer
akıllıysa bilir;
-Şunun için
küstüm,
-Bunun için
küstüm,
-Öteki için
küstüm,
-Beriki için
küstüm,
-Şey için
küstüm,
-Şunun için
küstüm,
-Mey için
küstüm der...
...
Kırk bin
türlü küsme
Nedeni bulur,
Aklını
kullanabilirse,
Durumu en
Doğru şekilde
analiz eder,
Kendini
çevresinden,
İçinde
yaşadığı toplumdan
Mağara devri
insanının
Davranışından
hemen,
En kısa
zamanda da,
Küsmekten
vazgeçip,
Bunun
nedenini anlar,
Pişmanlık
duyup,
Karşıdaki
kişiye de ifade eder,
Normal
hayatına döner...
...
Hem kendine,
Hem de
karşısındaki insana,
Gereksiz
anlamsız,
Çağdışı
şekilde,
Sıkıntı
vermekten vazgeçer,
Gerekirse
özür bile diler...
...
Peki, aklını
kullanamıyorsa?
Kendini
geliştirmemiş,
Kendini
olgunlaştıramamışsa,
Kişi beynini
Yeterince iyi
eğitip,
Çağın
gerektirdiği şekilde,
Kullanamıyorsa,
Küsme
eylemine farklı
On ayrı
pencereden bakıp
Analiz
edemiyorsa,
Okuma düşünme
yazma
Yorumlama
eylemi yoksa
Ömrünce bu
niteliklerle
Ve
olgunlaşmasını sağlayan
Bilgiyle
tanışmamışsa,
İster
yüz, ister iki yüz,
Yaşına da
gelse hikâyedir,
Ne hayatı,
Ne de kendini
anlamamıştır...
...
Bedeni ister
uzay çağında,
İster üstün
insanların çağında,
Hangi
yüzyılda olursa olsun,
Ne kendini
tanımış,
Ne
çevresindekileri tanımış,
Ne de hayatı
anlamıştır...
...
Başka bir
ifadeyle,
İçinde
kendini esir alan,
Karanlık
dönemin,
Mağara
insanını
Yaşamaktadır...
Alınganlığı,
kırılganlığı,
Kendine ve
çevresine olan
Küskünlüğü
bundandır...
...
Evrene,
dünyaya,
Kendine,
çevresine küsüp
Darılganlığı,
cahilliğinden,
Olgunlaşmamış
hamlığındandır...
...
Tedavi
edilemez şekilde,
Olgunlaşma
dönemini de
Çok gerilerde
bırakmıştır,
200 milyon
tür olduğu
Kabul edilen
canlılar arasında,
Niteliksiz ve
niceliksizdir...
...
Gerçi sıkıntı
verdiği kişi
Akıllıysa
onun küsmesinden
Hiçbir
şekilde etkilenmez,
TAVŞANIN DAĞA
KÜSMESİ
Gibi anlamsız
ve önemsiz bulur,
Tuvalete
gider,
Sifonu üstüne
çeker unutur...
...
Evrende insan
türüne sunulan,
En büyük
varlık akıldır;
Bazı insanlar
akıllıdır,
Çağının
ötesini görecek,
Şekilde çocuk
yaşında,
Hemen
olgunlaşır,
Çağını aşacak
adımlar atar,
Kalıcı
eserler ortaya koyar...
...
Bazıları da
sadece
İnsan taslağı
olarak
Sahneye
çıkar, çıkartılır,
Zekâ
bakımından,
Maymun
kardeşlerinden
Bile birkaç
adım geride kalır...
...
Yer içer,
tuvaletini yapar,
Ömrü mutfakla
WC arasında
Geçer...
...
Çok ilginçtir
gelecektir,
Hatta DNA’
larını da
Bırakmayı
başaracak
Bir hayat
çizgisi bile izleyebilir...
...
Sonuç olarak;
Bu varlığı
bırakın insan olmayı,
Taslak insan
bile değildir,
Maymun
kardeşleriyle,
Eşit
düzeydedir,
Ha ot, ha
kendidir...
Yaşadığının
bilincinde olmadan,
Yok, olup
gidecektir,
Tarih ve
zaman ondan asla
Söz
etmeyecektir...
...
Ruhu ve
bedenini tanımayan,
Kendiyle
barışık yaşamayan kişi,
Her an
herkesle küser,
Ruhu ve
bedeniyle barışık olan ise,
Dünyayla
barışık yaşar,
Hiçbir
koşulda kimseyle küsmez,
Varsa da
küslükleri hemen
Özür diler
normal yaşamına döner...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
LAN…
Adana da
sokakta 100 kişiyi
Örneklemek
için durdurup;
-LAN sözcüğü
hangi anlamdadır?
Diye
sorsak...
…
100 kişiden
de alacağımız yanıtlar farklı olmayacaktır…
-Küfür
demektir…
-Anaya-avrat
demektir…
-P.z.k
demektir...
-Beyaz kadın
satan demektir...
-Eşcinsel
demektir...
-Kötülerin
kötüsü demektir...
Ve sayısız
küfürler olduğunu söyleyecektir…
…
Her gazeteci
arkadaşım mesleki yaşamında 4-5 kez;
-Bana lan
dedi öldürdüm...
-Bana lan
dedi silah sıktım...
-Bana lan
dedi ölümü hak etti...
-Bana lan
dedi artık onu yaşatmam…
Şeklinde
bahanelerle işlenen cinayetlere tanık olmuştur..,
…
Şimdi sıkı
durun;
İnsanlarımız
uğruna cinayet işledikleri,
En
ağır küfür ve insan öldürme nedeni saydıkları;
-LAN
sözcüğünün anlamını tam olarak bilmiyorlar…
…
Ben bunu
nereden biliyorum?
Çünkü sözlüğe
bakıp, araştırdım-inceledim,
Buldum-hayretler
içinde kaldım…
…
Kulaktan
dolma bilgilerle,
Kulaktan
dolma geleneklerle,
Kulaktan
dolma küfür sanılan sözcüklerle
İnsanının bir
yere varması,
Bir noktaya
ulaşması olanaksızdır…
…
O nedenle;
İnsanlar
okumalı, araştırmalı,
İnsanlar
sözlükleri taramalı,
İnsanlar
uykularını kaçıracak sözcüklerin
Peşinden
koşup, anlamlarını öğrenmeli diye düşünüyorum…
…
Büyük
LAROUSSE sözlüğünde “LAN”
Sözcüğü bakın
nasıl açıklıyor?
LAN; lanet,
beddua, ilenç demektir…
…
Başka bir
anlam taşıyan LAN sözcüğü de şöyle;
LAN;
Vefasızlık, kıymet bilmezlik, nankörlük...
…
Aynı sözlüğün
LAROUSSE deki İlenç e baktım;
İLENÇ; Bir
kimseye kötü yazgı dilemek,
Tanrının
lanetini onun üzerine çekmek
İçin
söylenen sözler, beddua…
…
Sözlük böyle
açıklıyor…
LAN sözcüğü
küfür değil,
Lan sözcüğü
aşağılama değil,
LAN sözcüğü
hakaret değil,
Lan sözcüğü
eş cinsel demek değil,
Lan sözcüğü
D.bük demek değil...
…
Ama bizim
insanımız LAN sözünü.
Kendine
söyleyeni;
Ya dövüyor,
Ya yaralıyor,
Ya da
öldürüyor...
…
LAN sözünü
kendisine söyleyeni;
Döven,
yaralayan, öldüren bu sözcüğün anlamını
Bilmeden
cahilce hareket ediyor…
-Lan diyen
sana; boyun bosun devrilsin…
Geber...
Allah seni kahretsin…
Mutlu
olamayasın,
Günyüzü
göremeyesin…
Tabutlarla
cenazen gelsin, falan diyor…
…
Bu sözcükler
için insana saldıranlar;
-LAN, diyeni
anlamını bilmeden dövüyor, yaralıyor,
Hatta
bu sözcük yüzünden karşısındakini öldürüyor…
…
Lütfen,
kendimize çeki-düzen verelim,
Lütfen
aklımızı kullanalım..
Bir cinayet
nedeni sayacağımız sözcüğün
Anlamını
öğrendikten sonra katil olmanıza değerse,
Onu da siz
bilirsiniz öldürmek istediğinizi öldürün…
Yoksa
kulaktan dolma, toplumca küfür sayılan
Ani
tepki verip, hem karşıdaki insana,
Hem
katil olup hem de kendimize zarar vermeyelim…
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
HER MEDYA KURUMU,
ÜLKEMİZİN BİR KALESİDİR...
Her gazete çağının,
En güzel belgesel kitabı,
Her televizyon çağımızın aynası,
Her radyo çağımızın dilidir...
...
Başka bir ifadeye;
Her medya kurumu
Çağdaş Türkiye’mizin
Tartışılmaz en güçlü kalesidir...
...
Bu medya kurumlarda çalışma,
Şansını yakalayan akıllı insanlar,
Mesleğini aşkla severek yapar;
En doğru ve yararlı,
Vatanını ve milletini
İç ve dış düşmanlardan koruyup,
Devletin yanında yer alarak,
Gazetelerde yazar,
Televizyon ekranlarından yansıtıp,
Radyolardan da anlatırlar...
...
Buradan yola çıkarak şunlar rahatlıkla söylenebilir;
-VATANINI VE MİLLETİNİ
SEVEN HER MEDYA KURUMU,
GERÇEKTEN DE ÜLKEMİZİN,
EN VAZGEÇİLMEZ EN GÜÇLÜ KALESİDİR...
...
Elbette ülke ve devlet için,
En güzel, en doğru, en yararlı,
Birleştirici bütünleştirici,
Maddi manevi değerleri yükselten,
Vatan millet, bayrak sevgisi
Haberleri yapanlar çoğunluktadır,
Her zamanda bu şekilde olacaktır...
...
Ama daha az sayıda bile olsa,
Bazı gizli amaçları olan,
Başka güçlerden talimat alarak,
Ülkesine milletine karşı,
Yanlış yapanlar da var,
Maalesef az bile olsa,
Onlar da olacaktır...
...
Ama olayın başka yanına bakalım;
Gerçekten devletini seven,
Ülkesine gönülden bağlı,
Saygın medya kuruluşlarından,
Oluşan sektör çok ilginçtir ki,
Ülkenin en büyük sivil toplum
Kuruluşları konumundadır...
...
Şöyle ki, yalan ve yanlış yapan,
Ülkesine, vatanına karşı,
Gizli planları olanları,
Fark ettikleri anda,
Tıpkı denizin leşi kabul etmeyip,
Hemen dışına attığı gibi;
...
Bu medya kalelerindekiler de,
Eğitimi, görevi, yetkisi, etki alanı,
Makamı ne olursa olsun,
Yanlış yapanı kişi ve kuruluşları,
Hemen dışına atmıştır,
Kural bundan sonra da değişmeyecektir...
...
Ülkemizdeki medyanın yakın tarihine bakınca,
Bunlar net olarak görülebilir...
...
Ama kimin iyi, kimin kötü olduğunu,
Vatanını kimin sevip savunduğunu,
Ülkesine, milletine kimin ihanet ettiğinin,
Zaman içinde somut olarak
Görülüp belirlenmesi için,
Her medya kuruluşunun,
Dün olduğu gibi bu gün de, yarın da,
Çok iyi, titizlik ve dikkatle,
Gözlemlenmesi, gerekir...
...
Ya da o kurumun ve orada
Çalışanların gizli amaçlarının,
Renginin, kokusunun,
Gizli hedefinin, ne olduğunun,
Kime hangi iç ve dış güce,
Hizmet ettiğinin,
Nerelere hangi mesajları
Verdiğin iyi gözlenip incelenerek
Somut biçimde belirlenip
Saptanması gerekir...
...
Zaten TRT dışındakilerin
Tamamı özel sektörden oluşan,
Her medya kuruluşu,
Sadece kendi reklam geliri,
Ve kendi olanaklarıyla,
Ayakta durmaktadır...
...
Yanlış yapanlar ise bir süre
Sonra tüm kaynaklarını yitirip,
Kendiliğinden bu sahneden,
Silinip gitmekten kurtulamamış,
Kurtulamayacaktır...
...
Vatanını, milletini seven,
Ülkesi için yararlı olan,
Her medya kurumu,
Dün olduğundan daha çok,
Devletimizin milletimizin fethedilemez,
Büyük ve güçlü kaleleri olarak,
Varlığını daima sürdürecektir...
...
Ancak şunu belirtmeliyim ki;
Ülkemiz için yararlı medya kuruluşları,
Ne kadar güçlü, tarafsız, zengin, etkili,
Ekonomik olarak ayakları üstünde durursa,
Dış ve içeriden gelebilecek,
Her türlü olumsuz baskı ve saldırılara karşı
Dayanıklı ve kale gibi olursa;
Devletimiz, milletimiz de o kadar
Yarınlarından daha emin olacaktır...
...
Milletimiz geleceğe ve yarınlarına
Daha güzel umutlar, hayallerle,
Güvenli biçimde ilerleyecektir...
...
Burada tarihi boyunca,
Medya konusunda
Söylenen güzel sözlerden,
Bazıları şöyle;
...
Napolyon Bonaparte diyor ki;
-BEN ÜÇ GAZETEDEN
YÜZ BİN SÜNGÜDEN,
DAHA ÇOK KORKARIM...
Burada o kendi çağındaki
Gazetenin-yani medyanın
Gücünü somut biçimde anlatıyor...
...
Büyük Atatürk de, basın konusunda şöyle diyor;
Basın, milletin müşterek sesidir...
Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine
basın hürriyetidir...
...
Sonuç olarak;
Merhum cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın
1990’lı yıllarda;
-ANAYASA BİR KEZ DELİNMEKLE,
BİR ŞEY OLMAZ, diye başlattığı
Özgür medya, ülkemizde yaşayan 85
Milyon insanımızın hayatında,
Vazgeçilmez yerini aldı;
VATANINI MİLLETİNİ
SEVEN HER BİRİ KALE OLAN,
MEDYA KURULUŞLARIMIZ
SAYESİNDE;
Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz,
Devasa adımlarla, çağdaş, modern,
Büyük Atatürk’ün gösterdiği;
-MUASSIR MEDENİYETLERİN,
ÖTESİNE doğru yolunda hızla ilerliyor...
...
1990 a kadar TRT nin tekelinde olan
Yayıncılık bu gün özel sektör tarafından;
Dünya medyasıyla yarışmaktadır,
Her birini de gerilerde bırakıp,
Harikalar yaratarak yoluna devam ediyor edecek...
...
Google sorduğumda dün Türkiye’mizde,
Kaç özel televizyon, radyo yayın yapıyor dediğimde,
Gerçekten de saymakta zorlanıp oldukça heyecanlandım;
Çünkü yüzlercesi bu listede yer alıyordu...
Gazetelerimizi zaten belirtmeye hiç gerek yok...
...
Ben inanıyorum ki;
Özel radyo televizyonlar Avrupa ve Amerika’yla,
Aynı dönemde yayınlara başlasaydı;
Ne ülkemizde her 20 yılda darbeler olurdu,
Ne demokrasimiz kesintiye uğrar,
Ne başbakanımız merhum Adnan Menderes
Ne de iki bakanı idam edilirdi...
...
Bu gün her biri çağdaş Türkiye’ mizin
En güçlü kalesi konumunda olan
ÖZEL TELEVİZYON
ÖZEL RADYOLARIMIZ sayesinde,
Halkımız artık hem ülkemizde,
Hem de dünyanın herhangi bir yerindeki
Olayları anında öğrenebiliyor...
...
Kimin ülkemize hizmet ettiğini,
Kimlerin ihanet etmeye çalıştığını,
Açık seçik ve net olarak görüyor...
İnanıyorum ki;
GÜNÜMÜZDE HER BİRİ,
FETHEDİLEMEZ EN GÜÇLÜ KALE OLAN,
MEDYA KURUMLARIMIZ SAYESİNDE;
Güzel ülkemin yarınları bu günlerden
Daha aydınlık, müreffeh, çağdaş,
Daha da güzel olacak,
Her zaman olduğu gibi
Dostlarımız Türkiye ile gurur duyacak,
Düşmanlarımız ise korkacaktır...
...
Bir denememde ben de şöyle demiştim;
Çağının
en büyük tanığı olan gazeteci;
Yaşadığı
dönemi günü gününe yazan,
Tarihe
zamana ve insanlığa,
Karşı
sorumlu olan kişidir...
...
Ne mutlu ülkesini, milletini, devletini severek bu mesleği yapanlara...
Tarih ve zaman onlardan minnet ve şükranla söz edecektir...
Hainleri ise kayıt etme gereği duymayacaktır...
Abdulkadir Kaçar Adana 2023
MEDYANMIZIN
BÜYÜK GÜCÜ
TESTTEN
GEÇTİ...
“YÜREKLER BİR
OLDU”
Sloganıyla
ülkemizdeki 213 televizyon
562 radyo
canlı yayınla;
Hem medyanın
gücünün,
Büyüklüğünü
kanıtladı;
Hem de afet
bölgesi için 115 milyar,
597 milyon 28
bin lira bağış
Topladı...
...
Çağımızın en
önemli gücü
Tartışmasız
olarak,
Bana göre
medyadır...
...
Napolyon Bonaparte diyor ki;
-BEN ÜÇ GAZETEDEN
YÜZ BİN SÜNGÜDEN,
DAHA ÇOK
KORKARIM...
Çağındaki
medya gücünü
Anlatıyor...
...
Bizim
medyanın gücü;
Aynı zamanda,
Türkiye
cumhuriyeti Devletini
Bir arada
tutan en büyük,
En
vazgeçilmez güç ve değerdir...
...
Televizyonların
tanınmış
Yüzlerinin
görev yaptığı bu kampanyada,
Sanatçıların
söyledikleri
Sözlerde çok
vurucu ve çarpıcıdır;
...
Kıvanç
Tatlıtuğ;
-KALBİM HİÇ
BU KADAR
ACIMAMIŞTI...
Diye
kamuoyundaki insanımızın
Düşüncelerini
ifade ediyor...
...
Serenay
Sarıkaya da;
-ÜZGÜNÜZ,
YARALIYIZ,
ACILAR
İÇİNDEYİZ,
Diye yine 85
milyonun
Duygu ve
düşüncelerinin
Altını
çiziyor...
...
-YARALARI
SARACAĞIZ diyor
Murat Boz...
...
Haluk Levent
500 bin lira
Bağışladı...
...
Büyük
şirketler,
Bankalar,
Özel
kuruluşlar bağış konusunda
Birbirleriyle
adeta yarıştı...
...
-BİZ BÖYLE
BİR MİLLETİZ
Diyor Eda
Ece;
-Türk Halkıyla gurur duyuyorum...
Ben depremin
sabahında koşa koşa,
Bir şeyler
almaya gittiğimde, herkesin
Beraber
koştuğunu gördüm..
Çok
duygulandım...
...
-KENETLENMEK
ÇOK ÖNEMLİ,
Diyor Ebru
Şahin...
...
Ayrıca Erkan
Petekkaya,
Acun Ilıcalı,
Nazlı Çelik,
Nihat
Hatipoğlu, Çağla Şikel,
Hülya Avşar,
Yılmaz Erdoğan, Aslı Enver,
Bahadır
Gökçe, Deniz Bayramoğlu,
Halit Ergenç,
Ergin Altan Düzyatan,
Ve diğer tüm
duyarlı sanatçı
Yüreklerİ
aynı duygularla
Çarptı...
...
“TÜRKİYE TEK
YÜREK”
Programına
katılan her insan
Her kurumun
sorumlusu
Elinden
gelenin en iyisini yaptı...
...
Kimi kefen
parasını bağışladı,
Kimi
kumbarasından çıkan 100. lirayı...
Koçunu satıp
parasını gönderen çoban,
Ülkemizin en
zengin iş adamları,
Hepsi
”TÜRKİYE TEK YÜREK”
Kampanyasında
buluştu...
...
Deprem
yaralarını sarmaya çalışan,
Türkiye,
Trabzonspor’un geliri,
Depremzedelere
bağışlanan Basel
Maçında
buluştu...
...
Peki, bu gücü
bir araya getiren,
Bu güçten
elde edilebilecek
En büyük
bağışın yapılmasını
Sağlayan kim
ve nedir?
...
Elbette Özel
radyo,
Özel
televizyon,
Gazetelerimizin,
Yani
Medya’nın gücüdür...
...
Merhum
Cumhurbaşkanımız
Turgut
Özal’ın;
-ANAYASAYI
BİR KERE
DELMEKLE BİR
ŞEY OLMAZ,
İfadesiyle
özel medyamız bu gün
Türkiye’mizin
toplumu bir arada
Tutan,
devleti yaşatan, kitleleri
Vatan millet
bayrak sevgisi
Etrafında
birleştiren en büyük
Güç oldu...
...
Başka bir
makalemde de;
-HER MEDYA
KURUMU
BİR
KALEMİZDİR demiştim...
Bu düşüncemi
bir kez daha
Yineliyorum...
...
“BUDA GEÇER
YAHU”
Güzel ülkem
sabırla koruk
Helva olur
özdeyişini unutmayalım...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
MEZARLIK
TESTİYLE
HAYATI DAHA
ÇOK
SEVECEKSİNİZ...
Size bir
soru;
-SAĞLIĞINIZ
YERİNDE Mİ?
-YÜRÜYEBİLİYOR
MUSUN?
-GÖREBİLİYOR
MUSUN?
-İŞTAHINIZ
YERİNDE Mİ?
-TUVALET
İHTİYACINIZI
KENDİNİZ
KARŞILAYABİLİ,
-YOR MUSUN?
...
Bu sorulara
vereceğiniz
Yanıtların
tamamı,
-EVET ise,
Kaç yaşında
olursanız olun,
Bunları
yapmayı Başardığınız
İçin çok
sevinin, mutlu olup
Kendinizle
gurur duyun...
...
Çünkü tam bir
tiyatro
Sahnesi olan
dünyada
En büyük
varlık,
Tartışmasız
sağlıktır...
...
Sağlık her
insan
İçin en büyük
zenginliktir,
Uzun ömürlü,
Ve mutlu
olmak için,
Küçük bir
mezar testi yapmanız,
Çok önemli
gereklidir...
...
Bu testi
yaptıran insan,
Sadece bir
kez sahip olduğu hayatını
Ve onun
sunduğu güzellik,
Ve
zenginliğinin,
Kıymetini
daha iyi anlayacaktır...
...
Test şu;
Akıllı bir
insan;
Şöyle diyor;
-Hayattan
gerçekten,
-Çok mu
sıkıldın?
-Artık
moralim bozuk,
-Yaşamak
istemiyorum,
-Kimse beni
anlamıyor,
-Kimse beni
sevmiyor,
-Hiçbir
şeyden zevk,
Alamıyor mu
diyorsun?
...
Hemen şimdi
kalk,
En
yakınındaki bir
Mezarlığı
ziyaret et;
BU MEZARLIK
TESTİNİ
HEMEN UYGULA;
Çünkü ölüler
çok iyi bilirler ki;
YAŞAMAK DAİMA
ÇOK GÜZELDİR,
TOPRAĞIN ÜSTÜ
ALTINDAN DAİMA
DAHA
İYİDİR...
...
Göreceksin ki
bu
Mezarlık
testi,
En doğru, en
şaşmaz
En inandırıcı
ve en mutlu sonucu
Sana kesin
olarak verecektir...
...
Bu testi
yaptıktan sonra,
Kendine ve
hayatına
Yeni bir
gözle bakıp,
Sıkıldığın
her şeyi
Yeniden
baştan sorgulayıp
Usandığını
söylediğin
Hayatının her
şeyini,
Yeniden
keşfedip,
Onun sunduğu
sayısız
Güzelliklerini
daha da çok seveceksin,
Hatta
kendinle gurur bile duyacaksın...
...
Bu testin
insan üzerindeki
Yararlı ve
olumlu etkisini,
Dün deneyen
bir yakınımdan dinledim...
...
Mezarlık
ziyareti dönüşü,
İnsan
hayatına,
Daha sıkı
sarılıp,
Sahip olduğu
her değeri,
O ana kadar
olduğundan,
Daha farklı
bir gözle görüp;
Dünyaya daha
yeni gelmiş
Gibi her
şeyiyle,
Çok mutlu
olduğunu anlattı...
...
Başka bir
açıdan daha bakalım;
Eğer mezarlık
test ziyareti
Size yeterli
dersi vermediyse,
Daha iyi ikna
olmanız için,
Hastaneleri,
orada yoğun bakımdaki
İnsanları ve
huzurevlerinde kalanları
Ziyaret
etmeniz öneriliyor...
...
Unutulmaması
gereken
En önemli
değer de şudur;
İnsan isimli
mucize varlık,
Dünya isimli
bu sahneye,
Sadece bir
defa gelmiştir,
Hayatının
tekrarı, yedeği, ertelemesi,
Başkasına
devretme olanağı yoktur,
O nedenle
insan yaşadığı sürece
Ölümden
başka,
Her şeyin
çaresini bulup,
Tüm
sorunlarını rahatça çözebilir,
HAYATIN NİHAİ
HEDEFİ
OLAN
MUTLULUĞU
BULUP MUTLAKA
YAŞAR...
...
O nedenle
sadece bir kez elimize geçen,
En büyük ve
tek varlığınız olan,
Sağlığınızın
ve hayatınızın,
Kıymetini çok
iyi bilin...
...
Yani bir
mezar testinin verdiği,
Muhteşem
dersi,
Hayat hayal
bile,
Etmez
edemez...
...
Hz. Mevlana
diyor ki?
-KOLUN MU
KIRILDI?
ÜZÜLME, ALLAH
SANA,
BELKİ KANAT
VERECEK...
...
Bu test ve
olaylar gösteriyor ki;
Şu anda
aldığın nefesin,
Değerini çok
iyi bil,
Yediğine,
içtiğine dikkat et,
Düzenli
uymayı ihmal etme,
Spor yap,
sağlıklı yaşamayı
Mutlu biçimde
merakla
Heyecanla
sürdür...
...
Bunun için
yapman gereken,
Başka bir
şeyde şu olmalı;
Hayattan zevk
almanı,
Senin mutlu
olmanı engelleyen,
Her türlü
olumsuzlukları görmemeye çalış,
Her daim
olumlu düşün...
...
Zamanını
bilinçli şekilde,
Hatta kasıtlı
olarak çalan,
Yaşama
sevincini yok eden,
Negatif
düşünceleriyle,
Sana
karamsarlık, olumsuzluk,
Korku, kaygı
aşılayan,
Yaşamını
değersizleştirmeye
Çalışan
kıskançlık abidesi
İnsanları
hayatından hemen çıkar...
Birileri
mutlu olsun diye,
Sen asla
mutsuz olma...
...
Hayattaki en
büyük ve tek değer;
Mucize varlık
olan sadece sensin,
Yani insan,
Bu sonsuz
evrende,
Senden ikinci
bir kişi daha bulunmuyor...
...
Bu gün
yaşaman gereken
Mutluluğunu
yarına asla bırakma,
Çünkü insan
hayatında,
Dün ve yarın
yoktur,
Sadece sonsuz
şimdi olan,
An da mutlu
olmayı,
Hemen başar
hemen gerçekleştir
...
Ben böyle
davranırsam;
-Mahalledeki
komşular ne der?
-Arkadaşlarım
küser mi?
-Sevdiklerim
ayıplar mı?
-Ağabeyim
ablam,
-Kayınbabam,
kaynanam,
-Oğlum kızım
gelinim, damadım,
-Acaba nasıl
karşılar?
...
Bu türlü içi
boş gereksiz,
Düşüncelerle
mutsuz olma,
Çünkü senin
mutsuz olman,
Acı çekmen
kimsenin
Umurunda bile
değil,
Olmaz, olamaz
olmayacaktır...
...
Üstelik bu
hayatı
Biraz
bencilce,
Aldığın her
nefesin
Üstüne
titreyerek,
Sadece kendin
için yaşa,
...
Her anı
mucize olan,
Her değeri
renkli sihirlerle
Dolu bu güzel
serüvenin,
İçindeki tek
mucize ve de
Kahraman
sadece sensin
Bunu da
unutma...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
MİLYAR KERE
PİŞMANLIK SÖZÜ
TEK BİR
YANLIŞI DÜZELTEMEZ...
-Keşke
şunu yapmasaydım,
-Keşke
şu kişiye evlenmeseydim,
-Keşke
otomobili almasaydım,
-Keşke
buraya gelmeseydim,
-Keşke
şu davranışı yapmasaydım,
-Keşke
paramı şöyle harcamasıydım,
Vs...
Vs... Vs...
...
Milyar
kez pişmanlığını
Dünyaya
itiraf et, haykır,
Kendini
yerden yere at, parçala,
Milyar
kez yaptıklarının
Hatalı
olduğunu söyle,
Milyar
kez geri dönmeye çalış,
Trilyonlarca
kez özür dile...
Hepsi
hikâye...
...
Akıl
ne işe yarar?
Matematik
ne işe yarar?
Hele
belli yaşa ulaşıp,
Eğer
bunu hala öğrenemediysen,
Aklını
ve matematiği keşfedemediysen,
Milyarlarca
kez pişmanlığını
Haykırsan
da boş hikâye...
VIZ
GELİR TIRS gider...
Önce
kendini inandıramazsın,
Sonra
da çevrendekilerden,
Kimseyi
kandıramazsın,
Kimseyi
inandıramazsın,
Çünkü
zaman bir saniye
Dahi
asla geriye doğru
İşlemez,
hiçbir şeyi
Değiştiremezsin...
...
Pişmanlığını
haykırmak,
-Ben
başarısızım,
-Ben
hesap bilmiyorum,
-Ben
dendim olamıyorum,
-Ben
kendimi yönetemiyorum,
-Ben
hiçbir işe yaramam,
-Benim
söylediklerim,
-Hava
ve cıva boştur...
...
Pişmanlıkları
olan insan;
Karşısındaki
kişi ve topluma,
Aslında
kendini başarısızlığını,
Bağırarak
çağırarak ifşa etmektedir;
-Bana
inanmayın,
-Sözlerime
kanmayın,
-Benim
doğrularımın,
-Hepsi
tamamen yanlıştır,
-Beşikten
mezara kadar,
-Hatalar
insanıyım,
-Benimle
yol çıkmayın,
-Benimle
işbirliği yapmayın,
-Benim
arkamdan gelmeyin
Demekten
başka bir işe yaramaz...
...
-Ben
başarısızım,
-Ben
yetersizim,
-Ben
hatalar toplamıyım,
-Beni
dinlemeyin,
-Benim
pişmanlığımın
-Zararıma
ortak olmayın,,
-Uçurumlarımda
benimle,
-Birlikte
yok olup gitmeyin,
-Ben
değersiz biriyim,
-Ben
beş para etmem,
-Ben
işe yaramam...
-Lütfen
beni yok sayın...
Demektir...
...
Bir
atasözümüz şöyle der;
-SUSMAK
EN BÜYÜK
POLİTİKADIR...
Bazen
susmak, karşındakine
Verilebilecek
en devasa
Cevaptır...
...
Hataları,
pişmanlıkları itiraf
Etmek,
bunu söyleyeni
İtibarsızlaştırır,
zayıflatır,
Toplumun
gözünden,
Değerini
düşürür...
...
Hangi
ülkede,
Hangi
kültürde,
Hangi
yüz yılda yaşasa da,
İnsan
pişman olacağı hatalarını,
Ya
yapmamalı,
Yaptıysa
da susmalı, her şeyi
Zamana
bırakıp unutulup yanlışların,
Düzelmesini,
pişmanlıklarının
Kendine
zarar vermeyecek,
Şekilde
unutulup değişmesini
İstemeli
ve beklemelidir...
...
Milyar
kere milyar,
-PİŞMANIM
demek,
Milyar
kere başarısızlığı itiraftır,
Bir
tek yanlışı doğru hale
Getirmez
tam tersinme;
Yanlışların
boyutlarını
Karelerce
çarparak
Söyleyen
kişiyi itibarsızlaştırır;
Tarih
ve zaman bu
Kişiyi
sahneden silip atar...
En
değersiz otlar gibi,
“YOKTUR,
DOĞMAMIŞ,
GELMEMİŞ,
YAŞAMAMIŞLAR”
Arasında
kayıt eder nokta...
...
“GERİDE
KALAN PİŞMANLIKLARINA,
BAKARAK
İNSAN İLERLEYEMEZ”
(Sözcüklerin
tekrarı, konunun,
Daha
iyi anlaşılması içindir
Bu
asla bir politik makale değildir)
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
MUTLU OLMAK
SENİN
ELİNDE...
Bir soru;
-En mutlu
olduğunuz
Anda ne
düşünüyordun?
-Ben şu anda
neden mutluyum?
-Hangi
düşüncem beni mutlu etti?
Diye kendine
sordun mu?
...
Ya da,
-Şu anda
neden mutsuzum?
-Neden canım
sıkılıyor?
-Hangi
düşüncem beni mutsuz ediyor?
Diye kendine
sordun mu?
...
Her iki
durumda da
-Seni mutlu
ya da mutsuz eden,
Düşüncelerden,
Bilinçaltından
bilinç üstüne,
Hangileri
neden nasıl çıktı?
...
Bu konuda
kendini
Sürekli
gözlemle;
-Neden
mutluyum?
Ya da,
-Neden
mutsuzum?
Bu soruları
kendine sıkça sor...
...
Eğer o anda
mutlu,
Ya da mutsuz
eden,
Düşüncenin ne
olduğunu,
En doğru
şekilde tespit edersen;
Artık
istediğin an mutu olabilir,
Mutsuzluktan
ışık hızıyla
Uzaklaşmayı
başarırsın...
...
Şöyle ki o
anda mutsuzluğuna
Neden olan
düşüncelerini iyi yönetip,
Hemen
değiştirip, onun yerine,
Mutlu eden
düşüncelerini,
Hayatına
uygulamayı,
Başarırsan
ömrünce
Artık çok
mutlu olabilirsin demektir...
...
Örneğin mutlu
olduğun anda,
Bilinçaltından
bilinç üstüne çıkan,
Düşüncelerinle
ilgili, şu sonuçlara
Ulaşabilirsin...
...
Seni en mutlu
eden düşünceler;
Sevdiğin bir
kitabı okumak,
Denemeleri
bilgisayara yüklemek,
Çalışırken
güzel bir müziği dinlemek,
Sevdiğinin
telefonla araması...
...
Karşında
bilgece ve içten,
Gülümseyen
bir yüz,
İçten selam
veren bir insan,
Sevdiğin
tadına bayıldığın bir yemek...
...
İkram edilen
bir çay, kahve,
Olumlu ve
güzel bir iltifat,
Doğru ve
olumlu bir eleştiri,
Sevdiğin
kişiyle buluşmaya gitmek...
...
Hesapta
olmayan kazanılan büyük para,
Emekli
maaşının hesaba yatması,
Birine yemek
ikram etmek,
Ya da birinin
yemeğe davet etmesi...
...
Yeni giysiler
giymek,
Beklenen
otobüsün,
Tam zamanında
gelmesi
Tamir edilen
arızalı otomobilin,
Hemen yapılıp
teslim edilmesi,
Kargodan
muhteşem,
Sürpriz bir
paket almak,
Yaklaşan
bayram sevinci,
Çok istediğin
iptal edilen
Buluşmanın
gerçekleşmesi,
...
Sevdiğin kişi
ile karşılıklı,
Aşka konulu
bir sohbet etmek,
Havanın çok
güzel olması,
Hafta sonu
tatilde denize gitmek,
Çok sevdiğin
bir ayakkabıyı almak,
Çok sevdiğin
giysiyi ucuza bulmak,
...
Güzel bir
şarkı söylemek,
Korkulan ceza
almayı düşündüğün,
Bir davadan
beraat etmek,
İşyerinde
yükselmek terfi almak,
Beklenmeyen
bir ödül kazanmak,
...
Güzel bir
ilişkiye başlamak,
Otomobil, ev,
tarla almak,
Sevdiğin
kişiyle evlenmek,
Güzel bir
rüya görmek,
...
Ya da
pazardan istediği,
Tazelikte
ürünü ucuza almak,
Evde arızalı
bir eşyanın,
Aniden
sihirli şekilde,
Birden
normale dönmesi,
...
Ünlü birinin
vereceği,
Sevdiğin
sanatçının konserine gitmek,
Umut kestiğin
bir olayın,
Beklenmedik
anda gerçekleşmesi
Sürpriz
gelişmeler,
Sürpriz
buluşmalar,
İçtiğin
ilaçlarla birden iyileşmek,
...
Ya da
aylardan beri beklediğiniz,
Sevdiğinden
buluşma randevusu
Aldığın ana
yoğunlaşmak...
...
Aslında bu
listeyi sonsuza
Kadar uzatmak
olası...
...
Peki, ama
utsuz olduğun anlar mı?
Sizi
gerçekten çok,
Mutlu eden
olayların tam tersi
Hayatında
gerçekleştiğinde,
Her insan
için bunlar tamamen
Mutsuzluk
nedeni olabilir...
...
Başka bir
ifadeyle,
İnsanın mutlu
ya da mutsuzluğu,
O andaki
düşüncesinde bulunan,
Bilinçaltından
bilinç üstüne çıkan,
Olayların
düşünce kayıtlarıdır...
...
Akıllı kişi
bilinçaltı ve bilinç üstü
Kayıtlarını
akılcı biçimde,
Yönetmeyi
başardığında,
Hayatında
mutsuzluklar,
Işık hızıyla
gidecek,
Yerine
mutluluk ve umut,
Veren
düşünceler
Geleceği için
kişi ömrünce,
Daima ve
istediği anda,
Mutluluğu
yaşamayı başaracaktır...
...
Sonuç ortada;
Mutlu olmak
elinde,
Bunun için
düşüncelerini
Yönetmeyi
başarman yeterlidir...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
MUTLU
YILLAR...
On, dokuz,
sekiz, yedi, altı, beş, dört,
Üç, iki, bir derken 2023’ü bitirip,
2024’
e yeni bir yıla girdik;
Hayırlı mutlu
ve kutlu olsun...
...
Aslında
geride kalan her yıl;
Devlet,
millet, kent, aile,
Ve
bireylerin yaşam muhasebesini,
Yaptıkları
önemli kilometredir...
...
2023 yılına
baktığınızda
Bireysel
yaşamınızda neler değişti,
2023 de
başarılı ve mutluydum
Diyebiliyorsanız
ne mutlu size...
...
Kendi adıma
bunu rahatlıkla
Şöyle
söyleyebilirim;
2023 içinde
sayısız kitap dosyası,
206 makale
yazdım,
Akademi
Yayınevi tarafından,
Hayatım “BİR
ÖMÜR GAZETECİ”
Başlığıyla
kitaplaştı...
...
Türkiye
ve Adana’nın 1980’li
Yıllarına
doğru bir bakınca,
Yaşadığımız
bazı değişimlerin
Altını
şekilde çizmek istiyorum...
...
Örneğin;
1980’li yıllarda,
Cebimizde 10
dolardan fazla döviz çıkınca,
Hemen
mali polis yakalıyor,
Adliyeye
sevk ediyordu...
Yine
aynı yıllarda
Dövizsizlik
nedeniyle yurtdışındaki,
Katılamadığımız
spor karşılaşmalarını hatırlıyorum...
BU GÜN BÖYLE
BİR SORUNUMUZ YOK...
...
Örneğin çok
uzağa gitmeye gerek bile yok;
20 yıl önce
cep telefonu yoktu;
Bu gün 80
milyondan fazla insanda,
100
milyonu aşan cep telefonu var...
Örneğin
internet, kredi kartları ATM,
HİPER ALIŞ
VERİŞ MERKEZLERİ YOKTU...
BU GÜN HEPSİ
VAR...
...
Uzayda
uydularımız yoktu, bu gün fazlasıyla var...
Siha, iha,
anka, kızıl elma, sayısız silahlarımız,
Uzun
mesafeleri vuran bombalarımız vs var...
...
1960’lı
yıllarda soydaşlarımız katledilirken,
Kıbrıs’a
çıkartma yapacak helikopterimiz yoktu;
Bu gün ATAK’
helikopterlerimizi,
Askeri silah
ve araçlarımızı dünyaya satıp,
Milyar
dolarlar kazanıyoruz,
O
yıllarda ülkemde sadece bir kaç milyon,
Kişi
ancak THY uçaklarıyla seyahat edebiliyordu...
Bu gün yılda
100 milyondan fazla
İnsan
özel hava yollarımızla seyahat edebiliyor...
...
Özel radyo ve
televizyonlarımız yoktu;
Bu
gün 200 den fazla ulusal-yerel televizyon,
300
e yakın ulusal ve özel radyomuz var...
...
Adana da,
Büyükşehir belediyemiz yoktu;
Tüyap Uluslar
arası fuar ve kongre
Sarayımız
yoktu bu gün artık var...
...
Altınkoza
film kültür ve sanat festivalimiz,
Çok yeni
doğmuştu...
Bu gün dünya
çapında bir kültür,
Sanat
etkinliğine dönüştü...
Adana da
Menderes Bulvarı,
Merkez
Park yoktu bu gün var...
Türkiye’nin
en uzun köprüleri yoktu,
Bu
gün Seyhan Baraj gölü içinde var...
Arıtma
tesislerimiz yoktu, bu gün var...
Merkez cami
yoktu, orta doğunu
Ve
balkanların en büyük camimiz var...
Seyhan Nehri
yürüyüş parkurları yoktu artık var...
Yer altı
kuyularından su içiyorduk;
Çatalan
suyu yoktu bu gün var...
Çukurova
Üniversitemiz yoktu,
Adana
Alpaslan Türkeş Bilim Teknoloji üniversitesi
Yoktu
ama artık bu gün var...
OPTİMUM,
O1 ESAS, M-1 AVM’ lerimiz var,
Hacı Sabancı
Organize Sanayi bölgemiz yoktu,
Türkiye’nin
en büyük organize sanayine sahibiz...
Tem oto
yollarımız yoktu, bu gün var...
Bakü Tiflis
Ceyhan Petrol boru hattımız yoktu,
Bugün
var...
...
Yabancı
şirketlerin ülkemizde kasıtlı olarak
PETROL
YOK diye kapattıkları,
Kuyularımızdan
bu gün petrol bulunuyor,
TOGG
otomobillerimizi üretiyoruz,
1915
Çanakkale Köprümüz,
Yavuz
Sultan Selim Köprümüz,
Marmara
Osman Gazi,
İstanbul
boğazında,
Boğazın
altından defalarca geçitlerimiz yapıldı,
Dünyada
şampiyonu İstanbul Hava limanımız var
vs...
...
Bu gün
bunların hepsi yaşamımızın,
Ortasında
yerini almış durumda...
Başka
deyişle; çağdaşlığın en büyük,
Nimetleri
olan bu eserler;
Bedenimize
eklenen organımız haline dönüştü...
...
Sonuç olarak;
Bu gün
dünyanın en gelişmiş,
Ülkelerinde
ne varsa;
Türkiye’miz
de Adana’mız da
Hemen hepsi
belki fazlası var...
Yarın daha
iyileri olacaktır...
...
2023 yılında
Türkiye büyük Atatürk ün,
Gösterdiği
muasır medeniyetlerin
Ötesindeki
hedeflere doğru,
Aralıksız
yolculuğunu sürdürüyor...
...
Hiç
şüpheniz olmasın ki;
Güzel ülkemin
yarını bugünden,
Daha
da güzel, güçlü olacak
Dostlarımıza
güven düşmanlarımıza,
Korku
vermeye devam edeceğiz...
Yeni yılınız
kutlu olsun...
ABDULKADİR
KAÇAR... Adana 2023
...
MUTLULUĞUN
BASİT
FORMÜLLERİ...
Her insan
için,
Hayatın nihai
hedefi,
Mutlu olmak,
Mutluluğu
bulup,
Mutlu
yaşamaktır...
...
Her insan
mutlu olmak,
Doyumlu
yaşamak,
Hayallerini
gerçekleştirmek,
Umutlarını
varlığına uygulamak ister...
...
Hemen her
insan,
Neredeyse
ömrünün tamamını
Mutluluğu
aramaya adar,
Onu bulabilir
mi?
Çoğu bunu
başaramaz...
...
Peki,
mutluluğun,
En kısa yolu,
Basit formülü
nedir?
...
Şunlar
sıralanabilir;
Az iste çok
mutlu ol,
Olanaklarınla
yetin,
Sahip
olduklarının
Bilincine var
mutlu ol...
...
Kendini
ömrünü,
Tüm
varlığını,
Yaptığın işe
ada mutlu ol,
Ya
isteklerini azalt;
Ya da
gelirini çoğalt mutlu ol...
...
Beden ve
ruhunla,
Daima barış
içinde ol...
Kendini her
koşulda sev,
Varlığını
olduğu gibi
Sevinçle
kabul et...
...
Cinsiyetini
daima sev,
Elini,
yüzünü, parmaklarını,
Ayaklarını,
tırnaklarını,
Saçını, yüz
şeklini,
Burnunun
yapısını sev...
...
Kaygı ve
hüzünden,
Ömrünce uzak
dur...
Kötümserlik
ve Karamsarlığın,
Kapısından
dahi geçme...
...
Her durumda,
Her koşulda,
Daima olumlu
düşün,
Hep iyilik
düşün;
İyilik
beklemeden
İyilik yap,
iyi ol...
...
Depresyona
girip geçmişindeki
Olumsuzluklara
yoğunlaşarak,
Kendini yok
edebilecek
Ölüm çukuruna
dönüştürme,
Geleceğin
için ise,
Asla endişe
etme,
AN da yaşama
bilincine,
Ulaşıp orada
mutlu ol...
...
Hayatın
boyunca kalbinle
Dilin bir
olsun...
Para, mal,
mülk,
Siyasi güç,
itibar,
Ekonomik güç,
Konusunda
doyumlu ol...
...
Dedikodu
mikrobundan,
Ömrünce uzak
dur,
Onu öldürücü
silah,
Olarak
kullanma,
Kimseye
saldırma,
İtibar
cellâdı olma,
İnsanları
değersizleştirmeye,
Çalışma ve
kalkışma...
...
Zamanını,
enerjini,
Çalanlardan
Olabildiğince
uzak dur...
Neşeni ve
moralini bozup,
Seni strese
sokan,
Haset
insanları,
Sonsuza kadar
Hayatından
çıkar...
...
Har alandaki,
Yeteneğini
sürekli arttır,
Asla aykırı
olma,
İnsanlığın
sahip olduğu
Değere
inanmasan bile,
Büyük saygı
göster...
...
Çok
çalışarak,
Çok emek
harcayarak,
Çok üreterek,
Çağdaşın
olan,
Emsallerinle
aranı açıp,
Büyük fark
yarat...
...
Kadim ve
çağdaş bilgileri
Kullanma
konusunda
Bilinçli,
akıllı, ısrarcı ol...
Unutma odun
köz, közün
Kül olması
gibidir hayat...
...
Hikâyenin
Sonunda
herkes
Toprak
olacak,
Unutma...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
MUTLULUĞUN
SIRRI
DOĞRU
SORUDA...
Zaman
sonsuzdan sonsuza
Işık hızıyla
akıyor...
...
Günümüz
insanları arasındaki,
En büyük
sorun anlaşabilmek...
...
-İnsanları
anlamak zor,
-Bu insanlar
beni anlamıyor,
-Kimseye
iyilik yaramıyor,
-Hayata aklım
ermiyor,
-Nasıl iş
anlamıyorum?
-Ben kötü bir
insan mıyım?
-Neden ben
böyleyim?
Diye soruyor
musunuz?
...
Bu türlü
soruları soran arkadaşınız,
Dostunuz,
akrabanız, yakınınız varsa,
Hemen şimdi
uzak durmaya başlayın...
Çünkü bu
negatif karakterli
Kişiler sizi
sürekli aşağı çeker...
...
Bu insanlar
yakınma,
Kendini
tanımama,
Sorun
çıkarma,
İnsanları
mutsuz etme,
Konularında
ustalaşmıştır...
...
Oysa
yukarıdaki negatif,
Karamsar
sorular yerine;
-İnsanları
nasıl daha iyi anlayabilirim?
-Benim
eksikliğim neden kaynaklanıyor?
-Nasıl iyi
insan olabilirim?
-İnsanların
sorunlarına nasıl,
-Katkıda
bulunabilirim?
-Onlara nasıl
yardımcı olabilirim?
Gibi doğru
sorular sormak
Sizi doğru
cevaplara götürecektir,
Olay bu kadar
basit...
...
Kendinizde
yaptığınız bu
Olumlu
yaklaşım şekli üzerinizde,
Olumlu bir
davranışa dönüşüp,
İnsanlarla
aranızda oluşan,
Yapay
engelleri ortadan kaldıracaktır...
...
İnsan
hayatında bilinçaltının
Yüzde 97,
bilinç üstünün ise
Yüzde 7
etkisi varmış...
...
Sonuç olarak;
Bir nefes
öncesine göre,
Her zaman
daha iyi,
Daha yüksek
anlayışlı,
Çalışkan, iş
bitirici
Olabilmek
için kelimeleri,
Soruları
doğru seçmelisiniz...
...
Hayatınızda
mutlu olmak için,
Her tür
şikâyet,
Ve keşke’
lerden
Hızla
arınmalısınız...
Nasıl daha
iyi olabilirim,
Sorularına
yanıt bulup,
Zaman
geçirmeden
Uygulamalısınız...
...
Bir filozof
diyor ki;
-Akıllı insan
doğru cevap verir,
Zeki insanlar
doğru sorular sorar,
Ne zaman
doğru sorular sormaya
Başlarsanız
hayatınız değişmeye
Başlar...
...
(Sn. Ziya
Şakir Yılmaz’ın, kitabından,
Esinlendim)
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2024
MÜKEMMELLİYETÇİLİĞİN
CEZASI
YALNIZLIK...
90 yaşına
kadar,
Hiç
evlenmemiş
Adam bunu
yıllarca,
Sır olarak
saklamış...
...
Ölüm
döşeğinde.
Yakınları
yakarmış;
-90 yıl
sakladığın,
Bu sırrını
ölüyorsun,
Bize
açıklarsan,
Belki biz de
yararlanırız...
...
Adam ölüm
döşeğinde,
Gözyaşları
arasında,
Şöyle demiş;
-Hayatım
boyunca,
Evliliğe
hiçbir zaman
Karşı
olmadım,
Her yönüyle
Mükemmel bir,
Kadın aradım,
Bulamadım,
Hayat
ellerimin
Arasından
akıp,
Geçip
gitti...
...
Yakınları
tekrar,
Sormuşlar;
-Dünya
nüfusunun,
Yarısı kadın,
Evlenmek
için,
Gerçekten
birini,
Bulamadın mı?
...
Adam
gözyaşları arasında;
-Evet, bir
tane buldum...
Yakınları
heyecanla;
-Peki, neden,
Evlenmedin o
zaman?
Adam;
-Çünkü kadın
mükemmel
Bir koca
arıyordu...
...
Sen belki de,
Mükemmel
olabilirsin;
Peki,
karşındaki de,
Böyle birini
isterse,
O zaman ne
olacak?
Ne mi olmuş?
Olacağı
olmuş?
Boyası
sinmiş...
...
Sonuç mu?
bazen,
Mükemmeliyetçilik,
İnsanı ömür
boyu,
Yalnızlığa
Mahkûm eder,
Sözü burada
Bir kez daha
Somut
şekilde,
Kanıtlanmıştır...
...
Bir
Atasözümüz şöyle der;
-ARADIĞINI
BULAMADIYSAN;
BULDUĞUNU
SEVECEKSİN...
...
Bu arada
hayatta,
Herkes
gerçekten,
Çok mutlu
olmayı ister,
Hatta ömür
boyu,
Mutluluğu
arar...
Ama
bulamaz...
...
Oysa yapılan,
Araştırmalarda
Mutluluk
aslında,
Gözümüzün
Önünde hatta
belki de
Avuçlarımızın
içindedir...
Bakmasını,
görmesini,
Arayıp
bulmayı bilirsek...
...
Peki, nedir
onlar?
Sahip
olduğumuz her şey;
Onlara bakıp,
Fark etmemiz,
Yoğunlaşmamız
gerekir...
...
Örneğin,
Yaptığınız
işiniz,
Giymekten
zevk aldığımız,
Ayakkabımız,
tişört, kazak,
Kaliteli
takım elbise...
Sağlıklı
olmamız;
Soluduğumuz
temiz hava,
Yediğimiz
yemekten aldığımız
Damak
tadımız,
Evimizde
sahip,
Olduğumuz
eşyamız,
Otomobilimiz
vs...
Onlara
duyduğumuz saygı,
Minnet,
şükretme...
...
Sahip
olduklarını,
Fark etmeyen
insanlar,
Mutluluğu
bulmak,
İçin
yıllarını ömürlerini
Boşuna
harcalar...
...
Çok zengin
olmayabiliriz,
Hatta çok
büyük,
Şeylere de
sahip
Olmayabiliriz...
Villalar,
katlar, yatlar,
Gemiler,
uçaklar, başka
Ülkelerin
vatandaşlığı vs...
Ama sahip
olduklarımızı,
Fark edip
sevebilirsek,
Mutluluğu
bulup yaşarız...
...
Başka bir
mutluluk formülü ise;
-YA
İSTEKLERİNİZİ
AZALTIN, YA
DA
GELİRİNİZİ
ARTTIRIN...
...
Başka bir
mutluluk formülü;
-ÖMRÜNÜZÜ
ADADIĞINIZ
BİR
UĞRAŞINIZ-İŞİNİZDİR...
...
Dünya
gezegenindeki
İnsan sayısı
kadar,
Mutluluk
şekli,
Ve tanımı
vardır...
...
Sonuç olarak;
Mükemmeliyetçiliği,
Bir yana
bırakmalıyız...
Yoksa bu
duygununun
Vereceği ceza
yalnızlıktır...
...
Ne mutlu o
güzel duyguyu,
Küçük
şeylerde bulup,
Büyük
mutluluk yaşayanlara...
Abdulkadir
Kaçar adana 2023
OKUMA VE BİLGİNİN
EVRENSEL GERÇEĞİ...
İnsan tarih
boyunca,
Farklı
devirler yaşadı...
Yontma taş
Cilalı taş,
Bakır, Tunç
devri...
...
Sonra çağlar
geldi;
İlk, Orta,
Yeniçağ,
Yakın
çağ vs...
...
İçinde
bulunduğumuz;
Üçüncü bin
yıl ise;
-BİLGİ
ÇAĞIDIR,
Yani
bilgi toplumu
Olma
çağını yaşıyoruz...
...
Bu şu
demektir;
Bilgi
üreten, kullanan,
Bilgiyle
sürekli gelişen,
Uygarlığını
arttıran toplumlar;
Bilgiyi
kullanamayanlar üzerinde egemen olacaklar...
Tıpkı sanayi
devrimini gerçekleştiremeyen ülkeler, bunu gerçekleştiren ülkelerin sömürgesi
oldukları gibi;
İçinde
bulunduğumuz ÜÇÜNCÜ BİN YILDA Bilgi toplumu olma konusunda da aynı kural
geçerli olacaktır...
...
Peki, bilgi
toplumu nasıl olunacak?
Bunun birinci
koşulu;
Çok düzenli,
seçerek okuyarak,
Bilimin
ışığında bilinçli çalışarak,
Teknolojiyi
kullanıp daha çok üreterek,
Çağın
ortaya koyduğu tüm sistem ve araçlarını,
En
doğru, en etkin biçimde,
Emsal
ülkelerden daha iyi,
Daha
da ileride kullanarak bu gerçekleşecektir...
...
Dünya adını
verdiğimiz bu gezegende,
200 Milyon
tür olduğu kabul edilen canlılar içinde;
En üstün, en
gelişmiş,
Her biri
küçük bir evren olan,
Değişim
ve dönüşümle kendini sınırsızca aşmaya en uygun tek canlı insandır...
...
ALET
YAPMA ALET KULLANMA,
SİMGELER
İCAT ETME,
SİMGE
KULLANMA gibi,
Kendini
sınırsızca geliştirip,
Yaptığı
her yarışında emsallerini geçme yeteneği olan,
Yeni
icatlar yapabilen olağan üstü özelliklere sahiptir...
...
Yukarıda
sayılan eylemleri bilinçli şekilde gerçekleştirmenin
Tek ve
gerçekçi yolu sadece ve ancak bilgiyle mümkün olacaktır...
Bilgiye
ulaşmanın çok çeşitli yolları vardır...
Ama bunların
ilk başında düzenli, bilinçli ve seçerek okuma, bilinçaltı ve bilinç üstünü
aralıksız şekilde güncelleyip geliştirme eylemi gelir...
...
Okumayı
sözlükler şöyle tanımlıyor;
Okumak;
yazıya çevrilmiş bir metne bakarak;
Bunu
sessizce çözümleyip anlamak,
Ya
da aynı zamanda seslere çevirmek...
Araştırma
yapmak,
Çalışmak,
Karşılaştırmak,
İnceleme
yapmak,
Tartmak,
Bilgi
haline getirip hayatın çeşitli alanlarında kullanmaktır...
...
Okumak,
ayrıca tahsil yapmak anlamına da gelmektedir...
Okumanın ve
bilgi edinmenin önemini tarihi boyunca çok akıllı insanlar şöyle anlatmış;
...
Hz. Ali diyor
ki;
-Bana bir
harf öğretinin kırk yol kölesi olurum...
Hz. Muhammed
diyor ki;
-Hiç bilenle
bilmeyen bir olur mu?
-İki günü
birbirine denk olan zarardadır...
...
Konfüçyüs
diyor ki;
-Tanrım bana
kitap dolu bir evle çiçek dolu bir bahçe ver...
...
Emerson diyor
ki;
-Bir okul
açılırsa bir hapishane kapanır...
...
Victor Hugo
diyor ki;
-Kitaplık
kurmak ibadethane yapmak kadar kutsaldır...
...
Hacı Bektaşi
Veli de;
-İLİMDEN
GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR...
...
BURADA
OKUMAKLA ANLATILMAK İSTENEN ASIL ŞEY bilgiye ulaşmak,
Bilgiyi
elde etmek,
Bilgiyi
kullanmak,
Yeni
icatlar çıkartıp,
Uygarlıkta
sınırsızca ilerlemek,
Bilgiyi
kullanamayan kişi ve toplumları geride bırakıp, ileri uygarlıklar
yaratmaktır...
...
Eski
çağlarda, bilgiye ulaşmanın yolları sınırlıydı...
İnsanlar
birbirleriyle ilkel şekilde iletişim kuruyorlardı...
...
Bu gün ise
bilgi kaynakları sınırsızca çoğaldı,
İnanılmaz
biçimde çeşitlendi;
Bunun için
düzenli ve bilinçli,
Seçerek
ve yararlı olacakları bularak okumak ve kullanmak gerekir...
...
Elbette
bilgiyi diğer iletişim araçlarıyla da,
Görsel
ve işitsel olarak da elde edebiliyoruz...
Bu
kaynakların başında da internet geliyor,
Sayısız
televizyon kanalları,
Sayısız
Radyolar istasyonları,
Tiyatrolar,
Sinemalar,
Telefonlar,
İnternet
cafeler,
Gazeteler,
Kitaplar,
Konferanslar,
Yani bilgiye
ulaşma ve kaynakları sınırsızca biçimde çoğaldı...
...
Tüm bunlar,
Bu iyi mi?
kötü mü?
Yararlı mı?
Zararlı mı?
Her konuda
olduğu gibi,
İnsanın
bilgiye ulaşma ve onu kullanma konusunda da daima seçici ve titiz olması
gerekir...
...
Bir filozofa
diyorlar ki;
-ÜSTAT BU
KADAR ÇOK KİTAP OKUDUN, NELER ÖĞRENDİN?
Yanıt şöyle;
-BİLDİĞİM
TEK ŞEY HİÇ BİR ŞEY BİLMEDİĞİM...
Tıpkı
filozofun dediği gibi;
Günümüz
insanı neyi bilip bilmediğini tam olarak farkında bile değil...
...
Bize düşen
görev her alanda olduğu gibi özellikle bilgiye ulaşma ve onu kullanma konusunda
da daima seçici ve bilinçli davranmaktır...
Hangi bilgiye
gereksinimimiz var?
O
bilginin ne kadarını istiyoruz?
Nerede,
nasıl, ne için kullanacağız?
Tüm
bunları öncelikle saptamamız gerekir...
...
Örneğin;
Çeşitli
televizyon kanallarını 10 saat aralıksız izlersek,
Başımız
döner, neyi öğrendiğimizi neyi öğrenmek istediğimizi unuturuz ve bilemeyiz...
Hem
televizyon izlediniz,
Hem radyo
dinlediniz,
Hem gazete
okudunuz,
Hem kitap
okudunuz,
Hem İnternete
girdiniz,
Hem telefonla
bilgi aldınız...
...
Bu iyi bir
yöntem değildir...
Çünkü neyi
aradığınızı bilemezseniz,
Neyi
bulduğunuzu asla anlayamazsınız...
O nedenle
günün 24 saati sınırsız her kaynaktan
Yayılan
bilgi sağanağından kendimizi çok dikkatli biçimde korumamız gerekir
Bilgiyi
aklımızın aydınlığında bilerek, isteyerek, seçerek alıp kullanmalıyız...
...
Olayın başka
bir boyutu şöyle;
Türkiye bu
gün itibariyle sahip olduğu 20 milyona yakın öğrencisiyle;
Dünyada
nüfusunun yüzde 75 i 35in altında olan çok güzel, çok genç bir ülkedir...
...
Sadece
öğrenci nüfusumuz bile;
Çevremizdeki;
Yunanistan,
Bulgaristan, Suriye, Gürcistan,
Ermenistan
gibi ülkelerden daha fazladır...
...
Osmanlı
imparatorluğunun son dönemlerinde okuma-yazma bilenlerin sayısı yüzde
2’lerdeymiş...
Büyük Atatürk
ün;
1928
yılında gerçekleştirdiği harf devrimiyle Bu
gün okuryazar sayısı yüzde 90’ları çoktan aşmış durumdadır...
Okuma
yazmadaki hedef ise yüzde yüze ulaşabilmektir...
...
Ülkemiz
çağdaşlaşma yolunda;
İletişim
araçlarını kullanma bakımından;
Özel radyo
televizyonlar, internet,
TRT, internet
cafeler, gazeteler, normal telefonlar, cep telefonları gibi alanlarda devasa
adımlar atmıştır...
...
Ülkemiz ve
devletimiz bilgi toplumu olma;
Çağdaşlaşma
ve modernleşme konusunda,
Büyük
devrimler yapmıştır,
Bu
aralıksız devam etmektedir, edecektir...
...
Uzaydaki
uydularımız,
Savaş
uçaklarımız,
Savunma
sanayimizde ulaştığımız başarı tüm dünya ülkelerinin gözünü kamaştırmaktadır,
Dünyanın en
iyi savaşan askerleriyle,
Dostlarımıza
güven ve sevinç;
Düşmanlarımıza
korku vermektedir...
...
Büyük
Atatürk;
-YAŞAMAK
ÇALIŞMAKTIR;
-HER FABRİKA
BİR KALEDİR demişti...
Büyük
Atatürk’ün sözü doğrultusunda;
DEVLETİNİ
SEVEN HER MEDYA KURUMUDA BİR BİLGİ KALESİDİR...
...
Dünyanın en
zor coğrafyasında bin yıldan beri yaşadık, devletimizi sonsuza kadar yaşatmaya
devam ediyoruz...
Bu bilinçle,
Hepimizin
bilgiyi çok iyi kullanması,
Hepimizin
görevini çok iyi yapması,
Hepimizin çok
çalışarak çok üretmesi,
Modern ve
çağdaşlığın gerektirdiği biçimde kendimizi her an yeniden programlayıp,
güncelleyip,
İçinde
bulunduğumuz yüzyılın bilgisini ve teknolojisini başarıyla kullanarak “BİLGİ
TOPLUMU OLMA YOLUNDA” hızla ilerlememiz kaçınılmazdır...
...
SONUÇ OLARAK;
Yarının
Türkiyesi elbette bu günden daha güzel ve modern olacaktır...
Umudumuzu
asla yitirmedik, yitirmemeliyiz...
Bilinçli
şekilde çalışmaya, üretmeye, devletimizi ülkemizi sevmeye devam etmeliyiz...
-DEVLET BENİM
İÇİN NE YAPTI YERİNE;
BEN DEVLETİM
İÇİN NE YAPABİLİRİM?
Sorumuzu
sorup yanıtlar bulmalı ve buna uygun şekilde yaşamalıyız...
Abdulkadir
KAÇAR... Adana 2023
KASIM
ÖĞRETMENLER
GÜNÜ KUTLU
OLSUN...
Türkiye’mizde
geleneksel hale gelen 24 Kasım Öğretmenler gününü bir kez daha kutlamanın
coşkusunu yaşıyoruz...
Kutlu olsun,
Mutluluk,
büyük sevinç, başarı,
Güzellikler
getirsin ülkemize...
...
Öğretmenler
günü nasıl oluştu?
Türkler tarih
boyunca, Göktürk, Uygur alfabesini kullandı... 8.Yüzyıldan sonra da, Arap
alfabesini kullanmıştır...
Osmanlının
son yıllarında okuma yazma oranının yüzde 2-3 olduğu belirtilmektedir...
Ömür boyu
arap harfleriyle yazan hocalar bile bu konuda yetersiz kalmakta, okuma-yazmayı
tam olarak öğrenememekteymiş...
Kurtuluş
savaşımız bittikten sonra, 1928 yılında da Latin alfabesine geçildi.
24 Kasım 1928
tarihinde açılan millet mektepleriyle, yaşlı, genç, çocuk kadın herkese yeni
harflerle okuma yazma öğretilmiştir...
İşte Millet
Mekteplerinin açılışı ve Atatürk ün Baş öğretmenliği kabul tarihi olan 24 Kasım
günü, 1981 yılından beri ülkemizde öğretmenler günü olarak
kutlanmaktadır.. .
...
Bu gün;
20 Milyona
yakın öğrencimiz bir milyondan fazla öğretmenimiz eğitim ve öğretime aralıksız
devam etmektedir;
Yaşadığımız
her gün,
Gelişen
değişen koşullar; değişen gelişen teknoloji nedeniyle her an yeni bilgilere,
gereksinim duyuyoruz...
...
Dünya adını
verdiğimiz bu gezegende;
Yaşamımızın
merkezinde yer alan her şey ama her şey; insanın en büyük keşfi olan yazı ve
simgeleri kullanması sonucu oluşan bilgiyle ortaya çıkmıştır...
Uzay
gemisinden, Cep telefonuna,
Televizyondan,
Bilgisayara, internete,
Telefondan,
Uçağa -
Gemiden,
Otomobile
Aklınıza
gelen her şey ama her şey bilgiyle ortaya çıkmıştır... Kullanılması da
geliştirilmesi de ancak bilgiyle olanaklıdır...
...
50 bin yıldan
beri bilgiyi öğreten onu yayan, bu günkü uygarlık düzeyimizin oluşmasını
sağlayan İNSANIN ÖĞRENME azmidir;
Ve
bunu gerçekleştirenler de kuşaklar boyunca;
Elleri
öpülesi öğretmenlerimizdir...
Canlarını
meslekleri uğruna veren saygıdeğer şehit öğretmenlerimizdir...
...
Devlet kuran
padişahları,
Devlet kuran
kralları,
Devlet kuran
imparatorları,
Peygamberleri,
Tarihe yön
veren dehaları,
Buluşlar
gerçekleştiren mucitleri
Hep
öğretmenler yetiştirmiştir...
...
Bilginin ve
öğrenmenin–öğretmenin değerini Büyük Atatürk şöyle açıklamıştır;
-Öğretmenler,
yeni nesil sizin eseriniz olacaktır;
Gençler
cumhuriyeti biz kurduk onu siz yaşatacaksınız...
...
Hacı Bektaşi
Veli;
-İlimden
gidilmeyen yolun sonu karanlıktır, demiş...
...
Hz. Ali’nin;
-Bana bir
harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum, demiş...
...
Yine Hz.
Muhammed’in;
-İlim Çin’de
de olsa bulunuz...
Hem dini
açıdan, hem yaşam açısından bilginin, öğretmenin ve öğrenmenin önemini ortaya
koymaktadır...
24 Kasım
öğretmenler günü; bu nedenle inanılmaz kıymetli,
Çok
önemlidir;
Öğretmenler
günü, bilginin yüceltilmesi, kutsanmasıdır...
Gelecekte
üstün uygarlıklar kurmak isteyen uluslar;
Gelecekte
tarih sahnesinde özgür yaşamak isteyn,
Gelecekte
adaleti sağlamak isteyen
Gelecekte
tarihte altın harflerle yer almak isteyen ulusların,
ÖĞRETMENE VE
ÖĞRENMEYE – BİLGİYE çok büyük değer vermesi gerekir...
BİLGİ TOPLUMU
ÇAĞINDA; Hem devlet hem de birey olarak YAŞAMIMIZI, VARLIĞIMIZI SÜRDÜRMEK ANCAK
BUNA BAĞLIDIR...
...
Konun başka
bir boyutuna bakalım isterseniz;
Bu gün; güzel
ülkem, Türkiye de;
Okula giden
20 milyona yakın öğrencimizin sayısı pek çok komşu devletlerin toplam
nüfusundan fazladır...
Bulgaristan’dan
Yunanistan’dan
fazladır,
Suriye den
fazladır,
Gürcistan’dan
fazladır,
Azerbaycan’dan
fazladır,
...
Bir milyondan
fazla öğretmenimizin olması da Büyük Türk Milletinin
Bilgiye,
eğitime, öğretmenine verdiği değerin somut kanıtıdır...
ÖĞRETMENLERİMİZ
ÖĞRENCİLERİMİZ;
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ DEVLETİNİN SAHİP OLDUĞU EN BÜYÜK ZENGİNLİKTİR...
Bu yanımızla
ne kadar çok gurur duysak azdır...
...
Büyük Atatürk
ün ifadesiyle;
-Türk Milleti
zekidir,
-Türk milleti
çalışkandır,
Milletimiz bu
özelliğini elbette ki öğretmene öğrenmeye, bilgiye olan sevgisine borçludur...
...
Öğrencilerimizin,
Öğretmenlerimizin 24 Kasım öğretmenler gününü kutluyorum...
Kahraman
öğretmenlerimizin önünde saygı ile eğiliyorum...
Abdulkadir
Kaçar... Adana 2023
ÖLÜM YENİLEMEZ...
Ölüm
satılamaz/satın alınamaz,
Biriktirilemez/tasarruf
yapılamaz,
Borç alınamaz/ borç verilemez,
Devredilemez/devralınamaz;
Her
insanın sadece bir yaşamı, bir tek ölümü vardır... İnsan ikinci kez doğamayacağı
gibi;
İkinci
kez de ölemez…
Arkadaşım,
kardeşim, yazar, şair, Kadirli’li âşık Ahmet Dokuzoğlu’nun değerli eşi, hayat
arkadaşı geçtiğimiz günlerde hakkın rahmetine kavuştu...
Ruhu
şad, mekânı cennet olsun, Allah rahmet eylesin...
...
“ÖLÜM
KİTABI” isimli çalışmamda ölüm hakkında düşüncelerimi yazmıştım...
Bu
konuda düşüncelerimi anlattığımı düşündüğün denemelerimde Ölüm konusunda
şunları yazmıştım;
Ölüm
konusunu sözlük şöyle açıklıyor;
1-bir
insan, bir hayvan, ya da bitkide yaşamın tam ve kesin olarak sona ermesi…
2-ölme
biçimi…
Yaşam
sahnesine çıkacak her canlı bir gün kesin ölecektir…
Yaşamak
aslında ölümü beklemektir…
200
milyon tür olduğu kabul edilen canlıdan öleceğinin bilincinde olan tek varlık
insandır…
O
da kendine şu soruyu sorar;
Ölüm
nereden, kimden, nasıl, neden, nerede, ne şekilde gelecek?
İnsan
uygarlık adına ortaya koyduğu her şeyle aslında ölümü yok etmek,
etkisizleştirmek, ondan kurtulmak, hatta evrenden silmek ister ama bunu
başaramaz…
Öyle
yakınımızda, öyle içimizde, öyle peşimizdedir ki ölüm;
Uykumuzdan
bir daha uyanamayabiliriz, uyandığımızda bir daha uyumayabiliriz…
Aldığımız
nefesi vermeyebiliriz, verdiğimiz nefesi de bir daha almayabiliriz…
Sonuç
olarak; ölümün tek belirleyici olduğu bu serüvende, daha güçlü, savaşçı,
üretken, hırslı, çalışkan, adaletli, bağışlayıcı, hoşgörülü, erdemli ve de
örnek insan olmalıyız…
İçimizdeki
binlerce yıllık hafızasıyla bizi sürekli yöneten, bir tür üstün akıl olan ÜSTÜN
İNSAN’ nın bazı üstün özelliklerine daha hızlı, kararlı, koşmamız, ulaşmamız,
almamız yaşamımıza uygulayarak örnek insan olmalıyız…
Yaklaşık
5 bin denememin arasından seçtiğim, ölümsüz olduğuna inandığım düşüncelerimi
sizlere sunuyorum…
...
Yaşam
isimli serüvenin direksiyonunda her zaman ölüm isimli kaptan oturur…
…
Ölüm
götürdüğü insanla(canlılarla) birlikte mezara girip gider; ne kendisi tekrar
gelir; ne de götürdüklerini geri getirebilir...
...
Bazı
kişilerin yaşadıkları öldüklerinde fark edilir; bazıları ise doğmadan önce ve
doğarken ve ömrünün sonuna kadar evreni aydınlatan işaret feneri olur...
...
Ölümün
ulusu, ülkesi, dili, dini, ırkı, rengi, cinsi, yoktur; o canlılarla birlikte
sonsuzluktan gelip; sonsuzluğa birlikte gider...
...
Yetenek
ölmek değil; yaşarken içindeki cevherleri ortaya çıkarmak ve tüm insanlığa
sunabilmektir...
...
Hayat
sonucu yüzde yüz ölümle biten çok az mutluluk kırıntıları serpiştirilmiş acıklı
bir serüvendir...
...
Ölüm
bazen başka gezegenlerdeymişçesine uzak görünse de;
Bazen
de şah damarımızdan yakındır;
Aslında yaşam dediğimiz şey nefesle ölüm arasındaki savaştır...
Yaşam neredeyse, ölüm de her zaman oradadır...
...
Çok değerli
kardeşim, dostum, Ahmet Dokuzoğlu’na canı gönülden baş sağlığı diliyorum,
Allah başka
acı göstermesin...
Sevdikleriyle
sağlıklı huzurlu, mutlu, uzun bir ömür diliyorum...
Çok değerli
eşi hanımefendiye Allahtan rahmet diliyorum, mekânı cennet ruhu şad olsun...
Sözün bittiği
ve anlamını yitirdiği yerdir...
Topraklar incitmesin değerli ablayı huzur içinde uyusun...
ABDULKADİR
KAÇAR(Ölüm isimli kitabımdan)
TÜM ÖMRÜN 7-8
SANİYE
MUTLU OLMAYA
ÇALIŞ...
-O benim
hayatım,
-O benim
nefesim,
-O benim
canım,
-O benim
kahramanım...
...
-Düşsem o
kaldırır,
-Aç kalsam
doyurur,
-Hasta olsam
bakar,
-Yaşlılığımda
yardam eder,
-Hayattaki
tek güvencem,
-Sırtımı
dayadığım dağım,
-Benim her
şeyim
-O benim
ölümsüz kahramanım...
...
Bu sözlerin
hepsini,
Bu gezegende
doğup,
Bu gezegende
yaşayıp,
Bu gezegende
ölen her insan,
Milyonlarca
milyarlarca,
Kez tekrar
tekrar söylemiş...
...
Çok az sayıda
olan şanslı kişilerden,
Bazıları bu
isteklerini,
Karşılandığını
görmüş,
Yine çok azı
bu isteklere,
Yanıt vermiş,
Ama çoğunluğu
yüzyıllardır,
Bu sözleri
duymazlıktan gelmiş...
...
Çağrıları
karşılık bulan,
Yardım
alanlar sevinmiş,
Mutlu
yaşamış, mutlu ölmüş,
Alamayanlar
sitem ederek,
Kahırlanarak,
hakkımı helal
Etmiyorum
diyerek en sevdiklerine,
Beddua ederek
sahneden inip gitmiş...
...
Önceki gün
mezarlığa gittik,
Yukarıda
sayıp söyleyenlerin,
Çoğu sonsuz
uykusundaydı...
...
Yaşaya devam
eden,
Akıllı
olanları hala yukarıdaki
Sözlerinin
karşılık bulmasını,
Düşünerek
mezarların
Arasında
gezdi, mezar taşlarını
Okudu,
kendilerinin de bir gün
Bu şekilde
olacaklarının,
Hayallerini
kurmaya çalıştı,
Çoğu da bu
şekilde olmak
İstemediğini
ama çarelerinin
Olmadığını
somut olarak anladı...
...
Yukarıdaki bu
beklentilerin
Çoğu tamamen
doğru, yerinde;
Sorun
karşılık bulup bulmayacağıdır...
...
Her mezar
ziyaretinin verdiği,
En doğru
mesaj ve dersler şunlardır;
-Kimseden
yardım bekleme,
-Kendi
ayaklarının üstünde dur,
-Dostun
sadece kendinsin,
-Yarınlarını
bu gün çok çalışarak,
Güvence
altına al,
-Düşme,
hastalanma, sakatlanma,
-Kimseden
yardım bekleme,
-Kimseden
hiçbir şey isteme,
-Yüzde yüz
bitecek olan ömrünün,
-Her
saniyesini onurlu yaşa,
-Düşenlere
imkânın ölçüsünde yardım et,
-Olanakların
ölçüsünde açları doyur,
-Hastalara
çare ol,
-Yolda
kalmışları kurtar,
-Her daim
adaletli ol,
-Vicdanını
sakın elinden bırakma,
-Onurlu,
dürüst, yardımsever yaşa...
...
Aslında
hayat, tadını dolu dolu,
Çıkarmayı
bilen sevenler için
Çok kısa,
sevmeyenler için
Çok uzun ve
dayanılmazdır...
...
Olayın başka
bir boyutu şöyle;
Dünya
takvimine göre,
70 yıl
yaşayan insan;
Galaksi
takvimine göre
Ömür süresi
7-8 saniye
Yaşamış
oluyor...
...
Bunun hesabı
şöyle,
Dünya
gezegeninin güneşin etrafında,
70 kez
dönmesiyle, insan yetmiş
Yaşına
ulaşmış oluyor...
...
Samanyolu
Galaksisindeki
Güneş
sisteminin bir turu tam 255
Milyon yıl
sürüyor...
...
Yani 255
milyon yıl içindeki
70 dünya yılı
7-8 saniye ediyor...
Dünyada 70
yaşına gelen kişi,
Galaksi
yılına göre 7-8 saniye
Yaşamış
oluyor...
...
Bu kadar kısa
süre yaşamak
Gerçekten
mutlu olanlar için
Çok kısa,
mutsuzlar için uzundur...
...
Ne yapmak
gerekir?
Her mezarlık
ziyaretinin verdiği,
Yukarıdaki
dersleri çok iyi
Öğrenip
uygulamak,
İnsanlar
arasında sevgi,
Mutluluğu,
güzellikleri,
Yaymak
gerekir...
...
Ölmemek elde
olmadığına göre,
Tek çare iyi
olmak, bu kısacık
Ömrümüzde
hayatın nihai hedefi
Olan
mutluluğa ulaşıp onu yaşamaktır...
...
Bu 7-8
saniyelik sürede
Mutlu
olanlara ne mutlu;
Ama bu
bilinçte olmadan,
Hayatını
cinayet işleyerek,
Yasaları yok
sayıp barbarlık
Ederek,
ömrünü cezaevinde,
Ya da genç
yaşta yok ederek,
Bitirenlere
de ne diyelim?
Geçmiş olsun,
aklınızı başınıza,
Toplayın,
sadece bir kez geldik,
Sonsuza kadar
gideceğiz...
...
Çünkü hayatın
tekrarı, ertelemesi,
Tasarruf
edilmesi, bankaya yatırılması,
Vs yok, bir
tek hayat var,
Sadece bir
kez bu hediyenin sahibiyiz,
Çok iyi
kullanmamız gerekir...
ABDULKADİR
KAÇAR... Adana 2023
“ÖMÜR DEDİĞİN
307”
Mutluluk
nedir?
Bu soruya 8
milyar
İnsan farklı
yanıt verir...
...
18 yıldan
beri,
TRT Haber
Kanalında,
Yayınlanan
efsane program
“ÖMÜR
DEDİĞİN”E
Mayıs ayı
içinde,
Konuk
olmuştum...
...
Evimde,
merkez parkta,
Taş köprüde 7
saati aşkın
Kayıtlarla
hayatımın,
Belgeseli
yapılmıştı...
...
7 Mayıs 2023
tarihinde de
Cumartesi
saat 21: 00 de
Programım
yayınlandı...
...
Hayatını
adadığı mesleğini,
Sevgiyle,
sevdayla ve aşkla,
Yapan Zeliha
İlhan Doymuş,
Hanımefendinin
mutluluk,
Yönelttiği
sorusuna yanıtım
Şöyle
olmuştu;
...
1-İnsanın
mutlu olması için
Yaptığı işine
hayatını adamalı...
2-Geride
kalan hayatına baktığında,
Pişmanlık
duymamalı...
3-Bilinçaltı
olan düşünce evrenini,
Kusursuz
şekilde yönetebilmeli;
4-Daha da
önemlisi beden
Ve ruhuyla
barışık olmalı...
...
“ÖMÜR
DEDİĞİN” programımda,
Dün
söylediklerime bu gün
Daha da çok
inanıyor,
Daha çok
değer veriyor,
Tamamen
evrensel olan,
Bu
düşüncelerim her insan
İçin geçerli
olduğuna da inanıyorum...
...
Çünkü ben
hayatım boyunca
Gazetecilikten
başka,
Hiçbir meslek
düşünmedim,
Başka hiçbir
meslek yapmadım
Mezara kadar
varlığımı adadığım
Medya
görevimi, severek,
Sevdayla
aşkla,
Her anını
sevinç ve coşkuyla
Yaptım
yapıyorum...
...
Günümüzde
akıllı insanlarca,
Mutlulukla
ilgili
Olarak
uygulanan,
En son akım
ise hayatımın,
Ayrılmaz bir
parçası oldu,
Mutluluğuma
yenilerini kattı...
...
Uygulama
şöyle yapılıyor;
-HER GÜN
KENDİNE
BİR SAAT
AYIR...
Canın ne
istiyorsa onu yap...
Ben zaten tüm
zamanımı
Tamamen
mesleğime adadım,
Tüm zamanımı
kendime,
Adadım ve
böyle yaşıyorum
Yukarıdaki bu
düşünce,
Karakterimi
tam anlatıyor...
...
Kendime
ayırdığım,
Bir saatlik
bu özel ve de güzel,
Zamanımda
şöyle yapıyorum,
Bazen
telefonumu evimde,
Bırakıp
arkama bakmadan
Dışarı
çıkıyorum...
...
Canım ne
istiyorsa,
Nereye gitmek
istiyorsam,
Ne yapmak
istiyorsam,
Ne yemek
istiyorsam,
Neye
ihtiyacım varsa,
Hemen ona
yöneliyorum...
...
Bazen şehir
içi otobüslerle
Uzun
seyahatler yapıyorum...
Çok uzun
yürüyüşler yapıyorum,
Bazen AVM’
lerdeki,
Ünlü
kitapçıları dolaşıp,
En son
yayınlanan eserleri
Satın
alıyorum...
...
Ya da uzun
bir süre bankta oturup,
Zaman isimli
nehirde,
Bir yandan
bir yana,
Hızla akıp
giden zamanla
Durmadan
hareket eden,
Her türlü
araçları izliyorum,
Gelip geçen
yürüyen,
Koşan
insanların beden dilini okuyorum,
Onların
yürüyüş şekilleri,
Attıkları
adımları,
Karşılaştıkları
diğer insanlarla
Olan
iletişimlerinden düşüncelerini,
Anlamaya
çalışıyorum...
...
Arada bir
kendimi ödüllendiriyor,
Dondurma
alıyorum,
Ya da
bisikletimle dolaşıyorum,
Her ne
yaparsam yapayım,
Kendimle baş
başa kalmamın,
Tadını
doyasıya çıkartıyorum...
...
Kendime
ayırdığı en özgür zaman
Dilimim bazen
yarım günü buluyor,
Bazen 30
dakikadan az olabiliyor,
Kendimle baş
başa kalmak,
Kendimden
dışarı çıkmak,
Beni
inanılmaz rahatlatıyor,
İnanılmaz
şekilde mutlu ediyor...
...
Bu zaman
dilimlerinde,
Arada ıslık
çalıyorum,
Bazen çok
eski güzel şarkı,
Türkü, pop
müzik ne gelirse
Aklıma onları
mırıldanıyorum...
...
Yani en mutlu
olup,
Yazdıklarıma
daha evrensel,
Daha özgün
boyutlar,
Seçkinlik ve
üstünlük kazandırmak
İçin kendimi
aralıksız
Aralıksız
gözlüyorum,
Ödüllendiriyorum,
Eğlendiriyorum,
Ama
disiplinli şekilde,
Okuma,
düşünme, yorumlama,
Yazma ve
üretime
Devam
ediyorum...
...
Hayatımı
adadığım medya,
Mensupluğumun
gereği olan,
Bu
çalışmalarıma beden
Ve ruh
sağlığım yerindeyken,
Birbirinden
farklı çok sayıda,
Ürünler
ortaya çıkartmaya,
Aralıksız
devam ediyorum...
...
Bu arada
küçük bir not şöyle;
Google
amcaya,
ÖMÜR DEDİĞİN
307 yazarsanız,
TRT HABER
KANALINDA YAYINLANAN
Belgeselime
de göz atabilirsiniz...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
ÖMÜR PERDEN
KAPANMADAN...
Kimseye
küsme,
Kimseyi
küstürme,
İletişime
daima açık ol,
İnsanları
dikkatle dinle,
Diyalog kur,
Saygılı
davran,
Düşünmeden
konuşma,
Daima olumlu
düşün,
Güzel şeyler
söyle...
...
Ama hayatın
boyunca
Daima
öncelemen gereken,
En değerli
varlığın sensin,
Kendine çok
kıymet ver,
Kendini
sınırsız sev,
Kendine çok
iyi davran,
Kendini daima
ödüllendir,
Kendine çok
değer ver...
...
Yaşadığın her
anın tadını çıkar,
Kaybedilen
her şey yerine konabilir,
Ya da başkası
yerini tutabilir,
Bu sahnede
yeri doldurulamayacak,
Tek değer
sensin,
O da
hayatın...
...
Hayat isimli
bu serüvende,
Ne
düşünürsen,
Onu yaşarsın,
Olumlu bak,
Güzel düşün,
Mutlu yaşa...
...
Hayatın
boyunca,
Her alandaki,
Seçme hakkını
doğru kullan,
Sen mutlu ol,
Ama herkesi
mutlu edemeyeceğini unutma...
...
Sahip
olduklarına sevin,
Olmadıklarını
aklının ucundan geçirme,
Olanaklarınla
yetinip,
Her zaman
gurur duy...
...
Sahip
olduklarının
Değerini çok
iyi bil,
Seni
sevmeyenleri de kırma,
Herkesin öyle
hakkı var,
İyi ol, iyi
davran,
Doğru dürüst
güven veren ol...
...
Ömrün
boyunca,
Daima neşeli
ol,
Olumlu düşün,
Güzel
cümleler kur,
Asla alıngan
olma,
Hangi işi
yaparsan yap,
İşin büyük
ustası ol...
...
Kaç yaşında
olursan ol,
Ömrünün
perdesi kapanmadan,
Her şey
bitmeden,
Tek varlığın
olan,
Kendini sev
ödüllendir,
Kendini
herkesten,
Her değerden
öncele...
...
Tekrarı
yedeği olmayan,
Devredilmeyen,
Uzatılamayan,
Satılamayan,
Satın
alınamayan,
Ertelenemeyen,
Tasarruf
yapılamayan,
Sadece bir
kez sahip olduğun,
Mucize
hayatının,
Her
saniyesini tadını çıkar...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
ÖRNEK ŞOFÖR
Kullandığı
belediye otobüsüne,
Adımımı atıp
kartımı basarken,
-Kolay gelsin
kaptan dedim
Hemen cevap
verdi,
Pozitif bir
bakış,
Kibar bir ses
tonuyla;
-Hoş
Geldiniz,
-Buyurun
arkada yer var...
...
Onun bu kibar
ifadesine,
Şaşırdım
inanamadım,
Arka koltuğa
oturup,
Gözlemeye
başladım,
Acaba sadece
bana mı?
Böyle
karşılık verdi?
...
Yolcular
kapıdan
Otobüse
girerken her birine,
İstisnasız
olarak hemen,
-Sizde hoş
geldiniz hanımefendi,
-Hoş geldiniz
beyefendi,
-Çok
terlemişsiniz,
-Buyurun
serinleyin,
-Bu günler
çok sıcak...
...
Başka bir
yolcu,
-Kolay gelsin
dediğinde,
-Beyefendi
günaydın,
-Hoş geldiniz
-Şapka
giydiğiniz için kutluyorum,
-Günaydın,
-Size de
günaydın efendim,
...
Bir yolcu,
-Günaydın
efendim,
-Kolay gelsin
dediğinde,
-Hoş
geldiniz,
-İyi
yolculuklar,
-Arkada
yerimiz var dedi,
...
Başka bir
yolcu geldiğinde,
Şoför gayet
pozitif ses tonuyla,
-Açık renkli
kıyafetler giymek gerekir,
-Nasılsınız
dünden beri?
-Hoş
geldiniz,
-Boş yerimiz
çok buyurun,
-Çocuk
düşmesin elinden tutun...
...
Yolcularla
kaptan şoför arasında,
Bu konuşmalar
duraklar,
Boyunca
aralıksız devam etti;
Peki, bu
diyaloglar,
Nerede
yapılıyor?
Tahmin edin,
Özel halk
otobüsünde mi?
Hayır...
Dolmuşlarda
mı?
Bilemediniz...
...
Bu konuşmalar
Adana
Büyükşehir belediyesinin
142 numaralı
otobüsünde,
Bayan şoförle
yolcular arasında
Yapılıyor...
...
Farklı
zamanlarda,
İki defa aynı
otobüsle,
İki defa aynı
bayan şoförle,
Seyahat
ettim...
Her ikisinde
de çok dikkat ettim...
...
Ben belediye
otobüsüne,
Bindiğimde
tüm kaptanlara,
-Günaydın,
-İyi günler
kaptan ağabey,
-Kolay gelsin
kaptan abla
Ya da,
-Kolay gelsin
kaptan ağabey diye,
Selamlayıp
arkaya doğru ilerlemiyorum..
...
Belediye
otobüsündeki
Erkek
kaptanların
On tanesinden
sadece biri belki,
-Teşekkürler
der o kadar,
İnanılmaz ama
dokuz tanesinin,
Yüzü asık,
Canı sıkkın,
-Neden ben bu
otobüsteyim?
-Neden bu
saatte yolcu taşıyorum?
Gibi beden
diliyle rahatsızlığını
Anlatır...
...
Eğer emekli
olmadıysa,
Başka bir
erkek kaptanda,
Kendine selam
veren yolculara,
MİNİK ŞEKER
ikram eder,
O da örnek
bir kişiydi...
...
Ama son bir
hafta içinde
Bayan
şoförün;
Saygılı,
nazik, hoş sözlerle,
Özel
yolcuları taşıyan lüks
Otobüs
şoförlerinden,
Daha nazik ve
kibar olmasına
İlk defa
tanık oldum,
İnanılmaz
mutlu oldum...
...
Yolcuların
bir bölümü,
Böyle kibar
nazik şoförle
Karşılaşmadığı
için,
142 numaralı
otobüsün
Bayın
kaptanının güzel
Sözleri
karşısında nasıl yanıt
Verebileceklerini
bilemediler,
Yolcuların
şaşkınlığına tanık oldum...
...
4-5-6 durak
ilerledikten sonra,
Yanımdaki
yolculardan birine
-Kaptan abla
çok kibar,
Yolculara çok
nazik davranıyor...
Bir iki hafta
falan daha geçsin
O zaman
görmek isterim
Bu
davranışından eser kalacak mı?
...
Yanımdaki
yolcu öyle kendin
Den emin
şekilde şöyle dedi;
-Yok, ağabey,
on günden beri
Bu otobüsle
seyahat ediyorum
Tutumunu,
tavrını, kibarlığını
Asla
değiştirmedi...
Bir yıl sonra
da değiştireceğine
İnanmıyorum...
-Keşke öyle
olsa,
Her bayan,
her bey kaptanlar da,
Bu şekilde
davransa,
Çok muhteşem
olur dedim...
...
Sonuç olarak;
Adana
büyükşehir belediyesinin
142 numaralı
otobüsünün,
Bayan
şoförünü bu
Mesleği yapan
tüm
Kaptanlara
örnek
Olması
gerektiğine inandım...
Dilerim diğer
kaptanlara da
Onun bu
nezaketi, kibarlığı,
Yolcuları hoş
karşılaması
Güzel sözler
söylemesi örnek olur...
...
Bu arada
bayan şoförlere
Belediye
otobüsünde ilk
Defa
çalışmalarına olanak
Sağlayan
efsane başkan
Aytaç
Durak’ın da
Kulaklarını
çınlattım..
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
ÖZGÜR RUHLU
YAŞA...
Hayat
serüvenine,
Her zaman
hiçbir zaman
Negatif
değil,
Daima pozitif
tarafından,
Bakmayı
başar...
Seni yanlış
yönlendiren
Hata yapmana
neden olan,
Egonu çok
erken yaşta çöz;
Ona
hükmetmeyi başar,
Çünkü ego
ince bir çizgidir;
Kontrolünden
çıktığında,
İnanılmaz
büyük zarar verir,
Kendini bir
şey zannedersin;
Olanaklarını
aşar,
Yetki ve
gücünün ötesinde
Bazı kusurlu
davranışlar yarsın;
O nedenle her
adımını
Kontrollü ve
gerçeklerine
Uygun şekilde
atmaya devam et
Yaptığın her
işte,
Yüzde yüz
başarılı olma,
Gibi bir
zorunluluğun yok,
Ayrıca hata
yapabilirsin,
Başarısızlıktan
korkmadığın zaman,
Daha özgür
ruhlu olabilirsin...
Ne kadar kısa
zamanda,
Bilinçlenir
aklını kullanıp,
Egona
hükmedebilirsen,
O kadar doğru
davranıp,
Daha kısa
zamanda,
Olgunlaşırsın...
Peki,
olgunlaşmak nedir?
Hayat isimli
bu serüveninde,
Yüzde yüz
bitecek olan,
Zamanını, en
verimli,
En fazla
yararlanabileceğin
Biçimde
davranıp,
Doğru
kullanmak demektir...
Çünkü ışık
hızında akıp giden,
Zamanın tek
bir saniyesini,
Nefesinin
birinin de geri dönüşü yok;
O nedenle
hayatının her anını
Daima
kontrollü yaşa...
Her alanda
mükemmelliğe,
Özen göster
ve büyük önem ver;
Her şeyin en
iyi olması,
İçin daima
çaba harca,
Ama herkesin
de aynı,
Çabayı
gösterdiğini sanma...
Çünkü herkes
olaylara,
Senin gibi
baktığın gibi
Bakıp aynı
şekilde düşünmez,
Kimsenin
bakışını ve
Düşüncesinin,
Tek bir
harfini bile,
Değiştiremeyeceğini
unutma...
Seni sevmeyen
birinin,
Sevmesini
sağlayamazsın,
Bunlarla
uğraşmayı,
Bıraktığın
zaman,
Hayatın daha
da huzurlu,
Çok daha
başarılı olacaksın,
Her şey daha
da güzelleşecektir...
Kimseye
herhangi bir konuda,
Kendini
kanıtlamak,
Gibi bir
derdin olmasın,
Kendi değer
yargıların,
Çerçevesinde
keyifli yaşa,
Üzerine
düşenlerin,
En iyisini
yapmaya çalış...
Dürüst olmak
daima kazandırır,
Herkesi
olduğu gibi kabul et,
Kimseden bir
şey bekleme,
Bu durum
stresini azaltır,
Seni daima
rahatlatır...
Sana değer
veren,
İyiye
yönlendiren
Olumlu
düşünen,
Akıllı
insanlarla zaman geçir...
İnsanlarca
sevilip,
Saygı
duyulman,
Paha
biçilemez,
En büyük
değerdir...
İnsanların
senin,
Olumlu her
hareketini,
İzlemesi çok
güzel,
Örnek alması,
Onlara rol
model olmaya,
Çalışman pek
kolay değil...
Doğruluğuna
inandığın,
Öğütlerini
önce kendi, uygula,
Zamanını boşa
harcayan,
Sana bir şey
katmayan,
Her şeyden ve
her
İnsandan
hızla uzaklaş...
Çünkü hayatın
başı belli,
Ama nerede
nasıl biteceği,
Sonu asla
belli değil;
O nedenle
içinde,
Yaşadığın AN’
a odaklan,
Tüm bunları
yaparken;
Nasıl daha
iyi, erdemli, çalışkan,
Üstün
başarılı bir insan olurum,
Sorusuna
cevap ara...
...
İşte cevap
bulman gereken,
En önemli ve
tek soru;
Yukarıdakilerin
hepsine,
”EVET”
Diyebilirsen,
Sen doğru
yoldasın,
Özgür
yaşıyorsun demektir...
...
Kafanda
yanıtını bulamadığın
Sorular için,
çağın sunduğu,
Bilgileri,
kadim olanlarla
Harmanlayıp,
düşünceni
Yeniden
güncelle ki;
Hayatını
yeniden programla,
Formatlayıp
kendinden,
Yeni senler
çıkartarak,
Yaşam
serüvenine devam et...
ABDULKADİR
KAÇAR... Adana 2023
PARA VE İNSAN...
Para,
Ne yenir,
Ne içilir,
Ne belası
çekilir,
Ne ondan
vazgeçilir...
...
Para,
Üstünde
saymaca
Değerler
olan,
Metal ve
kâğıttır...
...
Para,
Ne yenir,
Ne içilir,
Ama ölümden
başka,
Her şeye
çaredir,
Beşikten
mezara kadar,
Her insanın
acil ihtiyacıdır...
...
Yeme içme,
Giyim kuşam,
Barınma,
Sağlık,
Konforlu
olsun olmasın,
Her yaşamın
vazgeçilmezidir...
...
Geçenlerde
bir
Çalışanı
sordum;
-O kişi daha
çok
-Para
kazanabileceği
-Başka yere
gitti, dedi...
...
Birkaç saniye
düşündüm
O insan özgür
iradesini,
Yine özgürce
kullanmış,
Kendi
yaşamının,
Konforu için
seçenekleri
Değerlendirmiş
dedim...
...
Düşündüm,
gerçek olan şu ki;
Üstünde
saymaca değer,
Olan kâğıt ve
maden olan,
Dünyadaki tüm
paralar,
Bir araya
gelse,
Bana göre bir
insanın,
Tek bir
nefesini,
Bile satın
almaz alamaz,
Buna kimsenin
gücü yetmez...
...
Çalıştığı
hangi kurum olursa olsun,
Ne kadar
ücret ödenirse ödensin,
İnsan
emeğinin karşılığı,
Asla olmaz
olamaz...
...
Çünkü insan,
ZÜBDE-İ
KÂİNAT,
Yani kâinatın
çekirdeğidir...
Tüm evrende,
Her insandan
sadece,
Bir tane
vardır tekdir,
Her insan
biriciktir,
En üstün
canlıdır,
Her insan
mucizedir
Her insan
yücedir,
Her insan
kutsaldır...
...
Peki, neden
daha
İyi
koşullarda,
Daha iyi
para,
Kazanabileceği
Yeri seçer?
Çünkü
yaşamının
Konforunu
daha çok
Arttırmak
durumundadır,
Zorunlu
ihtiyaçlarını
Karşılaması
kazanacağı,
Parayla doğru
orantılıdır...
...
Çünkü bu
doğal,
Son derece
normal,
Kesinlikle
saygı duyulması
Gereken en
erdemli,
İnsanın
bilerek,
İsteyerek,
Öz gür
iradesiyle,
Seçtiği
davranışıdır...
...
Çünkü zorunlu
olarak,
İçinde
yaşadığı çağ,
Meslek
koşulları,
İnsanı
sürekli yeni,
Arayışlara
yönlendiriyor,
İhtiyaçları
her geçen gün,
Çeşitleniyor
ve artıyor,
İnsan bu
konuda,
Çeşitli
seçenekleri,
Arayıp bulmak
zorunludur...
...
Oysa
unutulmaması gereken,
Şudur;
Her insanın
emeğinin
Karşılığı
parayla
Ölçülemeyecek
kadar,
Çok yüce, çok
kutsal,
Çok eşsiz
olmasıdır...
...
Hangi mesleği
yaparsa yapsın,
Hangi çağda
yaşarsa yaşasın,
Hangi arayış
içinde olursa olsun,
Her insan
kutsaldır,
Emeği en yüce
değerdir...
...
Çalışanların
Günümüz
koşullarına göre
Ederinin tam
karşılanmasa
Bile emeğinin
karşılığını,
Veren her
patron,
Çok iyi, çok
saygıdeğerdir,
Çalışanlarının
hakkını
Veren patron
erdemlidir,
Çağını ve
insanın emeğini,
Anlayan arif
kişidir...
...
Çalışanın
hakkını vermeyen mi?
Onu sömürüp,
Hakkını gasp
ederek,
Zengin olan
mı?
Çalışanını
zor durumlara düşürüp,
Aç bırakan
patronlar mı?
Defalarca
tanık oldum ki,
Bu türlü
bencil davranan,
Hiçbir
patronun akıbeti hoş
Olmadı olmaz
olmayacaktır nokta...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
POLİSİMİZ 178
YAŞINDA...
Polis
teşkilatımızın kuruluşun 178.yılı nedeniyle; bu teşkilatta görev yapanları
kutluyorum.
Çağdaşlık
modernlik, birlik, bütünlüğümüzün garantisi olan;
Mesleği
uğruna gerektiğinde ölümü göze alabilen polislerimize nice yıllar diliyorum...
...
Evinize
hırsız girse ne yaparsınız?
-Doğru polise
gidersiniz değil mi?
Birisi sizi
gasp etse ne yaparsınız?
-Poliiiiissss,
diye yardım istersiniz...
-Birisi
yakınlarınızı kaçırsa ne yaparsınız?
-Birisi
çocuğunuzu zarar verse ne yaparsınız?
-Bir
yakınınızı birileri dövse, hastanelik etse, ya da öldürse yapacağınız ilk iş
nedir?
Bir terörist
mahallenizde, sokağınızda, evinizin bahçesinde gezse ne yaparsınız?
-Poliiis,
dersiniz..
-Poliis
demeniz gerekir…
...
Duyarlı
yurttaş,
Sorumlu
yurttaş, olmanın birinci koşulu budur…
Yani, polise
yardımcı olmak; polisin işini kolaylaştırmaktır...
Eğer polise
siz yardımcı olursanız polis de sizi kötülerden ve kötülüklerden korur,
kurtarır, huzurunuzu, güveninizi sağlar…
…
-Çin ve
İsrail de emekliler güvenlik konularında polise çok yardımcı oluyorlar…
Emekliler
oturdukları pencereden ya da sokakta dolaşırken gördükleri olayları hemen
polise bildiriyorlar…
Bu yöntem
Türkiye de uygulanmalı…
Polis
emeklisi ya da diğer bazı emekliler bu sistem içerisinde güvenlik çalışmasının
içine sokulmalı…
Bu hem hızlı
müdahaleyi, hem de olayların azalmasını sağlar…
…
…
Polis
yurtsever ve suçsuz insanlara devletin şefkatli yüreğidir,
Polis
suçlunun karşısında devletin çelikten yumruğudur,
Polis masum
yurttaşa gül sunar…
Ancak
suçlulara kelepçe takar…
...
Polisin
olmadığı yerde ne devlet vardır,
Polisin
olmadığı yerde ne millet vardır,
Polisin
olmadığı yerde ne otorite vardır…
…
Geçenlerde
olayı yaşayan arkadaşım anlattı;
-Bizim
mahalleye dört kişilik hırsızlık ekibi girmiş…
Evleri
soyarlarken; komşularımız polise telefon etmiş..
Uykumdaydım,
koşuşturmaca, siren seslerine uyandım…
Sabaha karşı
03.00 olmasına karşın
Ve polis
bizim mahalleye yani olay yerine inanılmaz biçimde2-3 dakikada geldi…
Ve
hırsızları girdikleri evlerden teker teker
çıkartıp yakaladılar..
Birisi de
evlerin odasına saklanmış, o da sabahleyin yakalandı...
...
Düşünebiliyor
musunuz; herkes uyurken polisimiz 24 saat görev başında...
Sabaha karşı
saat 03 00 fedakâr ve kahraman polisimiz 2 dakika geçmeden olay yerine
gelebiliyor…
Ve halkın
huzurunu sağlamak için inanılmaz çabayla gecenin o saatinde bile hırsızları
yakalayıp adalete teslim edebiliyor...
…
Polisten
korkmaya gerek yok:
Polis bizim
dostumuz, ağabeyimiz, kardeşimiz arkadaşımızdır…
Arkadaşıma
şöyle dedim;
-Suçlu olan
polisten korkar…
Hainler,
mafya, sahtekârlar hırsızlar,
Yankesiciler,
gaspçılar, katiller,
Teröristler
polisten korkar…
Ya da
memleketi bölüp, parçalamak isteyenler ekmeğini yiyip suyunu içtiği ülkesine
hainlik edenler polisten korkar…
Çünkü
suçluların hainlerin karşısında polis devletin dev bir çelik yumruğudur…
Namuslu,
onurlu, kendisiyle, devletiyle, çağıyla barışık olan suç işlemeyen, ülkesini
seven, vatanına ihanet etmeyen insanlara dosttur, yaşam güvencesidir,
namusunun, şerefinin, malının mülkünün bekçisidir polis…
Mesleği
uğruna, halkın can, mal güvenliği, huzuru, vatanın bölünmez bütünlüğü için
canını her an vermeye hazır mesleklerden birisi de polislik mesleğidir...
Yücedir,
onurdur, saygıdeğer bir meslektir…
…
Polise
yardımcı olmak; kendimize devletimize yardımcı olmaktır...
Polise
yardımcı olmak varlığımızın garantisidir…
Polisi
sevmek; kendimizi sevmektir…
Polise
güvenmek; yarınlarımıza güvenle bakmak anlamına gelir…
Polisimizi
sevmeliyiz,
Huzurumuzun
güvenimizin bekçisi olan polisimize her konuda yardımcı olmalıyız…
Bunların da
ötesinde; toplu olarak bulunulan her yerden; caddemizden, sokağımızdan,
çarşımızdan, pazarımızdan kendimizi bir polis gibi sorumlu hissetmeliyiz..
Mahallemizde,
çevremizde olup bitenleri bir polis gözüyle, dikkatli olarak izlemeliyiz…
Şüphelendiğimiz
kişiler, olaylar varsa da polisimize bildirmeliyiz…
Koşullar ne
olursa olsun; polisin işlerini kolaylaştırmalıyız…
Koşullar ne
olursa olsun; polisimize yardımcı olmalıyız…
…
İyi günde;
kötü günde; ölümü göze alarak, gerektiğinde ölerek, şehit olarak görevini yapan
kahraman polisimizle bu gün ne kadar çok övünsek azdır..
Kahraman
polislerimizin 178.yaşını yürekten kutluyorum...
Daha
yüzlerce, binlerce yıl;
Halkın
güveni, huzuru, mutluluğu için;
Atatürk ün
kurduğu Cumhuriyetimizin sonsuza kadar yaşaması için;
Polisimiz
üzerine düşen her türlü görevi canla başla yapacaktır...
Üstün –
onurlu başarılar diliyorum kahraman polislerimize…
ABDULKADİR
KAÇAR...
RAMAZAN
BAYRAMIMIZ
KUTLU
OLSUN...
Bayramlar;
Ulusça
kutlanan önemli günlerdir anlamındadır...
Ne mutlu
bize; ulusça bir bayramı daha kutlama ve yaşama sevincine ulaştık...
...
Bayramlar her
zaman;
Sevinç,
coşku, mutluluk ve kıvançtır...
Sarılmadır-öpmedir,
Büyükleri ve
hastaları ziyaret;
Küçükleri
sevindirme günüdür.
Duyguların
yıkanması,
Duyguların
arındırılması,
Yeniden doğuş
anlamına gelmektedir...
...
Bayram
sevinci en güzel hediye verilen bir çocuğun yüzünde görülebilir...
Ya da bir
çiçeğin açmasında,
Yeni bir
canlının dünyaya gelmesinde,
Ya da
ulaşılması olanaksız bir başarıya ulaşanların yüzündeki sevinçtir bayramın
somut görüntüsü...
...
Eğer
sevdiklerimiz yanımızdaysa,
Sağlıklı
huzurluysak,
Bir de gönül
zenginliğine de sahipsek,
Yarınlardan
beklentilerimiz varsa,
Umutlarımız
her şeye rağmen yitirmeden canlı tutuyorsak,
Bayram
sevincini dolu dolu yaşayabiliriz...
...
Ya da,
Hangi makamda
olursak olalım, yetkimizi halktan ve haktan yana kullanmışsak,
Ölçüde-tartı
da hile yapmamışsak,
Hangi
meslekte olursa olsun işimizi bir gün öncesine göre daha güzel yapmışsak
Sahtekârlık,
Hilekârlık,
Üçkâğıtçılık
yapmamışsak,
Yetimin
hakkını yememişsek,
Devletimize
ihanet etmemişsek,
Bayram
sevincini dolu dolu yaşayabiliriz...
...
Ya da,
Yalan
söylememişsek,
Dedikodu
yapmamışsak,
Kimsenin
aşına ve işine engel olmamışsak,
Kimsenin
ayağını kaydırmamışsak
Bayram
sevinci yaşayabiliriz...
...
Tüm bunların
da ötesinde; dinin emirlerini tam olarak uyguladıysak,
O zaman bu
bayram daha bir anlamlı-önemli-değerlidir...
Bayram
sevincini hak ettik demektir...
Bayram
sevincini yaşayabiliriz...
...
Bir güzel
şarkı sözü şöyle der;
-Nasıl olsa
her şeyin/ zamanla sonu yok mu?
Ömür denilen
şey/ küsecek kadar çok mu?
İnanın bana;
Mutlu
olmasını bilenler, mutluluğun sırrına erebilenler için ömür çok kısa;
En uzun
ömürlü insan istisnalar dışında 70 yıl kadar yaşıyor...
Eğer; küs
olduğunuz, kırgın- dargın olduğunuz insanlar varsa lütfen bu bayramı da bahane
ederek barışın, barışmanın yollarını arayın...
Küs olduğunuz
kişinin evine ayağına kadar siz gidin,
Küs olduğunuz
kişiden gerekirse ilk özür dileyen taraf siz olun,
Küs olduğunuz
kişiye elinizi ilk siz uzatın...
-Seninle
barışmak istiyorum...
-Özür
dilerim, ben yanlış anladım...
-Ben
yanlış yaptım deyin...
Boynuna
sarılın;
İnanın bana o
da size gösterdiğiniz sevginin ve ilgini karşılığın aynısını, hatta fazlasını
gösterecektir...
...
Şunun
şurasında hepimiz insanız;
Birbirimizi
kırmaya,
Birbirimizi
incitmeye ne gerek var ki ?
Düşünün;
geçen bayram aramızda olan,ama şimdi olmayan kaç kişi yaşamdan
ayrıldı...
...
Geçen bayram
aramızda olup; bu bayram yaşamayan insanlara göre ne kadar şanslı olduğunuzu
düşünün...
Belki de
gelecek bayramda bizler ölmüş, gitmiş olacağız...
Küs
olduğunuz kişiyle barışmayı düşünürken; bunları lütfen göz önüne alın...
...
Bir filozof;
-Gördüğüm her
insanı sanki son kez görüyormuşçasına sevgiyle, ilgiyle, özlemle bakıyorum...
-Yediğim
yemeği, sanki son kez yiyormuşçasına iştahla yiyorum...
...
Bütün bunlar
şu demektir;
Yaşam
sürprizlerle doludur...
Aldığımız
nefesi veremeyebiliriz-verdiğimiz nefesimizi de geri almayabiliriz, bu konuda
garantimiz yok...
Ya da bir
trafik canavarı yaşamımıza son verebilir...
Her an
yaşamdan ayrılabiliriz...
Her an bir
yakınımızı yitirebiliriz...
...
Bu kadar
pamuk ipliğine bağlı bir yaşamda;
Toplum olarak
sevineceğimiz bir gün olan bayramda sevinelim, coşalım...
Kırgınsak
barışalım,
Küskünsek
barışalım...
Küskünleri ve
kırgınları barıştırmanın en güzel erdem olduğunu unutmayalım...
Diğer
bayramlarda olduğu gibi bu bayramda da;
Yaşlıları
ziyaret edelim,
Hastaları
ziyaret edelim,
Olanaklarınız
ölçüsünde çocukları sevindirelim,
Düşküne,
yoksula, yolda kalmışa el uzatalım;
Olanaklarımız
ölçüsünde onlara katkıda bulunalım...
Aynı
durumlara düştüğünüzde;
Size
uzatılacak ellerin oluşmasını sağlayın...
...
Bunlardan da
önemlisi; tüm varlığımızı, yaşamımızı borçlu olduğumuz;
Devletimizi
sevin,
Cumhuriyetimizi
sevin,
Atatürk’ ü
sevin,
Demokrasimizi
sevin,
Devletimizi
yönetenlere oy vermemiş olsanız da sevin...
...
Adana’yı,
Türkiye yi 8,5 milyarlık dünya insanlık ailesini sevin...
Bunların da
ötesinde; kendinizi sevin, kendinizle barış içinde olun...
...
Büyük Türk
Milletine,
Adriyatik ten
Çin Seddi’ne kadar olan 500 milyonluk Türk dünyası;
Ve İslam
âlemine, bu güzel bayram kutlu olsun...
Bu bayramın
da
Tüm insanlık
ailesine huzur, barış, dostluk kardeşlik getirmesini diliyorum...
Bayramınız
kutlu olsun...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
...
RANDEVUYA UYMAK
UYGARLIK GÖSTERGESİDİR...
Hayvan saat
kullanır mı?
Hayır...
Konuşma
yeteneği var mı?
Hayır...
Hayvanın
randevu bilinci var mı?
Hayır...
...
Saat
kullanan,
Konuşan,
Randevu
verme,
Randevu alma,
Randevuya
uyma
Bilinci 200
milyon tür,
Olduğu kabul
edilen,
Canlılar
arasında
Sadece insana
özgüdür...
...
Aklını
kullanan,
Çağını iyi
anlayan,
Zaman bilinci
olan,
Uygarım
diyen,
Sorumluluğunun,
Bilincinde
olan kişi,
Randevu
saatinde
Uygun
davranmalıdır,
Daha da
önemlisi ise,
Belirlenen
yerde,
Belirlenen
saatten önce,
Orada mutlaka
olmalıdır...
...
Dünyaca büyük
başarılara,
İmza atan en
kariyerli,
Akıllı bir
insan diyor ki;
-BEN
BAŞARILARIMI
RANDEVULARIMA
BELİRLENEN
SAATTEN 10-15
DAKİKA
ÖNCE GİTMEME
BORÇLUYUM...
...
Hayvanların
randevu
Bilinci
deyince?
Şunu da
unutmamak gerekir,
Belgesellerde
izlediğim kadarıyla,
Yılın belli
mevsimlerinde
Milyonlarca
öküz başlı antiloplar,
Timsahlarla
dolu olan,
Nehirleri
aşarak belli
Yeri
otlaklarda,
Hem cinsleri
ve karşı cinsleriyle,
Buluşuyor...
...
Ya da
kutuplara yakın,
Yaşayan bazı
beyaz geyik
Türleri
mevsim ve otlak durumlarını,
Çok dikkatle
izliyor...
Onlarda bir
tür içgüdüleriyle,
Biyolojik
saatlerine göre
Hareket
ederek hayatta
Kalmayı bu
şekilde
Davranmalarına
borçlular...
...
Ama günümüzde
pek çok insan,
Üzülerek
belirtmeliyim ki,
Randevu
bilincine henüz ulaşmamış,
Bunlardan
bazıları da yontma taş,
Hadi
bilemedim,
Cilalı taş,
ya da bir adım sonrası
Mağara
devrinde yaşıyorlar
Çünkü o
yıllarda insanlarda,
Böyle bir
bilinç yoktu,
Belki de
dumanla haberleşiyordu,
...
Samimi olarak
belirtmeliyim ki;
İlkokul,
ortaokul, lise, üniversite,
Başta olmak
üzere,
50 yıla
yaklaşan medya,
Mesleğim olan
çalışma hayatımda,
Hiçbir zaman
randevularıma,
Geç kalmadım,
Derslerime
programlarıma,
Dakikalar
değil bazen bir iki
Saat önceden
gittiğim,
Sayısız
durumlarım oldu,
Hatta erken
gittiğim randevularım
Nedeniyle
eleştirildiğim bile oldu,
Ama
gülümseyerek yoluma
Devam
ettim...
...
1980’li
yılların 2. ci yarısında
AŞK(Adana
Şair Kalemler) diye bir
Topluluk
oluşturmaya,
Karar
verdik...
İki eğitimci
ve ben üç kişiydik...
İlk randevuya
iki eğitimciden birisi,
Tam bir saat
sonra geldi,
Üst üste özür
falan diledi...
...
Kalkıp orayı
hemen terk ettim;
-Randevusuna
uymayan kişi,
Kim olursa
olsun, onunla,
Asla bir yola
çıkmam,
Gideceğim bir
yönüm,
Olmaz olamaz
demiştim...
Topluluğumuz
randevu,
Bilinci
olmayan çağına uyamayan
Bir eğitimci
sayesinde,
Henüz
doğmadan ölmüştü...
...
Sonuç olarak;
İletişim
halinde olduğunuz kişi ya da
Kişilerin
randevusuna
Gösterdiği
özene çok dikkat edin...
Eğer
zamanında belirlenen yere gelmiyorsa,
O insanda
randevu bilinci oluşmamış,
Hatta
uygarlıkla tanışmamış
Sözüne
sadakat göstermeyen,
Zavallı ve
gariban insandır,
Onunla bir
yere varamazsınız,
Hiçbir
başarıya imza atamazsınız,
Hemen oradan
uzaklaşın...
...
Peki ya size
10 yılda,
Defalarca söz
vermesine karşın,
Randevusuna
bir türlü,
Gelmeyen
insana ne demeli?
-Oğlum ya da
kızım;
-Lütfen
mağara devrinden çık,
-Günümüze
hemen şimdi gel...
...
-Ya da gözüme
bir daha görünme,
Diye ondan
ışık hızıyla,
Acil şekilde
uzaklaşın,
Son olarak
karşınızdaki kişi,
Belki de
psikolojisi
Bir türlü
düzen tutmayan,
Çağını değil
kendini bile
Anlayamayan
bin yıl yaşasa da
Asla
anlayamayacak olandır...
...
O kişiyi de
hemen affedin,
Hani bir söz
vardır ya;
-KUYUNUN
DİBİNDEKİ
KURBAĞALAR
GÖKYÜZÜNÜ,
KUYUNUN AĞZI
KADAR
GÖRÜR
deyin...
...
Bu türlü
insana fazla kızmayın,
İlkel,
zavallı, kendi ruhunu,
Kendi
bedenini tanıyamamış,
Çağının
dışında kalmış,
Koyun gibi
güdülmesi gereken,
Garibandır,
zavallıdır,
Bağışlayın
ama onunla,
Asla bir adım
bile yol yürümeyin...
...
Ona bakıp, düzeleceğini
Düşünerek boşuna,
Yüreğinizi tüketmeden,
Yolunuza devam edin,
Her sorunu çözmeye çalışmayın,
Enerjinizi kendinize harcayın,
Anacığımın bir özdeyişi vardı;
-SUYU DÖV DÖV YİNE SUDUR...
...
Keşke dediklerinize,
Fazla takılmayın,
İyi ki dediklerinizi ise
Sık sık yapın,
Kimseyi memnun etmeye çalışmayın,
Kendinizden memnunsanız,
Mutlulukla yaşam yolunda,
Aklınızın aydınlığında ilerleyin nokta...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
SEN KÂİNATSIN...
Bu evrendeki,
En güzel,
En üstün olan
her şey,
Sende yani
insanda
Fazlasıyla
var...
...
Sen dünyadaki
Sanat
eserlerinin
En güzel, en
eşsiz, en yüce,
Asla paha
biçilemeyecek
En büyük
değersin...
...
Hem kusursuz,
hem gizemli,
En büyük sır
sensin,
Tüm sırlara
verilen,
En güzel
yanıtısın,
Sırları çözen
sihirli anahtarsın...
...
Karınca gibi
çalışkan,
Kuş gibi
sınırsızca özgür ol,
Alışkanlıklarının
hepsi
Doğru, güzel,
erdemli,
Daha da
önemlisi,
Daima akılcı
olsun...
...
Ömür boyunca
mutlu yaşamak,
İstersen
hayatında;
Daima akıllı
insanlar biriktir;
Para her
zaman kazanılır,
Ama akıllı
insanları bulmak,
Para
kazanmaktan daha zor,
Hatta bazen
de imkânsızdır...
...
Kaynağı
içinde olan,
Sevgini
hayatına dokunan
Herkesle
sınırsızca paylaş...
Yüreklere
sevgi tohumları ek;
Bazen haksız
da olabilirsin,
Ama asla
mutsuz olma...
...
Her zaman
geleceğin içinde,
Yani sonsuz
şimdi olan,
AN da
yaşamayı başar;
Ne
düşüneceksen,
Şimdi iyi
düşün,
Ne
yapacaksan,
Şimdi şu AN
da yap,
Yıllarca
hayalini kurduğun
Hayatında
hangi
Planları
uygulayacaksan,
Şimdi
uygula...
...
Şunu aklından
hiçbir zaman çıkarma;
En gerekli,
doğru,
En şaşmaz,
evrensel bilgi,
Kim olduğunu,
Yani haddini
bilmektir;
Yetkini, etki
alanını,
Ekonomik ve
soysal gücünün
Daima
farkında olmak;
Ona göre
hareket etmektir...
...
Sakın
duygusal olma;
Hayat isimli
bu sahnedeki
Her şeyi
objektif olarak gözle,
Söylenen her
sözü daima
Çok derin
dikkatle dinle,
Daima pratik
ve matematiksel düşün,
Her koşulda
akılcı hareket et,
En küçük
düşüncende bile,
Büyük ve
evren gibi,
Sonsuz
hoşgörülü ve bağışlayıcı ol...
...
Unutma ki;
Hayat isimli
bu sahnede
Tek rakibin
sadece kendinsin;
Her yarışta
kendini
Geçtiğinde
evrendeki tüm insanları,
Geride
bırakabileceğini
Onun sunduğu
mutlulukları,
Yaşayabileceğini
asla unutma...
...
Hayattaki her
insan
Zaman
yolcusudur
Nereye varmak
istersen,
Hayallerini
gerçekleştirmek
İçin şimdi
hemen yola çık;
Ama asla
aklından çıkarma ki;
Gittiğin en
yakın,
Ya da en uzak
yerde,
Daima kendini
bulacak;
Kendinle
karşılaşacaksın;
Her yolculuk
bir adımla başlar;
Unutma ki
başlamak başarmaktır...
...
Hayatın
götürebileceğin,
Son noktaya
kadar
Kahramanca
taşıyacağın,
En güzel,
paha biçilmez,
Vazgeçemediğin
değerli yükündür;
...
Parayla satın
alamayacağın,
Satamayacağın,
devredip,
Kiraya
veremeyeceğin,
En büyük
mutluluğudur;
...
Ve hayatın;
Vazgeçilmez
onurun,
Sadece bir
kez sahip olduğun,
En büyük
mucize,
Ve sihirli
armağanındır...
...
Kendini aklın
ve matematiğin
Kurallarına
göre kusursuz şekilde;
Sıfır hata ve
yüzde yüz başarıyla
Çok iyi ve
güzel yönet,
Bunu
başarabilmen;
İnan bana
dünyayı yönetmenden,
Daha büyük
başarıdır;
Zor ama
imkânsız da değildir...
...
Hayatta
karşılaşabileceğin
En büyük
başarının,
Şifreleri de;
Başarısızlığının
içindedir...
...
Çünkü
başarısızlık,
Başarının
gizemli şifrelerini,
Daima
birlikte verir;
Başarısızlığını
iyi incele
Matematiksel
olarak tanımla,
En doğru
şekilde okuyarak,
Akılcı çıkış
yolunu bulup,
Uygula ve
başarıya ulaş...
...
Hayat isimli;
Bu
serüvendeki,
En büyük
başarı
Bir nefes
öncesindeki
Senden daha
üstün
Daha
yetenekli,
Daha bilge ve
güçlü,
Yeni SENLERİ,
KENDİNİ
Bulup
çıkarmandır...
...
Kendini her
an dikkatle izle;
Her
özelliğini derinlemesine gör,
Hayalini
kurup umut ettiğin,
Hiçbir şeyi
uzaklarda arama,
Sadece
akıllıca kendi içine bak,
Orada
doğduğun günden beri,
Bekleyen
senle kendinle tanış,
Kendinle
içinde bütünleş...
Kendisiyle
tanışmadan
Ölen sıradan
insanlardan olma...
...
Şurasını asla
unutma ki;
Görüp
göremediğin,
Düşünüp
düşünemediğin,
Dokunup
dokunamadığın,
Her şeyde ama
her şey;
Daima sende
fazlasıyla var;
Özünle
söyleş, buluş, tanış
Kendine daima
hep hoş gelen ol...
...
Zaten aynayla
dostsan,
Sen sana da
dostsun demektir...
...
Sen hayatın
evrene verdiği
En doğru,
eşsiz en üstün canlı,
Mucize ve
ulaşılamayan,
En şahane
cevapsın,
Sen hayatsın
hayatın ta kendisisin...
...
Sen evrenin
oluş
Yasalarının
ortaya
Çıkarttığı en
somut
ZÜBDE-İ
KAİNAT’sın,
Yani evrenin
çekirdeği,
Olan en yüce
ürünsün;
En üstün
değerlerin de;
Üstündeki
değersin;
Her şeyinle
kusursuz,
En güzel,
paha biçilemeyen değersin,
Sen kâinatın
ta kendisin...
...
Kendini
kazanmak istiyorsan
Özünü
koşulsuzca sev,
Her doğru ve
yanlışını kabullen,
Hayat isimli
öğretmenin,
Önüne açık ve
sürpriz olarak koyduğu
Her şeyi
sevgiyle kucakla...
...
Kendinle
arana,
Sakın bir
duvar örme,
Olanları da
sonsuza
Kadar şimdi
hemen yık yok et;
Orada
kendinle buluş,
Anlaş,
sevgili olup seviş...
...
Kendine
soracağın;
Doğru olan
her soru,
Seni kendinle
buluşturur;
-Nasıl daha
çok kendim olurum,
-Bilinçaltı
ve bilinç üstümü
-Daha iyi
nasıl yönetebilirim,
-Özümü daha
çok nasıl severim,
Sorularına
verilebilecek tüm,
Cevaplar
kendinde sende var;
Ara bul ve
uygula...
...
Kaç yaşında
olursan ol;
Hayatın önüne
çıkarttığı,
Hiçbir engel
ve zorluktan,
Asla şikâyet
etme,
Ömrünün
hiçbir yerinde,
Keşke ya da
pişmanlık isimli
Duyguların
olmasın,
Sen bir
kâinatın,
Yani sen
dünyanın özetisin;
Beşikten
mezara kadar
Mutlu
yaşamayı hak eden,
Mucize ve
muhteşem canlısın;
Bu
ayrıcalığının farkında ol,
Yolun ve
bahtın açık,
Ömrün uzun,
sevincin
Ve
başarıların
Daima sonsuz
olsun...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
SEN MUTLU OL YETER...
Mutluluk,
sevgi, saygı
Aşk, sevda,
anlayışı,
Her toplum ve
kişi için,
Dün
farklıydı, bu gün farklıdır;
Daima farklı
olacaktır...
...
Bu gün içinde
yaşadığımız,
Toplumdaki
mutluluk;
Ölçüsü bana
göre şudur;
-Sen birey
olarak
-Sakın mutlu
olma;
-Böyle bir
arayışa girme,
-Mutlulukla
ömür boyu tanışma,
-Mutluluğun
kenarından
-Bile
geçme...
-Eğer sen
mutlu olursan
-Çok ayıp
edersin,
-Bunun daha
da ötesinde ise;
-Kendini de
asla sevme
-Hatta
kendinden nefret et,
-Kendini
daima boş ver;
-Sadece
çevrendeki,
-İnsanlar
için yaşa,
-Onlar için
çalış, kazan, üret yaşa,
-Her türlü
birikimlerini,
-Sadece
başkaları için harca,
-Tüm ömrünü
ve zamanını;
-Onlara ada,
-Başkalarının
sorunlarını çöz
-Onları
aralıksız mutlu et,
-Güzel
yaşamaları için,
-Hayatının
tamamını onlara,
-Gönüllü
olarak ada,
-Ancak böyle
davranırsan;
-Hayata ve
insanlara,
-Karşı her
türlü,
-Görevlerini
eksiksiz:
-Ve hatta tam
yapmış olursun;
-Herkes sana
ancak
-O zaman
AFERİM der...
...
Örneğin,
-Kendini boş
ver;
-Kendini
görme yok say,
-Önce komşunu
mutlu et,
-Okulu
müdürünü mutlu et,
-Öğretmenini
mutlu et,
-Arkadaşının
sıkıntılarını çöz;
-Onların
derslerine yardım et...
-Anneni-babanı-eşini,
yeğenlerini,
-Çocuklarını
mutlu et,
-Bunlar sana
ömür boyu;
-Fazlasıyla
yeterde artar bile;
-Ama sakın
sen mutlu olma;
-Mutlu
olmayı,
-Aklının
ucundan bile geçirme;
-Mutlu
olursan çok ayıp edersin...
...
Sonra unutma;
-Havada uçan
kuşu,
-Yerdeki
karıncayı,
-Çiçekteki
kelebeği,
-Sokaktaki
satıcıyı,
-Üstüne
bastığın kaldırım taşlarını,
-Kaldırımdaki
ağaçları,
-Bakkalı,
-Kasabı,
-Manavı,
-Pazarcı
esnafını,
-Otomobil
tamircini,
-Kapıcıyı,
-Odacını,
-Gökteki ay,
güneş,
Yıldız ve tüm
galaksileri
-Mutlu et;
-Ama sen
sakın mutlu olma
-Mutlu olmayı
aklının
-Ucundan bile
geçirme
-Başkaları
için doğdun,
-Onların
mutluluğu için yaşa...
...
Peki, hayatın
boyunca;
Sorunlarını
çözüp,
Yaşamını
kolaylaştırıp,
Kazandıklarını
kendinden çok
Başkaları
için harcarken;
Diğer
insanları mutlu ederken,
Sen mutlu,
oldun mu?
...
Ya da mutlu
ettiklerin,
Seni biraz da
olsa
Mutlu etti
mi?
Sana en
küçük,
Saygı
duydular mı?
Minnetlerini
gösterdiler mi?
Bir teşekkür
ettiler mi?
Yanıtınızı
biliyorum;
-Kocaman
HAYIR diyorsunuz...
...
Onlardan
küçücük bir;
Teşekkür
beklerken
Tamamen
aksini;
Yaptılar
değil mi?
Mutlu etmek
için,
Hayatını
adadığın insanların,
Olanaklarından
yararlanmasına
Küçük bir
engel olunca;
Ya da
çıkarına hafif dokununca,
Seni sokakta
gördüklerinde,
Yüzlerini
öteye çevirdiler değil mi?
...
İçlerinden
belki de küfür
Ettiler ve
hakaret bile ettiler,
Sana sırf acı
ve zarar;
Vermek için,
Yüzde yüz
olumlu sonuçlanıp;
Seni mutlu
edecek olan,
İşlerini
bozup,
Bin tane çivi
koydular değil mi?
...
İnanılmaz
iftiralar attılar,
Dedikodunu
yaptılar,
En
sevdiklerinle,
Aranı açtılar
değil mi?
...
Dostlarının
gözünde,
Ömür boyu
kazandığın,
Değerini
düşürdüler,
Seni
itibarsızlaştırdılar,
Toplumdaki
sevgini,
Aşağılara
çekmeye çalıştılar,
Tökezleyip
yere düşürüp,
Üstelik bir
de tekme attılar,
Her türlü
zararı verdiler,
Yüreğinde
kapanmaz
Yaralar
açtılar değil mi?
...
-CANIM
dediklerinden,
Yardımlarına
ihtiyaç duyduğunda;
-CANIN ÇIKSIN
dediler değil mi?
...
Tarihin
derinliklerinden seslenen;
Akıllı bir
insan diyor ki;
Sen bütün
bunları boş ver;
-ÖNCE KENDİNİ
TANI...
...
-Yani kendin
ol,
-Sen kimsin?
-Nereden
geldin?
-Nereye
gidiyorsun?
-Neden
yaşıyorsun?
-Hayat senin
için ne demek?
-Para, mal,
mülk,
-Hangi anlama
geliyor?
-Etin budun
ne?
-Etkin yetkin
nerelere kadar?
-Toplumdaki
yerini biliyor musun?
-Tökezleyip
düşsen,
-Kim sana
yardım eder?
-Bunları ölç,
biç, kendinle
-İlgili doğru
en kararını ver;
-Ve sen mutlu
ol yeter...
...
Şunu da asla
aklından çıkarma;
-Hayat isimli
bu sahnede,
-En değerli,
şahane, müthiş,
-En mucize,
yüce tek varlık sensin...
...
-Hiç kimse
senden daha güzel,
-Hiç kimse
senden daha başarılı değildir;
...
-Hiç kimse
mutluluğu senden
-Daha fazla
hak etmiyor,
-Sen mutlu ol
yeter...
...
-Unutma ki;
-Bu sahneye
tek başına geldin,
-Annenden tek
doğdun,
-Sorunlarını
ömür boyunca;
-Tek başına
sen çözdün,
-Tüm
hastalıklarını tek başına yendin;
-Başarılarına
daima tek başına ulaştın,
-Tek
yaşıyorsun,
-Zamanı
geldiğinde de;
-Tek başına
öleceksin...
...
-UNUTMA;
-Bu evrendeki
en değerli,
-Sevilmeye,
mutlu olmaya,
-En büyük
saygı gösterilmeyi,
-Hak eden
üstün ve tek
-Varlık
sensin...
...
-Sen kendini
mutlu ettiğinde,
-Dünyayı da
mutlu,
-Etmiş
olursun
-Sen mutlu
yaşadığında,
-Dostlarını
sevindirir,
-Düşmanlarını
da üzersin
-Unutma...
...
-BİR VARMIŞ
BİR YOKMUŞ
OLAN HAYATA
SADECE BİR
KEZ GELDİN;
TEKRARI,
YEDEĞİ, ERTELEMESİ
DEVREDİLMESİ
MÜMKÜN
OLMAYAN BU
SERÜVENİN
HER ANINI
KENDİN İÇİN ÇIKARTARAK YAŞA;
HER TÜRLÜ
OLANAĞINI
KENDİN İÇİN
HARCA...
...
UNUTMA,
EDİNEBİLİRSEN
DÜNYADAKİ
TEK DOSTUN
SADECE KENDİN
OLABİLİRSİN...
BAŞKA DOSTTA
ARAMA...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
SEVGİ SİHİRLİ
DEĞNEK...
Çare ve daima
çözümdür,
Her işi
yoluna koyandır,
Sevgi bu
serüvendeki en sihirli değnektir;
Dokunduğu her
şeyi,
Anında
sihirli şekilde değiştirir...
...
Saygı görmek
mi istiyorsunuz?
Onurlandırmaya
ihtiyacınız mı var?
Yıllardır
çözemediğiniz sıkıntınız mı var?
Sorunlarınızdan
kurtulmak mı istiyorsunuz?
Hürmet mi
istiyorsunuz?
Anlayış mı
istiyorsunuz?
Bunun için
bir tek şeye ihtiyacınız var
O sihirli
değneğin adı SEVGİ’ dir...
...
Acıları
tatlıya,
Olumsuzlukları
olumlu yapar,
Kaygıları
çözer,
Düştüğünüz
çukurdan çıkarır,
Çaresizlikleri
çareye dönüştür,
Yıllardır
biriken nasırları giderir,
İçinizde
biriken,
Her türlü,
kin, nefret, kıskançlık duygularını söker atar...
O sihirli
değneğin adı SEVGİ’ dir...
...
Her insanın
bu evrendeki kapladığı yeri
Yüreğindeki
sevgi kadardır...
...
İnsan isimli
mucize varlık,
Annesinin-babasının
sevgisiyle bu gezegene ayak basar,
Yaşadığı
sürece de sevgiyle beslenir,
Sevgiye
ihtiyaç duyar...
...
Çocuk
yarasını göstererek sevgi toplamak ister,
Daha çok
sevgi için kendini yaraladığı bilinir,
Hastalık
numaraları yapar sevgi için,
Büyükler
dertlerini döker,
Geçirdikleri
kazaları anlatır,
Ameliyatlarından
söz eder,
Şanssızlıklarını
günlerce anlatır
Daha çok
sevgi toplayabilmek için...
...
İnsan tüm
şunları sevgi için yapar;
Diğer insana
yardım eder,
Tanımadığı
kişilerin sorunlarını çözer,
Yolda kalana
çare olmaya çalışır,
Hastaları
ziyaret eder ilaç getirir,
Yaşlıların
merdiven çıkmasını sağlar,
Taşıyamadıkları
eşyaları taşımaya yardım eder,
Bütün
bunların sonunda sevgi bekler...
...
SİHİRLİ
DEĞNEK olan sevgi,
Kötü
düşünceleri ortadan kaldırır,
Düşmanları
dost eder,
Tüm
sıkıntılarını sihirli biçimde çözer,
Kötü niyetli
kişilere karşı en büyük ilaçtır,
İyi niyetleri
arttırır,
Hoşgörülere
tavan yaptırır,
Size
başkalarının değer vermesini sağlar...
...
HER İNSANIN
BU EVRENDE KAPLADIĞI YER; YÜREĞİNDEKİ SEVGİ KADARDIR...
Abdulkadir
kaçar Adana 2023
SICAKLAR VE İNSANLAR…
Bölgemizde
hava sıcaklığı son günlerde 43 santigrat derece olarak ölçüldü...
Yaz mevsimi
tüm ağırlığıyla ülkemizin üstüne çöktü...
Sıcakların
vücut kimyasını değiştirdiği artık net olarak biliniyor…
Bu değişimler
insanlarda farklı tepkiler halinde kendini gösteriyor…
…
Bölgemizdeki
bu değişiklikler kilometrelerce uzaktan bakılınca; insanlar üzerinde çok kolay
fark ediliyor…
Çok da komik
oluyoruz hani…
…
Bölgemizdeki
insanların sıcaklar karşı en belirgin tepkileri şöyle gözlemleniyor…
Kimi
bilinçsiz şekilde tam caddenin ortasından yürüyor,
Kimi nefesini
ağzından alıp-veriyor tutuyor,
Kimi ne
yapacağını bilmeden ağzı açık yürüyor,
Kimi sözleri
belirsiz şarkılar söylüyor,
Kimi
çevresindekilere sataşmak için laf atıyor,
Kimi 4
sandalyede oturuş pozisyonları alıyor
Kimi kap kaça
yöneliyor…
…
Sıcakların
vücut kimyasını değiştirdiği insanlarda;
Aniden tepki
verme,
Küfür etme,
Hakaret etme,
-Neden bana
ters bakıyorsun? Diye kavga çıkarma...
Yoktan yere
sinirlenmeler…
Oto park
yüzünden ölen-öldürülen insanlar...
-Neden
bana omuz vurdun, diyenler...
-Neden beyaz
kundura giyiyorsun, utanmıyor musun?
-Ben
senden açık çay istedim…
-Neden
kuşburnu getirdin diye kahvenin garsonuna çıkışmalar...
-Mahallenin
kızına neden laf attın? Diyen sokaktan geçenleri dövmeye çalışanlar…
-Sen
kapkaç yaptın değil mi? Diye gıcık aldığı insanı dövenler…
-Neden
elma değil de muz aldın?
-Neden
dolmuşa ön kapıdan binmedin?
-Dün
neden kuru fasulye yedin?
-Gölgeme
neden engel oldun…
-Gardaş
rüzgârımı kapatma…
-Neden
bu kadar hızlı geçtin önümden kardeşim?
-Tabanları
yağla bakalım, diyenler...
…
Ve
daha sayısızca bahane bulup insanlar birbirlerine giriyorlar…
Elleri,
yüzleri kan revan içinde hastaneye gidiyorlar…
Kırıklar
yapılıyor,
Çıkıklar
yerine oturtuluyor,
Yaralara
dikiş atılıyor...
…
Bunları
gören gazeteciler fotoğraf çekiyor,
Olayları
izleyen televizyoncular ekranlara taşıyor,
Bu
olayları gören yurttaşlar da;
Cem
Yılmaz,
Ata
Demirer,
-Güldür güldür şov...
-Çok güzel Hareketler bunlar
tiyatrosundan daha çok ilgiyle ücretsiz olarak izliyorlar…
…
Bende bu
olaylardan birisine bu gün tanık oldum…
Saat 14.00
civarı, hava nasıl sıcak, nasıl terletiyor insanı anlatamam…
Devletin bir
resmi kurumunun bahçesindeyim ağacın altındayım… İşlem yaptıran arkadaşımı
bekliyorum…
…
Devletin bir
kurumunun siyah plakalı pikabı gelip bir tüp gaz firmasının pikabının arkasına
durdu...
Kapısını
kilitledi ve çekip gitti…
Tüp Gaz
pikabının şoförü 15-20 dakika sonra geldi...
Baktı
arabasını park ettiği yerden çıkartması olanaksız...
Dolaştı,
dolaştı, dolaştı...
Elini kolunu
sağa sola salladı,
Başını iki
tarafa salladı,
Bana yaklaştı
başladı şikâyet etmeye…
…
Adama hak
vermemek olanaksız;
Hem güneşte
kendisi bekliyor,
Hem de
arabasını park yerinden çıkartamıyor…
Bu sırada
siyah plakalı arabayı park eden devlet memuru koşarak geldi, sıcaktan bunaldığı
için arabasına bindi…
Kapılarının
camını açtı…
Arabasıyla
bir süreden beri çıkamayan yurttaş koşarak yanına gitti;
-Ben burada
sizi bekliyorum; aracınızı neden benimkinin arkasına par ettiniz? Buna hakkınız
var mı?
Devletin
memuru şöyle dedi;
-Kardeşim
burası benim babamın malı var mı diyeceğin?
Herkes
kapışma, tartışma, falan bekleyip; tiyatro şeklinde izlemeyi düşünürken;
Arabasına
binip gitti ama tüp gaz dağıtan pikabın şoförü olan yurttaş yakınmayı
sürdürüyordu;
-Bunlar
devlet haaa… Yazık yazık… Devlet… Memuru böyle olmamalı, falan dedi…
…
Sıcaklar
gelince insanlar farklı bir hal oluyor...
Çevrenize
bakın sayısız örnek göreceksiniz…
Lütfen
kendinize hâkim olun…
Belki bir
gazeteci, bir televizyoncu da sizi gözlemliyor olabilir…
Nereden
bileceksiniz ki?
Abdulkadir
kaçar adana 2023
SİGARA
ÖLDÜRÜR;
OCAKLARI
SÖNDÜRÜR...
Ya sigarayı,
yani ölümü;
Ya da
sigarasız bir yaşam:
Seçimi
yapacaksınız...
...
Yaşamı
seviyorsanız,
Kendinizi
seviyorsanız,
Çocuklarınızı
seviyorsanız,
Sevgiliniz
varsa, onu seviyorsanız;
Yani
sevdiğiniz her şey adına; sigara bağımlılığından vazgeçmeye çağırıyorum...
...
Bu gün size
sigaranın zararlarını ve bırakmanın yollarını;
Daha da
önemlisi; bıraktıktan sonraki gelişmelerden söz edeceğim...
Yapılan
araştırmalar, tiryakilerin yüzde 75 inin sigarayı bırakmak istediğini;
Hatta bu
tiryakilerden üçte birisinin en az üç kez ciddi anlamda sigarayı bırakma çabası
gösterdiğini ortaya koyuyor...
Sigara
bağımlılarının normal insana göre 20-25 yıl daha erken öldükleri saptanmış....
SİGARAYI
BIRAKMAK İÇİN NE YAPMALI?
Bağımlıların
çoğu bu alışkanlıktan kendi kendilerine kurtulma şansına sahip...
Bunun için
ilk koşul da KARARLI OLMAK–HAZIRLIK dönemi gerekiyor...
Gerektiğinde
sağlık ocaklarında çalışan hekim ve sağlık personelinden destek
istenebiliyor...
...
İŞTE SİGARAYI
BIRAKMAK İÇİN BASİT ÖNERİLER;
1. Önce
sigarayı bırakma tarihinizi belirleyin...
2. Sigarayı
bırakmak için hazırlık yapın; çevrenizdeki insanlara sigarayı bırakacağınızı
söyleyin...
3. Sigara
içmemeyi özendiren bir ortamı hazırlayın...
4. Geçmişteki
başarısız denemelerinizi gözden geçirin...
5. Sigara
içmenizin nedenini ve niçin bırakmak istediğinizi bir kenara not edin...
6. Sigarayı
bırakmanın ilk günlerinin güç olacağını bilin ama zor günlerin gelip-
geçeceğini, sigarasız yaşamın daha güzel ve sağlıklı olacağını düşünün..
Sigarayı
bırakan kişi ilk gün ve onu izleyen 13 gün şu belirtilere hazırlıklı olmalıdır;
.Yoksunluk–hüzün
belirtileri...
.İyileşme
işaretleri...
.Dayanılmaz
sigara içme isteği...
.Sigara içme
dürtüsü...
.Gerginlik,
acıkma, baş dönmesi, dikkati yoğunlaştırma güçlüğü,
.Fazla uyuma
isteği, ya da uykusuzluk...
SİGARAYI
BIRAKTIĞINIZ GÜN NELER YAPABİLİRSİNİZ?
.Derin derin
soluklar alın...
.Zorlanacağınız
durumlardan uzaklaşın...
.Sıcak
bitkisel çay için...
.Su için...
.Çiğ sebze ve
meyve yiyin...
.Şekersiz
çiklet çiğneyin...
.Yürüyüşe
çıkın...
.Alış veriş
yapın...
.Bırakma
nedenlerinizi yeniden gözden geçirin...
.Sigara
içmeyen dostlarınızı ziyaret edin...
.Banyo–duş
yapın...
.Sigaranın
zararlarını anlatan yazılar ve yayınlar okuyun...
.Kendinizi
ödüllendirin...
...
.Sigarayı
bıraktıktan 8 saat sonra vücuda giren oksijende artış olur...
.Tat ve koku
alma duyularınızda düzelme başlar...
.24 saat
sonra kalp krizi geçirme oranında azalma başlamış olur....
.72 saat
sonra daha rahat nefes alıp verirsiniz...
. Bir ve 9 ay
sonunda sigaradan kaynaklanan öksürük tamamen biter, kronik yorgunluk silinir.
.2 yılın
sonunda kalp krizi geçirme olasılığınız normal insan seviyesine yaklaşır...
.5.Yıllık
dönemde akciğer kanserine yakalanma olasılığınız yarıya düşer...
.10 yıllık
dönemde akciğer kanseri olma şansınız, hiç sigara içmemiş biriyle neredeyse
eşit hale gelir...
.15 yıl sonra
kalp, damar hastalığı riskiniz hiç sigara içmemiş insanlarla aynı seviyeye
gelir...
...
Lütfen bir
kez daha düşünün...
Zehirsiz,
yani sigarasız günler ve sağlıklı yaşamlar diliyorum...
ABDULKADİR
KAÇAR... Adana 2023
...
SIĞINACAĞIN
TEK
LİMAN
KENDİNSİN...
Akıllı bir
insan;
Şöyle diyor;
-Bu hayat
yolundan
-Sadece bir
kez geçeceksin...
-Elinden
gelenin,
-En iyisi
yapmalısın...
-Her inceliği
göstermelisin...
-Unutmamalı,
ihmal etmemelisin...
-Çünkü bu
yoldan
-Bir daha
asla geçemeyeceksin...
...
Buradan yola
çıkarak;
Şunları
söylemek olası;
Sen kendi
hayatını geliştir;
Sahip olduğun
imkânlarını;
Sınırsızca
arttır;
Etrafındaki
kimse senin
Ne yediğini,
içtiğini,
Ne
yaşadığını,
Hangi
zorlukları çektiğini,
Nelerle
savaşıp zaferler,
Kazandığını
bilemez,
Bilemez ve
bilmeyecektir,
Aslında
bilmek bile
İstemeyecektir...
...
Oysa tek
başına,
Hayatın
boyunca;
Nelerin,
üstesinden,
Geldiğini
asla anlayamaz,
Bilse de
hiçbir,
Zaman
önemsemez,
Duysa
duymazdan gelir;
Görse de
görmezden gelir;
“ELDEKİ YARA,
TAŞTAKİ
KOVUKTUR”
Der geçip
yoluna gider...
...
Bu hayatta,
Kimseye bir
şeyler,
İspat etmeye
çalışma,
Seninle
ilgili,
Söylediğini
önemseme,
Dedikodularına
aldırma;
Bildiğin en
doğru yolunda,
Aklının
aydınlığında;
İlerlemeye
devam et...
...
Çünkü diğer
insanlar;
Mutlu olmanı
istemezler;
-Yapamazsın
derler,
-İçinden
çıkamazsın derler,
-Biz seni
uyarmıştık derler,
-İşte
başaramadın derler...
...
Oysa ağzınla
kuş tutsan;
Yüzde yüz
başarsan da,
Başardığını
da görmek,
Duymak,
anlamak,
Onaylamak;
Ve takdir
etmek istemezler...
...
-Oysa sen bu
sahnede;
-Hayatın
boyunca,
-İnanılmaz
devasa işler yaptın,
-Büyük
başarılara imza attın;
-Ben
atlatamam,
-Dediğini
başarıyla atlattın,
-Dayanamam
-Dediklerine
en güçlü şekilde dayandın,
-Yapamam
dediklerini fazlasıyla yaptın,
-Aşamam
dediğin,
-Tüm
zorlukları kolayca aştın,
-Çözemem
dediğin,
-Sorunlarını
çok rahat çözdün,
-Bunlar beni
öldürecek;
-Asla geçmez
dediğin sıkıntı,
-Acılar geçti
bitti gitti,
-Başaramam,
dediklerini;
-Sıfır hata
yüzde yüz şekilde başardın...
...
Bu hayat
yolunda;
-Canın çok
yandı,
-İnanılmaz
şekilde savaşıp,
-Çok
yoruldun,
-En karanlık
-Gecenin
sabahı olmadı mı?
-Elbette
oldu;
-Unutma ki
hayatındaki;
-Her şeyi tek
başına
-Bilgi ve
becerinle sen yaptın,
-Her şeyi
sıfır hata ile gerçekleştirdin,
-En aşılamaz
görünen engellerde;
-Bu da geçer
ya hu dedin,
-Bunları
yaparken yanında,
-Sadece sen
ve daima kendin vardın,
-Her
defasında bilgini,
-Ve beden
gücünü başarıyla kullandın;
-Her zorlukta
daima kendine sığındın,
-Unutma ki;
-Artık seni
bu hayattaki,
-Hiçbir
zorluk yıkamaz...
...
“Kelebek
kadar kısacık olan hayatında”
Kimseye artık
ihtiyacın yok,
Hayatının
tadını son gününe kadar,
Doya doya
çıkar...
...
Sahte
sevgilere,
Yalan
sözlere,
Entrikalara,
Hilelere,
Kıskançlıklara,
Artık
toksun...
...
Hayat isimli
bu yolda;
Akılcı
şekilde ilerlerken;
-Kimsenin
açığını arama,
-Hatalarını
ortaya çıkartma,
-Kusurunu
bulmaya çalışma,
-Gördüklerini
de hemen kapat,
-Dedikodu
yapma,
-Kimseye
hiçbir sırrını söyleme...
...
Çünkü sen
artık büyüdün,
Olayların
örsünde;
Zamanın
çekiciyle;
Dövüle en
güzel şekli alıp,
Kusursuzca
olgunlaştın,
Eğriyi
doğruyu,
Somut olarak
gördün,
Çok şeye
şahit oldun;
Artık
bilgeleştin...
...
Öyle ki;
İnsanların
yüzünü,
Artık
maskesiz gördün;
Olaylar daha
olmadan,
Sonunu en
başından,
Görme ve
bilme yeteneğine ulaştın...
...
Bu yolda
ilerlerken;
Lütfen
şunlara da dikkat et;
-Ne
istediğini bilmeyen,
-Bencil
insanlardan uzak dur,
-Dedikodu,
mutsuzluk,
-Ve
karamsarlıklardan beslenen,
-Zamanını ve
enerjini,
-Çalanları
hayatından,
-Hemen çıkart
at...
...
Şunları da
unutma ki;
Hayat isimli
bu sahnede;
Kimse senden
daha güzel,
Daha çok
akıllı,
Daha üstün
nitelikli,
Daha büyük
başarılı,
Ve değerli
değildir...
...
Dünya
insanlık ailesinin,
Yarısı oğlun,
Yarısı da
kızın olsa;
Hayat isimli
bu serüvende,
Daima tek
başına yaşadın;
Annenden tek
başına doğdun;
Tek başına
yaşadın;
Tüm
hastalıklarını,
Yalnız başına
iyileştirdin,
Unutma ki;
Yine tek
başına öleceksin;
...
Çünkü su
sahnede
Senden bir
tane var,
O nedenle;
Sadece ilk ve
son kez geldiğin,
Tekrarı ve
yedeği olmayan,
Mucize isimli
hayatında,
Kendini
aralıksız olarak çok sev,
Ruh ve
bedenine sıkıca sarıl,
Kendinle her
nefesinde mutlu olmayı başar...
...
Bu dünyadaki
tüm insanlarla,
Birlikte
mutlu olmaktan,
Daha önemli
ve kıymetlidir...
Her insanın
yaşadığı olaydan,
Sonra gelip
sığınacağı,
Tek liman ise
Tarih boyunca
olduğu gibi;
Sadece
kendidir...
...
Sende
kendini;
Her yaşında,
Her zaman,
Her koşulda,
Koşarak
gelip,
Sığınacağın;
İçinde huzur
bulacağın,
En güvenli
Liman yap...
...
Çünkü en
güvenli
Liman sadece
ve
Daima
kendinsin...
ABDULKADİR
KAÇAR... Adana 2023
SOSYAL
MEDYANIN
YALAN
DÜNYASI...
İnternette bu
gün itibarıyla,
Tivitter,
Facebook,
İnstagram,
Whatsap
You tube
Tik-tok vs
olmak üzere,
Yaklaşık 50
civarında,
Sosyal medya
ağı var...
...
Günümüz
insanının,
Hayal ve umut
dünyasını,
Sihirli
biçimde etkileyip,
Düşüncelerine,
İstediği
yapay ve yalan şekli veriyor...
...
Beşikten
mezara kadar,
Kendine
bağımlı hale getiriyor...
...
Hepsi de
sahte yalan, mutluluk,
Fotoğraf ve
videolarıyla,
Günümüz
insanları üstünde,
Yanıltıcı,
yakıcı, yönlendirici
Etkisiyle
kişiyi değersizleştiriyor...
...
Bu
olumsuzluklar,
İnsanın
ayaklarını yerden
Keserek
günümüzde zirve,
Yapmış
durumda...
...
Bu sosyal
medya ağlarıyla ilgili olarak;
Size küçük
bir soru soracağım;
-Yukarıdaki
saydığım,
Sosyal medya
sitelerinde,
Yayınlanan
sahte fotoğraflar ve videolarda;
Morali bozuk,
Canı sıkkın,
Kaygılı,
Üzüntülü,
Hüzünlü,
Ağlayan,
Hıçkırıklara
boğulup,
Gözyaşları
yanaklarından süzülen:
Bir insan, ya
da bir topluluk,
Fotoğrafı ve
videosu gördünüz mü?
...
Yanıtınızı
biliyorum;
-HAYIR,
GÖRMEDİK dediniz
Görmediniz,
Göremezsiniz,
Asla da
göremeyeceksiniz,
Çünkü o dünya
yapay,
Ve
sahteliklerle dolu
Sanal bir
ortam sunmaktadır da;
Ondan
göremezsiniz...
...
Bu pencereden
bakınca da
Orada
yayınlanan her türlü,
Görüntüdeki
insanlarda;
Sonsuz ve
sınırsız mutluluk,
İnanılmaz bol
kahkahalı,
Sevinçten 32
dişleri birden görünen,
İnsanların
anlık video ve fotoğrafları,
Paylaşılıyor
da ondan göremezsiniz...
...
Bu
görüntülerde istisnasız olarak;
Her insan çok
mutlu,
Herkes çok
başarılı,
Herkesin ömrü
tatil beldelerinde,
Lüks
otellerde, havuz başlarında,
Eğlence
mekânlarında,
Açık büfeli
yemek salonlarında,
Bol
kahkahalarla dolu,
Müzikler
eşliğinde,
İnanılmaz
zenginlikler içinde;
Sınırsız
mutluluklarla dolu geçiyor...
...
Zannederseniz
ki bu görüntüleri,
Paylaşan
insanlar arasında;
Kimsenin
sevgi, sevgili sıkıntısı yok,
Kimsenin para
sorunu bulunmuyor,
Kimsenin iş,
aş sorunu, sağlık sorunu da yok...
...
Çünkü ancak
her türlü sorunlarını çözen;
İnsanlar bu
kadar mutlu görüntü verebilir,
Bu kadar
sınırsızca eğlenebilir,
Her insan
ağzı kulaklarına,
Varacak kadar
gülebilir,
Vur patlasın
çay oynasın diye,
Durmadan
gülüp eğlenir eğlendirir...
...
Sosyal medya
ağlarındaki,
Bu mutluluk
görüntüleri veren,
Paylaşan
insanların tamamı;
Sanki tüm
dünyalık sorunlarını çözmüştür...
...
Ayrıca sonsuz
gelecekte yaşayacak,
Nesillerinin
de kuşaklar boyu,
Rahat
yaşayabileceği şekilde,
Maddi manevi
sıkıntılarını çözmüş,
Bir elleri
yağda,
Bir elleri
balda,
Mutluluk
kanatlarını takmış,
Zevkten ve
sevinçle,
Coşkulu
biçimde uçuyorlar değil mi?
...
Yalan yalan,
yalan,
Bu
görüntülerin hepsi,
Tepeden
tırnağa kadar kocaman yalan,
Hepsi sahte,
kurmaca,
Hepsi
kandırmaca, yutturmaca,
Sanal anlık
mutlulukların, sergilendiği
Yapay kurgu
ve A’ dan Z’ ye yalandır...
...
Çünkü sosyal
medyada
Paylaşım
yapan insanlar;
Sadece mutlu
olduğu,
An lık
izlenimlerini verdikleri,
Saniyelik
görüntülerini sergiliyorlar,
Bu sahte
fotoğraf ve videolarını paylaşıyor,
Sadece
mutluymuş gibi göründükleri,
Saniyelik
anlarını sergiliyor da ondan...
...
Orada 32
dişleri görünecek biçimde
Kahkahadan
ağızları açık,
Mutluluktan
mutluluklara,
Kanat takıp
uçuyorlar,
Gibi
saniyelik görüntülerini
Paylaşanlar
sonra birden normal,
Hayatlarına
dönüp devam ediyorlar...
...
O anlık
mutluluk görüntülerini paylaşanlar,
Saniyeler
içinde gerçek hayatlarına,
Döndüklerinde
ise, sürekli yaşadıkları,
Çözemedikleri
sıkıntıları olan,
Parasızlık,
yoksulluk, sıkıntı, belki açlık,
Ekonomik ve
sağlık sorunları,
Moral
bozuklukları,
İçlerinde
devam eden,
İsyan ve
acıları,
Hayal
kırıklıklarıyla,
Devam eden
mutsuzlukları,
Hayatlarında
yer alan her türlü
Şikâyetleriyle,
ömür isimli,
Yolculuklarına
devam ediyorlar;
Anlık
mutluluk görüntüleri zihinlerde kalıyor...
...
Sosyal medya
ağlarında;
Paylaştıkları
fotoğraflarında ise,
Mutluymuş
gibi yapmaları,
Sevinçten
uçuyormuş gibi,
Sergiledikleri,
yapay kahkahaları,
Sahte
mutluluk görüntüleri,
Tamamen
geride kalıyor...
...
Bu kez sosyal
medya ağlarında yer alan,
O sahte
mutluluk,
Fotoğraf ve
videolarına bakan,
AN ’lık
mutluk görüntü verenlerin
Pozlarını
gerçek sanan, onlara inanan,
Gençler, saf
ve dürüst insanlar,
Dönüp kendi
hayatlarına bakıp,
Dünya isimli
tiyatro sahnesindeki
Öz
serüvenlerinin muhasebesini,
Yaparken
şöyle düşünüyorlar;
...
-DÜNYADA
BENDEN BAŞKA HERKES ÇOK MUTLU...
-PEKİ, BEN
NEDEN BU KADAR MUTSUZUM?
-NEDEN SOSYAL
MEDYADAKİ İNSANLAR GİBİ BAŞARILI DEĞİLİM?
-ONLAR GİBİ
EĞELİNİP GÜLEMİYORUM?
-BEN ÇOK
DEĞERSİZİM,
-BENİM
HAYATIMDA HİÇ BİR ŞEY YOLUNDA GİTMİYOR,
-MUTSUZLUK
PEŞİMİ BIRAKMIYOR,
-SAĞLIK
SORUNLARIMLA
-ACILAR
İÇİNDE YAŞIYORUM,
-ÖLMÜŞÜM DE
HABERİM YOK,
-ÖLMÜŞÜM DE
AĞLAYANIM YOK diye,
Kendine ve
hayatına sitem ediyor;
İçinden de
büyük ahlar çekiyor;
İnanılmaz
acılar içinde yaşıyor...
...
Ama akıllı
bir insanın dediği gibi;
Sosyal
medyada oluşturulan bu sahtelikler;
-BUNLAR
UYDURMA YANLIŞ ACILARDIR,
Onlardan
daima uzak durun,
Hayatınıza
asla onları sokmayın...
...
Sosyal
medyadaki bu yanıltıcı,
Ve sahte
görüntülerin kurbanı,
Olmamak için
akıllı bir insan,
Nasıl
davranmalı?
Bu sahte
mutluluk fotoğraf,
Ve video
görüntülerine karşı neler yapmalı?
...
Şunlar
söylenebilir;
-Bu
sahteliklere karşı daima,
-Sağduyulu
bilinçli davranın,
-Başkalarının
mutluluk görüntülerini,
-Zihninizde
biriktirip moralinizi bozmayın,
-Bu
görüntülerin yapay ve anlık,
-Mutluluk
pozları olduğunu aklınızdan çıkarmayın...
-Bu
sahteliklerin karşısında,
-Hemen
işinize gücünüze yoğunlaşın;
-Sahip
olduğunuz değerlerinizle mutlu olmaya çalışın,
-Sevinçlerinizi
aralıksız olarak arttırın,
-Kendinizi
geliştirmek için çok okuyun,
-Aklınızın
aydınlığında karakterinizi güçlendirin...
-Olaylara
bakış açınızı hemen değiştirin...
-Acil olarak
kendinize gelin,
-Hemen
başarılardan,
-Başarıya
koşmaya hazırlanın...
-Kaygılanmayın
ve kendinize küsmeyin,
-Olayların
sahteliğini anlamaya çalışın...
-Kaçmak ve
kendinizle çatışmak yerine;
-Özünüzle
barışmayı ruh ve bedeninizle,
-Dost olmaya
çalışın buna devam edin...
...
Çünkü
herkesin hayat hikâyesi farklıdır...
Dünya isimli
bu serüvende,
Herkesin
başına gelenler daima çok değişiktir...
...
Elbette
sosyal medyadaki bu,
Sahteliklerden
oluşan video ve fotoğraflara,
Baktığınızda,
kısa süreliğine de olsa;
Canınız
sıkılabilir, üzülebilirsiniz,
Bunlar
tamamen normal şeyler;
Ama her şey
gelir her şey geçer...
Zaman her
şeyin ilacıdır...
...
Hayat bazen
sizden farklı şeyler isteyebilir,
Bunlara her
daim hazırlıklı olmalısınız...
Çünkü hayat
sürekli büyüme, devinim,
Değişim,
dönüşüm, farklılaşmaktır,
Mutlu ve
başarılı yaşamak için,
Onun
isteklerine ayak uydurmak gerekir...
...
Bunların
başında da kendimizle
Daima barışık
olmak;
Hayat
koşulları ne kadar,
Olumsuz bile
olsa olumlu düşünüp,
Sahip
olduğumuz olanaklarımızın
Farkına
varıp,
Mutlu olmaya
çalışmalıyız...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
“SÖZ KONUSU
VATANSA
GERİSİ
TEFERRUATTIR”
‘(Büyük
Atatürk)
SÖMÜRGECİ
DEVLETLERİN
SİNSİ
POLİTİKALARI...
Devlet toprak bütünlüğüne,
Bağlı olarak siyasal örgütlü,
Bir ulusun ya da uluslar,
Topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır.
...
Yaşam isimli
bu sahnede,
Sömüren
devletler gibi;
Sömürülenler
de dün vardı,
Bu günde var,
yarın da olacaktır...
...
Kendilerini
dünya insanlık ailesinin
Efendisi
olarak tanımlayan;
Geride
kalanları da köle
İlan eden
sömürgeci devletler,
İnsanda
olduğu gibi;
Doyumsuzluk,
her şeye,
Sahip olma,
dünyayı ele geçirip,
Yönetme
düşüncesi
Bu sömürgeci
devletlerde de
En üst
seviyede kendini gösterir...
...
Yer altı ve
yerüstü,
Hatta insan
kaynaklarını
Ele geçirmek
istedikleri,
Hedeflerindeki
devletler üzerinde,
Vahşi
hayvanların doğada,
Yaptıklarından,
daha da vahşi,
Şekilde
ülkeleri bölüp,
Parçalama
planlar yapıp saldırırlar...
...
Bunun için
insanın aklına
Gelen ve
gelmeyen her türlü yol,
Yöntem, para
ve silahı kullanır,
Milyonlarca
insanı öldürür
Sınırsızca
soykırımı yaparlar...
...
Yüzlerce
yıldır uyguladıkları,
Sinsi ve hain
politikalarıyla;
Örneğin hedef
devletlerde
Sözde bazı
sivil toplum,
Örgütleri
kurarak ya da kurdurarak,
Bir tür gizli
haber örgütleri oluştururlar...
Hedefteki
ülkelerin,
Açık ve gizli
tüm bilgilerini,
Bu şekilde
elde ederler...
...
Devletlerin
zayıf yanlarını,
Bu örgütler
aracılığıyla,
Elde
ettikleri bilgiler sayesinde
O devletlerin
karnının en yumuşak,
Yerinden
girip yok etmek için,
Egemenliği
altına alıp,
Diz çöktürüp
sömürmeye çalışırlar...
...
Emperyalistler
devletlerin
Dünyadaki
diğer ülkeler üstünde,
Yüzlerce yıl
öncesinden beri
Planladıkları
ve acımasızca uyguladıkları,
Sayısız
senaryo türleri vardır...
...
Örneğin;
Gizlice ya da
bazen,
Açıkça
desteklediği,
Terörü
örgütlerini,
Hemen devreye
sokup
Kiralık
katiller sürüsüyle,
Hedefteki
devlete saldırtırlar,
Ekonomik
yönden zayıflatıp,
Güçsüz
bırakıp ele geçirmek
İstedikleri
devlete peş peşe
Saldırtırlar;
Sonuç
alamadıklarında,
Hemen
stoklarındaki yedek
Senaryoları
evreye sokarlar...
...
Egemenlikleri
altına,
Almak
istedikleri,
Hedefindeki
devlette,
Kendiyle
işbirliği için yapan;
Öz
devletlerine ihanet eden kişileri belirleyip,
Mesleklerinde
inanılmaz kariyer sunarak,
Yüksek
makamlara getirip,
Devlet
yönetiminde söz sahibi yapıp,
Ya da paranın
gücüyle satın,
Alarak
ülkeleri aleyhinde
Çok rahat
biçimde her türlü bilgileri,
Onlara
toplatıp işlerine geleni kullanırlar...
...
İç savaş
çıkartırlar,
Kralları,
cumhurbaşkanlarını,
İmparatorları
astırır,
Gençlerini
uyuşturucuya alıştırır,
Yapay
ideolojik farklılıkları oluşturup,
Siyasi
ideolojik görüş,
Ya da dini
motifleri kullanarak,
Etnik
kimlikleri devreye sokup,
Toplumu
yıllar içinde kutuplaştırıp
Birbirleriyle
çatıştırıp iç savaş çıkartırlar...
...
Ya da fiziki
coğrafyandaki komşu,
Sınırlarında
o ülkedeki bölgelere,
Tecavüz
ettirip,
Savaş
nedenleri yaratırlar;
Doğal
kaynaklara el uzatırlar...
...
Değerli,
nitelikli, parlak,
Zekâya sahip
olanları, devasa imkânlarla
Kendi
ülkelerine alıp götürürler...
Günümüzde
çevremizde,
Dünyanın
diğer devletlerinde,
Hain
emperyalist devletler,
Her an yeni
senaryolarını
Açık seçik
uyguladıkları
Görülmektedir,
...
Bazı
istisnalar olsa bile;
Önünde
sonunda efendisi,
Olmak
istedikleri devletlere,
Kısmen de
olsa,
Diz çöktürüp
bazı sonuçlar alırlar...
...
Bu
emperyalistler kimlerdir?
Dönemin en
akıllı politikacılarından,
Birisi
emperyalistleri şöyle tanımlar;
-EMPERYALİZMİN
ÜST ÇENESİ
AMERİKA,
ALT ÇENESİ
AVRUPA,
BEYNİ İSRAİL,
BEDENİ DE
İÇİMİZDE
YAYAŞAN,
İŞBİRLİKÇİLERİDİR...
...
Ama kadim
kültüre,
Sahip olan
devletler,
Daima ölçülü,
sabırlı davranır;
Olacakları
önceden,
Görme
yeteneği geliştirir,
Ülkesine her
yönden gelecek,
Saldırı ve
yıldırmalara karşı,
Olaylara
karşı önlemler alıp,
Egemenliğini
ve varlığını,
Hayatı
pahasına korumuştur,
Korumayı
sürdürmüştür
Sürdürecektir...
Abdulkadir
Kaçar adana 2023
ŞAKİRPAŞA
ALTGEÇİT
ÇALIŞMALARINDA
HALKA ZULÜM
24 SAAT
SÜRÜYOR...
Zulüm,
işkence,
Bu sözcükler,
Şakirpaşa
Altgeçit çalışmalarının
Yapıldığı
D-400 Kara yolundaki
24 saat
aralıksız olarak sürüyor...
...
Burada
insana, şoföre yapılan
İşkence
anlatmakla bitmez,
Asla ifade
edilemez,
Gidin görün
oradaki
Trafik
sıkışıklığa binlerce
Kez isyan
edin,
Oradan gelip
geçmeye
Çalışan
insanlara,
24 saatte 24
saat boyunca
Yapılan zulmü
görün...
...
Dünyanın her
tarafından,
Adana ya batı
yönünden gelip,
Kent
merkezine girmek isteyen,
On binlerce
değil,
Yüz binlerce
araç,
Ve içinde
sayısızca,
İnsanın
bulunduğu, tır,
Otobüs,
minibüs, otomobil vs,
Oraya gelip
üst üste yığılıyorlar,
...
On binlerce
sayıda birikenler için,
Nasıl proje
ve hesaplama yapıldıysa
Araçların her
biri tespih gibi dizilip
Tek tek
geçmeye çalışıyor,
Akla,
mantığa, trafik kurallarına,
Tamamen
aykırı ve kabul edilemez,
Günümüzde
Adana da yaşanan,
Bu fotoğraf
kent tarihindeki
İnsanlara
yapılan ve yapılabilecek,
En büyük
işkencenin adıdır...
...
Araçlarda
bekleyen,
Sayısız
insanlar perişan,
Her biri
inanılmaz sinir küpü,
İnsanlar
isyanları oynuyor,
Şoförler
saçını başını yoluyor,
Yolcuların
her biri hakaret,
İnanılmaz
küfürler savuruyor,
Ne parti
kalıyor, ne politika,
Yakın zamanda
sorun çözülmese
Orada
kavgalar, yaralamalar,
İnsanların
birbirlerine saldırmalar,
Kaçınılmaz
olacak...
...
Günümüzdeki
mühendis ve mimarlar,
Galiba
projeyi çizip gidip,
Yaptıkları
uygulamayı kontrol etmeden
Klimalı
odalarına kapanmışlar...
Birisi de
çıkıp,
-ARKADAŞ
ORADA NELER
OLUYOR?
-ORADAKİ
İNSANLARA İŞKENCE
YAPIYOR
MUYUZ?
-ACABA YENİ
UYGULAMALAR,
YOLU BİRAZ
DAHA GENİŞLETMEK
MÜMKÜN MÜ?
-KENT
EKONOMİSİNE ZARAR
VERDİK Mİ?
-ORADAKİ
SIKIŞIKLIĞI,
NASIL
ÇÖZERİZ?
-HALKA ZULME
NASIL SON
VERİRİZ?
-ONBİNLERCE
DEĞİL,
YÜZ BİNLERCE
ARACA, NASIW
İŞKENCE
YAPIYORUZ GİDİP BAKALIM,
Dememiş, bu
gidişle de demeyecektir...
...
Yüz binlerce
aracın birikeceği,
Bir alt geçit
inşaatı sırasında,
Teker teker
geçeceği,
Bir hesaplama
yapılmışsa
Orada
Matematik, Felsefe,
Mantık,
İdeoloji,
Sosyoloji,
Psikoloji,
Tıp, Sanayi,
Sanat, Onkoloji
İnsanlık
iflas etmiş demektir,
O hesapları
yapan mühendis,
Mimar, teknik
eleman kimse
Sınıfta
kalmıştır nokta...
...
Batıdan gelip
kent merkezine geçmek,
İsteyenler on
binler,
Oysa birer
aracın geçmek zorunda
Bırakıldığı
yol hava alanı arsasına
Doğru bir ya
da2 metre,
Acil şekilde
genişletilse
Sorun kısmen
çözülebilir...
...
On binlerce
araç,
Tek tek
yerine ikili,
Üçlü şekilde
geçseler
Akış daha
hızlı olur,
Orada
insanlar mağdur olmaz,
Mühendis ve
mimarların
Matematiği
katlettiklerini
Halk daha
fazla görmez,
Kimseye
hakarette bulunmaz...
...
Şakirpaşa
altgeçit çalışması
Doğru,
yerinde, güzel bir karar...
Ama kentin
hemen yarısını oluşturan,
İş
merkezleri, AVM’ ler, yüz binlerce
İnsanın
yaşadığı,
Hayatın 24
saat aktığı
D-400
karayolunda,
İnsanlara
zarar vermeden,
Kentteki
ekonomik ve çalışma
Saatlerini
engellemeden,
Nasıl yaparız
diye?
Böyle bir şey
düşünülmemiş...
...
Çağımızın
mühendisleri,
Çağımızın
mimarları,
Şakirpaşa
Altgeçit çalışmalarını,
Hesaplayanların
hepsi
Bana göre bu
hesaplamalarıyla
Tamamı
sınıfta kaldı...
...
Akıllı bir
insan;
-HAYAT
MATEMATİKTİR der...
Matematik
Şakirpaşa
Altgeçit
çalışmaları,
Nedeniyle
katledilmiş,
Bilinçli ya
da bilinçsiz şekilde,
Halka zulüm
eden bir hesaplama
Yöntemi
şeklinde uygulanmış...
...
Gidin, görün,
geçmeye çalışın,
Uçağa binmek
için batıdan gelip,
Hava alanına
yetişmeye çalışanlar,
Uçaklarını
kaçırıyor,
İşyerlerine
gitmek ve gelmek
İsteyenler
orada isyanları oynuyor,
Olağanüstü
bir yangın,
Başka bir
olay olsa facialar yaşanır...
...
Normalde 2-3
dakikalık yolu,
Tespih tanesi
gibi teker teker
Tam 45
dakikada geçmek zorunda,
Kalan araçlar
bazen 2 saate yakın,
Kuyruklar
oluşuyor...
...
Çocuklar
ağlıyor, hastalar inliyor,
7’ den 77’ ye
insanlar isyan ediyor,
Yetkililerden
birisi gelip sıkıntıyı
Çözme
konusunda gözlem yapmıyor,
Ayıptır,
yazıktır, günahtır,
Toplu taşıma
araçlarının
Şoförleri
burnundan soluyor...
...
-HALKA HİZMET
HAKKA
HİZMET sözü
burada tamamen
Tersine
çevrilmiş durumda...
-HALKA 24
SAAT
ARALIKSIZ
ZULÜM yapılıyor,
-KENT
EKONOMİSİNE
BİLEREK YA DA
BİLMEDEN
ZARAR
VERİLİYOR...
...
Vatandaş
haklı olarak soruyor;
Bu
bilinçsizlikle, alt geçit zulmü,
Daha ne kadar
sürecek?
...
Projeyi
çizen,
Orada
hesaplar yapan acil olarak;
Gidip
makamlarına kapananları,
Orayı
izlemeye, yolu genişletme
Çalışmalarını
bir an önce hayata
Geçirmeye
davet ediyorum...
ABDULKADİR
KAÇAR Adana 2023
TAHT MİSALİ
MUSALLA
TAŞI...
-Neylersin
Ölüm herkesin başında;
Uyudun
uyanmadın olacak;
Kim bilir
nerede, nasıl kaç yaşında?
Bir namazlık
saltanatın olacak,
TAHT MİSALİ
MUSALLA TAŞINDA
Cahit Sıtkı
Tarancı’nın şiiri...
...
Ölümü en
güzel,
Ölümü en net,
Ölümü en
somut şekilde anlatan
Muhteşem
şiirdir...
...
Hürriyet
Gazetesi Adana Bürosunda
Çalışmaya
başladığım yıllarda,
İskender
Ayvalık,
Kenan
Gedikoğlu,
Hamit Deste,
Aytaç
Pekkoçak,
Abdullah
Yakar büyüklerim vardı.
...
Hepsi de
hakkın rahmetine kavuştu...
En son 20
Haziran 2023 günü de,
Abdullah
Yakar ağabeyimizi
Ebediyete
uğurladık...
...
Aslında
ölenlerin arkasından
Söylenen
sözler fazla değer taşımaz...
Çünkü ölüler
duymaz...
Yaşarken
söylenmeyen,
Güzel, övgü
dolu sözlerin,
Cenaze
törenlerinde söylenmesinin
Pek anlamı da
yoktur,
En azından
ben böyle düşünüyorum...
...
İlk defa
Ç.G.Cemiyeti Sosyal,
Tesislerinde
düzenlenen
Abdullah
Yakar ağabeyim için
Bende törende
konuştum...
...
Çünkü hak
ediyordu;
-Gazeteciliğimin
ilk gününde,
Cevat Eren
Şefim Abdullah Ağabey
İle beni
habere göndermişti...
...
Birlikte
gittiğimiz haberi ertesi
Gün gazetede
imzamla görünce,
Çok
sevinmiştim...
Abdullah
Yakar Ağabeyim;
-DAHA ÇOK
İMZAN ÇIKAR,
ÇOK
SEVİNİRSİN, SEN BU
İŞİ ÇOK İYİ
YAPIYORSUN
YAPACAKSIN
diye bana
Moral
vermişti...
...
50 yıla yakın
mesleği başarıyla
Sürdürdüğüme
inanıyorum...
Cenaze
töreninde bu anımı
Anlattıktan
sonra şöyle dedim;
-Çok kibar,
sessiz, sakin, muhteşem
Bir insandı;
yeryüzünde iki
Melekten
birisiydi, diğeri de
Spor insanı
ALİ HOŞFİKİRER’ di...
Mekânı cennet
olsun,
Allah rahmet
eylesin dedim...
...
Olayın başka
bir boyutu da şu;
-Cenaze aracı
kent içinden,
Sokaklardan
geçerken, insanlar
İşini gücünü
bırakır, törendeki
Araçlar
geçene kadar saygı duruşunda
Beklerlerdi...
...
Şarkıcı İbo’
bir eserinde şöyle der;
-ZAMAN MI
DEĞİŞTİ,
BİZLER Mİ
YAŞLANDIK?
...
Yani tüm
cenaze törenlerini
Düşündüğümde,
artık sokaklarda
İnsanlar bu
geçiş törenlerinde
Eski saygılı
duruşu göstermiyorlar..
Bu gün benim
cenaze törenim,
Yarın senin
cenaze törenin olacaktır,
Bu hayat bize
bedeli ölüm olarak
Verilmiştir...
...
Bu durumdan
alınmadım, kırılmadım,
Desen yanlış
olmaz;
Ama toplumun
güzel bir geleneği
Olan cenaze
arabasına gösterilen
Saygının
artık diğer bazı değerler
Gibi tarihin
tozlu sayfalarında
Yer aldığını
üzülerek gördüm...
...
Sonuç olarak;
Hürriyet
Gazetesi’nde başladığım
Yıllardaki
kadro şu anda maalesef
Yok, artık
onlar manevi dünyaya
Göç
ettiler...
...
2500 yıl önce
yaşayan Çinli filozof
Konfüçyüs;
-Ölenlerin
arkasından güzel şeyler
Söyleyin
der...
...
Hakkında, hem
yaşarken, hem de,
Bu sahneden
inip ebedi hayatına
Giden insan
olarak;
Hakkında her
zaman güzel şeylerin
Söyleneceği
önemli bir kişiydi
Abdullah
Yakar ağabeyim...
...
Mekânı cennet
ruhu şad olsun...
Allah rahmet
eylesin...
Adana güzel
bir evladını yitirdi...
Gönüllerde
yaşamaya devam edecek...
Hürmet, saygı
ve sevgiyle git ağabey,
Topraklar
seni incitmesin...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
TANRI KUT
VERSİN...
Son günlerde;
En çok
duyduğum ifade;
-Tanrı kut
versin,
-Tanrı kut
versin,
-Tanrı kut
versin...
...
Peki, ne
demek;
-Tanrı Kut
versin?
Oldukça
ilginç,
Kulağa
oldukça hoş gelen,
Güzel Öz
Türkçe ifade...
...
Hollywood’ un
bir dönem
Eşsiz ve en
büyük Türk aktörü,
Charles
Bronson da
Bu sözü şöyle
kullanıyor;
-TÜRK OLDUĞUM
İÇİN
TANRIMA KUT
KIVANÇ
LARIM
OLSUN...
Ne güzel bir
ifade,
Dünyanın taa
öteki ucunda,
En ünlü kişi
Türk,
Ve kendini
ana dilinde,
İfade
ediyor...
...
Peki, Kut ne
demek?
KUT; İYİLİK
GETİREN,
ŞEY, UĞUR,
BAHT,
TALİH
MUTLULUK
Anlamında...
...
Cengizhan
Filmlerinde de;
-Tengri kut
bedri, sözü geçer...
-Tanrı Kut
verdi ifadesi kullanılır...
Mete Han’dan,
Atilla ya,
Karamanoğlu
Mehmet Beyden,
Osmanlı
Padişahlarına,
Yunus Emre’ye
kadar
Bu dua ve
temenni kullanıldı...
...
Yani Tanrı
Kut versin,
Öz be öz
Türkçedir,
Bizim
binlerce yıllık
Deneyimlerden
Süzülerek
gelen,
Gelenek,
göreneklerimizi
Dilimizi
dilimizi,
İnancımızı,
kültürümüzü
Anlatır o
nedenle
Bunları
hatırlamamız,
Yaşamamız ve
yaşatmamız,
Yeni
kuşaklara da
Aktarmamız
gerekir...
...
Buradan bu
dileği
Tekrar
ediyorum;
-TANRI
HERKESE
KUT VERSİN...
MUTLULUK,
İYİLİK,
ŞANS, UĞUR,
BAHT,
TALİH,
MUTLULULA
ÖDÜLLENDİRSİN...
...
Adriyatik’ten
Çin Seddine
Kadar 300
milyondan fazla,
İnsanın
kullandığı,
Güzel
Türkçemiz
Sonsuza kadar
yaşasın...
...
Yapılan son
bilimsel
Araştırmalara
göre,
Orta Asya’
daki ÖTÜKEN
Ormanlarında
Milattan önce
18 bin
yıllarına dair,
Kaya
resimlerine ulaşıldı...
...
Yine 30 bin
yıl öncesinde
Uygur
Türk’ leriyle ilgili
Buluntular
keşfedildi...
...
Alman,
İtalyan, Fransızlar
15, 16.
yüzyıllardan öncesine
Gidemiyorlar...
Onların
tarihleri bizim kadar
Derin ve uzun
değil...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
TARİH VE
ZAMAN
BİLE
AĞLIYOR...
Zaman her
derde çaredir denir,
Bu facia
karşısında,
Zaman ve
tarih utancından,
Hüngür hüngür
ağlıyordur...
...
Acımız
inanılmaz büyük, dayanılmaz
85 milyon
insanımızın bu gün yaşadığı,
Felaketin
boyutları tanımlanıp,
Rakamlara
sımayıp
Hesaplanamayacak
kadar büyüktür...
...
Şeyh
Edebali’nin Osman Gazi’ ye söylediği söz;
“İNSANI YAŞAT
Kİ DEVLET YAŞASIN” tarihi söz önemlidir...
...
Devletimiz
önce kendi imkanlarıyla,
İnsanını
yaşatacaktır,
Dış
kaynaklardan gelen yardımlar,
Olsa da
olmasa da devletimiz,
Vatandaşını
beşikten mezara kadar,
Kucaklamıştır
ve kucaklayacaktır...
Esas olan
devletimizdir...
...
Elbette
devletimiz her yarayı sarar,
Bu güce daima
sahiptir...
Her kaynağını
insanını yaşatmak
İçin sonuna
kadar kullanır...
...
Ama hiç
hesapta olmayan
Felaketin
boyutları öyle büyük,
Ve akıllara
sığmayacak kadar,
Sonsuz ve
sonrasızdır ki,
Bu büyük
facia karşısında,
İlk defa
böyle bir faciayla
Karşılaştıkları
için,
Tarih ve
zaman bile aciz,
Ve zavallı
kalmış durumdadır,
Onlar da
ağlamaktadır...
...
Zaman içinde
elbette yıkılan,
Yapıların
daha da iyileri yapılır,
Maddi manevi
zararlar karşılanır...
Ama ya giden
binlerce can,
Onlar bir
daha
Asla geri
gelmez gelemez...
...
Her bakımdan,
hem,
Güzel
ülkemde, hem devletimde,
Artık hiçbir
şey deprem öncesindeki,
Gibi olmaz ve
olmayacak...
...
Yanan
yüreklerdeki ateşler,
Kıyamete
kadar sönmeyecek,
Giden canlar
geri getirilemeyecektir...
Onlar için
artık yarınlar yok...
Hayallerine
sonsuza kadar nokta konuldu,
Umutları
silinip gitti...
Her biri
sadece kayıplar,
Hanesine
yazılıp kalacak...
...
Sözün bittiği
yer,
Hiçbir yardım
gidenleri,
Asla geri
döndüremeyecek...
Hiçbir söz,
çare, zaman yürek,
Yangınını
söndürmeye,
Çare
olamayacak,
Feryatlar
figanlar kıyamete,
Kadar devam
edecek...
...
Güzel
ülkemin, devletimin,
Bir iki günde
yaşadığı,
İnsanlık
tarihi boyunca görünen,
En büyük
faciaya neden olan,
Deprem, öyle
büyük ve yıkıcıydı ki;
Neden olduğu
facianın boyutları,
Dünya
insanlık ailesindeki,
Tüm
vicdanları kanattı,
Duyarlı
yürekleri ağlattı...
...
Anneler
karnındaki bebekleri,
Anneanneler,
babaanneler,
Dedeler,
büyük babaları,
Binlerce
insan uykularında yok oldu,
Binlerce
kişinin kuruş kuruş,
Biriktirdikleri,
insanlığı,
Ve onların
bütün yapılarını,
Bir anda
silip attı yok etti...
Zenginler
fakir fakirler,
İse daha da
yoksullaştı...
...
Biliyorum ve
inanıyorum ki;
Zaman ve
tarih bu manzara,
Karşısında
belki de gözyaşlarını döküyorlar
Ama hiçbir
şeyi artık,
Geri
getiremeyecekler,
Hiçbir acıya
çare olamayacaklar...
...
Doğal her
faciadan sonra,
Teselli
sözleri yine söylenecektir,
Suçlular
cezalandırılacak denecek,
Ama mevcut
yasalarla,
Bu sorunlar
olduğu yerde kalacak,
Balık
hafızalarımız bir süre,
Sonra her
acıyı silip atacak,
Sadece
yakınlarını kaybedenlerin,
Yüreklerindeki
ateş kıyamete,
Kadar asla
sönmeyecek...
...
Bu yapılarda
imzası olan kişilerden,
Birkaç zaman
sonra da göstermelik olarak
Cezaevine
konulacak,
Müteahhit
10-15 yıl sonra,
Ellerini
kıllarını sallayarak,
Çıkıp
gidecek...
...
Olan fakir
zengin, genç yaşlı,
Demeden
hayatları kaybolan,
Hayalleri
biten insanlarımıza olacak...
...
Çünkü hayat
isimli mucize,
Sadece bir
kez elde edilebiliyor...
Sadece bir
kez yaşanabiliyor...
Ölüp gidenler
artık yok oldular,
Annesiz,
babasız kalan çocuklar,
Eşlerini
yitirenler, hayatlarını,
Kaybedenler
artık bir daha,
Hayat
sahnesine çıkamayacak...
...
Sonuç olarak;
Zaman ve
tarih bu facialar karşında,
Onlar da
belki ağlayıp gözyaşı dökecek,
Evrenin
mucizesi olan insana,
Verilen bu
zararlar karşısında utanacaktır,
Sözün bittiği
yerdeyiz...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
Tüm
ifadeler:
17Sen, Yavuz Yetenç, Ümit
Türkoğlu ve 14 diğer kişi
TARİH VE
ZAMAN
BİLE
AĞLIYOR...
Zaman her
derde çaredir denir,
Bana göre
zaman bu facia karşısında,
Belki de
utancından ağlıyor...
Ortaya çıkan
bu feci manzara karşısında,
Tarih
ağlıyordur...
...
Acımız
inanılmaz çok büyük, dayanılmaz
İnsanımızın
bu gün yaşadığı,
Felaketin
boyutları tanımlanıp,
Rakamlara
sığıp,
Hesaplanamayacak
kadar büyük...
...
Şeyh
Edebali’nin Osman Gazi’ ye söylediği söz;
“İNSANI YAŞAT
Kİ DEVLET YAŞASIN”
Devletimiz
elbette insanı yaşatacaktır,
Dış
kaynaklardan gelen yardımlar,
Olsa da
olmasa da devletimiz,
Vatandaşını
beşikten mezara kadar,
Daima
kucaklamıştır ve kucaklayacaktır...
Esas olan
devletimizdir...
Elbette
devletimiz her yarayı sarar...
Her kaynağını
sonuna kadar kullanır...
...
Ama felaketin
boyutları öyle büyük,
Ve akıllara
sığmayacak kadar sonsuzdur ki;
Bu büyük
facia karşısında,
Belki de
böyle bir olay yaşamadıkları için,
Tarih ve
zaman bile aciz,
Ve zavallı
kalmış durumdadır...
...
Güzel
ülkemde, devletimde,
Artık hiçbir
şey deprem öncesindeki,
Gibi olmaz ve
olmayacak...
...
Zaman içinde
elbette yıkılan,
Yapıların
daha da iyileri yapılır,
Maddi manevi
bazı zararlar karşılanır...
Ama giden
binlerce can,
Asla geri
gelmez gelemez...
...
Yanan
yüreklerdeki ateşler sönmeyecek,
Giden canlar
geri getirilemeyecektir...
Onlar için
artık yarınlar yok...
Hayallerine
sonsuza kadar nokta konuldu,
Umutları
silinip gitti...
Her biri
sadece kayıplar hanesine yazılıp kalacak...
Sözlerin
bittiği yer,
Hiçbir yardım
gidenleri,
Asla geri
döndüremeyecek...
Hiçbir söz,
çare, zaman yürek,
Yangınını
söndürmeye çare olamayacak,
Feryatlar
figanlar kıyamete kadar devam edecek...
...
Güzel
ülkemin, devletimin,
Bir iki günde
yaşadığı
Bu faciaya
neden olan, deprem,
Öyle büyük ve
yıkıcıydı ki;
Neden olduğu
facianın boyutları,
O kadar
büyüktü ki,
Dünya
insanlık ailesindeki,
Tüm
vicdanları kanattı,
Duyarlı
yürekleri ağlattı,
Anneler
karnındaki bebekleri,
Anneanneler,
babaanneler,
Dedeler,
büyük babaları,
Binlerce
insan uykularında yok oldu...
...
Binlerce
kişinin kuruş kuruş,
Biriktirdikleri
her şeyi,,
Bütün
yapılarını yok etti...
Maddi manevi
tüm varlıkları,
Birden
silinip yok oldu;
Zenginler
fakir fakirler,
İse daha da
yoksullaştı...
...
Biliyorum ve
inanıyorum ki;
Zaman ve
tarih bu manzara,
Karşısında
belki de,
Gözyaşları
döküyorlar
Ama hiçbir
şeyi artık,
Geri
getiremeyecekler,
Hiçbir acıya
çare olamayacak...
...
Doğal her
faciadan sonra,
Teselli
sözleri yine söylenecektir,
Suçlular
cezalandırılacak denecek,
Ama mevcut
yasalarla,
Bu sorunlar
olduğu yerde kalacak,
Balık
hafızalarımız bir süre,
Sonra her
acıyı silip atacak,
Sadece
yakınlarını kaybedenlerin,
Yüreklerindeki
ateş kıyamete,
Kadar asla
sönmeyecek...
...
Bu yapılarda
imzası olan kişilerden,
Birkaç zaman
sonra da göstermelik olarak
Cezaevine
konulacak,
Müteahhit
10-15 yıl sonra,
Ellerini
kıllarını sallayarak çıkıp gidecek...
...
Olan fakir
zengin, genç yaşlı,
Demeden
hayatları kaybolan,
Hayalleri
biten insanlara olacak...
Çünkü hayat
isimli mucize,
Sadece bir
kez elde edilebiliyor...
Sadece bir
kez yaşanabiliyor...
Ölüp gidenler
artık yok oldular,
Annesiz,
babasız kalan çocuklar,
Eşlerini
yitirenler, hayatlarını,
Kaybedenler
artık bir daha,
Hayat
sahnesine çıkamayacak...
...
Sonuç olarak;
Zaman ve
tarih bu facialar karşında,
Onlar da
belki ağlayıp gözyaşı dökecek,
Evrenin
mucizesi olan insana,
Verilen bu
zararlar karşısında utanacaktır,
Sözün bittiği
yerdeyiz...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
TER
KOKUSU...
-Herkesin
teri kendine güzel kokarmış diye bir özdeyiş var...
Peki
buradan soruyorum;
-Başkasının
ter kokusunu seven var mı?
Yanıtınızı
duyuyorum;
-Tabi
ki hayır diyorsunuz...
Günlerce
yıkanmadan sokağa çıkıp, 15-20 metrede
uzaktan duyulabilen ter korumuzla çevremizdeki insanları rahatsız etmeye,
huzurlarını kaçırmaya hakkımız var mı?
Elbette
yok...
...
Bindiğimiz,
dolmuşta, takside, belediye otobüsünde,
İşyerinde,
Hastanede,
Postanede,
Çarşıda-pazarda,
Kahvehanede,
Lokantada,
Bankada,
Kötü
ter kokunuzla insanları rahatsız etmeye hakkınız ve yetkiniz var mı?
Elbette
yok...
İşte
bundan dolayı sık sık banyo yapar, temizlenir parfümler kullanırız...
...
Uygarlığımızın
en büyük, en ileri ve gelişmiş kollarından biri de parfüm sanayidir...
Bu
sektörün tek bir amacı vardır; insanların hoş kokmalarını, bakımlı ve temiz
olmalarını hedeflemek...
Ve
kendini seven, temizliğine özen gösteren uygar insanların bu parfümlerden
düzenli şekilde kullandığını hepimiz biliyoruz...
...
Çünkü
uygar insanlar;
Her
gün düzenli şekilde duş aldıktan sonra;
Olabilecek
ter kokularını da önlemek amacıyla parfüm kullandıktan sonra sokağa çıkar...
Çok
ender bazı insanlar da gün aşırı banyo yaparlar...
Ancak
ister gün aşırı, ister günde iki kez duş alsın;
Uygar
her insanın mutlaka parfüm kullanması gerekir...
...
Bu
birey ve toplum olarak uygarlığımızın en önemli göstergesidir...
Hele
Adana da, güneş enerjisiyle ısıtılan suların bol olduğu bu memlekette;
Duş
almadan sokağa çıkmamak gerekir...
Bazı
yakınlarımızın günde iki bazen de üç kez duş alıp defalarca da parfüm
kullandıklarını biliyorum;
Çünkü
onlardan biride benim...
...
Duş
almadan sokağa çıkan,
Günlerce
banyo yapmayan,
Kötü
ve bunaltıcı ter kokuları metrelerce uzaktan duyulan,
Bu
şekilde çevresindekileri rahatsız eden insanlara uygar demek elbette
olanaksızdır...
...
Geçenlerde
kent içinde toplu taşıma yapan otobüslerinden birisindeydim...
Durakta
bekleyen yurttaşlardan birisi; otobüse bindi çok güzel giyimli, modern bir
görünümü vardı;
Ancak
daha kapıdan içeriye girerken çevreyi çok kötü ve dayanılmaz ter kokusu
sardı...
Sanki
otobüsün içine ter kokusu bombası atmıştı...
Bir
süre sonra çevreye o kadar büyük rahatsızlık vermeye başladı ki;
Her
yolcu bu kokunun kaynağını ve kimden geldiğini çevresini koklayarak belirlemeye
çalıştı...
Tüm
gözler otobüse yeni binen yolcuda birleşti...
Aman
nasıl kötü bir koku;
Aman
nasıl rahatsız edici,
Aman
nasıl mide bulandırıcıydı ki size anlatamam...
Anladım
ki insan;
Bırakın
parfüm kullanmayı;
Abartısız
söylüyorum belki bir haftadan, ya da daha uzun zamandan beri banyo
yapmamıştı...
...
Tarifi
olanaksız olan;
Otobüsteki
her insanı rahatsız eden bu kötü ter kokulu insan için şu kadarını söyleyeyim;
Tüm
yolcuların nefes almasını bile engelliyordu;
Herkes
burnunu kapatıyor ya da yüzünü başka tarafa çeviriyordu...
Ama
o kişi bunu ya hissetmiyor;
Ya
da bilinçsiz olduğu için farkında değildi,
Belki
de kasıtlı şekilde ter kokusuyla çevresini rahatsız etmekten zevk alıyordu...
Akıl
sağlığı yerinde olmasa böyle güzel ve çağını aşan marka kıyafetleri
giyinemezdi...
Ya
da yolcular bu kişinin manyak birisi olduğunu düşünüyordu...
...
Otobüs
tıklım tıklımdı...
Bu
kişi kalabalığı yararak;
Santim
santim arkaya doğru ilerliyordu...
Her
oturan ya da ayakta duran yolcu;
Burnunu
kapatıp, yüzünü diğer yana çeviriyordu...
Günlerdir
banyo yapmadan pis ter kokularıyla otobüse binip, herkesin nefesini kesecek
kadar kötü kokan bu yolcuyu;
Neredeyse
bazı yolcular bu kişiyi tutup otobüsten dışarı atmayı bile düşünüyordu...
Ama
kimsenin böyle bir yetkisi yoktu...
Kötü
ter kokulu yolcu ön kapıdan başlayarak, yavaş yavaş orta kapıya ilerledi
ilerledi;
Ayaktaki
yolcular için yapılan yukarıdaki askılıklara iki eliyle tutundu...
Koltuklarının
altındaki ter ve kokusu tüm yolcuların midesini iyice bulandırmayı sürdürdü...
Yolculardan
bir kaçı, kendilerini durakta otobüsten dışarıya atarcasına indiler...
...
Otobüs
ağır ağır gidiyordu ama ter kokusu arttıkça artıyordu...
Yolcuların
bir bölümü burnunu kapalı şekilde tutmaya devam etti...
Bazıları
şoföre şikâyet etmek istediklerini sesli olarak homurdanmaya başladılar...
Ama
otobüs o kadar doluydu ki şoföre bile ulaşmak imkânsızdı;
Adamın
ter kokuları insanları rahatsız edebileceği en yüksek noktaya zirveye
çıkmıştı...
...
Diğer
yolcular gibi; ben de nefes almakta zorlanıyordum...
İneceğim
durağa otobüsün gelmesini beklemeden inmek istiyordum...
-Ter
kokulu adam biraz benden uzak dursa diye geçiyordu içimden...
Adam
bu kez geldi başımın üstünde, iki kolu yukarıdaki askılıklara tutunup öyle
durdu...
Çok
iğrenç ter kokuysa çevreyi zehirlemeye devam etti...
...
Acil
olarak kalkıp koltuğu terk ettim;
Bu
bilinçsiz yolcudan biraz uzaklaştım...
Bu
bilinçsiz kişiyi ve çevresindekileri izlemeye devam ettim...
Yerime
yaşlıca bir bayan oturdu;
Birkaç
saniye sonra;
O
kişinin kötü kokusuna dayanamadı ki;
Yerinden
kalkıp, tıklım tıklım olan otobüste geriye doğru ilerledi...
...
Başka
bir bey oturdu;
O
da dayanamayıp birkaç saniye sonra kalkıp uzaklaştı...
...
İneceğim
yere varmadan tam İki üç durak önce kendimi otobüsten aşağıya zor attım...
Derin
derin nefes aldım...
-OHHH
dedim...
Sanki
otobüsün içinde ter kokusu yayan nükleer bir bomba patlamıştı,
Sanki
sarımsak bombası patlamıştı...
O
kadar korkunçtu kokusu...
...
Herkes
o bilinçsiz ve pis ter kokulu insanı beden diliyle protestoya devam etti;
Bazıları
homurdanarak karşı tepki gösteriyor, sessiz yüz ifadeleriyle istenmeyen kişi
ilan ediyordu ediyorlardı...
Ama
bu durum adamın umurunda değildi, anlamıyordu...
Buradan
yola çıkarak şunları söylemek istiyorum;
Her
zaman ama özellikle yaz mevsiminde;
Kimsenin
kimseyi ter kokusuyla rahatsız etmeye hakkı yok...
Kimsenin
kimseyi ter kokusuyla taciz etmeye hakkı yok...
Hele
toplu bulunulan yerlerde;
Bindiğimiz,
dolmuşta, takside, belediye otobüsünde,
İşyerinde,
Hastanede,
Postanede,
Çarşıda-pazarda,
Kahvehanede,
Lokantada,
Bankada,
Günlerce
banyo yapmadan, parfüm kullanmadan, ter kokumuzla insanları rahatsız etmeye
hakkımız var mı?
Elbette
yok...
Temiz
giyinmek,
Temiz
kokmak,
Bilinçli
ve uygar şekilde hareket etmek sorumlu her insanın uyması gereken toplumsal
kurallardır...
...
Lütfen
uygar olalım;
Lütfen
uygar davranalım,
Her
zaman ama özellikle de yaz mevsiminde duş almadan, parfüm kullanmadan sokağa
çıkmayalım,
Kötü
ve rahatsızlık veren ter kokularımızla;
Toplumda
“İSTENMEYEN İNSAN” uzak durulan, beden diliyle protesto edilen nefret edilen
insan olmayalım...
Lütfen
kibar ve nazik olalım...
Lütfen
önce kendimize;
Sonra
da çevremizdeki insanlara karşı saygılı olalım...
Kendimize
saygımız yoksa topluma saygımızdan dolayı, giyim kuşamımızla birlikte; günlerce
yıkanmamış ve pis ter kokularıyla toplumu rahatsız etmeyelim...
ABDULKUADİR
KAÇAR ADANA 2022
...
TOKLUK MU
ÖLDÜRÜR
YOKSA AÇLIK
MI?
Size bir
soru;
-İnsanı daha
çok
-Tokluk mu ya
da
-Açlık mı
öldürür?
Vereceğiniz
yanıt;
-Tokluk
insanı öldürmez,
-Tokluk
insanı yaşatır,
-Tokluk
insanı mutlu eder,
-Açlık onu
öldürür diyeceksiniz...
...
Ama öyle
değilmiş,
Yani bunun
tam tersi;
Okudukça,
öğrendikçe,
İnsan
bildiğini sandığı,
Her şeyin çok
farklı
Olduğunu
öğrenip,
Şaşırıyor...
...
Akıllı bir
insan olan
THENGNİS
diyor ki;
-İnsanlar
daima sahip,
Olduklarından
daha,
Fazlasına
daha da çoğuna,
Sahip olmak
isterler;
-Ama
yeryüzünde açlıktan
-Ölenlerin
sayısı tokluktan
-Ölenlerden
çok daha azdır;
Yani daha çok
tokluk,
Fazla yemek
insanı öldürür...
...
Aman çok
dikkat edin,
Burada aşırı
yiyerek
Ölümlerden
söz ediliyor...
...
Bir hadis-
şerif;
-İnsanın
doldurduğu
Kapların en
kötüsü
Kendi
midesidir...
...
Hani bir
özdeyiş var;
-YAŞAMAK
İÇİNMİ
YEMELİ; YEMEK
İÇİN
Mİ
YAŞAMALIYIZ?
...
Çok az insan;
Beslenmesine
dikkat eder,
Az yer çok
çalışır,
Düzenli spor
yapar,
Kilosunu
korur,
Hayat isimli
bu sahnede
Olabildiğince
uzun yaşar...
...
Yine başka
bir atasözümüz;
-CAN BOĞAZDAN
GİRER,
-AMA CAN
BOĞAZDAN ÇIKAR...
Nasıl çıkar?
Yiyeceğini,
içeceğini
Kontrol
edemezsen,
Kaç yaşında
olursan ol,
Yok
olursun...
...
Hani bir
yemek uzmanı
Şöyle demişti
gazeteci abiye,
Sağlığını
koruması için
Şu öğüdü
vermişti;
-PORSİYONLARINI
YARIYA İNDİR;
GÜNLÜK
ETKİNLİĞİNİ
İKİ KATINA
ÇIKAR...
...
Cenap
Şahabettin diyor ki;
-Karnı
açlardan çok,
Kalbi açlara
acırım...
...
S.B
Cervantes;
-Yeryüzünde
hiçbir
Gıda açlık
kadar
Lezzetli
değildir...
...
Yusuf Akçura;
-Aç insanlar
hamur gibi,
İstenen
şekil,
Ve kalıba
kolayca sokulabilir...
...
İbrahim Bin
Ethem;
-Kemale
erenler,
Ancak
midelerine
Gireni
kontrol
Etmekle
kemale
Ermişlerdir...
...
Hz. Mevlana
çeşitli
Yemeklerle
dolu sofradan
Birkaç lokma
alıp kalkarmış;
Yemesini
ısrar edenlere de;
-Bu yemekleri
çok yersem,
Onlar da beni
yer dermiş...
...
Bunlar son
günlerde okuduğum
Sözlüklerden
edindiğim
En yararlı
olduğunu,
Düşündüğüm,
bilgiler;
Karar sizin,
hayat sizin,
Uygulama
yetkisi de
Daima
kendinizde...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
TOKLUK MU
ÖLDÜRÜR
YOKSA AÇLIK
MI?
Size bir
soru;
-İnsanı daha
çok
-Tokluk mu ya
da
-Açlık mı
öldürür?
Vereceğiniz
yanıt;
-Tokluk
insanı öldürmez,
-Tokluk
insanı yaşatır,
-Tokluk
insanı mutlu eder,
-Açlık onu
öldürür diyeceksiniz...
...
Ama öyle
değilmiş,
Yani bunun
tam tersi;
Okudukça,
öğrendikçe,
İnsan
bildiğini sandığı,
Her şeyin çok
farklı
Olduğunu
öğrenip,
Şaşırıyor...
...
Akıllı bir
insan olan
THENGNİS
diyor ki;
-İnsanlar
daima sahip,
Olduklarından
daha,
Fazlasına
daha da çoğuna,
Sahip olmak
isterler;
-Ama
yeryüzünde açlıktan
-Ölenlerin
sayısı tokluktan
-Ölenlerden
çok daha azdır;
Yani daha çok
tokluk,
Fazla yemek
insanı öldürür...
...
Aman çok
dikkat edin,
Burada aşırı
yiyerek
Ölümlerden
söz ediliyor...
...
Bir hadis-
şerif;
-İnsanın
doldurduğu
Kapların en
kötüsü
Kendi
midesidir...
...
Hani bir
özdeyiş var;
-YAŞAMAK
İÇİNMİ
YEMELİ; YEMEK
İÇİN
Mİ
YAŞAMALIYIZ?
...
Çok az insan;
Beslenmesine
dikkat eder,
Az yer çok
çalışır,
Düzenli spor
yapar,
Kilosunu
korur,
Hayat isimli
bu sahnede
Olabildiğince
uzun yaşar...
...
Yine başka
bir atasözümüz;
-CAN BOĞAZDAN
GİRER,
-AMA CAN
BOĞAZDAN ÇIKAR...
Nasıl çıkar?
Yiyeceğini,
içeceğini
Kontrol
edemezsen,
Kaç yaşında
olursan ol,
Yok
olursun...
...
Hani bir
yemek uzmanı
Şöyle demişti
gazeteci abiye,
Sağlığını
koruması için
Şu öğüdü
vermişti;
-PORSİYONLARINI
YARIYA İNDİR;
GÜNLÜK
ETKİNLİĞİNİ
İKİ KATINA
ÇIKAR...
...
Cenap
Şahabettin diyor ki;
-Karnı
açlardan çok,
Kalbi açlara
acırım...
...
S.B
Cervantes;
-Yeryüzünde
hiçbir
Gıda açlık
kadar
Lezzetli
değildir...
...
Yusuf Akçura;
-Aç insanlar
hamur gibi,
İstenen
şekil,
Ve kalıba
kolayca sokulabilir...
...
İbrahim Bin
Ethem;
-Kemale
erenler,
Ancak
midelerine
Gireni
kontrol
Etmekle
kemale
Ermişlerdir...
...
Hz. Mevlana
çeşitli
Yemeklerle
dolu sofradan
Birkaç lokma
alıp kalkarmış;
Yemesini
ısrar edenlere de;
-Bu yemekleri
çok yersem,
Onlar da beni
yer dermiş...
...
Bunlar son
günlerde okuduğum
Sözlüklerden
edindiğim
En yararlı
olduğunu,
Düşündüğüm,
bilgiler;
Karar sizin,
hayat sizin,
Uygulama
yetkisi de
Daima
kendinizde...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
UMUT YAŞATIR
Umut etmek,
Umut su,
Umut nefes,
Umut beşikten
Mezara kadar,
Hayatın ta
kendisidir...
...
Dünya isimli
Bu sahnede,
Umuda ihtiyaç
duymayan
Tek insan var
mıdır?
Yanıtı
elbette ki;
-HAYIR’
dır...
...
Çünkü hayatın
Devamı
bakımından,
Umut her
insan
İçin
vazgeçilmez
Her daim de,
Öncelikli
ihtiyaçtır...
...
Umudu canlı
tutmak,
Ona ulaşmak
için
Neler
yapmalı?
Yeni bir
hayat
Bakışı
oluşturmalı,
Yeni bilinç,
Ve davranış
biçimiyle
Kendimizi
daha iyi anlamalı,
Yeni fikirler
oluşturmalı,
Günlük
yaşadığımız,
Olaylara
farklı pencerelerden
Bakıp,
bilinenlerin,
Ötesindeki
ölçülerle.
Hayatımızı
değerlendirmeliyiz...
...
Akıllı bir
insan diyor ki;
-UMUT İNSANA
BAĞIŞLANMIŞ,
EN BÜYÜK
ARMAĞANDIR...
Muhteşem bir
özdeyiş,
Muhteşem bir
atasözü...
...
Çünkü umut;
Güzel
düşündürür,
Güzel
baktırır,
Güzel
gördürür...
...
Hep iyilikler
vaat eder,
Hep
yarınlardaki
Hayallerimizi
süsler,
Yaşama
cesareti verir,
Kendimizi
sevdirir,
Özümüze
inandırır,
Hayata olan
bakış,
Gücümüzü
keşfettirir...
...
Unutulmamalı
ki;
İnsan
hayatına sadece
Umutla devam
edebilir;
Hayata onunla
tutunur,
Umut AN da
yaşatır,
AN da sonsuz
şimdidir,
Hayat AN da,
Ve
sürprizlerle doludur...
Çünkü yüzde
yüz bitecek olan,
Hayatta her
an her şey olabilir...
...
Umudumuzun
vaat ettiklerine,
Ulaşabilmek
için;
Kıskançlık,
kin, nefret,
Entrika,
hüzün, karamsarlık,
Kötümserlik,
kaygı gibi
Duygularından
kurtulmalıyız,
Hoşgörü
sınırlarımızı arttırmalıyız...
...
Her insanı
hatasından dolayı,
Ebediyen
bağışlamalı,
Hatalarını
hoş görmeli,
Barış ve
sevgi dilini kullanmalı,
Çevremizle
kenetlenip,
Her alandaki
dayanışmayı,
Güvenle ve
umutla sürdürmeliyiz...
...
Unutmayalım
ki,
Umut yaşatır
Umutsuzluk
öldürür...
Seçim insana
kalmıştır
...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
UMUTSUZLUĞA
ASLA
GEÇİT
VERMEYELİM...
Ustaya
sormuşlar;
-HER ŞEYİ
KAYBETTİK,
ŞİMDİ NE
YAPACAĞIZ?
Usta
cevaplamış;
-ÇAY KOY
YENİDEN,
BAŞLAYACAĞIZ...
...
Peyami Sefa
diyor ki;
-BU GÜN MUTLU
OL;
ÇÜNKÜ KİMSE
SENİN
ÜZGÜN OLMANI
UMURSAMIYOR...
...
Her şeye
rağmen,
Her zaman ve
her durumda,
Hayatın
koyduğu noktadan
İtibaren
yeniden ayağa kalkıp,
Her şeyi en
baştan başlamak
Gerekiyor...
...
Acıya karşı
her insanın,
Bağışıklığının
olduğu,
Bilimsel
olarak saptanmıştır;
Her şeye
yeniden başlama
İçgüdüsü onu
diğer
Canlılardan
ayırıyor...
...
Bu gün bazı
şeyleri,
Kaybetse
bile,
Cesaretle
yeniden,
İşe başlayıp
çalışması halinde
Bir süre
sonra yeniden
Kazanacaktır...
...
O nedenle
asla pes etme,
Hayata, onun
getirdiklerine,
En önemlisi
de kendine;
Hiçbir şeye
küsme,
Hayat her
şeye rağmen,
Devam
ediyor...
Anneciğimin
sözü şöyleydi;
-NE
YAPACAKSIN YAVRUM,
ÖLENLE
ÖLÜNMÜYOR...
...
Herkes her an
düşebilir,
Herkes her an
kaybedebilir,
Ama umudunu
ve cesaretini
Kaybetmediği
sürece,
İnsan hayata
ve işlerine,
Kaldığı
yerden yeniden
Kalkıp
başlaması gerekiyor...
...
Hayatın
ortaya koyduğu,
Koşulların
boyutları,
Ne kadar
büyük, acımasız
Olsa da
kendine daima inan,
Güven,
özünden aldığın
Güçle yeniden
ayağa
Kalkmada asla
tereddüt etme...
...
Hangi
kültürde, çağda,
Ne yaşarsan
yaşa,
Neyle
karşılaşırsan karşılaş,
Unutamazsın
ama,
Bir süre
sonra alışırsın...
...
Akıllı bir
insan diyor ki;
İNSAN ÖNÜNDE
SOUNDA HER
ŞEYE
ALIŞIR...
...
Ayrıca
kaybedilen her şey,
Önce acı
verir,
Ama paha
biçilemeyen
En büyük
deneyim kazandırır...
GEÇMEZ
DEDİĞİN
BÜTÜN
ACILARA,
BAĞIŞIKLIK
KAZANDIRIR...
...
Acını elbette
yaşa
Ama ona sakın
teslim olma;
Daha önceleri
de
Düştün ama
yeniden,
Ayağa
kalktın...
Bundan sonra
da
Aynısını
yapabilirsin inan...
...
Hemen hatırla
ki;
Hayat
sahnesinde
Bu güne
kadar,
Ne kadar
büyük engelleri
Aşıp zaferler
kazandın...
...
Şemsi
Tebriz-i şöyle sesleniyor;
-KALK
SİLKELEN
KENDİNE GEL;
UMUTSUZLIĞA
SARILMA;
UMUTSUZLUK
ŞEYTANDAN,
ÜMİT ETMEK,
ALLAHTANDIR...
...
İçindeki
umuda daima inan,
Kendi gücüne
her zaman güven,
Sana olumsuz
şeyler söyleyen,
Karamsar ve
kötümser
İnsanları
hayatından,
Hemen acil
olarak çıkar...
...
Umutsuzluğa
Asla geçit
verme...
Her şeye
rağmen,
Yaşam tüm
hızıyla
Devam ediyor
edecek,
İnancını bir
saniye yitirme;
Yine baharlar
gelecek,
Yine çiçekler
açacak...
Abdulkadir
Kaçar Adana2023
UTANAN İNSANIN
YÜZ AYNASI...
İnsanlar
kolayca ikiye ayrılır;
1-Geçmişinden
utanan insan,
2-Geçmişinden
utanmayan insan...
...
Her insanın
yüzü geçmişini,
Gittiği her
ortamda her yerde,
İnsanlara,
açık seçik,
Gösteren asla
kontrol
Edemediği
bilinçaltının,
En sihirli
yüz aynasıdır...
...
Geçmişi
iyiliklerle dolu olanların
Yüzleri o
kişinin mutluluğunu,
Tüm dünyaya,
onurla,
Ve büyük
gururla sunar;
-Bu kişi çok
iyidir,
-Bu kişi çok
dürüsttür,
-Çok iyilik
yaptı,
-Kimseye
zararı vermedi diye yansıtır...
...
Ama geçmişi
hile, hainlik,
Sinsilik
olanların yüzlerinde
Mutsuzluk,
huzursuzluğu da,
Tüm onu
çevresindekilerce
Aşağılatacak
biçimde yansıtır...
...
Yüz aynası
geçmişinde
Diğer dürüst
insanlara,
Yaşattığı
olumsuzluklarını,
Yansıttığında
o kişi utanır,
-Yer yarılsa
da yerin dibine
-Girsem diye
kaçacak delik arar,
Ama artık bu
mümkün değildir...
Yüz aynası
geçmişinin,
Bir tür
silinmez,
Kara kutusunu
açıp,
Gittiği her
yerde o kişiyi,
Tüm dünyaya
ifşa eder...
Geçmişinden
utanan kişi,
Acılar içinde
çırpınır,
Ama yüz
aynasının
Görevini
yapmasını engelleyemez...
...
Geçmişinde
insanlara sinsice,
Ve hiç
hissettirmeden,
Yaptığı,
haksızlık, hile ve ayak
Oyunlarının
yüzündeki
Aynada herkes
tarafından
Açık seçik
görüldüğü için
Kişi toplum
içine giremez,
Ruhsal
durumunu,
Hiç kimse
görmesin
Diye
insanların içine,
Çıkmaya
korkup saklanır...
...
Geçmişinin
kara kutusu,
Artık onun
efendisi olmuştur,
Artık gittiği
her yerde
Konuştuğu her
insana,
O kişinin her
türlü pisliğini,
Sonuna kadar
açıp gösterir...
...
Geçmişinde
yaptığı her,
Olumsuzluk ve
kötülük,
Kayıtlarını
net olarak,
Bilinçaltından
yüzüne yansıyarak,
Yaptığı
olumsuzlukları
Herkes
tarafından görünen,
İnsan çok
istemesine karşın,
İçinin yüz
aynasında ifşasını,
Bilinçaltındaki
olumsuz,
Kaygı ve
korkularını insanlara,
Yansıtmasını
ömür boyu,
Asla ve kata
engelleyemez...
...
Geçmişinde
bilinçli şekilde,
Kıskançlık,
hile, insanların,
Her türlü
işini haince engelleme,
Entrika, kin,
dalga geçme,
Nefret,
intikam, ayak oyunları,
Dürüst ve
masum insanlara
Haksızlık
yapma, hakkını yeme,
İftira atma,
gibi hainliklerinin,
Herkes
tarafından somut olarak,
Görünen
kayıtlarıyla,
Yaşamak
zorunda olan insan,
Geçmişinden
sürekli utanır,
Ama tek bir
kaydının bile,
İnsanlar
tarafından görülmesini,
Engelleyemeyecektir,
Bu nedenle
gittiği her yerde,
Ya da
toplumdan uzak durup,
Utanmasının
nedeni
Somut olarak
budur...
...
Girdiği her
ortamda,
Kendi engel
olmak istese bile;
Yüz aynası
onu insanlara
Şöyle
yansıttığına inanır;
-Ben
güvenilmeyen insandım,
-Ben hep hile
yaptım,
-Ben
kişiliksizim,
-Ben
insanları kıskandım,
-Ben
insanlarla dalga geçtim,
-Ben
insanlara iftira attım,
-İşlerini
kasıtlı engelledim,
-Ben pişmiş
aşlarını su katım,
-Ben ayak
oyunuyla olacak,
-Her güzel
şeylerini bozdum,
-Ben
sahtekârım der...
...
Utanan insan
bu kayıtlarını,
Yüzündeki
yansıtmasıyla
Gittiği
ortamda yerin dibine girer
Yıllarca
gizlediği,
Bilinçaltındaki
kirli çamaşırları,
Ve yaptığı
hilelerini
Diğer
insanlar tarafından
Yüz aynasında
görüleceğini
Anladığından
daima korkarak
İnanılmaz
şekilde ürkerek,
Toplumdan
uzak yaşar...
...
Bu kişi
zorunlu olduğu,
Sosyal
ortamlardan
Bile kaçıp
uzak durur,
Girdiği
ortamlarda
Yüzüne her
saniye bin maske
Taksa da
geçmişte insanlara
Yaptığı
hainliklerin,
Ruhundaki
olumsuzluklarının,
Yüzüne
yansımasını gizleyemez...
...
Ekonomik ve
sosyal konumu,
Ne olursa
olsun,
Hangi çağda
yaşarsa yaşasın,
Kaç yaşında
olursa olsun,
Yaptıklarından
ömür boyu,
Utanarak
herkesten kaçarak,
Kapalı
kapılar arkasına,
Yaşamaya
kendini,
Mahkûm
eder...
...
Hele de
günümüzde,
İnternet,
bilgisayar sayesinde,
Uzaktan bile
herkesin,
Geçmişindeki
ihanetlerinin,
Gittiği her
yerde,
Yüz aynasında
rahatlıkla,
Görünüp
okuyabilmesini,
Artık
kesinlikle engelleyemez...
...
Bu kişinin
bilinçaltındaki,
Yıkım, yok
oluş, pişmanlık,
Endişe,
kaygı, kişiliksizlik,
Mutsuzluk,
korkaklık,
Ve
ürkeklikleri, hainliklerinin,
Kayıtları yüz
aynasından,
Yedi kolda
nehirler gibi,
Tüm dünyaya
aralıksız akar,
Herkes
tarafından,
Açık seçik
görülmeye
Ömür boyu
devam eder...
...
Geçmişin de
yaptığı hileler,
Olumsuzluklar
kayıtlar,
Yüz aynası
tarafından ortaya,
Ortalığa
saçıldığı için,
Kişi önce
kendinden,
Sonra da
toplumdan,
Köşe bucak
kaçıp saklanacak,
Yer arar,
daha da ötesinde
KENDİNDEN
NEFRET EDEREK
Zorunlu
şekilde hayatını,
İstemeden acı
içinde sürdürür...
...
Doğuştan
gelen sorunlu kişiliği,
Entrikacı,
alaycı, olgunlaşmamış,
Kimliğiyle,
ret edilen tavır,
Ve ham
davranışı,
Onu her zaman
istenmeyen,
Herkesçe uzak
durulan,
Basit,
sıranın da altındaki,
En değersiz
insan yapar...
...
Tabutunu
taşıyacak kişilerin
Bile
kendinden tamamen,
Kaçarak uzak
durduğu,
Bu kişi hayat
sahnesinde,
Büyük acı,
pişmanlık,
Ve
olgunlaşmamış,
Her yaşındaki
kaypak kişiliği,
Aldığı
beddualarla,
Sessiz
sedasız ölüp gider...
...
Tarih ve
zaman kendinden,
UTANAN
İNSANIN
Yaşadığına
dair hiçbir,
Kayıt tutmaz;
buna gerek duymaz,
Onu doğmamış,
yaşamamış sayar...
...
UNTANMAYAN
İNSAN MI?
Dürüst, mert,
çalışkan, onurlu,
Başı dik,
alnı açık, güven veren,
Her şeyiyle
kendinden emindir...
Tarih ve
zaman onunla gurur duyar,
Toplum önünde
saygıyla eğilir...
ABDULKADİR
Kaçar Adana 2023
ÜÇ POLİTİKACININ
GENÇLİK SIRLARI...
-İnsan
kendine güveni kadar genç,
-Kuşkusu
kadar yaşlı,
-Cesareti
kadar genç,
-Korkuları
kadar yaşlıdır...
...
Bu gezegende
yaşayan,
Akıllı kişi,
günümüz insanını,
Bu şekilde
tanımıyor;
Muhteşem bir
tanımlama
Çok doğru,
isabetli,
Somut ve
matematiksel bir sonuç...
...
Yukarıdaki
tanıma uyan üç politikacıdan
Söz etmek
istiyorum;
Unutamadıklarımın
başında;
Adana’nın
efsane politikacılarından
Kasım Gülek
gelir;
O söyleşide
şöyle demişti;
-90 YAŞINDA
NİCE DELİKANLILAR,
-18 YAŞINDA
NİCE YAŞLILAR GÖRDÜM...
...
Yıllarca çok
yakından izlediğim,
Bu politikacı
her anında,
Büyük bir
özgüvene sahipti,
Her anında
pozitifti;
Her sözü ise
yaşama aşkıyla doluydu,
Her güzel
düşünen, güzel gülümseyen,
Her an
kendindeki evrensel derinliği,
Keşfetmeyi
aralıksız sürdüren
Muhteşem bir
kişiliğe sahipti...
...
Kendine
özgüveni olan bu örnek insanın;
Hayat
enerjisinin düşmediğini,
Yaşama olan
tutkusunun asla azalmadığını,
Aksine tam
tersine daha da,
Çok arttığını
hayretle gözlemiştim...
...
Özgüveni
muhteşem ve çok büyük olan;
İkinci Kasım
Büyüğümüz ise,
Kasım
Ener’di...
İnönü
Churçhill buluşmasında,
Adana
belediye başkanıymış...
...
Kasım Amcayı
evinde,
Defalarca
ziyaret ettim,
Her
konuşmasını teybime kayıt ettim,
O da 80 ve
90’lı yaşlarında,
Olmasına
karşın,
Yaşama
özgüveni çok yüksek,
Yaşama aşkı
ve sevinciyle doluydu...
(Her iki
Kasım büyüğümün
Ses kayıtları
da 2016 da arşivimi
Bağışladığım
Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesinde bulunuyor)
...
Bu kentte
yaşayanlar arasında
Özgüveninin
yüksekliği sayesinde,
Tamı tamına 5
kez Adana
Büyükşehir
Belediye Başkanı,
Seçilen kişi
de Aytaç Duraktır...
Onda da
yaşama sevinci,
Hayat
enerjisi kendinden önceki,
Adanalı iki
politikacı gibi,
İnanılmaz
şekilde oldukça fazladır...
Allah
sağlıklı uzun ömürler versin...
...
1938 doğumlu
olan Aytaç Başkanın
Yaşama
sevinci, kent için,
Neler
yapabilir konusundaki,
Proje
üretmeyi sürdürmesi
Dahası
ulaşılmaz ve şahanedir...
Düşünceleri
hala güncel,
Muhteşem bir
bilgi,
Ve deneyim
birikime sahip...
...
Bu üç
politikacının uzun yaşama
Konusundaki
sırlarının başında,
Yukarıda
akıllı insanın belirtildiği gibi;
Özgüvenleri,
bitmeyen İdealleri,
Her gün
farklı bir şeyler düşünüp,
Keşfetmeleri,
olumlu düşünmeleri
Yaşama
istekleri ve sevinçleri muhteşemdi...
...
O nedenle
yaşadıkları dönemlerinin
En çalışkan,
en üretken,
En başarılı
kişileri olmuştur;
Onların
yaşlılık sırlarının,
Bu
özelliklerinden kaynaklandığına
Bu gün dünden
daha çok inanıyorum...
...
Uzun yaşama
konusunda akıllı insan
Şunları da
söylüyor;
-Hiç kimse
uzun yaşamış,
Olmakla
yaşlanmaz,
İnsanı
yaşlandıran,
İdeallerinin
bitmesidir,
Kalbi
sevdikçe, neşe duydukça,
Beyni bir
şeyler,
Keşfettikçe
herkes gençtir...
...
Yukarıda
sayılan özgüveni,
Oldukça
yüksek üstün özellikleri;
Aytaç Durak
başkanda gördüm...
Kasım Gülek
ve Kasım Ener gibi
Adanalı
politikacılarda da gözlemledim...
...
Akıllı insan
yaşlılık konusunda devam ediyor;
-İnsanlar
yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
-OYSA
YAŞAMADIKÇA YAŞLANIRLAR...
İnsan yaşlı
olmaya karar
Verdiği gün
yaşlanır...
...
Sonuç olarak;
Gençlik bir
hayat devresi,
Değil akıl
halidir,
Yıllar cildi
buruşturabilir,
ANCAK RUH
HEYECANININ
BİTİŞİYLE
BURUŞUR...
...
Cildiniz
buruşsun ama ruhunuz,
Asla
heyecanını yitirmesin, buruşmasın...
Üç
politikacının hayatı örnek olsun...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
ÜÇ POLİTİKACININ
GENÇLİK SIRLARI...
-İnsan
kendine güveni kadar genç,
-Kuşkusu
kadar yaşlı,
-Cesareti
kadar genç,
-Korkuları
kadar yaşlıdır...
...
Bu gezegende
yaşayan,
Akıllı kişi,
günümüz insanını,
Bu şekilde
tanımıyor;
Muhteşem bir
tanımlama
Çok doğru,
isabetli,
Somut ve
matematiksel bir sonuç...
...
Yukarıdaki
tanıma uyan üç politikacıdan
Söz etmek
istiyorum;
Unutamadıklarımın
başında;
Adana’nın
efsane politikacılarından
Kasım Gülek
gelir;
O söyleşide
şöyle demişti;
-90 YAŞINDA
NİCE DELİKANLILAR,
-18 YAŞINDA
NİCE YAŞLILAR GÖRDÜM...
...
Yıllarca çok
yakından izlediğim,
Bu politikacı
her anında,
Büyük bir
özgüvene sahipti,
Her anında
pozitifti;
Her sözü ise
yaşama aşkıyla doluydu,
Her güzel
düşünen, güzel gülümseyen,
Her an
kendindeki evrensel derinliği,
Keşfetmeyi
aralıksız sürdüren
Muhteşem bir
kişiliğe sahipti...
...
Kendine
özgüveni olan bu örnek insanın;
Hayat
enerjisinin düşmediğini,
Yaşama olan
tutkusunun asla azalmadığını,
Aksine tam
tersine daha da,
Çok arttığını
hayretle gözlemiştim...
...
Özgüveni
muhteşem ve çok büyük olan;
İkinci Kasım
Büyüğümüz ise,
Kasım
Ener’di...
İnönü
Churçhill buluşmasında,
Adana
belediye başkanıymış...
...
Kasım Amcayı
evinde,
Defalarca
ziyaret ettim,
Her
konuşmasını teybime kayıt ettim,
O da 80 ve
90’lı yaşlarında,
Olmasına
karşın,
Yaşama
özgüveni çok yüksek,
Yaşama aşkı
ve sevinciyle doluydu...
(Her iki
Kasım büyüğümün
Ses kayıtları
da 2016 da arşivimi
Bağışladığım
Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesinde bulunuyor)
...
Bu kentte
yaşayanlar arasında
Özgüveninin
yüksekliği sayesinde,
Tamı tamına 5
kez Adana
Büyükşehir
Belediye Başkanı,
Seçilen kişi
de Aytaç Duraktır...
Onda da
yaşama sevinci,
Hayat
enerjisi kendinden önceki,
Adanalı iki
politikacı gibi,
İnanılmaz
şekilde oldukça fazladır...
Allah
sağlıklı uzun ömürler versin...
...
1938 doğumlu
olan Aytaç Başkanın
Yaşama
sevinci, kent için,
Neler
yapabilir konusundaki,
Proje
üretmeyi sürdürmesi
Dahası
ulaşılmaz ve şahanedir...
Düşünceleri
hala güncel,
Muhteşem bir
bilgi,
Ve deneyim
birikime sahip...
...
Bu üç
politikacının uzun yaşama
Konusundaki
sırlarının başında,
Yukarıda
akıllı insanın belirtildiği gibi;
Özgüvenleri,
bitmeyen İdealleri,
Her gün
farklı bir şeyler düşünüp,
Keşfetmeleri,
olumlu düşünmeleri
Yaşama
istekleri ve sevinçleri muhteşemdi...
...
O nedenle
yaşadıkları dönemlerinin
En çalışkan,
en üretken,
En başarılı
kişileri olmuştur;
Onların
yaşlılık sırlarının,
Bu
özelliklerinden kaynaklandığına
Bu gün dünden
daha çok inanıyorum...
...
Uzun yaşama
konusunda akıllı insan
Şunları da
söylüyor;
-Hiç kimse
uzun yaşamış,
Olmakla
yaşlanmaz,
İnsanı
yaşlandıran,
İdeallerinin
bitmesidir,
Kalbi
sevdikçe, neşe duydukça,
Beyni bir
şeyler,
Keşfettikçe
herkes gençtir...
...
Yukarıda
sayılan özgüveni,
Oldukça
yüksek üstün özellikleri;
Aytaç Durak
başkanda gördüm...
Kasım Gülek
ve Kasım Ener gibi
Adanalı
politikacılarda da gözlemledim...
...
Akıllı insan
yaşlılık konusunda devam ediyor;
-İnsanlar
yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
-OYSA
YAŞAMADIKÇA YAŞLANIRLAR...
İnsan yaşlı
olmaya karar
Verdiği gün
yaşlanır...
...
Sonuç olarak;
Gençlik bir
hayat devresi,
Değil akıl
halidir,
Yıllar cildi
buruşturabilir,
ANCAK RUH
HEYECANININ
BİTİŞİYLE
BURUŞUR...
...
Cildiniz
buruşsun ama ruhunuz,
Asla
heyecanını yitirmesin, buruşmasın...
Üç
politikacının hayatı örnek olsun...
Abdulkadir
Kaçar Adana 2023
ÜRYAN GELDİN
YİNE ÜRYAN
GİDERSİN...
Beşik sorar;
-Nereden?
Kefen sorar;
-Nereye?
Şimdi düşün;
Şu anda
hayatının her anını kolaylaştıran,
Yaşama
refahını arttırıp,
Vazgeçmeyeceğin
konforunu sağlayan,
Maddi manevi
neyin var?
...
Peki, bu gün
sahip olduğun
Bu
değerlerden, hangilerini,
Bugünkü
hayata gelirken getirdin?
...
Peki, belki
de uğruna canını
Verebileceğin
bu değerlerden,
Hangisini
dünyadan ayrılıp
Giderken
yanında mezara götüreceksin?
...
Yanıt
veriyorum;
Hiç birini
birlikte getirmedin,
Giderken de
tek birini dahi götüremeyeceksin...
Yani
üryan-çırılçıplak-geldin,
Yine üryan
gideceksin...
...
Akıllı bir
insan şöyle diyor;
-Hayata
gelirken yatımda getiremediğim,
Giderken de
götüremeyeceklerim için,
Üzülmüyorum,
canımı sıkıp moralimi bozmuyorum...
...
Tamamen
evrensel olan,
Bu doğal yasa
dünya insanlık
Ailesinin 8
milyar bireyi için de geçerlidir...
...
Şöyle bir
düşünün;
Ana rahminden
çıkıp,
Dünya
gezegenine,
Ayak basarken
örneğin,
Yanında
şunlardan hiç biri yoktu;
Para,
ayakkabı, giysi,
Mutfak
eşyası, buzdolabı,
Ev, çamaşır,
bulaşık makinesi,
Siyasi makam,
ekonomik güç,
Arsa, tarla,
bağ, bahçe,
İtibar,
kariyer, diploma,
Kullandığın
teknolojik vs
Bu yanında
var mıydı?
Elbette
yoktu...
...
Yine ana
rahminden çıkarken,
Dert, keder,
hüzün, sorun, sıkıntı,
Bunalım,
kaygı, karamsarlık,
Kötümserlik,
aşk, sevda,
Sevgi, saygı
vs var mıydı?
Bunlar da
elbette yoktu...
...
Tüm bu
değerleri burada yani,
Hayat isimli
sahnede edindin...
Giderken
bunlardan bir tekini,
Bile
götüremeyeceksin,
Tam bir
tiyatro sahnesin olan,
Dünyada neye
sahip olduysan,
Giderken
hepsi burada kalacak...
...
Adam ölürken
oğluna;
Bir ders
vermek için şöyle demiş;
-Oğlum beni mezara çorabımla gömün...
Cenaze
töreninde hoca doğal olarak,
Karşı çıkıp
buna izin vermemiş...
...
Babanın
oğlundan çıkartması,
Gereken ders
şu;
-Neye sahip
olursan ol,
Tüm dünya
senin de olsa
Giderken
hiçbir şeyi yanında
Götüremeyeceksin,
Çünkü
gelirken hiçbir şey
Getirmedin,
giderken de götüremeyeceksin...
...
Burada
edindiğin,
Dünya malı
olan,
Mal, mülk,
eşya,
Her şey için,
Asla mutsuz
olma,
Bak ben bir
çift çorabı bile,
Yanımda
götüremedim,
Dünya malı
için kimseyi kırma,
Kimseyi asla
incitme,
Aç gözlü
davranma,
Sahip
olduklarınla yetin,
İnsanların
gönüllerinde yer bul,
En büyük
zenginliğin bu olsun...
...
Büyük Yunus
emre diyor ki;
-ANA
RAHMİNDEN İNDİK
PAZARA; BİR
KEFEN ALDIK
DÖNDÜK
MEZARA...
Yani hayatın
çok kısa olduğunu,
Hiçbir şey
için üzülmeye,
Değmeyeceğini
anlatmış
Büyük usta...
...
Sadece bir
kez deneme şansı bulduğun,
Hayatında her
şey geçici ve biticidir,
Yaşamın nihai
hedefi olan mutluluğa
Ulaşıp yüzde
yüz bitecek,
Bu serüvende
onu yaşamak gerekir...
...
Bunun için
daima aklını geliştir,
Doğru ve
yerinde kullan,
Daima
özgüvenini arttır,
Erdemli
davran,
Kendini ve
çevreni mutlu etmeyi başar...
...
Tekrarı,
deneme şansı,
Ertelemesi
mümkün olmayan,
Hayat her
insanın kendine ait,
Mucize
ülkesidir,
Bu varlığının
kralı sensin...
...
Mutlu olmak
için kendine,
Özgü akılcı
kurallarını koy,
Erdemli
davran, adaletli ol,
Çalma, insana
zarar verme,
Kavga etme,
dövme, öldürme...
...
Başkalarının
kural ve sınırlarına,
Bağlı olarak
yaşama;
Onların
sunduğu mutluluk,
Zaten
mutluluk olamaz,
Seni de mutlu
etmez...
...
Sahip olmak
ve bulmak istediğin,
Her şey senin
yüreğinin
Derinliklerinde
fazlasıyla var...
Kendine
odaklan an da yaşa,
İçinde
yaşadığın bu gününü değerlendir,
Hayatında
hiçbir şeyi erteleme
İşine aşkla
bağlan ve çok çalış;
Bir söz şöyle
der;
-HAYATININ
EFENDİSİ OLABİLMEK
İÇİN İŞİNİN
KÖLESİ OL...
...
Ömrün boyunca
her daim,
B, C, Ç den
başlamak üzere,
Z’ ye kadar
sayısız senaryon ve
Planlarını
daima hazır tut...
...
Seni mutsuz
eden, aşağıya çeken,
Zamanını ve
enerjini çalanları,
Hayatından
hemen çıkar at...
...
Kimseyi asla
kıskanma,
Dedikodu
silahıyla insanlar
Zarar verme,
Daima kendi
olanaklarınla yetin,
Sahip
olduklarınla sevin,
Olmadıkların
için asla üzülme,
O zaman
kimseden korkmadan,
Özgürce
yaşarsın...
...
Ayrıca
mutluluğa giden her yol,
Düşük
beklentilerden geçer unutma...
...
Akıllı bir
insan yine şöyle diyor;
-MUTLU
OLMANIN YOLU
HAYATTAN
BEKLENTİNİ
DÜŞÜK
TUTMAKTIR;
YOKSA
KANADINDAN VURULMUŞ,
KUŞA
DÖNERSİN...
...
Unutmaman
gereken başka
Önemli şey de
şudur;
Ne kazanırsan
kazan,
Hangi güç ve
makama ulaşırsan ulaş,
Hangi siyasi
gücü elde edersen et,
Gelirken
hiçbir şey getirmediğin gibi;
Sahip
olduklarını da,
Burada
bırakıp gideceksin...
...
Getirmediklerin
ve
Götüremeyeceklerin
için,
Canını asla
sıkma,
Mutlu olmaya
çalış...
...
Sonuç olarak,
Anandan üryan
geldin, üryan gideceksin...
...
Bu bilgeliğe
ulaş,
Mutlu yaşa
nokta...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
YAŞLANABİLMEK
HAYATIN
ZİRVESİDİR...
Küçük bir
soru;
-Sizce
yaşlanmak düşkünlük mü?
-Zavallılık
mı?
-Hayatta
sırtını dönmek mi?
-Her şeyden
vazgeçmek mi?
-İnsanın
kendine yük olması mı?
-Yaşlılık
mutsuzluk mu?
-Yaşlılık
yolun sonu mu?
...
Bu sorulara
ne gibi yanıtlar
Verdiniz
bilemiyorum;
Yapılan
bilimsel araştırmalara
Göre durum
net olarak şudur;
-YAŞLANMAK
HAYATIN
ZİRVESİDİR...
...
Bu konuda
Prof. Dr. Osman,
Müftüoğlu
diyor ki;
-YAŞLANMAK
HUZUR,
DİNGİNLİK,
KEYİF
DÖNEMİDİR...
...
Ama bunun
için sağlıklı,
Sağlıklı,
başarılı yaşlanma,
Sadece uzun
yaşamak için değil,
Daha
akıllıca, iyi yaşlanıp,
Beynimizi,
zihnimizi,
Ruhumuzu ve
bedenimizi yaşlılıkta
Canlı tutmak,
gerekiyor...
...
Bunun için
yaşlanmaktan,
Korkmak
yerine üstüne
Bilinçli
şekilde gitmek gerekir;
Yaşlılığı bir
halsizlik,
Yorgunluklarla
dolu bir
Zaman dilimi
olmaktan çıkartıp,
Ömrümüzün her
döneminde
Olduğu gibi
yaşlılık döneminde de,
Hastalıklarla
geçen zaman
Dilimlerini
en azda tutmak,
Gerekir...
...
İnsan ömrünün
uzaması,
Yaşlılığı bir
son değil,
Bir zirve
haline getirmeyi,
Ortak
sorumluluğumuz
Haline
dönüştürmektedir...
...
Yaşlılıkla
mutsuzluk
Asla
birbiriyle eş olamaz...
Çünkü hayatın
nihai hedefi
Her insan
için mutlu olmaktır;
Kültürel ve
kişisel bir algı,
Bir duygu
yaklaşımıdır...
...
Nüfus
kâğıtların da yazılı
Yaşlarına
oranla daha geç
Ama iyi
yaşlanan, özellikle
Biyolojik ve
psikoloji yaşlarını
Daha genç ve
sağlıklı tutmak,
İsteyenler
için vazgeçilmez
Kural;
bedensel egzersizin biyolojik,
Yaşınızı
küçültebileceğini,
Psikolojik
yaşlanmanızı geciktirebileceğini,
Unutmayın...
...
Özellikle
çeşitli akıl oyunlarını
Arttırarak
beyninize yeni ilişkiler,
Kurabilme
becerisi kazandırmak
Güçlendirecektir...
Özellikle
50’li yaşlardan sonra,
Akıl
oyunlarının mutlaka denenmesi
Öneriliyor...
...
Abdulkadir
Kaçar... Adana 2023
YAŞLANABİLMEK
HAYATIN
ZİRVESİDİR...
Küçük bir
soru;
-Sizce
yaşlanmak düşkünlük mü?
-Zavallılık
mı?
-Hayatta
sırtını dönmek mi?
-Her şeyden
vazgeçmek mi?
-İnsanın
kendine yük olması mı?
-Yaşlılık
mutsuzluk mu?
-Yaşlılık
yolun sonu mu?
...
Bu sorulara
ne gibi yanıtlar
Verdiniz
bilemiyorum;
Yapılan
bilimsel araştırmalara
Göre durum
net olarak şudur;
-YAŞLANMAK
HAYATIN
ZİRVESİDİR...
...
Bu konuda
Prof. Dr. Osman,
Müftüoğlu
diyor ki;
-YAŞLANMAK
HUZUR,
DİNGİNLİK,
KEYİF
DÖNEMİDİR...
...
Ama bunun
için sağlıklı,
Sağlıklı,
başarılı yaşlanma,
Sadece uzun
yaşamak için değil,
Daha
akıllıca, iyi yaşlanıp,
Beynimizi,
zihnimizi,
Ruhumuzu ve
bedenimizi yaşlılıkta
Canlı tutmak,
gerekiyor...
...
Bunun için
yaşlanmaktan,
Korkmak
yerine üstüne
Bilinçli
şekilde gitmek gerekir;
Yaşlılığı bir
halsizlik,
Yorgunluklarla
dolu bir
Zaman dilimi
olmaktan çıkartıp,
Ömrümüzün her
döneminde
Olduğu gibi
yaşlılık döneminde de,
Hastalıklarla
geçen zaman
Dilimlerini
en azda tutmak,
Gerekir...
...
İnsan ömrünün
uzaması,
Yaşlılığı bir
son değil,
Bir zirve
haline getirmeyi,
Ortak
sorumluluğumuz
Haline
dönüştürmektedir...
...
Yaşlılıkla
mutsuzluk
Asla
birbiriyle eş olamaz...
Çünkü hayatın
nihai hedefi
Her insan
için mutlu olmaktır;
Kültürel ve
kişisel bir algı,
Bir duygu
yaklaşımıdır...
...
Nüfus
kâğıtların da yazılı
Yaşlarına
oranla daha geç
Ama iyi
yaşlanan, özellikle
Biyolojik ve
psikoloji yaşlarını
Daha genç ve
sağlıklı tutmak,
İsteyenler
için vazgeçilmez
Kural;
bedensel egzersizin biyolojik,
Yaşınızı
küçültebileceğini,
Psikolojik
yaşlanmanızı geciktirebileceğini,
Unutmayın...
...
Özellikle
çeşitli akıl oyunlarını
Arttırarak
beyninize yeni ilişkiler,
Kurabilme
becerisi kazandırmak
Güçlendirecektir...
Özellikle
50’li yaşlardan sonra,
Akıl
oyunlarının mutlaka denenmesi
Öneriliyor...
...
Abdulkadir
Kaçar... Adana 2023
YAZ
HIRSIZLARINA DİKKAT...
Yaz mevsimi
geldi, sıcaklar bastırdı...
Harıl harıl
terlemeye başladık...
Okulların
tatil olması,
Üniversitelerin
tatil olması,
Yazlıkçıların;
denize – yaylaya, öğrencilerin memleketlerine dönmesi;
Evleri yine
yaz hırsızlarının hedefi haline getirecek...
Yaz
hırsızlarının iştahını kabartacak...
…
Yaz
hırsızları da tıpkı tatilciler gibi; sıcakların bastırmasını;
Kentlerin
boşalmasını,
Evlerin terk
edilmesini,
Dört gözle
bekliyorlar...
Ancak;
yapılan araştırmalara göre; zengin evleri yaz hırsızlarını iştahını daha da çok
kabartıyormuş...
Hırsızlar,
hangi varsılın evine gireceklerini belirlerken de şunlara dikkat ediyorlarmış;
Genellikle
evlerin lüks semtlerde olması;
Posta
kutularında biriken mektupla,
Gece yanmayan
ışıklar,
Cevapsız
kalan kapı zilleri
Hedef
belirlemekte en son yöntemler oluyormuş…
…
Polisin tüm
çabalarına karşın; yaz aylarında hırsızlık olaylarında büyük artışlar
gözlemleniyor...
Tatil dönüşü
soyulmuş evle karşılaşmamaları için;
Emniyet Genel
Müdürlüğü yurttaşları uyarıyor...
Basit bazı
önlemlerle evlerinin soyulmasının önlenebileceğini belirtiyor...
İşte; yazın
evlerini bırakıp, denize, yaylaya, ya da diğer kentlerdeki yakınlarının – anne
– babalarının yanına gideceklere öğütler şöyle;
23 Maddeden oluşan; bu altın öğütleri uygularsanız;
Evinizin
soyulmasını,
Büyük ölçüde
önlemiş olacaksınız...
Emniyet Genel
Müdürlüğünün; hırsızlara karşı alınmasını istediği 23 altın öğüdü şöyle;
1-Kapı ve
pencerelerinizi iyice kilitlemeden evden çıkmayın... Özellikle kapılarınızı
çift turlu olarak kilitlediğinizden emin olun...
2- Uzun süre
evden ayrı kalacaksanız; komşularınıza ne zaman döneceğinizi, gideceğiniz yerin
adresini ve telefon numarasını bırakın...
3-Değerli
eşya ve mücevherlerinizi yanınıza alın ya da banka kasasına koyun...
4-Kısa süre
sonra dönecekseniz evin ışıklarından bazılarını açık bırakın...
5-Seyyar
satıcı veya pazarlamacı gibi çeşitli bahanelerle evinize girmek isteyenleri
sakın içeriye almayın...
6-Evinizin
zili çaldığında tanımadığınız birisini soran şüpheli şahısları polise
bildirin...
7-Apartman
giriş kapısını sürekli kapalı tutun...
8-Tanımadığınız
kişilere apartman giriş kapısını açmayın...
9-Hırsızlar
kapıları sert bir cisimle kırarak evlere girdiğinde, gürültü duyduğunuzda
komşunuzun kapısını kontrol edin...
10-Zemin kat
ve birinci katta oturuyorsanız – pencere ve balkon kapılarını açık
bırakmayın... İki turlu kilitleyin...
11-Hırsızın
girebileceği yükseklikte pencere ve balkon kapılarına demir parmaklık
yaptırın...
12-Hırsızların
pencereleri tornavida gibi aletlerle birkaç saniyede açtıklarını unutmayın...
13-Çarşaf ve
battaniyeye sarılmış halde eşya taşıyanları gördüğünüzde polise bildirin...
14-Evinizdeki
küçük çelik para kasalarını gizli bir yere monte ederek saklayın...
15-Hırsızın
ilk baktığı yer yatak odalarıdır; değerli eşyalarınızı evin değişik yerlerine
saklayın...
16- Tatile
gittiğinizde posta kutusunun anahtarını komşunuza bırakın; hırsızlar özellikle
posta kutusu dolu daireleri seçer...
17-Semt
Pazarlarının kurulduğu günlerde o civarda daha fazla hırsız olabileceğini
unutmayın...
18-Kapınıza
çift emniyetli kilit sistemi yaptırın...
19-Büyük
sitelerde özel güvenlik görevlileri tutun...
20- Evinizin
çevresini ışıklandırın...
21-Kıymetli
eşyalarınızı sigorta ettirin...
22-evinize
mutlaka alarm sistemi kurdurun...
23-Bunlara
rağmen evinizde hırsızlık meydana gelmişse telaşlanmayın; hiçbir şeye
dokunmadan en yakın polis karakoluna bildirin...
...
İnanıyorum
ki;
Ruhsal bir
hastalık olan; çalmak – bedavadan mal ve
para sahibi olma isteği yaşam isimli bu sahneye insanlıkla birlikte
çıkmıştır...
İnsan
yaşadığı sürece de çalma hastalığı olan hırsızlık varlığını sürdürecektir...
İnsanların
toplayıcılık yaptığı dönemde, komşusunun avını çalan ilkel insan;
Bugün de
komşusunun evine girerek eşyalarını, malını, parasını, çalmaktadır...
Şunları
söyleyebiliriz;
Çevremizi bu
türlü kötü insanlara karşı;
Bir asker,
bir polis titizliğinde görmemiz, korumamız gerekmektedir...
-Bana
dokunmayan yılan bin yaşasın özdeyişinde olduğu gibi;
-Bana ne diye
davranırsak; bu gün komşumuzun evine
giren hırsızlar;
Yarın bizim
evimize de girecektir...
Hırsızları
polise, jandarmaya bildirmek; ispiyonculuk değil;
Yurtseverliktir,
Çağdaş
yurttaşlık görevidir...
Unutmayalım;
Uygar
yurttaş; çevresinden sorumlu olan yurttaştır...
Uygar yurttaş
polise – jandarmaya yararlı olan yardım eden yurttaştır...
Uygar yurttaş
yurdunu bir polis ve asker sorumluluğunda kollayan ve koruyan yurttaştır...
Uygar yurttaş
devletini milletini, ülkesini sevendir...
Bir özdeyişle
bitirmek istiyorum;
-Kapına
mukayyet ol komşunu hırsız çıkartma...
Bu yılın
sıcak yaz mevsiminin de; barış – sevgi – dostluk – coşku – gönenç içinde
geçmesini dilerim...
Abdulkadir
KAÇAR... 2023
YAZAR GÜZEL
YAZAR?
Sonsuzdan
sonsuza,
Işık hızında
akan,
Zamanın
dünyadaki gezgende
Ortaya
çıkarttığı mucizenin
Adı
hayattır...
...
Hayat hemen
her insan
İçin bir tür
devre mülktür,
Bir yandan
zamanı
Tükenip
gönüllü,
Ya da zorunlu
gidenler,
Bir yandan
yeni gelenler...
...
Hayat
serüveni,
Tüm
canlılarla birlikte,
İnsanların da
bir tür,
Resmigeçit
yaptığı,
En renkli
akvaryum,
Sihirli bir
sahnedir...
...
120 milyar
insan
Bu devre
mülkü
Kullanıp yok
olup,
İnip
gitmiş...
...
Doğuştan
yetenekli,
Üstün zekâlı
olanlar,
Okuyup
düşünüp,
Çağdaşlarından,
Farklı
şekilde yorumlayıp,
Eserler
yazmayı başarmıştır...
...
Kendilerine,
sevginin,
Her alandaki
mutluluğun
Ve başarının
yolunu gösteren
Eserler veren
Akıllı
insanlara toplum
YAZAR
demiş...
...
Toplumun
önünde
Yürüyen bu
zeki insanlar,
Doğduğu andan
itibaren,
Hayatı
beşikten mezara
Kadar,
çağdaşı olan
Diğerlerinden
farklı izlemişler,
Hayatı farklı
şekilde,
Yorumlayıp,
güzel şeyler yazmışlar...
...
Toplumun
gideceği,
En doğru ve
başarılı,
Yönü
gösteren,
Bir tür
işaret feneri olan,
Düşünceleriyle,
Çağındakileri
aydınlatan,
Zeki yazarlar
her zaman,
Daima
güzellikleri severler,
Güzel ve
olumlu şeyler yaşar,
Onları
yazarak deneyimlerini,
Eserleriyle
kalıcı hale getirip,
Hayat
serüvenini süsler...
...
Çağının çok
ilerisini görüp,
Yaşayan,
anlatan ve yazan akıllı
Yazarın
hiçbir şeye,
Çok derin
bağlılığı yoktur,
Tamamen nevi
şahsına
Münhasır bir
varlıktır...
...
Yazar
kimsenin tutsağı olmaz,
Satın
alınmaz, satılamaz,
Arkasını
dönüp giderse,
Asla geri
dönmez,
Çünkü kendi
her yaşında
Daima yüksek
irade sahibidir,
...
Gerçek
yazardaki,
Okuma,
düşünme,
Olayları
farklı
Değerlendirip
Yazma aşkı
denizler
Kadar sonsuz,
sınırsız,
Güneş kadar
sıcaktır...
...
O sadece
insanın
Mutluluğunu
düşünür,
Sadece iyilik
yazar,
Bilinçaltı
evreninden,
Olumlu
düşüncelerini
Toplar dünya
insanlığına,
Karşılıksız
dağıtır güzel,
Ölümsüz
düşüncelerini,
Yazma dışında
bir işi yoktur,
Ecelle
ölebilecek
Kadar da
dayanıklı
Kahramandır,
...
Çağında
anlaşılamasa bile,
Yazarın
yazdıklarını,
Küçümsemek,
Güneşi, ayı,
Denizi,
rüzgârı,
Küçümsemek,
Kadar
mantıksızdır...
...
Ona neden
yazdığını sormak,
-Rüzgârın evi
nerede?
-Güneş neden
aydınlatıyor?
-Sular neden
akıyor?
Demek kadar
mantıksız,
Gereksiz,
anlamsızdır...
Akıllı
insanlar zaten ona
Böyle bir
soru da sormaz...
...
Çağının
ilerisindeki
Görüş ve
düşünceye
Sahip olan bu
akıllı insan,
Yazarken
dünyanın
En mutlu
kişisidir,
Hayatın her
sorununu
Çözmüş gibi
düşünür,
Kendini, ruh
ve bedeni
İle doğuştan
barışıktır,
Hayatı
boyunca,
Hesabını
sadece,
Daima kendine
verir...
Okuma
düşünme,
Yorumlaya
yazma aşkı,
Öyle büyüktür
ki,
Anlatılmaz
sadece
Onun
dünyasında yaşanır
Sözlerin
etkisi bazen beden,
Gücünden
büyüktür...
Her insanın
iradesi farklıdır,
Yazarınki
okuyup yazmak,
Yazarken
kendi dünyasında,
Evrensel bir
rüyayı yaşar,
Bilgisayar,
kitaplar,
Yazarı asla
terk,
Etmeyen sadık
dostlarıdır...
...
Paraya
mesafeli,
Olduğu için
biraz fakirdir,
Okuma yazma,
yorumlama gibi
Yüce bir
sabrın dağıdır,
Yoksulluğun
verdiği,
Sıkıntı ve
acıdan
İnanılmaz
güzellikler,
Bulup
çıkartma sihirbazıdır,
...
Yazar,
okuyup, düşünüp,
Yorumlayıp
yazarak,
Aydınlatıcı
düşüncelerini,
Dünya
insanlarıyla paylaşır,
Yazı insan
türünün,
En güzel
icadıdır,
Yazar bu
icadı ustaca
Kullanmayı
başaran
Bana göre bir
dehadır...
...
Ölümsüz
düşünceler
Üretip
yazmayı başaran,
Yazarlara
sahip olan
Milletlerin
tarih sahnesinde
On binlerce
yıl sürecek,
Egemenlikleri
olacaktır...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
ZAMAN
YÖNETENE KÖLE,
YÖNETEMEYENE
EFENDİ OLUR...
Her şeyi, her
yönüyle;
Tam bir
mucize olan;
Evrenin en
üstün varlığı;
-İnsanın en
büyük hazinesi nedir?
Sorusunun
yanıtı şöyle;
-En büyük
hazinesi şüphesiz ki
Ömür isimli
zamanıdır
-Başlamıştır,
yüzde yüz bitecektir;
-Her saniyesi
dünyadaki tüm altın ve
Mücevherlerin
toplamından;
Daha da
değerlidir;
Asla paha
biçilemez...
...
Zaman kendine
hükmedip,
Başarıyla
yönetenlere köle olur;
İnsana
kusursuzca hizmet eder;
Onun başarılı
ve mutlu olması
İçin her
türlü olanağı insana
Sınırsızca
sunar...
...
Ama zamanını
doğru kullanamayan,
Onun
bitebileceğinin,
Bilincinde
bile olmadan,
Yönetemeyen
hatta kasıtlı olarak
Boşa geçirip
değerlendiremeyen,
Tembellik
edip,
Yönetemeyenlere
de,
En kötü, en
acımasız,
Hatta katil
bir efendi olur...
...
Yani her
insan her zaman,
En büyük,
değerli,
Paha
biçilemeyen
Yüzde yüz
bitecek olan,
Ömür isimli
Bu sihirli
hazinesini,
Çok iyi
anlamalı,
Çok çalışıp,
En verimli
şekilde kullanmalıdır...
...
Dünya isimli
bu tiyatro
Sahnesinde
mutlu olan insanlar,
Zamanı isimli
hazinesini,
Çok doğru
anlayan
Ona efendi
olmayı başaranlardır...
...
Mutsuz ve
başarısız
Olanlar
insanlar ise;
Onu asla
anlayamayanlar,
Yok, sayıp
farkında olamadan
Boş gezerek
öldürenler,
Yani doğru
yönetemeyenlerdir...
...
Unutulmaması
gereken en önemli şey;
Zamanda her
şey yavaş yavaş,
Çok büyük
sabırla gerçekleşir...
Zaman insanı
terbiye eder,
Zaman insana
beklemeyi,
Sınırsızca
sabretmeyi,
Hatta
akıllanmayı öğretir...
...
Geriye dönüp
baktığında,
Hemen her
insanın;
-YAZIK OLDU
HAYATIMA,
-TUH KEŞKE
ŞÖYLE,
YAPMASAYDIM,
ÇOK PİŞMANIM,
Ya da,
-İYİ Kİ
YAPMIŞIM,
-ŞİMDİKİ
AKLIM OLSAYDI,
DAHA ÇOK
BÜYÜK
İYİSİNİ
YAPARDIM,
Dediği
zamanları
Daima
olmuştur, olacaktır...
...
Oysa geçmiş
çoktan geçip gitmiş yitmiştir...
Biraz önceki
verdiğimiz,
Nefesimiz
bile geri dönmemek üzere,
Bizi sonsuza
kadar terk etmiştir...
...
Sıkıca
sarılıp çok dikkatle,
Değerlendirmemiz
gereken,
Gerçek tek
zaman dilimi ise;
İçinde
yaşadığımız-bulunduğumuz,
Sonsuz şimdi
olan AN’ dır...
...
Hiç kimsenin
elinde sihirli
Bir değnek
yok ki;
Geçmişindeki
hatalarını düzeltip,
Yarınların ne
getireceğini,
Önceden
görebilsin...
...
Bu olanaksız
olduğuna göre;
Yapmamız ve
değerlendirmemiz
Gereken sahip
olduğumuz
Tek zaman
içinde bulunduğumuz,
Sonsuz şimdi
olan şu AN’ dır...
...
Geri dönüp
baktığında;
Onu doğru
değerlendirenler;
-İYİ Kİ
VARIM,
-İYİ Kİ
YAŞIYORUM,
-İYİ Kİ ŞU
MESLEĞİ SEÇMİŞİM,
-İYİ ŞU ANI
DEĞERLENDİRİYORUM,
-BEDEN VE
RUHUMU SEVİYORUM der...
...
Her insanın
burada yapması gereken;
En doğru şey
yüzde yüz bitecek olan,
Ömür isimli
zamanı iyi anlamak,
Onun her
türlü getiri,
Ve götürüsünü
kabul edip;
Her koşulda
zamanı dost edinmektir...
...
Bunun da
ötesinde, söyledikleri gibi,
Zamanın
söylemediklerini de,
Önceden
anlayıp,
Onun
öğretmenliğinden,
Çok şeyler
öğrenmeyi başarmaktır
...
Hayatın ve
zamanın
Her dilimine
her koşulda;
Daima olumlu
bakıp,
Doğru akılcı
kararlar alıp,
Pozitif
davranıp,
Hayatın nihai
hedefi olan;
Mutluğu
yaşamak olmalı...
...
Peki, zamanı
kimler sevmez;
Zamana kimler
düşmandır?
Hiç şüphesiz,
Onu, iyi
değerlendirememiş,
Tembellik
etmiş,
Pısırık
şekilde davranıp
Yanlış
kararlar almış olanlardır...
...
Bu kişiler
hayatları boyunca,
Doğru
zamanda,
Doğru karenin
içinde bulunup,
Doğru düğmeye
basmayı,
Başaramayanlardır...
...
Zaman bu
vurdumduymazların,
Aldırmaz
şekilde davrananların,
Gözlerinin
önünden,
Tıpkı
nehirler gibi,
Sonsuzdan
sonsuza doğru,
Durmadan akıp
geçip gitmiştir...
-TUH YANLIŞ
YAPTIM,
-HAYATIM BOŞA
GEÇTİ,
-KEŞKE ŞÖYLE
YAPSAYDIM,
-KEŞKE AKLIMI
KULLANSAYDIM,
-KEŞKE O
KARARI VERMESEYDİM,
-KEŞKE
İNSANLARI DİNLESEYDİM,
Şeklinde
binlerce pişmanlıklarını,
Aralıksız
olarak dile getirirler;
Ama geçip
giden zamanının,
Tek bir
saniyesini bile
Geri getirmek
artık olanaksızdır...
...
Akıllı bir
insan diyor ki;
-ZAMAN EN
DEĞERLİ, HAZİNENDİR
KAYBOLAN
YILLARINI GERİ
GETİREMEZSİN...
...
O nedenle;
-Zamanınızı
kimlerle geçirdiğinizi,
-Kime nasıl
harcadığınızı,
-Kimlerin
zamanınızı çaldığına,
-Kimlerin
size zaman kazandırdığına
Dikkat
etmemiz gerekir...
...
Hayat
koşulları,
Ne kadar
olumsuz da olsa;
Asla mutsuz
olmadan,
Karamsar ve
kötümser
Duyguların
tuzağına düşmeden,
Asla pes
etmeden,
Umutla
zamanın her saniyesine
Sıkıca
sarılıp başarılı biçimde,
Değerlendirmek
için,
Kendimizle
yarış etmemiz gerekir...
...
Hz. Mevlana
diyor ki;
-DÜNÜ DERT
ETME,
DÜN DÜNLE
GEÇTİ GİTTİ
CANCAĞIZIM;
BU GÜN YENİ
ŞEYLER
SÖYLEMEK
LAZIM;
-GÖREBİLİYOR,
-NEFES
ALABİLİYOR,
-DOKUNABİLİYOR,
-YÜRÜYEBİLİYORSAN
-NE MUTLU
SANA...
Elinde
olmayanla söylenme,
Sen sahip
olduklarından söz et...
...
Şemsi
Tebriz-i de;
-BAŞINA NE
GELİRSE GELSİN
KARAMSARILĞA
KAPILMA,
BÜTÜN KAPILAR
KAPANSA BİLE,
O SANA
KİMSENİN BİLMEDİĞİ,
GİZLİ
PATİKALAR AÇAR...
...
Sonuç olarak;
Unutulmaması
gereken;
En akılcı
yaklaşım şudur ki;
ZAMAN KENDİNİ
ANLAYIP,
BAŞARIYLA
YÖNETEBİLENLERE
KÖLE OLUP
HİZMET EDER;
YÖNETEMEYENLERE
DE
EN ACIMASIZ
HATTA KATİL
BİR EFENDİ
OLUR
CANLARINI
ALIR...
...
Seçim her
zaman insanın,
Özgür
iradesine kalmıştır,
Kendine
efendi olmayı başaranlardan,
Zaman ve
tarih
Sevgi, saygı,
hürmet,
Minnetle söz
eder,
Bu çalışkan
ve kendini
Aşan eserler
verenlerin isimlerini
Yüzyıllarca
unutulmayacak şekilde
Başarılı
insanlar arasına
Altın
sayfalara,
Altın
harflerle kayıt eder...
...
SONUÇ OLARAK;
ZAMANLA
YARIŞIP,
KENDİNİ
AŞMAYA ÇALIŞAN,
YANİ ÇABA
GÖSTERENLERLE,
ÇABA
HARCAMAYANLAR,
ZAMANINI
BİLEREK ÖLDÜRENLER
BİR OLURMU?
...
Dileğim her
insanın,
Yüzde yüz
bitecek olan
Zaman isimli
En kıymetli
hazinesinin
Her
saniyesini dikkatli verimli
Şekilde
değerlendirmesidir;
Tarih ve
zamanın altın sayfalarına
İsimlerini
altın harflerle yazdırmayı başarmasıdır...
ABDULKADİR
KAÇAR ADANA 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder