11 Temmuz 2024 Perşembe

2023 MAKALELERİM

 

5 OCAK BAYRAMIMIZ

KUTLU OLSUN...

 

Türkiye Çukurova ve Adana tarihinde,

5 Ocak günleri çok önemlidir...

...

Çünkü düşmanın işgal güçleri,

4 yıl kontrolleri altında tuttukları Çukurova’dan, Adana’dan,

5 Ocak tarihinde;

Büyük Atatürk ün ifadesiyle;

-GELDİKLERİ GİBİ GİTMEK,

ZORUNDA BIRAKILMIŞTI...

...

Başka deyişle bin yıldır vatanımız olan,

Sonsuza kadarda bizi bağrında yaşatacak,

Bu kutsal topraklarımızdan bir daha geri dönmemek üzere sökülüp atılmışlardı...

...

Ceyhan, Kadirli, Osmaniye, Kozan,

Mersin, İmamoğlu, Tarsus,

Ve diğer yerleşim yerlerinin,

Düşman işgalinden kurtuluşu,

Ocak ayı içinde kutlanır...

...

İsterseniz tarihe kısa bir yolcululuk yapalım;

1.Dünya savaşı;  siyasi, ekonomik üstünlük,

Sağlamak amacıyla bir birleriyle mücadeleye

Girişen Avrupa devletleri arasında çıkmıştı...

...

Dünyanın en uzun ömürlü imparatorluğu olan,

Osmanlı devleti de 5 cephe de birden

Savaşmak zorunda kalınca güçsüz düşmüştü;

Mondros ateşkes anlaşması ile imparatorluk,

Topraklarının büyük çoğunluğunu,

Düşmanlara bırakmak zorunda kalmıştı...

...

Bu topraklarda gözleri olan,

Düşman kuvvetleri kısa süre sonra da,

Anadolu’yu işgale başladılar...

Fransızlar Çukurova, Şanlıurfa,

İngilizler Marmara,

İtalyanlar Antalya,

Yunanlılar Ege bölgesini,

Ruslar ise doğuyu ve diğerleri de

Öteki bölgeleri işgal ettiler...

...

Mersin ve Karataş limanlarından,

Çukurova ya asker çıkartan;..

Fransızlar tek başlarına gelmediler;

1918 den beri kendi asker kıyafetlerini,

Giydirdikleri Ermenileri de,

Birlikte getirmişlerdi...

...

Ayrıca Suriye den70 bin

Ermeni’yi Adana ya,

12 binini Dörtyol a,

8 binini Saimbeyli ye,

50 binini de Kahramanmaraş a yerleştirdiler...

...

Bütün bu gayretler adeta

1.haçlı seferinde olduğu gibi;

Avrupa devletlerine bu bölgede,

İleri karakol görevi yapacak;

Ermeni Krallığı kurmak içindi...

...

31 Ekim 1918 de; Adana da,

YILDIRIM ORDULARI KOMUTANLIK,

Görevini devir almaya gelen Mustafa Kemal e;

Osmanlı Ordularını yöneten,

Alman Komutan Limon Van Sanders,

Görevi teslim sırasında şöyle demişti;

-Paşam yenildik, bizim için artık her şey bitti...

...

Büyük Kurtarıcımız Mustafa Kemal Atatürk ise,

Limon Van Sanders ve şu tarihi yanıtı vermişti;

-Müttefiklerimiz için bu savaş bitmiş olabilir,

Ama bizi ilgilendiren savaş,

Kendi bağımsızlık savaşımızdır;

O da şimdi başlıyor...

...

Ordu Millet el ele verip;

Büyük Atatürk ün önderliğinde,

Mazlum milletlere örnek olan,

Kurtuluş savaşımızla;

Fransız, İngiliz, İtalyan, Yunan,

Ve Rusları da,

Diğer düşmanları da bir daha

Geri gelmemek üzere

Anadolu’muzun kutsal topraklarından

Söküp atmıştık...

...

5 Ocaklar hem Adanalılar,

Hem de bölgemiz için;

Bir diriliştir,

Bir silkinme,

Yeniden ayağa kalkmanın adıdır...

...

Sinsi ve hain planlarla yok edilip tarihten silinmek istenen;

Büyük ve Soylu Türk Milletinin;

-Ben ezelden beridir hür yaşadım,

Hür yaşarım, hangi çılgın bana,

Zincir vuracakmış şaşarım diye tüm evrene haykırmasıdır...

...

Büyük Atatürk ün liderliğinde;

Kendine vurulmak istenen zincirleri,

Parçalayıp düşmanlarının yüzüne attığı,

Düşmanları ülkeden kovduğu en büyük ve kutsal günün adıdır...

...

Bu olaylara bir de başka açıdan bakalım;

Her bayram, ulusların bireylerin,

Yaşamlarının hesabını yaptıkları,

Sonsuzdan sonsuza durmadan akan,

Zamandaki kilometre taşları demektir...

 

Kurtuluş savaşındaki Türkiye,

Ve bu günkü ülkemiz arasında,

Kıyas götürmeyecek gelişmişlik ve büyük farklar bulunmaktadır ;

Ülkemiz bu gün hayal bile edilemeyecek,

Zenginliğe, refaha, teknoloji

Ve eğitilmiş insan gücüne ulaşmıştır...

...

Kentimiz 5 Ocak 1920 ye göre;

Işık hızıyla gelişip, büyüdü, güçlendi,

Çağdaşlaştı, dünya kenti oldu...

Yerel yönetimde;

Bilim ve teknolojide,

Sanayi de

Medya ve iletişim alanında,

Toplu konutta,

Toplu taşımacılıkta,

Sağlıkta,

Sanatta,

Eğitilmiş insan gücünde,

Kent kültürünü geliştirme konusunda;

Kurtuluş savaşından bu güne kadar,

Bin yıllık inanılmaz bir gelişme gösterdi...

...

Bunu dün topraklarımızı işgal etmeye gelen İngiliz basını söylüyor;

Adana, İngiliz Financal Time Gazetesi,

Tarafından, alt ve üst yapısı tamamlanan,

En Avrupai kent seçildi...

...

Kurtuluş savaşından sonra kurulan,

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütçesi;

Bu gün bir ilçe belediyesinin bütçesinden,

Daha fazla ve daha büyük değildi...

...

Hem Türkiye de hem de,

Adana’daki olumlu yönde,

Gelişme değişme;

Dünyada eşi- benzeri görülmemiş,

Işık hızıyla gerçekleşmiştir...

Bunun adı Türk Mucizesidir...

3.Bin yılda bu gelişme aralıksız,

Devam edecektir...

...

Sonuç olarak;

Kurtarıcımız olan Atatürk demek;

Büyük Türk Milleti demektir,

Kahraman silahlı kuvvetlerimiz demektir,

Özgürlük demektir,

Uygarlık demektir,

Çağdaşlığın ilerisine ulaşma yarışı demektir,

Aydınlık ve bilimsel ufuklara durmadan,

Asla dinlenmeden-yorulmadan

Daha hızlı koşmanın adıdır...

...

Bu yarış, bu koşu,

Tarih ve insanlık tarihi boyunca,

Aralıksız devam edecektir...

Asla şüpheniz olmasın ki,

Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır...

...

Ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk,

Kurtuluş savaşından sonra

Gönderdiği telgrafında Adanalılara

Şöyle diyordu;

-Siz milleti sevindirdiniz, millette

Sizi pek derin hürmetle sevdi...

Bu muazaradan bu günkü zafer tecelli etti...

Biz Adanalılar için büyüklüğünüze,

Karşı ancak mukabele edecek,

Bir tek şey bulabiliyoruz...

O da şimdiye kadar içimizde hiçbir,

Kimse için kaynamamış olan,

Ve dünyada bir eşi daha olmayan,

Sevgilerimiz ve minnettarlıktarlıklarımızdır...

...

5 Ocak Bayramınızı kutluyorum...

Özgürlük-barış-huzur-mutluluk,

Zenginliğimizin sınırsız olmasını diliyorum...

Bu kutsal bayramımız sonsuza kadar

Kutlu olsun...

Abdulkadir Kaçar... Adana 2022

8 MART DÜNYA

KADINLAR GÜNÜ

KUTLU OLSUN...

 

8 Mart Dünya kadınlar günü kutlu olsun...

Bu türlü günler kadınımızın toplumdaki yaşamın muhasebesinin yapıldığı zaman olmalıdır...

Şöyle ki;

Geçen 10, 50 yıl öncesine göre; kadınlar çalışma yaşamında, evde daha iyi mi, kötü durumdalar mı?

...

Doğuran, çoğaltan, yaşamın merkezinde bulunan

-Elleri öpülesi bu değerli varlıklarımızın her koşuldaki durumlarını daha fazla nasıl iyileştirebilir?

-Kadınlar çağdaş toplumda hak ettikleri yeri daha çok nasıl alabilir? Yaşamlarını kolaylaştırmak için hangi güzellikler nasıl yapabilir?

Bu sorulara yanıt aranmalı, doğru hesaplar yapılıp olumsuzlukların giderilmesi gereken günlerdir...

...

KADINLAR GÜNÜ NASIL DOĞDU?

8 Mart 1857 tarihinde NEWYORK ta 40 bin kadın işçi;

Ağır dokuma ve çalışma koşullarını protesto etmek;

Sekiz saatlik çalışma süresi; erkeklerle eşit ücret talebiyle grev başlattı... Bu sırada çıkan olaylar sonucu yüzden fazla kadın yaşamını yitirdi...

1910 yılında KOPENHAG ta toplanan 2.Sosyalist Enternasyonal de CLARA ZETKİN grevde çıkan olaylar nedeniyle ölen işçi kadınların anısına;

8 Mart gününü ULUSLAR ARASI KADIN GÜNÜ OLARAK KUTLANMASINI önerdi;

Önerisi oy birliğiyle kabul edildi...

8 Mart 1977 de Birleşmiş Milletlere üye tüm ülkeler; uluslar arası kadın günü olarak kutlanmaya başlandı...

Ülkemizde 1980 den itibaren 8 Mart Dünya Kadınlar günü olarak kutlanmaktadır...

...

Burada yine Atatürk’ ün dehasından söz etmek gerekiyor...

Büyük Atatürk Bu gün kendisini uygar sayan;

İSVEÇ, İTALYA, YUNANİSTAN, İSVİÇRE den çok önce Türk Kadınına seçme seçilme hakkını vermiştir...

5 Aralık 1934’te yapılan seçimlerde 18 kadın milletvekili parlamentoya girmeyi başarmıştı...

Orta Asya da kurduğumuz Türk Devletlerimizde buyruklara, FERMANLARA;

-HAN VE HATUN BUYURURLAR Kİ, diye başlanırdı...

Türklerde kadının yeri her zaman erkeğinin yanı;

Hatta erkeğinin başının üstüdür...

TATARCA da bir söz vardır;

-Erkek aslan Aslanda; dişi aslan, aslan değil mi denir...

...

Ülkemizde bu gün itibariyle kadının durumu nasıldır?

Bunun yanıtını toplum içinde yaşayan, araştıran, gözlemleyen, gören, bir gazeteci olarak söyleyebilirim ki;

.Kadınlarımız yaşadığımız ekonomik savaşta erkeğinin yanındadır...

.Kadınlarımız Adana da her hafta çeşitli yerlerde kurulan semt pazarlarında maharetli elleriyle ürettiklerini satıyorlar...

.Elektrik su, telefon, faturalarını ödeyip; okula gönderdikleri çocuklarına harçlıklar veriyorlar...

.Tarlasında bağında, bahçesinde erkeğinin önünde çalışmaktadırlar...

.Fabrikalarda kınalı parmaklar; erkeklerden aşağı olmadan Türkiye’mizin üretimine katılmaktadırlar...

.Adliye, hastaneler, ordu, poliste, üniversite, medya da;

Yani aklınıza gelebilecek her yerde;

Beşikten mezara kadar kadınlarımız var ve olmaya devam edeceklerdir...

Anadolu da binlerce yıl önce yapılan heykellerden kadının önemini, yerini, üretime katkısını daha iyi görüyor anlıyoruz...

Dünyayı kurtaran,

Devletler kuran,

Keşifler yapan,

İcatlar yapan,

Ölümsüz eserler veren erkeklerin hepsi kadının birer eseridir...     BÜYÜK ATATÜRK Zübeyde Hanımın oğludur,

Tüm peygamberleri de kadınlar dünyaya getirmiştir...

Kadınlarımıza karşı;

Erdemli, kibar nazik, uygar, hoşgörü, adaletli, hürmetli ve saygılı davranmalıyız...

Daha güzel bir yaşam,

Daha güzel bir Türkiye,

Daha zengin bir Türkiye için, dünyadaki en uygar ülkelerin de ötesine geçebilmemiz için kadınla erkeğin omuz omuza birlikte çalışması, üretmesi gerekir...

Tıpkı İstiklal Savaşımızda kadınımızın kağnılarla ya da omuzlarında cephane taşıması gibi;

Bu gün de uygarlık savaşında kadınlarımızla erkeklerimiz omuz omuzadır...

Sonuç olarak;

Uygar ülke,

Uygar devlet,

Kadın ve erkeğin el ele vermesiyle gerçekleşmiştir...

Bundan sonra da kural değişmeyecektir...

BÜYÜK ATATÜRK ÜN GÖSTERDİĞİ UYGARLIK DÜZEYİ de zaten budur...

Gönülden inanıyorum ki;

Bu soylu, aziz, kutlu, yüce millet;

Baş tacı ettiği kadınıyla daha;

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLAYACAKTIR...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

19 MAYIS 1919

ZAFER BAYRAMIMIZ

KUTLU OLSUN…

 

Büyük ve geçmişi zaferlerle dolu olan;

Soylu milletlerin yaşamlarında önemli günler vardır…

Bayramlar, düğünler, toplantılar, gösteriler, aklınıza gelen pek çok konuda unutulmaz anlar vardır…

Ama milletleri millet yapan en önemli ve unutulmaz kilometrelerden birisi de kesin zaferlerle sonuçlanan savaşlardır…

Bu durum bir güzellik ve gurur arz eder…

Dünyanın en zor coğrafyasında 1000 yıldır yaşayan büyük milletimizin de yaşamında önemli kilometreler vardır…

Bunlardan en önemlilerinden birisi, hatta ilki;

Bu günkü uygarlığımızın temelini oluşturan,

Bu günkü özgürlüğümüzü borçlu olduğumuz,

Bu günkü varlığımızı borçlu olduğumuz

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna kadar giden 19 Mayıs 1919 dur…

Büyük Atatürk işte o günleri TBMM konuşmasındaki söylevine şöyle başlar;

-1919 yılı ve Mayıs ın 19 unda Samsun’a çıktım…

Genel durum ve görünüş;

Osmanlı Devletinin de içinde bulunduğu topluluk genel savaşta yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda sarsılmış, şartları ağır bir ATEŞKES ANLAŞMASI imzalamış…

Büyük savaşın uzun yılları içinde ulus yorgun ve yoksul bir durumda…

Ulusu ve ülkeyi genel savaşa sokanlar kendi başlarının kaygısına düşerek yurttan kaçmışlar…

Padişah ve Halife görevinde bulunan Vahdettin soysuzlaşmış kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça önlemler araştırmakta...

Damat Ferit PAŞA başkanlığındaki hükümet yetersiz, aşağılık, korkak, yalnız padişahın isteklerine bağlı ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş…

Ordunun elinden silahları ve savaş gereçleri alınmış ve alınmaktaydı…

Atatürk tarih sahnesine kurtuluşa ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar giden görevi yapmak için çıkmıştır…

Düveli muazzama denilen çağının en güçlü yedi devletini Anadolu’muzda geldikleri gibi kovup göndermeyi başarmıştır...

Bunu tarihin altın sayfalarına altın harflerle yazdırdığı zaferlerle süslemiş ve Türk Milletinin gönlünde sonsuz yerini almış TÜRKLERİN ATASI anlamına gelen ATATÜRK adını almayı hak etmiştir…

Her yüz yılda bir dünyaya gelen bu büyük insan biz Türk milletine nasip olmuştur...

İşte bu büyük kumandan, büyük kurtarıcı, deha, üstün insan BÜYÜK ATATÜRK ve silah arkadaşlarının önderliğinde kazınılan bu zaferlerinin armağanını bu gün yüce milletimiz yaşamaktadır…

Ve atasına olan sevgini, saygısını kusursuz biçimde sürdürmekte, sonsuza kadar da sürdürecektir…

Allah bu millete bir daha kurtuluş savaşı yaptırmasın…

Türkiye üzerinde sömürgeci devletlerin, hain ve sinsice oynadığı oynayanlarını ve kurtuluş savaşımızı hangi koşullarla kazanıldığını gençlerimizin çok iyi öğrenmeleri, anlamaları ve bu konuda gerekli bilgileri edinmeleri gerekir…

Bu gün sahip olduğumuz tüm güzellikleri bize canı-kanı pahasına armağan eden BÜYÜK ATATÜRK’ ü ve onun silah arkadaşlarını saygıyla, sevgiyle, minnetle, özlemle anıyorum…

İşte 19 Mayıs Büyük Atatürk’ü anla gençlik ve spor bayramımız kutlu olsun...

 

Abdulkadir Kaçar adana 2023

 

 

23 NİSAN BAYRAMIMIZ

KUTLU OLSUN...

23 Nisan 1920 de

Türkiye büyük Millet Meclisi açıldı...

Ve Büyük Atatürk;

Bu özel günü, Türk çocuklarına bayram olarak armağan etti...

O günden beri; her 23 Nisan lar

ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI olarak kutlanmaktadır...

...

Bu önemli tarihi gün yani,

23 Nisan 1920 yılı,

Bir milletin, Büyük Türk milletinin,

Yeniden doğuşunun adıdır...

23 Nisan 1920

Osmanlının külleri arasından,

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin doğuşunun adıdır...

23 Nisan 1920

Bir diriliş,

Bir yükseliş,

Bir silkinip,

Bir ayağa kalkıştır...

...

23 Nisan 1920

Tarihten silinmek istenen, yok edilmek istenen;

Büyük ve Asil Türk milletinin;

-Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım...

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım,

Diye dünyaya haykırması...

Vurulmak istenen zinciri parçalayıp;

Vurmak isteyenlerin yüzüne çarpıp attığı,

Egemenliğini ilan ettiği günün adıdır...

...

23 Nisan 1920

Atatürk demektir,

Büyük Türk milleti demektir,

Özgürlük demektir,

Egemenlik demektir,

Vatan demektir,

Uygarlığa giden aydınlık ve bilimsel

Ufuklara giden yolun başlangıcı demektir...

...

23 Nisan 1920 den 23 Nisan 2023’e kadar

Aradan tam 103 yıl geçmiş...

Türkiye Büyük Millet Meclisi bu gün tam 102 yaşında...

...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu gün itibarıyla;

Dünyada bulunan 200 devlet arasında;

İlk on içine giren, yani birinci ligde yer almaktadır...

Çağdaş, modern, barışçı, adaletlidir,

Yurtta barış – cihanda barış ilkesiyle;

Gelişmeye, değişmeye aklın aydınlığında;

Büyük Atatürk ün gösterdiği muasır medeniyetlerin üstüne çıkma yarışını sürdürmektedir...

...

Aslında;

Bu tür bayramlar milletlerin hayat muhasebesini yaptıkları günlerdir...

Bu gün gereksinim duyduğumuz tek şey;

BİRLİĞİMİZİ,

DİRLİĞİMİZİ,

BERABERLİĞİMİZİ BOZMAK

İSTEYENLERE KARŞI,

TEK VÜCUT VE YUMRUK OLMAKTIR...

...

Türkiye bu gün;  23 Nisan 1920 ye göre

Daha çok iç ve dış düşmanların tehdidi altındadır...

Türkiye, güzel ülkem üzerinde oynanan, oyunlar, uygulanan saldırılardaki senaryolar,

Her çağda, türü, cinsi, niteliği, rengi, her an değiştirilmektedir...

Hainler ülkemiz üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için fırsat beklemektedirler...

Savaş meydanlarında bizi yenemeyenler,

Uluslar arası rekabette Türkiye’yi yenemeyenler,

Boğazları geçemeyenler,

Emperyalistlerin,

Senaryoları bitmemiştir, bitmeyecektir...

...

Dünyanın en zor coğrafyasında bulunan Türkiye;

Kendisine yöneltilen her türlü kirli oyunu,

Kendisine yöneltilen her türlü hain senaryoyu,

Kendisine yöneltilen her türlü entrikayı:

Bozarak, yıkarak, yok ederek bu günlere kadar gelmiştir...

...

23 Nisan 1920 den bu güne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz 103 yıl bu şekilde ayakta durmuştur...

Büyük Türk milleti her zaman yurdunu kanı, canı pahasına korumuştur;

Şehit kanlarıyla sulayarak korumaya devam edecektir...

Bize bu günleri Türkiye Cumhuriyetini emanet eden;

Büyük Atatürk’e, onun silah arkadaşlarına, kahraman    Mehmetçiklere binlerce kez teşekkürler ediyorum...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiç şüpheniz olmasın ki sonsuza kadar yaşayacaktır...

NE MUTLU TÜRK ÜM DİYENE...

Abdulkadir Kaçar... Adana 2023

 

 

30 AĞUSTOS ZAFER

BAYRAMINIZ

KUTLU OLSUN…

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde,

30 Ağustos lar en önemli tarihi gündür...

...

Günümüzden tam 101 yıl önce yani,

1922 nin 30 Ağustos sun da;

Anadolu’yu işgale gelen düşmanlarımıza,

Karşı sürdürülen büyük taarruz kazanılmış;

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin

Kuruluşunun en önemli aşaması tamamlanmıştı…

Baş Komutan Gazi Mustafa Kemal,

Yönetimindeki Türk Ordusu;

Anadolu’yu kendi aralarında bölüp,

Parçalayıp yutan;

Çağının(DÜVEL- MUAZZAMA denilen )

Süper 7 gücün,  eşi benzeri görülmeyecek,

Biçimde yenmiş;

Dünyadaki mazlum milletlere ilham olacak şekilde,

Düşman askerlerini bu kutsal topraklardan,

Bir daha gelmemek üzere söküp atmıştı…

Büyük Atatürk’ ün deyişiyle;

-Anadolu’yu işgale gelen düşmanlarımız,

Geldikleri gibi geri gitmişlerdi…

Kalmakta ısrar edenler de denize dökülmüşlerdi…

Ve daha sonra sonsuza dek yaşayacak olan,

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştu…

Dün olduğu gibi bu gün de yarın da;

Varlığımızı borçlu olduğumuz,

Yaşamımızın temelini oluşturan,

Sevgili Yurdumuz ve devletimizi,

Sonsuza kadar koruyacağız ve yaşatacağız…

...

Halkımız ATASININ İZİNDE geleceğe,

Daha çok çalışarak-üreterek- çağdaşlaşma,

Koşusunu sonsuza dek sürdürecektir…

...

Bu gün ulaştığımız eğitilmiş insan gücümüz,

Teknolojimiz, savunma sanayi sanayimizle,

Artık bu büyük ve kutlu milletin önünde

Hiç güç duramaz…

Büyük Atatürk ün gösterdiği muasır

Medeniyetler seviyesinin de ötesine

Koşmaya oraları da aşmaya devam edeceğiz...

Başka bir boyutunda ise şunları söylemek istiyorum:

Bu millet öyle asil bir millet,

Bu devlet öyle bir devlettir ki;

Türk anaları gerektiğinde;

Atatürk ler,

Fatih ler,

Yunus lar,

Mevlanalar doğurmuşlar, gerektiğinde,

Yine doğuracaklardır...

...

Sonuç olarak;

TOPLU İĞNE VE AT NALI ÇİVİSİ BİLE

ÜRETEMEZ DENİLEN BİR DÖNEMDE,

BÜYÜK ATATÜRK ÜN LİDERLİĞİNDE

DÜNYANIN O DÖNEMDEKİ 7 SÜPER

GÜCÜNÜ YENEREK ANADOLU

TOPRAKLARINDAN SÖKÜP ATAN

BÜYÜK TÜRK MİLLETİ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ

KURMAYI BAŞARDI...

Bu gün uzayda uydularımız bulunuyor,

Uzayda uydularımız var...

Savaş uçaklarımızın

Gece görüşü sayesinde,

Gece bile savaşabilen,

Dünyadaki 5 ülkeden

Birisi konumundayız...

Toplarımızı,

Tüfeklerimizi,

Füzelerimizi artık kendimiz üretebiliyoruz…

Dünyanın en iyi savaşan askerleri

Bizim askerlerimizdir…

...

Büyük Atatürk ün ifadesiyle;

-Türk Gençliği muhtaç olduğun kudret,

Damarlarındaki asil kanda mevcuttur…

 

ABDULKADİR KAÇAR...

Adana 2023

 

72 YILLIK ÖMRÜNDE

İNSAN 21 YIL UYUYOR...

 

Her şeyiyle mucize olan insanın,

Yaşam sahnesine çıkması,

Hayatla olan amansız mücadelesi,

Üreme içgüdüsündeki kararlılığı,

Sosyal ilişkilerindeki devamlılığı,

Evrenin en büyük, en eşsiz,

Gerçekten olağanüstü bir varlıktır...

...

Bu muhteşem varlığın,

Nitelik ve niceliklerini

Bilimsel olarak belirlendikçe,

Gerçekten çok şaşırtıcıdır...

Örneğin şu yönüne bir bakalım;

...

Yapılan bir araştırmaya göre;

72 yıl yaşayan bir insanın

Ömrünü nasıl ve hangi,

Koşulda geçirdiği

Çok ince şekilde hesaplanmış...

...

Şu örneklere bakın;

72 yıllık ömründe insan;

Bu süreyi;

-21 yıl uyuyarak,

-14 yıl çalışarak,

-7 yıl kişisel bakımıyla uğraşarak,

-6 yıl yemek yiyerek,

-6 yıl seyahat ederek,

-5 yıl kuyrukta bekleyerek,

-4 yıl öğrenerek,

-3 yıl toplantılara katılarak,

-2 yıl kendini bulamayanları arayarak,

-1 yıl kayıp eşyaları arayarak,

-3 yıl diğer faaliyetlerle geçiriyormuş...

...

İnsan isimli bu mucizenin hayatına,

Nereden bakılırsa bakılsın,

21 yıl uyumak gerçektende çok fazla...

...

Diğerleri etkinliklerini göz önüne

Alındığında, çalışma süresinin çok az

Olduğu somut olarak görülebilir...

...

Yani bir çalış olarak çağdaş insanlarla,

Aramızda fark yaratabilmemiz için;

Diğer insanlardan daha çok başarılı

Olabilmemiz için,

72 yıl gibi koca bir ömürde,

14 yıl çalışma şansımız var;

Bu süre gerçektende çok az...

...

Yani tüm hayatın beşte birinden daha az...

Bu da zamanımızı çok dikkatli kullanmaktan

Geçmektedir...

O nedenle insan savaşa hazırlıklı

Bir asker gibi hayatın her aşamasında,

Her şeye anında karşılık verip,

En verimli sonuçları alabilecek şekilde,

Davranmak zorunda...

...

Ömür isimli yüzde yüz bitecek olan,

Zaman her saniyesini iyi kullanmak,

Her anından elde edilebilecek,

En büyük verimi alabilmek için,

Çok akıllı, çok bilinçli hareket

Etmek kaçınılmazdır...

...

Sonuç olarak;

72 yıllık ömrünün 21 yılını uyuyarak

Geçiren insan

Sadece 14 yıl çalışarak başarılı olması

Kaçınılmazdır...

...

Bana göre uyku olmasa olmazıdır,

Her insan için mutlaka gereklidir,

Ama uyku ne kadar da uzun olsa,

İnsanın dibini bulamadığı bir

Doğal yasadır...

...

Her zaman her konuda

Ölçülü olmak,

Ölçüyü kaçırmamak,

Yeterince uyku,

Yeterinden fazla çalışma,

İnsanı diğer çağdaşlarından

Öne çıkardan niteliklerdir...

Seçim her zaman insanındır...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

ABDULKADİR KAÇAR
(Bir ömür gazeteci)

 

Kimi neden, nasıl,  ne için ve ne kadar ilgilendireceğini; ya da sevindirip, üzeceğin bilmiyorum…

 

İŞTE HATIRALARIM…

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2021

 

ÖNSÖZ-1

Her insan biricik, özel ve büyük mucizedir…

Gördüğü, yaşadığı, tattığı, denediği, uyguladığı, kazandığı, kaybettiği, başarısı, başarısızlığı, mutluluğu, acı gibi her şeyi kayıt eden mucize bir beyne-hafızaya sahiptir…

Hangi ülkede yaşadığı çağı, kültürü, dili, dini rengi, cinsi, tipi, mezhebi, sosyal statüsü, ekonomik ve siyasi gücü ne olursa olsun; her insanın hayatı dikkatle, merakla, titizlikle dinlenmeye, incelenmeye öğrenilmeye, yazılmaya, okunup, sayısız dersler çıkarılmaya değer…

Kırım’dan 1870’ li yıllarda Ceyhan’a gelerek Vefa Dedem ve Müsemma ninemin kurduğu Yellibel Köyümüzde 05.04.1954 yılında dünya isimli gezegenine ayak basmışım…

Orada yaşayan soyumun üçüncü kuşağı olarak; anılarımı yazmaya başladığımda takvim yaşım 69’ göstermesine rağmen;

Kendimi elde ettiğim evrensel ve ölümsüz olduğuna inandığım her türlü bilgilerle sürekli geliştirip, düzenleyip, tamamlayınca da doğmaya hazırlanan bir cenin olarak değerlendiriyorum…

Aslında sözü fazla uzatmaya da gerek yok;

Bütün hayatımı medya mensubu(Gazeteci, TV ve radyo programcısı olarak mesleğine adayan kişiyim;

Yaşadıklarımı yazarak, meraklısına, ilgi duyabileceğini düşündüğüm gelecek kuşaklara belge olarak sunmayı kendime görev saydım…

Takdir her zaman okurundur…

 

ÖNSÖZ-2

Bu gün 14 Ağustos 2022… Birçok yakınım, meslektaşım, arkadaşım da ısrarla;

-Abdulkadir Kaçar senin hatıraların önemli; ömrünü gazete, radyo, TV programcılığına adadın, yaşadıklarını, öğrendiğin deneyimlerini ve bildiklerini yazarak belgeselleştir…

Sen yaşadığın bir dönem bölgenin düşünsel, yazılı, görsel medya hafızasısın; kimse gibi seninde ne kadar yaşayacağı belli değil; anıların seninle birlikte toprak olmasın diye uyarıyordu…

Oysa ben bilginin kâşifi ve ölümsüz düşünce avcısı olduğum için denemelerimi felsefe penceresinden değerlendirerek gün isimli peteklerimi doldurmaya arı gibi gece gündüz durmadan çalışıyordum…

Ölümsüzü gerçekleştirmeye, hayatımın ayak izlerini bu gezegene kazımaya çalıştığım hedefime öyle çok yoğunlaşmıştım ki;

Anılarımın için bir türlü giremiyor, geçmişte kalan olaylarımın içine inemiyor ve bir türlü yazamıyordum…

Çukurova Üniversitesinin hayatımı belgesel olarak çekmeye değer bulunca çok buna sevindim…

Seyhan Eski Baraj Gölünün kenarındaki kır kahvesinde yaşamımla ilgili iki saat civarında kayıt yaptılar…

Orada anlattıklarımın önemli olduğuna inandığım için, bazılarını daha sonra da yazarak hatırlamaya çalıştım; Hem de bazı çekimler evimde devam edeceği için anlatmadıklarımın başlıklarını yazılı hale getirdim…

Yazdıkça da unuttuğu bazı anılarımı daha da çok önemsemeyip yok sayarak unuttuklarımı da yeniden net şekilde hatırladım…

Böylece bilgisayarın başına geçip anılarımı yazılı metin haline dönüştürmeye giriştim…

Çok kısa sürede, 50 yıla yaklaşan mesleğimdeki anılarımı sular seller gibi yazabileceğim aklımın ucundan geçmiyordu…

F klavyede Adana daktilo şampiyonu olduğum ve hala bilgisayarda aynı klavyeye hiç bakmadan yazmayı başardığım için;

Hayatımda silinmez izleri olan düşüncemde önemli değerler bırakan hatıralarımı yazmaya başladım…

Bu arada çok yakın geçmişim yaşadığım henüz çok taze olanları da için hızla yazmayı başardım…

Anılarımı yazma konusunda beni teşvik eden, sürekli uyaranlara kişi ve kişilere sonsuz teşekkür ediyorum…

Bu sayede aklımın bile ucundan geçirmediğim şekilde yazarak kendimi daha da derinden tanıma ve tanıtma fırsatı yakalamış oldum…

Böylece de sahip olduğum her türlü bilgi, birikimlerim ve deneyimlerimi toprak olmasına izin vermedim…

Her birini nefes nefese yaşadığım deneyimlerimi benden sonra hayat isimli sahneye çıkacak kuşakların yararına sunmayı başardığım için çok mutluyum…

Ayrıca anılarımı yazarak bilinçaltımdaki çöplüğümü büyük ölçüde temizlemeyi başardım;

İnanılmaz şekilde mutlu, huzurlu, gururluyum…

Zaten 1987 den beri tutmayı sürdürdüğüm günlüklerimle birlikte yazdığım bu anılarımı dünya insanlık ailesine karşılıksız olarak armağan etmeyi son nefesine kadar devam edeceğim…

(önemli not; ömrümü adadığım mesleğimdeki anılarım elbette bunlarla sınırlı değil…

İnanın bana ciltler dolusu anılarımı yazabilirim…

Bu kitapta sadece ana başlıklar halinde bazılarını anlattım…

Ayrıca 1987 den beri tuttuğum binlerce, on binlerce sayfa günlüklerim de bu serüvendeki ayak izlerimdir… İleride ilgilenenler olursa hiçbir talep etmeden zevkle yayınlanmasına izin vermeyi en büyük onur sayarım…)

ABDULKADİR KAÇAR Adana, 2022…

 

 

 

 

ÇOCUKLUĞUM

 

KÖYÜMDEKİ ÇOCUKLUĞUM…

1870’li yılların sonuna doğru “AK TOPRAKLARGA GİDELİM” diye yola çıkan;

Kırımdan gelen Vefa dedem eşi Müsemma Ninemin ile kardeşinin kurucusu olduğu Ceyhan’ın Yellibel Köyümüzde 5 Nisan 1954 tarihinde dünyaya gelmişim…

O yıllarda doğan yaşıtım olan çocukların kafasına göre benimki biraz büyükmüş…

Yaşıtlarım olan diğer çocuklar, fırsat bulduklarında benim kafamla alay eder kızdırırlardı;

-Koca kafa, çekiç kafa, derlerdi…

Hiç takmaz, duymazlıktan gelir asla önemsemez ve de aldırmazdım…

Bir gün köyün ortasındaki caminin yanında bulunan çeşme başında yine yaşıtım olan 3-4 çocuklarla birlikteydik; beni yeniden kızdırmaya başladılar…

Sadece gülümsüyor, çeşmede elimi yüzümü yıkayıp serinletmeyi sürdürüyordum…

O sırada köyümüzün en akıllı ve bilge insanlarından Cebbar Türkkan amca da oraya geldi… Ben 4-5 yaşında olmalıyım…

O kişi de 50’60’lı yaşlardaydı galiba…

Beni kızdırmalarına belki de istemeyerek şahit oldu;

3-4 çocuğu sert biçimde azarladı;

-Susun terbiyesizler, defolun gidin, ayıp değil mi, neden dalga geçiyor, alay ediyorsunuz dedi…

Çocuklar çil yavrusu gibi kaçarak birden uzaklaşırken:

Cebbar Amca bana dönüp saygılı biçimde şöyle dedi;

-Abdulkadir yeğenim, sen onlara asla bakma, canını da asla sıkma…

Unutma ki kafası büyük olanlar çok akıllı olur…

Sen ileride çok büyük işlere imza atacaksın…

Onun bu sözleri ve yaşadığım o sahneyi hiç unutmadım, hala da kendi kendime gülümser ve o günleri sevgiyle, saygıyla hatırlarım; bana moral veren o sözleri için bu gün bile teşekkür ederim…

Çünkü o andan itibaren hayatım boyunca karşılaştığım hiçbir kişi ya da olay canımı sıkmadı, sıkıp moralimi bozamadı…

Çünkü bana öyle bir moral vermiş, öyle bir yaşam felsefesi çizmişti ki, ömrüm boyunca o kendime güven duygumla yürüdüm…

O duygumu her geçen gün daha da çok arttırdı…

Doğruluğuna inandığım hayallerini kurduğum ümitlerime yürümeme coşkuyla yürümeme neden oldu…

O günlerde benim kafamın büyüklüğüyle dalga geçen çocuklardan hiçbir hayat serüvenlerinde başarılı olamadı…

Bu gün beden ve ruhumu, kafa yapımı çocukluğumdakinden daha çok seviyorum;

Kendime ve düşüncelerime dünden daha çok inanıyorum, daha sıkı biçimde çalışarak, her saniyemi üretici şekilde hayatıma uygulamayı sürdürüyorum…

İyi ki bu yüzyılda, bu ülkede, bu köyde ve bu ailenin bireyi olarak yaşama getirilmişim…

Hayatım boyunca yaptığım ve yapamadığım hiçbir şeyden en küçük bir pişmanlık duymuyorum…

Bu arada;

Köyümüzün muhtarı aynı zamanda akrabamızı olan kişi benim kafam yapımla sürekli dalga geçerdi;

-Abdulkadir gel, kafan çok büyük karışımla ölçeyim, bakalım kaç karış gelecek? Derdi…

Ben sadece gülümser çeker giderdim, önem bile vermezdim…

Söyledikleri benim için daima değersizdi…

O kişi bu esprisine beni gördüğü yer yerde çocukluğum boyunca aralıksız devam etti…

Aradan yıllar geçti; galiba 50’ li yaşlarıma yaklaştığım günlerde; o kişi 80 inde falan vardı; bir akrabamızın cenaze töreninde yanına çağırarak utanıp, yüzü kızararak, gazeteci olduğumu bildiği için özür diledi;

-Abdulkadir yeğenim biliyorum çocukluğunda seni çok kızdırdım, canını sıktım beni affet…

Hakkını helal et yeğenim, Adana da büyük işler yaptın, gazetecisin, radyolarda konuşuyorsun ve televizyonlarda seni zevkle izliyorum…

Zaten akıllı olduğunu çok büyük işler yapacağını o yıllardan da zaten biliyordum ve görüyordum…

Kafası büyük olanların zeki olduklarını zaten herkes anlatırdı…

Ben sadece şaka olsun diye sana bunları söylüyordum…   Kırdıysam, incittiysen binlerce kez özür dilerim, beni lütfen bağışla dedi…

Hakkını helal et yeğenim, dedi…

Koskocaman insan galiba helallik istediği yıllarda 80’ine merdiven dayamıştı…

-Estağfurullah ağabeyim ne demek? Hiç hatırlamıyorum ki, unuttum bile…

Zaten o yıllarda bana bu şekilde davranan çocukluk arkadaşlarıma bile hiç kızmamıştım ki…

Hayatım boyunca kimseye kızmadım, küsmedim, darılmadım, kırılmadım…

İçinden geldiğim kültürüm hep olumlu düşünmemi, olumlu hareket etmemi, beşikten mezara kadar tüm insanlara karşı saygı ve sevgide kusur etmememi öğretti…

Özür dilemek ne demek?

Siz benim büyüğümsünüz, hakkım falan yok sizde…

Ama madem öyle diyorsunuz hakkım varsa da helal olsun, demiştim…

Çünkü ben hayat isimli bu sonsuz okyanusta, beden isimli gemimle vardım…

Beden ve ruhumla doğduğum andan itibaren barışık yaşadım…

Kendime karşı en küçük bir beğenmeme, özümü sevmeme, organlarımla ve cinsiyetimle ilgili en küçük bir aşağılık duygusu yaşamadım, yaşamam, yaşamayacağım…

Bu yönümle de daima onur duydum, hala da mezara kadar anlayışımı sürdüreceğim…

Özür dilemek erdemdir; yaşı kaç olursa olsun bu şekilde davranmak her insana çok yakışıyor…

 

ÖĞRETMENİME MÜFETTİŞ SAYEMDE EN BÜYÜK PUANI VERDİ…

Yellibel Köyümüzdeki ilkokula başladığım yıllarda daha birinci sınıftayken bile her sabah öğrenci andımızı arkadaşlarıma ben okutuyordum…

Oysa iki, üç, dört, beşinci sınıfta büyük ablalar ve ağabeylerim vardı…

Daha önce köyümüzde görev yapan öğretmenim “ŞEYTAN ÇEKİCİ” diye beni ağabeyim ve ablama yakalatıp zorla kucaklar öperdi…

Bende bu türlü davranışlardan hiç hoşlanmazdım…

Neredeyse 5 yaşımda başladığım ilkokulda, diğer öğretmenlerde bu akıllı özelliklerimi erkenden keşfetmiş olmalı ki bana her sabah böyle bir görev veriyordu…

Her sabah okulun önünde sıra olurduk; öğretmeni;

-Abdulkadir Haydi evladım, sen gel, andımızı okut, derdi…

Sınıfta ise ilk günlerde önümüzdeki saman renkli defterlere yatay çizgiler, yuvarlak çizgiler yaptırırdı…

Sonra da evimizde devam etme ödevleri verirdi… Mahallemizdeki diğer arkadaşlarımdan birkaçı ile yarış halinde ödevimi yapardım…

Ertesi sabah sınıfta ödevlerimi kontrol etmeye geleceği saniyede defterimi hemen açar, öğretmenime onurlu şekilde gösterirdim ve bana yıldız verirdi…

Okuma yazmayı zaten birkaç hafta içinde duvarda asılan kocaman afişleri okuyarak, cümleler kurmayı hemen sökmüştüm…

Öğretmenimiz bir gün müfettişin geleceğini, dikkatli ve akıllı oturmamızı söylemişti…

Dersimiz devam ederken bir gün kapı açıldı, elinde doktor çantası gibi şişmanca bir kişi sınıfa girdi…

Hepimiz ayağa birden kalktık; gelen müfettiş, eliyle oturmamızı işaret etti…

Hemen sorular sormaya başladı ve ilk sorusu da şuydu;

-Çocuklar, şu atasözümüzü açıklamanızı istiyorum; ANA BAŞTA TAÇ İMİŞ, HER DERDE İLAÇ İMİŞ, BİR EVLAT PİR OLSA DA ANAYA MUHTAÇ İMİŞ…

Kimseden tık ses yoktu, müfettiş ısrarla, arka sıralarda oturan büyük ablalarımıza, ağabeylerimize bakıyor, gözleri konuşacak birisini arıyordu…

Hemen parmak kaldırdım, konuşmamı isteyince de ayağa kalktım;

-Öğretmenim, annelerimiz çok kıymetli varlığımızdır…

Bizi dünyaya getiren, besleyen büyüten en kutsal değerimizdir…

Hangi yaşta olursak olalım, annemize saygı göstermeli, sevmeli ve ileri yaşlarında ona yardımcı olmalıyız, dedim…

-Aferin evladım, teşekkür ederim, otur dedi…

Galiba başka sorular da sormadan çekip gitti…

O gün öğretmenimiz olan daha sonra KÖY HİZMETLERİNDE bölge müdürlüğü yapan Mehmet Ali Aşıcı öğretmenimle yıllar sonra Adana daki Cemal Gürsel caddesinde karşı karşıya geldik…

Uzun zaman geçmesine karşın o beni, bende öğretmenimi hemen tanıdık…

Aramızda 40-50 metre mesafeden kollarını açtı, yanına gelince de kucaklayıp beni iki yanağımdan öptü;

-Abdulkadir Kaçar seninle gurur duyuyorum…

O gün müfettiş senin bu atasözünü açıklamandan dolayı bana PEKİYİ notu vermişti…

Sınıfta senden çok büyük çocuklar olmasına karşı kimseden ses çıkmamıştı…

Eyvah dedim, müfettiş beni şimdi yakacak…

Ama yaşın çok küçük olmasına karşın soruya sen yanıt verince derin bir oh çekmiştim…

Aradan yıllar geçmiş olsa da sana ne kadar teşekkür edeceğimi bilemiyorum diye tekrardan sarılıp beni onurlandırmıştı…

Okuldan sonra ilk ve son kez karşılaştığım bu değerli öğretmenimi bir daha asla göremedim…

Benimim unutamadığım anılarımdan biridir…

Kendimle her daim barış içinde olduğum için bu türlü olaylarla hayatım boyunca defalarca karşılaştım…

İnanılmaz övgüler aldım, ama asla şımarık biri olmadım…

Hayatı adadığım okuma, düşünme, yorumlama, yazma konusunda da aynı çalışkanlığım ve ilkelerim doğrultusunda sayısız eserler vermeyi sürdürüyorum…

 

İLKOKULDA SÜPERDİM…

Bu gezegene gözümü Ceyhan ilçemize 23 kilometre uzaklıktaki Yellibel Köyümüzde dünyaya gözümü açmışım…

İlkokulu köyümüzde okudum; birden beşinci sınıfa kadar 20-25 öğrenci bir tek oda olan sınıfta eğitim görüyorduk…

Canım anneciğim ilk günlerde okula alışabilmem için, her sabah giderken mısır patlatır, beyaz yakalı siyah önlüğümün ceplerini tıka basa doldururdu…

Oysa ben okula güle oynaya, özleyerek, isteyerek her sabah coşkuyla uyanıp koşarak giderdim…

Bazı yaşıtlarım ders arasında kaçıp evlerine gidiyordu…

Ben ise koşa koşa okula geliyor, sınıftan en son olarak ben çıkıyordum…

İlkokulda okumayı çözen ilk öğrenciydim…

Duvara asılı fişleri gösterdiğinde hoca hemen ben yanıt verirdim…

Zaten 4.sınıftan 5.sınıfa geçen iki kişiden biriydim…

Tüm eğitim hayatım boyunca gittiğim her okuldaki yerim, hep ön sıralar oldu…

İlkokul, ortaokul, lise, hatta üniversite de aynıydı;

Hiçbir zaman ikinci, hatta üçüncü sıralarda asla oturmadım…

Henüz 5,5 yaşındaydım, ilkokula başladığımda…

İlk günkü öğretmenim,(daha sonra ünlü olacak olan)sanatçı Hakkı Bulut’tu…

Sınıfa girdi, güleç yüzü, hepimizi kucaklayan bir sevgi dolu olumlu bir ses tonuyla şöyle dedi;

-Canlarım, yavrularım, birlikte çok güzel günler yaşacağız…

Şarkılar, türküler söyleyeceğiz…

Şimdi hadi ilk türkümüzü söyleyelim diye başladı…

O ana kadar gurupla hiç türkü-şarkı söylememiştim;

Bu koru birlikteliği çok hoşuma gitti, okula âşık oldum…

Köyümüzde tek bir büyükçe odada 5 sınıf aynı anda eğitim ve öğretim görüyordu…

Sınıf Başkanı, Harita kolu, Tiyatro kolu, Kızılay kolunun hepsi ben olmuştum…

Ödevlerimi kusursuz olarak, zamanından önce yapıyordum…

Öğretmen her sabah defterlerimizi açtırıp ödevlerimizi kontrol ediyor, benim sayfama hep yıldız veriyordu…

-Kim dersi anlatacak? Dediğinde hemen parmak kaldırırdım…

Ders anlatmadığım gün hemen hiç yoktu…

Hakkı Bulut, öğleden sonra köyümüzün dere boyu denilen ağaçların altında bağırarak türküler söyler, tüm köyümüz dinlerdi…

Bir televizyon kanalında köyümüzde öğretmenliğe başladığını söylemişti…

50 yılı yakın meslek hayatımda bana okulumu sevdiren Hakkı Bulut öğretmenimle hiç karşılaşmadım…

Sadece bir gazeteci arkadaşım telefonla konuştuğu sırada, telefonu alıp sevgi ve saygılarımı iletme mutluluğu yaşamıştım…

Yine ilkokulda tek odalı bir sınıfta okuyan 30-35 kişi kadardık…

O yıllarda 4.sınıfta da 8-9 kişi vardı…

Sadece ve Ayşe isimli arkadaşımla 5.sınıfa geçmiştik…

Buda anlattıklarımın ne kadar önemli ve somut olduğunu kanıtlamış oluyor…

 

ARKADAŞIM ÇOK AZDI…

Köyümüzde öyle mutluydum, öyle güzel doğal bir ortamda yaşıyordum ki çok fazla arkadaşa gerek duymadım…

Çünkü üç farklı yerde üç bahçelerimiz vardı…

Roma döneminden kalan evimizin hemen arkasında, tarihi kalıntıların olduğu yeri dedeciğim ve babacığım bahçe yapmışlardı…

Birlikte diktikleri zeytin, üç dört türlü zerdali, yine aynı sayıda farklı incirlerden oluşan muhteşem kocaman meyve bahçemiz benim en büyük dünyamdı…

Ağaçların üstünde rüzgârlarla eser, yeşillere bulanır, kelebeklerle yarışır, türküler şarkılar söylerdim…

Her baharda zerdaliler bir günde bembeyaz çiçek açar, sihirli bir atmosfer oluşur; her gördüğümde sevinçle kendimden geçerdim…

Çiçeklerinin üzerinde milyonlarca arı, kelebeklerin birbirleriyle yarışırcasına uçmasını izlemekten çok büyük keyif alırdım…

İkinci bahçemiz köye 2 kilometre uzakta ”SÖĞÜTLÜ ÇEŞME” dediğimiz sebzeliğimizdi…

Yaz kış suyu asla kurumayan bu çeşmeden sulanan 10-15 ailenin birer ikişer dönümlük sebze bahçesi vardı…

Çeşmenin de önünde 5 adet teknesi daima su dolu olurdu;

2 metre uzunluğunda 45-50 santim genişliğinde, yine aynı derinlikteki su dolu tekneler benim için sanki Akdeniz gibiydi…

Yüzmeyi orada öğrenmeye çalışırdım, diğer çocuklarla birlikte yaz mevsiminde en büyük eğlencemizdi…

Oradaki bahçemiz ilkbaharla birlikte sürülür, arklar açılır, ekime hazırlanır, çeşmeden cazibeyle gelecek suyolları düzenlenirdi…

Toprak kabarınca da fideleri kıştan hazırlamış olan biber, patlıcan, domates ekilip toprakla buluşturuldu…

Anneciğim, her sebze sırası arkların sonuna bal kabakları çekirdekleri de ekerdi…

Yine aynı şekilde taze fasulye, acebek tohumları toprakla buluşurdu…

Anneciğim, arkların başına kokularıyla insana güzellikler sunan reyhanlar eker, Horozibiği denilen vişne açan çiçeklerle bahçeyi gelin gibi süslerdi…

Bahçemizin kenarını muhteşem ve farklı tatları olan narlarımız süslerdi…

Üçüncü bahçemizde tarla yolumuz üzerinde, köyümüze 4 kilometre uzaktaydı…

Beş altı çeşit incir, yine kayısılar, elmalar, armutlarla meyvelerimiz dolup taşardı…

Bahçemizin kenarından geçenler istedikleri an, meyvelerden toplarlardı…

Öyle ki, hem dedeciğim, hem de babacığım, birileri yaklaşırken saklanırlarmış…

Gönül rahatlığı içinde bahçeye girip meyveleri toplasın, yesin, götürsün ama bizi görüp utanmasın derlermiş…

Bu bahçelerimiz yaşamın merkezinde bulunan benim en renkli ve sınırsız evrenimdi…

İnanılmaz şekilde çok mutlu çocukluk dönemlerim mevsimlere göre biri bitiyor, diğeri başlıyordu…

Köyümüzde sebze, meyve gibi ürünler yıl boyunca herkes tarafından birbirlerine hediye edilirdi…

Ya da mevsiminde evler dolaşılarak bedava dağıtılırdı…

O nedenle de kimse de paraya ihtiyaç duymuyordu…

Paranın insan hayatındaki değerini 40’lı yaşımda anladığımda benim için zaten hiç bir önemi kalmamıştı…

Yaşamım boyunca asla para avcısı olmadım, ona köle olmadım; onun üstüne basarak istediğim hedeflere ulaştım…

Medya mesleğimi çok başarılı şekilde yaptığım için para gelip avuçlarıma doldu…

Daha da önemlisi hiçbir yaşımda onun peşinden koşmadım, olanaklarımla yetindim…

 

CEYHAN’A GİTMEK BİZİM İÇİN

AMERİKA KEŞFETMEK GİBİYDİ…

Köyümüzden Ceyhan İlçemize gitmek bizim için bu gün Amerika’ya gitmek kadar çok değerliydi…

Günler öncesinden hazırlıklar yapar, orada evli olan iki ablama köyden çeşitli gıdalar götürürdük…

Alış verişlerimizde de köyümüzde olmayan gazyağı, şeker, sabun, çay tahin vs. ihtiyaçlarımızı babacığım alırdı…

Ceyhan’dan dönüşte, babacığım omzunda taşıdığı heybesini hepimizin toplandığı evin ortasında açardı…

Sırasıyla anneciğimin siparişleri başta olmak üzere paketleri özenle açardı…

Annem, ablalarım, ağabeyimle birlikte heybenin çevresinde yuvarlık bir halka oluşturur açılacak paketleri merakla izlerdik…

Bayramlardaki en büyük ödülümüz-armağanda Ceyhan’dan getirilen telkadayıf, ceviz ve şekerle birlikte annemin ustaca yaptığı tatlımızdı…

Babacığım tek gitmişti Ceyhan’a:

Belki de kendi çocukluk hayali olan avuç içi kadar pembeye renkli olan oyuncak bir traktör alıp bana getirmişti…

Henüz okula başlamadığım günlerde benim hayal dünyamın merkezi o oyuncağım olmuştu…

Metrelerce makara ipi bağlar, uzaktan çeker, geri götürür, ileri iterdim…

Dünyanın en büyük mutluluğuydu bu oyuncağım…

Biz zengin değildik ama asla aç sefilde değildik…

Her yıl toprağın verdikleriyle yetindik…

Her koşulda ve daima pozitif bir aileydik…

Geleneklerimizden birbirimize küslük, kırgınlık, dargınlık, kaygı, endişe, kötü söz, tartışma, kavga ve hakaret gibi ifadeler yer almazdı, bazen çocukça davrandığımızda ise anneciğimle babacığım bunları tamamen yasaklanmıştı…

Bu gün bile pozitif olmamı içinden geldiğim, onur duyduğum o kültürüme borçlu olduğumu söyleyebilirim…

 

BABACIĞIM GÖZYAŞLARIYLA KARŞILARKEN

“CİĞERPARELERİM, CANLARIM” DERDİ…

İlkokulu bitirmiştim, Meryem ablamla Adana ya diğer ablamın bulunduğu avludaki bir ev tutmuştuk…

Bugünkü Adana Büyükşehir Belediyesinin karşısında Meryem Abdurrahim Gizer ortaokulunun yerindeki;

Vehbi Necip Savaşan Ortaokuluna başladığım ilk iki yılda anneciğimle, babacığım hala köyümüzdeki evimizde hayatlarına mutlu devam ediyordu…

Ama akılları daima bizimleydi…

Çünkü o yıllarda biz kardeş Adana ya yerleşmiştik bile…

Bir ablam hem Merkez Tapu Sicil Muhafızlığında devlet memurluğuna başlamıştı…

Akşamları bu günkü milli piyango idaresinin olduğu binadaki Fuat Tuncel’ in kurucusu olduğu Özel Mühendislik okuluna devam ediyordu…

(Okulun ismi daha sonra Adana Mühendislik Özel Yüksek Okulu iken daha sonra da Çukurova Üniversitesi Mühendislik Fakültesi oldu)…

Ağabeyim bir inşaat firmasında çalışıyordu…

Büyük ablam ise bize bakıyor, evimizi çekip çeviriyordu…

Ama hafta sonları, bayram ya da yılsonu tatillerinde Ceyhan daki Yellibel Köyümüze koşarak, anne ve babamızı özleyerek, heyecanla ve coşkuyla gidiyorduk…

Anne ve babamıza gidişimiz şeklimiz ise yıllarca hep şöyleydi;

Adana’dan otobüsle önce Ceyhan’a oradan köyümüzün 4-5 kilometre uzağındaki kasabanın Ceyhan’daki minibüs-otobüslerine binip Doruk beldesine gidiyorduk…

Ondan sonra bir saate yakın yokuş yukarı yaya yürüyerek, Doruk’ tan 200 metre yükseklikteki dağın kenarındaki köyümüze bir saatte falan ulaşıyorduk…

Canım babacığım bizim geleceğimiz günü ve anı dakikası dakikasına biliyor ve sabırsızlıkla bekliyordu…

Evimizin önündeki caminin duvarının kenarında bulunan taşın üstüne oturup erkenden bizi beklerdi…

Uzaktan göründüğümüzde de ellerini sevgiyle ve şefkatle iki yana açıp, gözyaşlarını akıtarak koşarak gelirdi;

-Ciğer parelerim, canlarım, yavrularım geldi…  Gözyaşları arasında sarılarak öper, öper öperdi…

Babacığımın adı Yunus’ tu, ama gerçekten Yüreği de Yunus Emre’ydi…

Bizim köyümüzde 1318 yani 1902 tarihinde dünyaya gelmiş…

İşi gücü toprakla savaşmak olmuş, bedenen çalışarak makileri ayıklayarak 230 dönüm tarla sahibi yapmıştı biz çocuklarını…

Çok inançlı, saf, dürüst, çalışkan, işinde gücünde olan, kimsenin dedikodusunu yapmayan, inancını yaşayan tam bir derviş Yunus’tu…

Hazreti Mevlana, Karacaoğlan ve Yunus Emre’nin tüm şiirlerini ezbere bilirdi; biraz efkârlandığında hemen o an duygularını tam ifade eden dizeleri peş peşe okurdu…

Okuma yazma bilmemesine karşın kendi de doğaçlama olarak şiirler söylerdi…

Hayatın her zorluğunu, güzelliğini, mücadelesini damardan anlatan, insanın karakterini ve doğayı somut biçimde anlatan bilge bir kişiydi…

KAÇ-KAÇ’ döneminin yaşadığı günlerde; babacığım 6-7 yaşlarında olmalı…

İşgal askerleri bizim köyümüze de gelmişler…

Babacığım şöyle anlatırdı o günleri;

-Düşmanların köyümüze kadar geldiğini öğrenince, ilk işim çok güzel bir tayımızı kaçırıp dağa sağlamaktı…

Ahırdan çıkarttım, yularından tutup hızla yürütmeye ve koşturmaya başladım…

O sırada önüme aniden bir düşman askeri çıktı, yularından tutup tayımı elimden aldı…

Koşarak yanımıza gelen başka bir düşman askeri de tayımı alana diğerine şöyle dedi;

-İyi ki yakaladın, yoksa ben uzaktan nişan almıştım çocuğun kafasına sıkacaktım…

Trafik kazasında 68 yaşında hayatını yitirdi…

Vefa Dedemin kurduğu Ceyhan’ın Yellibel Köyümüzdeki aile mezarlığımızda kendiyle aynı adı ve soyadı taşıyan, 2,5 yaşında balkondan düşerek ölen torunuyla birlikte sonsuz uykusunu uyuyor…

 

AYDIN ve BİLGE KADIN

CANIM ANNECİĞİM…

Ceyhan’daki Yellibel Köyümüz 1870’li yıllarda Vefa dedem ve Müsemma nine tarafından kurulmuş…

Hem birinci, hem ikinci dünya savaşanın yaşandığı dönemler…

İki amcam Çanakkale’ye gidip birisi şehit, birisi gazi olmuştur…

Ama yoksulluk, kıtlık, inanılmaz sıkıntılarla geçen yıllarda köyümüz tamamen kendi kabuğu içinde yaşamını sürdürmüş…

Gelenekler, görenekler o yıllarda inanılmaz sert ve yok edici niteliktedir…

Anneciğim 1938 yılında tıpkı babacığım da olduğu gibi o da zorunlu şekilde ikinci evliliğini canım babamla yapmak zorunda kalmış

Anneciğim Misis’li Ceyhan Nehri üzerinde değirmenleri, 600 dönüm tarlası olan zengin Hacıveli Efendinin kızıymış…

Çocukluğu ve genç kızlığı Adana ile Misis arasında sürekli iletişim halinde kent kültürüyle büyümüş, görgülü, özgün görüşleri olan, aydın, tam bir Osmanlı hanımefendisiydi…

Babacığımla ikinci evliliğini yaparak köyümüze gelmesiyle birlikte;

O ana kadar kapalı kutu ve karanlıklar içinde olan köylü kadınları onun çevresinde toplanıp anneciğimi örnek almışlar…

Başka bir ifadeyle, cahiliye bir yaşam süren köyümüzde bir yıldız gibi doğmuştur…

En modern, görgülü, aydın, bilgili, kentli, Türkçeyi en iyi konuşan, en eşsiz iyi yemek yapan, gelenekleri bilen, dedikoduyu sevmeyen, yanındakilere de yaptırmayan, herkese karşı koruyucu ve adaletli davranan, kavga edenleri barıştıran,  en bilge kişi olarak kendini kabul ettirmiş…

Köydeki tüm kadınlara en güzel örnek olmuştur; köyümüzde herkesin “ATİYE ABLA” dediği muhteşem bir insandı…

Bu gün bile halamın torunları, annelerinin yemek yapma formüllerini annemden öğrendiklerini onurlu biçimde ifade ederler…

Köyümüz böyle olumsuzluk ve karanlıklar içindeyken,1950’ li yıllarda açılan köyümüzdeki ilkokuldan Meryem Ablam mezun olmuş…

Ablamın öğretmeni de, ısrarla ve defalarca anneciğime evimize gelerek;

-“ATİYE HANIM” siz aydın bir hanımsınız, kızın çok başarılı, araya gitmesin, çok zeki, lütfen bunu okutun, diye sık sık ricada bulunmuş…

Anneciğim okuma yazması olmamasına karşın, kardeşinin görev yaptığı Kahramanmaraş’ın Göksun İlçesine, Ziraat Teknisyeni olan dayımın yanına götürerek orada okumasını sağlamış…

O yıllarda geleneklere göre bir kızın okula gitmesi, ilkokulda dahi okutulması yasaktı;

Bu kuralları inanılmaz şekilde çok sıkı biçimde uygulayan halam her sabah bizim evimize gelip, avlunun kapısında iki elini böğrüne koyup babacığıma baskı yapardı;

-Yunus çabuk mektup yazdır…

Meryem hemen buraya köye geri gelsin…

Kız kısmı okumaz, okursa da orospu olur…

Çabuk geri çağır, derdi…

Anneciğim sesini çıkartmaz, babacığım da sessiz kalırdı; halamın bu baskısı yıllarca devam etti…

Anneciğim asla ve kata hiçbir zaman aldırmadı, her zaman ablamın okuması ve başarılı olmasına destek verdi…

Meryem ablam liseyi bitirince önce Adana Merkez Tapu Sicil Muhafızlığında 657 devlet memuru olarak çalıştı…

Geceleri de Fuat Tuncel’in kurucusu olduğu Özel Mühendislik okuluna devam etti…

Daha sonra Çukurova Üniversitesine bağlanan fakülteden üniversiteden inşaat mühendisi olarak mezun olmayı başardı…

Bizim 1890’lı yıllarda kurulan köyümüz yıllarca içine kapalı yaşamıştı…

Aydın ve akıllı bir kadın olan anneciğimin sayesinde, ablacığımı okutması sonucu köyümüzdeki tüm genç kızların önü açıldı…

Meryem ablamı örnek alarak;

Kimi hemşirelik, kimi ebelik, kimi öğretmen okuluna gitmeye başladılar…

Ablamın yaptığı her işe hayran olurdu anneciğim, özellikle de otomobil kullandığında, sanki kendinin gerçekleştiremediği içinde ukde olarak kalan hayallerinin gerçekleştiğini düşünür inanılmaz mutlu olurdu…

Ablamın Adana’nın Sesi Musiki Derneğindeki koro ve sola olarak okuduğu şarkısını dinlerken anneciğim çocukluğunun geçtiği gider;

Misis’ teki gramofondan dinlediği şarkıları söyleyen bir kız yetiştirmiş olmanın mutluluğunu dolu dolu yaşardı…

Çocukları olarak biz anneciğime “ÖFFF” bile demedik…

Aydın, bilge, tam bir Osmanlı hanımefendisi olan Anneciğim 80 yıllık ömrünün sonuna kadar sayemizde çok mutlu yaşadı,  mutlu edecek güzellikleri çocukları olarak ona sunmayı daima başardık…

İLK KUŞ AVIMDA YALANIN ÇİRKİN YÜZÜNÜ GÖRÜP

UTANDIM…

Dedeciğimin Yellibel Köyümüzü kurma nedeni olan Romalılar dönemindeki tarihi kale kalıntılarıdır…

Bu kalıntıları evimizin hemen arkasında yer alır…

O günlerde asla 7 değil 5-6 ama asla yaşlarındaydım;

Ama cin gibi hayatla ilgili her şeyi yakından izliyor, gördüklerimi hafızama eşsiz biçimde kayıt ediyordum…

Bir gün evimizde bulunan dolma tüfeğimizi, ağabeyimden gördüğüm şekilde doldurdum…

Evimizin arkasındaki kaledeki incir ağaçlarında kuş avlayacaktım…

Tam kaleye girdiğim sırada, akrabamız olan bir amca, boyuma ve tüfeğe bakarak benimle dalga geçti, uzaktan şöyle dedi;

-Vay yavrum, vay, şu boya posa bak, sen mi kuş vuracaksın?

Hadi vur sana 50 kuruş vereyim, dedi…

Birkaç adım attım ki, 20 metre uzağımdaki incirin üstünde karatavuk isimli bir kuş vardı…

Tüfeği surun üstüne dayayıp tetiği çektim, vurdum kuş yere düştü…

O amca da, henüz birkaç adım ötemdeydi, koşarak kuşu alıp yanına götürdüm;

-İşte vurdum, bak karatavuk ben vurdum, ver 50 kuruşumu, deyice…

(o zamanki 50 kuruş bu günkü 50 lira gibi falandı)

-Defol git lan, diye yoluna devam etti, Söz verdi ama paramı da vermedi…

İnsanın yalancılığını, sahtekârlık yüzüyle hayatımda ilk defa orada karşılaştım…

Şoke olmuştum, ama hayatımda aldığım derslerden ilkiydi, hiç unutamadım…

Çok şaşırdım, yalan söylemenin, sözünde durmamanın aşağılık ve acı veren bir olay olduğunu o yaşımda öğrendim…

Bu gün politikacılarında davranışlarını bu gözle değerlendiriyorum…

( Hala da basılmayan, yayınevinde bekleyen PARTİ, POLİTİKA, POLİTİKACI kitap dosyamı ve denemelerimi bende çocukluğumda oluşan bu ilk değerlerime göre yazdım…)

 

 

KÖYÜME ASLA DOYAMADIM…

Çocukluk yıllarımda, meyve ve sebze bahçemizdeki sulaması; kamışların arasında her biri 30-40’ ar kilo gelen bal kabaklarının yetiştirilmesi, biberlerin toplanması, mercimeklerin biçilmesi, kamışların kesilmesi her konuda ben ilk sırada görev yapıyordum…

Hiç boş zamanım yoktu ama yaratıcılık konusunda sürekli denemeler yapıyordum…

Özellikle, boyum yüksekliğinde iki büyük ağaç dalını ı kesiyor;

Onların yerden 50-60 santimlik yüksekliklerine ki budaklarına basacak şekilde düzenliyordum…

Sonra da o yıllarda asla görmediğim ve bilgimin bulunmadığı bu günkü palyaçolar gibi köyde dolaşıyordum…

Üstelik bu yürüyüşlerimde, Ceyhan’dan aldığım korkutucu canavar maskeleri de yüzüme takıp köyümüzdeki çocuklarını da bazen korkutuyordum…

İlkokul bitince ailemle birlikte kent hayatı başladı…

Şahane bir dünyam vardı; özgürdüm, denemeler yapıyor, kendimi geliştirmeye ve marka haline getirmeye çalışıyordum…

İlkokulu köyümde bitirince Adana ya taşındık;

Gözüm hep arkada yani köyümde kaldı;

Benim bu gezegeni tanıdığım muhteşem evrenim olan köyüme asla doyamadım…

Rüyalarım hayallerim her zaman ve hala köyümle ilgilidir…

AŞKIM…

İLK VE SON AŞKIM…

Vehbi Necip Savaşan Ortaokul son sınıfında okurken yüzme havuzunun batı tarafında bahçeli bir evde oturuyorduk…

Her gün Abdulkadir Paksoy Lisesi 2.sınıfına gidip gelen kızıyla karşılaşıyordum…

Sarışın, iri yeşil gözlü, benim için sanki değil, benim için o gerçekten TÜRKAN ŞORAY’  dı…

Uzaktan gördüğümde tüm hücrelerim sevinçten bayram ediyordu…

Yürüyüşü, endamı, konuşması, nezaketi, bana olan sevgisiyle canımın içiydi…

Evimiz bitişik olduğu için boş zamanlarımızda bir ağacın altında sohbet ediyorduk…

Delikanlılık çağımızda olduğu için birbirimize kanımız hemen ısındı, sevmeye başladık, ilk aşkın kıvılcımlarını vücudumun her yerinde hissediyordum…

Biliyorum ki o da benimle aynı şeyleri, hatta daha da fazlasını hissediyordu…

Annemlerin olmadığı zaman evimize çağırıyordum…

Kamuran Akkor’un o yıllardaki 45 plağını pikaba koyuyor, sarmaş dolaş dans ediyorduk…

“SENİ BEKLERİM ÖPTÜĞÜM YERDE” şarkısı bitiyor, tekrar aynı plak, 3,5 dakikada bitiyor ama bizim sevgimiz bitmiyordu…

Tekrar aynı plak, tekrar kaç defa çaldığımı bilemiyorum…

Ama terinin ve teninin kokusu hala burnumda tüter…

Ev sahibimiz olan abla yukarıdan sinirli şekilde bağırırdı;

-Abdulkadiiiiir, annenler gelince seni söyleyeceğim, bizi bu kadar rahatsız etme; kapat şu müzik sesini, diyordu…

Yaz mevsiminde Ceyhan daki Yellibel köyümüze 1 aylık tatile gitmeden önce o ağacın altında daha uzun sohbetler, sarılmalar falan devam ediyordu…

Bana o yıllarda;

-KEREM BEY, diye hitap ediyordu…

Köye gidince nasıl dayanırım diye fotoğraflarımı alıyordu…

Onunla birlikte yattığını söylüyordu…

Tatilin bitmesini hem o hem de ben sabırsızlıkla bekliyorduk; kente geri dönünce deliler gibi sarılıp seviyorduk birbirimizi…

Annem, ablam, ağabeyim, babam benim daha çocuk olduğumu düşünüyorlardı…

Ne çocuktum ama her şeyi biliyordum, her türlü şeye hazırdım…

Aramızdaki sevgi aşk geliştikçe büyüdükçe ailem rahatsız oluyordu…

Sonunda aramızı soğutmak için oradan başka bir adrese taşıdılar;

Kızla aramı soğutmaya, arkadaşlığımızı bitirmeye çalıştılar…

Nereden öğrendiyse, benim olmadığım bir gün yeni adresimizi bulmuş, evimize gelmiş…

Ailem kızı bir daha gelmemesi için kovmuş, korkutmuş, sonra da birbirimizi kaybettik…

Aradan 35-40 yıl gibi bir zaman geçmişti…

TATARLARIN GELENEKSEL TEPREŞ bayramı Ceyhan’a 23 kilometre uzaklıktaki YELLİBEL Köyümüzde yapılıyordu…

Kırım Tatar Meclis Başkanı Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu da köyümüze gelecek, KIRIM’DAKİ BAHÇE SARAY İLE CEYHAN KARDEŞ ŞEHİR İLAN EDİLECEK, tutanaklar da Ceyhan Belediye Başkanı Sayın Hüseyin Sözlü ile Kırımoğlu arasında imzalanacaktı…

Bende erkenden yola çıktım, TEM otoyolunun Ceyhan Nehri üzerindeki MISTIK USTA dinlenme tesislerinde bir çorba içmek için durdum…

Aşağı indiğim sırada otomobilimin yanımda turistleri taşıyan çok lüks bir otobüs durdu…

Şoförü inip doğru benim yanıma geldi;

Elini omzuma attı yakışıklı 30 una yakın bir delikanlıydı…

-Abdulkadir ağabey, gel sana yemek ısmarlayayım diye koluma girdi…

Tesisin lokantasına doğru ilerlerken Televizyonlarda program yapıyorum ya oradan tanıyan bir insan olarak değerlendiriyordum…

Masaya oturduk, yemekler geldi, çok lüks ve zengin bir masa oluşturuldu…

-Ağabey sen beni tanımazsın ama ben seni tanıyorum, deyince bu kez iyice dikkat kesildim…

-Merak ettim, nereden tanıyorsun?

-Ben çocukluk arkadaşın hanımefendinin oğluyum, dedi…

Öyle şaşırdım, öyle şoke oldum, bir süre konuşamadım, sonunda da üzüldüm…

Eğer ailem benim o dönemdeki ilk aşkıma engel olmasaydı belki de bu delikanlı benim oğlum olacaktı diye günlerce moralim bozuldu, canım sıkıldı…

 

İKİNCİ KEZ SELAMLAŞTIK…

Altınkoza Film Festivalinin başladığı günlerde sanatçıları taşıyan konvoyundaki gazetecilerle birlikte şehir turu atıyorduk…

En önde Aytaç Durak Başkan, arkada sanatçılar, caddeler sokaklar insan kaynıyor, çiçekler, konfetiler yağıyordu sanatçılar…

Gazipaşa Bulvarından geçerken birisi bana ısrarla bağırıyordu;

-Abdulkadiiiirrrr!!!

Sesin ne yandan geldiğine baktım, İlk aşkım, kalabalığın önünde, bir çocuk arabası içinde bir bebek, bana el sallıyordu…

Torunu olmalıydı diye düşündüm…

Bende el salladım…

Aynı şehirde yaşamamıza rağmen bir türlü buluşamadık…

Sadece son kez uzaktan selamlaştık…

“KIRIK BİR AŞK HİKÂYESİ” olarak yaşadığım olaydı…

Hala içimdeki çocukluk sayılacak dönemimdeki bu sevgiyi en sıcak şekilde koruyorum…

Keşke böyle olmasaydı, keşke mutlu sonlansaydı…

Her aşk mutlu sonla bitmiyor; benimki de maalesef öyle oldu…

Ailemin bu şekilde sevdiğimden ayırması beni çok kırdı; hayata ve sevgililere bakışım çok değişti…

Hala da düzelmedi…

 

 

ASKERLİK YOKLAMAM…

ORTAOKULDA

ASKERLİK YOKLAMAM GELDİ…

Adana Büyükşehir Belediyesinin önündeki Meryem Abdurrahim Gizer İlköğretim Okulun yerinde Vehbi Necip Savaşan Ortaokulunu bitirmiştim…

Zengin ve üst düzey bürokratların çocuklarının öğrenim gördüğü bir yerdi…

Kent kültüründe yetişmiş arkadaşlarımla önemli bir eğitim görmeye başarmıştım…

Nüfus kağıdımda1954 doğumlu olduğum için ortaokul ikinci sınıftayken askerlik yoklamam gelmeye başladı…

Okul bitti Adana Erkek Lisesine ablamla kaydımı yaptırmak için gittiğimizde, görevli memur bir an durdu;

-Ben bu öğrencinin kaydı yapamam, arkadaşımızın askerlik yoklaması yaptırdıktan, sonra da kayıt etmem gerekir dedi…

Duvara çarpmışçasına şoke olmuştuk…

Yahu çocuktum daha nasıl olur askerlik yoklamam olabilir ki?

Adana Erkek Lisesinin Müdürünün bulunduğu koridorda boynumuz bükük çaresiz şekilde beklerken, bir akıllı veli durumu anlamış olmalı ki yanımıza yaklaştı;

-Şu odada müdür yardımcısı Öztürk Yılmazok var, gidip ona söyleyin, kayıt ettirir, dedi…

Hemen onun kapısını çalıp durumu anlattık;

-Bok, yemesin, hemen kayıt etsin, dedi, sevinçten havalara uçtum…

Müdür yardımcısının küfrü bile ilk defa böyle hoşuma gitmişti belki de…

Adana Erkek Lisesinde okuduğum her yıl sınıf birincisi olarak çok başarılı dönem yaşadım…

O yıllarda Türkiye deki liselerin tek bayan müdiresi olan Mihriban Göksel coğrafya derslerimize geliyordu…

Bir gün, sınıfımıza girdiğinde sıramın üstünde 25x30 A-4 kâğıtlara karakalemle rastgele 5-6-7 çiçek figürü çizmiştim;

Hoca resimlerimi görünce, hayretten gözleri açıldı;

-Sen mi çizdin evladım, dedi…

-Evet, hocam, ben çizdim…

-Çizgilerin çok güzel, lütfen devam et, bu işi meslek edinmeni isterim, dilerim akıllı çocuğum dedi…

Müdire hanımın önerisi muhteşemdi ama maalesef hayat şartları bu hayalimi gerçekleştirmeme olanak vermedi…

Daha sonra gazeteci olarak yıllarca TRT ÇUKUROVA RADYOSUNDA haftada bir kez Cuma günleri 08; 15 teki “GAZETECİ GÖZÜYLE” programımda yaptığım her konuşmamdan sonra beni evimden telefonla arar;

-Aferin evladım, seninle gurur duyuyorum…

Çok güzel şeyler söylüyorsun…

Senin hocan olmaktan çok mutluyum, derdi…

Gerek ortaokul, gerek lisede bir gün bile devamsızlığım yoktu…

Her dersimde başarılıydım; kendimi edindiğim yeni bilgiler, hayat deneyimlerimle şekillendirmeye çalışıyordum…

 

ADANA ERKEK LİSESİ

ORKESTRASINI KURDUK…

Vehbi Necip Ortaokulunda okurken, Atatürk Parkındaki Halk Evinde açılan gitar kurslarına kendiliğimden katıldım…

Gitarı kısa sürede tamamen çözmüş, 100’e yakın popüler parçayı çalıp söyleyebiliyordum…

Adana Erkek Lisesinde okuduğumuz o yıllarda aynı müzik hobisini paylaştığımız akıllı arkadaşlarımızla kendiliğimizden bir araya geldik..

Adana Erkek Lisesi Orkestrasını oluşturduk…

Ben solo gitar ve solisttim, Türk Sanat Musikisi söylemesine karşı Sabri Uludağ da bazı parçaları yeri geldiğinde söylüyordu, Ender Demirbüken Baterist, bu gün Diş Hekimi olan Murat Aydın ise ritm gitarcımızdı…

Hafta sonları okulda konserler vermeye başladık…

Orkestradaki uyum biraz daha gelişince bu kez yakınlarımız düğün salonlarında birkaç parça çalmak için görevler üstlendik…

Lise bittikten sonra ben bir süre daha Orduevi, ya da Kervansaray, ya da Çukurova Kulüplerinde solo gitarist ve solistlik yapmayı sürdürdüm…

O yıllarda Cem Karaca’nın anfilerini, Edip Akbayram’ın Gibbson marka gitarını satın almıştım…

Çok güçlü bir sisteme sahiptim…

Yaklaşık 10 yıl süren müzik hayatımda, sözü ve müziği bana ait olan 73 beste yapmıştım…

Bu dörtlü gurubumuzda önce Baterist arkadaşımız Ender hayatını kaybetti; sonra da yedek solistimiz Sabri’yi yitirdik…

Dört kişilik Adana Erkek Lisesi orkestrasından şimdilik iki kişi kaldık…

Eski anılarımızı anlatarak samimi biçimde iletişimimizi sürdürüyoruz…

 

İZZET ÖZ BESTEMİ ÇALARAK

NİLÜFER’E VERDİ…

Sözü ve müziği bana ait olan 73 beste yapıp, makaralı teybe eserlerimi okumayı başardım…

Çocukluğumdan başlamak üzere dost olduğum TRT radyoları hayatımda önemli yer ediniyordu…

O yıllarda TRT RADYO-1 diye yayın yapan tek kanalda İZZET ÖZ haftada bir gün galiba Pazar günleri müzik programı sunuyordu…

Bir ara radyodan şu anonsu yaptı;

-Amatör arkadaşlarımıza çağrıda bulunuyor, yaptığınız eserler varsa bize gönderin değerlendirelim, diyordu…

Bende 73 bestemden sadece birini gitarımla makara banda okuyup, paketleyip belirttiği TRT adresine gönderdim…

Bir iki ay sonra şarkıcı nilüfer benim;

-BİR ŞARKIII, BİR TÜRKÜ, YETERKİ BİR MÜZİK OLSUN adlı benim bestemi plaklarda söylemeye, TRT Radyoları da yayınlamaya başladı…

Önce çok şaşırdım hatta şoke oldum…

Ama şimdi diyorum ki; keşke diğerlerini de İzzet Öz’e gönderseydim de onlarda hayat bulsaydı…

Bazen de dürüst davranmaması nedeniyle bu kişinin yaptığına üzülüyorum…

Dürüstlük en kıymetli değerdir; eğer samimi olarak bana ulaşsa, iletişime geçse, tüm bestelerimi kendine hiçbir ücret istemeden verebilirdim…

Dürüst davranmadığı için ben uzak durdum…

Yaptığı yanlışın peşine düşmedim…

 

MARKA OLMAK İSTEDİM…

F KLAVYE ADANA

ŞAMPİYONU OLDUM…

Meryem ablam Adana Merkez Tapu Sicil Muhafızlığında 657 devlet memuru olarak çalıştığı yıllardı…

Bir gün yanına-ziyarete gittiğimde, özel tek kişilik odada resmi işlemleri yapan ablanın inanılmaz şekilde seri biçimde daktilo yazması dikkatimi çekmişti…

Masasın üstündeki daktiloyu olağanüstü kullanmasını hayranlıkla dakikalarca ve sessizce izledim…

-Abla nasıl yazıyorsun bu daktiloyu?

-Tapu işlemlerini, resmi belgelerini burada ben yazıyorum…

Daktilo kursuna gittim, sende gidersen, sen de yazarsın dedi…

Kuruköprüde Baran Daktilo kursuna yazıldım;

3,5 ay sonra da F Klavyede 3 dakikada 1746 tuş vurarak Adana şampiyonu olarak belgemi aldım…

Bu gün bilgisayarımda bile Türkçemize ey uygun olan F Klavyeyi asla bakmadan on parmak olarak yazmayı sürdürüyorum…

Belki de anılarımı hazırladığım bu güne kadar 201 kitap dosyamı yazmam, en küçüğünün otuz binli(bazılarını 250 binli olan) bilgisayar karakterinden oluşmasını bu klavyeyi kullanmama borçluyum…

Yaşadığım sürece de bu klavyede duygu, düşünce, deneme, yorumlarım ve günlüklerimi aynı şekilde yazmayı sürdüreceğim…

 

İLK KONSERE

DAVET EDİLMİŞTİK…

Aynı günlerde aynı abla bir gün sonra yapılacak olan Türk Sanat Musiki Derneğinin konser davetiyesi ablama vermişti…

Koroyu dayısının yönettiği, Türk Sanat Musikisi Derneğinin Adana Büyükşehir Belediye Tiyatro Salonundaki konserine üçümüz birlikte gittik…

Balkonda yüzlerce kişiyle birlikte alkışlayarak hayranlıkla izledik;

Benim için sanki zaman durmuştu adeta büyülenmiştim;

O sahne ışıklarının altındaki olağanüstü musiki, şarkı söyleyen kişilerin arasında mutlaka olmak istedim…

Ve neden olmayacaktım ki?

Çok hırslanmıştım, kendimi mutlaka bu sahnede de ifade etmem, dünyaya insanlığa kanıtlamam gerekiyordu…

Ablama konser bitiminde şöyle dedim;

-Göreceksin abla, gelecek sene verilecek konserde ben bu sahnede olacağım…

Aynı yıl içinde Cemal Gürsel caddesinde Halk Eğitim Merkezinde açılan, müdürlüğünü Mustafa Bozer’in yaptığı Türk Sanat Musikisi Korusuna kayıt oldum…

Zaten Türk Sanat Musikisi şarkılarının çoğunu zaten ezbere biliyordum…

Orada usullerin öğretilmesi, bilimsel olarak notayla okunması çok hoşuma gitmişti…

Bir yıl sonra o sahnedeki koro elemanlarından biriydim…

Mustafa Uğurateş ağabeyin yönettiği Kürdili Hicazkâr faslındaki konserin en başarılı koro elamanıydım…

O konserimizde Sermin Can ünlü olmuştu…

Ünlü ut üstadı Arif Nihat Aka ise günün yıldızıydı…

 

FOTOĞRAFLA TANIŞMAM…

BİTMEYEN FOTOĞRAF AŞKIM

Zaman sonsuzdan sonsuza hızla geçiyor, yaşım ilerliyor, kendimi daha nitelikli ve toplumun önünde yürüyen bir kişi yapmak için çırpınıyordum…

Kapalı olan köyden kent kültürünün ortasına düşen birisi olarak kendimi her alanda geliştirmem ve emsallerimin önüne geçmem, kendimi marka haline getirmem gerekiyordu…

Ortaokulun ilk yıllarında JÜPİTEL marka üstten bakmalı makine alıp fotoğrafçılıkta da kendimi geliştirmeye çalıştım…

Satın aldığım makineme taktırdığım12 pozluk filmi, çekip doldurup bir saat sonra tabetmeleri için kuru köprüdeki Fotoskop’a geri getirince görevli şaşırmıştı…

-Ağabey makine bozuk mu?

-Yok, hayır tamamını doldurdum…

-Olamaz 12 kareyi bir yılda dolduramıyor…

Sendeki bu hız nedir şaşırdım diye tabetmişti…

Sonra bir film daha, bir film derken yıl içinde sayısız fotoğraf çekip tabettirmiştim…

O yıllarda ülkemizde sadece ülkemizde Yeni Fotoğraf Dergisi tek yayındı…

Doğumevi yolundaki Foto Kozada dükkânında çektiğim fotoğrafları tabettiriyordum…

İşyeri sahibi Esat Tangüler beni çok istekli ve yetenekli üstelik hırslı olduğumu keşfetmiş olmalı ki;

-Abdulkadir sen bu konularda heyecanlı ve kararlısın, İstanbul’dan gelen, sular semtinde STÜDYO-75 dükkânı olan Mehmet Baltacı ya git, ondan çok şey öğrenirsin, dedi…

Hemen koşarak oraya gittim;

Çünkü o yıllarda sadece usta çırak ilişkisiyle fotoğraf öğrenilebiliyordu…

Adanalı fotoğrafçılar 1x1 metrekarelik zindan gibi karanlık odalarda kör bir kırmızı ampulün altında sadece kartpostal gibi siyah beyaz fotoğraf basıyorlardı…

Üstelik kullandıkları film ve kart banyoları sınırlıydı…

Bilgileri de yetersizdi, üstelik usta çırak ilişkisiyle meslek öğretiliyordu…

Kimseleri karanlık odalarına asla sokmuyorlardı…

Stüdyo 75 in sahibi olan Mehmet ağabey, beni samimi bulmuştu…

Fotoğraf basmak için hazırlanıyordu…

-Gel birlikte basalım, diye kocaman bir salonda sarı ışıkların gündüz gibi aydınlattığı stüdyoda metrelik fotoğraflar tabediyordu…

Yıllarca dikkatle, ilgiyle, hayranlıkla gözlemledim, çok şey öğrendim…

Öyle ki daha sonraki yıllarda birlikte geliştirdiğim fotoğraf sanatımda artık yeni başarılara imza atmam gerekiyordu…

30x40 fotoğraflarımızla Akbank, Yapı Kredi gibi bankalar YARATICI GÜCÜ TEŞVİK amacıyla küçük para ödülleriyle yarışmalar yapıyordu…

Mehmet Baltacı Ağabey ile birlikte girdiğimiz bu yarışmalarda ben ödül üstüne ödül alıyordum…

Aynı yarışmaya benimle giren, ustam Mehmet Baltacı ödül alamıyordu…

Bir gün bana biraz da şaka yollu, ama gerçekten şöyle dedi;

-Abdulkadir bundan sonra seninle aynı yarışmaya girmeyeceğim…

Sen ödül alıyorsun ben alamıyorum…

Oysa profesyonel fotoğraf ustası olan oydu…

Ben çırak sayılırdım, ama öğrenmeye ve kendimi durmadan bilgiyle olgunlaştırıp durmadan sınır tanımadan aşmaya çok istekliydim…

Çünkü diğer insanlardan farklı olarak yaratıcı düşüncem ve özgür görüşe sahiptim…

Her alanda sonsuz şekilde gelişmeye açıktım, buna devam ediyordum…

Belki de diğer insanlarla aramızdaki en büyük fark buydu…

İnanılmaz şekilde güzel adımlarla hayalini kurduğum hedeflerime doğru hızla ilerliyordum…

 

 

AFAD’IN GERÇEK ÖYKÜSÜ…

Ortaya güzel bir eser çıkınca herkes sahiplenir denir ya;

İşte AFAD’ konusu da tıpkı bu özdeyişle olduğu gibi herkesin sahiplendiği uluslar arası bir değer olunca herkes sahiplendi…

Çokta seviniyorum, ne kadar çok insan sahiplenirse kurum o kadar çok ve uzun yaşar…

“AFAD ADANA FOTOĞRAF AMATÖRLERİ DERNEĞİ” nin gerçek öyküsünü de bu işi düşüncesinde başlatan, hayata geçmesi için sürekli çalışan kişi olarak benden dinleyin;

Stüdyo -75’in sahibi olan Mehmet Baltacı ağabeyle samimiyetimiz gittikçe daha da artıyordu…

Fotoğraf makinesiz artık sokaklara çıkmıyordu…

Bana bir gün unutamayacağım şu öğüdü verdi;
-ABDULKADİR GÜZEL FOTOĞRAF ÇEKMEK İSTİYORSAN, MAKİNEYLE NİKÂHLANACAKSIN…

Bu benim için inanılmaz bir ölçü oldu; makinemi tuvalette bile yanımdan ayırmamaya devam ediyordum…

1970’ li yılların 2.yarısı ve Türkiye de sağ sol çatışmaları aralıksız devam ediyordu…

Fotoğraf makinesiyle geziyordum ama biraz da çekiniyor ve de tedirgindim…

Şehir içi ve dışında fotoğraf çekmek için gezerken polis, asker, zabıtayla karşılaştığımda çekiniyordum…

Mehmet abiye birden fazla ve sık sık şöyle diyordum;

-Değerli Mehmet Baltacı ağabey, ben fotoğraf makinesiyle dolaşıyorum, nikâhımı da yaptım, bunu yasal bir boyuta taşıyalım…

-Nasıl diyordu? Ne yapalım ki diye o da bana soruyordu…

O yıllarda Paris’te yaşayan Gökşin Sihahioğlu SİPA PRES diye bir ajans kurmuş, dünyaya fotoğraf servisi yapıyordu…

Onun gibi bir ajans, ya da Kulüp, ya dernek oluşturalım…

Mehmet Ağabey ağırdan alıyor, ama adı kentte gittikçe yaygınlaşıyordu…

Fotoğrafın sanat olduğunu o yıllarda bilen akıllı insanlar yavaş yavaş onur çevresinde halka oluşturmaya başlamıştı…

Grafikçi Alinur Uğurpakkan, Çukurova Gazeteciler Cemiyetinin o yıllardaki başkanı Erdoğan Varol, Diş Hekimi ve Derneğimizin ilk başkanı Sina Coşkun, Günaydın Gazetesinin temsilcisi Kurtar Çakın, Baltacı ağabeyimin stüdyosunun üstündeki Tahir İlba Apartmanında oturan Çukobirlik Genel Müdür Yardımcısı Mete Karabulut, yine iş adamı Özcan Atamer…

1970 yılına gelindiğinde Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Stüdyo-75 işbirliğinde “FOTOĞRAF YARIŞMASI” düzenledi…

Yarışmaya katılanlardan biride bendim, mansiyon almıştım…

Diş Hekimi. Sina Coşkun, o yıllarda öğrenci olan Sefa Ulukan, Dr. Adnan Güner de vardı…

Yarışma sonunda bir kokteyl gibi toplantı düzenlendi, hepimiz birbirimizle daha yakından tanıştık…

Erdoğan Varol’un bürokratik bilgisi sayesinde AFAD,”ADANA FOTOĞRAF AMATÖRLERİ DERNEĞİ” yasal olarak kuruldu…

Derneğin adresi de Stüdyo -75’in binasıydı…

Yönetim kurulu da yukarıdaki isimlerden oluşuyordu…

Yasal olarak yapılması gereken toplantıları haftanın belli günlerinde Diş Hekimi olan Sina Coşkun ağabeyin Sun Sineması karşısındaki muayenehanesinde yapıyorduk…

Samimiyet öyle güçlü, öyle güzeldi ki; aramıza yeni üye olarak katılacakları öncelikle birlikte birkaç ay gezilerimize götürüyor, uyumunu yakından gözlemliyorduk…

Üye sayısını kurucular olarak sürekli daima sınırlı tuttuk; başvuranların çoğunu geçiştirdik…

Ama dernek kurulmadan önce bizim yukarıda saydığım bazı kişilerle sürekli Çukurova da çeşitli yerlere foto safariler düzenliyorduk…

Mehmet Baltacı Ağabeyin stüdyosundaki Fotoğraf Dergilerini sular seller gibi inceliyordum…

Her dergiye en az 40-50 defa belki daha da fazla tekrardan bakıp kendimi eğittim…

İlk Başkan da Diş Hekimi Sina Coşkun ağabey olmuştu…

Her toplantıda, benim neden kurucular kurulunda ilk sırada yer aldığımı sık sık soruluyor…

Dernek düşüncesini ben oluşturdum, bu kafadan çıktı ama alfabetik sıraya göre, yönetim kurulu üyeleri arasında benim ismim yer aldığı için bu şekilde ilk kurucu oldum…

Yıllarca kongrelerde kâtip görevi üstlendim… Tutanakları, resmi yazışmaları falan hep ben yaptım…

O yıllarda mumlu kâğıda şeritsiz daktiloyla bültenler, fotoğraf teknikleriyle ilgili bilgi, banyo formülleri, kart baskısı gibi konuları teksirle çoğaltarak üyelere ulaştırıyordum…

20 den fazla bülten yayınlamayı başarmıştım…

Hürriyet Gazetesine başladığımda dernekle mesleğimi uzun yıllar birlikte sürdürdüm…

Mesleğim günümün hemen 15 bazen daha fazla saatini aldığı için biraz uzaklaştım ama uzaktan daima yüreğim derneğimizleydi…

AFAD, bu gün Adana’dan dünyaya açılan bir kurum oldu…

Sergileri, üyelerinin aldığı ödüller, yapılan etkinlikleriyle her zaman onur duydum…

Pek çok üyelik teklifi almama karşın; iki kurumun dışında hiçbir yere üye olmadım;

1-AFAD(adana fotoğraf Amatörleri Derneği)

2-Çukurova Gazeteciler Cemiyeti…

Dernek fikri tamamen benim düşüncemdi; orada öğrendiğim fotoğraf sanatıyla ilgili olarak kişisel 7 sergi açtım… Ayrıca karma sayısız sergilerde yer almayı başardım…

 

BU GÜN HAK ETMEDEN AFAD’ TAN NEMALANANLAR…

Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği AFAD yerelden uluslar arasına uzanan en güzel bir başarının net öyküsüdür…

Hangi zorluklardan geçtiğini anlatmayacağım-anlatamayacağım;

Sadece A’ dan Z’ ye bu süreçleri yaşayan olaylara tanık olarak sadece birkaç şeyin altını kalın şekilde çizmek istiyorum o kadar…

1970’ li yıllarda Adana da fotoğrafçılık usta-çırak ilişkisiyle bir iki metrekarelik karanlık oda 4-5-6-7 yılda öğrenilen, gizemli bir sırdı…

Sokaktaki vatandaşın fotoğrafı öğrenmesi, makineyi öğretecek birinin bulunması, kart ve filmlerin duyarlılık derecesine göre çekimler yapması, karta basması mümkün değil; sadece kocaman bir hayaldi…

Mehmet Baltacı’ nın İstanbul da bu işi öğrenip Adana daki Sular Semtinde Stüdyo-75 i açmasıyla fotoğraf konusundaki her şey abartısız olarak söylüyorum sıfırdan başladı…

Baltacı ağabeyle Adana da ilk tanışan, ölünceye kadar da yanından ayrılmadım…

AFAD(Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği) düşüncesini tanıştığımız ilk günden itibaren onun dikkatine almasını sağlayan, fotoğraf sevenlerin dernekleşmesini adım adım sağlayan biriyim…

Özellikle ilk yıllarda, fotoğraf bilgisinin öğrenilmesi, meraklılara ulaşabilmesi için onun stüdyosuna gelenlere o günkü bilgilerimi sonuna kadar anlatma ve paylaşma misyonumu aralıksız sürdürdüm…

Adana’daki dükkânlarda SIR gibi gizlenen fotoğraf konusunun herkes tarafından öğrenilmesi, karanlık odaların kapılarının sonuna kadar açılmasını hedeflemiştim…

Kendime şöyle söz vermiştim;

-Fotoğrafı herkes öğrenmeli ve yapmalıdır, yapacaktır…

O yıllarda Baltacı Ağabeyin işyerindeki dergiler olan YENİ FOTOĞRAF ve diğer bir fotoğraf Dergileri, artı yabancı mecmualardan edindiğim bilgileri mumlu kâğıda daktiloda şeritsiz olarak mumlu kâğıtlara yazıyordum…

(çünkü o günkü teknik oydu) teksir makinesinde çoğaltıyor, bülten haline getiriyor; gelen meraklı insanlara ve özellikle de gençlere hem sözlü olarak söylüyor, ya da broşürleri veriyordum…

Hiçbir karşılık beklemeden, edindiğim en küçük bir bilgi bile stüdyo-75 e gelenlere aktarıyordum;

Stüdyonun sahibi olan Mehmet Baltacı da yanına gelenlere meraklılara bıkıp usanmadan dakikalarda makinenin teknik, filmlerin duyarlılık özelliklerini, baskıyı, kartların türlerine göre değerlerini cömertçe anlatıyordu…

Diğer ufak tefek deneyimler edinen bazı kişiler de elde ettikleri en son bilgileri, gelen isteyen meraklı herkesle cömertçe paylaşıyordu…

-Makinenin şu özelliğini kullanınca şöyle oluyor…

-Filmleri ASA ve DİN ayarı şu demek…

-Banyo yaparken süreler çok önemli, şu kadar tutarsanız, şu tıramlar oluşuyor, şöyle olursa bunlar gerçekleşiyor, vs…

-İpek Kart ve soft kartların şu özelliklerini bu gün keşfettim…

-Diyafram açıklığı şöyle olursa şu derinlik elde edilebiliyor, gibi fotoğraf her gün üyelerce sıfırdan keşfediliyordu…

O yıllarda Tarsus Amerikan Kolejinden mezun olup Ç.Ü. Tıp Fakültesi öğrencisi olan Sefa Ulukan fotoğraf konusunda bazı şeyleri okulunda öğrenmişti, biliyordu…

Ama dünyanın cimri, en bilgisini kimseyle paylaşmayan en bencil bir kişiydi…

Sular Semtindeki Stüdyo -75 sessizce geliyor, hiç kimseyle, hiçbir şey konuşuyor;

Yıkattığı ve kuruyan filmlerini, ışıklı masada kontrol etmeye çalışırken, birisi yanına yaklaştığında sert ve aşağılayıcı biçimde bakıyor;

Beden diliyle sözsüz olarak bir tür azarlıyor kendinden hemen uzaklaşmasını istiyordu, herkesten uzak duruyordu…

İşi bitince de sessizce geldiği gibi bilgilerini kendine saklayıp çekip gidiyordu…

Yani orada fotoğraf öğrenmeye gelen meraklılara hiçbir şeyini göstermiyor, tek bir sözcük bilgisini bile paylaşmıyordu…

Tam bir kapalı kutu olarak, soranlara da yüksekten bakıyor konuşmadan sessizce uzaklaşıyordu…

O yıllarda olduğu gibi bu günde eski AFAD üyeleri arasında bu bencil davranışı yüzünden uzak durulan, farklı bir kişiliktir…

AFAD ilk kuruluş yıllarında, herkesin birbirini geliştirip, yeni şeyler öğrenmek için çırpındığı, yanıp tutuştuğu dönemde;

Hem de bir başkanlık yaptığı sıralarda dernekte ve oradaki üyelere fotoğrafçılık bir tek harf katkısının olmamıştır…

Ama AFAD’ ın 1970’li yıllarda oluşturduğu alt yapısı sayesinde bu gün uluslar arası fotoğraf sanatında söz sahibi olarak dünyayı dolaşıp nemalanmayı sürdürüyor…

Sonuç olarak;

Dün olduğu gibi bu gün de AFAD bilgilerini birbirleriyle cömertçe ve sınırsızca paylaşanların, maddi ve manevi her alanda gönül birliği yapanların omuzlarında bu uzun bir yürüyüşü gerçekleştirmiştir; ülkemizde başka örneği bulunmayan kurumdur…

Bu güne kadar AFAD’ tan emek vermeyen çok insan bedavadan nemalandı, inanılmaz paralar kazandı, başkanlık yaptılar, hala da bu güzel kurumdan yararlananların sayısı arttı ve bundan sonra da artacaktır…

Bir özdeyiş şöyle der;” EV YAPAN BALTA DIŞARIDA KALIR” bu durumu somut olarak anlatıyor…

Emeği geçenlere, gönül verenlere teşekkür ediyorum; bu konuda herkese başarılar diliyorum…

Bazı bencil kişilerin engellemesine karşın AFAD Adana da yerelden uluslararası bir markaya dönüşen kurumun kurucu ve bir numaralı üyesi olmaktan her zaman gurur duydum, hala da aynı duyguları taşıyorum…

 

GAZETECİ OLUYORUM…

HÜRRİYET GAZETESİNDE

HAYALİM GERÇEKLEŞTİ…

Hem on parmak daktiloda Adana şampiyonu oldum, hem de fotoğraf sanatındaki yarışmalarımla aldığım ödüller sayesinde kendimi epeyce nitelikli hale getirmeyi başarmıştım…

Halkın ifadesiyle artık altın bilezik sahibi olmaya doğru ilerliyordum…

Ama ulaştıklarımla yetinmeden arayışlarım aralıksız sürüyordu…

Öyle bir işim-mesleğim olsun ki;

Kimse bana karışmasın, özgürce her yere girip çıkabileyim…

Polisler, ya da askerler gibi bir mesleğim olsun…

Herkesle her yerde konuşmalıyım, hiçbir şey bana yasak olmasın…

İstediğim anda ve zamanda hatta yerde tüm kapılar sonuna kadar açılsın…

Aklımda da her zaman ilk tercihim gazetecilik vardı;

O yıllarda emperyalistlerin senaryoları nedeniyle ülkemde sağ-sol çatışmaları aralıksız sürüyordu…

Günde 30-40 insanımız silahlarla vurularak öldürülüyordu…

Cumhuriyet Gazetesini okuyanları sağcılar, Tercüman Gazetesini okuyanları da solcular dövüp öldürüyordu…

Hürriyet Gazetesi en tarafsız, herkesin rahatlıkla alıp sokakta bile okuyabileceği bir yayındı…

Bende gazeteci olmak istiyordum ama bir türlü çıkış yolu bulup hedefime ulaşamıyordum…

Gazeteci olmak için acaba hangi bakanın, milletvekilinin, başbakanın, hatta cumhurbaşkanının yakını ya da torpili gereklidir diye düşünüyordum...

Bir gün Hürriyet Gazetesinin Adana sayfasında;
-YETİŞTİRİLMEK ÜZERE MUHABİR ADAYLARI ALINACAKTIR… FOTOĞRAF VE DAKTİLO BİLMESİ TERCİH SEBEBİDİR, diyordu…

Adana daktilo şampiyonu, fotoğrafta üç dört ödülü olan kişiydim…

Hemen zaten her zaman önünden geçtiğim;

İnönü Parkının yanındaki altı matbaa, üstü haber merkezi olan eski ve tarihi Hürriyet Gazetesinin binasına koşarak gittim…

2.Katın girişinde genç sarısın adam, sırtını kapının kenarına dayamıştı…

Beni sorgulayan bir ifadeyle yüzüme baktı…

Ayaküstü sohbet etmeye yani bir tür görüşmeye başladık…

-Gazetedeki ilanınız için geldim, gazeteci olmak istiyorum dedim…

-Daktilo biliyor musun?

-Evet, Adana Daktilo şampiyonuyum, dedim…

-Peki, fotoğraf çekmeyi biliyor musun?

-Akbank ve Yapı Kredi Fotoğraf Yarışmalarından 4 ödülüm var, dedim…

Kapıda duran kişi, içerideki masalardan birini eliyle gösterdi;

-Hemen gir içeri istediğin masaya otur ve işe başla, dedi…

Gözlerime inanamıyordum, yaşadığım AN hayallerimin gerçekleştiği tam bir mucizeydi…

Bir süre maaş pazarlığı yaptım…

O yıllarda Bayındırlık Müdürlüğünde çalışan arkadaşım 4 bin lira alırken ben 7 bin 500 liraya anlaştım…

Ayaküstü konuştuğum kişi İstanbul’dan gelen şefim Cevat Eren olduğunu sonra anladım…

Adana Bürosundaki bazı olumsuzlukları tasfiye edip, yeni ekip kurarak İstanbul’a geri dönecekmiş…

Kısa zamanda çektiğim fotoğraflar, yazdığım haberlerle;

Bölgenin en çok haberi giren, en başarılı bir tür flaş gazeteciydim…

İnanılmaz başarılara imza attım, ilk haberimde Türk Kadınlar Birliği Başkanı Süheyla Gökbuket’ in 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Atatürk Anıtındaki açıklamasıydı…

Sürmanteş olarak yayınlanmıştı gazetenin ilk sayfasında…

“TÜRKİYE DE 10 MİLYON KADIN HER GÜN KOCASINDAN DAYAK YİYOR” demişti…

Gazete baskıya girdiği anda şefim Cevat eren ağabey koşarak geldi, haberimi çok güzel şekilde değerlendirildiğini söyledi…

Beni kutladı, imzamın kullanıldığını söyledi…

Haftada iki, üç manşet haberlerim yer alıyordu…

Çok yoruluyordum ama çok mutluydum, sevinçliydim, havalarda uçuyordum…

 

HÜRRİYET’İN İSTANBUL DAKİ 20 GÜNLÜK

EĞİTİM SEMİNERİNE TERCİH EDİLİP KATILDIM…

Türkiye’deki yaygın medyanın AMİRAL GEMİSİ olarak nitelenen Hürriyet Gazetesinin bünyesinde kurduğu;

Hürriyet Haber Ajansının 1980’li yıllarda Türkiye de 11 bürosu ve 1300 civarında muhabiri bulunuyordu…

Her bürodan başarılı olan, gazeteye manşet haberleri çıkan muhabirleri;

Haftalık toplantılarla bu gün anılarımı yazdığım yıllara göre başarılı haberlere 1000, 500 TL gibi parayla ödüllendiriyorlardı…

Bende haftada en az bir, bazen iki ödül birden alıyordum…

Bu şekilde başarılı olan muhabirleri daha da çok teşvik etmek için;

İstanbul’a 20 günlük eğitim kampına çağırdılar…

İzmir, Adana, Bursa, Trabzon, Diyarbakır, Kayseri, Erzurum, Antalya tabi ki İstanbul’dan da katılımlar olmuştu…

Adana bürosundan da en çok haberi yayınlanan;

Birinci sayfada yayınlanan, bazen sürmanşet bazen de manşet olan muhabir olarak ben seçilmiştim…

Diğer on bir bürodan seçilerek gönderilen muhabir arkadaşlarımızla;

İstanbul da buluştuk, Aksaray da Ebru isimli bir otelde yerlerimiz ayrılmıştı;

Yakınındaki bir lokantaya da tanıtılmıştık…

15 gün boyunca muhteşem biçimde ağırlandık…

Eğitim süremizde gazetenin üst düzey yöneticileri;

Sabahtan öğlene, öğleden akşama kadar yoğunlaştırılmış bir eğitim vermişlerdi…

O yıllarda Hürriyet Haber Ajansı Genel Müdürü olan Oktay Ekşi başta olmak üzere;

Türkiye’nin en önemli Fotoğraf Sanatçıları Sabit Kalfagil, Mehmet Bayhan, Yaşar Atarkazanır;

Yıllardır İstanbul Hürriyette görev yapan sayfa sekreteri Acar Şölen başta olmak üzere muhteşem kurslar verdiler…

15 günlük eğitimi başarıyla tamamlayınca;

İstanbul’un en ünlü(o yıllarda yıldız yoktu) lüks otelinde bir akşam yemeğinde;

Genel müdürümüz, gazetenin köşe yazarları, haber merkezindeki üst düzey yöneticileri törenle belgelerimizi vermişlerdi…

Bu eğitim üzerine, her birimizin kendimize olan güvenimiz daha da çok artmıştı;

İstanbul’dan döndükten sonra, daha çok çalışıp, daha çarpıcı haberler bulup görevime başarılı biçimde devam ettim…

Ta ki İstanbul’dan gelip, Adana daki eski çalışanları tasfiye ederek;

Yeni bir kadro kurarak beni yetiştiren, şefim Cevat Eren’in kente geri dönmesine kadar olan sürede çok önemli haberlere birlikte imza attık…

 

 

 

ASKERLİĞİ AŞKLA SEVDİM…

ASKERLİĞİMDEN ANIM-1…

Hürriyet Gazetesinde yıllarca çalıştığım dönemde askerliğime karar aldırmıştım…

Üniversite mezunu olmama rağmen o yıllarda yığılma olduğu için kısa dönem 3, 5 aylık er statüsünde askerlik yapacaktım…

1 Temmuz 1981 yılında 59.Top. Er. Eğt. Tuğ. Hafif Tabur 3.Bataryada askerliğe başladım…

Komutanımız üsteğmen Kemalettin Özcan’dı…

Tavır, davranışları, duruşu, askere hitap etmesiyle muhteşem bir komutandı, Atatürk’ü anımsatıyordu…

Bu gün bile hala karşısında hazır ola geçebileceğim komutanımdı…

Daha sonraki yıllarda Kıdemli Albay olarak emekli olduğunu öğrenmiştim…

Hem fotoğraf, hem on parmak daktilo kullanma konusunda tam bir uzmandı…

Askerliğimin ilk günlerde eğitim alanına gidip gelirken, bölük yazıcısı olan Selçuk Akçay onbaşıya şöyle diyordum;

-Selçuk onbaşım, ben on parmak daktilo biliyorum…

Yardımıma ihtiyaç duyarsan çağırman yeterli…

O da gülümsüyor ama fazla da önemsemiyordu…

Ama ben ısrarla hemen her gün sürekli tekrarlıyordum…

Selçuk Akçay Onbaşı bir gün akşama doğru eğitim alanın ortasında şöyle bir duyuru yaptı;

-Daktilo bilenler ayağa kalksın…

10 kişi ayağa kalktık, çok sevindim, tek sıra halinde S-1yazıhanesine uygun adımlarla yürüdük…

Masaya daktiloyu koydu, öndeki ilk kişiye;

-Hadi, göster maharetini nasıl yazıyorsun?

Tık, tttııııkkk.

-Geç sen, dedi…

Sıradakilerin hepsi de aynı şekilde başarısızdı…

En sonda ben daktilonun başına geçtim…

Usta bir piyanist gibi on parmakla yazmaya başlayınca, Selçuk Akçay Onbaşı şoke oldu, çevresindekilere bağırıyordu;

-Ahmet, Mehmet, gelin lan burada bir şeyler oluyor, dedi…

Ötekilere sert bir şekilde yerlerine gitmesini söyledi…

İstanbul Deniz bankta çalışan Mehmet İsimli arkadaşımla, 3,5 ayın rahat 3 ayında 333 kişinin terhis teskeresini yazarak geçirdik…

Eğitim süremiz boyunca tüfek ve teçhizat taşımadım…

Bu arada;

O yıl 3,5 aylık askerlik süremizde hem Ramazan, hem de Kurban bayramı kutlanmıştı...

Adanalı 8-9 kişilik gurupla Pazar günleri ya da eğitim arasında her fırsatta devamlı görüşüyorduk…

Bazı arkadaşlarımız askerliğimiz kısa olduğu için, teslim olduğumuz andan itibaren, dönüş için otobüs kiralayacak liste yapmaya başladılar…

Hiç birine katılmadım, arkadaşlarım bana çok kızıyordu…

23 Ekim 1981 de terhis olduk…

Silahlarımızı teslim edip, sivilleri giyince Tugayın kapısından Mehmet kardeşimle önce ikimiz çıktık…

Dolmuşa binip hızla otogara geldik;

-Adana ya bilet var mı? Diye sorduk…

-Var, otobüsümüz Adana’dan İstanbul’a devam ediyor dediler…

Birlikte bilet alıp bindik, otobüs hareket etti, 10 saatlik yolculuktan sonra Adana ya geldim…

Mehmet ise İstanbul’a devam etmişti…

İlk günden itibaren otobüs tutmak için liste hazırlayanlar, para toplayanlar ise perişan olmuş, 10-15 gün sonra kötü bir otobüsle kente dönmüşlerdi…

Bana bir sürü sitem ettiler, oysa benim kararım doğruydu;

Her zaman derin düşünerek, en yararlı olanı, en üstünü bulup uygulamaktan başarıya ulaşmaktan mutluydum…

 

 

ASKERLİK ANIM-2…

Hürriyet Gazetesinde çalışmaya başladıktan yıllar sonra askerliğimi yaptım…

1 Temmuz 1981 de başlayan askerliğimden 23 Ekim 1981 de terhis oldum…

Askerliğimin her anı benim için en büyük mutluluktu…

3,5 ayın nasıl geçtiğinin farkına bile varmamıştım…

Adana ya döndükten sonra;

Her zaman gece rüyamda, gündüz hayalimde sürekli eğitim alanımızı, tugayın bölümlerini, hafta sonu tatillerinde çay içtiğim, çarşını gezdiğim Erzincan’ı görüyordum…

İçimdeki bu hasret öyle büyüdü, öyle beni yönlendirdi ki; artık gerçekten de dayanamıyordum…

Mutlaka Erzincan’a gidip görmem, askerlik yaptığım yerleri gezmem gerekiyordu…

Düşüncemi gerçekleştirirsem bir şekilde bu hayalimden kurtulup rahatlayacaktım…

2010 tarihinde genelkurmay başkanlığına ümitsiz şekilde bir mektup yazdım…

Askerliğe başlama ve bitiş tarihlerimi, vatandaşlık numaralarımı, telefonumu da ekledim…

Ziyaret etmem için izin istedim…

Mektup yazdığımı unuttuğum bir zaman sonra cep telefonum çaldı…

Santralden aradığı belli olan bir asker;

-Abdulkadir Bey Levent Albayım sizinle görüşecek dedi…

Hemen bağladı, Levent albay mektubum için teşekkür etti; çok duygulandığını söyledi…

-On dakika içinde sizi Erzincan‘dan arayacaklar…

Tarihi ve zamanınızı belirleyip gidip ziyaret edebilirsiniz, deyince çok mutlu oldum…

Yine benden yıllarca sonra Erzincan da askerliğini yapan bir arkadaşım vardı…

Tarih ve saat belirleyip onunla birlikte yola çıktık…

Aladağ üzerinden önce Kayseri, sonra Sivas’tan hasretini çektiğim Can Erzincan’a ulaştık…

Askerlerimizin düzenli ve görev yerine getirme sorumluluğuyla bizi saygıyla ve sevgiyle karşıladılar…

Büyük ilgi gösterdiler, önce tugay komutanın yardımcısı olan kıdemli albayın makamına götürdüler…

Bize çay ikram etti, sohbetlerimiz başladı, bir süre sonra biraz gülümseyerek;

-Ta Adana’dan bunun için mi geldiniz? Dedi…

-Evet, komutanım, ama buraları o kadar çok özlemiştim ki, gece gündüz hayalimdeydi…

-Ne iş yapıyorsunuz?

-Ben gazeteci ve televizyon programcısıyım, deyince albay biraz önceki ses tonuyla konuşmasından galiba pişman oldu…

Hemen arkasına yaslanarak daha ciddi ve saygın, dikkatli cümlelerle, farklı davranmaya çalıştı, sohbetlerimiz devam etti…

-Gelin arkadaşlar ben de sizinle birlikte tugayı denetleyeyim diye makam aracıyla, eğitim yaptığımız yerleri, yatakhanemizi her yeri baştan sona kadar gezdirdi…

Gittiğimiz her yerdeki yüzbaşı, binbaşı, yarbay gibi komutanlara bizi tanıttı…

Askerlik yaptığım dönemden sadece yüzlerce yıllık olan tarihini hamam, bir de 5 katlı yatak hanemiz kalmıştı…

Diğer tüm yapıların tamamı modernleşmiş ve yenilenerek değiştirilmişti…

Ufak bir hayal kırıklığı yaşamama karşın askerlik yaptığım yeri tekrar görmenin, hayalimde yaşattığım bu güzel yuvayı ziyaret etmekten büyük onur duydum…

Hayatımda verdiğim en güzel, en doğru yerinde karardı…

Bu gün bile CAN ERZİNCAN hala gözlerimde tüter; her an yüreğimde o güzel ilimizin sıcaklığını hissederim…

O güzel ilimizle ilgili bir televizyon haberi izlediğimde mutlu olurum…

59.Top. Er. Eğt. Tuğ. Hafif Tabur 3.Bataryada ölünceye kadar hayalimde ve hafızamda en güzel yeri almayı sürdürecek…

 

MİLLİ GÜVENLİK KONSEYİ SUÇLU GİBİYDİ…

12 EYLÜL GÜNLERİ…

1980 darbesinde ben Hürriyet Gazetesinde gece gündüz çalışmaya devam ediyordum…

Şefim Cevat Eren beni Afşin Elbistan Termik Santralinde Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin ziyaret edeciği için beni oraya gönderdi…

Kahramanmaraş muhabirimiz Şeref Turhan ile birlikte oraya gitmiştik…

İlk defa o muhteşem bacaları görünce çok sevinmiştim…

Güzel ülkemizde bu türlü büyük sistemlerin olması devletimizin gücünü göstermesi bakımından onur vericiydi…

Beklenen an geldi, protokoldeki Başta Kenan Evren, diğer konsey üyeleriyle birlikte otomobilleriyle santrale geldiler…

Ben de onlarla birlikte tüm güzergâhı gezdim, fotoğraflar çektim, haberler hazırladım…

İlk olarak gözlemim şuydu;

Türkiye’ yi yöneten zirvedekiler Termik Santralde inceleme yapıyorlar, halk yok, insanlar yok, bir avuç asker geziyordu…

Biraz da hayal kırıklığı yaşadım; çünkü bir politikacı, yani bir liderin olduğu yerde iğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalık olurdu…

Oysa şimdi sanki bir cenaze töreni gibi her şey sessiz ve sakindi…

O yıllarda politikacılarla halkın sevgisi ilgisiyle, askerle insanlarımız ilişkilerini düşünmüştüm…

Demek ki, halk bu konuda böyle davranıyor…

Öte yandan;

Yine Milli Güvenlik Konseyi Üyeleri Adana’ya gelmişti…

Eski vilayette Vali Hayri Kozakçıoğlunu ziyaret ediyordu…

Biz gazeteciler de konsey üyelerini yakından izlemeye çalışıyorduk…

Ortalıkta sessizlik ve buz gibi bir atmosfer vardı…

Bir ara ben vali beyin koltuğunda oturan Kenan Evren’in fotoğrafını daha yakından çekebilmem için tam önüne kadar yaklaşmıştım…

Arkamdaki güçlü bir güvenlik görevlisi, beni iki omzumdan tutup, 20 metre geriye koyuvermişti…

Hem ben, hem vali Hayri Kozakçıoğlu, hem de konsey üyelerinin bir kısmı, gazeteciler de ne olduğunu tam anlamadan gülmüştük…

O günlerde gülmek yasak değildi ama kimse de gülmüyordu…

Daha sonraki yıllarda olayın ciddiyetini anladım; halkla konsey üyelerinin birbirlerine yakınlaşması istenmiyordu…

 

AMİRAL GEMİSİ…

HÜRRİYET MATBAASININ

AÇILIŞINDAKİ HIZLI BAŞARISI…

Hürriyet dün olduğu gibi bu günde sektörün hala “AMİRAL GEMİSİ” dir…

Gazetenin Adana daki yeri o yıllarda E-5 Kara yolunun (şimdi D-400 oldu) kenarında, İnönü Parkının kuzeyinde(yeri bu gün otopark) kenarında iki katlı eski binadaydı…

Üst kat haber merkezi, muhasebe, sayfa sekreterliği, alt katı da matbaaydı…

Bu günkü de çağın en son teknolojisini kullanmasıyla örnek olan modern tesisleri de Ceyhan yolu 5. Kilometrede çağın en son teknolojilerine göre inşa edilmişti…

Uydudan sayfa nakledilmesi, MARİNONİ isimli en modern baskı makinelerinin kurulması;

Saatte 200 bin baskı yapan muhteşem bir sistem oluşturulmuştu ve kent tarihinde bir ilkti; modern matbaacılığın ulaştığı bir kilometre taşıydı…

Sonunda taşınma işlemleri başladı;

Gazetenin sahibi Sayın Erol Simavi başta olmak üzere, üst düzey yöneticileri, tüm köşe yazarları ve yine halkın en çok okuduğu Hasan Pulur başta olmak üzer diğerleri, kent protokolü tarihi bir gün ve görkemli açılış için heyecanlı bir araya gelmişti…

Matbaa bahçesindeki çimenler ve rengârenk açan gülerlerin arasına kokteyl masaları kurulmuştu…

Gelen bütün konukların gözünü kamaştırıyordu…

Heyecanla bir araya gelen insanlar son derece şık giyimli, saygılı ve kibardı…

Yerel yöneticiler de Adana’mıza modern bir tesisin kazandırılmasından büyük mutluluk duyuyorlar, Erol Simavi ve ailesini kutlamak için sıraya giriyorlardı…

Her konuşmacı bunu defalarca altını çizerek söyledi…

Tören başladığı andan itibaren hemen fotoğraflar çekmeye ve metinler yazılmaya başlandı…

35-40 dakikalık sürede, hem dünya ve Adana haberlerinin yer aldığı, açılışa katılan misafirleri anlatan 10 sayfalık modern bir HÜRRİYET gazetesi basılıp konuklara dağıtıldı…

Adana da böyle hızlı bir sistem o güne kadar kurulmamıştı, sonra da kurulamayacak olan, en büyük bir mucizeydi…

Ben zaten tören başladığı andan itibaren katılanların önce toplu, sonra da her birinin fotoğrafını sürekli çekiyor, hızlı biçimde hareket ediyordum…

Yukarı katta filmleri yıkıyor, karta basıp işleme geçmesini sağlıyordum…

Esprili yazılarıyla Türkiye’nin en çok okunan köşe yazarı olan Hasan Pulur kulağıma eğildi esprili biçimde;

-Evladım, bana bak sen fazla film harcama… Hürriyet’i iflas ettirirsin, demişti…

O yılların efsane emniyet müdürlerinden Salih Dost’ ise;

-Abdulkadir ne bu hız, bu ne çaba, seni kutluyorum? İşini istenenden de güzel ve üstün şekilde yapıyorsun Erol Simavi Beye şimdi söyleyeyim de sana iki maaş ödül versin, demişti…

Tabi bunların hepsi esriydi; ama o günkü Hürriyet ekibi ve teknik yönetimi hem patrondan, hem de en üst düzeydeki protokolden tam not alarak üstün bir başarıya imza atmıştı…

Çünkü bu kadar kısa sürede açılış törenini toparlayıp, yazılar, fotoğraflarla bir gazete haline getirerek, misafirlere 10 sayfalık gazetenin dağıtılması bu gün bile ulaşılması çok zor başarıdır diye düşünüyorum…

Adana muhteşem bir tesis, modern bir matbaa kazanmıştı…

Burada basılan gazeteler yurdun doğudaki en ücra köşelerine kadar ulaşacak, modern Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının daha kısa zamanda, daha sıcak haberleri öğrenmesi ve bilgilenmesi sağlanacaktı…

Bu sistemin bir parçası olmaktan, hayatımı adayarak çalışmaktan büyük onur duydum; hala da aynı düşüncemi sürdürüyorum…

 

HAİN EMPERYALİSTLER…

AMERİKALILARIN 1974’ TE

ÇUKUROVAYA BEYAZSİNEK

BOMBASI ATTI…

Kanal-A Televizyonunda haftada 3-4 program üretiyordum; (Tekrarları dışında) defalarca yayınlanıyordu…

Sokakta halk beni tanıyor, büyük ilgi gösteriyor, yerel anlamda ünlü olmuştum…

Ama kendimi bir kundura boyacısı ya da simit satıcısından farklı olarak görmüyordum…

Televizyondaki her program o kadar çok izleniyordu ki, özel kanallar ve TRT’ nin tüm yayınlarını geride bırakıyorduk…

Adana belediyesi o yıllarda henüz büyükşehir unvanını almamıştı…

Belediyenin meclis üyelerinden mimar olan Ali İsot bir gün meclis toplantısı öncesi programlarımı takdirle ve çok dikkatle izlediğini anlatmıştı…

Yine bir gün benimle özel konu hakkında konuşmak istediğini söyledi ve şöyle dedi…

-Abdulkadir bey, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının yıldönümü yaklaşıyor, benim bu konuda yaşadığım ve tanık olduğum çok ilginç bir olay var onu senin programında anlatmak istiyorum…

Ziyapaşa Bulvarındaki evine beni davet etti; kameraman arkadaşımla birlikte belirtilen adrese yine belirlenen zamanda gittik…

Çok kibar, Adana Beyefendisi olan Ali İsot bizi saygı ve sevgiyle karşılayıp ağırladı…

Mikrofonu açıp, kamera kayda başladığında anlattığı olay şuydu;

-1974’ teki Kıbrıs Barış Harekâtında aktif olarak görev aldım…

20 Temmuz sabahı Mersin Limanındaki Askerlerin başında Ast teğmen olarak görev yapıyordum…

Tüm arkadaşlarımızın ellerimiz tetikte, Kıbrıs Rumlarından ya da Yunanistan’dan tarafından gerçekleştirilebilecek herhangi bir saldırıyı bekliyorduk…

Gün henüz ağarmamıştı, ama şafak yavaşça söküyordu, ışık gittikçe daha da çoğalırken;

Çevremize daha dikkatli şekilde bakıyorduk…

Bu sırada Kıbrıs Yönünden Mersin Limanına doğru, yani üzerimize hızla siyah bir bulut ilerlemeye başladı…

Hepimiz ellerimiz tetikte, nefes almadan anında karşı koymaya hazırdık...

Arkadaşlarımız arasında inanılmaz bir sessizlik vardı…

Yapılabilecek herhangi bir saldırıya karşı nasıl davranacağımız zaten aylar önceden zaten belli olmuştu…

Kıbrıs Yönünde beliren bu ne olduğu bilinmeyen siyah bulut, gittikçe daha da yaklaştı, daha da büyüdü, çok fazla yakınlaştı, ama hepimizin heyecanı da zirveye çıkmıştı…

Tüm askerlerimizin eli tetikte, gözümüz bize doğru gelen siyah bulutun hareketlerini adeta nefes almadan izliyorduk…

Siyah bulut yaklaştıkça heyecanımız arttı, daha çok yaklaştı, iyice yaklaştı, üstümüze birden indi…

Ne görelim o ana kadar asla bilincinde olmadığımız, daha sonra beyazsinek diye tanımlanacak olan trilyonlarca zararlı birden Mersin Limanını ve bu bölgeyi inmişti…

Amerikalılar tam 1974 teki tam bizim çıkarma yaptığımız anda laboratuarlarında ürettikleri, akciğerleri olmayan, bilinen hiçbir zirai ilaçla öldürülemeyen beyazsinek bombasını ülkemizin üstüne atmıştı…

Hepimiz şaşkınlık içindeydik; ne yapacağımızı bilemiyorduk, biz düşmandan top, mermi, uçak saldırısı, ya da kıyıya gemileriyle çıkartma falan beklerken ülkemize onlarca yıl zarar verecek, pamuk bitkisinin öz suyunu emerek yok edecek beyazsinek bombası patlatmışlardı…

Türkiye nin pamuk üretim merkezi olan Çukurova’ya bir anda beyazsinek zararlısı hâkim olmuştu…

Çiftçilerimiz bilinen her türlü zirai ilacı denemesine karşın, akciğeri olmayan bu zararlıyı bir türlü yok edemiyordu…

Laboratuarda bilinçli olarak üretilen, ciğeri olmayan bu zararlıyı; yine Amerikalı uzmanlar nasıl öldürülebileceği ilacı da aynı şekilde geliştirilmişti…

O yıllarda Amerika çarenin bu ciğeri olmayan beyazsinekleri yok edecek zirai ilacın kendinde olduğunu söylemişti…

TEMİK 10-G isimli ilacını bir süre sonra Türkiye ye pazarlamaya başladı…

10 yıla yakın sürede bize 50 milyar dolardan daha fazla paramızı alarak bize bu ilacı sattı…

Önce beyazsinek zararlısını ülkemize bomba olarak attı, sonra da öldürme ilacını bize sattı…

Bu gün başımıza bela ettiği terör örgütleri ve onlara sağladığı milyarlarca dolarlık bedava silahlarla ülkemize nasıl zarar veriyorsa;

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında, yani ülkemizin savaşa programlandığı anda beyazsinekle zararlısıyla pamuk ürünlerimize şekilde zarar vermiş, artı 50 milyar dolardan fazla paramızı da bilerek, isteyerek, planlı ve programlı olarak sömürmüştü…

“AYIDAN POST GÂVURDAN DOST OLMAZ” diyen atalarımızın sözlerinin ne kadar doğru olduğunu yüzyıllardır kapalı kapılar arkasında görüyorduk…

Emperyalist güçler bu gün açık, net şekilde vereceği zararı söylemekten utanmıyor ve ülkemize çeşitli senaryolarla bu hainliği yaparak zarar vermeye devam ediyor…

Uyanık olup tuzaklara karşı duyarlı olmak her Türk vatandaşının görevidir…

Belediye Meclis üyesi Ali İsot’ un evinde çektiğim programımı yine 20 Temmuz gününe rastlayan 1990’lı yıllarda yayınlamıştım…

Ama ne bir devlet görevlisi, ne de bir izleyiciden herhangi bir geri dönüşüm almamış olmamdan dolayı da üzgün olduğumun altını çiziyorum…

 

AMERİKALILAR YÜZÜNDEN

AKDENİZDE BOĞULUP ÖLECEK GAZETECİ ON ARKADAŞIMI KURTARDIM…

Hürriyet gazetesinde çalıştığım 1980’li yılların ilk yarısında Amerikalı şirketlerin İskenderun körfezinde petrol aradıklarını öğrenmiştik…

Şefim de haber yapmam için beni İskenderun’a göndermişti; oradaki yerel muhabirimizle buluştuk…

Domuz Burnu açıklarındaki denizdeki arama kulelerine ulaşabilmemiz için Arsuz beldesine vardık…

10 civarında genç gazeteci arkadaşımla karşılaştım…

Orada Hürriyet olarak ben vardım, ayrıca o günlerin ünlü gazeteleri olan Sabah, Güneş Gazeteleri, Anadolu Ajansı gibi kuruluşların tüm muhabirleri de aynı konuda haber yapmak için görevlendirilmişti…

Birbirimize haber atlatma şansımız hiç olmadığı için, hedef ve amacımızın ortaklığından birlikte limandan 6-7 metre uzunluğunda bir sandal kiraladık…

Sahildeki askeri otoriteden de izin aldıktan sonra Amerikalıların körfeze kurduklarına inandığımız petrol kulelerinin fotoğraflarını çekip söyleşi yapmaya açık denizde o yöne hareket ettik…

Sandalı kullanan kaptan ise çok ilginç bir kişiydi; binlik bir şişe şarap, kocaman bir karpuz almış, dümenin başında bir karpuzdan kaşıkla alıyor, bir yudum şarap içiyordu…

Adam tepeden tırnağa sarhoş biçimde bizi güya Amerikalıların petrol kulelerine doğru götürüyordu…

Açık denizde yönümüzü bilmeden 30-40 dakika ilerledik, kıyı artık görünmez olmuştu…

Dalgaların boyları gittikçe artmaya ve 4-5-6 metreye çıkmaya başladı…

Sandal denize 6-7 metre batıyor, öteki dalgayla yeniden yukarı çıkıyordu…

Bata çıka, bata çıka, dalgalar büyüdü, sandal fındıkkabuğu gibi savrulmaya-sağa sola sallanmaya başladı...

Sandal da 10’civarında genç gazeteci arkadaşım vardı, ama sadece 2-3 can simidi bulunuyordu…

Birini ben hemen taktım, ama diğer arkadaşlarımın hiçbir güvenliği bulunmuyordu;

Onların durumlarına da üzülüyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu…

Artık açık denizin ortasında devasa dalgaların arasında fındıkkabuğu gibi sandalla bir batıp-çıkıp, belirsiz yönde ilerliyorduk…

Kıyıdan uzaklaştıkça artık Caretta caretta kaplumbağalarıyla karşılaşıyorduk…

Bazı arkadaşlarım tehlikenin ve inanılmaz dalgaları görmüyor, sandalın dalgalar arasında inip kalkmasının temposunda şarkılar söylüyor, oyunlar oynuyor, en yüksek sesle espriler yapıyordu…

Genç arkadaşlarım da galiba benim gibi ilk defa böyle bir deniz macerasına çıkmışlardı…

Oysa sandalımız fındıkkabuğu gibi dalgaların arasında 4-5 bazen daha fazla metre batıp çıkıyor, hedefi ve pusulası belli olmayan açık denizde ilerliyorduk…

Olayın farkında sadece ben vardım…

Öyle ki, içinde bulunduğumuz sandalın her an alabora olmasını, hepimizin denize dökülmemizi bekliyordum…

Bir süre daha, daha da gittik ama ne kule, ne Amerikalılar, ne de bir canlı vardı…

Dalgalar artık sandalı neredeyse ikiye üçe, dörde ayıracak güçte daha da şiddetli biçimde indirip kaldırıyordu…

Genç gazeteci arkadaşlarımla birlikte inanılmaz büyük bir faciası yaşadık ya da yaşayacaktık…

Hepsi de kendi havasında olan, arkadaşlarıma sert ve komutan edasıyla var gücümle bağırdım;

-Yahu arkadaşlar, ölüme gidiyoruz farkında mısın?

Sesler bir anda kesildi; benim bağırmamın inandırıcılığıyla, bazıları sustu, olayın ciddiyetini benim uyarım üzerine değerlendirip anlamaya çalıştılar…

Kaptan, bir karpuzdan, bir şaraptan içmeye devam ediyordu…

Rota falan hiçbir şey yoktu:

Sandal kendi kafasının doğrultusunda ilerliyordu, açık denizde hızla ölüme doğru gidiyorduk…

Birkaç arkadaşım, benim uyarım üzerine kendilerine geldiler;

-Abdulkadir Doğru söylüyor, demeye başladı…

Dalgaların boyutları arttıkça, kaptan iyice sarhoş olup rotayı şaşırınca, ne Amerika, ne petrol kulesi bulunmayınca;

Diğer arkadaşlarım da benim düşünceme katılıp safımda yer aldı;

-Ağabey hiçbir şey yok, Abdulkadir doğru söylüyor, hadi dönelim…

-Dönelim mi?

-Dönelim, ama oylama yapalım, herkes dönelim dedi…

Onlara şöyle dedim;

-Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç isterse işime son versin, benim ve bizim hayatımız mesleğimizden daha da önemli ve değerlidir…

“HABERE GİDERKEN HABER OLMA”  diye bir söz vardır, kendimizi kurban etmeyeyim, dedim…

Hızla geri döndük, ama sandalımız daha geç saatlerde kıyıya yanaşabilmişti…

Bir arkadaşım döndükten sonra, bana teşekkür;

-Abdulkadir hayatımızı iyi ki sen kurtardın…  İçinde bulunduğumuz tehlikenin boyutlarını kimse senin gibi dikkatli takip etmiyordu, hayatımızı sana borçluyuz…

Geri dönme oylamasıyla kıyıya çıkamasaydık caretta kaplumbağalara yem olacaktık…

Sen akıllı insansın, teşekkür ederiz…

Sandalı kullanan kaptanın durumu mu?

Galiba kıyıya yanaştığımızda sandalının içinde alkolün etkisiyle sızıp kalmıştı…

Kaptanın düştüğü bu duruma hiçbir gazeteci arkadaşım dönüp bakmadı; çünkü bizi bir tür ölüme götürmüş, inanılmaz korkular yaşamıştık…

Daha sonraki günlerde, bazı gazeteci arkadaşlarımız aynı galiba helikopterle kulelerin fotoğraflarını çekmeyi başarmıştı…

Ama şirket yetkilileri onlara da bilgi vermemiş, kovmaktan beter etmişlerdi diye duymuştum…

Sonuç olarak; Amerikalılar yüzünden ölüme birlikte gittiğimiz 10 genç gazeteci arkadaşımı kurtarmıştım…

Bu gün bile dalgaların büyüklüğü karşısında hala ürperirim…

 

PROFESÖRE KÖYDE SİGARA

KONFERANSI VERDİRDİM…

Çukurova Üniversitesinin en popüler, en çalışkan hocalarından Prof. Dr. Arif Hikmet Yüksel hocamla çok samimiydim…

Hürriyet gazetesinde çalıştığım yıllarda laboratuarına da sıkça birinci sayfaya girebilecek haberler konusunda hocayla birlikte sürekli araştırıyordum…

Bir gün Adana Eski Otogarındaki uzun yolcu otobüsündeki yolculara 30 dakikalık “SİGARANIN ZARARLARI” konusunu anlatmasını istemiştim, hoca da bu isteğimi yerine getirmişti; 21; 00 sıralarında İstanbul’a hareket etmeden önce konferans vermişti… Hürriyet’in birinci sayfasında yer almıştı…

Aradan uzun zaman geçmişti…

Bir günde Sarıçam İlçemizdeki Yeniyayla Köyü muhtarı Halil Çelik çok akıllı aydın, pozitif, sosyal, saygılı ve çalışkan bir insandı çok samimi arkadaşımdı…

Prof. Dr. Arif Hikmet Yüksel Hocayı köylerine götürüp bir, konferans verdirebileceğimi anlattım…

Muhtar çok mutlu olmuştu…

Ama geleceğimiz gün vatandaşları okulun büyük salonunda toplamasını rica etmiştim…

Muhtar da köye büyük bir hizmet olacağını belirterek büyük mutluluk duyacağını söylemişti…

Belirtilen gün ve saatte hocamı otomobilimle Yeniyayla Köyüne götürdüm…

Muhtar gerçekten okulun salonuna sıraları dizmiş, masaya çiçekler koymuştu, ama kimseler yoktu…

-Hani muhtarım kimseyi toplayamamışsın?

-Abdulkadir Bey söyledim, herkes kahvehanede kumar oynuyor…

Kaç defa rica ettim ama bir türlü gelmiyorlar…

-Kahvehane nerede, bana göster, dedim…

Birlikte 100 metre ilerideki kahveye girdiğimizde 8-9 masada 60-70 kişi kumar oynuyordu…

O yıllarda henüz sigara içme yasağı konusunda kanun çıkmamıştı; ama kahvehanenin içerisini sigara dumanı kaplamıştı, insanlar çok zor seçiliyordu…

Kapıda durdum şöyle dedim;

-Değerli Köylü Kardeşlerim, arkadaşlarım, babalar; sigara dumanından içerisi görünmüyor…

Ben gazeteciyim… Size sigaranın zararlarını anlatacak olan bir profesörü buraya getirdim…

Şu anda sayın muhtarımızda yanımda…

Hoca okuldaki salonda sizleri bekliyor, dedim…

Kimse yerinden kımıldamadı; yüzüme bile bakmadılar…

Bazıları da bıyık altından bana gülümsüyordu…

Çok üzüldüm; ama gazetecilik cinliği aklıma geldi;

-Şu anda ben oraya gidiyorum, 2-3 dakika içinde hepinizi oraya bekliyorum…

Yine kimseden ses ve bir hareket yoktu, son sözümü şöyle bağladım;

-Eğer 2-3 dakika içinde o salona gelmeseniz, hocanın konferansını dinlemeseniz, yarın Emniyet Müdürlüğü Mali Şubesine şikâyet edeceğim ve buraya baskın yaptıracağım…

Siz bilirsiniz, işte şimdi ben oraya gidiyorum diye kapıdan ayrıldım…

Kahvehanenin içinde ani bir sessizlik oldu…

Ben okula doğru yürürken, kahvehanedeki tüm insanlar tren vagonu gibi peşime takılmıştı…

Bir dakika içinde okulun salonu tıklım tıklım olmuştu… Gazetecilik numarasıyla yaptığım blöf tutmuştu, hedefime ulaşmıştım…

Prof. Dr. Arif Hikmet Yüksel 45-50 dakika sigaranın zararlarını uzunca anlattı…

Akciğer kanseri başta olmak üzere, çaresiz hastalıklara neden olduğunu, sigara dumanını solumakla otomobilin öldürücü egzoz gazını solumanın aynı olduğunu konferansında anlattı…

İnsanların ayakları, ellerinin kesildiğini, bu organlarında kapanmaz yaralar açtığını söyledi…

Bu gün sigara paketleri üstünde gördüğümüz o feci görüntüleri sözlü olarak ifade etti…

Türkiye de her yıl 300 bin kişinin sigara ve ona bağlı hastalıklardan öldüğünü üstüne basarak tekrar etti…

Muhteşem bir haber hazırlamıştım, yine Hürriyet Gazetesinin birinci sayfasında yer almıştı…

Gerek şehirlerarası uzun yolcu otobüsünde, gerek Yeniyayla Köyündeki sigara konferanslarında bu zehirden kurtulmaya karar verenler oldu mu onu bilemiyorum…

Ama ben gazeteci olarak halkı uyarma, uzmanını halkla buluşturma görevimi dört dörtlük yapmıştım…

 

AFGANLI VEKİLİ SUSTURDUM…

 

ÜLKESİNDEN KAÇAN

AFGANLI MİLLETVEKİLİ

BANA CEVAP VEREMEDİ…

1980 darbesinden sonra Afganistan’dan uçaklar dolusu mülteciler yine gelmeye başlamıştı…

Hürriyet Haber Ajansında çalıştığım o yıllarda gelen uçaklardaki yolcular ilgili fotoğraflar çekip, haberler hazırlıyordum…

Gelen misafirler Reşatbey Mahallesindeki Öğrenci yurtlarına yerleştiriliyordu…

Daha sonra da ülkelerinin coğrafi koşullar ve fiziki durumlarına uygun olduğu Anadolu’muzun çeşitli beldelerine gönderiliyordu…

Gelen Afganlıların arasında birisinin de milletvekili olduğunu öğrenince çok garibime gitmişti…

Bu gün olduğu gibi neden ülkelerinde kalıp düşmanlarıyla savaşmıyorlar da kaçıyorlardı?

Bu milletvekili de benim ana dilim olan Tatarca konuşuyordu; adamın giyim kuşamı yerinde, fiziği düzgün kelle koltuk epeyce gün gördüğünü, belli ki aristokrat bir kesimden geldiğini temsil ediyordu…

Üstü başı temiz giyimliydi ama ayağının yanmasından tatarca olarak ”TAYAĞIM TÜYTÜ” diye uzun süre şikâyet etti…

Oysa Türkiye Cumhuriyeti Devlet Kurumları her türlü tedbirleri almış, misafirlerin rahat etmesi için doktorlar, hemşireler herkes dört dörtlük hizmet veriyordu…

Hemen durumu ilettim, gerekli pansumanlar yapıldı…

Benim dilim de ana dilim Tatarca olduğu için Afgan Milletvekiliyle çok rahat iletişim kurup uzunca sohbetler ettik…

Ülkesindeki sıkıntılarını falan anlatıyordu, her şeyi bırakıp kaçtıklarından yakınıyordu…

Samimiyetimiz oldukça arktı; gazeteci merakıyla şöyle sordum;

-Siz Ülkenizde neden savaşmadan kaçıp neden buraya geldiniz…

Peki, burada yani Türkiye de bir savaş çıksa ne yaparsınız? Nasıl davranırsınız?

Ülkenizdeki gibi kaçar mısınız?

Yoksa bizimle birlikte düşmana karşı savaşır mısınız?

Diğerlerinden farklı şekilde giyim kuşamı yerinde olan milletvekili, uzun süre cevap veremedi, devamlı yutkundu, sağa sola baktı, utandı, yüzü kızardı, sohbeti değiştirmek için birilerinden imdat bekliyor konuyu değiştirmeye çalışıyordu…

Ama bir türlü cevap veremedi…

Ona şöyle dedim;

-Biz koşullar ne olursa olsun ülkemizi terk etmeyiz… Savaşarak gerekirse ölürüz, ama asla kaçmayız…

Milletvekili benim söylediğimi dinlemek istemediği için yüzünü diğerlerine dönüp konuşmasını sürdürdü…

Ama ben gazeteci olarak sorularım ve verdiğim yanıtlarla mesajımı tam olarak ilettiğime inanarak oradan ayrılmıştım…

Bu günde olsa aynı şekilde sorular sorar, aynı şeyleri çekinmeden yüzlerine söylerdim…

Çok garibime gitmişti, bu günde hala kanayan yara olan Afganistan’dan kaçarak diğer ülkelere sığınmaya çalışanları anlamakta güçlük çekiyorum…

Her ülkenin anaları bir Atatürk maalesef doğuramıyor…

 

ADANALI İKİ ÜNLÜ…

AV.EGE BAĞATUR

VE ALİ ŞENOZAN…

Mesleklerinin zirvesinde olan Adanalı iki güzel insanı çok yakından tanımaktan mutlu oldum…

Birisi Türk Sanat Musikisinin çok ünlü şefi ve bestekâr Ali Şenozan;

Diğeri Adana Belediye Başkanlığını yapan, gelmiş geçmiş en dürüst kişi olarak bilinen Av.Ege Bağatur’du…

Her ikisi de çocukluk arkadaşıydı; kendi kuşağında emsallerini geride bırakarak sivrilmiş, hedefledikleri başarıya ulaşıp, mesleklerinin doruklarında yaşıyordu…

Aynı dönemde, okullarda geçen gerçek Adanalı iki beyefendinin karşılaşmalarına tanık olduğumda çok şaşırdım…

Şöyle ki; Çukurova Üniversitesi Sosyal Tesislerinde bir kutlama gecesi yapılıyordu…

Salona önce Avukat Ege Bağatur geldi çevresinde inanılmaz kalabalık toplanmıştı…

Birkaç dakika sonra da Türk Sanat Musikisinin bestekâr ve büyük usta şefi Ali Şenozan da hemen aynı sayıda kalabalık bir gurupla salona girdi…

Her ikisinin de etrafında inanılmaz sevgi yumağı oluşmuş ve gittikçe insan yoğunluğu daha da büyüyordu…

Kalabalıklar birbirine yaklaşınca, Ege Bağatur birden durdu, kendine doğru yaklaşan Ali Şenozan’ı; o da Ege Bağatur’u gördü; her ikisinin de gözleri fal taşı gibi açıldı…

Kalabalıkların arasında karşılıklı olarak bir süre bakıştılar…

Her ikisi de aynı anda kollarını sonuna kadar iki yana açtı;

Her ikisinin bu karşılaşmalarını şaşkınlık içinde izliyordum,  bende bir tür şok etkisi yapmıştı…

Çevrelerindeki kalabalıklar birden sağa sola açıldı;

Her iki Adanalı beyde, karşılıklı olarak birkaç dakika gözlerinin derinliklerine sertçe bakarak öyle durdular…

Hollywood filmlerinde düello yapacak, birbirlerine silah çekecek kovboylar gibi durdular;

Silahları sadece sözcüklerdi…

Öyle ki tipik Adanalı şivesiyle çocukluklarından beri öğrendikleri tüm küfürleri karşılıklı atışma şeklinde birbirlerinin yüzlerine peş peşe saydılar…

Bir Ege Bağatur Adanalı ifadesiyle kallavi küfürleri çevresinde biriken sosyete mensuplarının da duyabileceği şekilde Ali Şenozan’ ın yüzüne sert biçimde söyledi…

Onun küfrü bitince bu kez de Ali Şenozan Ege Bağatur’ un yüzüne bağırarak, herkesin duyacağı şekilde küfürlerini savurdu…

Abartısız söylüyorum, 3-4 dakika süren karşılıklı küfürleşmeden sonra;

Koşarak birbirlerinin boyunlarına atılıp sarılıp sarmaşıp şapır şupur öpüşüp, koklaştılar, daha sonra nezaket kuralları gereği güzel dileklerle birbirlerini onurlandırdılar…

Gazeteci olarak çok şaşırmıştım, hemen Av.Ege Bağatur beye sordum;

-Değerli Başkanım Ege ağabey hep böyle mi selamlaşırsınız, küfürleşirsiniz?

-Biz Adanalık, küfürlerimiz en büyük iltifat sayılır…

Zaten küfür etmeyen Adanalı olur mu?

Küfürler bizim samimiyetimizi, dostluğumuzu bozmaz, aksine daha da güçlendirir, demişti…

Aynı soruyu Ege Bağatur’un karşısındaki Ali Şenozan’a sorma gereği duymadım, çünkü o da arkadaşı Ege Bağatur’un söylediklerini başını sallayarak defalarca onaylamıştı…

Ben gazeteciliğin ilk yıllarına yakın dönemde, toplumun önünde yürüyen, mesleklerinin zirvesinde olan bu iki büyüğümüzü yakından bu şekilde izlemek hayatımda unutamayacağım bir ders olmuştu…

Küfürler dostluk, arkadaşlık, sevgi, hasretin giderilmesinde önemli bir değerdi…

Adanalı tanıdıklarımdan bazıları bir süre görmedikleri arkadaşlarıyla karşılaştıklarında aynı şekilde aralıksız olarak 2-3 dakika karşılıklı şekilde küfür ettiklerinde;

Topluma önder olan, mesleklerinin zirvesindeki iki güzel Adanalının dostluklarının küfürleriyle daha da güçlendirdiklerini düşünürüm…

 

YETİŞTİREN ŞEFİM İTİRAF ETTİ AMA…

 

“ŞEF OLACAK KİŞİ SENSİN

BENİ BAĞIŞLA…”

Hürriyet Gazetesindeki haberlerim dört dörtlük güzellikteydi…

Beni Türkiye tanıyordu… Ülkemizin her yerindeki bürolardan arkadaşlar teleksle her haberimden sonra beni kutluyorlardı…

Ayrıca Hürriyet Haber Ajansı Muhabirlerini teşvik için her hafta haber değerlendirmesi ve ödüllendirme yapıyordu…

Ödül almadığım hafta yoktu; ödül aldıkça şefim Cevat Eren benden daha çok mutlu oluyor ve kutluyordu…

Hürriyet Gazetesinde yıllar böylece sular seller gibi akıp geçti…

Cevap Eren şefimle uzun yıllar birlikte çalıştık…

Bana haber için “ÖL DESE, GÖZÜMÜ KIRPMADAN ÖLÜME GİDERDİM” öyle güven vermiş, iletişimimiz öyle sıcak ve muhteşem olmuştu…

Ama zamanı bitti artık görevini tamamlamış, İstanbul’a geri gitmesi gerekiyordu…

Gitmeden birkaç gün önce beni karanlık odaya çağırdı;

-Anacağım, biliyorsun ben Adana ya geçici görevle gelmiştim… Her şeyi tamamladım ama şimdi İstanbul’a geri dönüyorum…

Anasını avradını s…keyim, yalan söyleyenin burada yerime şef olacak tek kişi sensin…

Ama Şu kişinin babası Anadolu Ajansında çalıştığı için, Hürriyet Haber Ajansının da haber atlamaması için yerime onu vekil göstereceğim…

Dünyanın neresinde olursam olayım, gönlüm ve gücüm seninle olacak…

Bir telefon kadar yakınım unutma, diye vedalaşmıştı…

Adana’dan ayrılınca benim için başlayan bir rüya yavaşça sona ermiş gibi oldu…

Ama mesleğime taparcasına aşkla bağlı olduğum için durumu gözlemlemeye işimi eskisinden daha da üstün şekilde yapmaya devam edecektim…

Olayların gidişatına göre yönümü belirleyip harekete geçecektim…

 

 

SAMANDAĞDA FAKİR AİLENİN

ÇOCUKLARINI SÜNNET ETTİRDİK…

Büronun yeni yetkilisi olan kişiye İstanbul’dan Hürriyet Gazetesinin sahibi Erol Simavi’den bir teleks geldi…

-Hürriyet Haber Ajansı olarak Samandağ da şu adrese gidilecek…

Fakir olan ailenin iki oğlunun sünneti için kıyafet alınacak, davul zurna ile törenle çocuklar sünnet ettirilecek…

Sabahleyin erkenden yola çıktık, Hürriyet Gazetesi adına harcamaları yaptık, davul zurna ile muhteşem bir sünnet düğünü yaptık, çocukların sünneti yapıldı...

O yıllarda Hürriyet adı tüm kapıları açıyordu…

Samandağı Kaymakamı da törene protokolüyle birlikte katılmış, bizimle olmuştu…

Öğle yemeği ikram edildi, ortaya kocaman bir sini, dağ gibi yığılmış pilav, üstünde etler vardı…

Ortada ne çatal, ne kaşık bende onları ararken, bizimle aynı sofrada oturan kaymakam bey, Afrikalıların yaptığı gibi, avucuyla pilavı yemeye başladı…

Ben çok şaşırmıştım;

Hayatım boyunca asla elimle yemek yememiştim;

Tereddütlü şekilde beklediğimi görenler hemen uyandılar;

Birkaç saniyede çatal kaşık temin edildi…

Devlet protokolündeki Kaymakam düzeyindeki bir kişinin bu davranışını çok ilginç bulmuştum…

Hala bazen düşünürüm…

Benim yaptığım mı, kaymakam beyin yaptığı mı doğruydu?

Devlet yönetiminde bazı profesyoneller, halka uyum için bulundukları ortama ayak uydurması gerektiğini daha sonraki yıllarda anladım…

 

 

ŞAŞKIN VEKİLİN ENTRİKALARI…

Hürriyet Haber Ajansına Cevat Eren den sonra vekâlet etmeye başlayan Volkan Sevenler’ in kendini ifade yeteneği ve becerisi yoktu…

Çalışanlar üzerinde otorite sahibi değildi…

O ise bunu sağlamak otorite kurabilmek için yanıp tutuşuyordu…

Bu nedenle çalışanlar arasında dedikodu yapmaya, uzaktan çocuksu hareketlerle insanlarla alay edip değersizleştirmeye başladı…

Sevmediklerini de sıradan olarak değerlendirdiği haberlere göndererek güya cezalandırmaya değerini kendine göre düşürmeye çalışıyordu…

Çalışanlar arasında ayrım yapıyor, ne tarafta olduğunu kendi de bilmiyordu…

Örneğin başka bir kurum olan Anadolu Ajansı Bölge Müdürlüğünü sürdüren BEDİ MUNGAN’ın bir dönem kamyon şoförü olduğunu belirten kartvizitini bulmuştu…

Gelip geçen herkese gösteriyor o kişiyle dalga geçiyordu…

O yıllarda CHP Genel Sekreteri Mustafa Üstündağ bir Alman kadınla aynı özel otomobilde Ankara ya giderken Konya-Ankara yol ayrımında kazada ölmüştü…

Kadın da yaralı ve Ereğli Hastanesinde yatıyordu…

Vekil olayı benim izlememi istedi…

Gazetenin arabasıyla gittik, hem otomobilin, hem de hastanede yatan kadının fotoğraflarını çektim…

Ereğli de gece yarısı olmasına karşın bir fotoğrafçıyı bulup dükkânını açtırdım; filmi yıkayıp kusursuz şekilde olarak tabettim…

Yanımda bulunan cihazla İstanbul’a acil şekilde telefoto geçmem gerekiyordu…

Vekili telefonla aradım, fotoğrafların hazır olduğunu her an telefoto geçmeye hazır olduğumu söyledim;

Küçük entrikasına göre zaman geçirip benim tepki almamı, sıkıntıya girmemi sağlamak için küçük bir plan hazırlamış…

Sonradan farkına varacaktım…

-Abdulkadir Ereğli’den geçme, Pozantı’ya gel oradaki PTT’ den geç, dedi…

Entrika yapıyor kasıtlı şekilde oyalıyormuş…

Oysa Hürriyet Haber Ajansında dakikalar bile çok önemliydi…

İki ilçenin arası nereden baksanız en az 2 saat…

Sabah olmak, gün ağarmak üzereydi…

Mühür ve sorumluluk onda olduğu için Pozantı ya ulaştım;

PTT müdürünü yatağından kaldırdım…

O yıllarda PTT nin link hattı vermesi gerekiyordu;

Müdür bey yarı uykulu ve sersemlemiş bir halde;

-Hat yok veremem diye başından savıp gidip yattı…

Kusursuz bir iş yapmama rağmen vekilin entrikasına takılmıştı…

İş suya sayesinde tamamen düşmüştü; Başarıyla gerçekleştirdiğim operasyonda fotoğrafları İstanbul’a maalesef geçemedim…

Ertesi sabah fotoğraflar Adana’dan çok geç şekilde geçilmişti…

Tabi bir ton fırçayı vekilin kendi yedi…

Artık İstanbul’a benimle ilgili ne söylediğini bilemiyorum…

Güya benim başarısız olmam için böyle küçük ve basit bir entrika yapmıştı…

Ne demişti atalarımız ”KESER DÖNEP SAP DÖNER GÜN GELİR HESAP DÖNER”…

 

ÖDÜL PARALARIMIN

YARISINI ALIYORDU…

O yıllarda Hürriyet Haber Ajansı haftalık olarak 1.sayfada yayınlanan haberleri hazırlayanlara para ödülü veriyordu…

Cevat Eren Şefim döneminde her hafta iki üç ödül alıyordum…

O İstanbul’a dönüp, yerini vekil aldı…

Benim Hürriyet gazetesindeki ödüllü haberlerim yine devam ediyordu…

Bu anılarımı yazdığım 2021 yıl parasına göre her hafta 3-4 bin lira gibi ödül alıyordum…

Vekil aldığım ödüllere il koydu;

-Burada yetkili benim, ödül paranın yarısı benim olacak, dedi…

Şoke oldum, fakat mühür ondaydı, yapabileceğim başka bir şey yoktu…

Aralıksız olarak 4-5 ay birlikte çalıştığımız dönemde hazırladığım haberlerim yine 7-8 kez ödüle layık görüldüm…

Zorla ödül paramın yarısını aldı…

Para falan benim için asla önemli değildi; ama vekilin yaptığı ilkel, basit, bencil, garip davranışı bir türlü kabul edemiyordum…

Amacım para değildi, içinden geldiğim kültüre göre çok ayıp, yakışıksız, bir tür hak gaspıydı onaylamam ve işi sürdürmem mümkün değildi…

Adana Hürriyet Gazetesi Bürosundan artık iyice soğumaya başlamıştım…

Geçen her gün benim için sıkıntı veriyor, canımı sıkıyordu…

Bir an önce kurtulmak ve uzaklaşmak istiyordum…

Hürriyet Gazetesinde çalıştığımız Orhan Apaydın Milliyet Gazetesine geçmişti…

İmdadıma o yetişti ve benim için yeni bir dönem başlıyordu…

VEKİLİN ZOR DURUMU…

Cevat Eren şefim İstanbul’a dönünce yerine bıraktığı vekil Volkan Sevenler patinaj yapmaya başladı…

Kararsız, çekimser, ne söylediği net olarak anlaşılamayan, belirsizlikler içinde kendini arayan insandı…

Oysa Cevat Eren şefim, bana “ ÖL DESE ” fotoğraf çekip, haber hazırlamak için canımı bile verebilirdim…

Hürriyet Haber Ajansında Cevat Eren dönemindeki yıllarda birlikte çalıştığımız, daha sonra Milliyet Gazetesi Adana Bürosuna geçen Orhan Apaydın ağabey benim rahatsızlığımı biliyordu;

-Abdulkadir gel seni Milliyete alalım, birlikte çalışalım, dedi…

Zaten böyle bir teklifi bekliyordum, hemen kabul ettim…

 

GAZETE DEĞİŞTİRDİM…

MİLLİYET YILLARIM…

Milliyet Adana bürosunda kadrom hemen verildi, anlaşma yapıldı, bir yıl çalışmalarım yine muhteşem şekilde devam etti…

Hürriyetteki başarılarımı burada da sürdürmeye devam ettirdim ve İlk haberim;

İDAMLIK AİLE HABERİM MUHTEŞEMDİ…

Gazetecilik mesleğinde an, yani saniyeler çok önemlidir…

Öyle bir olayla karşılaşır ki gazeteci, o saniyeyi değerlendirirse güzel sonuçlar alabilir…

O nedenle daima çok hazırlıklı olması, hızlı davranmanın artısı muhteşemdir…

Bunu başardığım bir olay şöyle gerçekleşti;

Ben o yıllarda hem slâyt, hem renkli negatif, hem de siyah beyaz filmler takılı üç makine ve her an değiştirebileceğim dört-beş objektifle haber peşinden koşardım…

Adana adliyesi 2.Ağır ceza mahkeme salonuna girdim;

Elimde hazır olan slâyt takılı makinem vardı…

Hâkimin olduğu yana geçtim, karşısında 9 kişi boy sırasına göre dizilmişti…

En başta baba, anne, büyük oğlu, diğer oğlu, diğer oğlu, kızları, çocukları tam 9 kişi vardı…

Konu ilginçtir olabilir diye hâkimin olduğu tarafa; yani hâkimin önüne onun bakış açısına göre sanıkların karşısına geçtim…

Sadece bir kare slâyt fotoğraf çektim, hâkim duruşmayı hemen sonlandırdı…

Hemen mahkeme kalemine gittim; orada görevli başkâtip dosyayı açtı;

-İDAMLIK AİLE ABİ, dedi…

Dosyanın içeriğine göre, kızlarını kaçırmaya gelen bir delikanlıyı, aile sopalarla, kazmalarla, bıçaklarla linç ederek öldürmüşlerdi…

Hemen slâyt banyosunu(o yıllarda sadece çalıştığım milliyet gazetesinde slâyt banyosu vardı ve onu da ben yapıyordum) ama sadece tek bir kare vardı; belki de 10 kare fotoğraf çeksem o tek karenin kalitesinde olamazdı…

Haberiyle birlikte genel merkeze servis ettik…

Ertesi gün çalışmam muhteşem biçimde değerlendirilmişti…

Milliyet Gazetesi “İDAMLIK AİLE” diye 8 sütuna manşet olarak haberimi kullanmıştı…

Her gün adliye koridorlarını, baştan sona dolaşan, tüm duruşmaları izleyen gazetecilere inanılmaz şekilde kıskanmışlardı…

Kendilerini genel merkezlerine karşı nasıl savunacaklarını arıyorlar ama bilemiyorlardı…

Beni görünce haber atlattığım için yüzleri kızarıyor, ama bir şeyde yapamıyorlardı…

Galiba bu nedenden İstanbul’dan çok fırça yiyen gazeteci arkadaşlarım olmuştu…

Hatta birisi;

-Sen bu haberi hazırladığın için Cumhuriyet Savcısı hakkında soruşturma başlattı falan diye beri tedirgin etmeye çalışmıştı…

Kendimden emindim, gazeteci olarak her şey yasaldı, Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’ti…

İstanbul’dan teşekkür geldiğini, şefim bana iletmişti…

Sonraki yıllarda idamla yargılanan aileden olan, duruşmada görüp fotoğrafını çektiğim anne Adana’ nın çeşitli zengin semtlerinde ve kalabalık yerlerde dilencilik yaparken görüp üzülmüştüm…

 

MEZARINI KAZARAK OĞLUNUN KAFATASINI ÇIKARTIP ELİNE ALAN MEZARCI…

Adliye muhabirliğim sırasında mahkemelerin kalemleriyle aram çok iyiydi…

2.Ağır ceza mahkemesinin müdürüyle her zaman sevgi ve saygıyla selamlaşıyordum…

Bir gün ziyaret etmek için yanına girdiğimde kâtip arkadaşım şöyle dedi;

-Abdulkadir ağabey yarın asri mezarlıkta “FETHİ KABİR” yapılacak; ilgilenirsin diye düşündüm…

Fethi kabir şu; cinayete kurban giden kişinin, ölümünün gerçek nedenini belirlenmesi için mezarının açılıp, şüpheli bölgelerdeki kemiklerinin üzerindeki darp, burkulma, kırılma, kesik, ya da kurşun izlerinin bilimsel ve teknik olarak araştırılmasıdır…

-Tamam, harika teşekkür ederim ama başka gazeteciler söyleme tamam mı?

-Söyler miyim? Sen bil istedim; akıllı insansın, dedi…

Yarın saat 10.00 da hâkim bey, cumhuriyet savcısı ve adli tabip ve diğer yetkililerden oluşan ekip buradan hareket edecek Asri Mezarlıkta olacaklar bilgin olsun…

Çok mutlu oldum, muhteşem bir istihbarat yakalamıştım…

Diğer gazetecilerin haberi olmadan bunu tek başıma başarabilirsem şahane bir haber olur diye düşündüm…

Gerçektende belirtilen saatte ve yerde orada siyah beyaz, renkli, slâyt filmlerimi taktığım makinelerimle hazırdım…

İşin ilginç yanı, mezarı açılıp cinayetin karanlıkta kalan gizeminin çözülmesi için kemikleri alınacak ceset, aynı mezarlıkta yıllardır mezar kazıcılığı yapan kişinin öz oğluydu…

Yani babası 2 yıl önce ölen, kendi elleriyle toprağa verdiği oğlunun mezarını, yine kendi elleriyle açacaktı…

Oğlunun karanlıkta kalan cinayete nasıl öldürüldüğü bilimsel olarak saptanacaktı…

Baba oğlunun mezarını kazmaya başladığında çok duygusal anlar yaşandı…

Aşağıya doğru indikçe babanın gözleri yaşardı, hem ağlıyor, hem de iki yıl önce gömdüğü oğlunun kemiklerini bulup adliyeden gelen “FETHİ KABİR” ekibine teslim etmek için çalışıyordu…

Mezarda kemiklere ulaşılınca orada bulunan herkes çok duyguluydu…

Tüm yetkililerin bile gözleri de baba gibi dolu dolu oldu…

Belki de dünya tarihinde ilk defa böyle bir olay yaşanıyordu…

Baba oğlunun kafatasını bulup avuçlarına aldığı anda ben hemen deklanşöre ardı ardına seri biçimde basıp sayısız fotoğraflar çektim…

Oğlunun kafatası elinde olan baba hem ağlıyor, hem de yetkililerin talimatlarını yerine getiriyordu…

Kemikler tamamen ortaya çıkınca, adli tabip ve görevliler aşağıya indiler…

Kafatası ile bedeni arasındaki boyun kemiklerini birer toprakların içinde bulup tıbbi torbalara doldurdular…

İş bitmiş, “FETHİ KABİR” gerçekleşmişti…

Biz ayrıldığımızda baba mezarın başına oturmuş sesli biçimde hüngür hüngür ağlıyordu…

Oraya katılan her yetkili bunu kimsenin yaşamaması için içlerinden dua ediyordu…

Bu olayı baştan sona kadar izlerken, kendimi bazen babanın, bazen de mezarından iki yıl sonra kafatası çıkartılıp adli tıp tarafından incelemeye alınan gencin yerine koydum…

Her ikisinin de yerinde olmayı hiçbir zaman istemezdim…

Dünya hangi baba evladının ölmesini ister ki?

Ya da cinayete kurban gitmesini ister ki?

Peki, mezarını yeniden açıp kafatasını çıkartıp kendi ellerine almak ister ki?

Yanıt elbette hiçbir baba bu türlü bir olayla asla karşılaşmayı istemez…

Ama hayatını mesleğine adayan hangi gazeteci böyle yürekleri parçalayan bir haberi yazıp görevini yapmayı istemez ki?

Belki de insanlık tarihinde ilk kez yaşanan böyle bir olayı ben haberleştiren tek gazeteci olmayı başarmıştım…

Adliyede o yıllarda çalışan 20 civarında gazeteciyi atlatmam büyük başarıydı…

Bu haberimde yine Milliyet Gazetesinin 2.sayfasında 5-6 büyük boyda ve renkli fotoğraflar halinde kullanıldı…

“BİR BABANIN DRAMI” diye başlık atılmıştı…

Haber güzel değerlendirildi ama hiç kimsenin başına gelmesini istemeyeceği çok acı bir olaydı…

 

SABANCILAR…

BÜFECİ ERDAL VE SEVİLAY SABANCI AŞKI…

Milliyet Gazetesinde çalıştığım yıllarda Sabancıların kızı Sevilay evlerinin karşısındaki dizi film artistleri kadar yakışıklı, mavi gözlü, beyaz tenli olan evlerinin karşısındaki büfeci Erdal’a kaçmıştı;

Erdal da gerçekten çok yakışıklı, dizi filmlerdeki delikanlılardan daha da karizmatikti…

Türkiye deki tüm gazetelerin manşet ve sürmanşet haberiydi…

Aradan iki, üç, dört, beş gün falan geçmesine karşın sevgililer bir türlü bulunamıyordu…

Polis, asker, sivil ve özel istihbarat görevlendirilmesine karşın izlerine ulaşılamıyordu…

Ne hükümet, ne partiler, ne parlamento kimsenin umurunda değildi…

Varsa yoksa Erdal ve Sevilay’ ın aşkı gazetelerde yer alıyordu…

Bu konu Türkiye’nin bir numaralı gündemi olmuştu…

İstanbul’dan gelen ve Adana daki muhabirlerde, yereller sürekli 24 saat olayın peşinden koşmalarına karşın sevgililer bulunamıyordu…

Bizim istihbarat kaynaklarımız daha da güçlü olduğu, bölgeye olan hâkimiyetimiz nedeniyle sonunda sevgililerin yerini tespit etmiştik…

Saatlerin 23’ü gösterdiği sırada izlerini Hatay Dörtyol da Erdal’ ın yakınlarının evindeydiler…

Acil olarak harekete geçtik adrese gidip sevgilileri fotoğraflamayı başarmıştım…

Sabancı ailesi bir an önce kızlarının boşanmasını istiyorlardı…

Aile o yıllarda adliyenin en politik, en başarılı, en cevval avukatı Uğur Aksöz vekil tayin etmişti…

Duruşma başladı, gazeteciler olarak davanın yıllarca süreceğini düşünüyorduk…

Bizde Sabancı Ailesiyle ilgili yaptığımız her haberi kolayca Türkiye gündemine sokabilmenin mutluluğunu yaşıyorduk…

Ama bir celsede de hâkim Tufan Alpat çifti boşadı…

Sabancı ailesinin hem isminden hem de servetinden yararlanmak amacıyla böyle bir olayı gerçekleştirdiği kararda yer almıştı…

Haber yine tüm gazetelerin birinci sayfalarında muhteşem içimde kullanılmıştı…

Yıllarca ilgileneceğimiz haber kısa sürede bitmiş ve bir iki gün gazetelerde Adana haberleri yer almış ve sonuçlanmıştı…

Türkiye nin en güçlü, en zengin, en itibarlı, dünyaca ünlü ailesinin kızının bir büfeciye kaçması gündemin bir numaralı konusu olmuştu…

“AŞK FERMAN DİNLEMEZ” ya da “ İKİ GÖNÜL BİR OLUNCA SAMANLIK SEYRAN OLUR” özdeyişleri Büfeci Erdal ve Sevilay aşkıyla bir kez daha kanıtlanmış oldu…

Hızlı başlamış, ateşli başlamış; hızlı bitmişti ve sevgililer birbirinden ayrıldıkları için de soğumuştu...

 

BEHLÜL AYŞE ABLANIN

MUHTEŞEM İSTİHBARATI…

Adliyede gazeteci olarak görev yaptığım yıllarda ayak işlerine bakan biraz da behlül odacı Ayşe Abla diye hitap ettiğimiz bir hanımefendi sürekli koridorlarda dolaşırdı…

Gazeteciler ve diğer insanlar pek önemsemezdi; o herkese güler yüzlü davranırdı, selam verir ama çoğunluk onunla konuşmak istemezdi…

Ben her karşılaşmamda saygıyla davranır halini hatırını daima sorardım…

O da bana karşı çok saygılı davranırdı…

Bir öğle tatili öncesinde adliye çalışanları dinlenmek için yavaş yavaş dışarı çıkıyorlardı…

Gazeteci arkadaşlarım da personel nasıl olsa öğle tatiline gidiyor…

Bu saatte burada başka haber olmaz diye düşünüyorlardı ve onlarda koridorları terk etmişti…

Ayşe abla uzaktan bana işaret etti, hemen yanına gittim;

-Buyur abla, ne var dedim…

-Diğer gazeteciler duymasın, biraz önce Cumhuriyet Savcısı bir çocuğu annesinden alıp babasına teslim edecek…

Üst kattaki koridorun sonunda…(kendine değer vermeyenlerden, böylece bir türlü intikam alıyordu sanki…)

-Çok teşekkür ederim, biliyorum abla…

Adliyeyi terk etmeye devam eden bir iki gazeteci arkadaşım vardı…

Onlarında gitmesini bekledim hemen üst kattaki Cumhuriyet Savcısının olduğu yere gittim…

Koridor sakindi ortalık sessizdi, ama görevliler işlem yapılıyordu, birkaç kişi bekleşiyor, çocukta annesinin elinden tutmuş olacaklardan habersiz sakince simidini yiyordu…

Resmi işlemler bitip, Cumhuriyet Savcısı talimatı verince birkaç sivil polis ve normal polis hemen çocuğu annesinin elinden ayırmaya girişti…

Kadın ise elleriyle çocuğuna öyle güçlü sarılmıştı ki asla bırakmıyor, bir yandan da feryat figan ortalığı yıkıyordu…

Çocuğu bir yandan görevliler bir yandan anne çekiyor;  baba ise çocuğun anneden alınmasını ve kendine verilmesini bekliyordu…

Bir anne ve çocuk arasındaki ayırsalar bile asla kopartılamayacak olan bağı o sahnede gördüm…

Anne çocuğunu ölümü pahasına asla bırakmıyordu…

Yaklaşık 15-20 dakikalık çekiştirme, feryat figanın devam ettiği sürede kadın defalarca kendini yerlerden yere atıyordu…

-Çocuğuuuuuuuuummmmmmmm…  Öldürüüüüünnnnn beniiiiiiiiiiiiiiiiiiii… Onu benden ayırmayııııınnnn… O beni istiyoooooor…

Babası olacak adamıııı istemiyooooorrrr…

Ama kadın kendini yerlere atıyor, sürükleniyor, debeleniyor, çocuğunu bırakmıyordu…

Sayısız siyah beyaz, renkli, slâyt fotoğraf çekmiştim…

Yaşanan o aile faciası beni çok üzmüştü…

Ama ben de görevimi tespit etmek ve haberimi çalıştığım kuruma iletmek zorundaydım…

Kadının o hareketleri, evladından ayrılması, feryat etmesini tüm hücrelerimde acı şekilde hissettim…

Ama yasalar ne derse herkes ona uymak zorundaydı…

Doğru olanı da buydu; koşullar ne olursa olsun hiçbir annenin çocuğundan vazgeçmeyeceğini, gerekirse ölümü göze alabileceğini, orada kadının kendini defalarca yere atıp parçalamasında bir kez daha gördüm…

Bana ödül getiren bu haberim de Milliyet gazetesinde çok geniş biçimde fotoroman gibi büyük boyutlarda yayınlandı…

Her sahnesine tanık olduğum o olaydaki ne annenin, ne babanın, ne de çocuğun yerinde olmayı asla istemezdim…

Anılarımı yazarken bile hala gözlerim nemleniyor…

 

AVUKAT ANILARI…

Gazetecilikte şöyle bir deyim vardır;

-ADLİYE MUHABİRLİĞİNDEN GELMEYEN GAZETECİ MESLEKTE BAŞARILI OLAMAZ…

Gerçekten mesleğin en zor, en tehlikeli, her an saldırıya, yaralanmaya, dövülmeye en açık ama en renkli-vurucu haberlerin ve konuların olduğu bir alandır adliye…

O yıllarda adliyedeki her türlü duruşmalar gazetecilere sonuna kadar açıktı…

İstediğimiz her salona girip, istediğimiz fotoğrafı çekiyorduk…

Hâkimler, mübaşirler ve kalemdeki görevliler bize sürekli yardımcı oluyordu…

1.Ağır Ceza Hâkimi Ali Kilisli gazetecilerle çok iyi geçinen, ama mesleğini de hakkıyla yapan bir hukukçuydu…

Bazen makamında bize çay ikram ederdi…

Boyu küçük ama Adana adliyesinin en güçlü hâkimiydi…

Diğer ağır cezalardaki hâkimler de çok değerliydi…

Ama biz gazeteciler Ali Kilisli hâkimi çok severdik; onunla çok kolay iletişim kurardık…

En ağır cezalar onun yargıladığı suçlulardan çıkardı…

Fotoğraf çekmemiz serbest olduğu için “ADLİYE VE İNSAN” isimli sergimde yer alan yapıtlarımı en çok o salonda çekmiştim…

Bir duruşmada karar açıklanınca taraflar birbirine girdi, normal koridordan 4-5 basamak aşağıda olan duruşma salonundan, fotoğrafları çektiğim için benim üstümü yığıldılar, öldürmek istiyorlar ve çıkartmıyorlardı…

Ne kadar suçlu yakını varsa üstüne saldırdılar, makinemi aldılar…

O günlerin ünlü avukatı Nizar Savaş inanılmaz bir komutan gibi bağırdı;

-Ne yapıyorsunuz? Bırakın Gazeteciyi… Hemen makinesini verin…

Galiba suçlu taraftarları galiba az önce cezayı veren hâkim Ali Kilisli olduğunu sanmış olmalılar ki;

Hemen üzerinden çekildiler, makinemi de verip terk ettiler…

Hem Hürriyet, hem de milliyet gazetelerinde çalıştığım yıllarda adliye muhabirliğini zevkle yaptım…

Avukatlar en büyük yardımcılarımızdı her türlü bilgileri bize duruşma önceleri ve sonrası da en detaylı şekilde verirlerdi…

Adliye muhteşem bir sahneydi…

Oradaki aktörler halkla iletişim halinde olan avukatlardı…

Onları daha yakından tanıyabilmek için yaklaşık 40 avukatın bürolarına gidip unutamadıkları anılarını teybime kayıt edip o dönemde Ekspres Gazetesinde yayınlamıştım…

Önce hâkim olarak Diyarbakır da görevde başlayan, emekli olunca da avukatlığa geçen bir ağabey şöyle dedi;

-Bir gün kent sokaklarında dolaşırken, boyunun yarısı kadar kocaman bir palayla dolaşan vatandaşı ilk defa gördüm… Belli ki o palayla hemen suç işleyebilir diye düşündüm…

Hemen karşıma getirdiler adamı tutukladım;

Daha sonraki günlerde Diyarbakır karpuzunu bu palayla kestiklerini anladım…

Yani yasal olarak taşınabileceğini öğrenince adamı tahliye etmiştim…

Avukatların en güçlüsü de Saim İnan dı, bir dönem İl Milli Eğitim Müdürlüğü de yapmış bilge bir insandı…

Muhteşem hatipti, her avukatın savunmasını hâkim sonuna kadar dinlemezdi…

Sami Amca konuşmaya başlayınca ister 15- ister 20 dakika olsun hâkim sonuna kadar sözünü kesmeden dinlerdi…

Yaşı ileri olduğu için duruşma salonunda savunma sırası gelinceye kadar bazen hafifçe uyurdu…

Bende onun bu halinin fotoğrafını çekmiştim; “ADLİYE VE İNSAN” sergimde en çok ilgi çeken çalışmam olmuştu…

Bu arada;

Karakollarda işlemleri yapılan suçluların adliyede getirildikleri ilk bölüm SUÇUSTÜ SAVCILIĞIDIR…

Olay o gün, ya da bir önceki olmuştur,  yenidir, tazedir, kavga eden taraflar tutuklama kararı çıkınca hemen orada birbirlerine saldırırlar…

Kimseye olmasa fotoğraf çeken gazeteciler saldırır…

Suçlular tutuklanmak üzere adliyenin tatile girdiği, ortalığın sakin olduğu zamanlarda SUÇÜSTÜ SAVCILIĞINA getirilirler…

Yine böyle bir gün, taraflar birbirlerine girdiler…

Ama fotoğraflarının çekilmesini istemiyorlardı, flaşlar patlayınca bu kez gözlerine kestikleri gazeteci bir arkadaşa saldırdılar…

Sayıları o kadar çoktu ki, gazeteci kendini savunamayacak durumdaydı, polislerin de gözü önünde resmen dayak yiyordu…

Diğer gazeteci arkadaşların hepsi çantalarını yere bırakıp, kollarını sıvayıp arkadaşımıza saldıranlara saldırmaya başladılar…

Ortalık tam Yeşilçam filmlerde görülen sahneye dönmüştü…

Sadece ben çantamı yere koymadan o kavgayı fotoğraflamayı sürdürüyordum…

Polisler müdahale etti, ortalık sakinleşince gazeteci arkadaşlarım bu kez bana sitem etmeye başladılar;

-Biz hepimiz kavgaya girdik, Abdulkadir sen neden girmedin?

-Yahu arkadaşlar bizim görevimiz olayları fotoğraflayıp gazetede haber hazırlamak değil mi?

Burada 10 gazeteci arkadaşımızın suçlu yakınlarıyla kavga etmesi bana göre en güzel bir haberdir…

Benimde o kavgaya girmekten daha da önemli görevim ise olayı fotoğraflamaktı…

Biraz sitem ettiler, ama sonunda benim yaptığımın gerçek bir gazetecilik davranışı olduğuna karar verdiler…

Aradan zaman geçince her şey yoluna girdi…

Hazırladığım haberim ve çektiğim kareler ertesi gün çalıştığım gazete sayfalarında yer aldı…

Gazeteciliğe ölçü olarak gösterilen şöyle bir ola geçen yıllarda Japonya televizyonunda gerçekleşmişti…

Stüdyoda konuk olan kişiye dışarıdan gelen 2-3 kişi saldırmaya başlıyor…

Canlı yayında konuğu iyice bir dövüyorlar, adamın her tarafı kırık, kanlar içinde…

Ama kameraman kılını kıpırdatmadan yayınını sürdürüyor…

Olay mahkemeye intikal ediyor, konuk TV’ deki canlı yayın kameramanı müdahale etmeği, kendini kurtarmaya çalışmadığı için davacı oluyor…

Mahkemenin verdiği karar aynen şöyle; kameramanın görevi olayı yansıtmaktır; suçlu değildir…

O yıllarda bu mahkeme kararı gazeteciler arasında bazı olaylarda emsal olarak gösteriliyordu…

 

 

GENEL MÜDÜRÜN RİCASI…

“ABDULKADİR SEN BİZİM YAVRUMUZSUN

YUVANA DÖN”

O yıllarda Hürriyet Haber Ajansı Genel Müdür olan Hasan Yılmaer benimle görüşmek için özel olarak Adana’ ya iki kez geldi…

Hürriyetin Ceyhan yolu üzerindeki Matbaasının bahçesinde iki üç kez buluşup uzun süreler görüştük;

-Abdulkadir sen bizim evladımızsın, bizden yetiştin, yavrum yuvana geri dön, diye ısrar ediyordu…

Ben de Hürriyetin Adana bürosunda çalışmayacağımı, o kişiyle farklı olduğumuzu söylüyordum…

Genel Müdür Hasan Yılmaer,

-Gel seni o zaman İstanbul Hürriyet’e alalım deyince, bir süre düşündükten sonra kabul ettim…

Anadolu da çalışan her muhabirin en büyük hayalidir İstanbul’da çalışmak…

Bab-ı âli de Hürriyet Gazetesinde göreve başladım…

 

İSTANBUL BAB-ALİ’DE

ÇALIŞMAYA BAŞLADIM…

Hürriyet Haber Ajansı Adana Bürosundan ayrılıp milliyet gazetesinde bir yıla yakın çalıştım…

Hürriyet Haber Ajansının o yıllardaki Genel Müdürü Hasan Yılmaer benim için iki kez Adana ya geldi…

Ceyhan yolundaki Hürriyet matbaasının bahçesinde buluşup konuştuğumuz şekilde İstanbul’da çalışmaya karar verdim…

Artık en büyük idealime kavuşarak Hürriyet muhabiri olmuştum…

Çünkü Hürriyet Haber Ajansındaki muhabirler kurumda daima ikinci sınıf gazeteci sayılıyordu…

Ama Hürriyetin muhabiri olmak daha yüksek bir kariyeri temsil ediyordu…

Milliyet Gazetesi Bölge Müdürü Muzaffer Bal, Haber şefi Orhan Apaydın ve diğer çalışanlar benim için büyük saatteki Gaziantepliler lokantasında veda yemeği de düzenlediler…

Hürriyet Adana Matbaa müdürü olan ve burnundan kıl aldırmayan, herkese tepeden bakan İskender Ayvalık uçak biletimi getirip bana teslim etmişti…

Genel müdür Hasan Yılmaer’le yaptığımız konuşmaya göre;

İstanbul da yaşadığım ve Hürriyet Gazetesinde çalıştığım sürece ev kiram verilecek, yemek paramda ödenecekti…

Her şey ruhuna uygun şekilde ilerliyordu…

Hürriyetin üst düzey yöneticilerden Seçkin Türesay müdürle görüştüğümde;

-Efendim, ben savaş muhabirliği yapmak istiyorum…

Şu anda İran Irak savaşı var oraya muhabir olarak gidebilir miyim?

Yüzüme bakıp, gülümseyerek, neden olmasın, demişti…

İstanbul da Hürriyet matbaa binasının başka bir ek binasında bana kalacak yer temin edildi…

Gazetede zaten sürekli yemek servisi yapılıyordu…

İlk haber takibim de İngiltere’nin Londra Belediye Başkanı olmuştu…

Sör unvanlı, iki avucunun toplamından daha büyük altın yaldızlı olan kocaman bir krallık madalyasını göğsünde taşıyordu…

Diğer gazetecilerle birlikte onu izlemeye başladım…

O yıllardaki İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan “HALİÇİN SUYU GÖZLERİM GİBİ MAVİ OLACAK” diyordu…

Londra Belediye Başkanı haliç suyunu temizle çalışmalarını görmeye gelmişti…

Yer düzeyinden 20 metre aşağıda yapılan kazı çalışmaları ve künklerle kirli su Marmara Denizine deşarj edilecekti…

Londra Belediye Başkanı tünele girince 20-30 gazeteci aşağıya onunla inmeden çıkmasını beklemeye başladı…

Ben başkanla tünelin sonuna kadar 200 metreden fazla gidip fotoğraflarını çektim…

Ertesi gün Hürriyetin birinci sayfasında benim imzamla yayınlanmıştı…

Sonra turistlerle ilgili, çeşitli haberler hazırlamayı devam ettim…

Dikkatimi çeken, şaşırdığım konu şuydu;

Hürriyetin Haber Müdürü olan Uğur Cebeci’ her sabah çalışanlarla toplantı yapıyordu…

İlginç yanı şuydu o öksürdüğünde ya da;

-Öhö, dediğinde, toplantıdakilerin tamamı Uğur Bey ne güzel öksürdünüz, çok yaşayın…

Başka birisi;

-Kravatınızın rengi bu güne kadar gördüklerimin en güzel ve en muhteşemi inanın bana, diyordu...

Başka birisi;

-Bu gün çok sağlıklı, neşeli görünüyorsunuz, şahanesiniz, diyordu…

-Sizin gibi bir müdürle çalışmak benim için mucize diyenler de vardı…

Yani yağcılıkların sayısı yoktu; çok ilginç gelmişti, böyle olaylarla karşılaşınca şaşkınlığım daha da artıyordu…

Bu türlü yapaylığı, yağcılığı sevmemem yüzünden şaşırıp kalıyordum…

Her şeyi çok yapay buldum ve üzüldüm..

Anneciğimin ise her gün daha sık telefonla arıyordu…

-Gel oğlum Adana ya geri dön… Şurada benim kaç günlük ömrüm kaldı? Diyordu…

Bir sabah erkenden gazeteye geldim, Uğur Cebeci’ nin masasının üstüne şöyle bir mektup bıraktım;

-İstanbul’a iyi bakın… Arada görmeye geleceğim… Saygılar selamlar…

 

ÜLKEME BİR DOKTOR KAZANDIRDIM…

Milliyet Gazetesi Adana Bürosunda başarıyla çalıştığım yıllarda, şefim Orhan Apaydın bir adamla, yanındaki delikanlıyı haberlerini hazırlamam için yanıma gönderdi…

Adam öğretmenmiş, isminin de Mustafa Toprak olduğunu öğrendim…

(Hala da arada telefonla görüşürüz… Tıp Fakültesindeki öğrenci ise Hüseyin Avan’dı)

Kadirlinin bir köyündeki ilkokul müdürü olduğunu söyleyip kendini tanıttı…

Yanındaki kişinin de, Diyarbakır Tıp Fakültesi ikinci sınıfında okuyan öğrencisi olduğunu söyledi ve ekledi;

-Abdulkadir Bey bu öğrencimin babası çok fakir…

Her ay bir keçisini satıp tıp fakültesinde okuyan oğluna parasını gönderiyordu…

Artık satacağı keçisi kalmadı…

Tıp Fakültesi 2.sınıf öğrencisini okuldan almak zorunda; haberimizi hazırlayarak yardım edin, dedi…

-Hocam olur mu öyle şey, haberini hazırlamak önemli değil dedim…

Tıp Fakültesi ikinci sınıfındaki bir öğrenci okuldan alınır mı?

Ben bu işi haberi hazırlamadan da çözeceğim diye hemen telefona sarıldım…

O yıllarda çok samimi görüştüğüm, Adana Büyükşehir Belediyesi Teftiş Kurulu Başkanı M.Ali Dağtaş’ı arayıp durumu acil şekilde anlattım…

O da bu durumun kabul edilemeyeceğini, öğrencinin mutlaka okula devam etmesi gerektiğini söyledi…

Hemen yanına gelmemizi söyledi…

Okul müdürü, öğrenciyle birlikte üçümüz yanına koşarak gittik…

O da ünlü bir iş adamını arayıp, bizimle buluşturmak için yanına çağırmış…

Çok güzel bir buluşma oldu, iş adamı tıp fakültesi 2.sınıf öğrencisine şöyle dedi;

-Oğlum, sen gönül rahatlığıyla okuluna git, yeme, içme, kitapların vs, ne varsa, doktor oluncaya kadar tüm masraflarını ben üsleniyorum, dedi…

Hepimiz derin bir nefes aldık çok mutlu olduk, şahane bir iş başarmıştık… Memlekete bir doktor armağan ediyorduk…

Çocuk tıp fakültesine devam etti, doktor oldu, ülkemizin çeşitli yerlerinde görev yaptı…

Şu anda emekli bile oldu;

Ama ülkemize doktor kazandırmış olmanın büyük mutluğunda payımın olmasının güzelliğini hala yaşıyorum…

EFSANE GAZETECİ EROL ERK’Lİ YILLARIM…

EFSANE GAZETECİ

EROL ERK’Lİ YILLARIM…

Adananın bir dönem en gözü kara, en radikal, gözünü daldan budaktan esirgemeyen, en cesur, bazılarına göre de efsane gazetecisi Erol Erk’ ti…

Derin devlet kurumları başta olmak üzere, eğlence dünyası ve yer altı babalarıyla sürekli iletişim halindeydi…

Çok güçlü bir istihbarat kaynağına sahipti…

Elinden uçan ve kaçan kurtulmazdı denir ya işte öyle birisiydi…

Tüm politikacıların çekindiği, önünde saygıyla ceket iliklediği EROL ERK Yeni güney Haber isimli bir gazete çıkarmaya hazırlanıyordu…

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden yayın yapan BAYRAK RADYOSU ’nda gün boyu ve reklamı aralıksız sürüyordu…

İş adamları, politikacılar başta olmak üzere, herkes Erol Erk’ ten çekindiği için elleri yüreklerinde, diken üstünde birazda korkuyla bekliyordu…

Bende o sıralar işsizdim…

Beni bulunca şöyle dedi;

-Abdulkadir’ciğim, seni fotoğraflarına haberlerine vurgunum, gel yeni gazetemde birlikte çalışalım, dedi…

-Tamam, maaşım ne kadar olacak diye sordum,

-İstanbul’da sana kaç lira veriyorlarsa aynısını burada ben vereceğim söz, dedi…

Söz verdiği maaşımı sadece bir defa o da tuvalette diğer çalışanlardan gizli olarak verdi…

5 yıllık çalışmamızda maaş yarım, üçte bir oranında, bazen hiç vermedi…

Bana kariyer sağlayacağını söyleyerek gazetede sorumlu yazı işleri müdürü yaptı…

Her gün attığı iftira, hakaret dolu başlıklarla sorumlu yazı işleri müdürü olduğum için 27 davadan 10 yıl boyunca yargılandım…

Bu anılarımı yazdığım 2021 yılında, yani bu günkü paralarla toplam 500 milyar liralık tazminat, 500 yıla kadar hapis cezasıyla yargılandım…

10 yıllık dava sürecinde hayattan korktum; cebimde 10 lira yok, bir firma 500 milyon liralık dava açmış…

Evlenmememin temel nedenlerinden biride itiraf ediyorum budur…

Elin kızını dul, çocuklarımı neden öksüz-yetim bırakayım ki diye kendimle hesaplaştım…

Evlilikten o yıllarda vazgeçmiştim…

Erol Erk zaten yokları oynuyordu, hüküm giysem benim de ödemem mümkün değildi…

Kozan Yolundaki eski cezaevi civarından geçerken korkuyordum…

Hayatım burada sona erecek, artık benim için yarın yok, önümü göremiyorum diye düşünüyordum…

10 yıl süren davalarda güçlü avukatlarımız, gazetecilerin hayatını ve durumunu bilen Cumhuriyet Savcıları ve bilge hâkimler sayesinde hepsinden beraat ettim…

Ama hayatımda silinmez izler, silinmek endişeler ve korkular bırakmıştı…

Gazeteden ayrılırken de altı aylık maaşımı, 5 yıllık vergi iadem, tazminatımı da ödemedi…

Basın İlan Kurumu Müdürü Neşet Beye durumu ilettiğimde;

-Merak etme Abdulkadir ben buradaki ilan parasından keser sana veririm, dedi…

Ama akşam eve gittiğimde, birlikte çalıştığı bazı çakallarıyla telefonla beni ev telefonumla 24 saat sürekli tehdit ettirdi…

Paramı da asla ödemedi ve sonunda da görme yeteneğini yitirdi…

 

ADANA BAB-I ÂLİSİ VE EROL ERK’İN CENAZE TÖRENİ…

Mesleğe başladığım ilk yıllarda bu işi hakkıyla yapan büyüklerimizden biri şöyle demişti;

“EVLADIM GAZETECİ İNSAN ARŞİVCİDİR”

Bu sözün ne kadar değerli, önemli, gerçek olduğunu yaptığım her haberde, çektiğim her fotoğrafta somut biçimde görmüştüm…

Bir gün önce konuşup, fotoğrafını çektiğim, haberini yaptığım kişi ertesi gün şak diye ölmüştü…

Ama bende fotoğrafları vardı, ya da gazetede yazdığım haberleri o kişiyi anlatıyordu…

Ya da geçen yıl olan trafik kazasındaki fotoğraflarını isteyen şefime çıkartıp hemen veriyordum…

Ya da tutuksuz yargılanırken beraat edeceğini düşündüğü sırada duruşmada fotoğrafını çektiğim sanık ertesi duruşmada gün yüzü görmemek üzere ömür boyu hapse mahkûm ediliyordu…

Ama “ÂLİM UNUTUR KALEM UNUTMAZ” sözü de burada bir kez daha gerçekleşiyordu…

Arşive dönüp o konu ve kişilerle ilgili bilgeler bana geçmişi ve olayları hatırlatıyordu…

Birde gazetecilikte örnek gösterilen büyüklerimiz gün gelip hayata veda ediyorlardı…

Çukurova Gazeteciler Cemiyetinin Atatürk Caddesindeki binasının önünde tüm meslektaşlarımız sonsuzluğa uğurluyorduk…

Yani hayat isimli bu sahnede her insan bir varmış, bir yokmuş oluyordu…

Oysa bu kişiler, toplumun önünde olan, olayları gözleyen yaşadığı kente ve ülkeye tanıklık eden, çağına şekil veren akıllı insanlardı…

Hayatı ve olayları gözledikçe hem fotoğraf arşivi yapmaya, hem de çağımdaki tekniği kullanarak seslerini kayıt etmeye karar verdim…

İşte “ ADANA BAB-I ÂLİSİ” söyleşi fikrim böylece ortaya çıkmıştı…

Bizden önceki meslek büyüklerimizle sohbet ediyor, yaşadıkları ama unutamadıkları anılarını anlatmalarını teybime istiyordum, sonra da fotoğraflarını çekiyordum…

Bu programımda 30’a yakın meslek büyüğümle konuştum, söyleşilerim o yıllarda çalıştığım EKSPRES gazetesinde günlük olarak yayınlandı…

(O yıllarda halen hayatta olan İstanbul da yaşayan Taha Toros ve Adana da yıllarca Milliyet Gazetesi temsilciliği yapan Alâeddin Kutlu’ya telefonla ulaştım ama söyleşiyi kabul etmediler…)

Ama Adana medyasının en cesur, en gözü kara, tuttuğunu kopartan, hiçbir şeyden korkmayan, “EFSANE GAZETECİ” diye anılan Erol Erk’i en sona bırakmıştım…

O yıllarda sağlıklı ve mutu biçimde evinde yaşıyordu…

Telefonla görüştük, söyleşimi kabul etti; iki kez teybimi ve fotoğraf makinemi olarak evinde söyleşi yaptık…

Bir gün gittiğimde güler yüzle, kibarca, gayet nazik şekilde;

-ABDULKADİRCİĞİM, SÖYLEŞİYİ BURADA KESELİM, BEN İLERİDE ANILARIM KENDİM YAZACAĞIM, deyince saygı duydum vazgeçmiştim…

Ama ilk iki saatlik konuşmasını kayıtlarını da silmemiştim…

Aradan çok uzun olmayan birkaç ay geçmişti ki, Erol Erk görme yeteneğini yitirmiş, Ortadoğu Hastanesinde tedavi ediliyordu… Küçük kardeşi Erhan Erk aradı;

-Ağabeyim morali çok bozuk…

Doktor bir şeylerle uğraşması lazım, yoksa daha da kötü olur dedi…

Mümkünse o söyleşiye devam edebilir misin? Kendide istiyor, deyince…

-Memnuniyetle ağabey, dedim ve kaldığımız yerden ses kaydını yapmayı sürdürdüm…

Beyazevler Semtindeki evine aralıksız olarak 20 defa gittim, teybimi açıp anılarını anlatmaya devam etti…

Çünkü Adana da Erol Erk’i söyleşime ilave etmeseydim, bu söyleşi serim, tarihi çalışmam eksik kalırdı…

Sonunda çalıştığım gazetelerde yayınlandı…

Birlikte çalıştığımız yıllarda 6 aylık maaşım, 5 yıllık vergi iademi ödemeyen Erol Erk’e, üstelik beni telefonla tehdit bile ettiren kişiye en büyük fedakârlığı yaptığımı düşünen, meslektaşlarımda;

-ABİ SEN GÖNLÜ NE KADAR GENİŞ VE CÖMERT BİR İNSANSIN, demiş ve hayret etmişlerdi…

Ölümünden birkaç gün önce yoğun bakımda kaldığı bu günkü adı ÖZEL ADANA HASTANESİ’ yoğun bakımında, anılarının kitap olmasını sağlayan, Sarıçam Belediye Başkanı Sayın Bilal Uludağ ile birlikte kendisine ulaştırdım…

Zaten birkaç gün sonra da hayata veda etmişti;

İstanbul da yaşayan ve Çukurova Gazeteciler Cemiyeti önündeki cenaze törenine katılan oğlu Gürsel Erk, törenin ortasında herkesin gözü önünde gelip, beni alnımdan öperek babasının hayatını kitaplaştırdığım için bana teşekkür etmişti…

Bu da sahnede Adana medya tarihindeki ilk ve en somut olaydı…

(20 saati aşkın ses kayıtları da arşivimi bağışladığım Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesindedir)

“SEN GÖNLÜ NE KADAR BOL İNSANSIN”

Erol Erk görme yeteneğini tamamen yitirince moral falan kalmamıştı elbette…

Kardeşi Erhan Erk beni aradı;

-Ağabey yarım kalan anılarını sana anlatmak istiyor…

Doktor da bir şeylerle ilgilenmesi lazım yoksa sağılığını tamamen yitirir demişti…

Eşi 18 yıl bebekler gibi baktı…

O dönemde, ez az 20 defa evine gittim…

Anılarını anlattı teybime kayıt ettim, sonra oturup daktilo ettim…

(Burada bir gerçeği de anlatmam gerekiyor… Eşi ve çocukları saatler süren söyleşilerimiz sırasında bir bardak çay ya da kahve ikram etmemişlerdi…

Üzüldüm mü? Hayır… Ben gazeteci olarak sesleri kayıt edip söyleşimi gerçekleştirmiştim)

“TEK KİŞİLİK GAZETECİLİK OKULU EROL ERK” isimli kitabını, Sarıçam belediyesinin katkısıyla yayınlamayı başardım…

Ölümünden dört beş gün önce de kitabını Adana Özel Hastanesindeki Yoğun Bakım odasına başkanla birlikte götürüp armağan ettim…

Çok mutlu olduğunu, son konuşması oldu ve şöyle dedi;

-Abdulkadir en vefalı gazeteci sensin… Teşekkür ederim…

Zaten kısa süre sonra da hayata veda etti zaten…

Erol Erk’le olan durumumu bilen gazeteci arkadaşlarım;

“ABDULKADİR SEN GÖNLÜ NE KADAR ZENGİN BİR İNSANSIN” diye onun yaptıklarına karşı benim erdemli davranışlarımı takdir etmişlerdi…

Medya mesleğim sırasında en yakınında bulunup, izlediğim, her şeyiyle paraya odaklı yaşayan ilginç bir kişilikti…

Hatta benim Erol Erk’le çalışacağımı duyanlar;

-Sakın çalışma lekelenirsin diye defalarca uyarıda bulundular…

Ben kendime güvendiğimi, hiçbir kişi ya da kurumun beni lekeleyemeyeceğine inandığımı defalarca söyledim…

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak yıllarca yargılandım, çok büyük acılar çektim ama asla lekelenmedim…

Ömrünü bu mesleğe adamış medya mensupları arasında belki de adı tehdit, şantaj, üçkâğıt gibi olumsuzluklara karışmadan yaşayan iki kişiden biriyim…

Olayın başka bir boyutuna gelince; yaşadığım bu haksızlıklar, bencillikler, insanların kişisel hırsları ve hakkımın yenilmesi karşısında kendime şöyle bir söz vermiştim;

-Gazetecilik mesleğime aşığım, hiçbir engel, entrika, hakkımın ödenmemesi gibi ilkel, kasıtlı, bilinçli davranışlar beni bir saniye bile yıldırmayacak ve de yıldıramayacak… Çocukluğumdan beri hayalini kurup, başarıyla sürdürdüğüm görevimi gittiği son noktaya kadar taşıyacağım; her meslektaşım için onur belgesi olan sürekli kartı mutlaka alıp ömür boyu taşıyacağım… Bu inançla medya mensubu olarak yoluma aralıksız devam ettim… Her şeye rağmen bu günlere kadar getirmeyi başardım… Yaşadığım sürece de okumaya, düşünmeye, yorumlayıp yazmaya devam edeceğim…

 

 

 

 

HEP ÖZGÜRLÜĞÜ SEÇTİM…

TRT ŞANSIMI BİLEREK-İSTEYEREK

KULLANMADIM…

TRT Çukurova Radyosunun stüdyoları Mersin de; Haber Merkezinin ise Adana’dadır…

1989 yıllarda bir ara işsiz kaldım;

Ama Hürriyet, Milliyet gazetelerdeki başarılarım herkesçe yakından izlenip biliniyordu…

TRT Haber Merkezi Bölge müdürü Gürses Vargül bir gün beni telefonla aradı;

-Abdulkadir yarın Adana ya TRT genel müdür yardımcısı geliyor…

Seni onunla tanıştıracağım…

İstisna sözleşme ile seni TRT ye aldıracağım, dedi…

Teşekkür ettim, düşüneceğimi söyledim…

Aynı günün gecesinde de BÖLGE GAZETESİ ’ni kurmaya hazırlanan Tahsin ağabeyimin de okul arkadaşı olan Nevzat Uçak aradı;

-Abdulkadir yeni bir gazete kuruyorum…

Sen ilk sıradasın, yarın gel işe başla, bekliyorum, dedi…

Hepten şaşırdım kaldım; başarılı olunca bu türlü teklifler sıkça insanı buluyor…

Ayrıca hep böyle olur, bazen işsizlikle bunalır insan, bazen de birkaç teklif birden gelir…

Gece boyunca düşündüm, ertesi sabah oldu, ben BÖLGE GAZETESİ ni tercih ettim…

DEVLET MEMURLARI YARATICI OLAMAZ… ŞÖYLE YA DA BÖYLE YASALAR ONLARI BAĞLAR…

Bu sözü bildiğim için, özgür ve yaratıcı gazeteciliği tercih ettim…

Hayatımın muhasebesini yapınca şunu söyleyebilirim;

Bu güne kadar yapabildiğim ya da yapamadığım hiçbir şeyden asla ve kata pişmanlık duymuyorum…

Özgürlüğün bedeli olabilir mi?

Çok para kazanıp az özgürlük yerine, gerektiğinde aç yaşayarak tam özgürlükle yaratıcı düşünceli yaşayarak eserler vermeyi seçtim…

 

ŞAKİRPAŞA HAVAALANININ GÜVENLİĞİNİ TEST ETMEK İÇİN SİLAH SOKTUM…

1989 yılında Nevzat Uçak BÖLGE isimli bir gazete kurmuştu; ilk elemanı da bendim…

Daha önce Hürriyet, Milliyet, İstanbul Hürriyet gibi gazetelerde çok başarılı ve güzel işler yaptığım için benimle çalışmayı istemişti…

Öyle ilginç bir olay yaşamıştım ki bu gün bile hala hayret ederim…

Birkaç ay işsiz kaldıktan sonra, TRT Çukurova Bölge Haber Müdürü Gürses Vargül beni makamına çağırmıştı…

-Abdulkadir birkaç gün sonra TRT Genel Müdür Yardımcısı Adana ya gelecek…

Seni onunla tanıştıracağım…

İstisna sözleşmeli olarak buraya TRT’ ye alacağım, demişti…

Ben o anda net yanıt vermemiştim, verememiştim…

Aynı günün akşamı evimin telefon çaldı, bu kez Nevzat Uçak arıyordu;

-Abdulkadir, BÖLGE isimli bir gazete kurdum, birkaç gün sonra yayına başlıyorum birlikte çalışacağız; ilk elemanım da sensin, demişti…

İki arada, bir derede kalmıştım, aylarca işsizdim, aynı günde iki ayrı yerden iş teklifi gelince çok şaşırmıştım…

Tabi Devlet memurluğunun sınırlayıcı özelliğini çok yakından bildiğim için BÖLGE gazetesini, özel sektörde çalışmayı seçmiştim…

O yıllarda ne özel radyolar, ne de özel televizyonlar henüz yoktu… Gazete o yıllarda çok güzel reklam geliri elde ediyordu…

Muhteşem haberler, dizi söyleşiler hazırlıyordum…

Bir süre sonra Savaş Kara isimli bir genç arkadaşım, İskenderun’dan gazeteci olmak için gelmişti… Benimle çalışması önerildi kabul ettim…

Savaş Kara, ufak tefek, cin gibi, gazeteciliğin her numarasını öğrenmek için programlanmış, yanıp tutuşan çok istekli bir kişiydi…

Onunla neler yapabileceğimi hesapladım, iki projeyi devreye sokmaya karar verdim…

1-ŞAKİRPAŞA HAVAALANININ GÜVENLİĞİNİ test etmek için, yolcuların girdiği salona tabanca sokmaktı…

2-ULUCAMİ de Cuma günü eski elbiseler giydirip, yüzünü boyayıp, dilendirmek, kaç lira topladığını öğrenmekti…

İki operasyonda da Savaş Kara muhteşem oynadı…

Öncelikle çarşıdan gerçek görünümlü olan plastik bir tabanca satın aldık…

Şakirpaşa Havalanın da o yıllarda girişteki X-RAY cihazlarının kullanıldığı dijital sistem henüz yoktu…

Polisler elle arama yapıp, içeri alıyorlardı… Savaş çok rahat biçimde tabancayı koynuna soktu, içeri birlikte girdik…

Bekleme salonunda Savaş’ın silahını gösterirken fotoğraflarını çektim…

İçeride 15-20 dakikalık bir tur attıktan sonra tekrar aynı yöntemle çıktık, ama kimse bir şey sormadı, yoklamadı, ertesi gün BÖLGE GAZTESİNDE manşet olmuştuk…

Amacım oradaki güvenliği test etmekti…

Yaptığımız bu operasyonla güvenliğin yetersiz olduğunu kanıtlamıştım…

Oradaki Baş komiser ertesi sabah hemen görevden alınmıştı… Savunmasında da;

-Ben Abdulkadir Kaçar’ı tanıdığım için aramadım gibi basit bir ifade vermişti…

Tabi böyle bir savunma da kimseyi tatmin etmemişti, üstelik tanıdığının silah sokmayacağını nereden bilecekti ki?

Diğer tüm yolcular gibi tanıdığı olsa bile beni de mutlaka araması gerekirdi…

Kaldı ki, beni aramadığı gibi üzerinde plastik tabancayla girdiğim arkadaşımı da aramamıştı…

Yani Baş Komiser görevini yapmamıştı…

O nedenle amirlerince görevinden alınmıştı…

Haberimiz BÖLGE gazetesinde yayınlandıktan sonra hava alanına giriş çıkışlar inanılmaz şekilde sıkılaştırıldı…

Zaten bu gün X-RAY cihazından toplu iğne bile içeriye alınmıyor…

Devlet Hava Meydanları daha ciddi ve dünyaya örnek olacak bir güvenlik sistemine sahiptir…

 

ULUCAMİDEN BÜYÜK

PARA DİLENDİK…

Genç gazeteci aday adayı olan, İskenderunlu Savaş Kara bir an önce mesleğin tüm numaralarını, sırlarını öğrenmek istiyordu…

Benim yönlendirmememle de rolünü sıfır hata, yüzde yüz başarılı biçimde oynamaktan kıvanç duyuyordu…

Elde edebileceği bilgilerle en kısa zamanda İskenderun’a geri dönecek, iyi ve emsallerinden çok üstün gazeteci olacaktı…

Bunu hayal etmiş olmalı ki, söylediğim her şeyi noktası virgülüne kadar yapıyordu…

Bir Cuma günü, eski kıyafetler bulduk, bazı bölümlerini yırttık, yüzüne kundura boyası falan sürdük, biraz da eğilip, bükülerek Ulu camiden çıkan cemaate avucunu açıp;

-ALLAH RIZASI YARDIM EDİN…

-AÇIM İŞSİZİM, PARAM YOK, diyordu…

Bende bu olayı çok uzaktan teleobjektifle görüntülüyordum…

İnsanlarımız ne kadar vicdanlı, inanılmaz hayırsever, muhteşem olduklarını adım adım izliyordum…

Camiden çıkanlar Savaş’ın durumuna çok acıdıkları için ona para verme konusunda neredeyse sıraya bile girmişti…

Yaklaşık 20 dakika gibi bir sürede dilencilik numarasıyla bir işçinin bir günlük yevmiyesi tutarında para toplamıştı…

Cemaatin tamamı camiden çıkınca paraları saydık;

Savaş çok mutluydu, uzaktan çektiğim fotoğrafları da şahaneydi…

Banyo yapıp, haberini hazırlayıp hemen servise koymuştum…

“VATANDAŞIMIZIN VİCDANINI TEST ETTİK” diye çok güzel bir haber yine BÖLGE de manşet olmuştu…

Savaşla çok güzel işlere imza attık…

Daha fazla projeleri devreye sokacaktım ki, birden İskenderun’a geri dönmeye karar verdiğini öğrendim çokta üzülmüştü…

Çünkü çok heyecanlıydı, büyük gazeteci olmayı kafasına koymuştu…

Onun için Adana ya gelmişti; Savaş Kara’nın sonra Amerika’ya gittiğini öğrendim…

Orada bir inşaat firmasında kepçe operatörü olarak çalıştığını duydum…

Daha sonra da bağlantı kuramadım…

Ama Savaş o işinde de yüzde yüz başarılı olmuştur…

Çok pozitif, güleç yüzlü, insanlara sevgi ve saygıyla yaklaşan bir kişiliği vardı…

Yaptığı işe gönlünü pozitif düşüncesini koyan, enerjisini cömertçe ve sonuna kadar harcayan iyi bir insandı…

 

ARTİST RIZA VE PATRONU AÇ BIRAKTILAR…

ARTİST RIZA AKIN VE OĞUZ BAYTOK

ÇALIŞANLARINI AÇ BIRAKTILAR…

Bir dönem yine işsiz kalmıştım…

Rıza Akın bunu duymuş, beni telefonla aradı;

-Abdulkadir nerelerdesin? Neler yapıyorsun? Hemen buraya gel, işe başla, demişti…

O yıllarda özel televizyonlar, radyolar henüz devreye girmemişti…

Adana nın en çok okunan, inanılmaz reklam geliri olan Ekspres’te çalışmaya başladım…

Tam bir sayfa bana aitti; uzun söyleşiler, DELİ YÜCEL BEY’ İN ANILARI, okurlardan gelen şikâyet mektupları vs…

Gazetenin yöneticisi bu gün TV dizilerinde oynayan Rıza Akın’dı…

Sahibi de Rıza Akın’ ın üzerinde inanılmaz etkisi olan Oğuz Baytok’tu…

Ama çalışanlara maaş falan adı altında hiç bir para vermiyorlar, aç bırakıp gazeteye giren her parayı Oğuz ve Rıza bey arasında paylaşıyordu…

Reklam müdürü İbrahim Tavşanoğlu günlük olarak tahsil edilen reklam paralarını herkesin gözü önünde tomarla getirip, doğruca Rıza Akın’a veriyordu…

Bizlerde seviniyorduk, tamam, aylardır ödenmeyen maaşlarımız artık ödenecek diye ümit ediyordu…

Rıza Akın paraları kendi cebine koyuyor, sonra da Oğuz Baytok’un yanına girip, kapıyı kapatıp paylaşıyordu…

Çalışanlara inanılmaz ama 9 ay geriden maaşının yarısını ödüyorlardı…

O yıllarda yerel gazeteler reklam ve pavyon ilanlarından inanılmaz paralar kazanıyordu…

Ama bu ikili yaklaşık 30 kişilik çalışanların hakkını, hak ettikleri maaşlarını düzenli ödemiyorlardı…

Yarısını verdiklerinde çalışanlar mutlu oluyordu…

Bazen de sanki kasıtlı olarak acı çektiriyorlardı…

İnsanları aç bırakıp ve analarından doğduklarına pişman ediyorlardı…

Her şeye rağmen ben gazetede görevimi sürdürmeye karar verdim…

Ve kendime şöyle söz verdim;

-Hiçbir güç, hiçbir haksızlık, ayak oyunları, entrika beni gazetecilik aşkımdan soğutamayacak, asla başka işlerde çalışmaya yönlendiremeyecek…

Mesleği sonuna kadar götürüp, sürekli sarı basın kartımı alacağım…

İnanılmaz parasal sıkıntılara karşın yıllarca görevimi özveriyle sürdürdüm…

Daha sonraki yıllarda Ekspres Gazetesi Şahin Esendemir tarafından satın alındı…

Artist Rıza ve Oğuz Baytok’un personeline layık gördüğü maaşlarının yarısını tam 9 ay geriden ödedikleri dönem artık sona ermişti…

Şahin Esendemir gazeteyi alıp, Yeşilevler’deki Günaydın matbaasına taşıdı…

Önce maaşları ödenmeyen çalışanlarla toplantı yaptı…

-Kimin ne kadar alacağı var, diye sordu…

Benim 9 ay geriden gelen maaşımı hesaplayıp, anında çek yazıp gidip almamı sağladı…

O nedenle kendini her gördüğümde teşekkür ettim…

O parayla gidip kendime ilk defa daktilo aldım…

Buradan medya sektörü başta olmak üzere, hangi işi yapacak olurlarsa olsunlar;

Ekonomik güçleri varsa girişimde bulunsunlar…

Çalışanların hakkı olan maaşlarını 9 ay geride ödeyeceklerse, ya da kurumun gelirlerini cebine atıp çalışanları mağdur etmesinler…

Çalışanlarının eşinden ayrılmasına, çocuklarına mahcup olmasına neden olacaklarsa bu işe soyunmasınlar…

Soyunanların da geride iyi bir isim bırakmadıkları, her zaman sitemle, kahırla, hatta bedduayla anıldıklarını akıllarında çıkartmasınlar…

Çünkü hiçbir çalışan, sırtından para kazanmalarına karşın hakkını vermeyenleri teşekkürle, sevgi, saygı, hürmetle anmıyor…

Yaşattıklarını da mutlaka yaşadıklarına defalarca tanık oldum…

Olayın başka bir boyutuna gelince; yaşadığım bu haksızlıklar, bencillikler, insanların kişisel hırsları ve hakkımın yenilmesi karşısında kendime şöyle bir söz vermiştim;

-Gazetecilik mesleğime aşığım, hiçbir engel, entrika, hakkımın ödenmemesi gibi ilkel, kasıtlı, bilinçli davranışlar beni bir saniye bile yıldırmayacak ve de yıldıramayacak… Çocukluğumdan beri hayalini kurup, başarıyla sürdürdüğüm görevimi gittiği son noktaya kadar taşıyacağım; her meslektaşım için onur belgesi olan sürekli kartı mutlaka alıp ömür boyu taşıyacağım… Bu inançla medya mensubu olarak yoluma aralıksız devam ettim… Her şeye rağmen bu günlere kadar getirmeyi başardım… Yaşadığım sürece de okumaya, düşünmeye, yorumlayıp yazmaya devam edeceğim…

ÖZGÜRLÜĞÜM HİÇ BİR ŞEYE DEĞİŞMEDİM; ÇUKUBİRLİK BASIN

DANIŞMANLIĞINI RED ETTİM…

Çukurova Tarım Satış Kooperatifleri Birliğinin en parlak yılları devam ediyordu…

Genel müdür olarak kurumun başına gelecek olan Mustafa Haşim Boyacı’ya önceden Erol Erk’i anlatmışlar; o da akıllı insan, böyle tehlikeli bir gazeteciyi yanına çekmeyi düşünmüş olmalı…

Daha işe başlamadan Erol Erk’le görüşmek ve onun safında yer almaya karar vermiş…

Erol Erk’le birlikte bu gün bir kısmı arsa, bir bölümü de AVM olan Denizlideki Çukobirlik binalarının bulunduğu yere gittik…

Göreve kısa zaman sonra başlayacak olan genel müdür;

-Bana iyi bir basın danışmanı lazım…

Siz kimi önerirsiniz?

-Benim önereceğim kişi, şu anda burada yanımdaki Abdulkadir Kaçar, dedi…

Genel müdür gözlerini bana dikti; iyice inceledi…

Uzun uzadıya vaatlerini sıraladı…

Kurumun elemanı olursam yıllık şu kadar yağ, şu kadar bez, şu kadar diğer ürünlerden alacağım anlattı…

Maaşımı kendimin belirleyebileceğimi söyledi…

Uzun düşündüm ama “EVET” sözünü söylemedim…

Dönüşte otomobilimde Erol Erk’te düşüncesini sordum şunları anlattı…

-Abdulkadir’ciğim, iyi düşün bak orada devlet kurumunda memur olacaksın…

Özgür gazetecilik yapamazsın…

Sen akıllı ve önü açık, yarınları aydınlık olan bir gazetecisin

Ama orada hem devlet memuru damgasını yersin, hem de yaratıcılığın ölür…

Benim görüşüm senin özgür gazetecilik dalında büyük işlere imza atmandır…

Ama hangi kararı verirsen baş tacımsın…

Genel müdür henüz işe başlamadığı için on beş günlük düşünme sürem vardı…

Uzun hesaplarımın sonunda özgür gazetecilik, yaratıcı düşüncede eserler vermeye yönelik kararlar aldım…

Hiçbir kararımdan bu güne kadar pişman olmadığım gibi bundan da pişmanlığım olmadı…

Oysa dil ucuyla basın danışmanlığı teklif edilen bazı kişiler orada yıllarca çalışıp emekli olmayı başardılar…

Ama yaratıcılıkları, özgür gazeteciliklerinden eser kalmamıştı…

Erol Erk’in hayatımdaki tek belki de en doğru tek yönlendirmesiydi bu olay…

 

MAFYA İLE YAKIN TEMAS…

 

DÖNEMİN MAFYASI İNCİBABA

BENİ KORKUTMAYA ÇALIŞTI…

Hürriyet Gazetesinde çalışırken şefim Cevat Eren orta masa büyüklüğünde, en az 30 kilo ağırlığında olan telefoto cihazıyla Kahramanmaraş’a gitmemi söyledi…

-Yer altı dünyasının babası İNCİBABA ihaleye fesat karıştırma suçundan yakalanmış, dedi…

Kahramanmaraş’a gidip, oradaki muhabirimiz Şeref Turan ile buluştuk…

Birlikte Adliyeye gittiğimizde, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Nabi İnciler’in tutuklanıp cezaevine konulduğunu söyledi…

O yıllarda Hürriyet deyince tüm kapılar açılıyordu, savcı bey beni hapishanenin fotoğrafçısı olarak içeriye girip, İncibaba’nın fotoğrafını çekme formülü üretti…

Hemen uyguladık, içeri girdim, avluya çıkarttılar kafasını ilk defa peruksuz gördüm…

Çünkü sürekli peruk takıyordu…

Kafası iki taraftan basık, yukarıya doğru 5-6 santim yükselmişti…

Fotoğraf çekmek için makineyle uğraşırken, bana ters baktı;

-Tanıdım seni, dışarı çıkınca görüşeceğiz diye parmak salladı…

Fotoğrafları basıp İstanbul’a başarılı şekilde geçtim…

Ama onun gözümün içine bakarak yaptığı tehdidi birazcık rahatsız etmişti…

Hürriyet gazetesinin birinci sayfasında İncibabanın fotoğrafı benim imzamla yayınlanmıştı…

Aradan4-5yıl geçti, Erol Erk’ in Yeni Güney Haberinde sorumlu yazı işleri müdürüydüm…

Beni acil olarak odasına çağırdı;

-Abdulkadir hemen arabanı hazırla Mersin’e gideceğiz birlikte, dedi…

Yola çıktık, benzin falan aldık, ilerlerken;

-Sen Babayı gördün mü, dedi…

-Hangi baba dedim?

-İncibabayı…

Sesimi çıkartmadım, Mersinde yine ihaleye fesat karıştırmış…

Başkan Okan Merzeci ile arasını Erol Erk’in bulmasını istemiş…

O nedenle Mersine gittik…

Mersin Otelinin önünde durdum, otomobilin her iki tarafında 5’er kişi oluştu…

Kapılarımızı açtılar, aracımızı park edeceklerini, bizim otele girmemizi istediler;

Ama ben çekiniyordum…

Otelin içine doğru ilerlerken ben Erol Erk’in arkasında biraz da uzaktan yürüyordum…

Neyse otelin en karanlık köşelerinden birinde Erol Erk’le İncibaba buluştular…

Ben yüzümü dışarıya dönük oturdum…

Bir saatten fazla Erol Erk belediye başkanı Okan Merzeci’yle telefonda konuştu…

Orada beklediğimiz zaman benim için sanki bir yıl gibi uzun geldi…

İncibaba adamlarına talimat verse;

-Bu gazeteci benim Kahramanmaraş cezaevinde fotoğrafımı çekmişti…

Dövün, vurun, öldürün dese orada beni anında linç ederlerdi…

Görüşme bitti, hızla otelden çıktık, otomobilimizi adamları getirdi, binip Adana ya döndük…

İncibaba ile Okan Merzeci Başkanın durumunu sorup öğrenmek bile istemedim…

Erol Erk bana çok zor bir olay yaşatmıştı…

Zaten Türkiye deki yer altı dünyasının tüm kabadayılarıyla Erol Erk her zaman iletişim halindeydi…

Ama benim yasadışı işlerde hiç yoktum, olmadım, olmam, olmayacağım…

Bana Erol Erk seni lekeler diyenlerin aksine alnımın akıyla mesleğimi yapmıştım…

Olayın başka bir boyutuna gelince; yaşadığım bu haksızlıklar, bencillikler, insanların kişisel hırsları ve hakkımın yenilmesi karşısında kendime şöyle bir söz vermiştim;

-Gazetecilik mesleğime aşığım, hiçbir engel, entrika, hakkımın ödenmemesi gibi ilkel, kasıtlı, bilinçli davranışlar beni bir saniye bile yıldırmayacak ve de yıldıramayacak… Çocukluğumdan beri hayalini kurup, başarıyla sürdürdüğüm görevimi gittiği son noktaya kadar taşıyacağım; her meslektaşım için onur belgesi olan sürekli kartı mutlaka alıp ömür boyu taşıyacağım… Bu inançla medya mensubu olarak yoluma aralıksız devam ettim… Her şeye rağmen bu günlere kadar getirmeyi başardım… Yaşadığım sürece de okumaya, düşünmeye, yorumlayıp yazmaya devam edeceğim…

 

GAZETECİLİKTEN TELEVİZYONCULUĞA İLK BEN GEÇTİM…

ADANA NIN İLK ÖZEL ART

TELEVİZYONU HAYATIMI KURTARDI…

Başarıyla sürdürdüğüm gazetecilikte devam hızla ediyordum; ekonomik olarak çalışanları süründürüyorlardı…

Özellikle Oğuz Baytok ve Artist Rıza’ nın yönettikleri dönemde Ekspres Gazetesinde yıllarca 9 ay geride maaş aldığım dönemleri unutamam…

1990’ lı yıllar ülkemizin özel radyo ve televizyonlarla tanıştığı dönemdi…

Adana da ilk özel televizyon olan ART(Adana Radyo Televizyonu)nu kuran, iş adamı, politikacı Mustafa Göçer ağabey ile yıllardır tanışıyorduk…

Bir gün beni işyerine davet etti;

-Abdulkadir ben televizyonu kurdum ama bu işi bilen yok…

Sen benim en yakından tanıdığım başarılı bir gazetecisin…

Gel televizyonun başına geç, kaç lira istiyorsan vereyim, dedi…

Güvendiğim, akıllı, saygılı, dürüst bir insan olduğu için hemen kabul ettim…

Zaten o yıllarda çalıştığım Toros Gazetesi de maaş ödeyemiyordu…

Benim için tam bir kurtuluş kapısı olmuştu…

5 yıl aralıksız haber müdürlüğü, yayın yönetmenliği yaptım…

Televizyondaki her türlü tüm yetki bendeydi, program akışını her gün ben belirliyordum…

Haberleri ben hazırlıyor spikerleri yönlendiriyordum…

Adana ya siyasi liderler gelmeden önce il başkanları bizi ziyaret ediyorlardı…

Liderlerinin konuk almamızı istiyorlardı…

O liderler arasında Merhum Alpaslan Türkeş, Necmettin Erbakan, Murat Karayalçın başta olmak üzere hemen tüm liderlerle saatler süren canlı yayınlar yaptım…

 

NECMETTİN ERBAKAN

“KOZAN ASILLIYIM” DEDİ…

Liderler Adana mitinge ya da parti toplantısına gelmeden önce parti il başkaları ART Televizyonundan randevu isterlerdi…

Televizyon özel olduğu için, her şey patronun isteğine bağlı ve iki dudağının arasındaydı…

Hele de bir parti liderini yeni kurulan televizyonda konuk etmek, o kuruluş için en büyük onurdu…

Bir günde yine politikacılar ziyaretimize gelmişti;

-NECMETTİN ERBAKAN hocamız geliyor, hangi saat uygun olursa canlı yayına alırsanız mutlu oluruz, derlerdi…

Adana’ya gelmeden önce Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a da yayın saati ayarlanmıştı…

Daha önceki yıllarda Sayın Erbakan hocayı Beyaz Saray Tesislerinde parti il yönetimiyle yaptığı toplantıdaki 3 saatlik bir konuşmasında dinlemiştim…

Amerikan Dolarını eline alıp, bu paradaki simgelerin neler anlattığını sahnede uzun süre ifade etmişti…

Orada hocaya hayranlığım daha da çok artmıştı…

Liderlere yakınında bulunmak, özel sohbetlerini dinleyebilmek, her insan, özellikle de biz gazeteciler için daima bulunmaz muhteşem bir fırsattır…

Adana’ nın ilk özel televizyonunda haber müdürü olarak bu şansı bir kez yakalamıştım…

Hocayı televizyonlarda her gün görüyordum…

Ama kanlı canlı yanında oturup 2 saat boyunca sorular sorup canlı yayın yapmak muhteşemdi…

Zaten soruya da fazla ihtiyacı yoktu;

Akıcı, pratik ve şiirsel Türkçesi zaten eşsizdi…

Muhteşem beyni ile aralıksız şekilde otomatik olarak memleketin her sorununu diğer parti liderlerinden farkla anlatıyordu…

Çay molası için 15 dakikalık ara verildiğinde, hoca yetkili arkadaşa işaret etti;

-O haritayı buraya getir, dedi…

Önümdeki masada Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çok farklı bir haritasını açtı…

Her il ve ilçenin üzerinde çeşitli simgeler yer alıyordu…

Hoca gözümün içine bakarak özellikle bana izah ediyordu;

-Bakınız, beyefendi işaretli bu bölgelerin tamamı madenlerle doludur…

Allahın izniyle iktidara geldiğimizde, altın, gümüş, demir, bor vs madenlerimizi çıkartacağız…

Böylece ülkemizi ve halkımızı refaha kavuşturmak ilk işimiz olacaktır…

Program süremiz sular seller gibi akıp geçmişti;

Hocanın kanlı canlı, bedeni ve ruhuyla iki saate yakın yanında bulunmak muhteşem bir deneyimdi…

Memleket meseleleri konusunda ağzından her zaman olduğu gibi mallar akıyordu, heyecanla, dikkatle, hayranlıkla dinlemek ayrıcalığına ulaşmaktan çok mutluydum…

Program bitip vedalaştığımız sırada da son cümle olarak özelde bana şöyle dedi;

-Herkes farklı bilse de ben Kozan asıllıyım; atalarım Çukurova’ lıdır…

Hoca vedalaşıp giderken muhteşem bir liderle, onun sözlerle çizdiği güzel Türkiye’min hayalleriyle baş başa kalmış, günlerce etkisinden kurtulamamıştım…

 

TÜRKEŞ ÇOCUKSU VE SEMPATİK GÜLÜYORDU…

Adana nın ilk özel kuruluş olan Art(Adana Radyo ve Televizyonu) televizyonunda unutamadığım liderlerden birisi de Milliyetçi Hareket partisinin genel başkanı Sayın Alpaslan Türkeş’ti…

İl yöneticileri o gelmeden önce bizden randevu almışlardı…

Her zaman televizyonlardan izlediğim, bazı açık oturumlarda da, çatık kaşlı, ağır konuşan, tam bir komutan olan Sayın Türkeş’le yayın yapacağım saati heyecanla bekliyordum…

Randevu saati geldiğinde, televizyon patronları ve çalışanlar olarak ekibiyle birlikte stüdyonun kapısında karşıladık…

Ellerini saygıyla sıktık, ikramlarda bulunduk…

Son derece kibar, saygılı, tam bir beyefendiydi…

Aynı özellikleriyle gelip canlı yayın koltuğunda yerini aldı…

Canlı yayını yine ben yönetiyordum…

Soruları da sadece ben sordum…

Ülkemizin sorunlarına bakışını, MHP’ nin çözüm önerilerini yavaş, kibar, bilgece ama herkesin anlayabileceği bir güzellikte anlatıyordu…

Hayatı Türkiye’ deki zorlu olaylarla şekillenen, her türlü sorunları başarıyla geçerek günümüze kadar gelen efsane liderle canlı yayında iki saat gibi sürede yanında oturmak büyük mutluluktu…

Diğer televizyon kanalların da olduğu gibi; ekranlara yansıyan görüntüsündeki gibi ciddi, kararlı, davudi ses tonuyla konuşuyordu…

Bende bu tarihi olayın içinde bulunmaktan büyük mutluluk duyuyordum…

Her gazetecinin yaşaması gereken başarı sadece benim elde ettiğim güzel bir durumdu…

Başka bir ifadeyle Sayın Türkeş’e yakın olmanın, tanımanın ve elini sıkmanın ayrıcalıklı gazetecisi olduğum için seviniyordum…

Program arası verildiğinde, Alpaslan Türkeş gitti, yerine, sempatik şekilde gülümseyen bilge bir insan geldi…

Aman Allah’ım, onun gülüşünün bu kadar sempatikti…

Bilgece gülümsemesiyle insanlara ne kadar da pozitif mesajlar veriyordu…

Onu çok yakınında bulunup o gülümsemesini izlemekten büyük sevinç duymuştum…

Bu olaydan şunu anladım;

İnsanların bir topluma gösterdikleri yüzleri var;

Bir de çevresinde güvenip iletişim kurdukları insanlara gösterdikleri çok farklı ve samimimi yüzleri vardı…

Özellikle, hem Refah Partisi Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Hem de MHP lideri Sayın Alpaslan Türkeş’le 2 şer saatli televizyon baş başa canlı yayınlar yapan sorular soran tek gazeteci olarak bu özelliklerini çok yakından gözlemeyi başarmıştım…

Hayatımı adadığım bu meslekte ulaştığım güzel noktalardan bazılarıydı…

Her zaman mesleğimle onur duydum; bin defa dünyaya gelsem aynı medya sektöründe çalışmayı seçerdim…

 

 

MİLLETVEKİLİ TİMURÇİN SAVAŞ’IN

KÜLTÜR BAKANLIĞINA KATKIM…

O yıllarda özel televizyonlar muhteşem biçimde izleniyordu…

Her gece konuklarla canlı yayınlar yapıyordum…

O liderlerden biri de Sodep Genel Başkanı Murat Karayalçın’ dı…

İki saati aşan canlı yayında ona şöyle dedim;

-Sayın Genel Başkanım, Adana DYP ye 10 tane milletvekili verdi…

Sayın Demirel Adana’ya bir bakanlık bile bize vermedi…

Sizden bir ricada bulunacağım…

Şu kameraya bakarak, halka söz vermenizi diliyorum…

Eğer siz iktidara gelirseniz, Adana ya bir bakanlık vereceğinizi söyler misiniz?

-Söz, dedi Karayalçın… Seçimler sonunda koalisyon ortağı oldu…

Adana Milletvekili Timurçin Savaş’ı Kültür Bakanı yaptı…

Adana’ya da böyle bir katkı sunduğum için mutlu oldum…

Adana nın ilk televizyonu olarak halk bizi çok seviyordu…

Küçük bir vericiyle kenti sallıyorduk…

Daha sonraki yıllarda Mustafa Göçer, esprili şekilde;

-Abdulkadir seni çok severim, oğlum televizyonu ben kurdum, sen ünlü oldun diye düşüncelerini sevgiyle ifade etmişti…

Hala sokakta karşılaştığımızda 30-40 metreden kollarını açarak kucaklar sevgi ve saygıyla davranır…

Beni hala çok sevdiğini, saygı duyduğunu itiraf eder…

Aynı şekilde bende Göçer kardeşlere karşı sevgim saygım daima sonsuzdur…

Yıllarca birlikte çalıştık, incitme, kırma, kötü söz söyleme gibi bir olumsuzluklarını hiçbir zaman ben görmedim, diğer insanlara bakışlarında da böyle davranmadılar…

Çukurova’nın yetiştirdiği dürüst, çalışkan, işlerini saygıyla yapan güçlü bir ailedir…

 

TARİKATÇI…

MÜSLÜM GÜNDÜZ KORKUSU…

ART Televizyonunda çalıştığım yıllarda; yeni bir tür tarikat akım vardı…

Saçları omuzlarından aşağıyı bellerine kadar uzanıyordu…

Sakalları da aynı şekilde ilginçlerdi…

Ellerinde boylarından daha büyük sopalarla Türkiye de şehirleri dolaşıp, kendi propaganlarını yapıp taraftarlar toplamak için gösteri yapıyorlardı…

Ben de gazetecilikten televizyon ekranlarına geçen kişiydim…

Kimseler bu işi bilmiyordu…

O nedenle günde iki bazen üç kez çeşitli programlarla ekrana çıktığım için çok yoruluyordum…

Ayrıca klima henüz televizyonda yoktu, sadece vantilatörle serinliyorduk…

Ama sırtım isilikten pişmiş gibiydi…

Her tarafım perişan olmuştu…

Neredeyse ölecek kadar yorulup kendimi zor atmıştım ki;

Az sonra patron Gürkan Göçer telefonla aradı;

-Abdulkadir ağabey ünlü tarikat lideri Müslüm Gündüz televizyona geldi…

Onunla canlı yayına çıkmaya kimse cesaret edemiyor…

Programa senin çıkmanı istiyorum…

Acil olarak gelirsen bu işi ancak sen halledersin…

Saat 23 falandı, belki daha da geçti…

Mesleğime aşkla bağlı olduğum için koşarak tekrar geldim…

Müslüm gündüz yanındaki aynı tipteki 20-25 genç ve uzun saçlı-sakallı müridiyle beni karşıladı…

Yayın öncesi çok iddialı konuşmaya başladı;

-Ben şimdi yapacağım konuşmayla hükümeti devireceğim, bitireceğim, yok edeceğim, Türkiye’yi sallayacağım dedi…

Sakince, gayet akıllı biçimde söze girdim;

-Aman Müslümbey yapmayın, bizi bağlayan 10 binden fazla ceza yasası var…

Program sürerken polis gelip seni de beni de tutuklarlar, deyince ikna oldu…

2 saatten fazla süren program başarıyla tamamladım…

Sonraki yıllarda Müslüm Gündüz Fadime Şahin ile basıldı…

Müslüm Gündüz’ ün ve kendine eşlik eden genç tayfasının aslında bir devletin projesi olduğu anlatılmıştı…

 

 

AÇ KALAN İŞSİZ VATANDAŞI

İNTİHARDAN KURTARDIM…

ART Televizyonunda tek yetkiliydim…

Her şeyi ben programlayarak yönetiyordum…

Elimizdeki, çok küçük bir TV vericiyle, yaptığız haberler ve programlarla Adana’yı her gece sallıyorduk…

Halk TRT ve özel televizyonlardan daha çok bizi izliyordu…

Akşamüzeri haberleri yazarken bir izleyici telefonla aradı;

-Abdulkadir beyle mi görüşüyorum?

-Benim, buyurun, dedim...

-Büyük PTT nin önüne bir kameraman gönderebilir misin?

-Neden, kamerayı ne yapacaksın ki?

-Ben evliyim, iş bulamıyorum, PTT binasının üstüne çıkıp aşağıya atlayacağım…

İntihar etmemi görüntülemenizi istiyorum, dedi…

-Sen telefonu kapat hemen buraya gel söz veriyorum sana ben iş bulacağım, dedim…

Her gün 18: 00 de ”YEREL BASINDA ADANA” programımda gazeteleri okuyor ve yorumlar yapıyordum…

Canlı yayına intihar etmek isteyen kişiyi yanıma aldım şöyle dedim;

Şöyle bir anons yaptım;

-Değerli izleyiciler, bu arkadaşımız işsiz, benden kamera istedi, PTT binasının tepesinden atlayıp intihar edecekti…

Ben engel oldum sizden şimdi ricam;

Sadece bu kardeşime iş verecek kişiler telefonla arasın…

Şu anda telefonumu açıyorum dedim…

15 dakikalık canlı yayın programımda 15 ayrı iş bulundu…

O arkadaş çok mutlu oldu…

İstediği ve seçtiği işlerden birinde yıllarca çalıştı…

Şu anda hala yaşıyor…

Adana sokaklarında bazen karşılaşıyoruz, boyu kadar kızları, torunlarıyla mutlu şekilde görüyorum…

Beni görünce gülümsüyor, bazen sohbet ediyoruz…

Çok mutlu şekilde de hayatını sürdürüyor…

Medya mensubu olmanın güzelliklerinden birisi de budur…

İnsanlar arasında iyilikler yaymak, iyiliklere aracılık etmek, yardımcı olmaktır…

Bu mesleğime âşık olmamın nedenlerinden biride budur…

Her daim halkın yanında yer aldım…

Sorunlarının çözümünde karınca kararınca katkı koymaya çalıştım…

Bazen de başarılı olduğuma inandım…

 

KAMERAMANIM HAMZANIN

MİNNET TEŞEKKÜRÜ…

ART Televizyonunda günde 2-3 kez ekrana çıktığım günlerde, dört beş kameraman arkadaşımız canla başla, heyecanla görevlerini kusursuz biçimde yapıyorlardı…

Her biri de pırıl pırıl genç ve çalışma azmiyle dolu insanlardı…

Gazetecilik okulundan mezun olan genç kameraman arkadaşım için;

Patron Gürkan Göçer’e hemen sigorta yaptırmasını rica etmiştim…

Diğer çalışanlar gibi onu da hemen sigorta yaptırmıştı…

Hamza kardeşimin sigortasını kontrol etmek için SSK Hastanesine sevk kâğıdı alarak götürmüştüm…

Sigortalılığı resmi olarak kanıtlanmış, rahatlamıştık…

Aradan yıllar geçti, Hamza memleketi olan Mersin’e döndü…

Anılarımı yazmaya başladığım bu günlerde yaptığımız telefon konuşmamızda emekli olduğunu söyledi…

Nasıl olduğunu sorduğumda da;

-Ağabey senin önerin, Gürkan Göçer’ in sigortalı yapmasıyla primlerimi doldurup emekli olmayı başardım…

Binlerce, ama binlerce kez teşekkür etti…

İnsanın bazen küçük bir yardımı, böyle güzel ve ömür boyu mutluluk verecek sonuçları ortaya çıkartıyor…

Hamza şu anda Mersin de ailesiyle mutlu şekilde hayatına devam ediyor…

 

GENÇ PATRONUM HACI SABANCIYLA BENİ

ÖLÜMDEN KURTARDI...

Adana’ nın ilk özel televizyonu olan ART’ de tek yetkiliydim…

Programları, haberleri, canlı yayına katılacak konukları ben ayarlıyordum;

Çünkü televizyon sahipleri bana tam olarak inanıyorlardı…

O günlerde Adana Sanayi Odası Başkanı Hacı Sabancıyı programa davet ettim…

Saat 20;00 de televizyonun kapısı çaldı, açtık, Hacı Sabancı tek başına karşımda duruyordu…

-Hoş geldiniz efendim, buyurun, dedim; ekledim korumanız falan yok mu?

-Yok, ağam, Adana da bizi herkes tanır…

Korumaya ne gerek var? Dedi…

Program öncesi sohbetimize ART Televizyonun sahiplerinden Gürkan Göçer de katılmış ve mutlu olmuştu…

Canlı yayın başladı, Adana sanayisiyle ilgili olarak 20 ye yakın sorular yönelttim…

Hepsine de son derece kibar, nazik, beyefendice ve bilgece yanıtlar verdi…

Televizyonumuzun yeri, bu günkü yeni Adliyenin arkasındaki binanın 9.katındaki bir apartman dairesiydi…

Salon stüdyomuzdu…

Giriş holünde misafirleri ağırlıyorduk…

Program yaklaşık bir saat kadar sürmüştü…

Bitmesine 4-5 dakika kala, dışarıdan tartışma sesleri gelmeye başladı…

Ben de tedirgin olmuştum…

Sonunda program bitti;

Stüdyonun kapısından dışarı çıkarken, Gürkan Göçer ayağa kalktı, asansöre doğru olan kapıyı açtı;

-Abdulkadir Ağabey, Hacı beyle siz hemen çıkın…

Size çok teşekkür ederim dedi…

Hızla biz televizyon dairemizi terk ettik…

Daha sonradan öğrendim ki;

Adana nın ilk özel televizyonu çok ilgi görüyordu…

Bizim canlı yayınımız sırasında 4-5 kişilik doğulu vatandaşlar gelmişler…

Gürkan beyin yani patronun masasına silahları koymuşlar;

-Bizde Kürtçe Türküler söyleyeceğiz, demişler…

Israr ettiklerinde de tartışmada sesler yükselince patron da kendi silahını çıkartıp masaya koymuş…

-Sıkın yüreğiniz yetiyorsa, diye tartışırken, biz dışarı çıkmıştık…

O gün televizyonumuz Gürkan Göçer’ in sağduyulu, yürekli ve ustaca yöntemiyle sorun ucuz atlatılmıştı…

Daha farklı olaylar gelişebilir, belki cinayetler işlenip, ölür, ya da öldürülebilirdik, ömrümüzün kalan bölümünü de demir parmaklıklar arkasında geçirmeye hüküm giyebilirdik…

Medya mensubu olmak patron konumunda bulunmak bazı sorumluluklar, akıllı davranışlar gerektiriyor…

Bu konu da olayı somut biçimde kanıtlamış oldu…

 

SAKIPAĞA SIRTIMI SIVAZLADI;

“ASLAN HEMŞERİM…”

Kocaeli Sanayi Odası Türkiye de Sanayi konulu bir fotoğraf yarışması düzenlemişti…

Benim fotoğrafımda ödül almıştı; tören için çağrıldığım için davet edilen kente gittim…

Muhteşem bir gece olmuştu; Türkiye nin her yerinden gelen iş adamları, ödül alanlar fotoğraf sanatçılar buluşması çok renkli geçti…

Herkes Türkiye nin en büyük sanayisi olduğu için Sakıp Ağanın salona girince çevresini pek çok kişi sarmıştı…

Herkesin sorularına yanıtlar yetiştiriyordu…

Pozitif bir insan olduğu için, güleç yüzü ve bilgece ifadeleriyle salondakilerin ilgi noktası olmuştu…

Ödül töreni başlamadan önce salona gelen Sakıp Ağa ile ayaküstü bir söyleşi yaptım…

Benim ödül aldığımı ve Adana’dan geldiğimi, gazeteci olduğumu öğrenince sırtımı sevgiyle sıvazladı;

-ASLAN HEMŞERİM… TEBRİK EDERİM… SENİNLE GURUR DUYUYORUM… BİR ADANALI OLARAK DAHA NİCE ÖDÜL ALMANI DİLERİM, demişti…

Ödül töreninde plaketimi alınca mutlu olmuştum…

Birlikte gittiğim arkadaşımla o gece İstanbul’a devam etmiştik…

Genç bir gazeteci olarak ödüllerimin sayısın arttırmak için gece gündüz çalışmaya aralıksız devam ettim…

Anılarımı yazdığım tarihe kadar gazete, radyo TV programcılığı, gazete haberi, yazdığım makaleler, haber fotoğrafları konusunda 43 ödül almayı başarmıştım…

 

ADANA’ NIN ÖZEL VE

YEREL TELEVİZYONLARI…

O yıllar Türkiye’nin özel radyo ve televizyonlarla tanışma dönemiydi…

İl özel yerel televizyon ART(Adana Radyo Televizyonu sahibi Gürkan ve Mustafa Göçer kardeşlerdi)

Daha sonra Metro Televizyonu(Sahibi Turgay Develiydi)

Tempo Televizyonu…

Kanal-A Televizyonu(sahibi Semih Mirel’ di)

Ama uzun yıllar yazılı basından görsel yayın olan Televizyonculuğa geçen ilk kişiydim…

Kimseler bir şey bilmiyordu; ben de düşüncelerimi sadece daktiloda yazarak haberleştiriyordum…

Oysa konuşmak, düşüncelerimi sözlü ifade etmem, şiirsel ve akıcı konuşmam gerekiyordu…

Bu konuda Adana Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Müdürü olan İsmail Timuçin’ kardeşimle uzun uzun görüşmeler yaptım…

Onun verdiği taktik ve diksiyon çalışmalarımı evde her gün tekrarladım…

Ağzıma kalem alıp, ya da birkaç küçük çakıl taşı koyup seri halde konuşma yeteneğim gittikçe arttı…

Yine o dönemde bir petrol istasyonun reklamı vardı…

Bir genç kızla delikanlı şapkalarını giyip karşılıklı diyaloglarla reklam filminde kuruluşlarını anlatıyordu…

Adana nın ilk televizyonu, ilk haber müdürü olarak, yanıma bayan spiker arkadaşımla şapkamızı giyip sokaklarda söyleşi yaptık…

Halk ilk defa televizyon kamerası, ilk defa mikrofon, ilk defa bizi sunucu olarak karşılarında görüyordu…

Programımız inanılmaz yoğunlukta izlenme rekorları kırmıştı…

Benim günde en az iki defa ekrana çıkmam, çeşitli programlar yapmam diğerlerine örnek, rol model olmuştu…

Hatta Metro Televizyonu beni transfer etmek istedi, görüşmelerimiz oldu ama ben ART de rahattım, param ödeniyordu, tam yetkiliydim…

Diğer televizyonlar birer ikişer yıl arayla yayına başladılar ama ekrana çıkan her meslektaşım, benim ekrandaki rolümü oynuyordu…

Bu yönümle de her zaman gurur duydum…

Adana nın ilki özel televizyonu;
ART Televizyonu(sahibi Mustafa ve Gürkan Göçer kardeşlerdi)…

Daha sonra KÜPELİ TV oldu…

KÜPELİ TV de daha sonra ÇUKUROVA TELEVİZYONU olmuştu…

Tempo Televizyonu

(sahibi Ömer Bilgin’di) TATLISES TV oldu…

AKDENİZ Televizyonu(Sahibi Yüksel Evsen’ di…)

DUYAN Televizyonu( Mehmet Çelebi’ydi…

Çok kısa ömürlü oldu, 20-25 gün yayın yaptı, sonra sahibi olan kişi geldiği Almanya ya geri döndü)…

KANAL-A TELEVİZYONU

EL DEĞİŞTİRDİ…

KANAL-A TV’ NİN SATIŞINI

CANLI YAYINDA BEN DUYURDUM…

ART Televizyonunda 5 yıl civarında Haber Müdürü ve yayın yönetmeni olarak çalıştım…

Daha sonra her kurumda gerçekleşebileceği gibi biraz soğukluk yaşanınca,  kendi isteğimle ve hatta ısrarımla ayrıldım…

Bir süre sonra Adana nın ikinci özel kurumu olan KANAL-A da Ekspres ve Toros Gazetelerinde sayfa sekreteri olarak görev yapan ve yıllarca birlikte çalıştığım Nahit Yıldır aradı…

-Televizyonumuzun sahibi Semih Mirel seninle görüşmek istiyor dedi…

Hemen gittim, anlaştık sabah gazete programı yapmaya karar verdik…

Mediha Olgun Karaca gazeteleri okuyor, ben de yorumlar yapıyordum…

Onunla ilk görüşmemde şöyle dedim;

-Mediha sadece öldüğün gün programa gelmeyebilirsin…

Ağlamıştı, çok üzülmüştü, ama benim söylediğimin doğru olduğunu defalarca kabul etmişti…

(Mediha daha sonra Filistin’e yardım götüren Mavi Marmara gemisinde İsrail askerlerinin yaptığı baskında hayatını kaybedenlerle ay gemide bulunan gazeteciydi…

Bir başka konu nedeniyle cezaevine de girmişti)

Programımız muhteşemdi, sular seller gibi geçiyordu…

Her sabah yerel ve yaygın gazeteler televizyona geliyor, ben okuyacağı haberleri bir saat önceden işaretliyordum…

Aradan çok uzun olmayan bir zaman geçmişti ki;

Biz sabah programına ara verdiğimiz sırada Semih beyin beni odasına çağırdığı iletildi…

Son derece kibar, nazik olan Semih Beyin yanına hemen gittim…

-Abdulkadir bey, piyasada bir fısıltı olarak dolaşıyor…

Bu olay bu gün gerçekleşti…

Yayında Kanal-A televizyonu bu gün ADANA GÜÇBİRLİĞİ VAKFINA SATILDI, EL DEĞİŞTİRDİ, der misiniz?

-Tamam, efendim, hemen söylerim, dedim…

Bu tarihi duyuruyu canlı programdı yaptım…

Adana Güçbirliği Vakfı Başkanı olan Ümit Özgümüş yönetiminde de KANAL-A televizyonunda, yeni yönetimle de mesleğimi aşkla, tarafsız, gönüllü olarak yapmaya aralıksız devam ettim…

Daha sonraki yıllarda KANAL-A televizyonun Alman firmasına izlenme araştırması yaptırdı…

Televizyon en çok izlenen kanal oldu;

Program adı hatırlatılarak yapılan araştırmada benim haftada iki üç kez ekrana gelen “YAŞAMIN İÇİNDEN” programım en yüksek puanı alıp birinci olmuştu…

 

VATANDAŞ HAYRETETTİ(Abdulkadir Kaçar’ın elinde sihirli değnek var)…

TEDAŞ’IN SİHİRLİ HİZMETİ…

Kanal A Televizyonunda çalıştığım günlerde bir Tekin Yavuz isimli bir izleyicim aramıştı…

-Abdulkadir Ağabey, ben Ceyhan ın Kurtkulağı Köyündenim…

Bizim orada TEDAŞ çalışanlarının inanılmaz bir kin ve nefret uygulaması var…

-Nedir?

-Ağabey bizim köyde yıllardır elektrik var, ama benim akrabalarıma yani soyadı “YAVUZ” olan beş aileye, partilerine oy vermediler diye TEDAŞ yıllardır elektrik vermiyor…

-Nasıl, yani köyün tamamında elektrik var, ama bazı TEDAŞ yöneticileri sizin akrabalarınıza bu nedenle zıt gitmiş, 3-4 ailenin evine direk çekip elektrik bağlamıyorlar…

-Evet, ağabey tam da öyle…

Akrabalarımın okula giden çocukları akşamları ders çalışamıyor…

Küçük tüpün üstüne babası kalaylı kâğıdı 30-40 santim boru şeklinde sabitliyor…

O tüpün ışığında yeğenlerim ödevlerini her an patlamaya hazır bir bomba gibi olan tüpün ışığında yapabiliyorlar…

-Peki, gerekli yerlere şikâyet edildi mi?

-Edildi ama TEDAŞ’ın o bölgedeki yetkilileri kin ve nefret ettikleri bizim sülaleye bir türlü elektrik vermiyorlar…

Yani akrabalarım ortaçağdaki gibi karanlıkta yaşıyorlar, ne buzdolapları var, ne de elektrikten yararlanabiliyorlar…

-TEDAŞ’ ın yetkililerinin böyle keyfi hareket etmesi mümkün değil…

Senden ricam, hemen Kurtkulağı Köyüne gidelim, kameraman arkadaşımla birlikte haberini hazırlamak istiyorum…

-Mutlu oluruz, büyük iyilik yapmış olursun ağabey…

Ertesi gün köye gittiğimizde, gerçekten de soyadı “YAVUZ” olan dört beş ailenin evine elektrik veriliyordu verilmemişti…

Neden verilmediğini de TEDAŞ’ yetkililerinden bazılarının keyfi olarak böyle davranıp insanları bilerek, isteyerek, kasıtlı şekilde mağdur ettiğini görünce daha da şaşırmıştım…

Vatandaşlarla söyleşi yapmaya başlarken, birisi elinde gaz lambasını getirdi;

-Neden elektrik verilmiyor size, nasıl aydınlanıyorsunuz diye sorduğumda, gaz lambasını sinirli şekilde yere çarparak, hızla atarak parçaladı…

-TEDAŞ’ ın buradaki yetkililerinin bizim sülalemize kinleri var; seçimde kendilerine oy vermediğimiz için; yıllardır bizim sülalemizdeki ailelere elektrik çekilmedi…

Biz orta çağda yaşıyoruz, dedi…

Sonra da gece çocuklarının ders çalışmasını gösterdi; küçük tüpün üstüne kalaylı kâğıdı boru yapıp, evi aydınlattığını ve ödevlerini yaptığını söyledi… Gerçekten de durum faciaydı;

-Ya bu küçük tüp, ders çalıştıkları sırada patlasa, ya da evi havaya uçursa ne olacaktı?

Bir sürü sorular sordum, inanılmaz yanıtlar aldım… Olay tam bir faciaydı…

Harika bir haber hazırlamıştım, hemen aynı gün 19;30 haberlerinde KANAL-A televizyonunda yayınlandı…

O yıllarda Adana Valisi Olan Oğuz Kağan Köksal ve TEDAŞ bölge müdürü de izlemişti haberi…

İnanılmaz ama ertesi sabahleyin erkenden, o sülalenin olduğu sokağa hemen direkler dikildi, akşam elektrikler verildi, aileler ve çocuklar inanılmaz büyük mutluluk yaşamışlardı…

Bana da defalarca teşekkür ettiler, çok büyük minnet duyduklarını hala anlatırlar…

Hatta benim için;

-ADAMIN NASIL BİR SİHİRLİ SOPASI VARMIŞ, DOKUNDU HAYATIMIZI DEĞİŞTİRDİ, ifadeleri bana kadar ulaşmıştı…

O yıllarda elektrik sistemi hala özelleştirilmemişti…

Hantal denilen devlet sisteminin, hazırladığım haberler sayesinde özel sektörden daha hızlı çalışarak, vatandaşın sorununu 24 saat bile geçmeden çözmüştü…

Kendini devlet yerine koyan, yetkisini olumsuz ve vatandaşın zararına kullanan bazı kişilerin de böylece yetkileri alınmış ve başka bölümlerde görevlendirildiklerini öğrenmiştim…

Belki de gazetecilik ve televizyonculuk programlarım boyunca en çok onur duyduğum, vatandaşın sıkıntısının giderilmesine katkımın olduğuna inandığım bir olaydı…

Hala da hatırlarım ve mutlu olurum…

 

ÇUKUROVA KALELERİNİN

BELGESELİNİ ÇEKMEYİ BAŞARDIM…

Kanal-A televizyonunda çalıştığım 5 yıllık sürede haftada iki üç program üretiyordum…

Bunlardan birisi okullarda her yıl geleneksel olarak öğrencilerle yaptığım şov niteliğindeki programdı…

Başka birisi “GÜNAYDIN ADANA” programımızdı…

Mediha Olgun Karaca gazeteleri okuyor, ben yorumlar yapıyordum…

(Mediha daha sonra Filistin’e yardım götüren Mavi Marmara gemisinde İsrail askerlerinin yaptığı baskında hayatını kaybedenlerle ay gemide bulunan gazeteciydi…

Bir başka konu nedeniyle cezaevine de girmişti)

Başka bir programım da “ÇUKUROVA KALELERİ” belgeseliydi…

Osmaniye’den Silifke’ye, Kozan’ dan Karataş’a kadar olan bir Çukurova bölgesindeki 20’ ye yakın kalenin belgeselini çektim…

O programlarımın çekiminde her zaman yanımda olan, katkıda bulunan Yusuf Beklen ve Kudret Sönmez’ e kardeşlerime teşekkür etmem gerekiyor…

Çünkü ileride yaş alıp, kalelere çıkamayacağımı hesaplamıştım; anılarımı yazarken sağlığım iyi ama yine de ileriyi düşünerek bu şekilde davranmam yerinde olmuştu…

Çeşitli dönemlerde ve toplantılarda Adana valilerine şöyle öneride bulunmuştum;

-Adana da turizm zayıf denir, turistleri çekecek değerler yok şeklinde ifadeler kullanılır…

Oysa her biri 1500-2000 yıllık olan ÇUKUROVA KALELERİ bile bölgemize turist çekme konusunda para biçilemeyen en muhteşem zenginliğimizdir…

Öyle eşsiz bir mimari yapıya sahip bölümleri vardı ki; usta sanki inşaat araç gereçlerini daha bu gün yeni alıp orayı terk etmişçesine taze görüntüsü veriyordu…

Bazı kalelerdeki tonlarca ağırlığındaki taşlar ustaca birbirlerine kusursuzca kenetlenmiş ve sıfır hatayla duvarları binlerce yıldır ayakta duruyordu…

O taşların arasına bu gün bir milim kalınlığında bir cismin girmesi mümkün değildi…

Her biri çağında en yetkin, en ileri teknolojiyi kullanan ustalar tarafından inşa edilmiş şaheserlerdi…

Son yıllarda birkaç kale onarılmaya çalışıldı ama yetersiz kaldı…

Bana göre Çukurova kaleleri bir an önce dünya turizmine tanıtılmalıdır…

 

EFSANE BAŞKAN AYTAÇ DURAK…

ÇUKUROVA TELEVİZYONU

YORDU AMA MUTLUYDUM…

Ekspres gazetesi, Erol Erk’in Yeni Güney Haber Gazetesinde maaşların 9 ay gibi geriden ödendiği dönemlere mesleğime bir gün bile ihanet etmedim…

En küçük bir tembellik, vurdumduymazlık, programı aksatma, işe gelmeme gibi bir tepkim asla olmadı…

Tam aksine canla başla işime bağlıydım…

Koşulların boyutları ne olursa olsun;

Hiçbir güç beni mesleğimden soğutamayacaktı…

Aşkla yaptığım görevimi son noktaya kadar götürmeme hiçbir güç engel olamayacaktı…

Kendime bu konuda söz vermiştim, her türlü ekonomik sıkıntıya bu nedenle gönüllü olarak katlandım…

2002 yılında çalıştığım gazeteler, 212 sayılı yasaya göre emekliliği hak etmiştim…

Ama o sürelerde hem ART, hem de KANAL-A televizyonunda binlerce program yapmıştım…

Şapkamla okul, sokak söyleşileriyle flaş bir gazete ve televizyoncuydum…

Bu arada STAR ve TGRT Televizyonundan gelenlere rehberlik yapmıştım, inanılmaz şekilde de tanınıyordum…

Artık hedefimde, emekli olup dedemin kurduğu Ceyhan ın Yellibel Köyümüzün ortasındaki evimizin yerine yeni bir ev yapıp orada yaşamaya, kitaplarımı da orada yazmaya karar vermiştim…

Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, basın danışmanı İsmet Ramazan Selçuk aracılığıyla beni iki defa makamına çağırdı;

-Abdulkadir Kanal-A televizyonundaki programını beğenerek izliyorum… Çukurova Televizyonumuzda program yapmanı istiyorum, dedi…

Gazeteci büyüklerimiz bize daima,

-Aman politikacılardan, belediye başkanlarından uzak dur… Lekelenirsin diye uyarmışlardı…

Hala da uyarmayı sürdürüyorlardı…

Oysa kendileri politikacılarla yatıp kalkıp, sınırsızca çıkar sağlıyorlarmış…

Bende büyüklerimizin bu düşüncelerine uygun şekilde soğuk duruyordum;

-Başkanım, rahatsızım, emekli oldum, artık köyüme gideceğim, oraya ev yapıp yerleşeceğim demiştim…

-Boş ver, sonraki yıllarda gidersin, demişti…

Başka bir konuşmamda da;

-Boyun fıtığım var, rahatsızlığım devam ediyor, demiştim…

Başkan Aytaç Durak ta;
-Bende de var, iyi olunca gel, demişti…

Aradan iki ay gibi bir zaman geçmişti…

Aytaç Durak Başkan bir gün öğle gelmiş…

Makam aracı da evinin yanında kendini bekliyordu…

Metro Sineması sokağındaki evinin yanından yürüyerek geçiyordum…

Makam arabasını Ziyapaşa arı yönüne doğru 40-50 metre geçmişim ki, arkamdan birisi koşarak geldi,

-Abdulkadir ağabey Aytaç Başkanım çağırıyor, dedi…

Makam arabasının yanında beni bekliyordu;

-Bin şu arabaya, dedi tatlı sert biraz da emrivaki…

İki defa teklifini geri çevirmiştim, Adana nın en güçlü insanıydı…

Makam arabasına bindik, belediyedeki makamına gittik;

-Abdulkadir sana paşa şapkası alacağım, benim Çukurova televizyonumda program yapacaksın arkadaş, deyince de kabul ettim…

Gökhan Durak’la görüşmeye yönlendirdi;

-Gökhanbey, 19: 45’teki ana haberden sonra haftada bir bazen iki yorum yaparım, dedim…

-Tamam, ağabey nasıl istersen öyle yapalım, dedi…

Bir iki hafta öyle geçti…

Genel Yayın Yönetmeni olan Selahattin Sekin;

-Ağabey senin KANAL-A Televizyonundaki okul programların çok güzeldi… Ondan da yapabilir misin?

-Tamam, bende zevkle yapıyordum, onu da burada yaptım…

Bir süre sonra cumartesi günleri “HAFTANIN ARDINDAN programı yapan arkadaşın işine son verildi…

Başkan Aytaç Durak’ ta;

-Bu programı Abdulkadir ile Oğuz Topaçoğlu yapsın, deyince o programa da başladım…

4-5 gazeteci arkadaşımızla bir konuğu alıp iki üç saat canlı yayın yapıyorduk…

Program sayısı arttıkça arttı;

Yerel seçimlere sayılı günler kala birde frekans kaydırma olayı yaşandı;

RTÜK tarafından Televizyonu frekansı kasıtlı şekilde değiştirilmişti…

Oysa seçim öncesi bu çok sıkıntılı bir durumdu…

Çukurova Televizyonuna halkın ilgisini arttırıp, ekranın başına yeniden çekip izlenir hale getirebilmek için bu kez bir yarışma kampanyası başlatıldı…

İzleyiciye küçük ve basit sorular yöneltiliyor, bilenlerde;

BİSİKLET, CEP TELEFONU, ÇAMAŞIR MAKİNESİ, BULAŞIK MAKİNESİ, BUZDOLABI armağan ediliyordu…

Onlar da sağlıklı dağıtılmadığı için işi de benim üstlenmem gerekti…

Ve her günüm çok yoğun geçiyordu, enerjim daima kırmızı alarm veriyordu…

Ayrıca Başkan Aytaç Durak’la propaganda gezilerine çıkıyordum…

Bir saat sonra Seyhan, iki saat sonra Çukurova, akşamüzeri Sarıçam Belediye Başkan adaylarıyla mahalleleri dolaşıp program çekiyordum…

Tamam, artık enerjim tamamen bitiyordu;

Hayatım burada sona erecek diye korkmaya başladım…

Mesleğime âşık olarak yaptığım için yorgunluğu da unuttum…

Artık ölümü de göze alarak işimi kusursuz şekilde sıfır hata, yüzde yüz başarıyla yapıyordum…

Başkan Aytaç Durak’la üç seçim yaşadık, üçünde de başarılı oldu başkan…

Başkanın da her seçimi kazanmasından her daim onur duydum…

Çukurova Televizyonunda hemen her gün yaptığım;

“ABDULKADİR KAÇARLA GÜNÜN YORUMU” programımda bir arkadaşımla yaptığımız listeyi anlattım…

Dedim ki; Adana da 100yıl sonra da hizmet verebilecek kalıcı eserlerin isimlerini birlikte belirleyelim, sırayla yazdık…

Uzun sohbetimizin sonunda, bu eserlerin tamamın Aytaç Başkan tarafından yapıldığı ortaya çıkmıştı…

Her koşulda da ekranlarda da söyledim, gazetelerdeki köşe yazılarımda da yazdım…

Politikada bir söz vardır, taşı taş üstüne koyanın önünde saygıyla eğilmek gerekir denir…

Adana ya bu kadar güzel hizmetler yapan başkanı da takdir etmek gerekir diye dün düşünmüştüm, bu günde buna inanıyorum…

ÇÜNKÜ POLİTİKACI VE SANATÇI ALKIŞIN GELDİĞİ YÖNE BAKAR…

Ne kadar çok alkış, olursa politikacı da o kadar çok hizmet aşkıyla eserler üretir…

Yine bir Alman firmasına yaptırılan reyting-izlenme araştırmasında Çukurova Televizyonu birinci, program ismi hatırlatılarak yapılan soruşturma da, benim KANAL-A televizyonunda aynı isimle Çukurova televizyonunda sürdürdüğüm “YAŞAMIN İÇİNDEN” programım birinci olmuştu…

Bu televizyonda Aytaç Durak Başkanla üç seçim dönemi yaşadım, üçünde de başkan girdiği seçimleri kazanmıştı…

Zaten Başkan Türkiye de 5.kez Belediye Başkanı olan bir rekora sahipti…

 

ÇUKUROVA TELEVİZYONUNDAKİ

GÜLME KRİZİM…

Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak’ın sahibi olduğu Çukurova Televizyonunda 15 yıla yakın sevgiyle mutlu biçimde görevimi yaptım…

Başkan Aytaç Durak’la üç seçim dönemi yaşadım…

Haftada en az üç programımdan ikisi canlı diğeri de kusursuzca çekmeyi başardığım için kaset montajsız şekilde yayınlanıyordu…

Ana haber bitiminden hemen sonra tek başıma ekrana geliyor, günün yorumunu yapıyordum…

“ABDULKADİR KAÇAR’LA GÜNÜN YORUMU” programımı gerçekleştiriyordum…

Okulların açık olduğu dönemlerde ise hafta bir okulda öğrencilerle yaptığım şov niteliğindeki diğer programım yayınlanıyordu; ismi de herkesi beğendiği ve bildiği şekilde “YAŞAMIN İÇİNDEN” di…

Üçüncüsü ise her cumartesi günü Oğuz Topaçoğlu ile gerçekleştirdiğimiz;

“HAFTANIN ARDINDAN” isimli çalışmamızdı…

Bu programlarımın yanı sıra televizyonun izleyici sayısını arttırabilmek amacıyla gerçekleştirdiği promosyonların dağıtımında görevliydim…

Özellikle son yerel seçime 3-4 ay kala karasal yayında teknik bir nedenden dolayı, Çukurova Televizyonunun frekansı değişimi yaşanmıştı…

En çok izlenen televizyonun izleyici sayısı birden aşağılara düşmüştü…

Bunu önlemek için televizyon yönetimi her gün akşam saatlerinde yarışma yapıyor, yeni izleyici kitlesi kazandırabilmek için halka canlı yayında kolay sorular soruyor; doğru yanıtlar veren izleyicilere de, buzdolabı, bulaşık makinesi, televizyon, cep telefonu ve bisiklet armağan ediliyordu…

Verilen her görevimi de istenenin de ötesinde canla başla sıfır hata yüzde yüz başarılı şekilde yapıyordum...

5 kamerayla gerçekleştirilen “HAFTANIN ARDINDAN” programımda inanılmaz bir gülme krizine girdim…

Başkan Aytaç Durak Basın Danışmanı ve program ortağım Oğuz Topaçoğlu, son bir haftada tüm yerel ve ulusal gazetelerdeki haberleri okuyor ben de yorumlar yapıyordum…

Bir cumartesi yayınında ERMENİSTAN DEVLETİNİN İLK BAŞBAKANI KAÇAZNUNİNİ’ nin bir açıklamasını okudu…

Emperyalist güçlerin Ermenileri Türklere karşı nasıl kullandığını anlattı…

Ama esas konu da “ERMENİ CEMİYETİNİN KURDUĞU TAŞNAK” partisiydi…

Oğuz bu ifadeyi “TAŞNAK” yerine “TAŞAK” şeklinde okudu…

Yayın odasındaki arkadaşımız Sedat Çetinle ve diğerleri bizi biz de onları camlı bölmenin arkasından gayet net şekilde görüyor yayın boyunca sürekli işaretleşiyorduk…

Yayındaki arkadaşlarımız Oğuz’un bu yanlışının farkına varıp camın arkasından kahkahalarla gülüp bir türlü göbek atar gibi çok abartılı hareketler yapmaya başladılar…

Hem Oğuz’un o yanlış telaffuzu, hem yayın odasındaki arkadaşlarımız kahkahalarıyla göbek atarcasına birbirleriyle eğlenmesi sonucu ben birden gülme krizine girdim…

Sanki o yaşıma kadar biriken tüm kahkahalarım 5 kameranın canlı yayını sırasında fışkırarak ekranlara yansıyordu…

Ama ne kahkaha, sanki kimsenin olmadığı boş bir tiyatro sahnesinde tek başıma karanlıklara karşı son sesimle, var gücümle, hatta boğazım yırtılırcasına gülüyordum…

Bir saniye bile gülmeden asla duramıyordum…

Oysa canlı yayın profesyonel 5 kamerayla her şeyi anında dünyaya yayıyordu…

Durmam, asla ve kata mümkün değildi…

Oğuz masanın altından tekmeler atıyor, bacağımı cimciklemesine karşın gülmem bir türlü ve asla durmuyor, durduramıyordum…

Gittikçe daha yüksek perdeden kahkahalarım aralıksız sürüyordu…

Asla istememem karşın elimde olan hiçbir şey yoktu, vücudumun üzerindeki her türlü denetimimi tamamen sanki sonsuza kadar yitirmiştim…

Birkaç saniye durup, bir öncekinden daha güçlü şekilde haykırırcasına kahkahalar atıyordum…

Duruyor birkaç saniye, Oğuz haberleri okumaya çalışıyor, ben duymuyordum, gırtlağım parçalanırcasına gülüyordum…

Aralıksız olarak 3-4 belki 5 dakika süreyle kahkahalarımı durduramamıştım…

Oysa her yayınımızı dikkatle izleyen başkan Aytaç Durak’ın en değer verdiği, dikkat ettiği, günlük ve haftalık politikalarını belirlediği ”HAFTANIN ARDINDAN” programı Oğuzun yanlış telaffuzu ve benim yüzümden mahvolmuştu…

Ama elimde olan bir şey değildi, çok üzülüyordum, dünyaya mahcup olmuştum…

İçimden başkan Aytaç Durak kesin benim işime son verir diye korkuyordum…

Hangi kararı verirse versin A’ dan Z’ ye kadar başımın üstünde alıp kabul edecektim…

Programın devam akışında hiç bir sorun olmadı; gülme krizim bitmişti ve Oğuz’la birlikte başarıyla tamamlamıştık…

Program sona erdiği an, yayın odasındaki telefonlar birbiri peşi sıra çalmaya başladı…

Yayınca arkadaşlar başkanın telefona bizden birini çağırdığını işaret etti arkadaşlar…

Ben tedirginlik ve korkumdan yerimden kalkamıyordum, Oğuz telefona gitti…

-Eyvah, Başkan Durak şimdi beni kovma haberini veriyor diye kalbim çarpmaya devam ediyordu…

Gelen mesajı duymaktan bile çekinmekle kalmıyor hatta korkuyordum ama durum buydu;

Başkan Aytaç Durak’ın ifadesi aynen şöyleydi;

-Abdulkadir bir daha aynı hatayı yapmasın…

Başkanın büyüklüğüne bir kez daha tanık oldum…

Bu hem Oğuz’un hem de benim birlikte karıştığımız bir meslek kazasıydı…

Başarılı biçimde ve sorunsuz şekilde atlatmıştım, korktuğum başıma gelmemişti…

O günden sonra da yıllarca yine işime devam ettim; çok mutlu olmuştum…

Bazı arkadaşlar gülme krizimin olduğu görüntülerin çok ilginç ve inanılmaz olduğunu söylediler…

Hatta ulusal televizyonlara göndermek istediler ama ben kabul etmedim…

 

AYTAÇ BAŞKAN KEÇİ

ÖNERİMİ UYGULADI…

Çukurova Televizyonunda çalışmalarım yoğun şekilde ve aralıksız olarak devam ediyordu…

Bir Alman Firmasına yaptırılan, yerel televizyonların islenme araştırmasında;

Çukurova televizyonu birinci, program ismi sorularak yapılan araştırmada da,”Y

Benim yaptığım “ YAŞAMIN İÇİNDEN PROGRAMIM” birinci olmuştu…

Okulların açık olduğu dönemlerde her hafta bir okulda öğrencilerle bir tür şov programı yapıyordum…

Ayrıca “ABDULKADİR KAÇAR’LA GÜNÜN YORUMU”

Cumartesi program ortağım olan Oğuz Topaçoğlu’yla “HAFTANIN ARDINDAN” bir saati aşkın canlı yayınımız devam ediyordu…

Sümer Mahallesindeki Ahmet Karabucak İlköğretim Okulunda ”YAŞAMIN İÇİNDEN” programımın ortasında cep telefonum çaldı…

Arayan Başkan Aytaç Durak’tı…

-Abdulkadir şu anda neredesin?

-Başkanım Ahmet Karabucak ilköğretim okulunda “YAŞAMIN İÇİNDEN” programımı çekiyorum…

-Programını bitir, üstüne bir hırka al, hemen makama gel, bekliyorum dedi…

Programım tamamladım, eve gidip üzerime bir hırka alıp makama gittim…

İstanbul’dan bir televizyon kanalıyla birlikte onların program çekimleri için başkanla birlikte, onun makam arabasıyla Karaisalı Kızıldağ Yaylasına gittik…

Başkan, oradaki çekimlerde;

Keçilerin ormanı nasıl yok ettiğini, çam fidelerini elektrikli süpürge gibi kökünden çekip yediklerini;

Ormanı yangınların değil keçilerin yok ettiklerini bir saatten fazla anlattı…

Devasa bir keçi sürüsünün yanında durduk;

Keçilerin ağaçlara nasıl tırmandığını, yerdeki filizleri elektrikli süpürgeler gibi nasıl yediklerini yerinde gösterdi…

Nergislik Barajı yanında tel örgülerle koruma altına aldığı çam fidanlarının;

İki insan boyunu geçtiğini İstanbul’dan gelen bayan muhabire anlattı…

Bayan muhabir de gözlerini ayırarak, inanamadığı şekilde programını başarıyla çekmeyi sürdürdü…

Başkan Aytaç Durak; kıl keçisi yerine, o yıllarda evlerde, ahırlarda beslenebilen;

Halka Avrupalılar gibi yılda iki üçüz yavru doğuran, inekten daha fazla süt veren İsveç SAANEN beyaz keçilerini önerdi…

Her şey çok güzeldi, muhteşem program olmuştu, başkan da mutluydu…

Geç vakitlerde Adana ya dönerken, makam aracında başkana şöyle bir öneride bulundum;

-Başkanım, biliyorsunuz yakında kurban bayramı var:

Şöyle bir kampanya başlatsanız;

”BU BAYRAM VATANDAŞLARIMIZI KOYUN YERİNE SEÇİ KESMEYE DAVET EDİYORUM” deseniz harika olur…

-Tam Abdulkadir, iyi düşündün, çok güzel, dedi…

Ertesi gün, basın toplantısında bu kampanyaya halkı davet etmişti…

Galiba o kurban bayramında inanılmaz sayıda keçi kurban olarak kesilmişti…

Başkan Durak’ın keçiler konusundaki düşüncelerini yayma ve kitaplaştırma çalışmaları devam ediyor…

En son “ORMAN DİLE GELSE-SADECE YANGIN DEĞİL, KEÇİ BENİM KATİLİM” isimli kitabını yayınladı…

Bu konudaki çalışmalarını aralıksız sürdürüyor…

Çok akıllı olan, Adana da 5 dönem belediye başkanı seçilerek Türkiye rekorunu elinde bulunduran Başkan Aytaç Durak’ın ormanı koruma, keçinin yangından daha fazla zararlı olduğunu anlatmaya devam ediyor…

 

POLİTİKACILAR…

MUHTEŞEM SÜLEYMANI

HAVADAN 2,5 SAAT İZLEDİM…

45 yılı aşkın gazetecilik mesleğim boyunca çağımdaki siyasi partili tüm lideri çok yakından izledim, canlı televizyon programlarıma konuk aldım; sohbetler ettim…

O yıllarda video kameralar olmadığı için mitinglerindeki söylevlerini-seslerini teybime kayıt ettim…

-Peki, konuşmalarıyla devasa halk kitlelerini peşinden sürüklemeyi başaran büyük lider;

En etkili, en büyük şovmen kimdir deseniz;

-Şüphesiz ki, Muhteşem Süleyman Demirel’dir derim…

O mitinglerin de;

Biraz ev kadını Fatma, Ayşe Teyze,

Biraz Çiftçi Mehmet Amca, Ali dayı,

Ama en çok Anadolu bilgesi Yunus Emre;

Bunların da ötesinde biraz Hacivat, biraz Karagöz,

Çağımızın gelmiş geçmiş en büyük demagogdur…

Lafının üstüne laf söyleyen çıkmamıştır, çıkmaz, uzun yıllar da asla çıkamayacaktır;

Çünkü defalarca tanık olduğum gibi;

Karşısına çıkanları sözleriyle evire çevire tank gibi ezip üstünden geçip yoluna devam etmiştir…

Muhteşem Süleyman’dan esinlendiğim bir denememde şöyle demiştim;

-GERÇEK LİDER, HALKI GÜNEŞE GÖTÜRMEZ; GÜNEŞİ HALKIN AYAĞINA GETİRİR…

Bende çağımın en etkili politikacısı olan Muhteşem Süleyman’ı özdeyişimde bu şeklinde tanımlamıştım;

Ama onun bu eşsizliğini, laf ebeliğini anlatmam için; bu denememin de yetersiz kaldığını söyleyebilirim…

Başbakan Süleyman Demirel’i hem partisinin Ankara daki kurultaylarında defalarca izledim;

Hem Adana Yeni İstasyon Meydanındaki mitinglerinde izledim;

Daha da ilginç olanı;

Onu Adana ya getiren uçak havaalanına indiği anda, benim bindiğim        iki kişilik başka bir uçakla gökyüzüne yükselerek onu havadan izleyip çalıştığım gazete adına fotoğraflamıştım…

1980 askeri darbesinde yasaklı Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, ilk gezisini Gaziantep’e yapacaktı…

O yıllarda Gaziantep Havaalanını inşaatı ya devam ediyordu,  ya da bakım halindeydi…

Yasaklardan sonra Süleyman Demirel ilk gezisini Gaziantep’e yapacaktı…

Onu getiren uçak Adana ya inecek; buradan kara yoluyla Gaziantep’e geçecekti…

Çalıştığım Milliyet Gazetesi havaalanından iki kişilik uçak kiralamıştı;

Bende onun konvoyunu İncirlik kasabası çıkışına kadar havadan fotoğraflayacaktım…

Demirel’i taşıyan Türk Hava Yolları uçağı Sabah 09; 00 da Şakirpaşa Havaalanına indiği an;

Benim içinde bulunduğum iki kişilik uçakla hemen havalandık…

Onu havadan izlediğim uçağın penceresinden hem slâyt, hem siyah-beyaz, hem de renkli negatif filmler çekmeye başladım…

Süleyman Demirel’in uçağı daha inmeden dışarıda on binlerce seveni, partili vatandaş toplanmıştı…

Ayrıca dava arkadaşları, partililerden oluşan yine binlerce kişi ineceği uçağın etrafını sarmıştı…

Koltuğundan kalkıp, uçağın merdivenlerinden inmesi bile oldukça uzun sürdü…

Havaalanında sayısız koçlar, develer peş peşe kurban ediliyordu;

Yukarıdan fotoğraflar çekmeyi sürdürdüğüm iki kişilik uçakla sürekli havada tur atıyorduk;

Adana’yı bir baştan sona kadar dolanıp geliyorduk;

Demirel’in uçağı ve insanlar bir metre bile yerinden kımıldamıyor;

Aralıksız el sıkmalar, iki sıralı olan vatandaşların her birini teker teker öpüp, hal hatır sormaları yukarıdan izliyordum…

Havadan oldukça uzun mesafeler gidip gelmemize karşın Demirel ve çevresi hiç hareket etmiyordu…

Pilota şöyle diyordum;

-Ağabey Karataş yönüne doğru biraz fazla gidelim…

-Peki, diyordu…

15-20 dakika o yöne gidiyor, aynı sürede geri geliyorduk…

Uçak, çevresindeki on binlerce kişi bir metre bile gitmemiş oluyordu…

Bu kez pilota;

-Ağabey, Karaisalı yönüne gidelim, diyordum…

O yöne gidip 25-30 dakika sonra havaalanının üstüne geri dönüyorduk;

Kalabalık aynı yerde duruyor asla hareket yoktu…

Defalarca Karataş, Defalarca Karaisalı dağları yönüne gidip gelip mekik dokuduk…

Ama kalabalığın hareketi çok azdı…

Bir saatten fazla havada tur atmamıza karşın;

Süleyman Demirel’i izleyen binlerce araçlık konvoy nihayetinde Ceyhan yönüne doğru oldukça yavaş hareket etmişti…

Adanalılar o zamanki ismi-5 olan karayolunun her iki tarafına dizilmişti…

Süleyman Demirel ünlü fötr şapkasıyla her ki yandakileri de selamlıyordu…

Binlerce araçtan oluşan konvoy İncirlik Kasabası yönüne doğru konvoy oldukça ağır ilerliyordu…

İnanılmaz ama abartısız söylüyorum; Süleyman Demirel’i izlemek amacıyla içinde kaptanla benim bulunduğum uçakla;

2 saatten fazla havada kalmıştım, yüzlerce kare filmler çekmiştim…

Konvoyu yolcu ettikten sonra;

İçinde bulunduğum uçakla hemen havaalanına indik;

Renkli negatifleri bir stüdyoda yıkatıp, acil olarak İstanbul’a Milliyet Gazetesine telefoto geçmiştik…

O haberim de milliyet gazetesinde sürmanşetten çok fotoğraflı olarak benim imzamla yayınlanmıştı…

-SÜLEYMAN DEMİREL’E MUHTEŞEM KARŞILAMA…

 

KASIM GÜLEK…

Türkiye’nin bir dönem en ünlü politikacısı olan Adanalı Kasım Gülek söyleşi yapmak istediğim insanların liste başında bulunuyordu…

9 dil bildiği söylenen, CHP’ nin yıllarca genel sekreterliğini yapan, defalarca çeşitli bakanlıklarda bulunan akıllı ve oldukça bilge bir insandı…

Evi de her gün yürüyüş yaptığım ya da bisikletle gezdiğim Seyhan eski baraj gölü kıyısındaydı…

Ahşap 2 Katlı, üstü kiremitli, villa tipi bir yapıdır…

Şehir rehberinden telefonunu defalarca almıştım;

Arıyordum ama her defasında da görevli çıkıyordu,

-Kasım bey şu anda Adana da yok, diyordu…

Israrla arayışlarıma ara vermedim, bulduğum her fırsatta telefonunu çevirdim…

-Kasım bey Ankara da, gibi defalarca yanıtlar verdi…

Bir gün de aradığımda Kasım Beyden randevu kopartmayı başardım, uçarak teybimle karşısına geçtim…

Ama önce tokalaşmasını anlatmam gerekiyor;

Masonların tokalaşma sırasında birbirlerine verdikleri bir şifre yöntemini bana da uyguladığını sonradan öğrenecektim…

Benim uzattığım elimin ortasına kendi elinin başparmağını koyup, hafifçe yarım daire şeklinde çevirerek nezaketle gülümseyerek sıkmıştı…

Anlatmaya başladığında da sessizce ve ilgiyle dinledim…

-Ben Amerika da eğitim, gördüm, o dönemin ABD başkanı Mustafa Kemal Atatürk’e tavsiye mektubu yazdı…

Bu genç, çok akıllı ve başarılı, yararlanın, demişti…

Mektubu Mustafa Kemal Atatürk’e götürüp durumu anlattım, hemen CHP ye telefon açtı, kayıt yapmalarını emretti…

Yani Atatürk’ün emriyle politikaya girmiş oldum…

Kasım Gülek ile yaklaşık 30 dakika konuştum…

Ses kayıtları Arşivimi bağışladığım Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesindedir…

O konuşmasında Kasım Gülek ilk defa bana şöyle bir anısını anlattı;

-Amerikalılar bana dediler ki, Kasım bey, sen bize çok büyük hizmetler yaptın… Arkadaşlığımız ve ebedi dostluğumuzun nişanesi olarak iste, dünyanın hangi ülkesindeki, hangi kendisinin neresinden olursa olsun, villa yapıp sana armağan edeceğiz…

-Kulaklarıma inanamadım önce çok şaşırdım…

Böyle bir teklifi hiçbir zaman beklemiyordum…

Düşündükten sonra bana biraz süre verin dedim…

Bir hafta sonra gittim dedim ki;

-DÜNYANIN EN GÜZEL ÜLKESİ TÜRKİYE, TÜRKİYENİN EN GÜZEL KENTİ ADANA, ADANA NIN EN GÜZEL YERİ DE SEYHAN ESKİ BARAJ GÖLÜ KIYISINDAKİ BENİM EVİMİN OLDUĞU YERDİR NEZAKETİNİZE TEŞEKKÜR EDERİM…)

Kasım Gülek ’in başka bir anlattığı anısı da şöyleydi;

-Bayındırlık Bakanıydım, Amerika’dan ilk defa yol yapan, iş makinelerini Mersin limanına getirttim…

Adana daki Taş köprünün başına yığıp halkı da çağırdım;

-Değerli yurttaşlarım, bu güne kadar kazma ve kürekle yaptığınız yolları artık bu akıllı makineler yapacak…

Herkes çok şaşırdı…

Türkiye de bu makinelerle yapılan ilk asfalt yol Adana Karataş arasıdır…

Türkiye Büyük Millet Meclisinde aleyhimde önergeler verildi, ağır eleştiri ve konuşmalar oldu, onlara kürsüden şöyle dedim;

-Ben elbette Türkiye nin bakanıyım, ama unutmayın ki Adana milletvekiliyim…

Elbette ilk hizmetimi kendi memleketime yapacağım…

Siz de bakan olun, ilk hizmeti kendi memleketinize yapın…

Yüzünden bilgece gülümsemesi asla eksik olmayan çok pozitif, sempatik bir insandı…

Türkiye’deki herkes biliyordu, yaz kış Kasım Gülek her daim soğuk suyla banyo yapmıştı ve buna devam etmekteydi…

Söyleşiyi yaptığım dönemde 90’lı yaşlarındaydı;

Muhteşem bir hafızası, akıcı Türkçesiyle insanı hemen etkiliyordu…

Konuşmanın sonunda şöyle dedi;

-Ben hiç yaşlanmadım ki… 90 yaşında nice gençler, 18 yaşında nice ihtiyarlar gördüm…

İnsan her zaman hissettiği yaştadır…

Evinin girişinde küçük birkaç katlı dolap dikkatimi çekmişti…

Üstünde deri kayış, ayakkabı tamirinde kullanılan çeşitli mumlanmış ipler, delici biz,  deri parçaları, çuvaldız falan vardı…

Kendi ayakkabılarını kendinin tamir ettiğini söylediğinde de şaşırmıştım…

O yaştaki bir insanın hem de kendi işini kendinin yapması, insanlık tarihin en eski mesleği olan dericilik konusunda uzman olduğunu söylemesi ve bunu bulunduğu ileri yaşında uygulamayı başarmasına hayret etmiştim…

Büyük saygı ve sevgiyle karşılayıp, aynı şekilde yolcu etmişti…

Örnek politikacı, bilge bir kişi, muhteşem beyni olan bu Adanalı insanı tanımam benim mesleğimdeki en büyük artım oldu…

(Ses kaydı da Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesine bağışladığım arşivimdedir)

 

 

KASIM ENER…

Kasım Ener 1938-46 yılları arasında yaklaşık 9 sene CHP’li olarak Adana Belediye Başkanlığı yapan çok akıllı bilge bir insandı…

Kendiyle tanışıp yıllarca sohbet ettiğim, sesini kayıt etmeyi başardığım o yıllarda Yüzevler semtindeki villasında eşi Sacide hanım ve baldızıyla birlikte yaşıyordu…

Ömrünün son yıllarında olmasına karşın zekâsını daha da keskinleşmişti…

Türkçeyi muhteşem biçimde sıfır hata ve TRT spikerlerinden daha da üstün bir diksiyonla konuşuyordu…

Öyle ki çağımızdaki gençleri dahi kıskandıracak şekilde konuşuyordu…

Başka bir ifadeyle, Türkçenin akidesi onun ağzında binlerce yıllık bilgeliğiyle deryalar denizler gibi akıyordu…

1980’li yılların ikinci yarında telefon rehberinde evinin numarasını bulup randevu istediğimde;

-Gel gardaş, hem gel bekliyorum, demişti…

İlk görüşmemizden sonra kanımız birbirine ısınmıştı…

Yıllarca kusursuz şekilde samimi iletişimimiz aralıksız olarak devam etmişti…

Öyle ki, görüşmemizin üstünden biraz uzun zaman geçip canı sıkıldığında, yardımcısı Hayriye Hanıma beni telefonla aratıyordu;

-Gardaş gel çok özledim, sohbet edelim, diyordu…

Her sohbetimiz aralıksız olarak 2-3-4 bazen daha uzun saatler sürüyordu…

Genellikle kendi konuşuyordu, ben de bu tarihi kişiliği dikkatlice dinliyor ve teybime kayıt ediyordum…

Ben ise anılar deryasından sunduğu muhteşem deneyimlerinin her biri altından daha da değerliydi…

Özellikle de, “TARİH BOYUNCA ADANA OVASINA (ÇUKUROVAYA) BİR BAKIŞ isimli kitabından her konuşmasında ısrarla söz ediyordu…

-Gardaş bu kitabımı hazırlamak için Avrupa ülkelerinde dolaşmadığım kütüphane kalmadı…

İnanılmaz ölçüde çok para harcadım…

Lübnan, Suriye, Mısır gibi ülkelerin kütüphanelerinde incelemelerde Adana konusunda bilgilere ulaştım…

Ortaya bu muhteşem kitap çıktı…

Ömrüm daha da uzun olsaydı da Adana’yı araştırmayı sürdürecektim…

Kasım Ener bu kitabının ilk baskısını kendi olanaklarıyla yapmıştı;

Özellikle okuyacağına inandığı, kültürlü kişilere, ya da evine gelen her misafirine ücretsiz olarak armağan etmişti…

Yıllarca mücadele etmesine karşı Kültür Bakanlı yetkilileri bu kitabın basılması için dönüp bile bakmadı…

Maalesef Kasım Ener’in ölümünden sonra da Kültür Bakanlığının Mersin deki yayınevinde kitabını bastırdığını görünce üzüldüm…

Keşke yaşadığı dönemde bakanlık yayınlasaydı da Kasım Ener’i onurlandırsaydı…

Türkiye de ve Adana da bu konuda maalesef insanlar ölmeyince değeri bilinmiyor fark edilmiyor…

Kasım Ener Adana Belediye Başkanı olduğu yıllarda İsmet İnönü ile Churchill buluşması Yenice de gerçekleşir…

O dönemin kıtlık yılları olduğundan her konuşmamızda sürekli yakındı ve şöyle anlattı;

-İngiltere Başbakanı Gelecek, ikramlarda bulunmamız gerekiyor…

Belediye başkanı olarak görevde benimdi…

Yetkilileri Adana nın tüm mahalleleri, köylerini teker teker dolaştırdım bir tek hindi bulunmuyordu…

Neyse sonunda en ücra bir köyde iki üç hindiyi temin edip gerekli ikramlarımızı yapmayı başarmıştık…

Yemekten sonra GÖDE şalgamı ikram edildi…

İngiltere Başbakan tadını ve hoş kokusunu çok beğendi…

Bunun İngiltere de üretilmesinin yararlı olacağını söyledi…

Göde’den formülünü rica etti; o da bunun imkânsız ve mesleki sır olduğunu veremeyeceğini söyledi…

Kasım Ener 9 yıla yakın belediye başkanlığı o dönemdeki kıtlığı anlatırken de;

-O yıllar savaş dönemiydi…

Yokluk, sefalet inanılmaz büyük boyutlardaydı…

Cenazeler için kefen bezi bile bulamıyorduk, daha doğrusu yoktu, ölenlerin sadece özel yerlerini kapatacak şekilde ufak bezlerle defnediyorduk…

Kasım Ener bana her zaman ve tam olarak güvendiği için birkaç defa otomobilimle Adana’yı gezmek istedi…

Bir ara önce Ulucaminin yanındaki Tuzhanında durdurdu, otomobilden aşağıya indik;

-Gardaş buralara develer yükleriyle gelip konaklarlardı…

Adana nın Ticareti burada yapılırdı…

Beşikten mezara kadar insanlara ne lazımsa deve yükleriyle buraya gelir ve indirilirdi…

Özellikle tarihi kapalı çarşıda uzaklardan getirdikleri kumaşlar kapışılırdı…

Oradan Ulucamiye geldik; içine girdik, şöyle bir inceledi…

Ramazoğlu mezarlarının olduğu yer altı girişinin önünde durduk…

-Faraç(temizlikçiyi)nerede gel buraya diye seslendi?

Bir kişi koşarak geldi, ondan Ramazoğlu beylerinin Ulucaminin bodrumunda gömülü olduğu yere göz attı… Şöyle dedi;

-Abdulkadir Bey, aslında şu anda Ramazoğlu nesli erkek olarak devam etmiyor…

Bir süre sonra erkek nesli kesildi, sadece bayanlar olarak devam ediyor…

Şu anda soyadını taşıyanlar kadın nesli tarafından gelenler…

Kasım Ener daha sonra Abidinpaşa Caddesindeki iş bankasının önünde durmamı istedi…

Biraz yorulmuştu ama yine de ayakta duruyordu, ama zihni ve gözleri harika pırıl pırıldı…

Buraların çok değiştiğini, gözlerine inanamadığını söyledi…

-Gardaş, buraların metresi o yıllarda 5 kuruştan satılırdı…

O yıllarda 5 kuruş çok büyük paraydı…

Bir gün yine beni çağırdı…

Ziyaretine gittiğimde 1991 yılıydı; hiç unutamam…

Villasının bahçesindeki evinin önündeki gül bahçesinde şezlongunda güneşlenirken çok mutluydu…

Beni gülerek o güne kadar görmediğim şekilde mutlu biçimde karşıladı, şöyle arkasına yaslanmıştı;

-Ohhhhh Abdulkadir Bey bu gün çok mutluyum dedi…

Gözlerini yumup koltuğunun arkasına rahatlıkla yaslandı…

-Ne oldu Kasım Amca? Dedim…

-Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yıkıldı…

Bundan daha da büyük müjde mi olur?

Artık Türklerin yüzyılı başladı, birliğimizi, büyümemizi, uygarlığımızı güçlendirmemizi kimse engelleyemez…

Çok mutluyum dedi, üstüne basarak da sözünü tekrarladı çok dedi…

Bu olaydan kısa süre sonra da hayata veda etti…

Ölümünden kimse haber vermemişti, cenaze törenine 3-4 kişi katılmıştı, benim de haberim olmadı;

Asri mezarlıktaki aile kabristanlığına defnedildi…

Nedenle insanlar yaşarken de, ölünce de kıymeti anlaşılmıyor bu çok üzüntü verici bir olay…

Kasım Ener benim ev telefonumu da gece gündüz arardı…

Bir sabah henüz hava karanlık ve henüz güneş doğmamıştı…

Kasım Ener aradı ve telefonda hüngür hüngür ağlıyordu…

-Buyur Kasım Amca hayırdır?

Hıçkırıklar arasında;

-Eşimi kaybettim, hemen buraya gelebilir misin? Dedi…

Erkenden kalkıp gittim…

Sonra da Hürriyet Gazetesine ilan vermemi rica etti… Onu da yerine getirmiştim…

Başka bir notta şöyle;

-Abdulkadir Bey, belediye başkanlığı yaptığım dönemde kasada para yoktu…

Çalışanların parasını ben kendi cebimden ödediğim çok oldu…

Bunu da unutma bir yere not et demişti…

(Ses kayıtları Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesine bağışladığım arşivimde yer alıyor…)

 

BELEDİYE BAŞKANI SELAHATTİN ÇOLAK’IN SÖZÜ…

Yeni Güney Haber Gazetesinde çalıştığım günlerden biri de yılbaşına denk geliyordu…

Saat 20; 00 de yeni vilayet civarındaki gazeteden otomobilimle çıktım…

Yılbaşı kutlamasını evde yapacaktık; mavi bulvardaki evime gidiyordum…

Yılbaşı gecesi olduğu için, kent merkezinden, kanal köprü yönüne gidecek on binlerce otomobil, tek bir gözü olan alt geçidi tıkamıştı…

Ne kuzeydekiler güneye, ne de güneydekiler kuzeye geçemiyordu…

Yani otomobiller yılbaşı gecesi hayatı tıkamıştı…

Hiç birisi bir metre bile ilerlemiyordu…

Sanki hepsi üst üste yığılmış gibi duruyordu…

Benimde evime gitmek için geçmek zorunda kaldığım kanal köprüye doğru giden Devlet Demir Yolları tek gözlü alt geçidini tıkanmıştı…

O günlerde, kentin kuzeyinden gelen, araçlarla;

Alt geçidi kullanarak güneye geçenler…

Ya da güneyden kuzeye geçen araçların kullandığı köprünün tek gözlüydü…

Alt geçidinin boyutları ise sadece 5x5 metreydi…

Yani iki araç asla karşılıklı geçemiyor, bir yönden gelen diğerini bekliyor;

Öteki geçiyor, sonra bu bekliyor, diğeri geçiyordu…

O yılbaşı gecesi saat 01;00 de evime ancak ulaşabilmiştim…

Oysa 7-8 dakikalık bir yoldu…

Tüm araçlar yılbaşı öncesi heyecanıyla aynı anda yola çıkmıştı…

Ertesi gün çalıştığım gazetemde muhteşem bir makale yazdım;

Yayınlandığı sabah Belediye Başkanı Selahattin Çolak sabahleyin telefonla önce beni arayıp teşekkür etti…

Daha sonra da makamında bir basın toplantısı düzenledi…

Abartısız 30 gazeteci vardı…

Çünkü o yıllarda her gazetenin muhabiri ve foto muhabiri birlikte toplantıları izlerlerdi…

Başkan Çolak basın toplantısında tüm gazetecilere beni göstererek dedi ki;

-Abdulkadir Beyin köşe yazısını okudum, çok duygulandım, çok üzüldüm, biraz da utandım…

Adana için bu alt geçit tam bir yüz karasıdır…

Söz veriyorum, o alt geçidi öyle güzel ve büyük yapacağım ki adını da ABDULKADİR KAÇAR ALT GEÇİDİ koyacağım, dedi…

Arkadaşların hepsi sus pus oldu, biraz da kıskançlık düşüncesiyle beni uzaktan ve fark ettirmeden izlemeye çalıştılar…

Çalışmalar hızla başladı ve aralıksız sürerken seçime gidildi başkan kazanamadı…

Önemli olan benim başkanın dikkatini o altgeçide çekmeyi başarmam ve kararını etkilememdi…

Belediyenin gündemine almasını sağlamımdı…

Adana da inşaatı o yıllarda başlayan daha sonraki yönetimler tarafından sürdürülen çok güzel bir alt geçip yapıldı…

Zaten Devlette Devamlılık esastır diye bir anlayış var…

Şu anda bu alt geçit devletçilik anlayışının en somut kanıtıdır…

DDY alt geçidini bu günkü hale getirmek için emek harcayan, çalışan belediye başkanları ve bürokratları başta olmak üzere herkese teşekkür ediyorum…

 

 

BAŞKAN ÇOLAK’LA ARALIKSIZ

YAKLAŞIK 70 GÜN BULUŞUP ANILARINI TEYBİME KAYIT ETTİM…

Adana daki solun başpehlivanı Selahattin Çolak, sağın ki ise Aytaç Durak’tır…

1994 teki seçimlerde Durak kazanmış, Çolak kaybetmişti…

Bir ara kendine hayatını yazabileceğimi, bunun için zaman ayırmasını söylemiştim…

Artık belediyede değildi ve sürekli bürosundaydı…

Bir ara yeniden bu söz konusu olunca;

-Abdulkadir Bey, buluşalım, anılarımı sana anlatayım dedi…

Sistemimi kurdum, 70 gün boyunca bürosunda buluştuk…

Bana bir oda verdi, sabahleyin erkenden gelip teybime konuşuyor, sonra da onları daktilo ediyordum…

Bir gün yine bürosunda basın toplantısı yaparken, 30’dan fazla gazeteci gelmişti…

Hayatını yazdığımı bilen, biraz da kıskanç meslektaşım olan gazeteci arkadaşlarımdan birisi;

-Abdulkadir, bu güne kadar maaş almadan sıkıntılar çekerek çalıştın…

Herkes biliyor meslekte başarılısın;

Ama artık yağlı bir kuyruk buldun, Başkan Çolak seni ihya eder, dedi…

Başkan birden dikkat kesildi, biraz da bozuldu;

-Ben, dedi, Abdulkadir Beye saygısızlık yapar mıyım? O benim en sevdiğim gazeteci…

Biz sadece birlikte bir eser ortaya koymaya çalışıyoruz…

Yağlı kuyruk falan sözlerini kabul etmiyorum, dedi…

Birlikte çalıştığımız 70 günlük sürede iki bayram olmuştu…

Her çalışanına arife günü birer kutu baklavayı hediye olarak vermişti…

Benimde 70 günlük çalışmamda aldığım tek ücret iki kutu baklava olmuştu…

Başkan daha sonraki görüşmelerimizde şöyle demişti;

-Abdulkadir Bey, yeniden seçimi kazanırsam makamımın bitişiğinde sana makam odası vereceğim…

Emrinde sekreterin, telefonların ve de otomobilin olacak…

Ama yapılan seçimlere bir daha katılmadı, seçimi de kazanamadı…

Bana verdiği sözlerin hepsi de havada kaldı…

 

ÇOLAK BAŞKANIN 2.TEKLİFİNİ DE

RET ETTİM…

Adana da ilk özel radyo FM bandından yayına başlayan ESER-FM ‘ di…

Hakkı Tanış’ın sahibi olduğu bu radyonun Stüdyosu da Kenan Evren Bulvarında(bu günkü adı şehitler bulvarı oldu)12 katlı bir binanın en üst katındaydı…

Belediye Başkanı olan Selahattin Çolak’ı programa davet ettim…

İlk defa özel bir radyoda, megafonlu telefonla kendine oy veren Adanalılarla sohbet etti…

Üç saat falan, belki daha da fazla sürmüştü program…

Bitince aşağı indik, evim yakındı, başkan beni makam arabasıyla evime bırakmak istiyordu;

-Başkanım, evim yakın, yürüyerek giderim dememe karşın makam arabasına bindik…

Yolda giderken Başkan Çolak şöyle dedi;

-Abdulkadir Bey, gazeteci arkadaşlarının hepsi benden bir şeyler istedi… Sen hiçbir şey istemedin…

Sen Basın Danışmanı Özer Öztep ağabeyine tarihsiz bir dilekçe ver…

Peşinatını ve ilk taksitini ben ödeyeceğim…

-Teşekkür ederim başkanım; annemin evi var…

Orada yaşıyorum…

Israrla aynı cümleleri söyledi başkan…

Yanımda bulunan Özel Kalem Müdürü ve basın danışmanı;

-Kabul et, kabul et, diye sürekli dirsekleriyle dürttüler…

Birkaç kez yine aynı şeyi söylemesine karşın başkan Çolak’a “HAYIR” dedim…

Başka bir meslektaşımın bu teklife hayır diyebileceğini sanmıyorum…

O nedenle güzel bir meslek geçmişim var…

Her zaman âşık olduğum mesleğimle gurur duydum, aşkla yapmayı sürdürüyorum…

 

 

POLİTİKADA BİR DEVRİN ADAMI

DR. SUPHİ BAYRAM…

Adanalı Dr. Suphi Baykam dünyaca ünlü ressam Bedri Baykam’ın babasıdır…

İnanılmaz çok zor şartlarda doktor olmayı başarmış, her sözüyle bilgi deryası olan bilge bir insandı…

CHP de milletvekili olarak görev yapmıştı…

İsmet paşanın da her daim çok yakınıydı…

Oğlu Bedri’nin çocuk çağındaki çizimlerinden oluşturduğu resim sergisini İnönü’ye açtırmıştı…

Bedrinin resim sergisi Adana da D-400 karayolu ile Atatürk Caddesinin kesiştiği AKBANK SANAT GALERİSİNDE açılmıştı…

Suphi Bey gelip gidenler izleyicilerle çok yakından ilgileniyordu…

Oğlunun resimlerinin tanıtımını ve satışı için kulis yapıyordu…

Oldukça sıcakkanlı, sözleriyle karşısındakini etkileyen bir karizmaya sahipti…

Benim de izleyici olarak gittiğim sergide gazeteci olduğumu öğrenince inanılmaz iletişime geçti…

-Abdulkadir Bey, ilgilenirsen benim de hayatım çok renklidir dedi…

Hemen randevulaştık, sergi sonunda da Seyhan Otelinin lobisinde bir aya yakın süre buluştuk…

Her defasında teybimi açtım, anılarını ve tüm konuşmalarını kayıt ettim…

Gerçekten çok zor şartlarda, Yüreğir’deki evlerinde komşularından topladığı gazlarla, lambanın ışığında çalışarak Tıp Doktoru olma öyküsü gerçekten de muhteşemdi…

Daha sonra da CHP milletvekilliğine yükselmeyi başarmıştı…

1960 darbesini ve sonraki yıllarda birkaç defa ölümle yüz yüze gelmişti…

Bir ara CHP Genel Başkanlığına adaylığını Çukurova Gazeteciler Cemiyetindeki toplantıyı ben organize etmiştim…

Ülke genelinde büyük ses getirmişti…

Anılarını da “POLİTİKADA BİR DEVRİN ADAMI” başlığıyla, önce çalıştığım Ekspres Gazetesinde yayınladım…

Sonra da Aydın Caner ile “DAN DAN ADANA’DAN” ortak kitabımızdaki bir bölümde yer almıştı…

Daha sonraki yıllarda Bedri Bayram’la defalarca Adana ya geldiler…

O yıllarda ERKAN FM radyosunda canlı yayınlar yapmıştım…

Suphi Baykan, Seyhan otelinde her buluşmamızda ısrarla yemek teklif etti…

Ben de ısrarla kabul etmedim, bir gün piliççinin önünden geçerken, elimden tuttu;

-Zorla içeri çekti, gir şuraya, diye emri vaki şekilde hiddetle beni oraya girdirdi…

Zorla yarım piliç ikram etmeyi başardı…

Bedri bey babasına ait ses kasetlerini istedi, kendine verdim…

Kitaplaştıracağını, eserinden de bana armağan edeceğini söylemişti…

Daha sonra da bir haber çıkmadı…

Hem Dr. Suphi Bayram, hem da oğlu Bedri Baykam, Adana’nın yetiştirdiği büyük değerlerdir…

Sahip çıkılıp, mutlaka değerlendirilmesi, gelecek kuşaklara örnek olarak anlatılması gereken güzelliklerdir…

Gazeteci olarak ben olanaklarım ölçüsünde gerekli tanıtımları yapmayı başardım…

Gönül ister ki, bu değerlerimize daha çok sahip çıkıp, daha sıkı sarılalım…

 

KURMAY ALBAY NURİ KORKMAZ’ İLK EMRİ; “BASIN TOPLANTILARIMI ABDULKADİR İZLEYECEK”

12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında 6.Kolordu Komutanlığında görev yapmakta olan;

Kurmay Albay Nuri Korkmaz o dönemde Adana Belediye Başkanlığına getirilmişti…

1977 de halkın oylarıyla seçilen CHP’li Selahattin Çolak darbeden sonra istifa dilekçesini yazmak zorunda kalmıştı…

Hürriyet Gazetesinde çalıştığım o yıllarda her türlü basın toplantılarına muhabir olarak ben giderdim…

Ama darbeden sonra Belediye Başkanı Olan Kurmay Albay Nuri Korkmaz muhabirler arasında bana ayrı bir önem vermişti…

-“BASIN TOPLANTILARIMI ABDULKADİR KAÇAR İZLEYECEK” diye emir vermişti…

Gerçekten de basın toplantılarının tamamını ben izlemiştim… Haftada iki ya da üç kez yaptığı toplantı öncesi;

Şefim Cevat Eren’e;

-Basın Toplantımı Abdulkadir’ i bekliyorum diyordu…

Şefim de o çağrıya uyuyor ve başkanın tüm toplantılarına beni görevlendiriyordu…

O yıllardaki gazeteciler her türlü basın toplantılarına iki kişi gidiyordu;

Biri fotoğrafları çekiyor, diğeri de haberleri yazıyordu…

Ama ben tek kişilik bir güçtüm; şöyle ki hem olayın fotoğrafını çekiyor, hem de haberi yazıyordum…

Yani Hürriyet Gazetesi, basın toplantılarına;

İki kişi göndermek yerine sadece beni giderek bir tür tasarruf etmiş oluyordu;

Basın toplantıları çok kalabalık geçiyordu…

En küçük bir haberde bile en az 30 muhabir bulunuyordu…

Belediyedeki basın toplantısı sona erdiğinde;

Kurmay Albay Nuri Korkmaz beni belediyenin bahçesinde yürüyüşe davet ediyordu…

Küçük bahçede her toplantı sonrası 30-40 dakika birlikte yürüyüş yapıyorduk…

Belediyenin laçka bir yer olduğunu, kimin ne yaptığını anlamadığını söylüyordu…

Özellikle bazı bölümlerdeki kişilerin her türlü rüşvete karıştığından yakınıyordu…

-Abdulkadir sen olsan ne yaparsın? Diyordu…

-Başkanım, siz hem asker, hem de bürokratsınız, yasalar neyi emrediyorsa onu yapacaksınız…

-Tamam da nereden tutsam elimde kalıyor kardeşim, diyordu…

Çalışanları sürekli şikâyet ediyor, dert yanıyor ama bir türlü rahat hareket edemiyordu…

Ziyapaşa Bulvarı üzerine yapılacak olan Atilla Altıkat üst geçidi ihalesi öncesi;

Katılacak tüm müteahhitleri karşısına dizdi;

-Herkes beni çok iyi dinlesin…

O üst geçit yapılıp bittiğinde hepinizi altına dizeceğim…

Üstünüzden en büyük tonajlı yüzlerce Tırları geçireceğim…

Çürük yaptıysanız, üst geçidin altında kalıp hepinizi öldüreceğim…

Ona göre dürüst ve sağlam iş yapın…

 

BELEDİYE BAŞKANI KURMAY ALBAY’I ERCAN KONT’ UN UZUN SAÇI RAHATSIZ EDİYORDU(CİK CİK NECATİ)…

Her basın toplantısı bitince diğer gazeteciler giderken;

Belediye Başkanı Nuri Korkmaz beni durdururdu;

Bahçeye iner birlikte 30-40 dakika tur atardık… Belediye çalışanlarından şikâyet ederdi…

Başka bir bahçe yürüyüşümüz sırasında;

Belediye çalışanları arasında saçını ünlü sanatçı Barış Manço gibi hemen beline kadar uzatarak gezen, Tiyatro Müdürü Ercan Kont’tan şikâyet ediyordu…

-Kaç defa uyarıldı, ama arkadaş saçını kesmiyor…

Adam baştan sona kadar muhalif…

-Başkanım, siz bir yolunu bulursunuz, ne yapacağınızı iyi bilirsiniz, yasaları uygulayacaksınız demiştim…

Belediyede her işte kullanılan ve joker olarak bilinen her derde derman olan Necati Özkan’a;

-NECATİ YAVRUM, ERCAN’I MEVCUTLU OLARAK BERBERE GÖTÜR…

ADAM GİBİ TIRAŞ ETTİR, HEMEN GERİ GELİP BANA TEKMİL VER, demişti…

Necati Özkan da başkanın talimatını;

Göz açıp kapayıncaya Ercan Kont’u mevcutlu olarak;

En yakın berbere götürüp tıraş ettirip, ışık hızıyla geri getirip başkana tekmil vermişti…

Başkan Nuri Korkmaz Albaydan büyük takdir almıştı…

-NECATİ YAVRUM, KUŞ GİBİ HIZLI BİÇİMDE GİDİP, KUŞ GİBİ GÖREVİNİ YAPIP GELDİN…

SENİN ADINI BUNDAN SONRA, YANİ KUŞ GİBİ HIZLI CİKCİK NECATİ KOYUYORUM, demişti…

Ondan sonra Necati Özsan’ın adı tüm Adana da ve Türkiye de CİCİK NECATİ olarak anılmıştı…

Adana Belediyesine 1980 den sonra başkan olarak atanan Kurmay Albay, Seyhan Nehri üzerinde Devlet Demir Yolları yanındaki Belediye Konukevinde yaşıyordu…

Çok büyük kahkahalar atıyor, muhteşem bir neşeli ve poziti tipi vardı…

Bahçede yetişen muhteşem Washington portakalını çok seviyordu…

Şefimle evine haber için gittiğimizde, diğer misafirlerine olduğu gibi bize de o portakalları elleriyle soyarak ikram ediyordu…

(Adana da 29 Eylül 1980 ile 2 Aralık 1981 de belediye başkanı olarak kısa dönem görev yapmıştı…

Daha sonra Demokratik Sol Parti Kurucu üyeliği yapmıştı…

TBMM de XV11 dönemi Adana milletvekilliği görevinde bulundu…)

 

 

SEYHAN BELEDİYE BAŞKANI

AZİM ÖZTÜRK TV EKRANINDA

VERDİĞİ SÖZÜNÜ TUTMADI…

Ak Partiden Seyhan İlçesi Belediye Başkanı seçilen;

Prof. Dr. Azim Öztürk, seçim öncesinde televizyondaki canlı yayınımızda halka verdiği sözlerin hiç birini tutmadı…

O yıllarda Çukurova Televizyonunda haftada üç, bazen dört program yapıyordum…

Seçime yaklaşırken Televizyon Belediye Başkan adaylarını da sıkça canlı yayına konuk olarak alıyorduk…

Ak Parti akademisyen, yazdığı kent sorunlarının çözümü kitapları bulunan Prof. Dr. Azim Öztürk’ü Seyhan Belediye Başkanlığına aday göstermişti…

Televizyona canlı yayınımıza konuk olmadan bir-iki ay kadar önce M-1 deki bir kafedeki;

Kimse tanımadığı için bir köşede sessiz, sakin, tek başına oturup çay içerken Prof. Dr. Azim Öztürk’le karşılaştık…

Hem ART Tv de 5,  hem Kanal-A televizyonunda 5 yılda binlerce program yaptığım;

Halen de Çukurova Televizyonunda hatada 3-4 kez ekranda göründüğüm için beni ekrandan tanımış olmalıydı…

Garip şekilde oturduğu, kimsenin tanımadığı, yüzüne bile bakıp ilgilenmediği masasına beni davet etti; birlikte çay içerken bir yandan da benden bilgi almak istedi…

-Abdulkadir Bey, biliyorsun ben Seyhan Belediye Başkanlığına adayım…

Gazeteci arkadaşım, kardeşim olarak bana neler önerirsin? Neler yaparsam iyi, neler yaparsam yanlış olur, dedi…

-Size şimdiden başkan demeliyim;

İlk ve en önemli madde gazetecilerle iyi geçinin…

Medya mensubuyla asla takışmayın, zıtlaşmayın;

Çünkü her politikacı takıştığı-tartıştığı-hakaret ettiği, aleyhinde dava açtığı gazetecilere yenilmiştir…

Tarih bunun örnekleriyle doludur…

İkinci önerim de; seçildiğiniz takdirde, sizden önce başkanların işe aldığı personele dokunmayın; kimsenin ekmeğiyle oynamayın…

Oy verseler de vermemiş olsalar da onların her birisi ev geçindiren, çocukları okuyan insanlar…

Aradan kısa bir süre geçti, başkan adayı Prof. Dr. Azim Öztürk’ü:

İki gazeteci arkadaşımızla Çukurova Televizyonunda iki üç kez canlı yayına konuk olarak aldık…

Sorular sorduk, mesleğinin şehircilik olduğunu bu konunun kitabını yazdığını, seçildiği takdirde Seyhan ilçemize çok güzel şeyler dakikalarca övünerek anlattı iddia etti…

Seçime gitmeden önce iki üç kez yine bizim canlı yayınımıza konuk olmuştu;

Her programda da aynı şeyleri tekrarlar şeklinde hatırlattım;

-Sayın Başkan, seçildiğiniz takdirde, daha önce işe alınan çalışanların işlerine son verecek misiniz?

Çalışanlar bu konuda tedirgin, sizin güvence vermenize ihtiyaçları var…

-Buradan Seyhan Belediye çalışanlarına söz veriyorum, hiçbir çalışanın ekmeğiyle oynamayacağım, işine asla son vermeyeceğim…

Çalışan kardeşlerim müsterih olsunlar…

Görevlerini yapmaya gönül rahatlığıyla devam etsinler…

Sonra ne mi oldu? Seçimler yapıldı, Prof. Dr. Azim Öztürk Başkan seçilmeyi başardı…

Göreve geldiği ilk hafta içinde pek çok kişi gibi, orada harita bölümünde inşaat mühendisi olarak çalışan ablamın da elinden istifa dilekçesi aldı…

Makamında ziyaret ettim ve çalışanlara verdiği sözleri hatırlattım;

Çünkü oğlu İstanbul da okuyordu…

Bir süreliğine ablam çalıştı, tekrar istifa dilekçesi, tekrar çalıştı falan…

Yani Türkiye’deki politikacıların seçim öncesi verdiği tutmadığına, ilk işleri kendilerinden önceki başkanların işe aldığı çalışanların kapının önüne koymalarına yıllarca tanık olmuştum…

İki üç kez televizyondaki canlı yayınlarda, halkın gözünün içine bakarak kimsenin işten çıkartılmayacağı sözünü veren;

Ama bunun tam aksini, işbaşına geldikten bir hafta sonra yapan;

Prof. Dr. Azim Öztürk’te bu konuda beni yanıltmadı…

Bu arada Adana da bazı ilçe belediye başkanları değiştiğinde;

Kurumda çalışıp, işlerinden ayrılmak istemeyenleri döverek, küfürler ederek, yaralayarak belediyeden kovdukları zaten gazetelerde defalarca yer almıştı…

 

BAŞBAKAN ÖZAL’A

SESLENMEM TEPKİ ÇEKTİ…

Aytaç Durak başbakan Turgut Özal’ın ANAVATAN partisinden Adana Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştu…

İlk icraatlarından biri de kentin kanalizasyon ana kollektör sorununu çözmek için harekete geçmişti…

142,5 kilometrelik devasa künkler döşenecekti…

İçinden kamyonet geçen devasa kanalizasyon sistemi boruları döşenecekti…

Başbakan Turgut Özal’ da temel atma töreni için kente gelmişti…

Başbakan, Hava alanı yakınında künkler için açılan devasa çukurda harç atmaya başladı…

Gazeteciler olarak yukarıda, başbakan aşağıdaydı ve yüzü de görünmüyordu…

Hiçbir gazetecinin sesi soluğu çıkmıyordu, herkes biraz çekiniyordu…

Ben bir türlü istediğim fotoğrafı çekemiyordum…

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanı temel atıyordu, mutlaka güzel bir fotoğraf çekmem gerekiyordu…

Yaklaşık 30-40 gazetecinin sorununu çözmek için daha fazla dayanamayıp yüksek bir sesle;

-Sayın Başbakanım, biraz yukarıya bakabilir misiniz?

Dediğimi yaptı, yukarı baktı tüm flaşlar birden patladı elinde harçla fotoğrafını benim gibi diğer arkadaşlarımda çekmeyi başarmıştı…

Çevresindeki koruma polisleri, bürokratlar milletvekilleri, bana sert ve ters birer bakış attılar…

Bir tek Aytaç Başkan gülümseyerek beni kutlamıştı…

Ama işi bitirmiş, Başbakan Turgut Özal’a istediğim pozu verdirerek, diğer gazetecilerin de sorunlarını çözmüştüm…

Gazeteciler olarak bazen riski göze almak gerekiyor; yoksa sonuç istenilen gibi olmuyor…

Bu riskleri her zaman göze aldım, güzel sonuçlara da ulaştım…

Bu gün olsa yine aynı şeyi yapardım…

 

 

HER ZAMAN ÖZGÜRLÜĞÜ SEÇTİM…

 

TRT ŞANSIMI İSTEYEREK

KULLANMADIM…

TRT Çukurova Radyosunun stüdyoları Mersin de; Haber Merkezinin ise Adana’dadır…

1989 yıllarda her gazeteci gibi ben de bir ara işsiz kaldım;

Ama Hürriyet, Milliyet gazetelerdeki başarılarım herkesçe yakından izlenip, imzamla takdir kazanıyordum…

Yani diğer meslektaşlarım beni yakından takip ediyor, ne yaptığım yakından biliniyordu…

TRT Haber Merkezi Bölge müdürü Gürses Vargül bir gün beni telefonla aradı;

-Abdulkadir yarın Adana ya TRT genel müdür yardımcısı geliyor…

Seni onunla tanıştıracağım…

İstisna sözleşme ile seni TRT ye aldıracağım, dedi…

Teşekkür ettim, düşüneceğimi söyledim…

Aynı günün gecesinde de BÖLGE GAZETESİ ’ni kurmaya hazırlanan Tahsin ağabeyimin de okul arkadaşı olan Nevzat Uçak aradı;

-Abdulkadir yeni bir gazete kuruyorum…

Sen ilk sıradasın, yarın gel işe başla, bekliyorum, dedi…

Hepten şaşırdım kaldım; başarılı olunca bu türlü teklifler sıkça insanı buluyor…

Ayrıca hep böyle olur, bazen işsizlikle bunalır insan, bazen de birkaç teklif birden gelir…

Gece boyunca düşündüm, ertesi sabah oldu, ben BÖLGE GAZETESİ ni tercih ettim…

Çünkü bir filozofun şu sözü her daim aklımdaydı;

“DEVLET MEMURLARI YARATICI OLAMAZ… ŞÖYLE YA DA BÖYLE YASALAR ONLARI BAĞLAR”

Bu sözü bildiğim için, özgür ve yaratıcı gazeteciliği tercih ettim…

Hayatımın muhasebesini yapınca şunu söyleyebilirim;

Bu güne kadar yapabildiğim ya da yapamadığım hiçbir şeyden asla ve kata pişmanlık duymuyorum…

Özgürlüğün bedeli olabilir mi?

Çok para kazanıp az özgürlük yerine, gerektiğinde aç yaşayarak tam özgürlükle yaratıcı düşünceli yaşayarak eserler vermeyi seçtim…

BÜYÜK MUCİZE YAŞADIM…

AZİZ NESİN’LE

BULUŞMA MUCİZEM…

Seyhan Belediyesinin Kültürel Etkinliğinde o güne kadar Adana ya gelmeyen birçok yazar, çizer, düşünür davet edilmiş hepsi de o çağrıya uymuştu…

Benim için flaş isim o güne kadar tüm kitaplarını severek, büyük keyif alarak okuduğum idolüm olarak kabul ettiğim Aziz Nesin’di…

Çalıştığım Bölge Gazetesindeki santral memuruna üstadın kaldığı İnci oteli ve Aziz Nesin’i bağlamasını rica etmiştim…

Hiç umudum yoktu, 5 dakika sonra telefonun ucundaki ses;

-Buyurun efendim, ben Aziz Nesin’im deyince dünya durmuştu sanki…

Çalıştığım gazeteyi, kendimi tanıttım, söyleşi yapmak istediğimi anlatınca;

-Gel evladım, bekliyorum, dedi…

10 dakikalık yürüme mesafesindeki otele özel taksi tutarak ulaştım…

O günlerde gazeteciliğe yanımda başlayan Acar Filiz’i de aldım, fotoğraflarımızı çekmesini sağladım…

Tek sözcüklü röportajımı baştan sona kadar yanıtladı…

Öyle kibar, öyle beyefendi, öyle karizması vardı ki;

Konuşmalarını, verdiği yanıtlarını nefes almadan dinledim…

O söyleşi, Aziz Nesin’in ölümünden sonra “BİR DOKUN BİN AH İŞİT” isimli kitabında yer aldı…

Orada Aziz Nesin, ölümünden sonra mezar istemediğini, tören istemediğini anlatıyordu…

 

 

YAŞAR KEMAL; “BENİ TUZAĞA DÜŞÜRECEKSİN” DİYE MASADAN KAÇTI…

Yine 1991 deki Seyhan belediyesi birinci kültür şenliğine gelenlerden biri de dünyaca ünlü romancımız Yaşar Kemal’ di…

Atatürk Parkında halka açık konferanslarında hem Aziz Nesin’in, hem Yaşar Kemal’in konuşmalarını teybe kaydetmiştim…

Adanalı olan Demirtaş Ceyhun’u kendime daha yakın buluyordum… Ondan rica ettim;

-Ağabey tek sözcüklü söyleşi moda, Yaşar Kemal’den de benim adıma bir randevu alabilir misiniz?

-Tamam, dedi…

Yaşar Kemal’le kaldığı otelinde sabahleyin randevulaştık…

Gün içinde saatlerce konuştuğumuz Yaşar Kemal üstatla otelde önce sabah kahvaltı yaptık ve uzunca sohbet ettik…

Başka bir masaya birlikte geçtik;

Teybi açıp, tek sözcüklü söyleşi lafını duyunca;

-Yok, sen beni tuzağa düşürmek istiyorsun;

Ben bu söyleşide yoğum arkadaş, diye gök gürültüsü gibi sesiyle kabul etmedi…

Masadan kalkıp hızla uzaklaştı…

Onun tepki vermesi bile benim için tarihi bir olay;

Büyük ve sevinç duyduğum bir buluşmaydı…

Çünkü çağının en büyükleri olan muhteşem insanlarla bir arada olmak, onları dinlemek, çağına ölümsüz imzalarını atan bu bireyleri tanımaktan her zaman onur duydum…

Söyleşimi ret etse de benim gönlümün en güzel yerindeki ölümsüz yeri vardır…

Hemen tüm kitaplarını okuduğum, hayranı olduğum büyük bir kişilik, tarihi bir şahsiyettir…

 

SANATÇILARVE ŞAŞIRTAN BULUŞMA…

SOLCU CEM KARACA TAM

ÖZALCI OLMUŞTU…

1980’öncesindeki protest şarkılarıyla yoğun bir taraftar ve hayran topluluğu kazanmıştı…

Ama şarkıları devlet politikasına uygun olmadığı için yurtdışına kaçmış orada yaşamaya başlamıştı…

Hatta vatandaşlıktan da çıkartıldığını hatırlıyorum…

Daha sonra Başbakan Turgut Özal’ın affı sayesinde Türkiye ye dönebilmişti…

Seyhan belediye Başkanı Yalçın Akyol’un 1991 yılında düzenlediği 1. KÜLTÜR ETKİNLİĞİNDE Adana ya gelen en ünlü ve sevilen sanatçılardan biriydi…

Kaldığı İnci Otel de basın toplantısı öncesi tüm gazeteciler olarak hazırdık…

O koyu ve protest şarkıların ünlüsü Cem Karaca uzaktan göründü…

Gazetecilerle arasında 20-30 metre mesafede durdu…

Ama günün ilk saatleri olmasına karşın, o mesafedeki ağzından yayılan anason kokusu hepimizi sarhoş etmişti sanki…

Başladı Başbakan Turgut Özal’ın politikalarını övmeye…

Ne kadar akıllı, bilgili, ileri görüşlü bir devlet adamı olduğunu anlatmaya başladı…

Bizler birbirimize bakıyor, içimizden de gülüyorduk…

Konuştukça bize daha da yaklaştı, daha fazla anason kokusuyla daha uç şeyler söyledi…

Yıllarca sahnelerde izlediğim Cem Karaca, müthiş değişim geçirmişti…

Tarih, zaman, politika, ne kadar çok insanı değiştirdiğine orada gözlerimle şahit olmuştum…

Her gazeteci gittikten sonra ben 2 saat daha teybimi açtım, söylediği her şeyi kayıt etmeyi başardım…

İyi ki Yalçın Akyol Başkan bizi bu türlü toplumu etkileyen kişilerle bir araya getirmişti…

Hala da kendi adıma çağın en ileri düşünce, müzik insanlarıyla bir araya getirmesine saygı duyarım…

 

MAFYANIN ELİNDEN

BÜLENT ERSOY KURTARDI…

Hürriyet Gazetesinde 1980’li yıllarda coşkulu şekilde çalışıyordum;

Adana ve Mersin’e gelip konser vermek için bölgemize gelecek sanatçılarla ilgili olarak;

Hürriyet Haber Ajansımızdan yani genel merkezimizden İstanbul’dan daima teleks mesajı gönderilirdi…

-Şu sanatçı, Adana ya geliyor, Mersin’ de konser verecek… İzlenip haberleştirilmesi bilgisi gönderilirdi…

O yıllarda kentimize ve çevre illere gelen dönemin en ünlü olan hemen tüm sanatçılarıyla tanışıp, haberlerini yapmıştım…

İletişim kurup haberini hazırlama mutluluğuna ulaştığım dönemin sanatçılarından bazıları şunlardı;

Müzeyyen Senar, Emel Sayın, Erol Büyükburç, Erol Evgin, İbrahim Tatlıses, Barış Manço, Cem Karaca, İlhan İrem, Edip Akbayram, Ersan Erdura, Gönül Yazar, Ajda Pekkan, Huysuz Virjin, Sezer Güvenirgil, Samime Sanay, Modern Folk Üçlüsü, Üç Hürel, Şükran Ay, Ümit Pesen, Ersen ve Dadaşlar, Fikret Kızılok, gibi ünlüler başta olmak üzere sayısızca sanatçıyı izleyip haberleştirmiştim…

Türk Sanat Musikisinin efsane bestekârları Avni Anıl başta olmak üzere Ali Şenozan, Arif Sami Toker vs…

O günlerin en ünlülerinden birisi de hiç şüphesiz ki, Zeki Müren’in yerine veliaht gösterilen;

Türk Sanat Musikisinin ünlü sesi Bülent Ersoy’du…

1980’de askeri darbe yapılmış, milli güvenlik konseyince Bülent Ersoy’a sahne yasağı getirilmişti…

O yıllarda cinsiyet değiştirdiği için, topluma olumsuz örnek olması devlet yöneticilerince önlenmeye çalışılıyordu…

Oysa toplumun taparcasına aşkla sevdiği parlak yıldız;

Bülent Ersoy bunu sesini çıkarmadan kabul ediyor görünse bile içi içini yiyordu…

İşte yasakların konulduğu ilk aylardan hemen sonra İstanbul’daki Haber Merkezimizden yine teleks mesajı geldi…

-Bülent Ersoy Mersin’ de ünlü iş adamının Deveci ’nin oğlunun sünnetinde gizlice sahneye çıkacak;

İzlenip acil olarak haberleştirilmesi ricasıyla…

Uçağı saat 22;00 de Adana havalimanında olacak, izleyelim, şeklindeydi…

Şefim Cevat Eren yasaklı olan Bülent Ersoy’u izleme görevini bana verdi…

Heyecanla, zevkle, koşarak mutlu biçimde uçak daha inmeden havaalanındaydım…

O yıllarda Hürriyet Gazetesine ve muhabirlerine tüm kapılar sonuna kadar açılıyordu…

Gazeteciler olarak aprona kadar girip, uçağın merdivenlerine kadar yaklaşıp, konukların fotoğraflarını çekebiliyorduk…

Bülent Ersoy’u getiren uçağın merdivenlerine kadar yaklaştım, karşılayıp elini sıkıp kendimi tanıttım ve fotoğraflamaya başladım…

-Hoş geldiniz, iyi mi siniz?

-Teşekkür ederim…

-Yolculuğunuz nasıl geçti? Rahat mıydı?

Hem konuşuyor, hem de kendini Mersin’e götürecek alanın dışında karanlıklarda bekleyen lüks otomobile doğru birlikte yürüyorduk…

-Yarın sabah İstanbul’a geri döneceğim…

İnanın bana çok işim var, hiç zamanım yok…

Yarın Terzim Mualla ile randevum var…

Sohbet ediyor, fotoğraf çekerek bekleme salonunu geçip, karanlıkların en yoğunlaştığı;

Kimsenin kimseyi tanımadığı anda arkamdan iki kişi beni aniden sert biçimde kucakladı…

Biri hareket etmemi önlüyor, diğeri fotoğraf makinemi almaya çalışıyordu;

-Gazeteci filmini çıkart, çabuk bana ver…

-Siz kimsiniz? Neden vereyim? Hayır, beni öldürürseniz filmi alabilirsiniz, diye bağırıyordum…

Ama adamlar beni öyle ki, sıkı mengene gibi sıkıyorlardı ki, adım atamıyordum…

O sırada biri inanılmaz büyüklükte cebinden bir tomar para çıkarttı;

-Al oğlum bu paraları, kendine bir araba al, filmi bize ver;

Ne sen bizi gördün, ne de biz seni, yoluna devam et…

-Filmimi asla vermem… İsterseniz öldürün… Yok vermem…

-Verirsin, yoksa-yoksa vs…

Tartışma ve arbede giderek daha da sertleşip, sesler iyice yükseldiğin de;

Karanlıklar içinde lüks otomobile doğru yürüyen;

Bülent Ersoy’un haberi oldu, birden durdu, göz gözü görmeyen karanlıkları yırtan bir ses tonuyla haykırdı;

-Bırakınnnnn Çocuğuuuu, deyince…

Beni mengene gibi saran kollar birden açıldı, rahatladım, özgürlüğüme kavuştum…

Aslında Bülent Ersoy da kendi de haberinin Hürriyet Gazetesinde yer almasını istiyordu;

Ama sanki habersizce fotoğrafları çekilmiş, bilgisi dışında yayınlanmasını istiyordu;

O yüzden benim fotoğraf makinemi ve filmimi almak isteyenlerin elinden kurtardığını bu gün daha iyi anlıyorum…

Bülent Ersoy şık kıyafetleriyle o sırada kendini karanlıklarda bekleyen lüks Mercedes otomobile bindi;

Beni mengeneye alan iki kişi de ondan sonra aynı otomobile binip uzaklaştı…

Ellerinden kurtulmanın mutluluğu içinde, ama filmimi kaptırmamanın onuruyla koşarak gazeteye dönmüştüm…

Filmleri yıkayıp, servise koymuştum… Hürriyet Gazetesinin birinci sayfasında imzamla birlikte haber yer almıştı…

Ayrıca yine gazetenin magazin eklerinde çok geniş şekilde yayınlanmıştı…

-Bu gün bile bana cebinden bir tomar para çıkartarak git kendine otomobil al, bu filmi bize ver diyen kişiyi;

Bu gün bile hale nefretle, kinle, hatırlıyorum…

50 yıla yakın medya mensupluğum döneminde:

Kimsenin sofrasına yanaşmadım, kimseden tek kuruş para almadım;

Hiçbir haberi kimsenin aleyhine kullanmadım;

Tehdit, şantaj, üçkâğıt, gibi yasadışı yollara asla kalkışmadım…

Elime geçen her türlü bilgi ve belgeleri, yasaların emrettiği şekilde haberleştirdim…

O nedenle bu gün alnım açık, özgürce kendimi gazeteci olarak tanımlıyorum…

Ama Bülent Ersoy’un gazetecilere olan sevgisi, saygısı, beni bu şekilde korumasını da saygıyla hatırlıyorum ve de asla unutamıyorum…

 

ŞARKICI İLHAN İREM’İN

PARA TEKLİFİNİ RET ETTİM…

“YARINLAR” gibi bir çak şarkısıyla yıldızı aniden parlayan genç pop şarkıcısıydı İlhan İrem…

Kısa zamanda da gençlerin sevgilisi olmuştu…

Diğer tüm sanatçılar gibi kentimizde de sıkça konsere geliyordu…

Adana’da Arı Sinemasında yine bir dizi muhteşem konserler vermek için kente gelmişti…

O yıllarda sanatçılar bir gün içinde peş peşe üç konser veriyordu;

Saat 14: 00 te, 17: 30 da bir de akşam 21: 00 de…

Konser öncesi Adana Dağ Tenis Yelken Kulübünde bir gurup hayranları ve samimi arkadaşlarıyla birlikte buluştuk…

Benim Hürriyet Gazetesi muhabiri olduğumu öğrenince ayrıca ilgi göstermeye başladı…

Konuşmalarımızın arasında sürekli mırıldanıp, yeni besteler yapmaya, yeni melodiler bulmaya çalışıyordu…

Arkadaşları konuşmak için bir şeyler söylediğinde;

-Ben sizler gibi boş gezinin boş kalfası değilim;

Beni lütfen boş sözlerinizle meşgul etmeyin…

Yeni besteler için 25.saati arayan insanım, diye kendini bana daha da farklı tanıtıyordu…

Sorularımı uzun uzun yanıtladı, birlikte fotoğraflarınmızı çektim…

Haberin nerede yayınlanacağını sordu;

-HÜRRİYET GAZETESİNİN KELEBEK VE HAFTA SONU GAZETELERİNDE YAYINLANACAK, deyince…

Çocuklar gibi çok sevinip, mutlu olmuştu;

Popülerliğinin ilk yıllarındaydı ve reklama müthiş şekilde ihtiyacı vardı…

O yıllarda, ne özel televizyon, ne radyolar henüz yoktu…

Sanatçıların tamamı Hürriyet Gazetesinde ve magazin eklerinde;

En küçük bir haberinin çıkması için inanılmaz biçimde birbirleriyle yarışıyordu…

Ayrılırken şöyle dedi;

-Borucumuz ne olacak Abdulkadir?

-Ne borcu İlhan Bey?

-Bu kadar haberimi hazırladın, fotoğraflar çektin, gazetelerde yer alacak…

Yani benim sana borcum yok mu?

-Yok, neden olsun ki?

-Ama İstanbul daki muhabirlerin hepsi, haberimi hazırlayınca karşılığında para alıyorlar yani haberlerimi her zaman parayla yaptılar, yapıyorlar…

-Adana da böyle bir kural yok, biz hazırladığımız haberler için para falan talep etmeyiz;

Böyle bir istekte bulunanı da Hürriyet Gazetesi kapının önüne koyar, deyince çok şaşırmış teşekkür etmişti…

Haberler çok geniş olarak Hürriyet Kelebek Ekinde ve Hafta Sonu Gazetesinde çok geniş şekilde yer almıştı…

Adana ya daha sonraki yıllarda yine geldi, defalarca görüştük…

İyi ve samimi bir arkadaşlığımız oluşmuştu…

Her gördüğünde bana teşekkür ediyordu…

 

KÜÇÜK İBONUN TÜRKÜSÜ

TÜYLERİMİ ÜPRETTTİ…

Adana da ilk özel yerel televizyonların devreye girdiği;

1990’lı yıllarda yazılı medyadan, görsele medyaya-televizyonculuğa geçen ilk gazeteciyim…

İlk özel televizyonu olan ART’(Adana Radyo ve Televizyonu) de 5 yıl boyunca haber müdürü ve yayın yönetmeni olarak…

Haftada 4-5 bazen daha fazla canlı yayına çıkıyordum;

Çünkü hiç kimse kameraların karşısına çıkmamış, onlarla tanışmamıştı…

Yıllarca gazetecilikte “DUAYEN” diye tanımlanan gazeteci arkadaşlarım ve büyüklerimiz, kamerayı görünce köşe bucak kaçıyordu…

Ben kameranın sihrine inanıyor ve bayılıyordum…

O nedenle yazılı basından rahatlıkla özel televizyona geçmiştim…

Ama kendi çapımda aynanın karşısına geçip konuşma teknikleri uyguluyordum…

Tiyatrocu arkadaşlarımdan diksiyon dersleri alıyordum…

Romalı Çukurova Valisi Çiçero gibi ağzıma küçük çakıl taşları koyarak dil ve dudak tembelliğimi gideriyordum…

O nedenle kısa zamanda artık kamera karşısında düşüncelerimi sözlü olarak kolaylıkla ifade edebiliyordum…

Adana da özel televizyoncuların ilk örneğiydim…

Daha sonraki yıllarda bu işi yapmaya kalkanların hepsi daim beni örnek aldılar; kural bu günde geçerlidir…

Beni örnek aldığını söyleyen çoğu gazeteci arkadaşım defalarca itiraf etmiştir…

ART’ de haftada 4-5-6 kez canlı yayına çıkıyordum, başarıyla görevimi sıfır hata, yüzde yüz şekilde başarıyordum…

5 yıllık görev süremin sonunda; transfer olduğum Kanal-A Televizyonunda tıpkı ART de olduğu gibi sayısız programlar ürettim;

Çalıştığım dönemde haftada iki üç sokak söyleşileri, canlı yayınlar, paket programları yapıyordum…

Abartısız söylüyorum özel televizyonların altın çağıydı…

Özellikle sokak programlarım vatandaşı ekranın başına kilitliyordu;

Savaş Aydan yıllarca önce kafama şapka giyip, sokak söyleşilerinde, halkı kamerayla ve mikrofonla tanıştırıyordum…

On binlerce kişiye mikrofon uzatıp, kendilerini ekranlarda görmelerini sağladım…

Programımın birinde;

-Sokaktaki vatandaşın cebindeki parayı göstermesini istiyordum…

-Dünya sevgililer gönünde vatandaşın yüzüne bir arkadaşım aracılığıyla boy aynası tutturup;

-Karıcığım seni seviyorum, demesini istiyordum…

-Seyhan eski Baraj Gölündeki Gençlik Köprüsünde genç bir kıza gelip insanların yüzüne ayna tutturup;

-Kendinle tanış, kendimi seviyorum, demesini istiyordum…

-Her bayram huzur evindekileri ekrana taşıyordum…

-Bazen sokakta gömlek ödülü karşılığı halka tekerleme söyletiyordum…

-Sokaktaki vatandaşın kravat bağlamasını istiyordum,

-“HALO DAYI” isimli ünlü zurnacıyı dörtyolda halkla buluşturup, vatandaşın zurna üfletmesini istiyordum…

-Alt ve üst geçidi kullanmayan kaçarak geçen vatandaşları koşarak yakalıyor, neden alt geçitten geçmediğini anlatmasını istiyordum…

-Kaldırım yerine neden yolun ortasından yürümeyi tercih etmediğini soruyordum…

-Sokakta vatandaşa sihirli-bulmaca kutuları açmalarını istiyordum…

-Okulların açık olduğu aylarda haftada bir okulu ziyaret ediyordum…

-İnternet cafeler yeni açılmaya başlamıştı oradaki gençlerle söyleşiyordum…

-Ziraat Bankasına borcunu ödeyemedikleri için cezaevine topluca girecek köylülerin sorunlarını ekrana taşıyordum…

-Çukurova da Osmaniye’den Mersin’e kadar olan kalelerin belgesellerini çekiyordum,

-Bazen Bit Pazarında ucuz giysi programları yapıyordum..

-Patates tarlalarında tarım işçileriyle ilgili programlar üretiyordum…

-Ne olacak bu memleketin hali diye yüzlerce vatandaşı sokakta tartıştırıyordum…

-Bu seçimde kime oy vereceksiniz sorusunu soruyordum…

-1998 depreminde her gün aralıksız şekilde dolaşıp 30 a yakın program çektim…

-Tarihi Misis Köprüsü depremden sonra ulaşıma kapanmıştı; 37 den fazla köyü, kent merkezine bağlıyordu: milletvekilleriyle halkı köprüde buluşturup sorunların çözümüne katkı yapmalarına öncülük ediyordum…

-Sayısız açık oturumlar, günlük yorumlar vs...

3 televizyon kanalında 5 bine yakın program çekmiştim; yaptığım her program 3/ 4/ 5/ 6/ 7 bazen daha sayılarda tekrarlar şeklinde yayınlanıyordu…

Yine sokak programlarımdan birini Atatürk Parkındaki emeklilerin sorunlarını ekrana yansıtmak için çekiyordum;

Banklardan birinde yaşlıca bir adamla;

10-12 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim çocuk dikkatimi çekmişti…

Hemen onlara yöneldim; çocuğun giysileri çok dikkatimi çekmişti;

Lacivert elbiselerini giymiş, beyaz sivri burunlu, yumurta topuklu kundurası ve yanındaki büyüğüyle parka oturuyorlardı…

Yanlarına yaklaştığımda, manevi cesareti çok yüksek olan bu çocuk kamerayı da görünce, benim televizyon programcısı olduğumu anlamıştı;

-Abem sana bir Türkü söyleyem miii?

-Al mikrofon senin, söyle bakalım hangi türküyü söyleyeceksin?

Mikrofonu eline verdim, ben de karşısına geçip dinlemeye başladım;

-AYAĞINDA KUNDURA, türküsüne bir başladı, tüylerim diken diken oldu…

Türküsünü bitirmesini sonuna kadar bekledim ve mikrofonu elinden almadım…

Öyle içten, öyle yanık sesli, öyle coşkulu söylüyordu ki;

İbrahim Tatlıses’in ünlü hale getirdiği bu türküyü;

O yaşında inanın bana ondan daha da güzel söyledi…

-Senin adın ne bakiim?

-Benim adım İbrahim abem…

-Parkta ne işin var senin İbrahim?

-Abem, ben Urfa’dan Adana’ya Türkücü olmaya gelmişem…

-İbrahimciğim, Adana da bu işi yapamazsın…

Sen şu anda yanındaki bu büyüğünle hemen otogara git;

İstanbul’a birlikte oraya gidin…

Sadece orada ünlü olursun, Adana da bu işi yapamazsın olmaz, dedim…

Küçük İbrahim mikrofon uzattığım binlerce kişiden sadece biriydi İbrahim…

Aradan 10 yıla yakın bir zaman geçti, bir gün baktım o çocuk büyümüş ve televizyonda türküler söylüyor;

-O zaman İbrahim şimdi KÜÇÜK İBO(soyadı KÜÇÜK’ müş televizyon programlarında izlediğimde öğrendim)olarak karşımdaydı…

İnanılmaz şekilde çok mutlu olmuştum;

Ben yönlendirmeseydim, Adana da kalsaydı, ya tarım, ya da inşaat işçisi olacaktı…

Belki de benim sayemde kısa zamanda İstanbul da ünlü oldu…

Daha sonra hiç karşılaşmadım;

Ama bir Adanalı gazeteci arkadaşıma anlatmıştım;

Arkadaşım KÜÇÜK İBO’ ya bunu hatırlattığında;

-Evet, Atatürk Parkında televizyoncu bir abiye türkü söylemiştim, o benim İstanbul’a gelmemi söylemişti, çok selamımı ve saygılarımı söyleyin, demiş…

Bunlar güzel anılar…

Peki, şimdi o videokaseti nerede diye sorulacaktır…

O yıllarda bir videokasetini silerek üstüne üç, dört, belki daha da fazla program çekiyorduk…

İbrahim’in KÜÇÜK İBO olacağını nereden bilebilirdim ki? Yoksa saklardım…

Daha sonraki yıllarda diğer önemli saydığım videokasetlerim gibi onu da Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesine bağışlardım…

Ama meslek hayatımda mutlu olduğum anılarımdan biridir…

ABDULKADİR KAÇAR… Adana 2021

 

EROL BÜYÜKBURÇ’UN SAHTE

KUVVET MACUNU…

Hürriyet Gazetesinde çalıştığım yıllarda, genel merkezimiz Adana’ ya, çevre illerimize gelecek sanatçıları teleksle önceden bildirip izlememizi istiyordu…

O yıllarda genç ve dinamik muhabir olduğum içinde şefim de genellikle beni görevlendiriyordu…

Türk Pop Müziğinin ilk temsilcilerinden, hemşerimiz Erol Büyükburç’ un da Adana’ya geleciği İstanbul’dan bildirildi…

Şefim Cevat Eren bana görev verdi…

Aslında çağının en ünlüsü olan Erol Büyükburç’ ben önceden tanıyordum…

Şöyle ki, ben Vehbi Necip Savaşan Ortaokulda okurken, Adana ya konser vermek için geldiğinde kaldığı amcasının evi okulumuzun bitişiğindeydi…

Kocaman bir ev, okulumuzla bitişik, arada sadece basit tek sıra tel vardı…

Günler önceden amcasına geliyor, teneffüslere çıktığımızda onu bahçede dolaşırken izliyorduk…

O da sıcak bir insandı bizim gibi öğrencilerle sohbet ediyordu…

Konserlerini de defalarca Adnan Menderes Kapalı spor salonunda izlemiştim…

Büyük hayranıydım, gazeteye geldiğinde çok mutlu oldum…

Hayranı olduğum sanatçıyla birebir konuşmak, onunla Adana’yı gezmek hayallerimin gerçekleştiği andı…

Haber konusu olarak neler yapabileceğimiz konuşuldu…

Önce Halep Çarşısı sokağındaki doğduğu evin önünde fotoğraflarını çektim…

Sonra da doğruca ünlü atar Çerçiyusuf’a gittik…

Oradaki cam macunlarına sarılır gibi bana poz verdi;

Esprisini de kendi şöyle anlattı;

-EROL BÜYÜKBURÇ ADANA DA ENERJİ DEPOLADI… KUVVET MACUNUYLA GENÇLEŞTİ”

Sonraki yıllarda magazin türü denilen bu tür haberler için, döneminin sanatçıları pop müzik sanatçıları ilhan İrem, Ersan Erdura, Ümit Pesen içinde hazırlamıştım…

Yine o yıllarda ünlü olan Türk Sanat Musikisi sanatçısı Nigar Uluer ’i gece asri mezarlığa götürüp çekimler yapmıştık…

-NİGAR ULUER mezarlıkta hangi ağa sevgilisi için dua etti? Şeklin de haberler hazırlamıştık…

O yıllarda Hürriyet gazetesinin Hafta Sonu ve Kelebek Eklerinde bu haberler manşetlerden kullanılıyordu…

Gönderdiğimiz tüm haberler manşetten, sürmanşetten, ya da mutlaka birinci sayfadan renkli olarak kullanılıyordu…

Halk ünlülerin gizemli hayatlarını merak ediyordu…

O dönem magazin gazetecileri olarak bu türlü espriler üretiyorduk…

Daha sonraki yıllarda da magazin gazeteciliği sürüp gitti, hala da devam ediyor…

 

ERSAN ERDURA’YLA

SÜMERBANKTAN KAÇTIK…

O yılların en yakışıklı en sevilen pop şarkıcısı Ersan Erdura Adana ya gelmişti…

Saat 22: 00’yi geçiyordu; Ceyhan yolundaki Sümerbank Fabrikasına götürdük…

O yıllarda yüzlerce makine kulakları sağır edercesine çalışıyordu, dokuma yapıyordu;

Genellikle de kadın işçiler dokuma sistemini üstün başarılı biçimde gerçekleştiriyordu…

Amacımız ünlü pop sanatçısı Ersan Erdura  “BAYAN İŞÇİLERE KONSER VERDİ” diye haber hazırlamaktı…

Sümerbank’ın bölge müdürü bizi sevgiyle, saygıyla karşıladı, çeşitli ikramlarda bulundu…

Ersan Erdura hayranı olduğunu defalarca söyledi ve çeşitli sorular sormaya başladı…

Hatta sohbet öyle koyulaştı ki, bir ara zamanın sular gibi akıp geçtiğinin farkına bile varamadık…

Sonra bir yetkiliyle birlikte bayan işçilerin yoğun olarak çalıştığı bölüme geçtik…

Gerçekten de orada çalışan 20-30 belki daha fazla genç bayan işçi Ersan Beyin geleceğini önceden haber aldıkları için;

Gördükleri anda yoğun biçimde çılgınca alkışladılar…

Çevresinde hemen kocaman bir sevgi halkası oluşturduk;

Ersan Bey tam şarkıya başlayacaktı ki;

Yangın alarmı verildi; ortalığı birden dumanlar sarmaya başladı…

Sümerbank fabrikası resmen o bölümden başlayarak yanıyordu…

Kocaman salonu dumanla birlikte kötü bir koku kaplamıştı…

Ses sisteminden bir anons geldi;

-Fabrikada yangıııııınnn vaaaaaar, herkes dışarııııı…

Bu uyarıyı duyan bayanlar hemen sağa sola kaçışmaya başladı…

Ben fotoğrafları falan çekmeye asla fırsat bulamamıştım…

Bayanların oluşturduğu sevgi çemberi yangın alarmıyla anında bozuldu; herkes bir yana kaçtı…

En önde Ersan Erdura elimi tuttu, şoförle birlikte bizi yönlendirdi;

-Kaçalım, ağabey, yangın bizim üstümüze kalır, kaçalım, diye en önden koşmaya başladı…

-Ersan Bey rahat olun, önlem alırlar, korkmaya gerek yok; Burada her türdü tedbir var dediysem de, en önce koştu, biz de ona uymak zorunda kaldık…

Sümerbank fabrikasındaki yangın bizim hem işimizi, hem de tüm sihrimizi bozmuştu…

Haber için fotoğrafları çekemedik, çalışan diğer işçiler gibi bayanların her biri başka yöne kaçmıştı…

Fabrikayı zorunlu olarak terk ettik…

Gazeteci habere giderken nerede, ne zaman, neyle karşılaşılacağı genellikle bilinmez…

O nedenle genellikle sürprizlere karşı hazırlıklı olmak, öngörülü davranmak gerekir…

Hele de devletin devasa bir kurumunda böyle bir olayın yaşanması çok büyük riskti…

Ersan Erdura bizi, biz de onu kurtardık bir yerde…

 

EN ÜNLÜ SOYDAŞIM CÜNEYT ARKIN’LA ÇEŞİTLİ GEZİLER…

CÜNEYT ARKIN GERÇEKTEN

KIRIM TATARI SOYDAŞIM…

Ünlü sinema sanatçı Cüneyt Arkın(gerçek adıyla Fahrettin cüreklibatur)TGRT televizyonunda “BABACAN” isimli program yapıyordu…

Onunla aynı soydan geldiğimizi yaşayarak, aynı dili konuşarak görmüştüm…

Program Müdürü olan Yüksel Evsen aylar önceden evime gelmişti…

Çukurova bölgesinde hangi tür programlar çekebileceğimiz uzun bir listesini yapmıştık…

Ceyhan’ın Gölovası Köyünde, mezarını yaşarken yaptırıp, ruhuna kuran ve mevlit okutan Dertli Kazım konusu dikkatini çekmişti…

-Abdulkadir ağabey Cüneyt Beyle o köyde program çekelim diye tarih belirleyip randevulaştık…

Birkaç gün önce de Dertli Kazım Amcaya telefon açtım;

-Ünlü sanatçı Cüneyt Arkın köyüne gelip program çekecek…

Şu gün saat 10 da köylüleri kahvenin önündeki toplar mısın?

-Tamam, Abdulkadir Bey, demişti…

Sabahleyin İnci Otelin önünde Cüneyt Arkın ve ekibiyle buluştuk…

Cüneyt Bey doğruca benim Serçe otomobilime binince şaşırmıştı…

Oysa arkada lüks bir otomobil emrindeydi;

-Cüneyt Bey, bu araba sizin için uygun değil, dediysem de;

-Ben senin arabanla gideceğim, o arkadan bizi takip etsin talimatını verdi…

Yanıma oturdu, arkada program müdürü, kameramanlar vardı…

Eskişehirli olduğunu biliyordum, bunu söyleyince başladı TATARCA sözcükle etmeye…

Zaten benim ana dilimdi, biz Dertli Kazımın köyüne gidip, dönünceye kadar Tatarca konuştuk…

Fıkralar, şınglar, sohbetlerle kahkahlar atarak yaklaşık 15 saatlik güzel bir gün geçirdik…

Olayın başka bir boyutuna gelince;

Kazım Amcanın Gölovası Köyüne gittiğimizde, tek başına kahvenin önünde sandalyesinde oturuyordu…

-Kazım amca, hani kimse yok, haber vermedin mi,  söylemedin mi?

-Söyledim, ama bana inanmadılar, gelmediler dedi…

Hemen camiye doğru gittim, hocaya kapıyı açtırdım, mikrofonla şu anonsu yaptım;

-GÖLOVASININ SAYIN SAKİNLERİ… TÜRK SİNEMASININ ÜNLÜ SANATÇISI CÜNEYT ARKIN ŞU AN KÖY MEYDANINDA… SİZİ BEKLİYOR…

Cami ile kahvehanenin arası 100 metre yoktu…

Geri geldiğimde köylülerin tamamı Cüneyt Arkın’ın etrafını sarmıştı bile…

Güzel bir program oldu; Kazım Amcanın yaşarken kendine yaptırdığı, her yıl kuran ve mevlit okuttuğu mezarın başına gittik, Kazım amca konuştu, anlattı…

Adana’ya dönüşte Misisteki Nur Dağında ki Lokman Hekimin bulduğu iddia edilen “ÖLÜMSÜZLÜK ALTIN OTUNU”  Cüneyt beye anlattım…

Ayrıca ünlü efsane “ŞAHMERANIN MAĞARASINI” da gösterdim…

Dönüşte, benim mahallemde yaşayan yine aynı dönemin sinema oyuncusu Bilal İnci ile daha önce konuştuğumda;

-YEŞİLÇAMIN ÜNLÜLERİ BENİ UNUTTU, HEPSİ DE VEFASIZ ÇIKTI, BENİ KİMSE ARAYIP SORMUYOR, YAZIKLAR OLSUN demişti…

Cüneyt Arkın’a konuyu anlattım…

-Abdulkadir beni hemen evine götür dedi…

Mahallemdeki evine gittik, sarmaş dolaş oldular…

Sonra ünlü Adana kebapçısı Mesut Silindir’in Kocavezir İş merkezinin karşısındaki lokantasında geç saatlere kadar yenilip içildi…

Cüneyt Arkın, sadece bir duble rakı içeceğini söylemişti…

Ama bir duble daha, bir daha, hadi son kez diye sayısız rakı içti…

Otele benim otomobilimle bıraktığımda inanılmaz şekilde sarhoştu ve ayakta zor duruyordu…

Soydaşım olduğunu yaşayarak, görerek öğrenmekten çok mutluydum…

Bu değerler yaşarken fazla önemsenmiyor…

Ancak ölünce ya bir sokağa, ya bir parka, ya da bir caddeye adı veriliyor…

 

CÜNEYT ARKIN’LA ZİLLİ DEDE TÜRBESİ…

“AL SANA GÖBEK, VER BANA BEBEK”

Cüneyt Arkın ikinci bir program çekimi için Adana’ya tekrar gelmişti…

“ÇUKUROVA EVLİYALARI” kitabımda anlattığım “ZİLLİDEDE” türbesi ilgilerini çekmişti…

İkinci programı da orada çektiklerinde yine rehberlik etmiştim...

Cüneyt Arkın’ ın geleceğini öğrenen mahalleli bölgeyi doldurmuştu…

Beni 200 metreden görünce topluluğu yararak kucaklayıp, benim yanıma geldi öptü, omzuma elini koyup dolaştık…

Ekibinin ayarladığı 4-5 kadın Zillidede Türbesine sandukanın çevresinde göbek atarak 30-40 defa döndüler…

-AL SANA BİR GÖBEK VER BANA BİR BEBEK…

Program da her zamanki gibi yine şahane olmuştu…

O yıllarda en çok izlenen TGRT televizyonunda yayınlanınca ülkemizde de gündem olmuştu…

Rtük tarafından o program nedeniyle birkaç gün ekran kapatılmıştı…

Bazı Adanalılar programa tepki göstermişlerdi…

Ama halkın değerlerini anlatan bir programdı; üstelik mikrofon uzattığı yüzlerce kişi bu olaya inandıklarını söylediler…

Üstelik göbek atarak dilekte bulunan ve bebek sahibi olan kadınlar da yaşadıklarını anlattılar…

Muhteşem bir çalışmaydı…

Yine başka bir gezisinde portakal bahçelerinin içinden geçerken, Cüneyt Arkın dalından bir portakal koparttı… Hiç soymadan, kabuğuyla yemeye başladı…

-Aman yapmayın, falan dedim…

-Portakal böyle yenirse vücuda daha çok yararlı olur, daha çok vitamin sağlar, diye kocaman portakalı kabuğuyla yemesini hiç unutamam…

 

CÜNEYT ARKIN İLE KÖYLÜLERİ

HAPSE GİRMEKTEN KURTARDIK…

Defalarca Adana’ya gelip önerdiğim programları çeken Türk Sinemasının en yakışıklı sanatçısı Cüneyt Arkın Ceyhan’ın Çelemli Köylülerinin hepsinin birden hapse girmekten kurtardı…

Kanal-A Televizyonunda yaptığım programlardan birisini de Çelemli Köyündeki vatandaşlarla çekmiştim…

Kahvehanenin önünde oturan 50’ ye yakın vatandaşların hepsinin cebindeki paraları göstermesini rica etmiştim…

“BİR DOKUN BİN AH İŞİT” özdeyişine uygun bir sahne ortaya çıkmıştı…

Bölgenin en güzel toprakları üzerinde yaşayan köylülerin çoğunun cebinde para yoktu…

Özellikle ısrar edip, başkalarına kontrol ettirmeme karşın, vatandaşlar gerçekten sıkıntıdaydı…

Dokunsan ağlayacak gibiydiler; bazılarının da zaten gözleri yaşarmıştı…

Yaşlarını silmeye devam eden bir vatandaş şöyle dedi;

-Bu köyümüzdeki tüm insan TC ZİRAAT BANKASI’ ndan aldıkları krediyi ödeyemedikleri için, bir hafta içinde hapse girecekler…

Bu konuda lütfen yetkililer bize kulak versin, çok sıkıntılıyız, inanılmaz şekilde rahatsızız…

Programı çektim, Kanal-A Televizyonunda iki, üç, belki daha fazla yayınlandı…

O günlerde Adana da olan TGRT televizyonunda “BABACAN” isimli programı yapan Cüneyt Arkın benim çektiğim programı izlemiş…

Program Müdürü Yüksel Evsen aradı;

-Abdulkadir ağabey, Cüneyt Bey o köye gitmek, vatandaşlarla görüşmek istiyor, dedi…

-Ne zaman isterseniz götürürüm dedim…

Bir gece vakti, saat 22: 00’yi geçmişti…

Ceyhan’ın Çelemli Köyüne Cüneyt Arkın ve ekibiyle gittik…

Kahvehanede oturan 50 ye yakın vatandaş birden çevremizi sardı…

Cüneyt Arkın’a sıkıntılarını anlattılar; program TGRT televizyonunda yayınlandı…

Türkiye Büyük Millet Meclisi konuyu hemen gündemine aldı…

Benim çektiğim programı görüp, sorunu çözmek için vatandaşları ziyaret eden, konuyu ülke gündemine taşıyan Cüneyt Arkın sayesinde Çelemli Köylüleri cezaevine girmelerine bir gün kala kurtuldu…

Bana muhtarları arıcılığıyla defalarca teşekkür ettiler…

Zaten tanıdıklarımın da yaşadığı bu köyü ve insanlarını çok severim…

Dağ yolundan bizim köyümüze giderken de içinden geçerim…

Bu programımda meslek hayatımda beni çok duygulandıran, onur duyduğum çalışmalarımdan biridir…

Medya mensubu olmak, milletin sorunlarını gündeme taşıyıp, yetkililere iletip, çözümünü sağlamaktır…

 

SİYAH BEYAZ TRT TV DE İLK KEZ HABER OLDUM…

TRT TV DE İLK KEZ HABER OLUP

EKRANLARDA GÖRÜNDÜM…

Adliye muhabirliği yaptığım 1980’li yılların ilk yarısında çok güzel haberlere imza attım…

Ama daha da önemlisi 12; 00 ile 13;00 te adliyede öğle yemeği olurdu…

Bende fotoğraf makinemle Tepebağ, Kayalıbağ, Alidede, Sarıyakup, Hürriyet, 5 Ocak gibi tarihi mahallelere dalardım…

Ne kadar eski yapı varsa, her yönüyle ama en çokta her biri sanat eseri olan kapı tokmaklarının fotoğraflarını çekerdim…

Ama bazen de sokakta yatıp-kalkan kimsesiz insanlar dikkatimi çekerdi…

İlk kişisel fotoğraf sergim de Hacı Ömer Sabancı Kültür Sitesi Tiyatro Fuayesinde açmıştım…

“SOKAK VE İNSAN” başlığını taşıyan sergim 30x40 civarında siyah beyaz fotoğraflarımdan oluşuyordu…

Açılış için hazırladığım sırada baktım TRT muhabiri ÜNAL AKDAĞ ve kameramanı sergiye haber hazırlamak için gelmişti…

O yıllarda TRT televizyonu hala siyah beyazdı…

Kamerayı tanımıyorum, mikrofona da hiç konuşmadım…

-Ben konuşamam diye kendi kendime söylenip uzaklaşmaya çalıştım…

Bir tür korkmuştum o sırada yanımda bulunan arkadaşım Yavuz Yetenç;

-Abdulkadir sen akıllı insansın,  en güzel konuşmayı sen yaparsın lütfen çekinme dedi…

Ondan cesaret alarak kameranın karşısına geçtim…

İlk defa 2-3 dakikalık çekimde, mikrofona konuştum…

Akşam 20; 00 de sergimle ilgili haber yayınlanınca ünlü olduğumu düşünüp sevinmiştim…

Benim kamera ve mikrofonla ilk dostluğumdu…

Daha sonra 3 yerel televizyon kanalında hem yönetici oldum, hem de 5 bine yakın program yaptım…

On binlerce kişiyi mikrofon ve kamerayla tanıştırdım…

Pek çok programım defalarca tekrar yayınlandı…

İnanılmaz ama belki ama abartısız olarak 15-20 bin defa özel televizyonlarda ekranda göründüm…

O zamanki programlarımdan düzenli şekilde oluşturduğum arşivimi de Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesine bağışladım…

Bu güne kadar defalarca televizyon programım, TRT Radyo yayınlarında konuştum…

Ama mikrofon sözünü duyup, konuşacağım aklıma gelince ilk günkü gibi heyecanlanmaya devam ediyorum…

Belki de mesleğimin gereği bu, heyecanlanmayan kişi zaten mesleğinde başarılı olamaz ki…

Hayat aslında A’ dan Z’ ye heyecandır; ama medya sektörünü aşkla yapanlar için her an inanılmaz büyük heyecandır…

Hayatı adadığım, sevgiyle, saygıyla, âşık olarak yaptığım mesleğime trilyonlarca hücremle bağlılığımı sürdürüyorum…

Bin defa hayata gelsem, bin defa aynı mesleği aşkla yapmayı isterim…

 

DİNİMİ ASLA DEĞİŞTİRMEDİM…

HRİSTİYANLIĞI KABUL ETSEM

BENİ DÜNYA TANIYACAKTI…

Yayınladığım irili ufaklı 34 kitabımdan birisi de “ÜSTÜN İNSAN” başlığını taşıyordu…

Arkadaşlarımın arkadaşları arasında Hıristiyanlar vardı…

Bazıları da Amerika ile sürekli iletişim halindeydi…

Amerika’ya gidip gelen, orada yaşayanlar da vardı…

Üstelik bölgede Hıristiyanlık konusunda misyonerliği de yapıyorlardı…

O sıralarda arkadaşımın arkadaşına ”ÜSTÜN İNSAN” kitabımı hediye etmiştim…

Amerika’ arkadaşları, dostları, hatta işi olan arkadaşım kitabımı baştan sona dikkatle okumuş…

İngilizceyi de ana dili gibi konuşan akıllı bir insandı…

Bir gün tekrar karşılaşınca görünce derin sohbet etmeye başladık;

-Ağabey, “ÜSTÜN İNSAN” kitabın muhteşem…

İki defa baştan sona kadar okudum; tam olarak insanı, bizi de anlatıyor…

Her satırının altına imza atarım dedi…

Gel bu kitabı ben İngilizceye çevireyim, Japonya dan Avusturalya ya, Amerika’dan Güney Kore’ye kadar bütün dünya okusun…

Çok ünlü olur, inanılmaz para kazanırsın, dedi…

-Çok mutlu oldum, harika bir düşünce…

Çok mutlu oldum, çok sevinirim, hemen başlayalım dedim…

Arkadaşım sağ elinin işaret parmağını kaldırarak;

-Ama tek bir şartımız var, deyince merak ettim…

Telif için para falan ödeyemeyiz, yayın haklarını bize verirsen demesini düşünürken şöyle dedi;

-Ama tek şartımız Hıristiyan olacaksın…

İnanılmaz derecede çok şaşırdım, şoke oldum, birkaç saniye sonra ona şöyle dedim;

-Ben iyi bir Müslüman değilim, dinimin şartlarını yerine getiremiyorum…

Ama Hıristiyan olmayı da aklımın ucundan geçiremem…

Babacığım inançlı bir Müslümandı…

Ona asla saygısızlık edemem…

Böyle bir şeyi aklımın ucundan bile geçirip düşünemem…

Teşekkür ederim, kalsın, dedim…

Yani burada şunu söylemek istiyorum;

Ünlü olmak için bazı terör örgütleri, yasadışı konularla iltisaklı hale getiren kişilerden biri asla olmadım…

Ülkemi, devletimi, halkımın inancını sevmek ve gereğini yerine getirmesem bile özgürce kendimi ifade edebilmek beni çok mutlu ediyor…

Ünlü bir insan olmak için, para kazanmak gibi bu olumsuzlukların hiç birini düşünmedim, yapmadım, yapmam, yapmayacağım…

İçinden geldiğim kültüre de, inançlarıma da tamamen aykırıdır…

Benim okuyup, düşünüp, yorumlayıp yazdığım, eser haline getirdiğim ya da denemeler şeklinde dijital ortamda kalan her çalışmam dünya insanlık ailesinin ortak malıdır…

Hiçbir para talep etmeden her ürünümü gönül rahatlığıyla insanlığa hediye ettim, ediyorum, edeceğim…

 

 

SÜPER AKILLI DELİ…

DELİ YÜCEL’İN

AKILLI KAZIĞI

VE EKSPRES…

O yıllarda Adana da üç ilde yayın yapan Ekspres Gazetesinde çalışıyordum…

Türkiye de medya sektöründe hiçbir zaman eşi emsali görünmeyecek şekilde 9 ay gibi geriden maaşın ödendiği bir dönemdi…

30’dan fazla çalışanı aç bırakan Oğuz Baytok avcı ve atıcıdır… Ekspres Gazetesinin yıllarca sahipliğini yapmıştır…

Kendine de idol olarak her hareketine kahkahalarla güldüğü Milli atıcı, Deli Yücel’i seçmişti…

Her toplantıda onun anılarını anlatır, önce kendi kahkahalarla güler, sonra herkesi güldürürdü…

Bir gün bana Deli Yücel’in anılarını yazma görevi bana verdi…

Teybimi aldım Deli Yücel’in Eski Vilayet civarındaki evine gittim…

Görüşmeyi ve anılarını anlatmayı kabul etti…

Teybimi açıp anılarını anlatmasını istediğimde ise hiç konuşamadı…

-Hadi Deli YÜCEL Ağabey, anlat, diyorum…

Tıs yok, birkaç dakika bekliyoruz sesi çıkmıyor…

-Abdulkadir neyi anlatayım? Bilmiyorum ki, diye bir iki saat konuşma kabızlığıyla beni inanılmaz şekilde uğraştırdı…

Bu arada ünlü iş adamı Kemal Aslan evine gelmişti…

-Kemal bey, Deli Yücel anılarını anlatmıyor…

Bende artık gideceğim…

Eğer İncirlik yönüne gidecek olursanız Ekspres Gazetesi Ceyhan yolunda, beni de götürür müsün, dedim…

-Hemen gel Abdulkadir götüreyim dedi…

Aşağıya indik Deli Yücel de bizimle aynı lüks otomobile bindi…

Araba hareket ettiğinde, başladı Kemal Aslan’la konuşmaya, anılarını anlatmaya başladı…

Teybin kayıt düğmesine basıp ağzına yaklaştırdım…

20 dakikalık yolculuğumuzda 10-15 anı anlattı…

Sonra çorap söküğü gibi her gün gazeteye geldi…

Yıllarca 1000 den fazla anısını önce teybe kayıt ettim…

Her gün de birer tanesi ekspres gazetesinde fıkra formatında yayınladım…

Ekspres gazetenin tiraj inanılmaz arttı; diğer yerellerin hepsinden ileriye geçti…

Oğuz Baytok her sabah anısını okuyor kahkahalarla gülerek beni çağırıyordu…

Ünlü İş adamı Kemal Aslan, Niyazi, oğlu İhsan Çetinkaya, Vilayet Basın Danışmanı Arif Tekin her sabah gazeteyi okuyup bana teşekkür ediyorlar, koro halinde kahkahalarla gülüyorlardı…

Deli Yücel bir gün İhsan Çetinkaya ile anlaştığını anılarının basılmasını sağlayacağını kabul ettiğini söyledi…

Ben de o yılların en iyi işini yapan, Hakan Matbaası sahibi Osman Er’i ihsan Çetinkaya’nın mağazasına götürdüm…

-İhsan kardeşim bak bu arkadaşım matbaacı kitap baskısı konusunda pazarlığınızı yapın…

Aranızda anlaşın, ben hemen anılarını getirip matbaaya teslim edeyim, dedim…

İkisi de gayet güzel şekilde hesaplar yapıp anlaştılar…

1993 yılında 13 milyon liraya kitabın dizgisi yapıldı, kalıplara çekildi, tam baskıya geçilecek İhsan Çetinkaya;

-Ağabey ben bastırmaktan vazgeçtim… Deliyle kavga ettik, dedi…

Matbaacı Osman diyor ki;

-Ben bu kadar masraf ettim kalıp ve dizgi paramı verin, kitabı basmaktan vazgeçeyim…

Bir firmada çalışan muhasebeci arkadaşımı Deli Yücel’in evine götürdüm;

-Bak ağabey bu arkadaş parayı verip kitabı bastıracak…

Bir ay içinde kitapları satıp arkadaşımızın şirketine olan parasını ödeyebilir miyiz, dedim?

-Ne demek ciğerim, bir hafta içinde, arabam emrinde, çocuklarım emrinde 4-5 koldan satar öderiz…

Seninde eline para geçer…

Sonra seni de nişanlar ve evlendiririz dedi…

Kitap bin adet olarak basıldı;

Ağabeyimin Seyhan otelinin arkasındaki bürosuna götürüp yığdık…

Deli Yücel hemen zaten orayı daha önceden biliyordu…

Ben gidince gelip 500 kitabı almış İhsan Çetinkaya nın masasına yığmış…

-Benim sana borcum kalmadı, haydi eyvallah diye çekip Çamlı yayladaki evine gitmişti…

Bir tek kitap satmadı, 500 kitabı da benden habersiz çalıp götürmüştü…

Aylarca kitap satmaya çalıştım olmadı; her sabah anılarını okuyup kahkaha atıp teşekkür edenler geri çekildi, hatta kaçıp gittiler, kayboldular…

Ünlü işadamı Kemal Aslan bir tek kitap aldı…

Herkes geri çekilmiş, tüm sıkıntı bana kalmıştı…

Bende gelene geçene ücretsiz olarak 500 kitabı dağıttım…

1993 yılında Deli Yücel’in kitabında bana verdiği zarar o yıllardaki parayla 13 milyon liraydı…

Bazen konuştuğumuz insanlara olayı anlattığımda şöyle diyorlar;

-Adam deli, gayet normal yaptıkları…

Aradan geçen bu kadar zamanda kitabı yeniden dijital ortamda dizip blok sayfamda yayınladım…

Deli Yücel bana tüm anlattığı her anısında insanlara nasıl kazık attığını, nasıl tuşa getirdiğini söylemiş…

Ben dürüst, her yönüyle hata yapmayan, kimsenin hakkına el uzatmayan bir kültürden geldiğim için anlayamamıştım…

Deli Yücel bu şekilde davranıp bana kazık atmasaydı, çağımızın NASRETTİN HOCASI olmaması, kitabın yüzlerce kez baskı yapılmaması için hiçbir neden yoktu…

Ama öncelikle bana, sonra da kendine zarar verdi…

Biliyorum gerçekleşmeyecek ama Allah akıl versin…

 

ÇETİNKAYALARIN ATTIĞI KAZIK

VE TARİHİ YALANLARI…

Aradan yıllar geçti; gazeteci, yazar TV programcısı ve Niyazi Çetinkaya’nın sevdiği dostu ve arkadaşı bana dedi ki;

-Niyazi Çetinkaya görüşmek için bekliyor, işyerine davet etti…

Senin televizyonda anlattıklarından etkilenmiş…

Deli Yücel kitabı konusunu görüşecek…

Gittim, uzun uzun sohbet ettik;

-Niyazi Bey, İhsan ve Deli Yücel beni böyle tuzağa düşürdüler…

Yıllarca anılarını yazdım, kitap bastırmamı istediler, matbaaya bir kuruş para ödemediler…

Deli Yücel de 500 kitabımı da zaten alıp kaçırmış sonradan haberim oldu…

Niyazi Çetinkaya da üzüldü…

-Bu türlü konularda benimle keşke önceden görüşseydin dedi…

Ama hemen telefonla karşı binadaki oğlu İhsan Çetinkaya’yı aradı;

-Abdulkadir abiye parasını ödedim demişsin…

Ödediği konusunda babasını ikna etmeye çalıştığın duydum…

-Yok, Niyazi Bey vallahi billahi de tek kuruş dahi ödemediler, ödedilerse kefen param olsun dedim…

Niyazi Çetinkaya da bir şey diyemedi telefonu kapattı…

Hemen karşı binaya İhsan’ın yanına gittim;

-Bana Deli Yücel’in kitap parası ödedin mi?

İhsan Çetinkaya kıvırmaya başladı, yüzü rengârenk oldu;

-Ağabey sen bana kitap getirmedin ki?

-Ama babana kitap parası Abdulkadir’e verdim demişsin…

Bana para vermedin, ben aldıysam kefen param olsun…

Yoksa senin kefen paran olsun, dedim…

Hık mık etti; Yanından ayrılırken şöyle dedim;

-Zaten her televizyon programımda bu güne kadar defalarca anlattım, gazetelerde yazdım, radyolarda da söyledim…

Yaşadığım sürece buna devam edeceğim, dedim…

Daha sonraki yıllarda da sıkıntım konusunda Deli Yücel’e bir gün uzunca bir görüşme yaptım;

-Ağabey toprağın altı da var, lütfen benimle helalleş…

15 dakika koyunca din iman, yaratıcı gibi tüm kutsal değerlere küfürler savurdu, inanılmaz hakaretler etti…

Daha sonraki günlerdeki son telefon konuşmamızda;

-Allah bana senden uzun ömür verirse, musalla taşında hoca hakkınızı helal edin dediğinde ETMİYORUM, CEHENNEME GİTSİN DEMESEM NAMERDİM diye telefonu yüzüne kapattım…

Hakkımı ne Çetinkaya Ailesine, ne de Deli Yücel ailesine asla helal etmedim, etmiyorum, etmeyeceğim…

SÖZÜNDE DURMAYAN

İŞ ADAMI?

 

GÜRBÜZ ÇİĞDEMOĞLU’NU

TANIMAKTAN MUTLU OLDUM…

Nelson Mandela’nın muhteşem bir sözü var şöyle der;

-HAYATIM BOYUNCA HİÇ KAYBETMEDİM; YA KAZANDIM, YA ÖĞRENDİM…

Bu söz ciltler dolusu kitaplar yazılacak kadar yoğun bilgi içermektedir…

1990’lı yıllarda çalıştığım kanal A Televizyonunda “YAŞAMIN İÇİNDEN” programlarım o yıllarda yerel televizyonlarda rakipsiz şekilde çok izleniyordu…

Özellikle okulların açık olduğu dönemlerde öğrencilerle yaptığım sohbet ve bir tür şovlar yerel kanalların bir numaralı programıydı…

O yıllarda bir Alman firmasına Adana da yaptırılan kamuoyu araştırmasında;

Hem çalıştığım Kanal-A televizyonu, hem de program ismi hatırlatılarak yapılan araştırmada;

Benim gerçekleştirdiğim “YAŞAMIN İÇİNDEN PROGRAMIM” en yüksek oyu alıp birinci seçilmişti…

Bunu da haber bültenlerimizde halkımızla paylaşmıştık…

İşte o yıllarda Adananın ünlü iş adamlarından büyük bir firmanın sahibi olan Gürbüz Çiğdemoğlu beni bürosunda görüşmeye davet etti…

Muhasebe sorumlusu olan arkadaş, Gürbüz bey ve benimle birlikte proje hazırladık…

Format şöyleydi;

Lise son sınıflardaki okul birinci, ikinci, üçüncüsü olan öğrencilerle, aynı okuldaki diğerlerini bir arada buluşturup, program çekecektim…

Yani bir “YAŞAMIN İÇİNDEN” programımı geniş salonlarda bu buluşmayla gerçekleştirecektim…

Program sonunda da şirketin muhasebecisi olan arkadaşım, firmanın o günlerdeki para değeri olan 10’ar milyon liralık çekleri üç öğrenciye verecekti…

Gürbüz Çiğdemoğlu toplantı sırasında bana dedi ki;

-Abdulkadir Bey, programlarını zevkle izliyorum; sen çok başarılı asıllı yapımcısısın; bu projeyi gerçekleştirince yanıma gel sana özel olarak bir ödeme yapacağım…

Mesleğim boyunca hiçbir şekilde para da, makamda gözümün olmadığını tüm meslektaşlarım bilir…

Böyle bir talepte hiçbir koşulda, hiç kimseden asla istemedim…

Büyük iş adamı Gürbüz Çiğdemoğlu gibi bir patrondan böyle bir teklif gelince sadece sessiz kaldım…

Bakalım bu işin sonu nereye varacak diye düşünmeye başladım…

Programımın belirlediğimiz formatı gereği lise son sınıflarda ilk üçe girenlerle diğer öğrencileri büyük salonlarda buluşturacaktım…

Diğer öğrenciler başarılı olan arkadaşlarına sürekli şunları sordular;

-Nasıl ders çalışıyorsunuz?

Nasıl okul birinci, ikinci, üçüncüsü olmayı başardınız diye soracak, onlar da yanıt verecekti…

Programın sonunda da o günkü para değeriyle ilk üçe girenlere 10’ar milyon liralık harcama çekini Gürbüz Çiğdemoğlu’nun muhasebecisi sunuyordu…

Binlerce öğrencinin katıldığı bu şov programlarımda alkışlar o kadar çoktu ki, inanılmaz şekilde başarı sağlamıştım…

Hem Gürbüz Beyden, hem de çalıştığım kanalın yönetiminden her programım sonunda daima teşekkür alıyordum…

Hepimiz oldukça ve çok mutluyduk, programımı şahane biçimde tamamlamıştım…

İşadamı Gürbüz Çiğdemoğlu’nu daha sonraki günlerde ziyaret etmeye karar verdim ve Kuruköprüdeki o devasa binanın en üst katına gittim…

Benim hiçbir talebim olmamasına karşın, verdiği sözü nasıl tutacaktı? Ya da tutmayacak mıydı? Tüm amacım bir iş adamının sözünü nasıl yerine getirecek, ya da vazgeçecekti?

Her yerde kamera olduğu için, uçan kuşu bile oturduğu koltuğundan izleyen Gürbüz Bey elbette benim geldiğimi de izlemişti…

Sekreter Bayan Gürbüz Beyin meşgul olduğunu, zamanı olmadığını söyledi…

Başka zaman uğramamı rica etti…

Çeşitli zamanlarda sırf denemek amacıyla iki-üç kez gitmeme karşın Gürbüz beyle görüşmedim;

Ya da o benimle görüşmedi, görüşmek istemedi; sekreterine beni ekmesi için talimat vermişti…

Benim hiçbir talebim olmamasına karşın, verdiği sözü tutmamasını hiç önemsemedim…

Çünkü mesleğimi ilk günden itibaren aşkla, sevgiyle yaptım;

Hedefim ve amacım asla para ve makam olmadı, olmaz, olmayacaktır…

Ama görevimi sıfır hata, yüzde yüz başarıyla yapıp, geniş halk kitlelerinin sevisini kazanmış olmamı; paradan her zaman daha değerli ve ödül olarak kabul etmiştim…

Mandela’nın yukarıda yazdığım o sözünün ne kadar değerli anlamlı olduğunu ünlü patron Gürbüz Çiğdemoğlu’nda deneyerek gerçek olduğunu anladım…

Ben hiç kaybetmedim; ya kazandım, ya da öğrendim…

Gürbüz Bey bunu bana somut olarak kanıtladı…

Yani ben asla kaybetmedim, Gürbüz beyi öğrendim…

Olayın başka bir boyutuna gelince; yaşadığım bu haksızlıklar, bencillikler, insanların kişisel hırsları ve hakkımın yenilmesi karşısında kendime şöyle bir söz vermiştim;

-Gazetecilik mesleğime aşığım, hiçbir engel, entrika, hakkımın ödenmemesi gibi ilkel, kasıtlı, bilinçli davranışlar beni bir saniye bile yıldırmayacak ve de yıldıramayacak… Çocukluğumdan beri hayalini kurup, başarıyla sürdürdüğüm görevimi gittiği son noktaya kadar taşıyacağım; her meslektaşım için onur belgesi olan sürekli kartı mutlaka alıp ömür boyu taşıyacağım… Bu inançla medya mensubu olarak yoluma aralıksız devam ettim… Her şeye rağmen bu günlere kadar getirmeyi başardım… Yaşadığım sürece de okumaya, düşünmeye, yorumlayıp yazmaya devam edeceğim…

 

 

MUHTEŞEM HOCAMIN SEVİNÇ ÇIĞLIĞI…

KARATEPENİN KAHRAMAN ARKEOLOGU

PROF. DR. HALET ÇAMBEL’LE İKİ SAAT…

Kadirli Karatepe antik kenti kazısını ortaya çıkartmaya hayatını adayın, ömrü boyunca orada çalışarak dünya insanlık ailesine armağan eden kahraman Prof. Dr. Halet Çambel hocamla iki saat söyleşi yapan belki de tek gazeteciydim…

Üç arkadaşımla hem çalışmaları görmek hem de hocayı ziyaret etmek için bölgeye gittik…

Hocayı kazı alanında işçilere sürekli talimat verirken gördüm…

Muhteşem bir özgüven, şahane bir bilgi abidesi, araştırma yeteneğinin verdiği aydın görüşüyle çok etkilemişti…

Teybime bir saat gibi sürede bölgeyi anlattı, dönemin kralı olan ASİTAVAS’ ve onun söylevlerini uzunca anlattı…

Onun kitabesinde Adana ve Çukurova ile ilgili söylediklerini tek tek bize izah etti…

Ortaya çıkarttığı heykellerdeki giysileri, o yıllardaki yaşama kültürünü, hayvanlarla doğayla olan ilişkilerini, çevredeki diğer antik dönem kentleriyle olan mücadelelerini uzun uzun anlattı…

İtalyan bir hanımefendi uzmanla birlikte kazıyı yönettikleri şahane ve rüyaları süsleyecek kadar muhteşem bir dağ evi yaptırmıştı…

Bu gün hala yerinde duruyor mu bilemiyorum ama doğayla baş başa yaşamak isteyen insanların hayallerini süsleyen bir yapıydı…

Ben bile ah emekli olsam da bu modern ve çamların arasında doğayla uyumlu olan şahane evde yaşasam diye içimden geçirmiştim…

Her yönüyle aydın Türk kadının bilim dünyasında neler yapabileceğini tüm herkese sergiliyordu…

Prof. Dr. Halet Hocamın antik kentler tarihinde yer alan Karatepe çalışmaları onun Türkiye Cumhuriyetine ve dünya tarihine armağan ettiği en büyük eseridir…

Hiç şüphesiz ki hocamızın ismi onunla birlikte sonsuza kadar yaşayacaktır…

Ses kaydından sonra bol fotoğraflarımızı çekmiştik…

Yanından ayrılırken “MİNİ ŞİİRLER” kitabımın ilk baskısını armağan etmiştim…

Her sayfasını okudukça çocuklar gibi havaya zıplayıp;

-HARİKA… ŞAHANE… ÇOK GÜZEL, demişti…

7.Baskıya ulaşan bu kitabımın arka kapağında, ünlü gazeteci emin Çölaşan ile birlikte onun sözleri de yer alıyor…

 

MİNİ ŞİİRLERLE

REKOR KIRIP ÖDÜL KAZANDIM…

Seyhan belediyesinin kurucusu ve ilk başkanı Yalçın Akyol 1991 yılında  “1.KÜLTÜR ETKİNLİĞİ” düzenlemişti…

Gazeteci ve şair olarak Türkiye’nin ünlüleriyle aynı masada imza gününe katılmıştım…

Prof.Dr. Erdal Atabek, Oğuz Aral, İlhan Selçuk, Demirtaş Ceyhun başta olmak üzere 7-8 kişilik bir imza masası kurulmuştu…

Günlerce düşündüm, Türkiye’nin devletiyle aynı imza masasında nasıl yarışacaktım…

Şöyle bir formül ürettim;

Yıllarca özenle 3-4 klasör dolusu şiirler yazmıştım…

Hemen onları ilk defa okuyormuş gibi gözden geçirdim…

Şiir dosyalarımdan en çarpıcı, en akıcı, en vurucu sözlerden oluşan eserlerimi “MİNİ ŞİİRLER” isimi

8x9 cm çapında 40 sayfalık kitapçık şeklinde bastırıp hazırlamıştım…

Etkinlik başladı, ünlülerin isimleriyle benim ismim aynı masadaydı…

Atatürk Parkında insanlar akın akın gelmeye başladı…

Gelenler masalardaki kitaplara bakıyorlar, boyut olarak benim “MİNİ ŞİİRLER” kitabımı alıp imzalamamı istiyorlardı…

Türkiye’nin en ünlü yazarlarıyla yarışta başarı sağlamıştım…

Kendi olanaklarımla 7.baskı yaptırıp, ücretsiz dağıttığım bu kitabımda ölümsüz olduğuna inandığım şiirlerim yer alıyor…

Bu kitabımın 2009 daki önsözünde şöyle demiştim;

MİNİ ŞİİRLERİM…

Önsöz; şiir aslında her şey; ya da hiçbir şeydir…

Şair her şey ile hiçbir şey arasında oyalanırken yaşamının geçip gittiğinin bilincinde olamaz…

1990 yılında 3 klasör dolusu şiirlerimin seçkisinden oluşturduğum MİNİ ŞİİRLERİM ilk baskısı; İZMİR DİKİLİ şenliği sırasında halk oylamasıyla HÜMANİST ENTERNASYONAL şiir mansiyon ödülü kazandı…

Aslında 6.baskıya kadar getirip, sonra biraz unutur gibi olduğum MİNİ ŞİİRLER kitabımın değerini bu gün daha iyi anlamaya başladım…

Şöyle ki; son yıllarda aradığım tüm dergilerde kocaman şairlerin kitaplarında gerçek şiir yoktu, uçup gitmişti… Şiirin o kendine özgü dokusu, saf duyguları, insanın içinden bir yerleri titreten akidelerini bulamadım..

Sonra benimkiler epeyce şiirmiş diye düşündüm…

İlk baskısından 6.baskısına kadar olan şiirlerimi 7.baskıyı okura sunmaya karar verdim…

Bana göre bu mini kitapta yer alan her satır şiirdir: ama tam şiirdir… Bir yazının şiir olup olmadığını ölçmek isteyenler için güzel bir ölçüdür buradaki yapıtlar… Şairlik geleneğinin bu güne kadar gelen tüm renklerini taşımaktadır…

ABDULKADİR KAÇAR…

 

MİNİ ŞİİRLER kitabım İzmir Dikili Kültür etkinliğinde halk oylamasıyla yapılan yarışmada Hümanist Enternasyonal şiir mansiyon ödülü kazanmıştı…

Bu güne kadar 7.baskısını kendi olanaklarımla yaptırdığım kitabımı, diğer 34 kitabım gibi gittiğim her yerde insanlara ücretsiz olarak dağıtmaya devam ediyorum…

Sloganım şu; YAŞAMAK İÇİN YAZIYORUM; YAZMAK İÇİN YAŞIYORUM…

 

BENİM ÇEKTİĞİM FOTOĞRAFLA ARKADAŞIM TÜRKİYE BİRİCİSİ OLDU…

Afad “ADANA FOTOĞRAF AMATÖRLERİ DERNEĞİ” henüz kurulmamıştı… Ben de henüz gazeteci olmamıştım…

Ama tanışmaktan büyük mutluluk ve sevinç duyduğum stüdyo 75’in Sular Semtindeki dükkânında fotoğraf konusunda dünya dergilerini karıştırmayı sürdürüyordum…

Stüdyonun sahibi Mehmet Baltacı ağabeyi otomobilimle Seyhan eski baraj gölü kıyısındaki okaliptüs ormanlarında fotoğraf çekmeye götürmüştüm…

Bir saatten fazla çalışma yaptık; sonra gölün suyunun tamamen çekildiğini, her tarafın balık tarlasına döndüğünü her cinsten balık kaynadığını çevredeki mahalle sakinlerinin; kova, tencere, çuval gibi evlerinde ne kadar eşya varsa;

Suyu çekilen, çırpınan balıkları heyecanlı biçimde ve kolayca toplamaya devam ettiklerine hayretler içinde tanık olduk…

Hem Mehmet Baltacı ağabeyi, hem de ben zaten makinelerimiz yanımızda olduğu için, tarladan pamuk gibi her biri 3-4-5-6-7 balıkları toplama fotoğraflarını çekmeye koyulduk…

Daha sonra stüdyo-75 e gelip filmleri yıkayıp, 18x24 parlak karta, ya da 13x18’ lik yine parlak karta basıp evime götürdüm…

Sürekli Hürriyet gazetesi okuduğum için aynı aylarda gazetenin 8.gün ilavesi(Sadece Pazar günleri yayınlanıyordu) bir okurlar arasında “TATİL FOTOĞRAFLARI” yarışması düzenledi…

Tek seçici fotoğraf sanatçısı ARA GÜLER’ di…

Kazanana karşılığında ise, çağının en güzel son model, en pahası makinesi olan CANON AE-1’ verecekti…

Türkiye’deki herkes tatilde çektiği çeşitli boyutlarda fotoğraflarla yarışmaya girmeye başlamıştı…

Aynı günlerde arkadaşım TURGAY KAYTANCI ile yine fotoğraf muhabbeti yaparak, fotoğraf çekerek bizim evimize geldik…

Masamın üstünde o yarışmaya göndermek için 4-5-6 fotoğraf dizmiştim…

Turgay’a dedim ki;

-Ben Hürriyet 8.Günün yaptığı yarışmaya şu fotoğraflardan hangisini göndereceğime karar veremedim…

Ama şunu göndermeyi düşünüyorum…

Turgay gözden geçirdi fotoğrafları;

-O zaman da senin şu fotoğrafını ben kendi adıma göndersem olur mu?

-Tamam… Gönder, dedim…

Fotoğrafları zarfa koyduk, Hürriyet Gazetesinin Cağaloğlu’ ndaki adresine postaladım…

Aradan bir hafta geçmişti ki;

Sonuçlar açıklandı; Türkiye’nin her bölgesinden gönderilen birkaç binlerce fotoğraf arasından;

-TATİLİM konulu fotoğraf yarışmasında Adana’dan Turgay Kaytancı’nın çalışması birinci olmuştu…

Canın AE-1 fotoğraf makinesini güle güle kullansın…

Sabahleyin 8.gün dergisini görünce, öğleye doğru Turgay’ın evine gittim; durumu anlattım, çok şaşırmıştık…

Birkaç gün sonra İnönü Parkının yanındaki Hürriyet Gazetesinin matbaası ve Haber Ajansına gidip makineyi teslim aldık…

Turgay’a o günlerde metal kutularda, rulo şeklinde satılan yaklaşık 50-60 makaraya sarılabilecek 36 pozluk bir film alıp armağan etmiştim…

Arkadaşım da çok dürüst ve bilinçli olduğu için bu konuda makineyi bana gönül rızasıyla teslim etmişti…

Yani birlikte güzel bir işe imza atmış olduk…

O makine sayesinde, Hürriyet Gazetesiyle tanışmış oldum; bir süre sonra da Adana sayfasında şöyle bir ilan çıkmıştı;

-YETİŞTİRİLMEK ÜZERE, MUHABİR ADAYLARI ALINACAKTIR… DAKTİLO VE FOTOĞRAF BİLMESİ TERCİH NEDENİDİR...

O ilanın ardından yeniden gazeteye gidip;

F klavye de Adana daktilo şampiyonu olduğumu,

Yapı Kredi ve Akbank’ ın düzenlediği “YARATICI GÜCÜ TEŞVİK” yarışmalarında 3-4 ödül aldığımı söyleyince;

Sonradan şefim olacak Cevat Eren, üstlerinde daktilolar bulunan bürodaki 5-6 masayı bana göstererek;

-Hemen başla, buyur içeri gel, demişti…

 

AKDENİZİN KIYILARI

BETONLA BİNALARLA KAPLIYDI…

1980’ yıllarda ulusal gazeteler eskiden Ramazan Bayramında iki, Kurban Bayramında da üç gün yayınlarına ara verirdi…

Amaç hem muhabirlerin bayram tatili yapması;

Hem de gazeteciler cemiyetlerinin kendi gazetelerini yayınlayarak ekonomik olarak gelir sağlamasıydı…

Bayram günlerinde bayilerde ulusal gazeteler satmaz;

Sadece cemiyetlerin yayınladıkları bayram gazeteleri satılırdı…

1980’in ilk yıllarında çalıştığım Milliyet Gazetesinde görevim tüm hızıyla devam ediyordu;

Çukurova Gazeteciler Cemiyetinde bayram gazetesi için ön çalışması yaptık…

Cemiyetimiz yine havaalanından iki kişilik uçak kiralanmıştı;

Ben uçakla Karataş’tan Silifke’ye kadar olan bölgede, deniz kenarındaki yapılaşmayı havadan fotoğrafladım…

Belirlenen sürede bu programı sıfır hata, yüzde yüz başarılı biçimde gerçekleştirdik…

Cemiyetimiz kiraladığı iki kişilik uçakla;

Karataş’tan Silifke’ye kadar olan Akdeniz kıyısındaki yapılaşmaları, hem siyah beyaz, hem slâyt, hem de renkli negatif olarak havadan ustaca görüntülemiştim…

Bu günlerdeki kadar yapılaşma olmasa bile;

Akdeniz kıyısında inanılmaz şekilde kaçak yapılaşma ve yağma başlamıştı;

Öyle ki, adım başına binlerce binalar tren vagonları gibi birbirine bitişik şekilde yapılmıştı…

Başka ifadeyle Akdeniz’in kıyısı Karataş tan;

Silifke’ye kadar yağmalanmış tüm kıyılara binalarla beton duvarlarla örülmüştü…

Çukurova Bayram Gazetesinde iki üç gün boyunca manşet haberim olarak yer almıştı…

Daha sonraki yıllarda ulusal-yaygın gazetelerin ramazan ve kurban bayramında yayınlarına ara verme olayı ortadan kaldırıldı…

Şimdi böyle bir gelenek yok; sadece tarihin tozlu raflarında kaldı…

Akdeniz’ in kıyılarında o yıllara göre beton binalarla duvarlar yüzlerce, binlerce kat artarak örüldü, bu yağma devam ediyor…

“BACASIZ SANAYİ” diye tanımlanan turizm adı altında altın kıyılarımızı yok ettik, bu cinayetleri işlemeyi sürdürüyoruz…

 

ADANA DA GERÇEKTEN

PETROL VAR?

Çukurova bölgemizde gazeteci olarak yıllarca petrol arama çalışmalarını aralıksız şekilde takip ettim…

Kulelerin yerlerinin belirlenmesinden;

İlk kazma vurulmasına, ilk demir direklerin dikilmesine;

Günlerce süren kulenin dikilip aylarca yapıldığı iddia edilen sondaj çalışmalarına;

İlk bulgular ve ortaya konulan testler sonunda;

-PETROL YOK, diye, açılan kuyulara yüzlerce torba çimento dökülüp kapatılmasına kadar olan süreçlere yakından tanık oldum…

Çimento Fabrikası civarında o zamanki ismi E-5 olan karayolunun kenarındaki çalışmaları;

Karaisalı Salbaş kasabası civarındaki aramaları;

Yaklaşık 4-5 kuyu sondajını yakından izlememe karşılık;

Umutların bilinçli olarak yok edilerek;

-PETROL BULUNAMADI, diye aynı numaralarla çalışmalar sonlandırılmasına tanıklık ettim…

Oysa sondaj yapılan sahalara yakın köylülerden;

Bire bir konuştuğum yüzlercesinin;

Defalarca yemin ederek söyledikleri ifadelerini dinleyip, o yıllarda çalıştığım gazetelerde haberleştirmiştim;

-Ağabey vallahi petrol fışkırdı…

-Doğal Gazı günlerce söndüremediler…

-Ben gözlerimle tanık oldum, petrol buldular ama yok diye yüzlerce torba çimento dökerek kapattırdılar…

İzlediğim petrol aramaları konusunda yaptığım araştırmalarda en ilginç olanı;

Karaisalı Bulgur Dağının öyküsü ilginçti…

Bir dönem günde 200 tanker dolusu ham petrolün çıkartıldığı, Mersin Rafinerisine gönderildiğini de köylü vatandaşlar söylüyordu…

Bir vatandaş şöyle dedi;

-Burada petrol kuyularına da yüzlerce torba çimento döktüler…

Ama kapatamadılar, şu anda da kendiliğinde ham petrol kaynamaya devam ediyor…

Şu sıralarda sadece 4-5 tankerle yine Mersin’e taşıyorlar…

Bu konuları bölgenin en büyük amiri olan o dönemin Adana Valisi Recep Birsin Özen’e konuyu iletmiştim…

Makamına gidip anlattığımda, gözlerini hayretler şeklinde açmıştı;

-ADANA DA GERÇEKTEN DE PETROL MÜ VAR?

Yani, orada da hayal kırıklığı yaşamıştım…

Bir başka not;

-1998 Adana depreminde Ceyhan daki Tumlu Kalesi Soysallı Köyü civarında yerden siyah petrol fışkırmıştı; Botaş yetkilileri oradan örnekler alıp test yapmışlar;

-BURADAN ÇIKAN PETROL DEĞİL, şeklinde rapor vermişler, kendiliğinden yeryüzüne çıkan petrolümüzü yok saymışlardı…

Daha sonra kendiyle görüştüğüm üst düzey bir yetkili şöyle demişti;

-Abdulkadir Bey o dışarıya akan sıvı vallahi billahi ham petroldü…

Ama bize gelen talimat doğrultusunda, buradan çıkan su, petrol yok raporu yazdık…

Bu gün, devletimiz; ülkemizin pek çok yerinde daha önce;

-PETROL YOK, PETROL BULUNAMADI, diye yüzlerce torba çimentoyla kapatılan alanlardaki kuyuları yeniden kazarak ham petrol üretmeye devam ediyor…

Dileğim Çukurova’ da bu türlü kapatılan petrol arama kuyularını tekrardan açıp, işletmeye başlatmalarıdır…

 

PEDER FELİÇE VE

BEBEKLİ KİLİSE…

Adana’nın Tepebağ Mahallesinde halk arasında BEBEKLİ KİLİSE’ diye tanımlanan geniş halk kitlelerine kapalı yapı geçen yıllarda pek çok gazetede haberinde yer almıştı…

Tepebağ mahallesinin 57 yıl muhtarlığını yapan;

Seçime katılmasa da vali beyin çağırıp mührü teslim ettiği Ferhat Arkun ilginç bir kişiydi…

Kilisenin kapısının tam karşısında evi ve matbaası bulunan Ferhat Arkun yıllarca oraya girip çıkan Türkleri keskin bir hafiye gibi adım adım gözlemişti…

Ziyaret için gelen, yetenekli, zeki Türk Gençlerinin kilisede kandırılıp önce Hıristiyan yapılıp sonra da Avrupa’ya kaçırdıkları iddiası sürekli gazetelerde yer almıştı…

Sayıları da belli olmayacak kadar çok bu gençlerin kurtarılması gerekiyordu…

Gazetelerdeki haberler sonra özel ulusal televizyonlara konu olmuştu;

Konu gündemde tutulunca hemen adliyeye intikal ettirilmiş; davalar da yine yıllarca sürmüştü…

Gazetecilik sonra televizyon programcılığına başladığım yıllarda kilise de Peder Don Feliçe Süriyano görev yapıyordu…

1990’lı yıllarda 60’lı yaşlarındaydı…

Son derece pozitif düşünen, güleç yüzlü, herkesi sevgiyle kucaklayan, bir beden ve iletişim diline sahipti…

Olaylar sıkça adliyeye intikal edince;

Pazar günleri ayinlere ilgi duyan genç Türk vatandaşları ya kabul edilmiyor, ya da çok az sayıdakiler ancak içeri alınabiliyordu…

Halk arasında ürpertici gizemli bir kara delik olarak değerlendirilen;

Herkesin merak ettiği bu yüzlerce yıllık kilise benimde çocukluğumdan beri ilgi daima alanımdaydı;

Programcı ve sunucu olarak görev yaptığım Kanal-A Televizyonunda kilisede belgesel çekmeye karar verdim…

Öncelikle Peder Don Feliçe Süriyano ile görüştüm; teklifimi inanılmaz şekilde hemen ve severek kabul etmesine bu gün bile hala inanamıyorum…

Bu kapalı kutuyu halka açma sevinciyle kameraman arkadaşımla BEBEKLİ KİLİSE ’ ne geldik; program öncesi şöyle dedim;

-Program boyunca size nasıl hitap etmeliyim? Papaz mı deyince; sözümü hemen kesti;

-Hayır, bana Peder deyin lütfen, demişti…

Belgeselini birlikte çekmemiz gerektiğini, her bölümü anlatmasını rica ettim…

Peder Don Feliçe Süriyano birlikte her bölümü dolaşmaya başladık;

Aralıksız olarak, hatta kameramızı bile kapatmadan;

En gizemli, hatta karanlık olarak düşündüğüm;

En üst katlardaki ve hatta kapalı olan bölümlerin bile kapısını açmasını, içini görmek istediğimi söyledim…

Her isteğimi Peder zevkle kabul etti;

Tüm kapıları sonuna kadar açtı;

Çoğu üst katlarda bulunan, devasa boyutlarda yer alan yağlı boya;

Yüzlerce yıllık ikonaların tarihçesini ve verdiği mesajları çok samimi bir ifadeyle anlattı…

Hatta üst katta, kimsenin-cemaatin bile girmesine izin verilmeyen tüm bölümlerini yatak odalarını bile birlikte dolaşıp belgeselleştirdim…

Peder Feliçe şöyle dedi;

-1880’li yıllarda St. Paul adına Cizvit papazlarınca inşa edilmiştir; burası bir İtalyan Katolik kilisesidir…

Kilisenin tepesinde 2. 5 metre boyunda tunçtan yapılmış;

Meryem Ana heykelinin halk tarafından bebeğe benzemesi nedeniyle yapıya Bebekli Kilise adı verilmiştir...

Peder Feliçe’ ye ile birlikte;

Halk tarafından gizemli, karanlık, dipsiz bir kuyu olarak görünen;

Kilisenin bölümlerini masalarını, hatta masaların altını;

Cemaatin oturduğu sıraları, mutfağı;

Bölümlerinin tamamını net olarak her şeyiyle gözler önüne serdim…

Dikkatimi çeken ise kahvaltı masalarındaki yiyeceklerin türlerinin sayılarının çokluğuydu…

3x4 metrelik bir masanın üstünde, içleri çeşitli gıdalarla dolu olan irili-ufaklı, 30-40 belki daha fazla tabakta sabah kahvaltısı için gıda maddesi bulunuyordu…

Pedere neden bu kadar bol çeşnin olduğunu sorduğumda;

-Bizim beslenme geleneğimiz bu şekildedir Abdulkadir Bey demişti…

Öyle mutlu, öyle sevinçliydim ki;

Bir gazeteci ve televizyon programcısı olarak;

Kentin tarihinde sürekli yer alan;

Kapalı bir kutu olan kilisenin belgeselini çekerek halka anlatmış olmaktan, çok büyük keyif aldım…

Peder Don Feliçe Süriyano da en az benim kadar mutluydu;

Program sonunda şöyle dedi;

-Sana bir dua edeyim mi?

-Mutlu olurum Aziz Peder, dedim…

Ellerini havaya açtı; ben de birlikte aynı şekilde yaptım;

-Ey Meryem, sen, temiz bir insansın… Amen…

Duası da bu şekildeydi…

Birbirimizden mutlu şekilde ayrıldık…

Belgesel programım Kanal-A Televizyonunda üç dört kez yayınlandı…

Pederin sonra İtalya’ya döndüğünü duydum, orada da hayatını kaybetmişti…

Bir not şöyle;

Peder Don Feliçe Süriyano halkla iletişim kurmayı seviyordu…

Özellikle gazetecilere ayrı bir ilgisi ve saygısı vardı…

Çakmak Plazada Kitapevi bulunan Yüksel Mert kısa zamanda Peder Feliçe ile çok samimi olmuştu…

Öyle ki, Yüreğir de ilk kez açılan BİRİKİM isimli alış-veriş merkezinde bir ramazan günü Peder Feliçe gazetecilere iftar yemeği bile ikram etmişti…

İYİ Kİ İNTİHAR EDEMEDİM…

BEL FITIĞIMIN ACISINDAN

İNTİHAR EDECEKTİM

Sağlıklı yaşayıp “YENİ NESİL YAŞLI” olup ömrümün son yıllarımı da sorunsuz-mutlu biçimde geçirebilmek için sürekli ve düzenli yürüyüş yapıyorum…

Bundan daha da önemlisi yıllardır bisiklet sporu yapıyorum… Bazen günde 2-3 saat, haftada iki üç kez bisikletle 5-6 kilometre dolaşıyorum…

Yıllardır oturduğum Ziyapaşa Mahallesinde 2017 yılının Şubat ayın başında evimden yine bisikletle çıktım…

Seyhan eski baraj gölü kıyısında, “KARANLIK ORMAN” adını verdiği devasa okaliptüslerin arasında 2 saatten fazla dolaşmıştım…

Eve dönerken Ortadoğu Hastanesinin yanındaki ara yoldan aniden çıkan bir motosiklet kavşakta gelip bisikletime feci biçimde çarptı; ön teker ikiye katlanıp, belimde hafif bir ağrı oluşmuştu…

Çarpan motosikletli kişi, her kaza yapanın suçunu bastırmak için karşı tarafı yaptığı şekilde bana saldırmaya kalktığında;

-Siz bana hızla gelip çarptınız; suç sizde, beni niye suçluyorsunuz, yine epeyce tartıştık…

Televizyon ekranlarındaki programımdan tanıyan vatandaşlar çevremize toplanıp, benim haklı olduğumu falan anlattığı kişi bu defa suçlu olduğunu kabul etmişti…

Daha sonra işyerinin adını verip, beni davet etti, masrafımı karşılamıştı…

Sağ tarafımda belimle birkaç gün sonra hafif bir ağrı oluştu…

Gittikçe daha da büyüdü, daha da rahatsız etmeye başladı…

30 yıllık değerli arkadaşım ve ağabeyim olan Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Yusuf Erkişi o yıllarda Yüreğir deki Bülent Özülkü TIP Merkezinde görev yapıyordu…

Kalçamda gittikçe artan ağrımı ona anlattım, o da;

-Gel benim çalıştığım tıp merkezinde bir masör arkadaş var, ona göstereyim, bana da masaj yapmış ve rahatlatmıştı, dedi…

Hemen oraya gittim, Fizik Tedavi Uzmanı olan bir hanıma yönlendirdi, birlikte yanına girdik doktora benim gazeteci olduğumu söyledi…

O da hemen görevlilere bana hemen sıcak bir tedavi uygulamalarını söyledi…

Özel bölüme yatırıp, belime sıvı bir şeyler sürdüler, 20 dakikaya yakın elektrik akımı uyguladılar…

Vücudum öne doğru 9-10 derece eğildi…

İkinci, üçüncü seansta 90 dereceye kadar belim büküldü…

Doğrulmam mümkün değildi…

Ama gittikçe ağrım daha da çok arttı;

-Doktor Hanım ben ölüyorum, çok rahatsızım, deyince, bu kez Güney Hastanesinde MR çektirmeye gönderdi…

Bel fıtığı teşhisi konuldu; ama ağrıdan ölüyorum, evden çıkamaz oldum…

Doğrulmaya çalıştığımda bilimde 20 tane bıçak saplanıyor, kanamalar olduğu hissine kapılıyordum…

Artık bir tür engelli olmuştum…

Üç arkadaşım gece gündüz yardımıma hemen koştu, ama artık ayağa kalkıp doğrulamıyordum…

Sabah iki iğne karıştırılıyor sağ kalçama, akşam aynı şekilde sol kalçama vuruluyor ama ağrılarım asla dinmiyor, gittikçe daha da kötüleşiyordum…

Kapının zili çaldığında biri geldiğinde tabureye oturup çocuklar gibi kaydırarak yavaşça ilerleyip açıyordum…

Ayağa kalkıp mutfaktaki dolabın ilk rafından bir şey almam mümkün değildi…

Artık ağlamaya başladım, bir arkadaşım dedi ki;

-Çifte Minareli Caminin orada MUSTAFA MENGİ diye bir masör var, askeri hastaneden emekli olmuş, onun yararını çok görenler var gel seni oraya götürelim, dedi…

Oraya da gittim, bu günkü parayla anında yüklü bir miktar aldı…

Belimin sağ tarafına bir madde yapıştırdı, üç gün sonra yine aynı şeyi yaptı, hiçbir yararı yoktu…

Sabahleyin iki iğne karıştırılıp sağ yanıma, akşamları aynı şekilde ağrı kesici iki iğne sol tarafıma yapılıyor ama ağrıdan ölüyordum…

Sabahlar olmuyordu, ama ayağa kalkamıyordum, ölümü istiyordum…

Dayanamaz hale geldim, 7.kattaki evimin penceresine iki defa ağlayarak aşağıya bakıp atlamaya, intihar etmeye gittim ama başaramadım…

Yerime geri dönüp yine ağlayarak yattım…

Hayatım boyunca annem, babam, ablam, ağabeyim öldüğünde bile gözümden bir damla yaş gelmemişti…

Ama bel fıtığı yüzünden çocuklar gibi ağlıyordum…

Evdeki acılarım dayanmaz olmuştu, soydaşım Adana Büyükşehir Belediyesi Sağlık Daire Başkanı Op. Dr. Fatih Karayandı’ ya müracaat ettim; o da beni daha önce aynı hastanede birlikte çalıştığı, Op. Dr. Ahmet Mutlu Ayçin’e yönlendirdi…

Yeni Baraj Mahallesindeki eski numune hastanesinde gerekli işlemler yapıldı ve Op. Dr. Ahmet Mutlu Ayçin bana nöbetçi olduğu günlerde yattığı odayı tahsis etti…

3-4 gün ameliyat olmaktan korkuyordum;

-Doktor bey, ben ameliyat olmak istemiyorum, ilaçla tedavi edin, sonra evime gönderin, dedim…

-Zaten öyle yapıyorum, dedi…

Ama yattığım odayla, tuvaletin arası 9-10 adımdı zor gidip geliyordum…

Belimdeki kemiklerim bana düşman olmuştu, her birinin elinde iki tarafı keskin bıçaklar vardı beni sürekli parçalıyordu…

Bu arada İstanbul’ daki yeğenim de kapalı ameliyatı araştırıyordu…

O şekildeki ameliyattan bir gün sonra kişi normal hayata dönüldüğü iddia ediliyordu…

Hastanede yattığımın üzerinden 4-5 gün geçti, ama bir türlü, kapalı ya da açık ameliyat olmaya karar verememiştim…

Sabahleyin bir arkadaşım erkenden beni ziyarete gelmişti, o sırada doktor da beni kontrol için gelmiş ve odamdaydı;

Arkadaşım ona sordu;

-Doktor bey, bel fıtığının kapalı ameliyatı hakkında ne düşünüyorsunuz, dedi…

Doktorun verdiği şu yanıt ameliyat hakkındaki düşüncemi değiştirdi;

-Bir odanın içindeki eşyaları düzenlemek istiyorsunuz… Kapıdan bir delik açarak mı bunu yaparsınız, yoksa kapıyı açıp, odanın içini öyle mi düzenlersiniz?

Üstelik kapalı ameliyat olanlar 4-5 yıl sonra gelip açık ameliyat istiyorlar…

Doktorun söylediği beni ikna etmişti;

Kesin kararımı vermiştim, doktor doğru söylüyordu;

-Ağabey beni ameliyat edin, hazırım dedim…

Ama gözyaşlarım da sular sellercesine akıyordu…

Az sonra hemşire geldi, doktorun yarın ameliyata ilk olarak beni alacağını söyledi…

Bu konuyu ciltler dolusu anlatabilirim ama Nörolog. Op. Dr. Ahmet Mutlu Ayçin beni ameliyat etti…

Çok samimi olarak itiraf ediyorum ki; bana 2.kez hayat verdi, sabah 09 da ameliyat olmuştum, 15: 00 te ayağa kalkıp tuvaletime gittim…

Gazeteye teşekkür ilanı verdim, doktor beye hobisi olduğu için ona güzel bir motosikletli 30x40 renkli fotoğraf-poster armağan etmiştim…

2.Hayatımı borçlu olduğum doktor beyle hala arada bir görüşüyorum…

Arada bel fıtığımın olduğu bölümde ağrılar oluyor…

Karataş’a gidip denizde sırt üstü yüzerek ağrılarımı gidermeye çalışıyorum…

Anneciğim,”NEREN AĞRIRSA CANIN ORADA” derdi…

Bu yaşıma kadar apandisit ameliyatı oldum, çeşitli hastalıklarla karşılaştım ama diğer hiçbir ağrıdan bel fıtığından hiç çektiğim kadar acı çekmedim…

Sonuç olarak;

2017 deki intihar düşüncemi gerçekleştirmediğim için bu gün çok mutluyum…

O yıldan beri sayısız yeni kitap dosyaları yazmayı başardım…

Sadece pandemi döneminde 59 dan fazla yeni kitap dosyası yazdım…

Üretmeyi son nefesime kadar aralıksız sürdüreceğim…

Sloganım şu; YAŞAMAK İÇİN YAZIYORUM; YAZMAK İÇİN YAŞIYORUM…

 

EBEDİ RADYO DOSTUYUM…

BİTMEYEN RADYO AŞKIM…

İlkokula bile gitmediğim o yıllarda köyümüzde sadece öğretmenin bir radyosu vardı;

İki odadan oluşan öğretmenin evindeydi…

1960’lı yıllarda akşamları ailece gider Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının Yassı adadaki duruşmalarında yargılanmalarını naklen yayınlanmasını dinlerdik…

Radyonun çok gizemli bir cihaz olduğunu 3-4-5’ li yaşlarımdaki yıllarda anlamıştım; mutlaka bizim de olmalıydı diye ailece karar vermiştik…

Komşu köyümüz olan Durhasandede ki ÜF ÜF AHMET isimli bir vatandaştan 50.TL’ ye bir radyo almıştık…

Bu güne kadar o radyonun güzelliğinde, estetik yapısında başka bir radyo göremedim…

Evimizin başköşesindeki rafa konulmuştu…

Biri yuvarlak, diğeri kare ve akü şeklinde iki pille çalışıyordu; pillerden biri artı, diğeri eksi kutuptu…

Pil belki 5-6 saatte bitiyordu;

Radyo evde tamamen benim kontrolümdeydi…

Her sabah 07: 30 haberlerinde açıyor, gelişmeleri dinliyorduk…

Sonra da şarkı ve türkü saatlerini öğreniyor, zamanı gelince ben açıp aileme dinletiyordum…

Çocukluğumda itibaren sihrini keşfettiğin radyo aşkım hala devam ediyor…

Radyo bu gün bile benim için insanın bulduğu en büyük ve muhteşem mucizedir…

Öyle ki hala en büyük gizem, sihir, görünmeyen ama sadece sesiyle iletişime geçen evrenimdir…

Hala başucumdaki radyo ile uyuyup, onunla uyanıyorum…

O yıllarda beri radyo dinleme ve değerlendirme kulağım iyice geliştiği için artık seslerin kime ait olduğu konusunda tam bir uzman oldum…

Özellikle medya mensubu olarak da;

O yıllardan başlayan dinleme, okuma, düşünme, yorumlama, yazma konularında bilgi dağarcığım artmayı sürdürüyor…

Öyle ki evimdeki mutfak, salon, yatak odamda, radyolarım var…

Çoğunlukla da devletimin sesi olduğu için TRT’ tercih ediyorum…

Orada görev verilen kişiler hem seçilerek, çeşitli sınavlardan geçirilerek mikrofon başına getiriliyorlar…

İnanılmaz çok büyük maaşla çalışıyorlar…

Benim tüm dikkatim de hassas bir dinleyici olduğum için spikerlerin kullandıkları sözcükler, kurdukları cümlelere yoğunlaşıyor…

Özellikle spikerlerinin yanlışlarını kolayca bulup anında ya telefonla, ya da mektupla yetkililere hemen iletiyorum; düzeltilmesine katkıda bulunuyorum…

Bu kadar duyarlı bir dinleyici olduğum için bazı TRT Yetkilileri çoğunlukla teşekkür edip onurlandırıyorlar…

Bazıları da beni itici ve sevimsiz buluyor, çoğunlukla takdir ediliyorum…

Ama radyo benim, yani TRT milletin radyosu…

Bu gün üst düzey yöneticileri başarılı olamadıklarında yarın kendilerini sokakta bulabiliyor…

O nedenle akıllı olanlar, uyarılardan ders alanlar mesleklerini daha başarılı şekilde sürdürüyorlar…

Ama ünlü bir filozofun şu sözünü hiç unutmam ve yaşama biçimim haline getirmeye devam ediyorum;

Diyor ki; “DEVLET MEMURLARI ASLA YATARICI OLAMAZ; ŞÖYLE YA DA BÖYLE ONLARI YASALAR BAĞLAR”

Radyo aşkım devam etti ama tam bir devlet memurluğu olan masa başı işini daima ret ettim…

Özel sektörde, çok çalışan, yaratıcılıkta sınır tanımadan sürekli kalıcı eserler vermeyi çok sevdim ve son nefesime kadar da sürdüreceğim…

 

TRT ÇUKUROVA

RADYOSUNDA SKANDAL…

TRT Çukurova Radyosunun yıllardan beri en dikkatli ve kemik dinleyicisi olduğumu her zaman onurla söylerim…

Yıllardır gider gelirim, programlarına konuk oldum, Özellikle Cuma günleri “GAZETECİ GÖZÜYLE” diye programım yıllarca devam etti…

Haftada bir gün 08;15 te telefonla evime bağlanıyorlar, konuşmamı yapıyordum…

Hatta bir programda yarışma sorusunun konusu olmuştum; şöyle,

“CUMA GÜNLERİ GAZETECİ GÖZÜYLE PROGRAMINI YAPAN GAZETECİ KİMDİR?

Hiç unutamıyorum, Silifke’den bir dinleyici bilmişti…

Ödül falanda verdiklerini hatırlıyorum…

Ben her gece radyo ile uyuyor, sabah gözümü açar açmaz da hemen devletimin sesi olan TRT’ nin haber bültenlerini dinliyorum…

8 Temmuz 2021 günü TRT Çukurova Radyosu’nda inanılmaz bir yayın hatası yapıldı…

Bu yıllarda saat 10: 00 ile 13: 00 arasında ”AKDENİZDEN TOROSLAR’A” bölgesel isimli yayın yapılıyor, iyi de oluyordu…

Bölge insanının hayatında silinme izler bırakmaya devam ediyor…

8 temmuz 2021 ‘ de saat 10: 00’ dan itibaren yine bu radyoyu dinliyor, bir yandan da bilgisayarımda çalışıyordum…

Bir türlü bölgesel yayın yapılmıyordu;

Ankara radyosuyla TRT Çukurova radyosundan ulusal yayın aralıksız olarak sürdürüyordu…

Saat 12: 15 oldu, canım sıkıldı, radyo müdiresi hanımefendiyi aradım;

-Abla, TRT Çukurova Radyosunun bu gün bölgesel programı yok mu?

-Var Abdulkadir Bey, şu anda mikrofonda da Alper Yetgün var, dedi…

-Ben 10:00’ dan beri TRT Çukurova Radyosunda ANKARA programını dinliyorum…

Hatta program yapımcılarınıza bir şey mi oldu? Neden bu gün program yok diye şaşırdım…

TRT Çukurova Radyosu bakıma mı alındı, dedim…

Müdire hanım panikledi, ses tonundan şaşırdığını anladım, koşarak yayın odasına gittiğini anladım…

7-8 dakika sonra “AKDENİZDEN TOROSLARA” bölgesel yayına geçildi…

Haberci olduğum için, ben de buna çok şaşırdım…

TRT Radyo tarihinde böyle bir olay yaşanmamıştır, yaşanmayacaktır…

Şöyle düşündüm, TRT Çukurova Radyosunun bu hatalı yayınına Ankara Radyosu değil de terör örgütlerinin yayınları girseydi; teknik müdür ve yöneticilerin yine de haberleri olmayacaktı diye çok şaşırdım…

Haberci olduğum için olayı hemen gündemime aldım;

“ TRT ÇUKUROVA RADYOSUNDA SKANDAL” başlığıyla haberimi hazırlayıp sosyal medyada anında yayınladım…

TRT NAĞME, TRT TÜRKÜ, RADYO-1, RADYO-3, TRT FM yayınlarındaki arızaları bildirdiğim, vericilerden sorumlu müdür haber yayınlandıktan bir saat sonra beni aradı;

-Sen nasıl böyle bir şey yaparsın?

Beni mahvettin; bundan sonra arıza bildirdiğinizde telefonlarınıza çıkmayacağım…

Adana’ya yayın yapan 105. 1 ’ deki arızalara da gidermeyeceğim, ne haliniz varsa görün dedi…

Gerçektende o andan itibaren yayın kasıtlı olarak gittikçe bozuldu…

Öyle ki, 24 saatlik yayında 15-20 dakikada 5-8 saniye kesilen yayın artık her 2-3 dakikada bir kesilmeye başladı…

TRT Çukurova Radyosunu 105.1 deki yayını gittikçe dinlenilme hale geldi…

Telefonuma çıkmayacağı için bende vericilerden sorumlu kişiyi aramadım…

Yayın gittikçe yerlerde sürünmeye başladı…

Radyo dostları konuyla ilgili ve sorun çözen bir TRT dostu olduğumu bildikleri için;

Sürekli beni arayıp kesile ve sürekli bozulan yayınlardan şikâyet ettiler…

Baktım TRT Çukurova Radyosu Bölge Müdürlüğü Adanalıları bu şekilde cezalandırmaya başladılar;

Hemen CİMER’ mektup yazdım…

-TRT ÇUKUROVA RADYOSU YETKİLİLERİ DEVLETİN GÜCÜYLE ADANALI DİNLEYİCİLERİ CEZALANDIRIYOR…

Uzunca bir mektup yazdım; hem de Hotmail olarak Cimer’e gönderdim…

Bir hafta, on gün sonra TRT Genel Müdürlüğünden Radyolardan Sorumlu Daire Başkanı aradı; durumu anladığını söyledi…

Benim gazeteci olarak görevimi yaptığımı; herkesin de görevini yapması gerektiğini söyledi…

TRT Çukurova Radyo Müdiresi bu kez daha sakin biçimde arayıp telefonla konuştuk;

-Kaç yıllık TRT’ ciniz, diye sordum…

TRT Radyoculuk tarihinde böyle 2 saat 15 dakikalık yanlış yayına şahit oldunuz mu? Dedim, yanıt vermedi…

Peki, bu yanlış yayın bir terör örgütü tarafından frekanslarınıza girerek yapılsaydı ne olacaktı?

Teknik servis bunun hesabını nasıl verecekti?

Yanıt vermedi ama yönettiği kadronun yanlış yaptığını anlamıştı; ama sessizliği seçiyordu…

Konuşmalarımızın ardından bundan sonraki her türlü TRT Radyolarındaki arızayı kendine bildirmem için ricada bulundu…

Sonunda anlayışla karşıladı, en kısa zamanda da radyoya beklediğini TRT yemeği ikram etmeyi istediğini söyledi…

Vericilerden sorumlu müdür ise hemen sonra aradı;

-Abdulkadir Bey her zaman arayın, lütfen şikâyetlerinizi bildirin…

24 saat arayabilirsiniz diye o da barış çubuğu uzattı…

Çünkü ben haklıydım, haberci olarak, dinleyici olarak görevimi eksiksiz şekilde yapmıştım…

Bende ilk gündeki azarlamalarını hatırlattığımda;

-Yok, ben öyle bir şey söylemedi, lütfen, her zaman bekliyorum, dedi…

-Telefon kayıtlarında ifadeleriniz var, ben biliyorum, isterseniz onları çözüp size ileteyim, dedim…

-Her zaman bekliyorum, arıza şikâyetlerinizi anında gidereceğim, dedi…

Çünkü TRT diğer medya kuruluşlarından farklıdır…

TRT Türkiye Cumhuriyeti Devletimin resmi sesidir…

Ben Radyo Dostuyum ama daha önce de TRT, yani devletim dostuyum…

TRT radyolarında sıfır hata, yüzde yüz başarı hedeflenmiştir…

Hiçbir çalışanın hata yapma yanlış yapma lüksü asla yoktur…

Hata yapanların da cezaları zaten bellidir;

TRT görevlisinin yaptığı hata devletin hatası olarak halka yansır…

Bunu hiçbir vatandaş kabul etmez…

Hele de terörle mücadele eden devletimizin bu günlerde bu türlü hatalara göz yumması olanaksızdır…

Ben haberci olarak bu yanlış yayında görevimi dört dörtlük yaptığıma inanıyorum…

Bundan sonra da dinlemeye arızaları, kusurları, hatalı yayınları izlemeye ve yetkililere iletmeye devam edeceğim…

Beni anlayıp anlamamaları umurumda değil; ebed müddet olan devletimi seviyorum…

TRT Dostluğuma titiz ve ince eleyip sık dokuyan bir medya mensubu olarak devam ediyorum…

 

ABLAM İLHAM VERDİ…

CEYHAN DAKİ KIRIM TÜRKLERİ…

Yıllardır atalarımın 1870’ ler de Kırım’dan yola çıkıp nasıl geldiklerini, onların yaşadıkları hikâyelerindeki zorlukları, sıkıntılarını, mücadeleleri, yaşama bağlılıklarını, gelenek ve göreneklerini, yazmak için düşüncemde çeşitli programlar yaptım…

Ama bir türlü yoğunlaşamamış ve yazmaya başlayamamıştım…

Yeğenime babasının mezuniyeti için ödül olarak aldığı otomobili İstanbul’a götürmemiz gerekiyordu…

Meryem ve Bedia Ablam ve yeğenimle birlikte Adana’dan o otomobille yola çıktık…

Bedia ablam çok zeki, esprili, akıllı ve bilge bir insandı…

Yol uzadıkça belleğindeki tatarca konulara girdi…

Muhteşem şakaları ve esprileriyle sülalemizin en büyük kadın güldürükçüsüydü…

Hemen yanımda bulunan kâğıtla kaleme sarılıp, 12 saatten fazla süren İstanbul yolculuğumuzda notlar almaya başladım…

Döndüğümde 5-6-7 sayfalık bir çalışmam olmuştu…

Çevremde hala özünü yitirmemiş yakınlarımla konuştum…

2-3 yılı aşkın süre bu konudaki bilgilerimi ve iletişimimi derinleştirerek sürdürdüm…

Vefa dedem ve Müsemma ninemin ve kardeşi Seyitosman’ın Kırım’dan geliş öyküleri dinledim…

Ayrıca zaten yaşamımı oluşturan yemek tarifleri, özdeyişleri, karakteristik özelliklerimizi, türküleri, olumlu bakışları, espri anlayışları vs kayıt ettim…

Zaten içinde yaşadığım kültürüm olduğu için yaşanan öyküleri yazdım…

1000 den fazla sözcükten oluşturduğum muhteşem bir sözlük hazırladım…

Ayrıca kitabımda yıllarca dillerden dillere anlatılan, Yakup ve İsmail amcamın Çanakkale savaşına gidip, birinin şehit, birinin gazi olarak dönme olaylarını detaylı şekilde anlattım…

İlk kitabımı “TATARLAR” olarak kendi olanaklarımla yayınladım…

İkinci genişletilmiş baskısını Ceyhan Belediye Başkanı Sayın Hüseyin Sözlü’ nün ön sözüyle yayınlandı…

Üçüncü daha da genişletilmiş baskısını Ceyhan ın ünlü TATAR ailelerinde Sayın Mehmet Yılmaz Yaltır ’ın ve diğer soydaşlarımızın katkılarıyla yaptırdım…

Diğer tüm kitaplarım gibi bunu da ücretsiz olarak ülkemizde etkinlik gösteren derneklerimize, internetten istekte bulunanlara ücretsiz olarak göndermeyi sürdürüyorum…

Ayrıca google arama motoruna Abdulkadir kaçarın sanal dünyası yazınca blok sayfamda diğer kitaplarımla birlikte CEYHAN DAKİ KIRIM TÜRKLERİ kitabıma da ulaşılabiliyor…

 

HAYALİM VE HEDEFİM ÖLÜMSÜZ BİLGİYE ULAŞMAKTI…

MAKAM VE PARA BENİM İÇİN

DAİMA KOCAMAN BİR HİÇ’Tİ…

Medya sektörü öyle güzel, çekici, popüler ve etkilidir ki; gazeteci, TV ve Radyo çalışanlarına;

Devletin ve özel sektörün tüm kapıları sonuna kadar açılır;

Televizyonda gördüğünüz herkesle rahatlıkla iletişim kurup, yemek yiyip, sohbet edip, konuşup, haberlerini hazırlayabilirsiniz…

Gazeteciliğe yeni başlayanların ilk düşünceleri en kısa yoldan şef, müdür ya da genel müdür olmaktır…

Ufak bir yetki ellerine geçince masalarını ve yetkilerini kimselere kaptırmamak amacıyla her türlü ödünü verirler…

Ama bu düşüncede olanlar, bilgiye kendilerini kapatırlar, kuru sandalyenin üstünde oturup, entrika ile kendilerini korumaya almaya çalışırlar…

Böylece meslek becerisini hiçbir zaman kazanamazlar…

Kendilerini geliştiremedikleri için kısa zaman sonra işsiz kalıp sokaklarda sudan çıkmış balığa dönerler…

Hayatım boyunca mevki, makam, yetki, para, otoriter olma gibi bir utkum olmadı…

Mesleğim boyunca asla sürü ve ekip insanı olmadım; her daim kendimle birlikte kendimi için hareket ettim…

Kararlarımı da kendi aklımın aydınlığında aldım…

Hayatım boyunca daima bir tek şeyin peşinden koştum;

Bilgi, daha çok bilgi, en kalıcı, evrensel ve ölümsüz bilgiyi aradım…

Bir düşüncemi, fikrimi, ölümsüz şekilde nasıl anlatabilirim? Bir haberi nasıl farklı şekillerde yazabilirim?

Bunun peşinden koştum yorumlama ve yazmayı başardığımda diğer her alanda daha da başarılı oldum…

Her adımımda daima emsallerinden ileriye geçtiğime inandım...

Çünkü gelişme, değişme, dönüşme gibi her konuda yarışımı sadece kendimle yaptım…

Bir denememde ise bu düşüncemle ilgili şöyle demiştim;

-DÜNKÜ KENDİMİ ULAŞTIĞIM BİLGİLERLE BU GÜN GEÇTİĞİMDE, DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİ DE GEÇİP GERİDE BIRAKTIĞIMA İNANIYOR; DAHA ÇOKMUTLU OLUYOUM…

Bu durumlarım beni mutlu etti ve daima da ediyor…

Bu anlayışım, aynı yıllarda medya sektöründe çalıştığım Aynı kuşaktaki arkadaşlarımı böylece gerilerde bıraktığımı kanıtladım…

Şöyle ki, benimle aynı zamanlarda mesleğe başlayıp, belli bir yere gelen, kitabı olan, tek satır şiiri olan insan bir ya da ikidir; üçüncüyü bilemiyorum…

Bu güne kadar 201 kitap dosyası yazdım…

Kendi olanaklarımla 34 irili ufaklı kitap yayınladım, diğerleri de bilgisayar dizgisi olarak arşivimi bağışladığım Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesine gönderiyorum…

Benim mesleğe başladığım yıllarda çok görkemli makamları, sekreterleri, emrinde otomobilleri olan, çok yüksek maaşla çalışan lüks içinde yüzen yönetici medya sektöründe ağabeylerimiz vardı…

Yanlarına 3-4 kapıdan geçilerek ancak ulaşılabiliyordu…

Ama maalesef çoğu kendini yenileyemedi, kendini çağa uyduramadı, bir tek şiirleri bile yazamadan ölüp gittiler, toprak oldular…

Ben katıldığım her cenaze töreninde;

Mezara konulup üstüne toprak atıldığında sonsuza kadar unutulan insanlardan olmayacağım diye kendime söz vermiştim…

Bu konuda iddiam, kendimle yaptığım bilgi kâşifliğim devam ediyor…

Bu ilkemi gerçekleştirme konusunda düzenli okuma, düşünme, yorumlayıp yazmaya, yani kendimi aşma yarışıma devam ediyorum…

 

HEDEFİME ÇOK YAKLAŞTIM…

HAYALİM ÖLÜMSÜZ ESERLERE

İMZA ATMAKTI; GALİBA BAŞARDIM…

Çocukluğumdan itibaren katıldığım, üzerine toprak atıldıktan sonra unutulan insanların cenaze töreninde kendime şöyle söz veridim;

-Ben öldükten ve üzerime toprak atıldıktan sonra asla unutulmayacağım…

Öyle çalışmalar yapmalıyım ki;

Ölümsüz eserler ortaya koymalıyım ki, gelecek yeni kuşaklarca da unutulmadan; o insanların dünyasında yer almalıyım…

Bu düşünceme de yaptığım çalışmalarım sayesinde galiba ulaşmayı başardım;

Dün, bu gün olduğu gibi şimdi de son nefesime kadar ölümsüz bilginin kâşifi olma yarışımı kendimle sürdürüyorum…

Binlerce, yüzlerce yıl önce yaşamış bilgelerin kitaplarını aralıksız olarak okudum, hala onlarla birlikte yatıp onlarla kalkıyorum…

Çağlarının en akıllı, en dürüst insanları olan bu bilgelerin hepsi de bana hayatım boyunca öğretmenlik yaptı;

Onların ölümsüz düşüncelerini daha derinden anlamaya ve izlemeye devam ediyorum…

Ayrıca günümüzde yaşayan akıllı, pozitif düşünceli insanlarla uzun sohbetler yapıp onların bilinçaltı labirentlerine girip düşüncelerinin derinliklerini öğrenip dersler çıkartmayı sürdürüyorum…

Başka bir düşüncem de şöyleydi;

Yaşadığım çevremdeki insanlar ancak 65 yaşında huzurevine alınıyordu…

Bende yalnız yaşadığım için eğer o yaşa ulaşıp, kendime yetemeyecek, bakamayacak, ihtiyaçlarımı karşılayamayacak durumda gelirsem huzurevinde kalabileceğimin hesaplarını yapıyordum…

Ama yaşım ilerledikçe, bilgim arttıkça daha çok okumaya, derin düşünmeye, yoğunlaşarak, kendimi geçip ölümsüz eserler verme konusunda hızım inanılmaz ölçüde arttı bu koşuma özgür şekilde evimde devam ediyorum…

Bu gün için huzurevini artık düşünmüyorum;

Sadece şimdiye kadar ortaya koyduklarımdan daha iyiyi, en üstünü, ölümsüzü yazmak için AN da ve özgürce yaşamaya çalışıyorum…

Anılarımı kaleme aldığım bu güne kadar 201 kitap dosyası yazdım; irili ufaklı 34’ünü kendi olanaklarımla kitap şeklinde yayınladım…

Gittiğim her yerde, cebime sığınları insanlara ücretsiz olarak dağıttım…

Daha büyük olanları adreslere postalayıp otomobilimle gittiğim ortamlara insanlara armağan ettim…

Adana da yazılı medyadan, görsel ve işitsel medyaya geçen ilk gazeteciyim…

3 yerel televizyon kanalı(ART TV, KANAL-A TV VE ÇUKUROVA TV’de) 5 bine yakın program yaptım…

Programlarımın hiç birisi sadece bir kez yayınlanmadı; her biri olmadı; inanılması belki biraz güç ama her biri en ak iki, üç, bazen dört bazen daha da fazla tekrarları yayınlandı…

Bu aslında benim gerçekleştirdiğim Türkiye rekorudur…

Ama Adana yaşadığım için fazla önemsenmedi; ben görevimi, aşkla sevgiyle saygıyla gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşadım bu da bana her zaman yetti ve yeterli buldum…

Ömrümü adadığım mesleğimde, çağımdaki akıllı insanlarla; binlerce saatlik video, binlerce saatlik ses kayıtlarım gibi; yine binlerce haber fotoğraflarımdan oluşan arşivimi ADANA ALPASLAN TÜRKEŞ BİLİM VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİNE bağışladım…

Onlar dijitale dönüştürülüp halka “ABDULKADİR KAÇAR’IN ARŞİVİNDEN” diye açılacak…

Ayrıca TRT Çukurova Radyosu ve yerel radyolarda yıllarca Cuma günleri “GAZETECİ GÖZÜYLE” isimli sayısız programlarda yer aldım…

Halen de özel radyolarda ve internet üzerinden yayın yapan televizyonlara aradıklarında gönüllü şekilde severek, aşkla, zevkle konuk oluyorum…

Bu mutlulukta bana yetiyor…

Daha çok konuşmalar yapıp, ölümsüz düşüncelerimden oluştuğuna inandığım eserler yazmak için kendimle amansız bir yarış halinde devam ediyorum…

Bu alanda yoğunlaştığım için evime gelen, telefonla arayanların sayısında da azalma olduğundan dolayı artık cep telefonumu 16;00 da kapatıp, sabah 08;00 açıyorum…

Bilgisayarımın başında çalışırken dikkatimin dağılmaması için zaten yıllardır bu yöntemi uyguluyordum…

Böylece zamanı biraz daha uzatarak, özgürce yazma alanımı genişletmeyi başardım…

Telefonumu kapattığım için bazı yakınlarım bana kızıyor, sitem ediyor, uyarıyor ama böylesi daha yararlı olduğu için uygulamaya aralıksız devam ediyorum…

Öldüğümde kimsenin duymaması, ya da aylar sonra haberdar olabilecekleri şeklinde kaygılarını söylüyorlar…

Ama onlara cesedim ölümümden bir yıl sonra, bir poşet dolusu kemik yığınına dönüştüğümde bulunsa da hiç umurumda olmayacak şeklinde yanıt verince şaşırıyorlar…

Bu benim ölüm konusunda ulaştığım, susadığımda bir tas su içme, ya da çok acıktığımda güzel bir yemek yemek şeklideki düşüncem dediğimde kişiler daha da şaşırıyorlar…

Bu benim seçimim, bu benim bedenim, benim kararım…

Medya sektöründe, haber, haber fotoğrafı, TV programcılığı dalında 43 ödülüm bulunuyor…

Ayrıca 1987 den beri düzenli olarak tuttuğum, on binlerce sayfayı geçen günlüğüm bulunuyor…

İleride Adana’nın gazete, radyo, televizyon tarihini yazacak olanlara çok geniş bilgiler sunacak şekilde oluşturdum, buna devam ediyorum…

İşim gücüm her alandaki yarışım, mücadelem, savaşım daima kendimleydi; hiçbir insanı kendime rakip olarak görmedim, görmem görmeyeceğim;

Kimseyi başarısından ve ulaştığı makamından, siyasi ve ekonomik gücünden dolayı asla kıskanmadım…

Ben bir gün öncesine göre daha çok ve evrensel bilgiye ulaşmayı başardıysam kendimi mutlu saydım…

Bunu da gerçekleştirmek için aralıksız okuyup, düşünüp yazmaya devam ettim…

Özellikle PANDEMİ döneminde evde kalmaya özen göstererek 40’ tan fazla yeni kitap dosyamı yazmayı başardım…

A-4 çıktılarını anı olarak alıp, dijital metinlerini yukarıda adı geçen üniversiteye gönderdim, bundan sonrakileri de aynı yöntemle oraya ulaştıracağım…

Yani çocukluğumda hayalini kurduğum ünlü olma, yazdığı eserleriyle ölümünden sonra hatırlanacaklardan birisi olma konusuna çok yaklaştım…

Son nefesime kadar da üretmeyi sürdüreceğim…

SLOGANIM ŞU, YAŞAMAK İÇİN YAZIYORUM; YAZMAKİÇİN YAŞIYORUM…

 

VASİYETİM…

ÖLÜNCE KÖYÜME GÖMÜN…

Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Cafer Esendemir başta olmak üzere, tüm yeğenlerime, akrabalarımın çoğuna;

Ölümüm halinde beni dedemin kurduğu, babacığımın ve tüm yakınlarımız yattığı;

CEYHAN IN YELLİBEL KÖYÜMÜZDEKİ aile mezarlığına gömülmeyi vasiyet ettim, ediyorum…

Bu arada, PTT 2023 yani Cumhuriyetimiz 100.yılına mektuplar yazılması kampanyası yapmıştı…

Bende o kampanyaya katılmıştım, eğer o tarihe kadar ölürsem, Ceyhan Kaymakamlığına, Çukurova Gazeteciler cemiyetine Yellibel Köyümüzdeki mezarımın bakım ve onarımının yapılması isteğimi belirtmiştim…

ABDULKADİR KAÇAR ADANA, 2021…

 

PK 4…

 

PK 4 BAĞIMLILIĞIM SÜRÜYOR…

Adana da lise yıllarından başlayan, PTT şubelerinde bulunan posta kutusu kiralama ve iletişim adresi olarak kullanma alışkanlığını bağımlı şekilde sürdüren tek insanım belki de…

Bir zamanlar gençler arasında posta kutusu kiralayıp adres şeklinde kullanmak çok modaydı;

O yıllarda akıllı her insanın bir posta kutusu vardı…

Ama belli yaşa gelince insanların hayata bakış açıları değişti…

Yeni iletişim kanallarını kullanmaya başladılar posta kutularını unuttular…

Hele de günümüzde bilgisayar, internet, cep telefonu gibi inanılmaz hızlı iletişim araçları diğerlerine yer bırakmadı...

Ama ben her şeye rağmen lise yıllarımdan beri Adana Çarşı daki PK 4 kutumu her yıl aidatını PTT ye ödeyerek kullanma geleneğimi hiç değiştirmedim…

Aylarca boş kalsa da çarşıya gittiğimde oraya büyük bir umutla bakmak için özel zaman ayırırım…

Lise yıllarımdan beri sürdürdüğüm bu heyecanımı tekrarlar yaşarım…

Bu durum bana geçmişimdeki güzel hobilerimi yaşattığı için mutlu oluyorum…

 

ÖNEMLİ NOT;

Abdulkadir Kaçar’ ın bu anıları;

1970’ li yılların sonundan başlayarak;

Hürriyet Haber Ajansı Adana Bürosu,

Milliyet Gazetesi Adana Bürosu,

Hürriyet Gazetesi İstanbul Bürosu,

Yerel gazeteler olarak;

Yeni Güney Haber Gazetesi,

Bölge Gazetesi,

Ekspres Gazetesi,

Toros Gazetesi,

Adana nın ilk özel yerel televizyonu olan ART’ televizyonunda,

Adana Kanal-A Televizyonunda,

Adana Çukurova Televizyonu…

Anılarının kaleme alındığı Ağustos 2021 tarihine kadar olanları kapsamaktadır…

 

ABDULKADİR KAÇAR KİMDİR?

05.04.1954 yılında Ceyhan’ın Yellibel Köyünde dünyaya geldi…

Çukurova Üniversitesi Ceyhan Meslek Yüksek Okulun SEVK ve İDARE bölümünden iyi dereceyle mezun oldu…

AFAD(Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği) kurucu ve bir numaralı üyesidir…

Yedi defa kişisel fotoğraf sergisi açtı…

45 yılı aşkın süre çeşitli gazetelerde, radyo ve yerel televizyonlarda muhabir ve program yapımcısı olarak çalıştı…

Adana’da kurulan ilk yerel televizyon olan ART’ de haber müdürü ve yönetici olarak 5 yıl görev yaptı…

Aynı zamanda üç yerel televizyonda(ART TV, KANAL-A TV, ÇUKUROVA TV) beş bine yakın program üretti…

O yıllarda kente gelen pek çok yazar, şair, sanatçı, düşünürle yaptığı bir dönemin hafızasını oluşturan binlerce saatlik ses ve video kayıtları gerçekleştirdi…

Binlerce haber fotoğraflarından oluşturduğu tüm arşivini ADANA ALPASLAN TÜRKEŞ BİLİM VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİNE bağışladı…

O yıllardaki programları günümüzde dijital ortama dönüştürülerek halka açılacak…

Meslek yaşamı boyunca irili ufaklı 34 kitap yayınladı; her ürünün de ücretsiz olarak çarşıda, pazarda, dolmuşta, otobüste, okullarda dağıttı…

Yayınlanmaya hazır 201 yeni kitap dosyası bulunuyor… Medya mensubu olarak çeşitli dallarda 43 mesleki ödül aldı…

Sürekli basın kartı sahibidir…

Haftada 2-3 bazen 4 makale yazmaktadır… Halen VİPHABER.ORG ve CRT MEDYA da; 10 civarında adet sosyal medyada, pek çok yerel gazetelerde yayınlanıyor…

ABDULKADİR KAÇAR’IN YAYINLANMIŞ KİTAPLARI…

Çivi(Günlük köşe yazıları)

Kılçık(Günlük köşe yazıları)

Dan Dan Adana’dan(Aydın Caner’le ortak kitap)

Çukurova Evliyaları…

Mini şiirler…

Mini şiirler-2…

Hazır Değilim Ölüm(Şiir)

Denemeler…

Büyük Kitap…

Adliye ve insan(Fotoğraf katalogu)

Deli Yücel Bey’in anıları…

Sevgi Sensin(Deneme)

Sevgiye Yolculuk(Deneme)

Düşünüyorum( Deneme)

Altın fırsat(Deneme)

Günce ve Fotoğraflarla Adana Deprem Gerçeği(Ortak Kitap)

Genç şiiir’93…

Yazar-Çizer dünyası(Ortak kitap)

Yoksulluğun Erdemleri(Deneme)

Üstün İnsan(Deneme)

Çağın Efendisi Para(Deneme)

CHP’ nin Ulu çınarı(Nebile Ataç’ın anıları)

Kırım Tatar Türkleri(Araştırma inceleme)

Yaşam bana ben kendime ödülüm(Deneme)

Vasiyet(Deneme)

Ölüm kitabı(Deneme)

Sen hangisisin?(Deneme)

Sanalizm(Deneme)

BİLGELİK YOLU(Deneme)

Ceyhan daki Kırım Türkleri(3.baskı araştırma İnceleme)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ADANANA NIN

BOĞAZİÇİ GECELERİ

VE AYTAÇ DURAK...

 

Bir soru;

-Adana da deniz var mı?

Yanıt;

-Hem var, hem yok...

...

-Nasıl hem var hem yok,

Cevap;

-Adana ya denizimiz 45 kilometre,

Uzakta Karataş’ da...

...

-Adana da deniz var mı?

-Evet, denizi aratmayan,

Seyhan’ın nehrin üzerinde,

Hem eski hem de yeni barajın

İç gölü Adana’yı deniz

Kenti görünü verdi,

Deniz havası kazandırdı...

...

Başka bir soru;

-Adana da İstanbul daki,

Gibi renkli ve sihirli

Gecelerin yaşandığı,

İnsanların hem yüzüp,

Hem de eğlendiği,

Boğaziçi var mı?

Yanıt;

-Evet, var, hem de,

İstanbul dakileri kıskandıracak

Kadar, güzel, eşsiz, şahane,

Muhteşem, rengârenk...

...

Dünya gezegenindeki,

Tüm deniz ve hatta

Okyanus kıyılardan daha güzel,

İnanılmaz renkli,

Daha da eşsiz cennet gibi,

İnsanları kendine çeken,

Beşikten mezara kadar kendine,

Bağlayan Boğaziçi var...

...

Kanıtlaması, görülmesi çok kolay;

Bunun için sadece bir gece,

Ya da gündüz Adnan Menderes

Bulvarından kısa ya da uzun,

Seyahat yapın, ister yürüyerek,

İster bisiklet-motosiklet, otomobile,

Seyhan baraj gölünün kıyısı

Boyunca 100 yıla kadar,

Mini bir seyahat gerçekleştirin...

...

Bunu yaptığımda gerçekten,

Bende gerçekten inanamadım...

Kıyı boyunca Çobandede’ye kadar,

İnsanlar tıpkı deniz kenarında

Olduğu gibi, kalabalıklar,

Halinde yürüyüş yapıyor,

Piknik yapıyor,

Mangal yapıyor,

Müzik eşliğinde şahane

Adana manzaralarıyla

İstanbul daki boğaziçindekileri

Kıskandıracak güzellikler yaşıyor...

...

Hem 2 yıl süren pandemi,

Hem 6 Şubatta kentimizi de

Sarsan 7.7 ve 7.6 şiddetindeki

Depremin tüm yorgunluklarını,

Tembelliklerini ve pisliklerini,

Atıp, morallerini düzeltmek

İçin insanlar birbirleriyle,

Sanki yarışıyor...

...

Çobandededen sonrasında,

Ne mi var?

İstanbul ya da dünyanın,

Başkentlerindekileri bile

Kıskandıracak kadar güzel,

İnanılmaz ışıklar içinde

Hayal dünyasını anlatan,

Birbirinden güzel düğün salonları,

Şahane müzik sesleri,

Geceyi gerçektende adına

Uygun şekilde yaşayan,

Hayatlarını mutlulukla,

Müzikle değerlendiren

Sayılamayacak kadar çok insanlar...

Rengârenk lokantalar,

Rengârenk giyinip kuşanıp,

Modern araçlarıyla kıyıdaki

Bu güzelliklerle karışıp,

Sihirli akşamların tadını çıkartanlar...

...

İstanbul’a gittiğinizde

-HADİ BİR BOĞAZ GEZİSİ

YAPALIM diye size boğazın

Sihrini yaşayan ve yaşatanlar gibi,

Adana da Seyhan Baraj Gölü

Kenarında günün ve geceni

Tüm sihrini yaşayıp yaşatabileceğiniz,

Bir şahane Boğaziçimiz var...

...

Başka kentlerden bir

Tanıdığınız, ya da bir dostunuz

Geldiğinde rahatlıkla,

-GEL SANA BİR BOĞAZİÇİ

GECESİ YA DA GÜNÜ

YAŞATALIM diye rahatlıkla

Gezdirebileceğiniz büyülü bir

Atmosfere sahip Seyhan Baraj

Gölümüz sizleri bekliyor;

Dostlarınız bu güzelliği

Yaşadıklarında kesinlikle

Gittikleri her yerde Adana’yı

Överek anlatacaktı...

...

Bütün bu güzelliklerin

Altında imzası olan

Hayatını Adana ya adamış

5.kez seçilerek bir rekoru elinde

Bulunduran Efsane Başkan

Aytaç Durak var...

...

Kenti kuzeye kaydırarak,

Çukurova’nın verimli topraklarının

Betonlaşmasını engelledi,

Regülâtör Köprüyle Adana’yı

İç gölle buluşturdu,

Seyhan baraj gölüyle de,

İstanbul’luları kıskandıran,

Adanalılara BOĞAZİÇİ

Gecelerini aratmayacak

Manzaralar yaşattırdı...

...

Bu geceleri yaşayan gençler,

Muhteşem güzellikleri kimin kendilerine,

Sunduğunun bilincinde olmayabilirler,

Ama yıllarca icraatlarını yakından

Takip ettiğim, 15 yılda Çukurova

Televizyonunda birlikte çalıştığım

Efsane Başkan Aytaç Durak’ı

Tekrar kutluyorum, hayatını

Bu güzel kentimize adamış,

Tam beş kez belediye başkanlığı

Yapmış olan Efsane Başkana

Onun eseri olan ADANA

BOĞAZİÇİ gecelerini yaşattığı,

İçin sonsuz teşekkürlerimi arz

Ediyorum...

...

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

 

 

AKILSIZ DOST

AKILLI DÜŞMAN

OLABİLİR...

 

-Çok değersizim,

-Çok önemsizim,

-Hayat beni yeniyor,

-Üstüme geliyor,

-Mutluluğu başaramıyorum,

-İyi yaşayamadım,

-Çok başarısızım...

...

Hayat sahnesinde hemen her,

İnsan bazen bunları kendine;

Sessizce söyleyebilir,

-Benim neyim var ki?

-Neyimi kıskanacak insanlar?

-Neyimin dedikodusunu yapacak?

-Çünkü ben kendimi bile

-Bazen çok yetersiz buluyorum der...

...

Doğru ya da yanlış;

Bunları kendinize söylediniz diyelim;

Bin yıl yaşayıp, düşünseniz,

Aklınızın ucundan bile geçmeyen

Bazı farklı özelliklerinizi

Dost görünümlü,

Bazı sorunlu insanlar

Tüm geçmişinizi yılmadan,

Mikroskopla sürekli arar bulur,

Bulamazlarsa bir şey

İnanılmaz iftira atarlar,

Sizin ömür boyu asla,

Üstünde durmadığınız,

Hatta değersiz bulduğunuz,

Hayatınızın tamamında,

Bir noktayı bile oluşturmayan,

Minik bir özelliğinizi içten içe,

Kıskanmaya başlar...

...

Ya da hayalinin bile

Erişemediği büyük başarılarınızı

İnanılmaz şekilde kıskanır;

-Ben daha başarılı olmalıyım,

-Kimse beni geçemez,

-Üstelik bu kişi fakir fukara,

-Bulunduğu yer ona büyüktür,

-Orada ben olmalıyım der...

...

Hayret üstüne hayret edersiniz;

İçinizden gülüp geçersiniz;

Kendinize şöyle dersiniz;

-Ben hayatımı adadığım işi yapıyorum,

-Kıskandıkları bu özelliğimin

-Ben farkında bile değildim ki,

-Bu kıskanılacak özelliğim,

-Bu benim yaşamım,

-Beni neden kıskanıyorsun?

Diye karşınızdakine sorsanız;

Hiçbir şey söylemez;

Ağzına birden bin kilit vurur,

Yalvarıp yakarsanız da,

Üste büyük para verseniz bile

Duvarla konuşur gibi olursunuz

O kişi sizi yine neden kıskandığı,

Hangi yönünüzü çekemediğini söylemez...

...

Ya çok eski iletişiminizdeki

Bazı sıradan bir özelliğinizi

Kafasına takıntı haline getirmiştir,

Onu da düşüncelerinde öyle büyütür,

Öyle büyütür ki neredeyse,

Size saldıracak hale gelir,

Bir süre sonra da neyinizi

Kıskandığını, neden size

Tavır koyduğunu aslında,

Kendi de çoktan unutmuştur,

Ama inat kini artarak sürek...

...

Çok akıllı bir bilge;

-İNSAN ALINGAN

HAYVANDIR, der,

Bu özelliğini en yakınınızda

Sizi kıskanan insanda

Somut olarak ortaya çıkar,

Hayretle izlersiniz,

Sizden nefret eder,

Bin yıllık kin tutar,

Gözünde ok olsa atıp vurur,

-Neden küstün? Denildiğinde;

-Canım istedi küstüm der,

Ama neden küstüğünü

Çoktan unutmuştur;

Kendiyle içinden çıkamadığı,

İnanılmaz sorunları vardır...

...

İşin daha da önemli yanı,

Sizden bin kat daha yakışıklı,

Bin kat daha zengin,

Bin kat daha başarılı,

Bin kat daha yetenekli de olsa

Bu özelliği sizi,

Kıskanıp nefret

Etmesini engellemez...

...

Küsmekle kalmaz yetmez,

Aleyhinizde dedikoduya başlar

Geçmişteki samimiyetten

Kaynaklanan ilişkilerdeki

Karnınızın en ince yerini

Bulur, oradan hemen saldırıya geçer...

...

Geçmişteki arkadaşlarınızla

Aranızı hemen bozar,

Onlara bin yalan söyleyerek,

Şu kadar dostluğunuza ihanet ettirir,

Zarar veremeyeceğini bilse

Buna gücü yetmese bile,

İnanılmaz tuzaklar kurar,

Önünüze bin engel çıkartır,

Bin kişiyi aleyhinizde

Programlar ve sizi,

Değersizleştirmeye çalışır,

Hakaret eder, dalga geçer,

Ne yaparsa yapsın size

Engel olamayacağını bilse de

Bu kötülüklerine devam eder...

...

Hani akıllı bir insan demişti ya;
-ŞU FAKİR OKUMA,

DÜŞÜNME, YORUMLAMA,

YAZMA YETENEĞİMİ

DÜNYANIN TÜM PARALARINA,

ALTINLARINA, EVLERİNE DEĞİŞMEM...

...

Yüzyıllar önceki bu söz;

Sanki benim için söylenmiştir;

En çok ve acımasız eleştirenler,

Başaracağınızdan en çok

Korkanlardır der akıllı başka

Bir insanda; karar sizin

Aman dikkatli olun;

EN İYİ DOSTUNUZ,

EN İYİ DÜŞMANINIZ

OLMASIN...

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

 

ANNELER GÜNÜ

KUTLU OLSUN...

 

Öncelikle anneler gününüzü yürekten kutluyorum;

Tüm annelere sonsuz sevgi ve saygılar sunuyorum...

...

Anneler günü nasıl doğdu ona bakalım;

Anneler günü; ilk kez 1907 yılında Anna Maria Reeves Jarvis in girişimiyle kutlandı...

Jarvis, annesinin ölüm yıldönümü olan 12 Mayıs ın anneler günü olarak kutlanmasına öncülük etti...

1911 yılında anneler günü kutlanmaya başlandı...

1914 yılında ise Amerika Birleşik Devletleri Başkanı WİLSON  resmi bir açıklamayla her yıl mayıs ayının ikinci Pazarı nın anneler günü olarak açıkladı...

Jarvis 1948 yılında öldüğünde kırktan fazla ülke ANNELER gününü kutluyordu...

Hedefine böylece ulaşmış oldu...

Türkiye de anneler günü 1955 Mayıs Ayının ikinci haftasından beri kutlanmaktadır...

...

Anneyi sözcükler şöyle tanımlıyor;

1.Anlamı;

-Çocuğu olan kadın, ana...

2.Anlamı;

-Dince aziz olarak tanınan kimi kadınlara verilen saygı unvanı...

Meryem Ana,

Fatma Anamız...

....

Annelere verilen değer; şiirler, kutsal ayetler, özdeyişlerle de dile getirilmiştir...

ANA GİBİ YAR, BAĞDAT GİBİ DİYOR OLMAZ...

Cennet anaların ayağının altındadır...

Ana Başta Taç imiş , her derde ilaç imiş ; bir evlat pir olsa da anaya muhtaç imiş....

Ana vatan...

Ana yüreği, daha niceleri...

....

Ani bir saldırıya uğradığımızda;

-Ah anaaaam, deriz…

Ya da  birisi vurulduğunda;

-Yandım anaaam!!! der...

Ölürken bile yanımızda olmasını istediğimiz tek varlıktır annemiz...

Annemizin yaşamımızdaki yerinin bir savunma anından; ölüm anına kadar her alanda ortaya konulması, ona olan onun sevgisine duyduğumuz bağlılığımızın ifadesidir...

Çünkü yaşama gelirken ilk sığınağımız annemizdir,

Çünkü varlığımız onun eseridir...

Sevgisine duyduğumuz gereksinimimiz asla bitmez...

...

Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran;

İlk Cumhurbaşkanımız Büyük Atatürk bile;

1938 yılındaki rahatsızlığında; doktorların aciz kaldığı dönemlerde annesinin gönderdiği doğal ilaçlar, sirkeli karışımlarla tedavi olmaya çalışıyordu...

Aslında onun ilaçtan öte aradığı anne sevgisinden başka bir şey değildi...

...

Kurtuluş savaşında cepheye top mermisini sırtında taşıyan,

Tarlasına kocasından önce giden;

Kocasından sonra yatıp; kocasından önce kalkarak evin tüm sorunlarını çözen;

Evladı yerine ölebilecek kadar büyük bir yüreğe sahip olan ;

Böyle kahraman,

Böyle fedakâr,

Böyle cefakâr kadınlarımızın hakları bir günde kutlamakla asla ödeşilemez...

...

Anne deyince benim aklıma geliveren o uçsuz bucaksız erdemler denizi olan annemizin sunduğu erdemlerden bir kaçını saymak istiyorum;

Anne demek; sınırsız sonsuz karşılıksız sevgidir...

Anne demek; Sonsuz bağışlamadır...

Anne demek; affetme sınırsızlığıdır...

Anne demek;   inanılmaz hoşgörüdür...

Anne demek; evladı uğruna seve seve ölümü göze almadır...

Anne demek; dünyaya getirdiği çocuğunun yaşı kaç  olursa olsun; onun tırnağına taş dokunmasını istemez; evladının kılına zarar geldiğinde yüreği ilk kanayan  kişidir...

Anne demek; yüreğinden yürek,

Anne demek; kanından kan,

Anne demek: etinden et,

Anne demek;  canından can vererek yaşam sunduğu evladını sonsuza dek, sınırsızca mutlu olmasını sağlamak için her türlü fedakârlığı yapan kahraman demektir...

...

Bu değer biçilemeyen varlıklarımız olan annelerimizi;

Yılın 365 günü 24 saat ansak da yine minnet borcumuzu ödeyemeyiz...

Bir söz vardır;

Bir evlat annesini sırtında taşıyarak hacca götürüp – getirse de hakkını asla ödeyemez...

Doğurganlığın,

Üretkenliğin,

Bolluğun,

Bereketin,

Güzelliğin,

Çoğaltmanın

Yaşatmanın simgesi olan kutsal annelerimize ne kadar çok teşekkür etsek azdır...

...

Kim bilir?

Anneler gününde, annenize hangi hediyeleri aldınız?

Ya da alamadınız?

İnanın bana hiçbir hediye almasanız da;

-Anne seni seviyorum, diyebilmeniz en büyük armağandır...          ...

Bu konuşmayı yazarken – düzeltirken – hazırlarken;

1994 yılında yitirdiğim annemin özlemi içimde saplı bir bıçak gibi duruyordu...

Unutmayalım;

Onların, yani annelerimizin yerine koyabileceğimiz başka hiçbir değer yok...

Yaşarken onlara paha biçilemez ; en büyük değer  ; dünyanın en büyük serveti , sahip olduğunuz ve asla vazgeçemeyeceğiniz bir  zenginlik olarak görün....

Çünkü herkesin sadece bir annesi var;  o gittiğinde başka olmayacak...

Anneler gününüz kutlu olsun...

 

Abdulkadir Kaçar... Adana 2023

 

 

ASRIN DEPREMİNİN

KISA BELGESELİ...

 

Ülke tarihimizin gördüğü,

En büyük facia, peş peşe,

İki depremle yaşandı...

7.7 ile 7.6 iki deprem

9 saat arayla ülkemdeki

10 ili ve 13,5 insanı perişan

Etti...

...

Dünya gezegeninde,

Karasal boyuttaki,

En büyük iki depreminde,

Meydana gelen can ve mal

Kayıplarımızın sınırı yok...

...

Her biri çağının tanığı olan

Gazetelerin olayı saat saat

Anlattığı başlıkları gerçekten de,

Yaşadığımız bu kötü günlerin,

Belgesel kayıtlarıdır...

...

Kısa başlıklarla ama gerçeğin

Altını kalın harflerle çizen,

Ülkemin bu acı günleri anlatan

Ulusal gazetelerden bazı başlıklar;

-O dev site tuzla buz...

-Onar katlı 8 blok 320 daire çöktü...

-Dünya Türkiye için seferber...

-Erciyes Dağı kadar enkaz...

-Can kaybı 35 bin 418...

-Rus doktorlar aralıksız çalışıyor...

-Ahıska Türklerinden 16 bin ekmek...

-Protein tozu hayata bağladı...

-Yaşayacak yerimiz kalmadı...

-Bize yeni köy verin...

-Kar suyu ile hayat mücadelesi...

-70 Hayvan enkaz altında...

-Vagonlarda yaşıyorlar...

-Çadır kentin fahri muhtarı...

-Kırgızistan da yurt yolladı...

-Yorgun kahramanlar...

-Akıl alır gibi değil...

-Ağlatan eşyalar...

-Cennetten köşe Cehennem oldu...

-Müteahhit tutuklandı...

-Madenciler 15 milyonluk

Ziyneti teslim etti...

-Rus ekipler enkazdaki150 bin

-Doları polise verdi...

-Vefat edenlerin yakınlarına,

-100 bin lira nakti yardım...

-Deprem rayları büktü...

-Otoyollar yarıldı...

-Dünyaya mesaj;

-Kara gün, dostluğunu unutmayacağız...

-Son vatandaşımızı çıkarana

-Kadar çalışmalara devam...

-İki üniversite de 22 kayıp acısı...

-Terhislerde erteleme yok...

-250 bin kamu görevlisi çalışıyor...

-Hastanelerde 19 bin yaralı...

-Dünyanın dört bir yerinden

-Dayanışma ruhu...

-Avrupa tek ses...

-KKTC prefabrik köy kuracak...

-Malezyalı ekip 140 kişi ile sahada...

-Körfezden 200 milyon dolar...

-Japonya’dan tıbbi ekipman...

-Çin den ikinci parti yardım...

-Bosna’dan jeneratör...

-Yunan öğrenciler her şey iyi olacak...

-Çavuşoğlu’ndan İsrail’e teşekkür...

-İspanya’ya teşekkür...

-Hayat kurtaran karar...

-Profesyonel ligden 5 takım çekildi...

-Cehennemden tam zamanında çıkabildik...

-Avrupa’dan sizinleyiz mesajı...

-Haydi, ekran başına...

-Türkiye tek yürek...

-Tüm TV kanalları ortak yayında...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

ATATÜRK SONSUZ IŞIKTIR…

Büyük önderimiz,

Kurtarıcımız, sonsuza kadar atamız ATATÜRK’ Ü ÖLÜMÜNÜN 85.YILINDA;

RAHMETLE, HÜRMETLE, ÖZLEMLE, MİNNETLE, SAYGIYLA ANIYORUZ...

Şu anda sahip olduğumuz;

Her türlü yaşamımızı,

Uygarlığımızı, bağımsızlığımızı,

Her türlü özgürlüğümüzü,

Aldığımız nefesi borçlu olduğumuz;

Çağlar aşan görüşüyle ölümsüz ve sonsuz ışığımızdır

...

BÜYÜK ATATÜRK aramızdan ayrılalı tam 85 yıl olmuş...

Tarihimizin her sayfasında altın harflerle yazılı olan BÜYÜK ATATÜRK ÜN düşünceleri bu gün de pırıl pırıl aydınlık, etkili, doğru, evrenseldir... Sonsuz gelecekte de onun ışığı tüm evreni aydınlatacaktır...

...

BÜTÜN DÜNYANIN KABUL ETTİGİ:

ÖNÜNDE SAYGI İLE EĞİLDİĞİ ATATÜRK’ ÜN ÖLÜMÜNDEN SONRA DÜNYA LİDERLERİ NELER SÖYLEMİŞ;

Amerika Başkanı Franklin Roosevelt şöyle diyor;

-Sovyet Rusya Dışişleri Bakanı Litvinof ile görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa’nın en kıymetli ve en önemli devlet adamının kim olduğunu sordum...

Bana verdiği cevapta Avrupa’nın en kıymetli devlet adamının bu gün Avrupa da yaşamadığını, boğazların gerisinde Ankara da yaşadığını, bunun Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi...

...

Yine Amerikan Başkanı HARRY TRUMAN;

-Kemal Atatürk’ün boyun eğmez önderliği altında Türk ulusunun azimle yaptığı ilerleme mücadelesine biz Amerika ta başından beri büyük hayranlık duymuşuzdur...

...

SOIR gazetesi

-Atatürk ün yaptığı devrimler o kadar büyüktür ki bunların yüceliği karşısında dünya hala hayrettedir...

Bu devrimler köhne bir imparatorluktan batılı ve modern Türkiye yaratmıştır...

...

Çin Büyük elçiliği müsteşarı WAN PUN SON;

-Çinliler Türkiye den çok büyük dersler almışlardır.

Bizce Atatürk ün çizdiği çağdaş insanlık siyaseti bütün dünya milletlerine örnektir...

Çin Milleti Büyük önderin çizdiği yoldan yürümeye kararlıdır...

...

Onni Talas Finlandiya heyeti başkanı;

-Büyük Atatürk ün ölümü, Finlandiya da derin ve genel bir keder uyandırdı...

Türk devrimini büyük ilgiyle izleyen Finlandiyalılar aynı ırka bağlı bir kardeş millet sıfatıyla büyük Türk Milletinin acısına paylaşır…

....

EDOARD HERRIOT Fransa Eski Başbakanı;

-Sizlere şunu söylemeliyim ki, ben Atatürk e sekreter olmak isterdim... Sebebi de onun akşam sofrasında bulunup yüksek fikirleriyle beslenmek isteğimde oluşumdur, böylece yeniden bir üniversite bitirmiş gibi olacaktım...

...

RENE MASSIGLI Fransız Büyük elçisi;

-21 Kasımda Atatürk ün cenazesi bütün bir milletin gözyaşları arasında kaldırıldı...

Birçok devletin savaş gemileri tören için Marmara denizine toplanmışlar 1915 te kendilerini ÇANAKKALE BOĞAZINDAN geçirmeyen büyük adamı selamlıyorlardı....

Ankarada da yabancı devletlerin deniz ve kara askerleri bu büyük kahramanın tabutu önünde saygı ile eğildiler...

....

NEHRU Hindistan Başbakanı;

-O doğuda çağın yapıcılarından biridir...

Onun en büyük hayranları arasında bulunmaya devam ediyorum...

...

SIR ABDURRAHİM Hint Meclis Başkanı;

-O savaşlarıyla yalnız Türkiye ye değil bütün doğu dünyasına da kurtuluşun yolunu göstermiştir...

...

2.ELIZABETH İngiltere KRALİÇESİ;

-İngiliz Milleti Atatürk ün devlet adamı niteliklerini ve ortaklaşa bağlı bulunduğumuz batı idealleriyle iki ülke arasındaki dostluğun kuvvetlenmesi yönünde yaptıklarını hayranlık ve minnetle anacaktır...

...

WİNSTON CHURCHILL İngiliz Başbakanı;

-Savaşta Türkiye’yi kurtaran, savaştan sonra da Türk milletini yeniden dirilten Atatürk ün ölümü yalnız yurdu için değil Avrupa için de en büyük kayıptır...

...

Tarihin her sayfasında altın harflerle yazılı olan BÜYÜK ATATÜRK aramızdan ayrılalı 85 yıl olmuş...

Ama bu gün de düşünceleri pırıl pırıl aydınlık, etkili, doğru, evrenseldir...

Büyük Atatürk ün Adana’yla ilgili bağlantısına gelince;

Atatürk Parkındaki anıtında şöyle bir yazı vardır;

-BENDE BU VEKAYİİN İLK HİSSİ TEŞEBBÜSÜ, BU MEMLEKETTE, BU GÜZEL ADANA DA VUKU BULMUŞTUR…

Yani, Atatürk kurtuluş savaşını yapmaya Adana da karar vermiştir...

Atatürk ün kurduğu TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ; her geçen gün daha da gelişip güçlenmektedir…

ATATÜRK ÜN ÇAĞDAŞLARI OLAN,

LENİN, MUSOLİNİ, HİTLER, STALİN VE DİĞERLERİNİN KURDUĞU SİSTEMLER ÇOKTAN ÇÖKMÜŞ, TARİHİN TOZLU RAFLARINDA YERLERİNİ ALMIŞTIR…

ATATÜRK’ÜN, KURDUĞU EVRENSEL AKILIN ÇAĞDAŞLIĞIN, BİLMİN, MODERNLİĞİN TEMELİNİ OLUŞTURDUĞU TÜRKİYE Cumhuriyet Devleti;

YURTTA BARIŞ, CİHANDA BARIŞ ilkesiyle çağdaşlarının önüne geçerek her gün biraz daha gelişmekte, güçlenmektedir…

...

SONUÇ OLARAK;

Atatürk’ümüz sonsuz ışık..

Evrensel akıl…

Bilim çağdaşlık özgürlük,

Bağımsızlık, aydınlıktır,

Atatürk geleceğe yönelmiş kararlı, çağdaş, uygarlık yolunda hiç durmadan, dinlenmeden ilerlemek demektir…

ATATÜRK ÜN IŞIĞI GÜN GELECEK TÜM EVRENİ AYDINLATACAKTIR…

Ne Mutlu Türk’üm diyene...

ABDULKADİR KAÇAR… Adana 2023

 

 

AYNA MUCİZEYİ

SANA GÖSTERSİN...

 

Hayat böyledir:

Biraz üzer, ağlatır,

Biraz kaygılandırır,

Biraz özletir, sevindirir,

Biraz âşık eder, bekletir,

Biraz da mutlu eder,

Sonunda her şey başladığı gibi

Bitip geçer gider...

...

Hayatın kuralları böyledir;

Alışamam dediğine alıştırır,

Atlatamam dediğini atlatır,

Altından kalkamam dediklerinden kurtarır,

İçinden çıkamam dediğinden çıkartır,

Başaramam dediğini başarmanı sağlar,

Her şeye rağmen ayakta tutar...

...

Hz. Ali ye gelen bir kişi durumun anlatmış;

-Canım çok sıkılıyor,

Dertlerim beni öldürecek, demiş...

Hz. Ali de;

-Peki, dünyaya gelirken,

Bu dertlerini de birlikte mi getirdin?

-Hayır demiş kişi,

-Peki, giderken,

Onları götürecek misin?

-O kişi yine hayır demiş...

Hz. Ali de,

-O zaman seninle birlikte gelmeyen,

Yine birlikte gitmeyecek,

Olanları bu kadar

Dert etme zamanını,

Onlar bu kadar çok almamalı...

Sabırlı ol, yeryüzündekilere.

Ümit bağlamaktansa

Yüzünü rabbine çevir demiş...

...

Doğduğu ve farkına vardığı her şeyin;

Her insan kendi gittikten sonra da

Her şeyi biteceğini gideceğini sanır...

...

Hiçbir şey aslında böyle olmayacak;

Her gidenin arkasından;

Güneş yine doğudan doğup batıdan batacak,

Doğa dört mevsimde döngülerini

Aralıksız şekilde yaşayacak,

Kentler insanlarla dolup taşacak,

İnsanlar hayatın isteklerini,

Kusursuzca karşılayabilmek için,

Birbirleriyle yarışacak,

Yine savaşlar olacak,

İnsan barışı özleyip koşarak,

Ona gidecek,

Hava bazen bulutlanıp,

Bazen açacak,

Bazen yağmur bazen de,

Kuraklık olacak,

Rüzgârlar yine esecek,

Denizler dalgalanacak,

Çocuklar dünyaya gelmeye,

Devam edecek,

Ölenler gerçek sahibi olan;

Kollarını açıp gözlediği,

Toprağa verilecek...

...

Arada birçok sevenlerin olacak,

Nefret edenlerin hiç bitmeyecek;

Akıllı gazetecinin, ölen kişinin arkasından

Yazdığı gibi peşinden şöyle diyecekler;

-Sen artık kendinden ibaretsin...

Sırf sana aitsin...

Yeniden birilerinin seni sevmeyi,

En kıymetli,

Şeyi olmayı istemeyeceksin,

İstesen de zaten beceremeyeceksin...

...

Doğduğundan beri hep,

Mucize bekledin değil mi?

Hayatında büyük değişiklikler,

Büyük fırsatlar, inanılmaz,

Şanslarla karşılaşmak istedin,

Hep savaştın, hep mücadele ettin,

O kadar şeyi atlattın,

Hak etmediklerini bile yaşadın,

Ama hala hayattasın,

Hala ayaktasın,

Bunları başarabildiğine,

Göre artık senin mucizeye

İhtiyacın yok...

Aynaya bak, o sana mucizeyi göstersin...

Çünkü mucize sensin...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

YENİ BAŞKAN ESKİSİNİN

MEZARINI KAZDIRIYOR…

Belediye eski başkanlarından

Ali Sepici ’nin toprağa verilişi…

Yeni başkan Aytaç Durak mezarın başında bekliyor…

-Ooofffluyor…

-Puffffluyor…

-Bu mezar kazıcıların elleri de amma ağır oluyor ha, diyor…

Mezarcılar ne yapsın?

13: 00’ te gelecek dedikleri cenaze 12: 15 te geliyor…

Başkan mezarcıları sıkıştırıyor…

Bir tarafta yüzlerce kişi, ötede ölen başkanın bekleyen tabutu…

Sıcak bastırdıkça bastırıyor…

Sarı sıcak…

Dağlıyor teni…

-Hadi yavrum… Vur şu kazmayı, daha hızlı vur…

Bırak ötesi kazmayı… Şunu kullan…

Mezarcılar iki kişi…

İkisi de kan ter içindeler…

Durak’ın sürekli müdahalesi

Karşısında dişlerini sıkıp kendilerini zor tutuyorlar…

Neredeyse;

-Al kazmayı sen kaz diyecekler Başkan Durak’a ama diyemiyorlar…

Söylediklerini yapmayan mezarcıya,

Durak genişten gelen öfkeli, kin dolu bir sesle;

-Senin adın ne bakim, diyor…

-Cabbar

Etrafta bulunanlar 40 yıllık mezar kazıcısına;

-Oğlum, başkanla dikkatli konuş…

Yoksa yarın seni kapının dışına koyar,

Diyecekler ama mezarcı dik kafalı…

İstediği yere vuruyor kazmayı…

Durak Başkan sinirden deli oluyor,

İkinci kez ses tonu daha da sert;

-Senin adın ne?

Mezarcı elinin tersiyle terini siliyor…

Güneşin gözlerine girmesini engellercesine,

Şöyle başkana bir bakıyor;

-Yahu sen ne anlarsın mezardan?

40 yıllık mezar kazıcısına nasıl akıl veriyorsun,

Diyecek ama ne cesaret…

Herkes bekliyor…

Törene katılanlar mezar kazıcıya;

-Oğlum Durak için bu önemli…

Uzun zamandan beri ölen

İlk belediye başkanlarından biri…

Durak ne derse onu yap…

O cenaze töreninin görkemli olmasını sağladı…

Başkanın işine taş koyma diyecekler ama nerede?

-Durak ayağını değiştiriyor, ağırlığını sağ ayağından, sol ayağının üstüne veriyor…

Mermer mezarın kenarlarından  sıkı tutuyor…

Mezarın içine eğiliyor…

-Çağırın şu mezarcı gelsin…

Ses yok…

-Başka mezarcı yok yahu?

Başkan Durak’ın bu serzenişine,

Genç mezar kazıcısı utangaç biçimde cevap veriyor…

-Başka kazıcı yok…

-Yok mu?

-Yok evet…

Başkan Durak şaşırıyor…

Yüzlerce kişinin içinde, 1,5 milyonluk

Kentin mezarlığında nasıl iki mezarcı olur diyerek…

Ama kendi hatası…

Başkan Durak;

-Müdürü çağırın, diye sert sesle müdahale ediyor…

Müdür bey geliyor…

Sendeleyerek kazılan toprakların,

Yeniden mezarın içine akıtarak hazır ol vaziyete geçiyor…

-Başka mezarcı yok mu?

-Yok efendim…

-Ne zaman bana bilgi ver… Gönder…

Herkes müdür beyin mezar kazacağını sanıyordu…

Ama yanıldıklarını kısa süre sonra anlıyorlar…

Durak Başkan bu kez Cebbar ’a

-Oğlum şurayı kaz, diyor…

Cabbar kazıyor…

-Şu ağaç köklerini al, diyor, Cabbar alıyor…

Müdürün gözüne bakmasından azıcıkta olsa,

Yola gelen Cebbar, Başkanın sözünü,

Harfiyen yerine getiriyor, dışına çıkmıyor…

Bu kez tabutu içeri indiriyor, sığmıyor…

-Cebbar çeeek diyor…

Yüzlerce kişi tabutu dışarı geri çekiyor…

Bu arada gelip gidenler Cebbar’a,

Seslenenlere karşılık veriyor…

-Söyleyin o cenaze beklesin…

O cenaze sahipleri de acele etmesin...

Merhum Ali Sepici bir süre sonra toprakla

Buluşturuluyor...

(1980’li yıllarda yayınladığım KILÇIK

Kitabındaki makalem)

ABDULKADİR KAÇAR…

 

 

BU BAYRAMDA DA

GÜLÜP EĞLENELİM...

 

Bayram her zaman bayram,

İnsan aslında her zaman insan;

Tatil her zaman tatildir...

...

İnsan yaş aldıkça her konuda olduğu gibi;

Bayram anlayışı, bakışı aldığı zevki değişir…

5-10 yaşındaki çocuk için,

Bayram süper heyecandır;

Bu kişi 15-20 yaşındakine,

Karşı cinsle tanışma fırsatıdır...

...

Aynı kişi 20-30 ya da 40-50,

Ya da 60-70 yaşına gelince her şeye farklı bakar…

Çünkü olgunlaşır,

Hayatın tüm gerçekleriyle savaştığı için,

Bayram zevkleri devinir, değişir, dönüşür, farklılaşır…

...

Ancak 10-15 yaşında yaşadığı,

Bayram sevincini, 70-80 inde de yaşayan,

Çocuksu duygularını kaybetmemesi çok önemlidir…

Bunu yaş alan ama yaşlanmayan insanlar başarır…

...

Sözlükler Bayramı şöyle açıklıyor;

Ulusça kutlanan önemli günlerdir...

Ne mutlu ki bize;

Ulusça bir bayramı daha kutlama,

Ve yaşama sevincine ulaştık...

...

Bayramlar;

Sevinçtir, Coşkudur, Mutluluktur, Kıvançtır...

Kucaklaşma, sarılma- öpmedir,

Büyükleri ve hastaları ziyaret;

Küçükleri sevindirme günüdür...

Duyguların sevgi, hoşgörüyle,

Yıkanması, arındırılma anlamındadır…

Her bayram insan hayatında

Bir kilometre taşı olduğu için,

Aslında yeniden doğuştur...

...

Bayram sevinci en güzel hediye verilen bir çocuğun yüzünde görülebilir...

Ya da bir çiçeğin açmasında,

Yeni bir canlının doğmasında,

Dünyaya gelmesinde,

Ya da ulaşılması olanaksız,

Bir başarıya ulaşanların yüzündeki,

Büyük sevinçtir bayramın somut görüntüsü...

...

Sevdiklerimiz yanımızdaysa,

Sağlıklıysak,

Huzurluysak,

Pozitif düşünüyorsak,

Gönül zenginliğine de sahipsek,

Yarınlardan beklentilerimiz varsa,

Umutlarımızı yitirmemişsek canlı tutuyorsak,

Bayram sevincini yaşayabiliriz...

Ya da,

Hangi makamda olursak olalım,

Yetkimizi halktan ve haktan yana kullanmışsak

Ölçüde-tartı da hile yapmamışsak,

Hangi meslekte olursa olsun,

İşimizi bir gün öncesine göre daha güzel,

Daha doğru yapmışsak,

Bayram sevinci yaşayabiliriz…

Suç işlemediysek,

Sahtekârlık,

Hilekârlık,

Üçkâğıtçılık yapmamış,

Yetim hakkını yememiş,

Devletimize ihanet etmemişsek,

Bayram sevincini yaşayabiliriz...

Yalan söylememiş,

Dedikodu yapmamış,

Kimsenin aşına ve işine engel olmamış,

Kimsenin ayağını kaydırmamış,

Aşına, işine, eşine,

Mutluluğuna engel olmadıysak,

Bayram sevinci yaşayabiliriz...

...

Hele de dinin emirlerini,

Tam olarak yerine getirdiysek,

O zaman bu bayram,

Daha bir anlamlı-önemli-değerlidir...

Bayram sevincini hak ettik demektir...

Bayram sevincini coşkuyla yaşayabiliriz...

...

Bir güzel şarkı sözü şöyle der;

-Nasıl olsa her şeyin/ zamanla sonu yok mu?

Ömür denilen şey/ küsecek kadar çok mu?

İnanın bana mutlu olmasını bilenler,

Onun sırrına erebilenler için,

Ömür çok kısa;

En uzun ömürlü insan,

İstisnalar dışında 70 yıl kadar yaşıyor...

...

Eğer; küs olduğunuz, kırgın- dargın,

Olduğunuz insanlar varsa,

Lütfen bu bayramı da bahane,

Onunla ederek barışın,

Barışmanın yollarını arayın...

Küs olduğunuz kişinin,

Evine ayağına kadar siz gidin,

Küs olduğunuz kişiden,

Gerekirse ilk özür dileyen,

Taraf siz olun,

Küs olduğunuz kişiye,

Elinizi ilk siz uzatın...

-Seninle barışmak istiyorum...

Özür dilerim, ben yanlış anladım...

Ben yanlış yaptım deyip

Boynuna sarılın;

İnanın bana o da size,

Gösterdiğiniz sevginin

Ve ilginin karşılığın aynısını,

Hatta fazlasını gösterecektir...

...

Şunun şurasında hepimiz insanız;

Bu gün bayramı kutlayan,

Nesil 50-100 yıl bu sahnede olmayacak…

Yerlerini yeni kuşaklara bırakacak…

Birbirimizi kırmaya,

Birbirimizi incitmeye ne gerek var ki?

Düşünün; hatta geçen bayram,

Aramızda olan, ama şimdi,

Olmayan kaç kişi yaşam veda etti...

...

Geçen bayram aramızda olup;

Bu bayram yaşamayan insanlara,

Göre ne kadar şanslı olduğunuzu düşünün...

Belki de gelecek bayramda,

Bizler ölmüş, gitmiş olacağız...

Küs ve kırgın olduğunuz kişiyle,

Barışmayı düşünürken;

Bunları lütfen göz önüne alın...

...

Bir filozof;

-Gördüğüm her insanı,

-Sanki son kez görüyormuşçasına

-Sevgiyle, ilgiyle, özlemle bakıyorum;

-Yediğim yemeği, sanki son kez,

-Yiyormuşçasına iştahla yiyorum, der…

Bütün bunlar şu demektir;

Yaşam doğumdan ölüme kadar,

İnanılmaz ve hesaplanamaz,

Büyük sürprizlerle doludur...

...

Aldığımız nefesi veremeyebiliriz,

Verdiğimiz nefesimizi de geri almayabiliriz,

Bu konuda kimsenin hiç bir garantisi yok...

Ya da bir trafik canavarı,

Yaşamımıza son verebilir...

Her an yaşamdan kopabiliriz...

Her an bir yakınımız olan,

En sevdiğimizi yitirebiliriz...

...

Bu kadar pamuk ipliğine,

Bağlı bir yaşam serüveninde,

Toplum olarak sevineceğimiz,

Muhteşem bir gün olan,

Bayramda sevinelim, coşalım...

Kırgınsak barışalım,

Küskünsek barışalım...

Küskünleri ve kırgınları,

Barıştırmanın en güzel,

Erdem olduğunu unutmayalım...

...

Diğer bayramlarda olduğu,

Gibi bu bayramda da;

Yaşlıları ziyaret edelim,

Hastaları ziyaret edelim,

Olanaklarınız ölçüsünde,

Çocukları sevindirelim,

Düşküne, yoksula,

Yolda kalmışa el uzatalım;

Olanaklarınız ölçüsünde,

Muhtaçlara onlara katkıda bulunalım...

Aynı durumlara düştüğünüzde;

Bize de uzatılacak ellerin oluşmasını sağlayın...

...

Bunlardan da önemlisi;

Tüm varlığımızı,

Yaşamımızı borçlu olduğumuz;

Devletimizi sevelim,

Cumhuriyetimizi sevelim,

Atatürk’ ü sevelim,

Demokrasimizi sevelim,

Devletimizi yönetenlere,

Oy vermemiş olsanız da sevelim,

Adana’yı sevelim;

Türkiye’yi sevelim;

8 milyarlık insanlık ailesini sevelim...

Bunların da ötesinde;

Kendimizi sevelim,

Özümüzle barış içinde olalım...

...

Büyük Türk Milletine,

Adriyatik ten Çin Seddine kadar,

Olan 500 milyonluk Türk dünyasına,

Tüm İslam âlemine, bu güzel bayram kutlu olsun...

...

Ayrıca; bu bayramın;

Tüm dünya insanlık ailesine huzur, barış, dostluk kardeşlik getirmesini diliyorum...

Bayramınız kutlu olsun...

ABDULKADİR KAÇAR... Adana 2022

 

 

 

 

BELEDİYE BAŞKAN

ADAY ADAYININ TİPİ...

Belediyeler Devletin en önemli kurumudur...

Başkanı da devleti temsil eden seçimle gelmiş en önemli kişidir...

Bir insan için belediye başkanlığı en büyük onurdur...

Belediye Başkanı olmak için;

Deneyimli, bilgili, adaletli, dürüst, cesur, kararlı olmak gerekiyor...

...

Ama daha önemlisi;

Belediye başkan aday adayı, hatta adayı olmak içinde o kişinin tipi de çok önemlidir...

Beden dili, oturması, konuşması, kendini ifade etmesi, konuşma şekli, nezaketi, el hareketleri çok önemlidir...

Belediye Başkan aday adayının tipini önce halk beğenecek,

-Bu kişi benim belediye başkanım olabilir diyecek,

Sandığa gittiğinde sayısız adaylar arasında oyunu sadece ona göre verecek...

...

Hani bir kıssa anlatılır;

Adamın birisi belediye başkanlığına adayı olmuş...

Demişler ki;

-Sizin mahallede bir bilge insan var...

Belediye Başkan aday adayı olmak için kendini önce ona beğendir...

...

Adam tarif edilen bilge kişinin yanına gitmiş;

Kendini anlatmaya başlamış...

-Üç tane evim var...

-Beş tane arabam var...

-Bankada şu kadar da param var...

-Şu kadar okul bitirdim...

-Şu kadar iş deneyimim var...

-Belediye Başkanlığına aday adayı olsam, beni aday yaparlar mı? Seçimi kazanabilir miyim?

...

Bilge kişi derin bir nefes alıp belediye başkan adayı olmak isteyen kişiyi cesaretinden dolayı övmüşte övmüş...

-Sahip oldukların çok önemli, bravo, tebrik ederim, çok güzel...

Aday ısrarla bilge kişinin ağzından çıkacak sözü bekliyormuş;

-Yavrucuğum senin uzaktan gelişini gözlemledim...

-Oturmana, kalkmana çok dikkat ettim...

-Konuşmalarını can kulağıyla dinledim...

-Peki, efendim aday olabilir miyim?

-Darılmak gücenmek yok,

-Sen sordun ben de naçizane fikrimi söyleyeceğim, her şeyin tamam ama senin tipin belediye başkanı olmaya uygun değil...

Belediye Başkan adayı olmak isteyen kişi akıllı olduğu için;

Haddini bildiği için aday adaylığından işin başındayken vazgeçmiş;

Seçim için harcayacağı, paralarıyla ömrünün sonuna kadar zengin şekilde bir yaşam sürmüş...

...

Bu kıssayı şunun için anlattım;

Mart 2024’te yerel seçimlere hızla yaklaşıyoruz...

Sayısız belediye Başkan aday adayları ARZ-I ENDAM etmeye, yani kendilerini göstermeye başladılar...

...

Sayısız belediye başkan aday adaylarının fotoğraflarını;

Bill boardlarda,

Gazetelerde,

Bez afişlerde gördüm...

Televizyondaki söyleşilerini de izledim...

...

Belediye Başkan aday adayları ya da adayları gülümsemeyi bilmiyorlar...

1.Yani adam hayatında ilk defa gülüyor...

Kimi aday adayı ağlar gibi gülüyor,

Kimi aday adayı güler gibi ağlıyor sanki.

Kimisi sempatik olmak isterken komik oluyor,

Kimi eliyle havayı işaret ediyor,

2.Belediye Bakan aday adayları yanlış gülmeleri yüzünden sempatik olmak isterken insanları ürkütüp kaçırıyorlar...

...

Fotoğrafına yansıyan yüz ifadelerini okuduğumuzda, ya da televizyondaki konuşmalarını dikkatle ve eleştirel bir gözle izlediğinizde belediye başkan aday adaylarının ifadelerini şöyle özetleyebiliriz;

Kimi;

-Seçime bu kadar para harcayacağım, ona göre ha beni seçmeseniz, yanarım, biterim, halim harap olurum...

Kimi;

-N’olur kurban olurum size lütfen beni seçin, diyor...

Kimi;

-Ben adayım kardeşim, partim beni seçti, önünüze sandık geliyor biliyorum ve inanıyorum ki mutlaka beni seçeceksin, buna mecbursun, yoksa çok kırılırım, darılırım, yüzünüze bakmam ha, bir daha partinin kapısından içeri giremezsiniz...

Kimi de;

Fotoğraflarındaki beden diliyle;

-Lamı cimi yok, kodum mu oturturum, oyuna göre konuşacaksın, beni mutlaka seçmelisin diyor...

Ya da;

-Ben gelirsem gösteririm ha sizi ananızdan doğduğunuza pişman ederim, oy vermeyen mahallelere hizmet götürmem, kanalizasyonunu asfaltını yapmam, çöplerini temizlettirmez cezalandırırım... Beni mutlaka seçmelisiniz, yoksa halini haraptır diyor...

Ya da;

-Ver oyunu kardeşim, beni bekletme, paralarım, yıllarca partiye yaptığım hizmetim ve emeğim boşa gitmesin...

Kimisi de;

-Çok uzattınız haaa, ver oyunu gideyim, diye kaçıp gidecek gibi duran pozlar veriyor, ya da televizyonda aynı tonla konuşuyor...

...

Sayısız belediye başkan aday adaylarının fotoğraflarını ve oradaki beden dillerine çok dikkatlice baktım;

Bill boardlarda,

Bez afişlerde,

Gazetelerde izledim...

Televizyon ve radyo konuşmalarına eleştirel gözle baktım...

...

Hiçbir parti gözetmeden söyleyebilirim ki;

Belediyeye talip olan çoğu aday adayı benim gözümü doyurmadı...

Oysa belediye başkanı devlet adamıdır;

Kendini halka beğendirecek şekilde ekranlarda konuşmalı, fotoğraflarını astırmalı;

BİLGİLİ,

DENEYİMLİ,

ADALETLİ,

DÜRÜST,

CESUR,

KARARLI OLMALI...

...

29 Mart 2024 yerel seçimlerine bir süre daha, yani aday adayları kendilerini öyle dikkatli sunmalı, öyle güzel ifadelerle anlatmalı, öyle bilinçli fotoğraflarla halkın önüne çıkmalı ki;

Halk oyunu vereceği kişileri buna göre belirlemeli...

Mevcut Belediye Başkanları aday olursa mı?

E onlar biraz deneyim kazandı, yine de bazılarının beden dillerini halkın beğeneceği, sevebileceği, oyunu gözünü kapatarak verebileceği gibi değiller...

Ben burada sadece ilk defa aday adayı, sonra da aday olacakların dikkatini çekmeye çalıştım, hadi dersinize iyi çalışın, halkın karşısına bilinçli şekilde çıkın...

...

Ben şimdilik arzı endam eden özellikle belediye başkan aday adaylarının yüz ifadelerini incelemeye gördüklerimi sizlere yansıtmaya devam edeceğim...

ABDULKADİR KAÇAR... Adana 2023

 

BELEDİYE OTOBÜSLERİNDE

ASRIN DEPREM GÜNDEMİ...

 

Belediye otobüsleri

Halk meclisi gibidir...

7-8 duraklık mesafede,

Dünya, ülke, kent

Gündemi sürekli tartışılır...

...

Bu gün gündem;

ASRIN DEPREMİ...

Adana’yı da vuran,

7.6 ile 7.7 şiddetindeki,

Depremi vatandaşlar

Enine boyuna tartışıyorlar...

...

İşte halk meclisindeki,

Bazı konuşmalar;

Bir vatandaş;

-Adana da yıkılan binaları yapan

Firmaların yetkililerini üç savcı

Soruşturuyormuş...

Diğeri;

-İyi olmuş, müteahhitler aslında

Ölümü hak ediyorlar...

Başka birisi;

-Bizim mahallede 14 katlı bina

İlk yıkılanlardandı...

Büyükşehir

Belediye Başkanı Zeydan Başkan,

İncelemiş, hiç demir yoktu dedi...

...

Başka biri;

-Ben de gördüm, 12’lik demir

Yerine5’lik demir kullanılmış...

...

Başka vatandaş;

-Metro günlerdir çalışmıyor...

Diğeri,

-Hattının üstüne bir apartman

Eğilmiş, yıkılır diye önce o

Enkazın kaldırılması gerekiyor...

...

Bir vatandaş;

-Tüm özel okullar kapılarını

İnsanlara açtı,

Gündoğdu her gün

Üç öğün yemek veriyor...

Başka bir vatandaş,

-Beyaz evlerdeki,

Çamlı Cafe de

Aynısını yapıyor...

...

Bir vatandaş;

-Büyükşehir belediye otobüsleri

Ücretsiz yolcu taşıyor...

Diğer vatandaş;

-Özel halk otobüsleri geçenlerde

Beni geri indirdi...

Diğeri vatandaş;

-Neden 153 ü aramadın?

-Hastaydım, yanlış yapmışsın...

-100 kişi 153’ü her gün şikâyet

Etse vali bey onların gagasına

Tükürür...

...

-Çin den gelen kurtarma

Ekibi de canlı kurtarmış...

-Dünyanın hemen her ülkesinden

Uçaklar dolusu yardım geliyor...

Yabancı kurtarma ekipleri

Ve bizimkilerle birlikte,

İnsanlık tarihi yazıyor...

...

Bir vatandaş;

-Rus ve Ukrayna

Savaşını kimse konuşmuyor...

-Haklısın deprem unutturdu...

...

Bir vatandaş;

-1974 Kıbrıs Barış Harekâtı

Sırasında Amerika beyazsinek

Bombasını Çukurova’ ya atmıştı,

Bakalım bu deprem sırasında

Hangi cinayeti işledi?

-Bir zaman sonra göreceğiz...

...

Başka biri;

-Seçim de gündemden düştü...

-Kim seçim, oy, sandık derse,

Halk onu cezalandırır...

...

-Adana dan 450 adet

Jeneratör Hatay’a gönderilmiş...

...

-Halk Bankası üç bin

Öğünlük yemek veriyormuş...

...

-Çukurova Genç İşadamları da

Yardım yağdırıyor...

...

-Adana polisi teyakkuzda...

Hırsız ve yağmacılara göz açtırmıyor...

-Bu suçlar 10-15 hapisle cezalandırılıyor...

...

-Askeri helikopter,

Kırsal kesimdeki köylere,

Sürekli yardım yağdırıyor...

...

-Enkazdan kurtarılan Mesut

Fenerbahçe’nin genç,

Yıldızı Arda’ya

Mesaj göndermiş...

-Spor aşkı depremde bile insanların

Peşini bırakmıyor...

...

-Cumhurbaşkanlık Hükümet Sistemi,

Muhteşem kardeşim...

Birkaç dakika içinde,

Devletin bütün işlemleri

Başlayıp bitiyor...

-Doğru söylüyorsun;

Sayın cumhurbaşkanımızın

Bir imzasıyla, Türkiye nin,

Her sorunu saniyeler içinde çözülüyor...

Bir de parlamenter sistem olsa,

Meclis daha yeni toplanırdı,

Ülkemizin kaybı daha büyük olurdu...

...

-Devlet depremzedeye,

Bir yıllık kira desteği verecek...

-Bütün bunlar bir tek imzayla

Oluyor...

-Helal olsun cumhurbaşkanımıza...

-Başbakanlık dönemi olsa, devlet hantaldı

Ve bin imzayla bir iş bile yapılamazdı...

...

-Askeri gemi hastaneye dönüştürüldü...

Devlet her yarayı sarıyor...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

 

 

 

BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE

OTOBÜSLERİNDE YENİ

SLOGAN”BEKLEMESEN GELİR”

 

-1 durak kaldı,

-2 durak kaldı,

-5 durak kaldı,

-8 durak kaldı;

Dijital tabelalardaki,

Uyarı yazıları belediye

Otobüs ve şoförlerinin

Umurlarında bile değil...

...

Adana büyükşehir belediye otobüsleri,

Bir süreden beri tamamen,

Kafasına göre takılıyor;

O zaman kötü sevk ve idare ediliyor...

...

Ya da dijital tabelalardaki

Hiçbir “DURAK KALDI” yazısı

Görünmeden;

-HOOOP bakıyorsunuz bir otobüs geliyor...

...

Bir bakıyorsun;

-HOOP başka biri geliyor...

Oysa sistemde görünmüyor...

Sistemde görünenler ise gelmiyor...

...

Dijital tabelalardaki “DURAK KALDI”

Uyarısı bir şekilde yolcularla dalga geçiyor...

...

Özellikle 133 numaralı otobüs...

Tamamen keyfine göre takılıyor...

Yolcular durakta inanılmaz ama

1,5 saat ya da bazen 2 saatten fazla

Bekliyor...

...

İnsanlar yorgun,

Moraller sıfır,

Canlar sıkkın,

Yüzler asık,

İçlerinden neler söylüyorlar

Neleri sessizce ifade ediyorlar,

Allah bilir...

...

Hele de Dörtyol durağındaki hengâme

Gerçekten ibret için görülmeye değer...

...

Özel halk otobüsleri belediye otobüs

Yolcularını neredeyse ezecek gibi

Üstüne üstüne sürüyorlar...

30-40 tane özel halk otobüsü geçiyor,

Bir tek belediye otobüsü geçmiyor...

...

Yine oraya yanaşan, dolmuşlar,

Özel halk otobüslerinin şoförleri;

-Belediye otobüsü mü?

-O da ne ki?

-Bu durak bizim diye belediye

Otobüsünün yolcuları takmıyorlar;

Her yolcuyu ezip geçip gidecekler

Gibi üstlerine üstlerine sürüyorlar...

...

Hem özel halk otobüsleri,

Hem dolmuşlar,

İnanılmaz ama gerçek;

Belediye otobüs yolcularını,

Kendi araçlarına binmedikleri,

İçin bir tür can düşmanı

Olarak görüyorlar...

...

Nerede bir belediye otobüsü ufakta

Görünse; hemen durakta bekleyen yolcularla

Belediye otobüsünün arasına sıra sıra dizilip,

Yolcularla otobüsünün arasını kapatıyorlar;

Yolculara şöyle diyorlar,

-BELEDİYE OTOBÜSÜNE BİNMEYİN,

BENİM DOLMUŞUMA, OTOBÜSÜME

BİNECEKSİNİZ... YOKSA SİZİN ÖNÜNÜZÜ

BİLEREK, KASITLI OLARAK KESERİM;

BELEDİYE OTOBÜSÜNE BİNMENİZİ

KASITLI OLARAK ENGELLERİM...

...

Her an, her dakika,

Her saat bu sahne defalarca tekrarlanıyor...

Çoğunluğu orta yaş ve yaşlıların oluşturduğu,

Belediye otobüs yolcuları, özel halk

Otobüsleri ve dolmuşlar tarafından,

Bilinçli ve kasıtlı olarak mağdur ediliyor,

Hor görülerek engelleniyor...

...

Belediye otobüs yolcularının

Konuşmaları gerçekten çok ilginç;

-BEKLE BEKLE GELMEZ,

-BEKLEMESEN GELİR yeni sloganı bu...

...

Dörtyol ya da diğer duraklarda da

Durum aynı şekilde yaşanmaya devam ediliyor...

Kimin ne yaptığı?

Hangi otobüsün ne zaman, nerede,

Kaç durak sonra geleceği bilinmiyor...

153 e soran vatandaşlara verilen yanıtlar da,

Otobüslerin hareketleriyle birbirini tutmuyor...

...

Sonuç mu?

Büyükşehir Belediye Otobüsleriyle

İlgili olarak yolcuların bulduğu son slogan;

BEKLEMESEN GELİR oldu...

Abdulkadir KAÇAR 2023

 

 

 

BELEDİYE SEÇİME

HAZIRLANIYOR…

-Geleni öpün,

-Gideni öpün,

-Size hizmet edeni öpün,

-Selam vereni öpün,

-Gülümseyenleri öpün…

-Seçime gidiyoruz…

Belediyeler seçime hazırlanıyor ya;

Tüm hesaplar seçim ve oy üstüne kurulu…

-Ne hizmet götürsek?

-Ne oy alırız?

...

Bu seçim ne güzelmiş…

Keşke her gün seçim olsa…

Yapılmayan işler yapılsa…

Görülmeyen hizmetler görülmeye başlandı…

Vatandaş bu davranış karşısında

Şaşırıp küçük dilini yutma,

Noktasına geliyor...

Yeni yöntem şu;

-Şikâyetçi olanların sorunları,

-Şikâyetçi olmayanlardan,

Alınan malzemelerle çözümleniyor…

...

-Şahanesin üyük başkan…

-Bravooo başkan…

-Yaşa başkan, gibi teşekkür sözleri belediye yankılanıyor…

...

Başkan şişiyor, kabarıyor…

Örneğin su patlağınız var…

Suyu patlamamış vatandaşın suyunu patlatıyorlar,

Oradaki sağlım borularını alıp getirip, patlayanlara takıyorlar…

Bir süre sonra boruları alınan vatandaş belediyeye gelip şikâyet ediyor…

O boruları bu kez söküp yeniden eski bölgesine takıyorlar…

Böyle böyle seçim gününe kadar şikâyetleri kısa vadede önlemeye çalışıyorlar…

...

-Ağacımız yok başkanım…

-Ağaç olmasa oy da vermeyiz diyenlere,

Anında hizmet veriliyor…

İş araçlarıyla şikâyet gelmeyen,

Mahallelerdeki tüm ağaçları söküp,

Şikâyet gelen mahallelere ekiyorlar…

Bir süre sonra o ağaçlarının yerinde,

Yeller estiğini gören seçmen;

-Külliyen olmaz, ayıptır… Yazıktır…

-Ağaçlarımızı geri istiyoruz…

-Yoksa oy vermeyiz, diyorlar….

İş makineleri bu kez yeni dikilen ağaçları,

Yeniden söküp eski yuvalarına geri dikiyorlar…

Ağaçlar filizlenip çiçek açıyor…

Meyve veriyor…

Ama gariban ağaçlar mahalleler arasında seyahat etmekten kurtulamıyorlar…

...

Belediyeler seçime hazırlanıyor ya;

Ama şikâyetler anında cevaplanıyor…

Seçime doğru giderken başkanın ve ekibinin bu yeni yöntemi harika…

-Muhtarlara,

-Meclis üyelerine(iktidarın),

-Partili üyelere araçları verin,

-Yolları yaptırın,

-Suları getirin, seçime gidiyoruz…

-Otobüsleri,

-Midibüsleri,

-Minibüsleri,

-Dolmuşları,

-Şikâyetçi olan hatlara,

-Kaydırın seçime gidiyoruz…

-Eski bulvarlardaki ağaçları söküp,

-Yeni yerlere ekin…

-Seçime gidiyoruz kardeşim…

-Öpün vatandaşı,

-Öpün, öpün, öpün,

-Hizmet verenleri öpün…

-Şikâyet edenleri öpün…

-Şikâyetçi olmayanları öpün…

Öyle ki farelere bile özgürlük veriyorlar,

-Vurmayın, tutmayın,

-Sıkıştırmayın, öldürmeyin,

-Bırakın belediyedeki fareler yaşasın,

-Zaferimizi görsün garibanlar,

-Seçime gidiyoruz…

-Silin,

-Silin,

-Silin,

-Yerleri, belediyenin etrafındaki,

-Sokaklara kadar silin…

-Vatandaşa beğendirin…

-Seçime gidiyoruz…

-Zabıtaya söyleyin,

-Efendi, olgun,

-Centilmence davransınlar,

-Seçime gidiyoruz…

Kibar,

Nazik, ince,

-Telefonla kibar konuşsunlar,

-Seçime gidiyoruz…

-Haritaları

-Krokileri çıkartın,

-Kaç ev,

-Saç sokak,

-Kaç mahalle var?

-Hepsini sayın…

-Birer kitap,

-Birer dergi,

-Birer takvim gönderin…

-Seçme gidiyoruz…

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana

 

(Bu makalem 1980’ li yıllardaki

ÇİVİ isimli yıllardaki kitabımdan

Alınmıştır)

 

BİLGE İNSAN

OLMAK İSTER MİSİNİZ?

 

Peki, bilge insan kimdir?

Sözlükler şöyle tanımlıyor;

-Her şeyi bildiği gibi,

Bildiği şeyleri de,

İyi ve sağlam bilen,

Bilgisini kendisi

Ve başkaları için,

En yararlı biçimde, kullanan,

İyi ahlaklı, olgun kimse...

...

Sözlük bilge insanı böyle tanımlıyor;

...

-Peki, bu kişinin,

-Toplum içindeki

-Diğer insanlardan,

-Farklı özellikleri nelerdir?

Şunlar söylenebilir;

...

-Bilge insanın ruhu daima,

Sevinç içindedir;

Hiçbir keder, kaygı,

Korku, onu etkilemez...

-Her zaman her yerde,

Sevinç ve sükûnet içinde yaşar...

...

Başkasına bağımlı değildir...

-Ne kaderin, ne hüznün,

Ne de diğer bir insanın,

Lütfünü beklemez...

...

-Onun kutlu mutluluğu,

Yüreğinin, derinliklerine işlemiştir...

-Eğer mutluluğu dışarıdan gelmiş olsaydı,

Çıkar onu hemen terk eder giderdi...

Çünkü mutluluk onun yüreğinden doğmuştur...

...

-Herhangi bir kötülük,

Ona zarar veremez;

-Gelse bile teğet geçip gider...

...

-En büyük katıksız iyilik,

Sınırsız hoşgörü,

Bağışlama, erdemli davranış,

Onun yüreğinde sınırsızca bulunur...

...

-Bilge insan hastalığa kolay yakalanmaz;

Onun ruhu bütün olduğu için,

Hastalık, sadece gelip-geçer

Bilge insana zarar veremeden çekip gider...

...

-Karşısına keder çıkarsa,

Bilge insan sükûnet içinde alır,

Onu bir kenara koyar...

...

-Bilge insan kendinden,

Her koşulda memnundur;

-Her daim kendine güveni tamdır...

...

-Her zaman büyük,

Ve sürekli şekilde,

Kaynağı kendi içinde,

Olan neşeli ve gülümseyen yüzüyle

Toplumun içinde,

Işıklı şekilde fark edilir...

...

-Hayatın doğal yasaları,

Onu yense de sürekli yaşadığı,

Mutluluğuna asla engel olmaz olamaz...

...

-Hayatın getirdiği ya da götürdüğü,

Her şeye, her koşulda,

Daima soğukkanlı olarak bakar;

-Kendiyle bu yönüyle,

Her zaman gurur duyar...

...

-Aklının aydınlığını,

Sonuna kadar kullanır;

-Cesur ve özgüvenlidir,

Yüreği her zaman,

Sevinçle dolup taşar, coşar...

...

-Çok samimidir;

Düşündüğü gibi konuşur;

Konuştuğu gibi de,

Samimi olarak düşünür...

-Söylediği ve ağzından çıkan,

Her sözü ve görüntüsüyle,

Hayata daima uyumludur...

...

-Verdiği her sözü ölüm dışında,

Mutlaka yerine getirir;

-Ağzından çıkan sözleri,

Daima doğru, olumlu,

Erdemli ve de yararlıdır...

...

-Sıradan insanlarla arasında,

Kapanmaz mesafe vardır...

...

-Ruhu büyük kötülük,

Ve duygusallıktan,

Tamamen kurtulmuştur...

...

-Büyük kusur, suç,

Ve hataların her zaman,

Tamamen dışında yaşar...

...

-Para, mal, mülk, mevki,

Makam, sosyal statü,

Ekonomik güç,

Siyasi otorite, hırsı yoktur...

...

-İnsanlardan asla korkmaz;

Çünkü utanç verici şeyler yapmaz...

-Yaşamı üstünde, tamamen egemendir...

-Kendi kendini kazanmak,

Onun için paha biçilemez,

En yüce ve en güzel bir iyiliktir...

...

-Bilgelik rastlantıyla olmaz;

-Çok çalışma, büyük çaba,

Hayat isimli öğretmene,

En iyi öğrenci olarak,

Kendini yıllar boyunca;

Çağın gerektirdiği biçimde,

Değiştirmekle belki elde edilir...

...

-Bilge insanın gözü pektir,

Zaptı- rapta asla gelmez,

Gelemez, gelmeyecektir...

-Hayatın önüne çıkarttığı,

En büyük zorluklara,

Gönüllü olarak katlanır...

...

-Kendini her türlü koşulda,

En kötü ve en olumsuz,

Durumlarda bile,

İnanılmaz şekilde çok sever;

Ruhu ve bedeniyle daima barışıktır...

...

-Başkalarını korkutan şeyler,

Onu hiçbir zaman korkutmaz;

-En büyük olaylara bile,

Göğsünü gererek,

Gönüllü biçimde, katlanır...

...

-Bedenine hiçbir mikrobun,

Zarar vermesine izin vermez;

-Elbette bazen acı çekecektir,

Titreyip hasta olacaktır,

Ama bunlar geçecektir...

-Her olumsuz ve sıkıntılı durumunu;

-Erdemi ve olumlu

Şekilde düşünmesi sayesinde yener...

...

-Ulaştığı çağdaş bilgiler sayesinde,

Ruhu daima taptaze,

Pırıl-pırıl, net,

Her türlü devinim,

Dönüşüm, değişim,

Başkalaşıma hazırdır...

...

-Kendi ruh ve bedenine,

Tamamen hâkim ve bağlıdır...

-Düşüncelerinin hedefi ise,

Bilinenlerin de ötesindeki,

Evrensel üstün değerlere ulaşmaktır...

...

-Yaşadığı her anı eğitimli,

Savaşa her an eğitimli,

Asker gibi disiplinli,

Şekilde değerlendirir...

...

-Bilge insan büyük şeyler,

İçin doğduğuna inanır...

-Hayatı boyunca yalan,

Riya, hile, entrika

Ve politik davranışı yoktur...

...

-Her anında ve nefesinde,

Daima kendine aittir;

-Kendi başınadır;

-Hayattaki olayların,

Akışına kendini asla kaptırmaz...

...

-Her anı kendini aşmak için,

Bilinçaltı ve bilinç üstünde ulaştığı;

-Yeni ve mutluluk veren,

Evrensel düşünceleriyle,

Dopdolu ve kusursuzdur...

...

-Sıradan insanlar yerine,

Hep olgun ve yetkin akıllı,

Beyin fırtınası yapabilen

İnsanlarla vakit geçirmeye özen gösterir...

...

-O da diğer insanlar gibi;

Hayattaki her şeyi görür;

Ama her şeye sahip

Olamayacağının bilinciyle yaşar...

-Her zaman sahip olduğu,

Kendi olanaklarıyla,

Yetinip, mutlu olmayı bilir...

...

-Hiçbir zaman ihtiyacı,

Ve hak ettiğinden,

Fazla bir şey istemez...

...

-Hırsının efendisi olduğu için;

Onun asla kurbanı olmaz,

Olamaz ve asla olmayacaktır;

...

-Umut ve hayallerini,

Daima olanakları ölçüsünde,

En akıllı şekilde gerçekleştirir;

-Asla yarına bırakmaz...

...

-Aklının aydınlığına ulaştığı için

Daima AN’ da yaşar;

Sonsuz şimdinin parçası olan,

AN’ nın tadını,

Bilinçli şekilde çıkartır...

...

-BİLGE kişi insan isimli ormanda,

Açan mis kokulu, renkli, nadide bir çiçek,

Toplumun düşünce karanlıklarını,

Aydınlatan aklın görünen ışığıdır...

...

Bilge insan için;

-Hayat renkli ve sihirli bir düşün başlangıcı,

Sadece, bir kez elde edilebilen,

Paha biçilemeyen mucize,

Büyük eşsiz bir armağandır...

...

-Hayatın bitişini ise;

Yine o muhteşem düşün,

Ebediyen sona ermesi,

Olarak görüp değerlendirir...

...

-Ölümü asla kötülük olarak görmez;

-Diğerleri gibi doğanın,

En farklı yasası olduğunu,

Kabul eder ve saygı duyar...

...

Şimdi küçük bir soru soruyorum;

-Siz bu ölçülere uyuyor musunuz?

Ya da uymak için çalışıyor musunuz?

...
En azından küçük bir,

Çaba göstermek bile,

Bilge insan olmaya doğru,

Atılmış ufak bir adımdır

Bu da ona doğru yol almanızı sağlayacaktır...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

BİLGELİK YOLU

 

 

Bilge kimdir?

 

Bilge, evrendeki bütünün

Bir parçası olduğunu,

 

Daha çocukluğundan,

Fark etmiştir…

 

Başta kendini sevmiş,

Ruhunu ve bedenini,

 

Birbirleriyle barıştırmayı,

Başarmıştır…

 

Canlı cansız her varlığa,

Büyük saygı duyar kucaklar;

 

İmrenerek-hayranlıkla,

Onlardaki devinim-değişimi;

 

Dönüşümü-başkalaşımı

Usanmadan,

 

Hayranlıkla-ibretle,

Dersler çıkartarak izler…

 

Her insanın yaşamı,

Evrene mesajdır;

 

Bilge de bunların,

Başında gelir;

 

O bilgisi, becerisi,

Yetenekleri, ortaya koyduğu,

 

Çabaları hayat mücadelesiyle,

Sıradanlığın ötesinde yaşar…

 

İnsanlara sunduğu,

Ölümsüz ışıltılı,

 

Düşünce mesajlarıyla,

Dünya insanlık ailesinin,

 

Yaşamını aydınlatır…

 

Yararlanmasını bilen,

İnsanlara hayat ışığını sunar,

 

Örnek insandır;

Sadece akıllı insanlar,

 

Onun karanlıkları,

Aydınlatan ışığından,

 

Ömür boyu,

Yararlanmasını bilir…

 

 

Bilge, her şeyin,

Her an, her nefeste,

 

Işık hızıyla devinim,

Değişim-dönüşüm,

 

Başkalaşım içinde

Olduğunu anlamış,

 

Ve bu doğal yasayı,

Kendinde izlemeye başlamıştır…

 

Bir gördüğünün,

Bir saniye sonra aynı olmadığını,

 

Ve olamayacağına,

Defalarca tanık olmuştur…

 

Bu değişim, dönüşüm,

Devinim, başkalaşım,

 

Sırasındaki en

Büyük gelişimi en çok,

 

Kendi düşüncelerinde,

Gerçekleştiğini gözlemler…

 

Çünkü bir saniye,

Önceki düşüncelerinin,

 

Duygularının,

Yorumlarının, bakışının,

 

Hedeflerinin,

Bir saniye sonra tamamen,

 

Değiştiğinin

Bilincindedir…

 

O bilgelik yolunda,

Bu devinim-değişim,

 

Devinim-dönüşüm,

İçinde hedefinde,

 

Israrla yorulmadan,

Yürüyerek kendini bekleyen,

 

ÜSTÜN İNSAN’ a

Doğru durmadan yol almayı sürdürür…

...

Not; bu makalem; (Bilgelik Yolu isimli kitabımın ilk sayfasından; kitabımın tamamı Google Abdukadir Kaçar’ın sanal dünyası yazılıp kapağına tıklandığında içeriğinin tamamına ulaşılabilirsiniz)

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

BİLGİ ÇAĞI VE OKUMAK...

Akıllı bir insan diyor ki;

-Okumak zekânın gıdasıdır...

Başka birisi diyor ki;

-Okuma içimizdeki meçhul âlemin

kapılarını açan bir anahtardır...

...

İnsan yaklaşık,

70 bin yıllık tarihinde;

Yontma, Cilalı taş, Bakır, Tunç devri;

İlk, orta, yeni, yakın çağları geride bıraktı,

İçinde bulunduğumuz,

Bin yıl ise bilgi çağıdır...

...

Bu şu demektir;

Bilgi üreten onu kullanan,

Toplumlar diğerlerine

Egemen olacaklar...

...

Tıpkı sanayi devrimini,

Gerçekleştiremeyen ülkeler,

Diğerlerinin sömürgesi olmuşlarsa;

Bilgi toplumu içinde,

Bu kural aynı şekilde,

Geçerli olacaktır...

...

Nasıl bilgi toplumu olunacak?

Buna verilecek yanıt çok kolay;

Ama ilk basamakta bana göre,

Düzenli ve çok okumak yer alıyor,

Büyük Atatürk’ ün ifadesiyle

Daima çok çalışarak,

Diğerler ülkelerden daha çok üreterek,

Çağın her türlü teknoloji,

Ve iletişim araçlarını,

Üretim ve kalkınma için,

Başarıyla aralıksız kullanarak vs...

...

Çünkü 200 Milyon tür olduğu,

Kabul edilen canlılar içinde;

En üstün özelliklere sahip,

Tek varlık olan insan;

ALET YAPMA, simgelerle

Bilgi oluşturma, geliştirme,

İcat etme, kullanma gibi olağan üstü

Özelliklere sahiptir...

...

Bilgiyi üretmeyi başarma,

Mevcut olanları en iyi kullanma,

Sayısız yolları vardır...

Ama bunların ilk başında

Şüphesiz olarak okuma gelmektedir...

...

Okumayı sözlükler şöyle tanımlıyor;

Okumak; yazıya çevrilmiş,

Bir metne bakarak sessizce çözümleyip

Anlamak, ya da aynı zamanda,

Seslere çevirip araştırma yapmak,

Çalışmak, inceleme yapmak, tartmak vs...

Okumak, tahsil yapmak,

Anlamına da gelmektedir...

...

ASIL OLAN ŞEY;

Evrensel bilgiye ulaşmak...

Ancak çok eski çağlarda,

Bilgiye ulaşmanın yolları sınırlıydı...

İnsanlar, ilkel biçimde,

Birbirleriyle iletişim kuruyorlardı...

Bu gün bilgi kaynakları,

İnanılmaz şekilde,

Çok çeşitlendi,

Ama Bunların başında,

Hiç şüphesiz ki okumak geliyor...

...

Zaten diğer iletişim,

Araçlarıyla da bilgi okuyarak

Elde edebiliyoruz...

...

Ayrıca duygu organlarımızla,

Görsel, işitsel dokunup, işitse olarak

Elde edebiliyoruz...

Örneğin, bilgisayar sistemi,

Sayısız uluslar arası,

Yerel ve ulusal ve yerel

Televizyonlar radyolar istasyonları,

Telefon, internet, internet Cafeler,

Çevrimiçi konferanslar,

Gazete, kitap, yani bilgiye ulaşma,

Kaynaklarımız çoğaldıkça çoğaldı,

Dünya insanlık ailesi artık

İnanılmaz bilgi sağanağı altında...

...

Bu iyi mi? kötü mü?

Yararlı mı? Zararlı mı?

Şu kadarını söylemek gerekir ki;

2500 yıl önce bir filozofun;

-BİLDİĞİM TEK ŞEY HİÇ BİR ŞEY BİLMEDİĞİM, demesi gibi...

İnsan bu gün neyi bilip bilmediğini bilemiyor...

...

Bize düşen görev,

Bilgilere ulaşıp kullanma,

Konusunda çok seçici davranmaktır...

Öncelikle hangi bilgiye,

Tam olarak gereksinimimiz var?

O bilginin ne kadarını istiyoruz?

Bunları çok doğru seçip

Akılcı saptamamız gerekir...

...

Örneğin;

Televizyonu 10 saat aralıksız izlersek,

Başımız döner, neyi öğrendiğimizi,

Neyi öğrenmek istediğimizi bilemeyiz...

...

Düşünmeden, seçmeden,

Aralıksız olarak;

Televizyon izlediniz,

Radyo dinlediniz,

Gazete okudunuz,

Kitap okudunuz,

İnternette dolaştınız,

Hem de telefonla bilgi aldınız...

...

Bu iyi ve ideal bir yöntem değil...

Çünkü neyi öğrendiğinizi bilemezsiniz...

O nedenle, sayısız kaynaktan süren

Bilgi sağanağından

Kendimizi korumamız,

Tamamen seçici olmamız gerekir,

Ne zaman hangi bilgiye,

Nerede ihtiyacımızın olduğunu,

Belirleyip seçici olmamız gerekir...

...

İşin başka bir boyutu;

Türkiye bu gün itibariyle,

Sahip olduğu yaklaşık

Yirmi milyon öğrenci,

Bir milyondan fazla öğretmenle;

Dünyada nüfusunun yüzde,

75 i 35in altında olan çok güzel,

Çok genç bir ülkedir;

En büyük zenginliğimiz

İnsan varlığımızdır...

...

Sadece öğrenci nüfusumuz bile;

Çevremizdeki komşularımız olan;

Yunanistan, Bulgaristan, Suriye,

Gürcistan, Ermenistan gibi,

Ülkelerden daha fazladır...

...

Büyük Atatürk ün;

1928 yılında gerçekleştirdiği,

Harf devrimi sayesinde;

Bu gün okuryazar sayısı yüzde

97’ lere ulaşmış durumdadır...

Hedef kısa zamanda yüzde yüzdür...

...

Türkiye çağdaşlaşma,

Bilgi toplumu yolunda;

Bilgi üretme dünyaya pazarlama,

İletişim araçlarını kullanma konusunda;

Yani medya çağında devasa

Adımlarla ilerlemektedir...

...

Türkiye’miz, bilgi toplumu,

Çağdaşlaşma modernleşmede

Büyük devrimler yapmış;

Emsallerini geride bırakmak

Konusunda koşusunu,

Aralıksız sürdürmektedir...

...

Uzayda uydularımız,

F-16 savaş uçaklarımız,

İHA, SİHA’ larımız,

Helikopterlerimiz, kendi

Üretimimiz olan silahlarımız,

Dünyanın en iyi savaşan askerleriyle,

Dostlarımıza güven ve sevinç;

Düşmanlarımıza korku vermektedir...

...

Büyük Atatürk’ün söylediği gibi;

Bilgi toplumu olma yolunda,

Hepimizin, çok çalışması, çok üretmesi,

Kaçınılmazdır...

...

Yine Atamızın ifadesiyle;

Asla şüpheniz olmasın ki;

Yarının Türkiye’si bu günkünden,

Daha ileride, daha çağdaş

Daha güzel ve modern olacaktır...

Abdulkadir KAÇAR... Adana 2022

 

 

BİR İNSAN ÖLÜR,

BİR DÜNYA ÖLÜR...

 

Dünya evrenin,

İnsan da dünyanın özetidir;

Yani her insan bir dünyadır;

Dünyadaki tüm varlıklar

Kadar değerlidir...

...

Bir insan doğduğunda,

Bir dünya doğar,

Bir insan öldüğünde de

Bir dünya ölür...

...

Deprem bölgesine sahra,

Hastanesi kuran,

İtalyan doktorlar;

-BİR KİŞİYİ KURTARMAK

DÜNYAYI KURTARMAKTIR,

Diyor...

...

Hangi çağda, ülkede, kültürde,

Hangi cinsiyette yaşarsa yaşasın;

İnsan olağanüstü özel varlıktır...

...

Her insanın hayatı izlenmeli,

Her insanın hayatı yazılmalı,

Filme çekilip ölümsüzleştirilmelidir;

Deneyimleri kuşaklar boyunca

Öğretilmeli, öğrenilmeli anlatılmalıdır...

...

Çünkü her insan mucizedir;

Her insan sadece bir kez yaşama

Şansına sahip olan,

Şahane bir varlıktır...

...

Her nefesi bir mucize,

Her hareketi özel,

Her insan orijinal,

Her insan şaheserdir...

...

Dünyadaki tüm altınlar,

Pırlantalar,

Değerli tüm taşlar,

Paralar,

Bir araya gelse bile,

Tek bir insan

Hayatını satın alamaz,

Ona paha biçilemez...

...

İnsan hayatıyla ilgili sayısız

Eserler yazıldı,

Filmler çekildi,

Belgeseller.

Ve diziler üretildi...

Ama hiç biri hayatı,

Tam olarak anlatamadı,

Anlatamaz,

Anlatamayacaktır...

...

Çünkü her insan bir dünya

Çünkü her insan bir evrendir...

Gelecekte de hayat ve insan

Gizemini korumayı sürdürecek...

Mucizeliği ve şaheserliği

Hiçbir zaman anlatılamayacaktır...

...

İnsan ve hayatla ilgili,

Bu sahneden gelip geçen,

Hala yaşamaya devam eden,

Akıllı insanların,

Bazı özdeyişleri şöyle;

...

Goethe diyor ki;

-ÖZDEYİŞLER YERİ GELDİKÇE

HATIRLANMASI VE YARARLANMASINI

BİLEN İNSAN İÇİN BÜYÜK HAZİNEDİR...

...

Necimi Uygur diyor ki;

-ÖZDEYİŞLER EZBERE YAŞAYAN

LARI BİLE KENDİNE GETİREN

YARARLI EVRENDİR...

...

Anna Caroline Dejesus;

-HAYAT KİTAP GİBİDİR

ANCAK ONU OKUDUKTAN SONRA

İÇİNDEKİLERİ ÖĞRENİRİZ.

ÖMRÜMÜZÜN SONU GELİNCE DE,

ONU NASIL GEÇİRDİĞİMİZİ ANLARIZ...

...

Volter ise;

-ÇOK AZ İNSAN,

BAŞKALARININ

DENEYİMLERİNDEN,

YARARLANMAYI

BİLECEK KADAR AKILLIDIR...

...

Carlye;

-YAŞAM DENEYLERİ EN İYİ

ÖĞRETMENDİR;

AMA OKUL MASRAFI

FAZLADIR...

...

GOETHE;

-BİLİMLERİN EN ÇETİNİ,

BBİR HAYATI İYİ,

YAŞAMASINI BİLMEKTİR...

...

FROUDE;

-İNSAN KENDİ HATALARINDAN

BİLE ÇOK ŞEY ÖĞRENİR...

...

Buraya bir de can dostumuz kedi ile

İlgili tespiti yazmalıyım;

Anna Caroline Dejesus;

-KEDİ FİLOZOFTUR; KİMSEYE

KARŞI DERİN BİR BAĞLILIĞI

YOKTUR VE KİMSENİN ESİRİ OLAMAZ;

GİTTİĞİ ZAMAN DA GERİ DÖNMEZ;

BU DA İRADE SAHİBİ OLDUĞUNU GÖSTERİR...

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

BİR ÖMÜRE

BİN ÖMÜR SIĞDIRIR...

 

Işıklı ve bilge insan;

Geçimsiz ve dik başlı değil,

Daima akılcı, uyumludur,

Yıkım ve yaratımı planlı yapar,

Kök salacağı toprağı daima bulur...

...

Çok usta bir gözlemcidir,

Başkalarının karakterini inceler,

İnanılmaz dersler çıkartır,

Deneyimler elde etmeyi başarır,

Hak etmediğine inanmaz,

Her hücresiyle ömrünce,

Daima barış içindedir,

Kendini her fırsatta sever,

Ve de yaşamı boyunca ödüllendirir...

...

Ağzından bal tadında,

Daima ışıklı ve olumlu,

Yapıcı, onurlandırıcı sözler çıkar,

İnanılmaz güçlü belleğe sahiptir,

Kimseye yaltaklanıp biat etmez,

Hayatının her aşamasında

Şaşılacak derecede başarılıdır...

...

Harika bir çocukluk,

Dönemi geçirmiştir,

İyinin ve kötünün ötesinde yaşar

Ucube düşünceleri olan,

Ayrık otu olanlardan uzak durur,

Her koşulda, herkese karşı,

Daima yardımcı kurtarıcı,

Ve yol göstericidir...

...

Hayatı boyunca kimsenin,

Düzenini bozmaz, bozanları da,

Hayatının kenarına bile sokmaz,

Plansız ve teklifsiz durumları yoktur,

Asla habersiz hareket etmez,

Düşüncenin en güzel,

En olumlu, daima yapıcı,

Ve üç sınırlarda yaşar...

...

Gerçeğe arama, gözlemleme,

Erişme biçimi her,

Yaşında daima matematiksel,

Doğrulardan oluşur

Ve her koşulda çok akıllıdır...

...

Büyük ve evrensel ruh

Ve aydınlık akıldır,

Doğduğu andan başlayarak,

Kendiyle ve yaşamla ilgili,

Her tür problemlerini,

Mezara kadar devam,

Edecek şekilde çözmüştür,

Evrensel akışa neşeyle eşlik eder...

...

İyi yüzlülerden tamamen,

Ve ömrünce uzaktır...

İnce gözlemler yapar, düzenli,

Okur, çevresindeki insanları,

Aralıksız olarak aydınlatır,

Düşleriyle yazar elleriyle yaşar,

Geleceğe yazılmış,

Anıtsal şiirler ustasıdır...

...

Bilinçaltı ve bilinç üst,

Doğuştan uyumludur...

Hayatta yaptığı gözlemlerle,

En olgun kelimeler çıkartıp,

İnsanlara en doğru,

En matematiksel,

En olanı karşılıksız sunar,

İçindeki evrensel,

Gücü keşfetmesi mucizedir,

Doğduğu anda aklın ışığını

Yakalamıştır, çevresini

Onunla aydınlatma görevini,

Kusursuzca sürdürür...

...

Kötülüğün her türünü silip atar...

Vaat edilmiş, ama her anını

Güzelleştirmeyi başardığı,

Örnek bir ömür sürer,

Bilinmezlere dokunur,

Tarifsiz biçimde güçlüdür...

...

Sevginin çılgınlığını yaşar,

Özünü her türlü cevherine

Ulaştığı için bazı gizlerini,

Sadece kendine saklar,

Hayatla yapmayı başardığı,

Tüm savaşlardan,

Ustaca elde ettiği,

Zaferler zenginidir,

Düşüncenin ölümsüz,

Evrensel tohumları ondadır...

...

Her düşünce ve eyleminde,

Karşısındaki kişiye,

Yeni duygular düşünceler

Pencereleri açar, kelimeler,

Onun çocukluğundan beri,

Bilgece yönettiği oyuncağıdır...

Sözcüklerin efendisi,

Düşüncelerin efsane işçisidir,

Hayatın önüne çıkarttığı,

Ve çıkartabileceği,

Her karanlığına dayanıklıdır...

...

Bilinmezi bilir, görünmezi görür...

Bilgeliğin yaşayan ve yürüyen

Görüntüsüdür o bir hayatında,

İnanılmaz ama bin hayatı yaşamayı,

Başaran bilgi sihirbazıdır...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

BİR YILDA,

ALTI GAZETECİ

HAYATA VEDA ETTİ...

 

Enver Özelsancak,

Mustafa Özgür,

Zeki Ateşok,

Abdullah Yakar,

Abdullah Bulca,

Mehmet Mercan...

...

Her gazeteci çağının

Tanığıdır der bir özdeyiş...

Bir yılda tam 6 can,

Adanalı altı gazeteci

Hayata veda etti,

Dünya gezegenindeki

Tiyatro sahnesi olan,

Yaşamdan sessizce ayrıldılar,

Herkes için kaçınılmaz,

Olan sonsuz,

Uykularına yattılar...

...

Her biri benim saygıdeğer,

Meslektaşımdı çok iyi tanıyordum,

Her biri yaptığı işine âşıktı,

İnanılmaz güzel duygulara sahipti,

Her insan gibi her biri de,

Evrendeki büyük mucizeydi,

Yerleri sonsuza kadar,

Doldurulamayacak biricikti...

...

Devletini, ülkesini,

Milletin, Adana’yı,

Derinden seven canlardı...

...

Şair diyor ya;

-HER ÖLÜM ERKENDİR...

Değerli meslektaşlarımla,

Yıllarca aynı ortamlarda,

Birlikte bulunduk,

Hepsiyle defalarca sohbet ettim,

Mesleğimizle ilgili,

Bilgi alış-verişinde bulundum,

Biri diğerinden,

Öteki de ötekinden daha,

Saygıdeğer, beyefendiydi...

Karıncayı bile incitmeyen,

Her sözlerinde saygılı, kibar,

En doğal Adanalıydı...

...

İnsan isimli bu harika,

Mucize varlık, sadece bir kez

Yaşama şansına sahip oluyor...

Hayatın tekrarı, yedeği,

Ertelemesi, uzatılması,

Başka birine devredilmesi,

Tasarrufu falan yok,

Olmaz olamaz olmayacak,

Geldin ve gittin oluyor

Hepsi bu kadar nokta...

...

Bu sahnede,

Önemli olan geride,

Çok güzel anılar, unutulmaz,

Dostluklar, mümkünse,

Gelecek kuşaklara o kişinin,

Yaşadığını anlatabilecek,

Eserler de bırakabilmektir...

...

-BAKİ KALAN BU KUBBEDE,

HOŞ BİR SADA BIRAKMAKTIR...

Her biri de güzel insandı,

Çok değerli meslektaşımdı,

Her türlü güzelliklere sahipti...

Çok zor bir meslek olan,

Gazeteciliğin her türlü sıkıntılarına,

En gönüllü şekilde katlandı,

Risklere girdiler,

Defalarca hâkim karşısında

Hesap verdiler

Ama inandıkları uğraşlarından,

Bir adım geri atmadılar...

...

Her biri varlığını bu işe adamıştı,

Çalışarak alın teriyle,

Kazandıkları parayla,

Dünya isimli bu sahnede,

Geçimlerini sağladılar,

Nesillerini sürdürecek,

Canlarından parça,

Olan güzel çocukları

Dünyaya getirdiler,

Ömürleri mücadeleyle geçti,

Bu güzel Adanalı kardeşlerimin,

Ruhları şad mekânları cennet olsun...

...

Elbette dünya kimseye kalmaz,

Kalamaz, kalmayacaktır...

Her ölüm ibret almayı başaranlar,

Akıllı insanlar,

İçin çok büyük derstir...

Ne mutlu bu dersi alıp,

Çevresindeki insanlara karşı,

Sevgi, saygı, muhabbette

Kibar nazik davrananlara,

Kimseye haksızlık etmeyenlere,

Kimsenin hakkını yemeyenden,

Bu sahnedeki rollerini,

Tamamlayanlara...

...

İnip gittikleri,

Peşlerinde bıraktıkları,

Dünya sahnesinden,

Geride kalan insanlarca;

-Çok iyi insandı,

-Güzel anılar yaşadık,

-Güzel anılar yaşattılar,

-Karıncaların bile üstüne basmadılar,

-Mesleklerinden ödün vermediler,

-Örnek yaşam sürdürdüler,

Dedirtebildiler...

...

Haddim olmayarak

Şunu da eklemek istiyorum;

-İNSAN ÖLÜR KALIR

ESERİ, sözüne uygun olarak,

Her insanın hayatı kutsaldır,

Her insan tam bir mucizedir,

Her insanın hangi mesleği,

Yaparsa yapsın hayatı,

Gözlenip, belgeselleştirmeye

Değecek yüce ve şahane varlıktır...

...

Şunu söylemek istiyorum;

Sadece gazeteciler için değil,

Tam bir tiyatro sahnesi olan,

Bu dünyadan gezegeninden,

Ayrılmadan önce,

Her insan keşke yeni nesillere,

Kendisini hatırlatacak birkaç eser

Bırakabilse bu daha da

Güzel olur olurdu...

Bu giden insanların,

Kalan ve yeni sahneye

Çıkacak nesillerin düşüncelerinde,

Daha uzun süre hatırlanmalarına

Neden olabilirdi diye tahmin ediyorum...

...

Bilimsel araştırmalara göre,

Bu tiyatro sahnesine

120 milyar insan gelmiş,

Yaşamış, DNA’ larını bırakmış,

Ya da bırakamadan geçip gitmiştir...

Kural bundan sonra da değişmeyecektir...

...

Filozof diyor ya;

-BAŞLAYAN HER ŞEY BİTER,

Madem geldik, kesin gideceğiz,

Sonsuza kadar kalmak,

Yaşamak olanaksız, olduğuna göre,

Arkamızda bir ya da, birkaç eserle anılmak

Fena olmazdı gibime geliyor...

...

Güle güle altı güzel insan,

Güle güle can dostlar,

Yolunuz açık olsun,

Yanınızdan bize de,

Yer ayırmayı ihmal

Etmeyin, geldiğimizde,

Yabancılık çekmemiş oluruz...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

 

 

BÜYÜK ADAM OLMAYAN

DELİ OLUYORMUŞ...

 

İnsan DEĞERLİ olduğunu

Kabul ettirebilmek için;

-DELİ olur mu?

...

Ya da,

BÜYÜK İNSAN olduğunu

Kanıtlamak için

DELİ olur mu?

...

Olur olur,

Hem de bal gibi

Olurmuş...

...

Ünlü ruh bilimci Freud;

-İnsanın işini iyi yapmak

İsteği iki şeye dayanır,

1-Cinsiyet,

2-BÜYÜK ADAM olmak...

...

Başka bir akıllı insanda

Aynı konuda şöyle diyor;

-İnsanın en büyük ve derin

İsteği DEĞERLİ İNSAN olmaktır...

...

Sıradan her insana ne istediği

Sorulduğunda;

Sağlık, beslenme, uyku,

Para kazanma, iyi bir gelecek,

Çocuklarını güvenli,

Bir gelecek sağlamak...

...

İnsanın isteği olan,

Bunların tamamı,

Yerine getirilse bile,

Bir tanesi getirilemiyormuş;

BÜYÜK ADAM,

DEĞERLİ İNSAN,

Olma gereksinimidir...

...

Akıllı başka bir insan ise

Kişiyi tanımlarken diyor ki;

-Her insan iltifattan

Hoşlanır, hepimiz içten

Takdiri özleriz...

Övülmekten hoşlanırız...

Ama bunlarla pek karşılaşmayız...

Oysa bu istek insanın

İçini kemiren, açlık,

Susuzlukların,

En şiddetlisidir...

Kalbin bu açlığını,

Susuzluğunu tatmin etmeyi

Bilen çok ender insanlar,

Başkalarını avuçlarının

İçine alır...

Çünkü bu farklı durum,

İnsanı hayvanlardan,

Ayıran bir özelliktir...

Eğer insanda,

Bu duygu ve düşünce olmasaydı,

Sahip olduğumuz uygarlık olmazdı...

...

İşte BÜYÜK ADAM olma,

İşte DEĞERLİ İNSAN duygusu;

İnsanı yaratıcı olmaya,

Yönlendirip inanılmaz

Başarılara imza attırıyormuş...

...

Örneğin bu duygu,

Akıllı insana ölümsüz kitap yazdırır,

Anıtsal mimari eserler yaptırır,

Tapınaklar başta olmak üzere,

Para aşkıyla zengin eder,

Marka kıyafetler giydirir,

Pahalı otomobillere bindir,

Politikada unvanlar aldırır,

Daha da ötesi BÜYÜK

ADAM olma,

DEĞERLİ OLMA duygusu,

İnsana cinayet bile işletiyormuş...

...

BÜYÜK ADAM olma,

DEĞERLİ OLMA,

Bu duygusun göstermek

İçin insanlar sempati ve dikkatle

Karşılanmak için hastalanabiliyormuş...

...

Bazı insanlar da,

BÜYÜK İNSAN,

DEĞERLİ İNSAN,

Olamadıkları için;

Akılları başlarında olmasına

DELİ BİLE OLURMUŞ...

...

Yani deli olan insanlardan

Bazılarının dünyada

Gerçekleştiremedikleri,

Önemlilik duygusunu,

Delilikle tatmin ettikleri,

Bilimsel olarak saptanmıştır...

...

Değer verilmesi için

Aklarlını kaybederek,

Ona kavuştuklarına göre,

Bizler de aklı başında olanlara

Karşı içten takdirlerimizi,

Söyleyerek neler başarıp,

Harikalar yaratabileceğimizi

Tahmin edebilirsiniz...

(Dale Carneıge’ nin,

Dost kazanma ve insanları

Etkileme sanatı kitabından

Esinlendim)

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

 

CANIM İSTEDİ

İÇ DÜRTÜSÜ...

 

Beşik içindekine sorar;

-NEREDEN?

...

Kefen içindekine sorar;

-NEREYE?

...

Yunus Emre de,

-ANA RAHMİNDEN

İNDİM PAZARA,

BİR KEFEN ALIP

DÖNDÜM MEZARA...

Bunlar, hayatın uzun,

Ve kısa özetidir...

...

Ama aklını kullanmayan,

Okuyup incelemeyen,

Bilinçli olarak

Gözlemler yapmayan,

Uzun bir ömür sürse de,

Kitapla tanışıp iki,

Satır yazmayanlar,

Kendini ifade edemeyenler,

Hayatın anlamını,

Varlıklarının önemini

Bin yıl yaşasa da anlamaz,

Anlayamaz, anlatamaz,

Anlamayacaktır...

...

O nedenle her an,

Her insana karşı alıngan,

Bencil, saldırgan,

Önce kendine küskün,

Kırgın, etrafına daima

Sıkıntı veren, kendini

Tanımadığı huysuz,

Çevresinde ise,

İstenmeyen ikinci

Sınıf insan olarak yaşar...

...

Bu tip insanların

Varlığıyla doğada biten,

Yaban otların arasında,

Aslında hiç bir fark yoktur,

Olmaz olamaz,

Olmayacaktır...

...

Elbette evlenirler,

Çocuk sahibi olurlar,

Torunları olur,

Ama ne kendinin,

Ne dünyaya getirdikleri,

Canlıların farkında,

Bilincinin derinliğinde

Olmadan rollerini

Bilmeden rastgele,

Körebe şeklinde oynarlar...

...

-Neden küstün?

-Canım istedi küstüm der,

-Neden kavga ettin?

-Canım istedi ettim,

-Neden adamı yaraladın?

-Canım istedi yaraladım,

-Neden eşinden boşandın,

-Canım istedi boşandım,

-Cezaevleri ve karakol,

Adliyeler bunlarla doludur...

Vs... vs... vs...

...

Bu anlayıştakilerin,

Dünyaya bakışı,

İnsanı anlaması,

-CANIM İSTEDİ ile

Sınırlıdır, ikinci ve

Üçüncü cümleyi

Söyleyemezler...

...

Tıpkı doğadaki diğer

Canlılar gibi sadece...

İç dürtüsüyle cinsel ilişkiye

Girer, iç dürtüsü ister

Kavga eder, iç dürtüsü ister,

Saldırıp diğerini parçalar,

İç dürtüsü ister,

Diğerlerinin malını

Mülkünü eşini, aşını çalar...

...

Yani diğer ilkel canlılardaki

İÇ DÜRTÜSÜ ile,

Yaşayanlarla,

CANIM İSTEDİ diyenler,

Aynı çizgide buluşur,

Aynı anlayıştadır...

...

Ne insan olmanın erdemini,

Ne üretmenin okumanın,

Ne düşünüp güzel konuşup,

Eşsiz eserler yazmanın,

Erdemine ulaşamadan,

BİR VARMIŞ-

BİR YOKMUŞ olup giderler...

...

Tarih ve zaman isimli,

İki ölümsüz kanaat önderi

Evrensel hakemi,

Bunların yaşamını kayıt

Etme gereği duymaz...

Ha bir ot,

Ha bir taş,

Ha bir odundur...

...

Akıllı insanların

Bu kişilerle ilgili

Şu sözleri ne kadar

Doğru ve yerindedir;

...

Bir özdeyiş;

“İnsan en vahşi hayvandır” der...

...

Başka bir akıllı insan da;

-İnsan insanın kurdudur, der...

...

Başka bir akıllı insan da;

-İnsan alıngan hayvandır, der...

...

Alınganlık ve iç dürtülerinin,

Yarattığı ruhsal bunalımlarının

Karmaşasında ne yaşadıklarını,

Ne nezaket kurallarını

Bilmeden yok olup giden

Sayısız insanlar vardır...

...

Oysa her insan mucize,

Oysa her hayat ilk ve son

Kez denenen bir sihirli

Renkli vazgeçilmez senaryodur...

Değerlendirmesini bilen,

Ortaya koydukları ürünleriyle

Ölümlerinden yüzyıllar

Sonra da hatırlamayı hak eder...

...

Bu akıllı ve erdemli kişiler,

Canım istedi diyenlerle,

İç dürtüleriyle hareket edenlerden,

Farklıdır, tarih ve zaman,

Onların hayatlarını gelecek,

Kuşaklara nakletmekten,

Ölümsüzleştirmekten onur duyar...

ABDULKADİR KAÇAR... Adana 2023

 

 

 

 

 

KENDİNİZLE

ARANIZ NASIL?

 

COVİT–19 virüsü,

Herkese bulaştı;

Peki, sizi hasta etti mi?

Yoksa etmedi mi?

Her türlü aşıya rağmen,

Birilerine hemen hasta etti,

Bazılarını hastalandırmadı...

...

Kiminin bağışıklık sistemi

Virüsü yendi, kimisi yenemedi ve

Bunun nedeni çok basitti;

Bütün hastalıkların temelinde;

-Kendinizle aranız nasıl?

Sorusu yatar...

...

Kendi ruh ve bedenimizle,

Daima barışıksak,

Kendimizi her koşulda,

Hoş görebiliyorsak,

Kendimizi, suçlamamayı,

Başarabiliyorsak,

Muhteşem olmasa da huzurlu

Bir hayat yaşatabiliyorsak,

Hastalıklar bizi teğet geçer...

...

Son yıllardaki araştırmalarda,

Bütün hastalıkların ruh,

Ve beden arasındaki

Uyumsuzluktan yani

Çözemediğimiz sorunların,

Bedenimizi otomatik,

Olarak çalışan

Sistemine zarar vermesinden

Kaynaklandığını ortaya koymuş...

...

Eğer hayatla uyum,

İçindeysek,

Kendimizle kavgalı değil,

Barışıksak,

Huzurlu bir hayatımız varsa;

Sorunlarımızın,

Ne olduğunu biliyor

Bunlarla yüzleşiyor,

Kendimize zaman ayırıyor,

Neyi yapıp yapmadığımızı,

Hangi ortamda,

Kişilerle ilişkimizin bizi

Rahatsız ettiğini görüyor,

Ne yapmamız

Gerektiğini bulup,

Sorunu çözebiliyorsak,

O zaman güçlü,

Ve büyük bir

Bağışıklık sistemimiz

Daima yanımızda

Ve sorunlarımızı,

Çözecektir...

...

Sonuç olarak:

Bizi sağlıklı,

Tutmak için

Titizlikle organize,

Edilmiş bir

Bedene sahibiz...

Ancak ruhsal,

Durumumuz,

Çatışmalarımız,

Sıkıntılarımız,

Ve olumsuz

Duygularımız bizi hasta ediyor...

...

İçinde bulunduğumuz,

Koşulların zorluğu

Ne kadar büyük ve

Aşılamaz görünse bile,

Her daim olumlu düşünüp,

Olumlu bakıp,

Bardağın dolu,

Gülün dikensiz yanını

Görmeliyiz...

...

Ben tüm aşılarımı yaptırdım

COVİT-19 virüsü beni

Teğet geçti galiba...

Hastalanmadım...

(Dr. Gülseren Dudayıcoğlu’ nun

Makalesinden esinlenilmiştir)

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

CUMHURİYETİMİZİN

100 YILI KUTLU OLSUN...

Aydınlık,

Modern,

Uygar,

Özgür Türkiye Cumhuriyeti Devletinin,

Özgür bireyi olmaktan memnun musunuz?

...

İstediğiniz yere gidebildiğiniz,

81 ilden hangisini isterseniz yerleşebileceğiniz,

Alış veriş özgürlüğünüzü

İstediğiniz yatırımı yapabildiğiniz,

Yurtdışını yapma özgürlüğünü

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin özgür bireyi olmaktan memnun musunuz?

...

85 milyon insanımızın tamamının;

Cumhurbaşkanı,

Başbakan,

Bakan,

Milletvekili,

Vali,

Belediye Başkanı,

Muhtar seçilme şansının olduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, özgür bir yurttaşı olmaktan memnun musunuz?

...

İstediğiniz biçimde modern giyinip,

İstediği cep telefonunu kullanıp,

Çağın en güzel iletişimini sağlayan,

Özel Radyoları,

Özel Televizyonları,

Özel Gazeteleri olan

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin özgür bir yurttaşı olmaktan memnun musunuz?

...

İletişim çağının en önemli sistemi,

İnterneti kullanarak dünyaya buluşmaktan,

Cep Telefonlarınızla dünyayla iletişim kurmaktan,

Modern uçaklarla seyahat etmekten,

Dünyadaki tüm televizyon kanallarını özgürce izlemekten,

En güzel otomobillere binme özgürlüğünüzden

YARINLARINIZA UMUTLA BAKMAKTAN,

GELECEĞİNİZE GÜNVENLE YÜRÜMEKTEN

Memnun musunuz?

...

Bu sorulara nasıl yanıt verirseniz verin;

Ama şunu unutmayın;

Kendini bilen,

Akıl sağlığı yerinde olan,

Dış ve iç düşmanların tetikçiliğini yapmayan,

Devletine karşı,

Ulusuna karşı,

İnsanlığa karşı,

Sorumluluğunun bilincinde olan;

85 milyonun da

Bu sorulara yanıtı EVET olacaktır...

...

Beşikten mezara kadar su sahip olduğumuz;

Tüm özgürlük, çağdaşlık, zenginlik, uygarlı, olanaklarımızı,

Cumhuriyetimize, onu kuran Büyük Atatürk ve silah arkadaşlarına borçluyuz..

...

Bu güzellik, özgürlük, olanaklarımızın daha da artması,

Yaşam kalitemizin daha da yükselmesi;

Elbette Cumhuriyetle,

Elbette Atatürk devrimleriyle olacaktır...

Elbette demokrasiyle olacaktır...

...

BAYRAM; ulusça kutlanan önemli günler anlamındadır...

Yukarıda saydığım, sahip olduğumuz her şeyimizi bu gün 100. yaşını kutladığımız cumhuriyetimize borçlu olduğumuzu unutmamalıyız...

Türkiye Cumhuriyeti tarihte kurduğumuz 17. devletimizdir...

Bu gün Türkiye Cumhuriyeti yeni bir fidan kadar körpe, taze iştahlı, yaşama dört elle sarılan, coşkulu, sevinçli, yarınlarından umutlu bir tazeliktedir...

...

Türkiye Cumhuriyeti bin yaşındaki bir çınar gibi dimdik ayakta, kararlı, erdemli, gururlu, yaşama coşkusuyla dolu ve onurludur...

...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu gün dünyadaki 192 devlet arasında ilk on içinde; birinci ligde yer almaktadır...

Saygın, soylu, çağdaş, uygar, modern, barışçı, adaletlidir;

Yurtta barış, cihanda barış ilkesiyle;

Her türlü gelişmeye-değişmeye, Büyük Atatürk’ün gösterdiği MUASSIR MEDENİYETLERİN ÜSTÜNE ÇIKMA yarışına ışık hızıyla devam etmektedir...

...

Türkiye bu gün itibarıyla;

Eğitilmiş insan gücümüz,

Sahip olduğumuz yer altı yerüstü zenginliklerimiz,

Sahip olduğumuz teknolojimiz,

Bilgi toplumu olma yönünde bilgisayar devrimimizle gerçekleştirdiğimiz başarılarımızla,

İletişimde gerçekleştirdiğimiz devrimlerimizle,

Uzaydaki uydularımız,

Savunma sanayimiz,

Kendi yaptığımız uçaklarımız,

Dış satımımız,

Üretimimiz,

Dünyanın en iyi savaşan ordumuzla,

İnanılmaz bir gücü, dinamizmi, gelişmeye, her alanda güçlenmeye açıktır...

Bu kararlılıkla yoluna devam etmektedir...

...

Kurtuluş Savaşımız, sonu yüzde yüz zaferle sonuçlanan;

Ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuyla taçlanan insanlık tarihinin gördüğü,

Mazlum milletlere örnek olan en büyük özgürlük savaşıdır...

...

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bulunduğu Anadolu toprakları;

Jeopolitik, Jeostratejik olarak dünya isimli gezegenin en zor coğrafyasında bulunmaktadır...

Bin yıldan beri yaşadığımız ve sonsuza dek yurdumuz olacak olan bu topraklar uğruna öldük, gerektiğinde her zaman ölmeye hazırız...

Mithat Cemal Kuntay şöyle diyor;

-BAYRAKLARI BAYRAK YAPAN ÜSTÜNDEKİ KANDIR,

TOPRAK EĞER UĞURUNDA ÖLEN VARSA      VATANDIR...

...

Tarihimiz boyunca tüm düşmanlarımız bizi savaşarak asla yenemediler...

Hepsini dize getirdik, yendik, yok ettik, denize döktük, gerekenleri yaptık

Yarında durum farklı olmayacaktır,

Dostlarımıza güven, düşmanlarımıza korku vermeye devam edecektir...

...

Şurası asla unutulmamalıdır ki;

Türkiye Cumhuriyeti Devleti sıradan bir devlet değildir,

Türkler de sıradan bir millet değildir...

Güzel ülkem üzerinde bu güne kadar oynanmak istenen hain ve sinsi tüm oyunları bozduk, yarında bozmaya devam edeceğiz...

...

Sonuç olarak;

Büyük Türk Milleti tarihi boyunca hep özgür yaşadı;

Bundan sonra da özgür, modern, çağdaş, uygar, MUASSIR MEDENİYETLERİN ÜSTÜNDE yaşamaya devam edecektir...

Büyük Atatürk;

-ÖZGÜRLÜK BENİM KAREKTERİMDİR, derken Türk Milletinin özgürlüğüne verdiği önemin altını çiziyordu...

...

Büyük Türk Milletine Cumhuriyeti armağan ettiğin için;

Teşekkürler büyük Atam...

Sizi her geçen gün;

Daha büyük bir saygıyla,

Daha büyük bir minnetle,

Daha büyük bir özlemle,

Daha büyük bir coşkuyla anıyoruz,

Türkiye Cumhuriyeti Devleti sonsuza kadar yaşayacaktır...

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

 

Geçtiğimiz günlerde hayata veda eden efsane hocaların hocası;

 

 

ÇÜ’ KURAN PROF. DR.

MİTHAT ÖZSAN’IN

AĞZINDAN ÜNİVERSİTE

NİN GERÇEK ÖYKÜSÜ...

 

Ben o yıllarda Ankara Üniversitesi’nde ziraat fakültesinde doçenttim...

Başbakan Süleyman Demirel özel araç gönderip beni makamına çağırdı...

-Mithat Adana bu seçimlerde 16 milletvekilinden 14’ün bana verdi...

Orada beni çok seviyorlar, yere göğe sığdıramıyorlar...

Adanalılara söz verdim...

Oraya bir üniversite kuracağım...

O yıllarda Hasan Celal Güzel de Milli Eğitim Müsteşarıydı...

En uygun kişi sensin, bir de yanına Hasan’ı vereceğim...

-Başbakanım ben yerimden memnunum... Yerimden kımıldatmayın dedim...

-Yok, Mithat ben Adanalılara söz verdim... Bu işi sen yapacaksın...

...

1969 yılında Hasan Celal Güzel ile birlikte Adana valisine iletilmek üzere bir resmi yazı verdi...

Valiye başbakan deyince karşımızda esas duruşa geçti...

-Emredersiniz, dedi...

Hocam size bir Cemse vereceğim, bir de Adana’ yı çok iyi tanıyan kişi size eşlik edecek...

Gezin, dolaşın, Adana da nereyi uygun görürseniz üniversiteyi oraya kuralım dedi...

Belediye Başkanı da AP’ li(Ali Sepici’ydi)...

BİZ haritaya bakarak Adana nın ÇOTLU köyü, Çimento Fabrikası civarı, Yamaçlı, Kurttepe, Kabasakal köylerini

15 gün süreyle aralıksız olarak dolaştık hiç bir yer hoşuma gitmedi...

Üniversiteyi kurmak için uygun değildi...

O günlerde DSİ bölge müdürü olan kişi,

-Başbakanın misafirlerini baraj gölü tesislerinde ağırlayalım demiş...

Bize muhteşem bir sofra hazırlamışlar... Gölün kenarında masaya oturunca karşıdaki Balcalı Köyü’nü gördüm...

-Adana’yı çok iyi bilen arkadaşıma sordum; burası neresi dedim?

-Efendim Balcalı köyü dediler...

Neredeyse yemek yemeden kalkıp gitmeye karar verdim, ama ısrar üzerine yemeğimizi yedik...

O yıllarda şehirden 6.kolordu Komutanlığına kadar basit bir yol vardı...

Balcalı Köyünün yolları keçi yoluydu;

Köylüler atla eşekle gidip geliyormuş...

Oradan bize de İki üç katır ayarladılar... Balcalı Köyüne geldik, muhtarı bulduk;

-Buraya Üniversite kuracağız deyince muhtar itiraz etti... Olmaz, kabul etmeyiz...

Burada evlerimiz, tarlalarımız atalarımızın mezarları var falan dedi...

Başbakanın gönderdiğini anlatınca biraz durdu;

-İhtiyar heyetini topla dedik; heyet toplantı 36 bin dönümlük arazisini üniversite kurmamız için vermek istemediler...

İşte orada politikacı Hasan Celal Güzel devreye girdi, şöyle dedi;

-Biz Sayın Başbakanın emriyle buraya geldi...

Üniversiteyi buraya kuracağız...

En iyi yer burası, akıllı olun...

Başbakana şimdi giderim, kamulaştırıldı diye kâğıdı alır gelir burada size bir lira vermeden köyü yıkıp yok ederiz...

Ama canınızı sıkmayın, burayı kamulaştırdığımızda;

Bir liralık yerinize üç lira ödeyeceğiz,

Bir metre kare yerinize üç metre arsa vereceğiz...

Adana’nın neresinden isterseniz oraya yerleştireceğiz dedi...

Bu kez muhtar, ihtiyar heyeti yelkenleri suya indirdi;

Bize dışarıda beklememizi söylediler... Sonunda zoraki kabul ettiler;

Balcalı Köylülerinin tamamı bu günkü Yavuzlar Semtindeki Sepici mahallesini beğendiler orada yıkılan evleri ve arsalarına karşı üç kat daha büyük arsalar, evler aldılar...

Ayrıca her aileden bir kişiyi üniversiteye aldık...

O yıllarda Balcalı Köyünün tamamını yıkmak için çok uğraştık bu günkü gibi iş makineleri falanda yoktu...

1969 dan 1973 yılına kadar orada hafriyat çalışmaları yaptık...

1973 de önce Köprüköyünde Ziraat Mektebini kurdum...

Sonra Çukurova Üniversitesini adım adım gerçekleştirdik...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

(Not; üniversitede görev yapan Şinasi Özsoy’ isimli memura prof. Dr. Mithat Özsan’ın bire bir anlattığı Ç.Ü. gerçek kuruluş öyküsü... Noktasına virgülüne dokunmadan)

 

 

 

ÇANAKKALE ZAFERİNİN

108.YILI KUTLU OLSUN...

 

Çanakkale Zaferi nin 108 yılı coşkuyla kutlanıyor...

Tam 108 yıl önce düvel-muazzama denilen dönemin süper 7 gücünden oluşan;  Düşman donanmaları;

Çanakkale’yi geçip; boğazlara hâkim olmak ve Osmanlı imparatorluğunu yok edip tarihe gömmek için Çanakkale boğazına gelmişlerdi...

...

Ancak onların unuttukları bir şey vardı;

-ÇANAKKALE GEÇİLMEZ, sözünü bilmiyorlardı...

...

Tarihte eşi benzeri görülmemiş savaş aylarca sürdü...

Çanakkale Savaşı ve Zaferi;

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna kadar gidecek olan bir büyük kahramanı;

Atatürk’ü tarih sahnesine çıkarmıştı...

 

Çanakkale de dehası, insanüstü çabalarıyla aylarca süren savaşı zaferle sonuçlandıran Albay Mustafa Kemal;

Birkaç yıl sonra Samsun a çıkacak;

Esas büyük kurtuluş savaşımızın da başarıyla kazanarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuracaktı...

...

İşte ÇANAKKALE Yİ GEÇİLMEZ yapan bu savaşı anlatan bazı sahneleri fotoğrafları şöyle...

 

1. fotoğraf;

Düveli muazzama denilen, döneminin süper 7 gücü Çanakkale boğazını geçmek için binlerce gemi, yüz binlerce askerle Osmanlı ları zorlamaktadır...

Çanakkale de Albay rütbesiyle savaşan;

Büyük kurtarıcı Mustafa Kemalpaşa askerlerine tarihte eşi benzeri görülmemiş olan şu emri verir;

-Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum...

Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında başka kuvvetler kumandanlar yerimize geçebilir...

...

2. fotoğraf;

Mustafa Kemal Çanakkale’de Türk askerine duyduğu hayranlığı dile getiren satırlarında şöyle demişti;

-Karşılıklı siperler arası mesafe sekiz metre...

Yani ölüm muhakkak...

Birinci siperdekiler hiç biri kurtulmadan yere düşüveriyor...

Hemen arkasındaki onların yerine gidiyor...

Öleni görüyor, üç dakikaya kadar kendisinin öleceğini de biliyor ama hiçbir tereddüt göstermiyorlardı...

...

3. fotoğraf;

Çanakkale de Havranlı Koca Seyit onbaşı olayıdır...

Düşman topları Mecidiye Tabyasını olanca gücüyle dövmüş...

Bir tek Seyit Onbaşının topu sağlam kalmış...

Ama onun da vinci kırılmış...

Bulamış ellerini toprağa bu kara yağız delikanlı ve kucaklamış 276 kiloluk mermiyi...

Yalpalaya, yalpalaya altı basamaklı merdivene tırmanıp koymuş namluya sokmuş ve ateşlemiş...

Sonra iki defa daha tekrarlamış bunu...

Nihayet vurmuş düşman zırhlısını devirmiş...

Akşam komutanı gelip öpmüş alnından...

-Bir daha kaldır oğul göreyim, demiş...

Çamlık Köyünden Mehmet Oğlu SEYİT ONBAŞI bakmış mermiye,

-Daha kaldıramam kumandanım demiş...

...

4.Fotoğraf;

İngiliz parlamentosunda yenilgilerine kılıf arayanlardan işgal orduları kumandanı Hamilton şöyle demişti;

-Lordlarım, biz görevimizi yaptık...

Hesabımıza göre Gelibolu Yarımadasını 2,5 cm kalınlığında bir levhayla kaplayacak kadar mermi attık...

Ne yazık ki karşımızda ölmeyi emreden bir komutan; koşa koşa ölüme giden bir ordu vardı...

Biz başka ne yapabilirdik?

Elimizden bu kadar geldi...

...

5. Fotograf;

İngiltere Başbakanı Winston Churchill de İngiliz Parlamentosunda benzer bir itirafta bulunmuştu;

Başbakan Churchill konuşmasında şöyle demişti;

-Çok üzgünüm... Mağlubiyeti damarlarımda hissetmekteyim...

Her şeyi planlamış, Çanakkale bizimdir demiştim..

Yanılmışım...

Bağrımda İngiliz gururu olmasa;

TÜRK ASKERLERİNİ ALINLARINDAN ÖPMEK,

AYAKTA ALKIŞLAMAK İSTERİM...

...

Sonuç olarak;

Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde yaşayan her yurttaş;

Bu Fotoğraflara iyi baksın..

Bu fotoğrafları bir kez daha düşünsün,

Sahip olduğumuz devletimiz neyin pahasına kuruldu?

Bu gün özgürlüğümüzü nelere borçluyuz?

İyi bilmeli, iyi bellemeliyiz...

...

Her insanımızın üzerine titremesi gereken; Türkiye’miz üzerinde oynanmak istenen oyunları el ele verip bozmalıyız...

Cumhuriyetimizin,

Demokrasimizin

Özgürlüğümüzün,

Bağımsızlığımızın

Temelini oluşturan inanılmaz fedakârlıklar ve kahramanlıklarla oluşturulan altın sayfalardır...

ÇANAKKALE ZAFERİNİN 108. YILI KUTLU OLSUN...

Bu büyük millet; gerektiğinde, gerektiği çağda ve zamanda, gereken zaferler kazanıp; tarihe altın harflerle yazdırmaya devam edecektir...

Bunun böyle bilinmesinde de fayda vardır...

ABDULKADİR KAÇAR... Adana 2023

 

 

 

DAŞIRT OĞLUM DAŞIRT...

 

Yer Adana;

1950’li, ,

1960’lı,

1970’li yıllar...

...

O yıllar toprak ağalığının,

Zirvelerinin de zirvesi...

Ağa lüks Amerikan otomobiliyle,

Petrol istasyonuna girmiş;

Yerinden kalkmadan ve kımıldamadan,

Görevlinin yanına gelmesini beklemiş,

...

Koşarak yanına gelen işçi,

Kendinden emir şekilde,

Koltuğunda oturan ağaya sormuş,

-Kaç liralık benzin doldurayım ağam?

Ters ters bakar görevliye ağa,

Sitem eder bir şekilde;

...

-Bak hele oğlum böyle,

Soru mu olur?

Buraya ağa gelmiş ayıp değil mi?

Görevli tekrar eder;

-Ağam Kaç liralık benzin doldurayım?

Ağa kendinden oldukça

Ve daima çok emindir,

Çünkü toprak bire bin vermiş,

Mahsullerini yeni satmıştır,

Cepleri paraları almaz durumdadır,

Bu akşam ayrıca demir köprü,

Civarındaki pavyonuna gidecek,

Felekten bir gün çalacaktır;

Konsomatris kadınlara,

20-30 şişe şampanya

Açtırıp patlattıracak,

Onların üstüne paralar,

Yağdıracaktır...

...

Kendinden talimat bekleyen,

Petrol istasyonundaki işçiye

Şöyle der;

-DAŞIRT OĞLUM DAŞIRT,

-NAADAR ALÜYÜRSA

DAŞIRT...

...

Yani arabanın deposu tıka basa

Dolacak, öyle ki artık taşmaya

Başlayıncaya kadar benzin olmalıdır...

...

Adana da o yıllarda,

Otomobil sayısı çok azdır,

Ağaların sayısı da çoktur...

Elbette DAŞIRTACAKTIR,

Elbette DEPONUN DIŞINA,

AKACAK KADAR DOLACAKTIR...

Bu yaşanmış karikatürlere

Konu olmuş bir gerçek olaydır...

...

Günümüzde böyle bir

Olay yaşanır mı?

Sanmıyorum...

Adana nın en ünlü matbaa

Sahiplerinden birisi geçenlerde,

Otomobilini evinin önüne park

Etmiş üstüne de örtüsünü örtmüştü;

-ARTIK OTOMOBİLİMİ

KULLANAMAYACAĞIM?

BENZİN FİYATLARI ÇOK ARTTI...

...

Google amcaya sordum;

-Adana da 1950-60’lı,

Hatta 70’ li yıllarda

Motorlu araç sayısı nedir?

Çok araştırdım yanıt alamadım...

...

Hele de o yıllardaki

Sekiz silindirli Amerikan

Otomobilleri koca şehirde,

Belki birkaç yüz olabilir

Diye düşünüyorum...

...

Yani bu gün ne o ağalardan

Ne de petrol istasyonuna

Giren DAŞRT OĞLUM DAŞIRT

Diyenler maalesef kalmamıştır...

...

Yine ünlü ömrü çalışmakla

Geçen büyük bir iş adamı dün

Dert yanıyordu;

-500 liralık benzin aldım 13 litre

-Para pul oldu arkadaş...

...

Görülüp yaşandığı gibi,

Hayat pahalılığı herkesi etkiliyor...

Dış güçlerin ekonomimiz üzerinde

Emperyalist emellerini gerçekleştirme

Senaryoları yoğun ve acımasız

Biçimde, ülkemizi yok etme

Noktasında uygulanıyor;

Bu senaryo da elbet bitecek,

Zaman geçirmeden hemen başkaları

Mutlaka devreye sokulacaktır,

“SU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ”

“SABIRLA KORUK HELVA

OLUR” demiş atalarımız...

...

...

BU DA GEÇER YAHU diye

Sabredeceğiz...

Bir gün belki de;

-DAŞIRT OĞLUM DAŞIRT

Sözünü söyleyeceğimiz fırsatlar

Tekrar gelir mi?

Neden gelmesin ki?

Umut var olmak gerekiyor...

Güzel ülkem üzerinde

Sayısız senaryolar uygulandı,

Hepsinden kahramanca kurtulduk...

Bu günün de geçeceğine inanıyorum,

Vatanımız olduktan sonra,

Her şey gelir geçer yahu...

...

(DAŞIRT sözü Adana’mıza

Ait yerel bir ifadedir...

Dolup taşıncaya kadar

Anlamındadır...)

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

DAVUL DOOOOM…

BAŞKAN OY…

Eski başkan öldü…

Yeni başkan onun için görkemli bir tören düzenledi…

Her şey tekmil… Belediye bandosuyla cenaze asri

Mezarlığa doğru ilerliyor çok güzel cenaze töreni yapılıyor...

Bandonun arkasında yürüyenler;

-Başkan kendisi de öldüğünde bunun gibi bir tören düzenlenmesini istediği için bu şekilde davranıyor,

Diyenler de oldu…

-Aman efendim, bakmayın böyle söyleyenlere…

Biz cenaze törenine dönelim…

Davul;

-Dommm… Dommm… Dom…

Trampet;

-Tıkırdak tıkırdak…

Saksafon;

-Dot dottttt

Zil;

-Çast çast… Çast…

Orkestra şefinin elleri gökyüzünde sanki armuz topluyor gibi…

Sekiz, on sekiz, 118 rakamları çiziyor…

Hüzünlü bir cenaze marşı çalınıyor…

Kortejin önünde zabıta, eski başkanın tabutunu taşıyor… Arkasından eski başkanın çok üzülen eşi, çocukları, diğer yakınları…

Onların hemen arkasından protokol…

Protokolün ortasında başkan…

Tam tekmil takım elbiselerini giymiş…

Bazen ellerini yanına salıyor…

Kâh birleştiriyor…

Bazen eli ile başkanın elini tutuyor…

Kulağına bir şey söylenmiş gibi yapıyor…

Gülümsüyor…

Bazen düşünüyor…

Kaşlarını çatıyor…

Cenaze töreninde çalan bandonun ritmine,

Uygun olarak tek tek basıp yürüyor…

Bazen arkasına doğru gidiyor…

Göbeğini dışarıya çıkartmaya çalışıyor…

Yürüyüşün her türlüsünü deniyor…

Güya cenaze töreninde protokol yürürken,

Başkanın ihale verdiği kişileri yanına çağırıp onlarla işleri konuşuyor…

-Ne oldu? O nasıl? Çizim tamamlandı mı?

Ama başkan yaklaşık 500 metrelik yolda neler düşünüyor neler…

Mercimekli köfteler, sirkeli salatalar, cacıklar, t

Turşular, soslar, tahinler, şalgamlar, ayranlar…

Tabi asıl düşündüğü de;

-Oy… Oy… Oy… Oy…

Ey oy ne büyükmüşsün sen…

İki gözüm oy…

Canım ciğerim oy…

Çölde suyum oy…

Oy… Şıkırdım oy…

Nani nani oy…

Tarallilim oy…

Şıkırdım şıkırdım oy…

Davul;

-Dom dom…

Başkan;

-Oy oy…

Trampet;

-Tıkırdak tıkırdak…

Başkan;

-Oy oy… Oy anam oy… Oy… Oy…

Tören başka tören…

Cenaze değil sanki de oy toplama töreni…

Davul;

-Dom dom…

Başkan;

-Oy oy oy…

Trampet;

-Tıkırdak tıkırdak…

Başkan;

-Oy oy…

Saksafon;

-Dot dot…

Başkan;

-Oy oy… Oy anam oy…

Zil;

-Çast çast…

Başkan;

-Oy oy… Oy anam oy…

Konvoyda cenazenin arkasında yürüyenlerin,

Büyük bölümü politikacı…

Ne kurtlar var…

E, hepsi de birbirinin halinden çok iyi anlar…

Durak’ın oy hesabını bilen yaşlı,

Gözlüklü, kara kuru politikacı yanındakini dirseği ile dürtüyor;

-Oy… Oy… Duymuyor musun?

Bunum ne güzel oy kokusu alıyor…

Şişman olan kara burunlu eğri dudaklı olan;

-He ya… Politikayı yapana helal olsun…

İkisi birden kafayı onaylamak için sallıyorlar;

-Başkan Durak sana helal olsun…

Cenaze töreni hüzünlü,

Cenaze marşı acıklı…

Politikacılar olabildiğince neşeli…

Politikacılar şen…

Hem ağlayanların, hem gülenlerin,

Katıldığı törende gözyaşları, üzüntü ve sevin diye iki ayrı oluktan akıyor sanki…

En önde belediye bandosu…

Arkada başkan ve yakınları…

Onların arkasında politikacılar…

Yeni başkanın 12 kişi sağında,

12 kişi de solunda…

Gazeteciler bazen cenaze marşının temposuna ayak uyduruyorlar…

Politikacılar arasındaki konuşmalara kulağımız takılıyor;

-S..tir e o pez..venk…

-P…k…

-Boynuzlu geziyormuş… Şerefsiz…

-Şu namussuz yaklaşmasın yanıma…

-Bak kaçıyor. Pz.kk..

-Gözlüğünün çerçevesini si…tiğm…

-Kör p..zvenk…

Cenaze konvoyu yoluna devam ediyor…

Büyük caddedeki apartmanların balkonlarından bakanlar…

El sallayanlar.. Yarı beline kadar sarkanlar…

Yolun kenarında sağda solda saygı duruşunda bulunanlar…

Cenaze geçinceye kadar esas duruşunu bozmadan saygı gösterenler, selam duranlar…

Davul;

-Dom dom…

Başkan;

-Oy oy… Oy anam oy…

Trampet;

-Tıkırdak tıkırdak…

Başkan;

-Oy oy…

Eski politikacılar;

-Şunun ayağına kim basıyor deyip uygun adım(oy) temposuyla yürüyorlar…

Tabi başkan bazen birkaç adım uygun,

Bazen de karışık adımla ilerliyor…

Kurt politikacı arkadaşını uyarıyor;

-Bak… Bak… Durak niçin bu kadar güzel tören düzenleri?

Kara kuru olan;

-Politika yaptı… Neymiş il yönetim seçimi varmış…

Diğer partililere gösteri yapıyor…

Öteki politikacı;

-Allahın’a kadar gösteri yapıyor…

-Niçin böyle görkemli tören düzenlendiğini ikinci nedeni de şu?

-Nedir?

-Durak nasıl olsa ben de öleceğim, diyor…

Bak ben yaşarken ölen başkana şöyle görkemli, böyle görkemli tören yaptım…

Aklınızı başınıza alın haaa…

Ben ölünce de, gerçi ben ölmeyeceğim…

Hayatımın sonuna kadar başkan olarak kalacağım ya, diyor… O zaman bana da en azından bu kadar güzel tören düzenleyin demek istiyor…

-Evet, bunu bilmeyecek ne var canım?

Davul;

-Doom dommm…

Başkan kalbinin üzerine koyuyor elini;

-Oy… Vallahi oy… Billahi oy…

Başka bir şey istemem sizden…

Saksafon;

-Dot dot dot…

Başkan;

-Oy… Her şeyim oy… Sağım solum oy…

İçim dışım, sigaram, suyum, yemeğim, her şeyi oy…

Zil;

-Çast çast.. Çast…

Başkan;

-Oy oy oy anam oy… Vay anam oy…

-OYYYYYYYY!!!!!!!

Ağıt yakmaya mı başladı ne?

Ah bu politikacılar ah…

Cenaze törenini bile politika malzemesi yaparlar…

ABDULKADİR KAÇAR ADANA

(1980 li yıllarda yayınladığım KILÇIK kitabımdan alınmıştır)

 

 

DEPREM KARDEŞLİKLERİ

 

İnsanlık tarihinin bu güne kadar

Gördüğü en büyük

Karasal deprem güzel ülkemi,

Yaktı, yıktı, altını

Üstüne getirip kül etti;

On binlerce canlar aldı,

Yürekler yaktı,

Evler anıtlar yıktı,

Ocaklar söndürdü,

Çocukları öksüz yetim,

Anne babaları evlatsız bıraktı...

...

Ama bu felaket farklı

Bir şey daha yaptı,

İster kabul edin, ister etmeyin,

İnsanlar arasında

Yeni kardeşlik, arkadaşlık,

Dostluklar oluşturdu...

...

Birbirini hiç tanımayan,

Selam sabah vermeyen,

Yolda görse görmezlikten gelen,

Pek çok insanı bu

Tarihi süreç sanki kardeş yaptı...

...

Deprem korkusu insanları,

Yaşama bağlılık duygusu

Etrafında buluşturdu,

Tanıştırdı, selamlaştırdı,

Bir birine sarılıp kardeş dost yaptı...

...

Bu kötü felaket şartlarında,

Aynı sofrada çay masasının

Etrafında buluşturdu...

...

Aynı korkuyla,

Aynı mücadele,

Aynı hayatta kalabilmenin

Ortak düşünce etrafında buluşturup

Sarsılmaz biçimde kaynaştırdı...

...

AFAD’ ın çadırında

Oturdu buluştu insanlar;

Aynı havayı soludu,

Aynı çorbayı, yemeği,

Aynı suyu yiyip içti,

Aynı havayı soludular,

Aynı sobanın etrafında,

Bazen de sandalyede,

Sabahladılar...

...

En büyük karasal depremle,

Giderilemez afet yaşadık,

Ama artık değişip,

Normale dönme zamanıdır

Belki de...

...

Bu inanılmaz ve gerçekten de,

Çok zor herkes gibi bende biliyorum,

Ama yine de denemeye mecburuz,

Devinip, değişip, dönüşüp,

Felaket öncesine hızla ulaşmalıyız...

...

Olayın başka boyutu şöyle;

Deprem öncesi başlayan

Bazı hikâyeler yarım kaldı...

Bir gün öncesinde kavga edenler,

Sabah konuşmak için uyudular

Bir daha uyanamadılar...

...

İncir çekirdeğini doldurmayan

Çok küçük değerleri,

Olayları mesele yaptılar,

Ama onları da

Çözecek zaman bulamadılar...

...

Bu olaylardan çıkan sonuç şu;

Hemen sevdiklerinizle buluşup,

Duygu ve düşüncelerinizi,

Zaman geçirmeden onlara

İtiraf edin;

-Seni seviyorum deyin,

-İnsanlara sarılın,

-İyi ki varsın,

-İyi ki hayattasın,

-İyi ki arkadaşımsın deyin...

...

İnanıyor ve biliyorum ki;

Bu felaket günlerinde

Kurulan dostluk, kardeşlik,

Arkadaşlık uzun yıllar devam eder...

İnsanlar bu günleri anımsayıp

Güzel günlerde de yaşamın tadını çıkartır...

...

Bir şarkı sözü şöyle diyor;

-NASIL OLSA HER ŞEYİN

ZAMANLA SONU YOKMU?

ÖMÜR DENİLEN ŞEY,

KÜSECEK KADAR ÇOK MU?

...

Son söz;

Dilerim bu deprem,

Bazı konularda,

Burnundan kıl aldırmayan,

İnsanları her konuda olgunlaştırır,

Daha sağlam binalar yapılır,

Karşıdaki kişiyi daha iyi

Anlamayı sağlar,

Herkes büyük ve asrın felaketi

Öncesindeki kardeşlik ve dostluğa

Yeniden ulaşır...

...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

DEPREMİ ANLATAN

GAZETE BAŞLIKLARI...

 

-Şehidinin giyemediği çorapları gönderdi...

-Güzel ülkemin güzel insanları...

-Kan vermek için kuyruk oluştu...

-Asya 30 saat sonra kurtuldu...

-Yarısı yok olan İslâhiye...

-Alüvyon zemin şiddeti arttırdı...

-Adana’dan hayat’a rüyadan kâbusa...

-İl merkezi ağır yaralı...

-Minik kalpler yürekleri ısıttı...

-Hep yanınızda olacağız...

-Türkiye’yi ağlatan mesajlar...

-Oyuncağına 100’le ekleyip gönderdi...

-4 yaşındaki sıraç kıyafetini gönderdi...

-PTT’ den deprem bölgesine ücretsiz kargı...

-Mucizenin isimleri...

-Şartlar zorlu...

-Madenciler bölgede...

-İlk isteği su oldu...

-16 kişiyi kurtardılar...

-Yürek yakan bağış...

-28 saat sonra kurtarılan arda askere,

Seni bir yerden tanıyorum...

-Deniz seviyesi yükseldi...

-Mucize kurtuluş...

-Kuzum diye sarıldı...

-Bir yerde enkaz diğer yanda yangın...

-Hayatın kolonları kesilmiş...

-Acılı bekleyişle mucize bir arada...

-3 milyonluk daireler ilk yılında yıkıldı...

-29 saat sonra Eylül’ün kurtuluşu...

-60 Bin nüfuslu İslâhiye’nin yarısı yok...

-Umut acı sevinç...

-Asfalt böyle yarıldı...

-Demir ve beton yığını...

-En büyük ihtiyaç yiyecek...

-Kaldırımda üç naaş...

-9.Kattan yere yuvarlandılar...

-Başkan karalar binalar dağıldı demir yoktu...

-Yerle bir olan bina 9.kattan yere yuvarlandılar...

-Yaşayan bilir anlatılmaz...

-8 bini aşkın Mehmetçik kurtuluş tesellisi...

-Aman çocuklar kaybolmasın...

-Etki alanı çok büyük...

-Deprem felaketti...

-Yaralılara tahliye köprüsü...

-Tur rehberi çiğdem aranıyor...

-Hayat öpücüğü...

-Vagona sığındılar...

-İstanbul’a getirildiler...

-10 il afet bölgesi...

-Gün beraber olma günüdür...

-Ak Parti Adıyaman milletvekili deprem kurbanı...

-Antalya da 50 bin yatak...

-TSK sahada...

-3 ay OHAL ilanı...

-İş dünyasından yardım hamlesi...

-Acil ihtiyaçlar yollanıyor...

-İş makineleri desteği...

-Dostluk çatısı kuruldu...

-Oteller kapılarını halka açtı...

-100 Tır dolusu su gönderildi...

-Fahiş fiyata sıkı denetim...

-THY ve PEGASUS bölgeden dönüşleri

Ücretsiz yaptı...

-Konteynır fabrikalarında olağanüstü üretim...

-420 madenci kurtarmaya gönderildi...

-Yabancı ekipler geldi, zamana karşı yarış...

-Yunan Sismolog depremlerin devi bu...

-Mucize bebek enkazda doğdu...

-Uluslar arası STK’lar kampanya başlattı...

-KKTC kapılarını depremzedelere açıyor...

-Pakistan bakanları maaşlarını bağışladı...

-Büyük felaket manşetlerde...

-Tek yürek olduk...

-SET’ lere ara verildi, tırlar yolda...

-Sanatçılar kan verdiler...

-Dünya ünlüleri kalbimiz Türkiye ile...

-Sporda görülmemiş seferberlik...

-Yardım için sıraya girdiler...

-Herkes acıya merhem olma derdinde...

-RONALDI’ nun imzalı forması depremzedelere...

-Gönülden koştular...

-Umudu yüklendi..

-Liseler 24 saat yemek hazırlıyor...

-Üniversitelerden depremzedelere yardım eli uzanıyor...

-20 doktor 17 hemşire deprem bölgelerine gitti...

-Dayanın geliyoruz...

(Bu başlıklar 8 Şubat 2023 tarihli Hürriyet ve bazı gazetelerden))

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

“DEVLET İÇİN SEN NE YAPTIN?”

Devlet; toprak bütünlüğüne bağlı olarak,

Siyasal örgütlü bir ulusun ya da,

Uluslar topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık...

...

Dünya adını verdiğimiz bu gezegende,

3000 den fazla ulus;

Yaklaşık 200 devlet bulunuyor...

Bu şanslı uluslardan biriside hiç şüphesiz Türklerdir...

...

Hepimiz kendimize şu soruları sormak durumundayız;

-Ben devletim için bu güne kadar ne yaptım?

-Ben devletimi seven, koruyan iyi bir yurttaş olabildim mi?

 

Vereceğimiz yanıtlar eğer;

-Devletimi sevdim..

-Devletimin kurumlarına karşı saygıyla davrandım...

-Vergilerimi ödedim...

-Devletimin malına zarar vermedim...

-Askerliğimi yaptım;

-Askerleri, polisi, kolluk kuvvetlerine yardımcı oldum...

Şeklinde ise siz iyi bir yurttaşsınız...

...

Yanıtlarınız bunların aksi yönündeyse;

Kusura bakmayın, siz iyi bir yurttaş sayılmazsınız....

 

Çünkü devletimizi, sevmek, korumak, kollamak zorundayız...

-Devlet varsa ben varım...

-Devlet varsa sen varsın...

-Devlet varsa biz hepimiz varız....

...

Devlet varsa;

Televizyonlarımız var, demir yollarımız var,

Modern hastanelerimiz postanelerimiz var,

Çağını aşan kentlerimiz var, hava alanlarımız,

Her türlü silahlarımız, modern kurumlarımız,

Dağlarımız nehirlerimiz, denizlerimiz vs var...

...

Ama tüm bunlar devlet varsa aşımız var,

İşimiz var, yarınlardan umudumuz var.

Beşikten mezara kadar insanın ihtiyaç duyduğu,

Tüm gereksinimlerimizi karşılayabileceğimiz,

Güzelliklere sahibiz demektir...

Devlet yoksa bizde, birey olarak, aile olarak yokuz demektir...

...

Yaşlılarımızı Irak işgalinde olduğu gibi,

Camide ibaret yaparken bombalar paramparça ederler...

Bebelerimizi kundakta öldürürler,

Kızlarımızı dağa kaldırırlar...

Gelinlerimizi, gelinlikleriyle yok ederler...

Damatlarımızı gerdeğe girmeden öldürürler...

...

Devletimizi, bölüp parçalayıp yutmak için gelenler;

İçtiğimiz  suyu, yediğimiz ekmeğimiz elimizden alacaktır..

Oturduğumuz evi alacaktır,

Kullandığımız petrol kaynaklarımızı alacaktır,

Tarlalarımızı alacaktır,

Dükkânlarımızı alacaktır...

Paramızı, altınımızı, madenlerimizi otomobilimizi, alacaktır...

Karşı geldiğimizde ise yedi göbeğimizle,

Birlikte bizleri, hepimizi acımadan yok edecektir...

...

Her Türk yurttaşı bunları iyice bellemelidir,

Her Türk yurttaşı bunları iyi belletmelidir...

...

O nedenle; şunları asla unutmayacağız;

1- Devletimizi herkes sevmek ve korumak zorunda..

2-Ülkesinin bölünmez bütünlüğünü herkes savunmak zorunda...

3-Devletini herkes kollamak, zorunda...

4-Tüm etnik guruplar; iç ve dış güçlerin,

Dolduruşuna gelmemeli..

Dış güçlerin yalanına,

Dış güçlerin hilesine,

Dış güçlerin kandırmasına,

Aldatmasına inanmamalıdır...

5-Dış güçlerin dolduruşuna gelip vatanına,

Devletine, milletine ihanet etmemelidir...

...

Sonuç olarak; her yurttaş;

- Devlet benim için ne yaptı yerine?

- Ben bu devletimin güçlenmesi, yükselmesi,

Modernleşmesi için ne yaptım?

Sorusunu sormalı yanıt vermelidir...

...

Devlet; yaşamak ve yaşatmak için vardır...

Türk Hakan BİLGE KAĞAN;

Göktürk anıtlarından günümüzden,

1400 yıl öncesinden şöyle sesleniyor;

-Birliğinizi, beraberliğinizi bozarsanız;

Kemiklerinizi dağlar gibi yığarla,

Kanlarınızı nehirler gibi akıtırlar...

 

...

Hacı Bektaş-ı veli diyor ki;

Bir olalım, iri olalım, diri olalım...

Çevremizdeki komşularımız olan;

Irak, Suriye gibi bir dönem özgür olanların;

Devleti yıkılan, ülkesi bölünen insanların,

Başına gelenlerden önemli ve büyük,

Dersler çıkartmamız gerekiyor...

Buna en yakın örnek, Irak tır...

Devlet ortadan kaldırılmıştır...

Devlet başkanı idam edilmiştir...

Bir milyondan fazla Irak lı yaşamını yitirmiştir...

“AYIDAN POST GÂVURDAN DOST OLMAZ”

Hepimiz aklımızı başımıza toplamalıyız...

 

Abdulkadir Kaçar... Adana2023

 

 

 

DÜNYADA SADECE

BİR MİSAFİRİZ...

 

Bu gün var; yarın yoğuz...

Unutmamalıyız ki;

İnsan olarak bu dünyada,

Sadece bir misafiriz...

...

Bir örnekle açıklamak gerekirse;

Nasıl misafir olarak gittiğimiz,

Yakın ya da akrabalarımıza,

Yani ev sahiplerine;

Nasıl kibar, saygılı, sevgi,

Ve erdemli şekilde davranıyorsak;

...

Oradaki kurallara koşulsuz

Uyuyorsak hürmet ediyorsak,

Hayat isimli bu dünya,

Misafirliğimizde de,

Çevremizdeki canlı,

Cansız tüm varlıklara,

Hayatımızı şöyle ya da

Böyle belirleyen,

İnsanlara karşı da

Aynı nezaket, Saygı,

Ve kibarlıkla davranmalıyız...

...

Çünkü insan misafirler geldiği

Evden bir süre sonra,

Nasıl kalkıp giderken;

Arkasından iyi sözler

Söylenmesi için titiz,

Duyarlı davranıyorsa;

İşte dünya isimli bu sahnede de

Zamanımız kesin dolacak,

Bir gün istesek de,

İstemesek de,

Farkında olsak da,

Olmasak da gitmek,

Zorunda olacağız...

...

Önemli olan yüzde yüz bitecek

Olan bu sayılı günlerdeki

Zamanımızı çok verimli,

Ve en iyi şekilde,

Değerlendirebiliyor muyuz?

Bu soruyu kendimize,

Sürekli sormalıyız...

...

Şöyle demeliyiz;

Yaşam sahnesinde bulunduğumuz

Süre içinde hangi başarılara imza attık?

Kendimizi geliştirmek için,

Çağdaşımız insanlardan,

Farklı ve ileride olarak neler yaptık?

...

Hangi ölümsüz eserleri okuduk,

Hangi akıllı insanların,

Düşüncelerini öğrenip,

Hayat deneyiminden yararlanıp,

Kendi yaşamımıza,

Daha da güzellikler kattık?

...

İmkânsız denilen, öyle görünen,

Neleri imkânlı hale getirmeyi başardık?

Çevremizdeki hastalara,

Yoksullara, yolda kalmışlara,

Yardım edebildik mi?

...

Çaresiz çare olabildik mi?

Canlı cansız diğer varlıklara,

Herhangi bir zarar vermeden,

Onların hayatlarına olumlu,

Şekilde dokunabildik mi?

...

Gönüllerde güzel sözlerle,

Yer bulup doğru ve mutluluk,

Mesajlarıyla o hayatlara,

Olumlu katkıda bulunabildik mi?

...

Şurası asla unutmamalıdır ki;

Yaşadığımız sürece irili ufaklı,

Sorunlarımız hep oldu ve olacak...

...

Bizden yüz ya da binlerce yıl,

Önce de bu sahnedeki

Misafirlikleri sona ererek,

İnip gidenlerin de devasa,

Sorunları vardı...

...

Onlarda iyi ve kötü insanlara

Karşı yaşama mücadelesi verdi;

Kötülerden uzaklaştı,

İyileri dost ve arkadaş edindi,

Şimdi onlar yok bu sahnede,

Bizler bulunuyoruz...

...

İçinde bulunduğumuz

Hayat koşullarının boyutları,

Ne kadar önemli ve büyük,

Bile olsa mücadelemize

Aralıksız devam etmeliyiz...

...

Tutum ve davranışlarımızla,

Gönüllerde örnek insan olmalıyız,

Saygılı, kibar, nazik ilişkilerle,

Adaletli davranıp, sevgiyi yaşama

Biçimi haline getirerek,

Akıllarda yer edebilecek bir yaşam

Serüveni izlemeyi başarmalıyız...

...

Bunlardan daha da önemlisi;

Yolun sonuna ulaşıp,

Arkamıza dönüp baktığımızda;

“KEŞKELERİMİZ” miz olmadan,

Yaşam isimli bu serüveni,

En onurlu şekilde noktalamak

İçin çok titiz ve duyarlı davranmalıyız...

...

Bir akıllı insan diyor ki;

-Tüm canlılara göstereceğimiz

Saygı ve sevgi bize gerçek

Mutluluk olarak geri döner...

Bunu ta gönüllerimizde hissedersek,

İşte en çok işte o zamanlar da,

İYİ Kİ VARIM; İYİ Kİ YAŞIYORUM,

Diyebiliriz...

Gözlerimiz tamda o zaman,

Etrafa mutluluk ve sevgi ışık saçar...

...

Bizi mutsuz eden davranış ve

Alışkanlıklarımız değişmedikçe,

İstediğimiz gibi bir yaşam sürmek

Pek mümkün olmuyor...

...

Yine akıllı bir insan diyor ki;

-Mükemmellik kaygısından vazgeçin,

-Geçmişe artık takılmayın,

-Bu günü AN ’ı yaşayın,

-Kapınızı eleştirilere kapatmayın,

-Her koşulda affetmeye istekli olun,

-Gerçekçi hedefler seçin...

...

Yapılan araştırmalarda

Bazı güzel öneriler şunlar;

-Dünü dünde bırakalım,

-Yarınlara fazla kafayı takmayalım,

-Tasalı biri olmayalım,

-Kaygılarımızdan kurtulalım,

-Öfkemize fren koyalım,

-Övgüde cömert, eleştiride kıskanç olalım...

...

Bilim insanları şunları da ekliyor;

-Tevazuda zengin, kibirde fakir olalım,

-Sıradan sade olarak kalalım,

-Kimseleri asla kıskanmayalım,

-Dedikodunun zehirli öldürücü,

-Mikrobundan uzak durup,

-Daima huzura odaklanalım,

-Duanın gücünden yararlanalım...

...

Bilimsel araştırmalara göre;

Kendimize-sağlığımıza

Çok dikkat etmeliyiz;

-Az ve öz yiyelim,

-Yavaş yiyip hızlı yürüyelim,

-Lokmaları azaltıp adımları çoğaltalım,

-Aktif olalım;

“AYAKTA KAL HAYATTA KAL”

Felsefesini asla unutmayalım...

-Hemen her güne “DURMA,

DÜŞME, ÜŞÜTME” slogan

Tavsiyesini hatırlayarak başlayalım...

...

Bu bilimsel açıklamalara;

Şunları da ekleyelim;

-Başarılarımızla övünelim,

Ama başkalarının da en güçlü,

Şekilde ve işten alkışlayalım,

-Şu üç S’ ye daha çok yaslanalım;

SAYGI, SEVGİ, SORUMLULUK,

-Hakaret etmekten uzak kalalım,

-Evet-hayır dengesini bozmayalım,

-Ruhumuzu bedenimizi barıştıralım...

...

Tüm bunları yaparken;

Bu gezegende misafir olduğumuzu,

Hiçbir zaman unutmayalım;

Yüzde yüz bitecek zamanımızı,

Sağlıklı, beden ve ruhumuzla,

Daima barış içinde,

Dünya insanlık ailesiyle,

Doğal yasalarla uyumlu biçimde

Mutlu şekilde tamamlayalım...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

DÜNYAYA YENİDEN GELSEYDİM

 

Dünyaya yeniden gelmeyi kim istemez ki?

Ama sadece ilk ve son kez geldiği,

Bu serüvende başarılı olamayanlar;

-Ah yeniden dünyaya gelsem,

-Bir daha yaşasaydım neler yapardım;

-Siz beni o zaman görün der...

...

Ama hemen her insan,

Bunun mümkün olmadığını bilir,

Sonu yüzde yüz ölümle bitecek olan;

Bu tiyatro sahnesindeki rolünü bir gün öncesine

Göre daha çok başarılı olabilmek amacıyla;

Kendiyle yarışır, her günü bir öncesinden

Daha çok güzel ve değerlendirerek yaşar...

Bana bu soru sorulduğunda ise şunları söyledim;

 

Bu gün yaptığım gibi her nefesimde sevgiyi düşünür /sevgiyi yazar / sevgiyi konuşurum…

Sevdiklerimle daha çok paylaşırım kendimi…

İyiliği sadece kendim için değil, kötüler içinde isterim…

İyiymiş gibi davranmak yerine iyi olmayı başarırım...

Bin ömrüm olsa, iyilik yapmaya harcarım...

Yanlış öğüt vermektense susmayı seçerim…

Sorunlarımla dostlarıma, yakınlarıma, kendime sorun olmam...

Kırılmaktan değil, kırmaktan korkarım…

Dünyanın tüm zenginlikleri için bile küçük bir çocuğun kalbini kırmam…

Sözlerimin altından daha değerli, yasalardan daha doğru olması için çalışırım…

Bedenimle ruhumu evlendiririm…

Sınırsız mutlulukları, sevinçleri kendimde arar bulurum…

Savurgan olmam ama varsıllık içinde aç karnına da dolaşmam…

Beni bana yaklaştırdığı için ömrümün büyük bölümünü yolculuklarda geçiririm...

Mutlu görünmeyi değil, mutlu olmayı başarmaya çalışırım…

Yaşamda çözüm olmayı seçerim...

Zaferlerimden daha büyük dersler çıkartırım, yenilgilerimden…

Yenenler dostum, yenilgilerim başarılı olmam gereken dersim olur…

Yenilmemek için tüm cesaretimi gösteririm. Buna rağmen yenilirsem, cesaretle kabul ederim…

Cömertliğimi ve en çok da bağışlama erdemimde gösteririm…

Yaşamımı baştan aşağı sevinçlerle süslerim…

Paradan uzak, kendime yakın dururum…

Kendimden başka dosta inanmam…

Kendi kendimin düşmanlığından korkarım, başkalarının düşmanlıklarından korkmadığım kadar…

Sevinçlerimi dünyayla paylaşır, acılarımı yüreğime gömerim…

Oldukları gibi kabul eder, kimseyi değiştirmeye kalkmam…

Yaptıklarımdan pişman olmam, pişman olacaklarımı da yapmam.

Biraz yakışıklı olmayı isterim…

Gözyaşlarının bulaşmadığı bir dünya kurarım…

Hep geleceğin ötesinde koşarım; zamanın getireceklerini önceler belirler, önlemlerimi ona göre alırım…

Dünyanın sadece benim olmadığına inanırım…

Dünyada değiştirebileceklerimden daha fazla, değiştiremeyeceklerimin olduğuna inanırım…

Filozoflarla daha sıkı arkadaşlık kurarım.

Yoksullukların içinde sadece sevgiye üzülürüm...

Zamanı değerlendirme bilincime, çocuklukta ulaşmayı isterim...

Anneme, babama daha çok “SENİ SEVİYORUM” diye sarılırım...

Susarak bazen konuşmaktan daha iyi açıklarım kendimi…

Gecelerin gizemini daha çok katarım yaşamıma…

Korkularımın, korkularından korkmam…

Aşırı uyumam ama uykusuz da kalmam…

Eşyalarımdan boşalan odalar, özgürlüğümün sınırlarını genişlettiği için zorunlu eşyaların dışındakileri kullanmam…

Daha çok kitap okur, kendimi daha çok keşfetmeye çalışır, daha az TV izlerim…

Duvardaki saate daha az bakarım…

Havanın kararmasına, yağmurun sürekli yağmasına asla moralimi bozmam…

Tüm şiirlerimi yağmurlu havalarda yazarım...

Yağmurlu havalarda doğmak, ölmek isterim…

Bulutların şekil değiştirmesini ve oluşturmasını daha uzun süreler izlerim...

Balkonumun tavanına yuva yapan kırlangıçların konuşmalarını anlamayı isterim…

Yüzüne bakıp, tüm insanların düşüncelerini-eyleme koymalarından önce görmek isterim…

Kendimle daha çok yetinmenin yollarını arar bulurum...

Yine gazeteci/TV program yapımcısı olurum…

Şuanda yaşayacağım bir mutluluğu, gelecekteki bin mutluluğa üstün tutarım…

Her yıldızın adını ve gökyüzündeki hareketlerini ve konumunu daha iyi öğrenirim. Sabah kahvaltımı ay'da, öğle yemeğimi Mars'ta, akşam yemeğimi Plüton'da yiyip dünyadaki evimin yatak odasında uyumak isterim.

Daha az acı çekmek için isteklerimi azaltırım.

Gelecekten daha az kaygı duyarım.

Sadece ölümümü rastlantıya bırakırım.

Yazmadığım gün öldüğüm gündür...


ABDULKADİR KAÇAR ADANA, TÜRKİYE…
(2003 yılında yayınladığım “SEVGİYE YOLCULUK” isimli kitabımın 7.bölümünde yer alan çalışmam)

DÜŞÜNDÜKLERİNİZ

HAYATINIZ; HAYATINIZ DA

DÜŞÜNDÜKLERNİZDİR...

İnsan hayatının tamamı;

Beşikten mezara kadar,

Düşündüklerinden oluşur;

Ne düşünürseniz

Neye yoğunlaşırsanız onu yaşarsınız;

Güzellik düşünün güzellikler yaşayın,

İyilikler düşünün iyilikler yaşayın...

Mutluluk düşünüp mutluluk yaşayın

...

Ama sakın;

Olumsuz, kötümser, karamsarlık

Endişe, hüzün, kaygıyı

Düşüncenizin yani

Aklınızın ucundan

Bile geçirmeyin;

Çünkü bu negatif düşünceler,

Sadece moral bozup can sıkar;

Mutsuzluk ve doyumsuzluk verirler...

...

Ömrünüz boyunca; mutluluğa yoğunlaşın;

Örneğin her sabah uyandığınızda;

Aralıksız olarak kendinize şöyle söyleyin;

-Bu gün mutlu olacağım,

-Bu gün huzuru bulacağım,

-Bu gün daha çok sevineceğim,

-Bu gün daha çok seveceğim,

-Bu gün daha başarılı olacağım,

-Bu gün daha umutlu olacağım...

...

Bunları inanarak söyler,

Bu düşüncenize yoğunlaşırsanız,

Bilinçaltınız ve bilinç üstünüz,

Bu düşündüklerinizi gün içinde

Getirip size mutlaka sunacaktır...

...

Çünkü insan düşündüklerini yaşayan

Yaşadıklarını düşünen,

Evrendeki en mucize varlıktır...

...

Ayrıca her insan hayatın,

Nihai hedefi olan mutluluğu,

Ömür boyu arar, onu bulup yaşamak için,

Çok çalışır, çok mücadele eder

Hayatını adadığı tek değer olan,

Mutluluğu mutlaka yaşamak ister...

Bu türlü bir yaşam tarzı,

İnsanın elde edebileceği;

En güzel, en büyük alışkanlığıdır...

...

Aslında çevremizde yaşayan;

Kendimize örnek aldığımız,

Mutlu insanlar, mutlu aileler,

Hayatın nihai hedefi olan

Mutluluğu, aramayı alışkanlık haline getiren,

Düşüncelerinde ona yoğunlaştıkları

İçin mutluluğu bulup yaşayanlardır;

Bu kişiler daima güleç yüzlü,

Kendilerinden hoşnut olarak,

Evren ve dünya insanlık ailesiyle

Daima barış içinde mutlu yaşarlar...

...

Yapılan son bilimsel

Araştırmalar gösteriyor ki;

İnsan inanılmaz şekilde,

Çok büyük ve asla yenilemez,

Muhteşem bir gizli güce sahiptir...

...

-PEKİ, BU GİZLİ GÜÇ NEDİR?

Diye soracak olursanız yanıtı;

İçinizdir, yani doğduğunuz

Andan itibaren ölünceye

Kadar daima sizinledir,

O güç BİLİNÇALTIZIN gücünüzdür...

...

Bu gücü zamanında ve yerinde,

Etkin, bilinçli şekilde doğru kullanıp,

Hedeflenen düşünceye yoğunlaşanlar,

Hayatı boyunca karşılaştığı,

Her türlü yenilgiyi zafere,

Mutsuzluğu mutluluğa,

Başarısızlığı başarıya,

Umutsuzluğu umuda,

Olumsuzluğu olumluya,

Kötülüğü her zaman iyiliğe,

Yıkılan hayalleri,

Yok, olan umutları yeniden

Onararak gerçeğe dönüştürüp yaşayıp,

Mutlu olmayı başarırlar...

...

İçinizdeki en büyük ve yenilmez olan

Bilinçaltı gücünüzü kullanmak için

Kendinize sürekli telkinde bulunup;

Şu düşünceye yoğunlaşmanız öneriliyor;

-Sadece kendiniz için değil,

-Eşiniz, dostunuz, arkadaşlarınız,

-Hatta tüm dünya insanlık ailesi içinde,

-Mutluluk dilemelisiniz,

-Bu da hayalini kurduğunuz

-Ulaşmayı düşündüğünüz,

-Mutluluğunuzu gerçekleştirme

-Olasılığınızı yüzde yüz arttırır...

...

Aynı zamanda BİLİNÇALTI      gücünüzü kullanırken;

Şunları söylemeniz tavsiye ediliyor;

-Bu gün olumlu düşüneceğim,

-Çok seveceğim,

-Daha huzurlu olacağım,

-Mutluluğu seçiyorum,

-Bu gün güzellikleri yaşayacağım,

Bu sözleri inanarak söylediğinizde

Düşüncenizi buna yoğunlaştırdığınızda

Kesinlikle mutlu olmayı seçmiş oluyorsunuz...

...

Çünkü sadece hayalini kurduğunuz,

Düşüncelerinize yoğunlaştığınızda;

Siz isterseniz her şey oluyor,

Siz isterseniz tüm güzellikler,

Mutluluklar koşarak,

Gelip avuçlarınıza konup sizi buluyor...

...

Güzellik, iyilik, huzur gibi;

Mutluluk, sağlık, zenginlik,

Gibi tüm arzularınızın,

Gerçekleşmesini isterseniz,

Her şey düşüncenizde

Yoğunlaştığınız şekilde,

Daima gerçek oluyor...

...

Ama siz istemeseniz,

Düşüncede yoğunlaşmasanız,

İçinizdeki BİLİNÇALTI gücünüzü

Bilinçli şekilde kullanmasanız,

Hiçbir şey olmaz, olamaz olmayacaktır...

Çünkü mutluluk düşüncesi,

Yoğunlaştığınız, isteklerinizden sadece biridir...

...

Ayrıca sağlıklı yaşamak,

Sınavda Başarlı olmak,

Sevdiğiniz insanın sizi de sevmesi,

Çok para kazanmak gibi,

Düşüncelerinize yoğunlaştığınızda,

Her şey istediğiniz gibi olabilir...

...

Bu arada yapılan mutluluk,

Araştırmalarında da insan

Dünyadaki bütün paranın

Sahibi de olsa mutluluğu

Asla satın alamıyor...

...

Çok büyük servet sahibi

Olan ama mutluğu, başaramayanların sayısı

Bir hayli fazladır...

Çünkü onlar BİLİNÇALTI gücünü

Kullanıp mutluluk düşüncesine tam olarak,

Yoğunlaşamayanlardır

...

Bu arada çok az parası olan,

Mutluluğu bulup, yaşayan,

Hayatı boyunca istediklerini,

Kolayca elde eden insanlar da vardır...

...

Dünya insanlık ailesine bakınca da;

Şunlar söylenebilir;

Bazı evliler mutlu,

Bazı evliler mutsuzdur,

Bazı insanlar mutlu,

Bazıları mutsuzdur...

Çünkü mutluluk insanın

Yoğunlaşarak istediği,

Düşünce ve tamamen,

Duygu durumudur...

...

Mutluluk, sevgi, saygı, sevinç, huzur,

Aşk, bir zihin ürünüdür...

Kişi düşüncelerini neye

Yoğunlaştırırsa onu bulup,

Mutlaka bir gün yaşar...

...

Aslında her insanın mutlu olmasının

Önünde hiçbir engel yoktur

Olmaz olamaz olmayacaktır...

Dışınızdaki olaylar sadece

Basit etkidir, asıl neden değildir...

...

Siz her anınızda daima,

Mutluluk düşüncesine

Yoğunlaşarak onu seçin,

Dünyadaki en mutlu insan,

İçindeki en yüce, en iyi, en güzel düşünceye yoğunlaşarak ortaya çıkarmayı başarandır...

...

Ama zihninizde korku, kin,

Nefret, endişe, karamsarlık,

Başarısızlık, kaygı, entrika,

Olumsuzluk, kötülük,

Düşüncelerinizi silip atmak,

Şartıyla bilinçaltınız;

Her türlü isteklerinizi,

Fazlasıyla gerçekleştirecektir...

...

Unutulmaması gereken en önemli tek şey;

HAYATINIZ BEŞİKTEN MEZARA KADAR TAMAMEN, DÜŞÜNCELERİNİZDEN

OLUŞUR...

DÜŞÜNDÜKLERİNİZİ YAŞAR; YAŞADIKLARINIZI DA DÜŞÜNÜRSÜNÜZ...

...

Sonuç olarak şunlar söylenebilir;

Mutluluğu düşün mutlu ol,

Başarıyı düşün başarılı ol,

Sevgiyi düşün sevgili ol,

Güzelliği düşün güzel ol,

Beşikten mezara kadar

Olumlu düşünüp,

Olumluya yoğunlaşmak,

Aydın bir akıl insanı diğerlerinden

Ayırıp, yüzde yüz bitecek

Olan hayatını başarıyla

Sürdürmesini sağlar...

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

ELEŞTİRİNİZİ

ABARTMAYIN

 

-Söz gümüş ise sükût altındır der atalarımız...

Bu sözü eleştiri konusuna uyarlarsak;

Sanırım şöyle denebilir;

-Eleştirmek gümüş ise;

Eleştirmemek altındır...

...

Eleştiri konusu aslında;

Hayatın olmasa olmazıdır;

İnsanın olduğu her yerde;

Her çağda ve her kültürde;

Özellikle demokrasilerde;

Daima iktidar ve muhalefet;

Çekişmesi hatta çatışması vardır...

...

İktidar görevini yapmaya çalışır;

Ama onun yerinde gözü olan muhalefet;

Eleştiri işini başarılı şekilde yaparsa;

İktidardakileri uzaklaştırıp,

Onların sandalyesini kendi oturur...

...

Eleştirinin en acımasız,

Hatta yıkıcı boyutlarda

Yapıldığı tek alan ise;

Her çağda, her kültürde politikacılar arasındadır;

Çünkü muhalefet iktidara

Göz dikmiştir, onu ister,

İktidar ise bu gücünü;

Elinden bırakmak istemez;

Yani politikacılar arasındaki

Binlerce yıldır devam eden;

Bu eleştiri konusu insan var olduğu sürece de aralıksız

Devam edecektir...

...

İşte politikacılar arasındaki;

Bu iktidar çekişmesi,

Hatta çatışması

İnsanlar arasında da;

Net olarak yaşanır;

Ama çoğu insan açık;

Ya da kapalı olarak;

Yapılan kişisel bazı eleştirilere katlanamaz;

...

Karşısındaki kişiye şöyle der;

-Giysimi eleştirdin,

-Yürüyüşümü eleştirdin,

-Oturuşumu kalkışımı beğenmedin,

-Para harcamamı eleştirdin,

-Bakışımı eleştirdin,

Diye sudan sebeplerle;

Kendini eleştiren kişi ya da kişilere küsüp, dostluğunu bozar...

Toplumda böyle alıngan davranan insanların sayısı çok fazladır...

...

Aslında hayatın her anında,

Olanakların fazlasını;

Elinde tutan insanlarla,

Daha azına sahip olan;

Ama o olanaklardan daha çok yararlanmak

İsteyenler arasında;

Tıpkı partilerde ve politikacılar arasında olduğu gibi;

Eleştiriler vardır hep var olacaktır...

...

Çünkü insan hayatının,

Bir günü diğerine asla benzemez,

Kişi daima, sürekli hareketli;

Hatta koşuşturmayla yoluna devam eder...

O nedenle icraat yapanlarla,

Onu eleştirenler hep vardı;

Olmalıdır, olacaktır...

...

İnsanlar arasındaki,

Bu bireysel eleştiri bazen;

Karı koca,

Anne kız,

Baba oğul,

Kardeşler arasında,

Her zaman her kültürde,

Tıpkı politikacılar arasındaki iktidar,

Ve muhalefet çatışmasında olduğu

Gibi daima eleştiri yapılır;

Bazen de bu kavgaya dönebilir;

Eleştirilerin dozajı artınca;

Kavga mücadele şeklini alır;

Bunların bir adım ötesinde de;

Bazı cinayetlere neden olabilir...

...

Aile bireyleri arasında daki

Eleştirilerde genellikle şöyle gerçekleşir;

-SEN BU İŞİ YAPAMAZSIN; BEN YAPARIM,

-SEN BAŞARAMAZSIN; BEN BAŞARIRIM,

-SEN BİLMEZSİN; BEN BİLİRİM,

-SEN OTOMOBİLİ SÜREMEZSİN; BEN SÜRERİM,

-SEN TARLAYI SÜREMEZSİN; BEN SÜRERİM;

-SEN POLİTİKACILARLA KONUŞAMAZSIN;

BEN KONUŞURUM...

-KEBABI SEN YAPAMAZSIN; BEN YAPARIM,

-SEN ÇIRAKSIN BEN USTAYIM vs;

Bu çekişmeler, eleştiriler uzayıp gider...

...

Bu söylediklerimden;

Aslında şuraya varmak istiyorum;

5 Nisan 2023 tarihinde 70 yaşıma giriyorum;

...

İnsanlarla olan ilişkilerimde;

Her daim ılımlı,

Her daim olumlu,

Her daim akılcı eleştirilerim oldu...

...

Geriye dönüp arkama baktığımda;

Hayatımda yaptığım;

Ya da yapamadığın hiçbir konuda;

ASLA PİŞMANLIĞIM,

ASLA KEŞKEM YOK...

...

Sadece çok az ölçüde de olsa;

Hatta yok denecek boyutlarda;

-KEŞKE DÜNKÜ ELEŞTİRİMİ YAPMASAYDIM,

-KEŞKE O İNSANA ŞUNLARI SÖYLEMESEYDİM

Dediğim çok küçük zamanlarım olmuştur...

...

Çünkü eleştiri hem karşı tarafın;

Yanlış anlamasına,

Hem de eleştirdiğim,

Kişinin konusunu düzelmediği için beni;

Biraz rahatsız edip üzmüştür...

Bunu bu gün daha somut olarak görebiliyorum...

...

70 yaşımdan sonraki;

Kalan tüm ömrümde ise;

SERT ELEŞTİRİYE,

Tamamen veda ediyorum;

Çok zorunlu kalmasam da;

Artık hiç kimseyi;

-GÖZÜNÜN ÜSTÜNDE KAŞIN VAR diye eleştirmeyeceğim...

...

Yapıcı, onurlandırıcı, övücü eleştiriye

-DAHA İYİYE, DAHA OLUMLUYA YÖNLENDİRME EVET;

Diyeceğim...

...

Peki, eleştiri ne demek?

Sözlükler şöyle tanımlıyor;

Eleştiri bir insanı,

Bir konuyu, bir yapıtı;

Doğru ve yanlış,

Yönlerini bulup göstermek;

Ereğiyle inceleme işi.

Yanlış görülenleri belirtme işi...

...

Akıllı insanlardan bazıları;

Eleştiri konusunda şunları söylüyor;

-Eleştiriden kaçınmak istiyorsan,

-Hiçbir şey yapma, hiçbir şey söyleme,

-Hiçbir şey olma."
 Edward Hubbard...

Başka bir akıllı insan;

-Bizi köpeklerle dost yapan bağ,

-Onların bağlılığı ya da sevimli,

-Oluşları değil, bizi eleştirmemeleridir."
- Sydney Haris...

...

-Olgun bir adamı dost edinmek;

-İsterseniz, eleştirin;

-Basit bir adamı dost edinmek;

-İsterseniz övün.
- Sadi-i Şirazi...

-Bir kilometre onun ayakkabılarında;

-Yürümeden önce kimseyi eleştirme.
- Kızılderili Atasözü...

-Haksız eleştiri çoğunlukla,

-Biçim değiştirmiş övgüdür."
- Dale Carnegie...

Başka bir akıllı insan;

-Çok kere en kuvvetli eleştirmek;

Aslında ses çıkartmamaktır...

...

-İnsanlar sizden eleştiri isteyebilirler,

-Ama gerçekte iltifat bekliyorlar."
- William Somerset Maugham

-Eleştiriye aldırmayın. Eğer doğru değilse, yok sayın

-Eğer adil değilse, sinirlenmeyin;

-Eğer cahilceyse gülüp geçin;

-Eğer haklıysa, eleştiri değil demektir.

Ondan ders çıkartın... OĞUZ Atay

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

 

 

 

 

EN BÜYÜK DEVRİM

FIRSATI ŞİMDİ GELDİ...

 

Devrim, devrim, devrim,

Dediniz ama bir türlü

Yapmayı başaramadınız,

Oysa ne kadar,

Büyük devrim hayalleri kurmuştunuz,

Bunun için,

Ne kadar kalın kitaplar okumuş,

Ne çok uzmanın verdiği

Konferanslara katılmış,

Nasıl devrim yapabilirim diye,

Geceler boyunca,

Günlerce uykusuz kalmıştınız...

...

Ama büyük devrimi sadece,

Rüyalarınızda görmüştünüz,

Bir türlü hayatta geçirememiştiniz

Öyle mi değil mi?

...

Hiçbir devrim düşüncenizi

Ülkede,

Üyesi olduğunuz partide,

Peşinden gittiğiniz,

Lider politikacılarda,

İşinizde,

Otomobilinizde,

Evinizde,

Hayatınızda,

Arkadaşlarınızın arasında,

Hatta ailenizde bile, yapamamıştınız...

...

Şimdi size bir müjde veriyorum;

Hayallerini kurduğunuz en büyük;

Devrim yapma fırsat;

Ayağınıza kadar geldi;

...

Artık,

-Devrim yapamadım

Eyvahlar olsun,

-Yaşım da geçip gitti,

-Çevreye rezil oldum diye,

Canınızı sıkıp,

Moralinizi bozmayın,

Ve dahi hiçte üzülmeyin,

Çünkü en büyük devrim fırsatı,

Size kendini sunmaya geldi,

Alın size en BÜYÜK DEVRİM,

Yapma şansını şimdi hemen,

Zaman geçirmeden gerçekleştirin...

...

Ama önce küçük bir soru;

-Büyük devrim yapmaya,

-Gerçekten hala gönüllü müsünüz?

-Şu anda samimi olarak istiyor musunuz?

-Devrim yapma konusunda,

Hala net, kesin ve kararlı mısınız?

-Şimdi yetkim olsa,

Ne kadar büyük devrimler,

Yapardım diyor musunuz?

...

Madem dünyayı,

Ülkeyi değiştiremediniz;

Yaşadığınız kentinizi de,

Devrim yaparak değiştiremediniz,

Güzel canınızı sıkmayın,

En büyük, en kolay devrimi,

Şimdi hemen kendi,

Hayatınızda gerçekleştirebilirsiniz...

...

Bu büyük devrimi yapmak,

Hem çok kolay,

Hem çok basit,

Dünya insanlık ailesindeki,

Herkesin her an,

Her yerde kolayca,

İstediği şekilde,

Hem de bireysel olarak

Gerçekleştirebileceği,

Evrensel ve muhteşem,

En büyük devrimin adı ne mi?

...

Yanıt veriyorum;

SADECE GÜLÜMSEME;

Evet, yanlış duymadınız,

Sadece GÜLÜMSEME...

Basitçe GÜLÜMSEME...

...

BASİT VE BİLGEC

BİR GÜLÜMSEMENİZLE;

İnanın bana hayatınızda,

En büyük kişisel devrimi,

Şu an hemen yapabilirsiniz...

Tekrar ediyorum;

GERÇEKLEŞTİRECEĞİNİZ,

EN BÜYÜK DEVRİM adı;

Sadece küçük bir GÜLÜMSEMEDİR,

O kadar kolay ve basittir...

...

Bunun için ilk adımı şöyle atın;

Önce evinizdeki aynalarda,

Kendinize derinlemesine bakıp,

Kocaman bir şekilde GÜLÜMSEYİN...

...

Sonra hemen sokağa çıkıp

Komşunuza, dostunuza,

Arkadaşınıza, kapıcınıza,

Bankacınıza, kasaba,

Manava, doktorunuza,

Hemşireye, herkese,

SADECE GÜLÜMSEYEREK,

Hayatınızdaki en büyük devrimi;

Hemen gerçekleştirebilirsiniz...

...

GÜLÜMSEME devriminin

Ne gibi yararları mı var?

Diye sorduğunuzu duyuyorum

-Ohooooo bu büyük devrimin

Yararlı saymakla bitmez...

Öncelikle yaptığınız, kişisel

GÜLÜMSEME devriminin

Ödülünü karşınızdaki,

Kişiden hemen anında,

Peşin olarak alacaksınız,

Çünkü o da anında size

GÜLÜMSEYEREK borcunu

Bekletmeden peşin olarak ödeyecektir...

...

Karşınızdaki insana,

GÜLÜMSEMEYEREK,

Yaklaştığınız anda,

En sevmediğiniz insanla,

Aranızdaki tüm sorunlar,

Sihirli bir değnekle dokunurcasına

Hemen çözülüp,

Sizi mutlu edecek,

Aranızdaki her türlü sorunlar

En güzel şekilde çözülecektir...

...

Bu GÜLÜMSEME devrimi,

İnanın size paradan

Daha da çok şey kazandıracak...

Büyük mutluluklar getirecek,

Ruhunuz ve bedeninizle barıştıracak,

Ve belki de mucize şekilde,

Yeni bir aşka ulaştıracak,

Bu güne kadar gerçekleştirdiğiniz,

Her alandaki başarılarınıza,

Daha üstün, eşsiz güzellikte,

Muhteşem yenilerini katacak...

İşinizde, aşınızda özel yaşamınızda,

Başarı şansınıza zirve yaptıracak...

...

En samimi şekilde,

Gerçekleştirmeyi başardığınız,

GÜLÜMSEME isimli

Büyük devriminiz

Üzerinizdeki en pahalı,

Marka kıyafetlerden,

Taktığınız altın, gümüş,

Pırlanta, mücevher gibi takılardan,

Dünya markası otomobillerden,

Oturduğunuz lüks villalarınızdan,

Daha da önemli ve daha

Güzel getiriler sağlayacak...

...

Samimi olarak bir kez bile,

GÜLÜMSEDİĞİNİZDE,

Çevrenizdeki karamsar,

Ve kötümser insanlar arasından,

BİLGE YÜZÜNÜZLE,

Tüm evreni aydınlatan,

Muhteşem bir güneş,

Gibi doğacaksınız...

 

Bu GÜLÜMSEME devriminiz;

Karşınızdaki kişiye;

-Ben sizi seviyorum,

-Beni mutlu ediyorsunuz,

-Beni çok iyi anlıyorsunuz,

-Bende sizi çok iyi anlıyorum,

-Sizi görmekten çok mutluyum,

-Barış ve sevgi elimi şimdi size uzatıyorum

Diyorsunuz...

...

İşini gülümseyerek yapanların,

Asık yüzlü insanlardan daha çok,

Başarılı oldukları,

Daha fazla para kazandıkları,

Bilimsel olarak saptanmıştır...

...

Negatif düşünen, karamsar insanların,

Size GÜLÜMSEYEREK,

Davranmasını mı istiyorsunuz,

O zaman önce siz onlara,

En büyük ve en eşsiz devrim olan,

Samimi şekilde GÜLÜMSEYİN...

...

Bu da çevrenizdeki,

Diğer insanlarla,

Her konuda anlaşmanızı,

İnanılmaz şekilde kolaylaştıracaktır,

İmkânsız sandığınız,

İşler hemen çözülüp,

Büyük fırsatlar olarak,

Size hızla geri dönecektir...

...

Çok iyi bilinen bir kıssadır;

Bal satan karşılıklı iki dükkândan birinin

Müşterisi çok diğerinin hiç yokmuş...

Nasrettin Hocaya müracaat etmişler,

Hoca gelip gözlemiş müşterisi,

Olmayan dükkân sahibine;

-Sen dükkânda bal satıyorsun,

Ama yüzün sirke satıyor,

-Elbette güleç yüzlü dükkân,

Sahibi senden daha fazla bal satacaktır demiş...

...

Bir ÇİN atasözü de;

-Yüzünüz güleç değilse,

Lütfen dükkân açmayın şeklindedir...

...

Üstelik GÜLÜMSEME,

Herkesin her an,

Her yerde kolayca yapabileceği,

Hiçbir masraf gerektirmeden,

Hayattaki her sorunu sihirli değnekle,

Dokunurcasına güzelleştiren,

Bana göre kişinin hayatında,

Başarabileceği en kolay,

En büyük DEVRİMDİR...

...

Olayın başka bir boyutuna gelince;

GÜLÜMSEME,

Hiçbir yerde satılmaz,

Parayla satın alınmaz,

Ödünç verilemez,

Ödünç alınamaz,

Gösterilmedikçe de,

Kimseye hiçbir yararı olmaz...

...

Hem çok kolay,

Hem çok güzel,

Her insanı karşısındakine,

Kolayca kabul ettirecek,

İşlerinde ve yaşamında,

Çok büyük kazançlar getirecek,

En büyük kişisel devrim

GÜLÜMSEMEKTİR...

...

Devrim, devrim,

Devrim diye hayaller kuran,

Bunu da ülkede,

Dünyada bir türlü,

Kendi öz yaşamında bile,

Başaramayanların

Hiçbir masraf etmeden,

Hiç kimsenin aşına,

İşine engel olmadan,

İlişkileri bozmadan,

Hiçbir şeyi yıkmadan

Yapabileceği en büyük,

KİŞİSEL DEVRİM

BASİT BİR GÜLÜMSEMEDİR...

...

Gülümseyerek yaptığınız

Kişisel devrim hayallerini

Kurduğunuz ama bir türlü

Hayata geçiremediğiniz

Bir gerçeğiniz olsun,

LÜTFEN GÜLÜMSEYİN...

Hayatınızdaki en büyük,

Devrimi kolayca yapmayı başarın

...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

EN BÜYÜK DEVRİM

FIRSATI ŞİMDİ GELDİ...

 

Devrim, devrim, devrim,

Dediniz ama bir türlü

Yapmayı başaramadınız,

Oysa ne kadar,

Büyük devrim hayalleri kurmuştunuz,

Bunun için,

Ne kadar kalın kitaplar okumuş,

Ne çok uzmanın verdiği

Konferanslara katılmış,

Nasıl devrim yapabilirim diye,

Geceler boyunca,

Günlerce uykusuz kalmıştınız...

...

Ama büyük devrimi sadece,

Rüyalarınızda görmüştünüz,

Bir türlü hayatta geçirememiştiniz

Öyle mi değil mi?

...

Hiçbir devrim düşüncenizi

Ülkede,

Üyesi olduğunuz partide,

Peşinden gittiğiniz,

Lider politikacılarda,

İşinizde,

Otomobilinizde,

Evinizde,

Hayatınızda,

Arkadaşlarınızın arasında,

Hatta ailenizde bile, yapamamıştınız...

...

Şimdi size bir müjde veriyorum;

Hayallerini kurduğunuz en büyük;

Devrim yapma fırsat;

Ayağınıza kadar geldi;

...

Artık,

-Devrim yapamadım

Eyvahlar olsun,

-Yaşım da geçip gitti,

-Çevreye rezil oldum diye,

Canınızı sıkıp,

Moralinizi bozmayın,

Ve dahi hiçte üzülmeyin,

Çünkü en büyük devrim fırsatı,

Size kendini sunmaya geldi,

Alın size en BÜYÜK DEVRİM,

Yapma şansını şimdi hemen,

Zaman geçirmeden gerçekleştirin...

...

Ama önce küçük bir soru;

-Büyük devrim yapmaya,

-Gerçekten hala gönüllü müsünüz?

-Şu anda samimi olarak istiyor musunuz?

-Devrim yapma konusunda,

Hala net, kesin ve kararlı mısınız?

-Şimdi yetkim olsa,

Ne kadar büyük devrimler,

Yapardım diyor musunuz?

...

Madem dünyayı,

Ülkeyi değiştiremediniz;

Yaşadığınız kentinizi de,

Devrim yaparak değiştiremediniz,

Güzel canınızı sıkmayın,

En büyük, en kolay devrimi,

Şimdi hemen kendi,

Hayatınızda gerçekleştirebilirsiniz...

...

Bu büyük devrimi yapmak,

Hem çok kolay,

Hem çok basit,

Dünya insanlık ailesindeki,

Herkesin her an,

Her yerde kolayca,

İstediği şekilde,

Hem de bireysel olarak

Gerçekleştirebileceği,

Evrensel ve muhteşem,

En büyük devrimin adı ne mi?

...

Yanıt veriyorum;

SADECE GÜLÜMSEME;

Evet, yanlış duymadınız,

Sadece GÜLÜMSEME...

Basitçe GÜLÜMSEME...

...

BASİT VE BİLGEC

BİR GÜLÜMSEMENİZLE;

İnanın bana hayatınızda,

En büyük kişisel devrimi,

Şu an hemen yapabilirsiniz...

Tekrar ediyorum;

GERÇEKLEŞTİRECEĞİNİZ,

EN BÜYÜK DEVRİM adı;

Sadece küçük bir GÜLÜMSEMEDİR,

O kadar kolay ve basittir...

...

Bunun için ilk adımı şöyle atın;

Önce evinizdeki aynalarda,

Kendinize derinlemesine bakıp,

Kocaman bir şekilde GÜLÜMSEYİN...

...

Sonra hemen sokağa çıkıp

Komşunuza, dostunuza,

Arkadaşınıza, kapıcınıza,

Bankacınıza, kasaba,

Manava, doktorunuza,

Hemşireye, herkese,

SADECE GÜLÜMSEYEREK,

Hayatınızdaki en büyük devrimi;

Hemen gerçekleştirebilirsiniz...

...

GÜLÜMSEME devriminin

Ne gibi yararları mı var?

Diye sorduğunuzu duyuyorum

-Ohooooo bu büyük devrimin

Yararlı saymakla bitmez...

Öncelikle yaptığınız, kişisel

GÜLÜMSEME devriminin

Ödülünü karşınızdaki,

Kişiden hemen anında,

Peşin olarak alacaksınız,

Çünkü o da anında size

GÜLÜMSEYEREK borcunu

Bekletmeden peşin olarak ödeyecektir...

...

Karşınızdaki insana,

GÜLÜMSEMEYEREK,

Yaklaştığınız anda,

En sevmediğiniz insanla,

Aranızdaki tüm sorunlar,

Sihirli bir değnekle dokunurcasına

Hemen çözülüp,

Sizi mutlu edecek,

Aranızdaki her türlü sorunlar

En güzel şekilde çözülecektir...

...

Bu GÜLÜMSEME devrimi,

İnanın size paradan

Daha da çok şey kazandıracak...

Büyük mutluluklar getirecek,

Ruhunuz ve bedeninizle barıştıracak,

Ve belki de mucize şekilde,

Yeni bir aşka ulaştıracak,

Bu güne kadar gerçekleştirdiğiniz,

Her alandaki başarılarınıza,

Daha üstün, eşsiz güzellikte,

Muhteşem yenilerini katacak...

İşinizde, aşınızda özel yaşamınızda,

Başarı şansınıza zirve yaptıracak...

...

En samimi şekilde,

Gerçekleştirmeyi başardığınız,

GÜLÜMSEME isimli

Büyük devriminiz

Üzerinizdeki en pahalı,

Marka kıyafetlerden,

Taktığınız altın, gümüş,

Pırlanta, mücevher gibi takılardan,

Dünya markası otomobillerden,

Oturduğunuz lüks villalarınızdan,

Daha da önemli ve daha

Güzel getiriler sağlayacak...

...

Samimi olarak bir kez bile,

GÜLÜMSEDİĞİNİZDE,

Çevrenizdeki karamsar,

Ve kötümser insanlar arasından,

BİLGE YÜZÜNÜZLE,

Tüm evreni aydınlatan,

Muhteşem bir güneş,

Gibi doğacaksınız...

 

Bu GÜLÜMSEME devriminiz;

Karşınızdaki kişiye;

-Ben sizi seviyorum,

-Beni mutlu ediyorsunuz,

-Beni çok iyi anlıyorsunuz,

-Bende sizi çok iyi anlıyorum,

-Sizi görmekten çok mutluyum,

-Barış ve sevgi elimi şimdi size uzatıyorum

Diyorsunuz...

...

İşini gülümseyerek yapanların,

Asık yüzlü insanlardan daha çok,

Başarılı oldukları,

Daha fazla para kazandıkları,

Bilimsel olarak saptanmıştır...

...

Negatif düşünen, karamsar insanların,

Size GÜLÜMSEYEREK,

Davranmasını mı istiyorsunuz,

O zaman önce siz onlara,

En büyük ve en eşsiz devrim olan,

Samimi şekilde GÜLÜMSEYİN...

...

Bu da çevrenizdeki,

Diğer insanlarla,

Her konuda anlaşmanızı,

İnanılmaz şekilde kolaylaştıracaktır,

İmkânsız sandığınız,

İşler hemen çözülüp,

Büyük fırsatlar olarak,

Size hızla geri dönecektir...

...

Çok iyi bilinen bir kıssadır;

Bal satan karşılıklı iki dükkândan birinin

Müşterisi çok diğerinin hiç yokmuş...

Nasrettin Hocaya müracaat etmişler,

Hoca gelip gözlemiş müşterisi,

Olmayan dükkân sahibine;

-Sen dükkânda bal satıyorsun,

Ama yüzün sirke satıyor,

-Elbette güleç yüzlü dükkân,

Sahibi senden daha fazla bal satacaktır demiş...

...

Bir ÇİN atasözü de;

-Yüzünüz güleç değilse,

Lütfen dükkân açmayın şeklindedir...

...

Üstelik GÜLÜMSEME,

Herkesin her an,

Her yerde kolayca yapabileceği,

Hiçbir masraf gerektirmeden,

Hayattaki her sorunu sihirli değnekle,

Dokunurcasına güzelleştiren,

Bana göre kişinin hayatında,

Başarabileceği en kolay,

En büyük DEVRİMDİR...

...

Olayın başka bir boyutuna gelince;

GÜLÜMSEME,

Hiçbir yerde satılmaz,

Parayla satın alınmaz,

Ödünç verilemez,

Ödünç alınamaz,

Gösterilmedikçe de,

Kimseye hiçbir yararı olmaz...

...

Hem çok kolay,

Hem çok güzel,

Her insanı karşısındakine,

Kolayca kabul ettirecek,

İşlerinde ve yaşamında,

Çok büyük kazançlar getirecek,

En büyük kişisel devrim

GÜLÜMSEMEKTİR...

...

Devrim, devrim,

Devrim diye hayaller kuran,

Bunu da ülkede,

Dünyada bir türlü,

Kendi öz yaşamında bile,

Başaramayanların

Hiçbir masraf etmeden,

Hiç kimsenin aşına,

İşine engel olmadan,

İlişkileri bozmadan,

Hiçbir şeyi yıkmadan

Yapabileceği en büyük,

KİŞİSEL DEVRİM

BASİT BİR GÜLÜMSEMEDİR...

...

Gülümseyerek yaptığınız

Kişisel devrim hayallerini

Kurduğunuz ama bir türlü

Hayata geçiremediğiniz

Bir gerçeğiniz olsun,

LÜTFEN GÜLÜMSEYİN...

Hayatınızdaki en büyük,

Devrimi kolayca yapmayı başarın

...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

EN BÜYÜK KARİYER

İYİ İNSAN OLMAKTIR...

 

İnsan hayat sahnesinde,

Sonsuz hayaller ve umutlarla yaşar...

Bu hedeflerine ulaşabilmek için,

Çok çalışır, inanılmaz mücadele eder...

...

İnsanın buradaki hedefi;

Herkes tarafından beğenilen,

Takdir edilen, onaylanan,

Hatta alkışlanan,

İyi para kazandıran,

Hayat konforunu arttıran,

Çok yüksek itibarlı,

Bir kariyer sahibi olmaktır...

...

Bunun için;

Tıp, sanat, edebiyat, medya,

İş dünyası, hukuk,

Ekonomi, siyaset alanı,

Uluslar arası ilişkiler vs,

Dallarında çok çalışarak,

Ömrünü enerjisini harcar...

...

Ama insanların çoğu umut ettiği;

Ömrünce hayalini kurduğu kariyer,

Ve hedefine ulaşamaz,

Sadece çok az sayıdaki kişi;

Başarılı ve ünlü olur...

...

Ama unutulmaması gereken,

Hemen her çağda,

Her toplum tarafından,

Daima sevilen, onaylanan,

Tüm kariyerlerin de üstünde;

EVRENSEL bir kariyer vardır ki;

O da tartışmasız şekilde;

İYİ İNSAN OLMA KARİYERİDİR...

...

DAİMA İYİLİK DÜŞÜNÜP,

İYİLİK YAPMAK,

İYİ ŞEKİLDE YAŞAYIP,

HAYATIN TADINI

DOYASI ÇIKARMAKTIR...

...

Çünkü hayat isimli bu sahnede,

İYİ İNSAN OLMAK;

Kişinin hedeflediği

Her türlü kariyerden,

Daha da üstün,

Daha değerli,

Daha da geçerlidir...

...

Çok az insanın ulaşabileceği,

Bu evrensel kariyeri elde edebilmek için;

Kişi hayattaki rolünü nasıl oynamalı?

...

Bana göre;

İYİ İNSAN OLMA KARİYERİNE
Giden yolda kişi sürekli,

Aklını geliştirmeli,

Onun aydınlığında;

Bazı değerleri oluşturmaya çalışmalı;

...

Şöyle ki;

Öncelikle kadim bilgilere sahip olmalı;

Artı çağın getirdiği her türlü,

Bilgi, bilim, teknolojiyi başarılı

Ve emsallerinden üstün şekilde kullanmalı;

...

-Her zaman, titiz, nazik, samimi, cesur,

-Dürüst tüm ilişkilerinde;

-Saygılı, güven veren, sevgili

-Ve ağırbaşlı olmalı;

-Verdiği her sözü ölüm dışında

-Kesinlikle yerine getirmeli...

...

-Hile, yalan, yapaylık, entrika,

-Ve politikanın kısır çekişmelerden;

-Olabildiğince uzak durmalı...

...

-Merak ve hayret, ettikçe,

-Kendinin derinliklerini daha,

-Fazla keşfedeceğini bilmeli;

-Kişisel ömrünü bir bilim insanı gibi,

-Hayatını da laboratuar olarak gözlemeli...

...

-Umut ettiği ve hayalini kurduğu hedefine,

Israrlı kararlı, bilinçli şekilde

Aklının aydınlığında cesaretle ilerlemeli...

...

-Her adımında kaygı, hüzün, karamsarlık, kötümserlik duygularından uzak durmalı...

-Daima pozitif düşünüp, öyle yaşamalı...

...

-Bu sahnedeki rolünü her yaşında,

-Bilgece gülümseyerek, sevgiyle oynamalı ki;

-Ruhunun, temizliğini yüzüne yansımalı...

-İnsanların, düşünce karanlıklarını,

-Tıpkı bir güneş gibi aydınlatmalı...

...

-Kendine her konuda güvenmeli,

-Ne geçmişteki olumsuzluklarına tutsak olmalı,

-Ne de geleceğin henüz yaşamadığı,

Yarınların kaygı çukurun düşmemeli...

...

-Geçmişinde olumsuz düşünce kayıtlarını bilinçaltından silip atmayı başarmalı...

...

-Anılar geçmişin ayak izleridir,

-Ama bir tek adımını bile,

-Geriye dönüp tekrar,

-Yaşanamayacağının bilincinde olmalı...

-Negatif anılarını kendi hayatını,

-Sonlandırabilecek ölüm çukuruna dönüştürmemeli...

...

-İletişim halindekilere karşı daima;

-Şefkat, nezaket, saygı ve sevgiyle davranmalı,

-Hayattaki güzelliklerine yenilerini eklemeli...

...

-Küçücük bir AN ’daki mutluluğun bile,

-Bazen hayatının tamamından,

-Daha da değerli olduğunu, bilip tadını çıkarmalı..

-Ben olabilmeyi dünyanın krallığına tercih etmeli...

...

-Hasetliğin insanı yaşarken öldüreceğin bilmeli,

-Hayatının hiçbir aşamasında kıskançlık, kin, nefret ve intikam duygularının asla esiri olmamalı...

...

-Hayal ve umutlarını sadece çok çalışarak,

-Bilgi ve bilincini daima artırarak,

-Gerçeğe dönüştürmeli;

-Elde ettiği güzellikleri,

-Dünya insanlık ailesiyle,

-Karşılık beklemeden paylaşmalı...

...

-Hayatını nefesiyle ördüğü en büyük;

-Tüm insanlara örnek olabilecek,

-Mimari eseri haline getirmeli...

...

-Yaşadığı her anının mucize olduğunu anlamalı,

-Sanal kocaman boş bir hiçlik bilinciyle değerlendirmeli...

...

-Hayret ve merakla yaklaştığında;

-Hayatta sır denilen her gizemi çözebileceğini kendi yaşamına uygulayıp insanlara kanıtlamalı...

...

-Yaşama heyecanla sarılırsa,

-Umut ve hedeflerine ulaşabileceğini;

-Dünya insanlık ailesine örnek şekilde,

-Kendine ve çevresine kanıtlamalı...

...

-200 milyon tür olduğu kabul,

-Edilen canlılar arasında;

-Öleceğini bilerek yaşayan,

-Tek varlığın insan olduğunun bilinciyle yaşamalı...

...

-Ölüm gerçeğini hayatının,

-Hiçbir aşamasında asla ve kata sorun etmeli;

-O geldiğinde kendinin olmayacağını;

Yaşadığı sürece de ölümün zaten yok olduğu bilinciyle varlığına devam etmeli...

...

Yukarıdaki bu davranışlar, bana göre;

İYİ İNSAN, olabilmenin;

Kariyer kurallarıdır...

Ve unutulmaması gereken ise;

Hayat isimli bu sahnedeki,

Tüm kariyerlerden daha da üstündür...

...

Bu kurallar uygulayan her insana;

İnanılmaz iyi gelecek,

Güzel yarınlar sunar...

...

Bu ilkelerle hayat yolunda,

Onula korkmadan ilerleyen kişinin,

Hiçbir güç önünü kesip, engelleyip

Mutluluk ve başarıya ulaşmasını

Engelleyemeyecektir,

Seçim her zaman insanındır...

...

KARİYER NE DEMEK?

Bir meslekte zaman ve çalışmayla elde edilen aşama, başarı ve uzmanlıktır...

 

ABDULKADİR KAÇAR...

Adana 2023

 

EN İYİ ARKADAŞINIZ KİM?

 

Kaç yaşında,

Hangi ülkede,

Hangi kültürde,

Hangi yüzyılda,

Yaşarsanız fark etmez...

...

En yakın,

Eh samimi,

En içten,

Seni terk etmeyen,

İhanet etmeyen,

Canı gönülden,

Her zaman,

İyiliğini isteyen,

En iyi arkadaşınız ki?

...

Sevincinizle sevinen,

Üzüntünüzle üzülen,

Mutluluğunuzla mutlu olan,

Mutsuzluğunuzla üzülen,

Başarılarınıza sevinen,

Başarısızlığınıza üzülen,

En iyi arkadaşınız kim?

...

İncindiğinizde,

Sevindiğinizde,

Çaresizliğinizde,

Yalnızlığınızda,

En mutlu anınızda,

Ona koştuğunuz,

Sığındığınız

En güvenli limanınız,

En iyi arkadaşınız kim?

...

Hani bazen,

Şöyle dersiniz?

Biri olsa,

Beni kendi,

Gibi anlasa,

Kendi gibi sevse,

Hiçbir zaman,

İhanet etmeze,

Beni olduğum gibi

Kabul ve baş tacı etse,

İçimdeki boşluğu doldursa,

Diye ihtiyaç duyduğunuz,

En iyi arkadaşınız

İçinizdeki sizden başkası,

Değildir o da çocukluğunuzdur...

...

Onu daima çok sevin,

Onu çok sıkı kucaklayın,

Ona gönüllü sığının,

Asla vazgeçmeyin,

Asla bırakmayın,

O sizin beşikten

Mezara kadar,

Terk etmeyen,

İçinizdeki can otsunuz,

Ayrılmaz parçanızdır...

...

Akıllı bir insan diyor ki;

-GÖKYÜZÜ GİBİBİR

BİR ŞEYDİR ÇOCUKLUK,

HİÇ BİR YERE

GİTMİYOR...

...

İşte o doğduğunuzda

Sizinle birlikte,

Hayat serüvenine başlayan,

Ta o yıllarda tanıştığınız,

Sizinle birlikte yaşayan,

Muhteşem varlığınız,

En iyi arkadaşınız

İçinizdeki çocukluğunuzdur...

Onu terk etmeyin,

Onu sakın bırakmayın

O her derdinize çare,

Her sorununuza çözüm bulur...

...

“İçindeki çocuk sana

Mutluluk dolu bir dünya

Verir; onu kaybetme”

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

EN İYİ DOSTUN

VE ARKADAŞIN,

SADECE SENSİN...

 

Hiç bir insanın hayatında,

DÜN ve YARIN yoktur...

Çünkü dün çoktan yaşanmış,

Geçmiş gitmiş bitmiştir...

Yarının ise yaşanıp,

Yaşanmayacağı belirsizdir...

 

İnsan hayatında sadece,

İçinde yaşadığı sonsuz,

Şimdi olan AN vardır...

...

Hiç kimse kimseye;

-YARIN DA KESİN OLARAK

YAŞAYACAKSIN, diye,

Bir söz ve garanti vermez veremez...

Çünkü insan hayatının,

Her anı daima bilinmezlik

Ve sürprizlerle doludur...

...

İnsan isimli mucize varlık;

Ömür dediği macerasında,

Sürekli duygu dünyasının;

GEL-GİT’ leri arasında yaşar...

...

Sağlığı iyi, işleri düzgün,

Kazancı bol ve güzelken,

İnsan mutluluğun zirvesindedir;

Ama sıkıntı, hastalık,

Ve acılarla boğuşurken de;

Hayatın en dibinde yaşar...

...

Çünkü olaylar hiçbir zaman,

Tek düze şeklinde akıp gitmez;

Bu eşyanın tabiatına aykırıdır;

İnsan mutlulukları kadar;

Acılar da yaşamak zorundadır...

...

Akıllı bir insan diyor ki;

-UNUTMA! FIRTINAYA,

DENK GELMEMİŞ;

NE BİR GEMİ,

NE DE BİR KAPTAN;

KENDİNİ İSPAT,

ETMİŞ SAYILMAZ...

...

Kişi hayatı boyunca,

İçindeki gerçek gücünü;

İşte o dalgalı ve fırtınalı,

Dönemlerde keşfeder...

O dönemler elbette çok zor,

Yıpratıcı, acı verici,

Ve daima sancılıdır...

...

Kişi işte o en zor,

En acılı zamanlarda,

Çevresindeki insanların

Gerçek yüzüyle tanışır...

Açık seçik şekilde onların,

Rol yapmayan gerçek

Yüzlerini maskesiz şekilde görebilir...

 

Mutluluk ve başarının,

Zirvesindeyken;

Çevresinde sayısız kişiler,

Vardır alkışlar, iltifatlar,

Sayısız ikramlar, ödüller,

İnanılmaz sayıda ve çeşitle,

Onurlandırmalar sunarlar...

...

Fakat bir süre sonra,

İnsan hayatı en çıkmaz,

En sorunlu, sıkıntılı,

Döneme girdiğinde ise;

Çevresinde kendini alkışlayan;

Onurlandıran, ödüllendiren

Bu sahte kişileri arasa bile,

Bir tekini dahi bulamaz...

 

Akıllı insan hayatının gerçek;

Muhasebesini,

O dönemde yaptığında;

Bu serüvendeki tek ve

Gerçek dostunun;

Beşikten mezara kadar,

Birlikte yaşadığı,

Sadece kendinin,

Olduğunu fark eder...

...

O sorunlu ve sıkıntılı döneminde,

Çıkmak için sabreder,

Bilgisini, deneyimlerini,

En akılcı şekilde,

Kullanarak sadece,

Kendine yaslanır;

Bilinçaltı ve bilinç üstü,

Gücünü o sorunlu,

Döneminde keşfeder...

...

Yaşadıklarını iyi tahlil ederse;

O andan itibaren hızla olgunlaşır,

Hatta kısa zamanda bilgeleşir;

Olaylardan çıkartabileceği,

Tek ders ise;

Hayat isimli bu yolculuğunda,

Kendinden başka güveneceği,

Sırtını yaslayabileceği,

Hiçbir kişinin ve yerin,

Olmadığını somut şekilde anlar...

...

Sorunlarına aklının aydınlığında;

Kalıcı ve kusursuzca çözümler bulur,

Tüm yaralarını akıllıca sarar,

Acılarını giderip eksiklerini tamamlar...

İşte o en zor, en acılı döneminde

Kendiyle sarsılmaz,

Dostluğunun temelini de atar...

...

O sihirli dönemde ise yalnızlığının;

Yaratıcı sihriyle tanışıp,

Onu evrensel gizemini keşfeder...

Yalnızlığın en güvenli limanı olan,

Kendine yaşamı boyunca sığınmayı başarır...

...

Yine akıllı bir insan şöyle der;

-BAŞKALARININ SENDE,

GÖRDÜĞÜ POTANSİYELİ;

BİR GÜN SENDE KENDİNDE,                    GÖRDÜĞÜNDE,

NE KADAN GÜCLÜ,

OLDUĞUNU KEŞFEDECEKSİN...

...

Evet, kendini geliştirip,

Olgunlaşabilen,

Bilgeliğin derin sularında,

Sıfır hata yüzde yüz başarıyla,

İlerleyen kişi böylece kendiyle,

Olan maddi ve manevi,

Her ilişkisinde,

Sanki yeni doğmuş gibi;

Taze ve mutlu bir hayata başlar;

 

Olgunluk yıllarına ulaştığı için;

Her konuda artık seçici davranır;

Çevresindeki insanlardan daima,

Sevgi ve saygı görmek ister,

Onların olmadığı yerde,

Bir saniye bile durmaz...

...

İhtiyaç duyduğu her alanda;

Her zaman kendine çare olur;

Bilgiyi en akıllı ve en verimli,

Şekilde kullanma konusunda ustalaşır;

Hayata karşı daha güçlü durur,

Daha cesaretli ve kararlı;

Olarak tüm sorunlarını,

Artık kendi kolayca çözer,

...

“O BENİM CANIM,

O BENİM NEFESİM,

O OLMADAN ASLA,

YAŞAYAMAM”

Dediklerinden hızla uzaklaşır...

Artık tüm ilişkilerinin,

Başlama ve bitmesi;

Gereken yerleri kendi,

İradesiyle özgürce belirler...

...

Hayatın tek başına yürümesi,

Gereken yollarında artık aklının;

Aydınlığında daha iyiye,

Daha üstüne doğru ilerler...

...

“KİMSEYLE VAR OLMADIM;

KİMSEYLE YOK OLMAYACAĞIM”

Düşüncesiyle varlığını sürdürür...

...

Ulaştığı bilgeliği,

Ve olgunluğu sayesinde

Sanki ulu bir dağ gibi olup,

Kendine sırtını yaslanır,

Yaşamındaki en büyük,

Ve en güçlü limanı yaptığı

Kendine huzurla sığınır...

...

Kendinin mucize,

Hayatının mucize,

Olduğu bilinciyle artık;

En iyi arkadaşı,

En iyi dostu,

En iyi sevgilisi olarak,

Ömür serüveninin her anını,

Güzel eserlerle süsleyerek,

Daima olumlu düşünüp,

Olumlu yaşayan insanlarla,

İletişimini sürdürerek,

Mutluluklarla dolu,

Ömür yoluna aralıksız devam eder...

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023...

EYLEMSİZLİK VE

TEMBELLİK İNSANI

KESİN ÖLDÜRÜR...

 

Bir atasözümüz şöyle der;

“Hayat harekettir;

Hareketsizlik ise ölümdür”

...

Yine bir öğreti;

-İKİ GÜNÜ BİRBİRİNE

DENK OLAN ZARARDADIR...

...

İnsan tıpkı ipek böceğinin

Kozasını örmesi gibi,

Hayat isimli mucize,

Eserini de aralıksız şekilde

İnşa eder...

...

Bunun için,

En güzel,

En eşsiz,

Herkese örnek

Olacak biçimde,

Gerçekleştirmek amacıyla,

Çalışır, bazen yavaş bazen de,

Sınırlı şekilde emeğini harcar...

...

Peki, bu sınırlı çalışması;

İnsan için yeterli midir?

Yanıtı hayır;

O zaman;

Daha hızlı,

Daha verimli,

Ve aralıksız şekilde çalışmalıdır...

...

Her günü

Bir öncekinden daha

Pozitif ve daha yaratıcı

Çağdaş bilgileri kullanarak

Ara vermeden,

Üretici olarak değerlendirmelidir...

...

Çünkü çalışmadan,

Üretmeden eylemsiz,

Ve tembelce geçirilen,

Her gün yerine,

Konulamayacak,

Şekilde sonsuza kadar,

Kaybolup gider...

...

Böyle zararlı,

Bir duruma düşmemesi için,

Kişi aralıksız olarak;

Düşüncelerini,

Çağın getirdiği bilgilerle

Sürekli güncellemeli,

Tekniğini ustaca kullanmalı,

Her an yeni,  her an güzel,

İleri düşünceler,

Ve büyük hayaller,

Gerçekleştirebileceği,

Umutlarla hayatını süslenmelidir,

Kişi bunu başardığında,

İşte günü kazanmış ve değerlendirmiş olur...

...

Bunu başaranlar ise,

Daima pozitif düşünen,

Öz güveni yüksek,

Kendine inancı tam olan,

Yüksek iradeli insandır...

...

Bu kişiler inanılmaz şekilde,

Ortaya koyduğu emekleriyle

Güzel sonuçlar alıp,

Hayatlarının her anını,

Çalışmayanlara göre,

Daha verimli, mutlu,

Zenginlik içinde yaşarlar...

...

Hayat onlara her zaman

Güzel ödüller,

Sürpriz zenginlikler sunar...

...

Oysa olumsuz düşünen,

Daima karamsar,

Kaygılı, endişeli,

Ve tembel olanlar ise,

Önlerini asla göremezler,

Bu kişilerin yarınları,

Daima karanlık,

Mutsuzluk, başarısızlık,

Ve her anlarında yıkım,

Olarak kendini gösterir...

...

Aklının aydınlığına ulaşan,

Hayatını dünden,

Daha büyük güzelliklerle

Süsleyip geliştirmeli,

Cesur girişimlerde bulunmalı,

Yani bu gününü mutlaka,

Düne göre daha iyi, verimli,

Daha kârlı şekilde,

Mutlaka kazanmalıdır...

...

Çünkü doğan her gün,

Ve hayatı insandan,

Yeni düşünce,

Yeni bir hareket,

İleri girişim,

Daha güçlü,

Ve farklı üstün çalışmalar,

Büyük eylemler ister...

...

Bu konuda,

Büyük emekler harcayıp,

Her gününe,

Değer isimli farklı fidan eken insanlar,

Başarılarının meyvelerini,

Yarın bolca toplarlar...

...

Bunu gerçekleştirmek için kişi,

Hayatının her alanında

Kendine güvenini sürekli arttırmalı,

Bilinçli eylemlerine,

Aralıksız olarak yoğunlaşmalı,

Daha ileri ve üstünlükleri

İşaret eden,

Güzelliklerine,

Yenilerini,

Katmayı başarmalıdır...

...

Hayat isimli bilge öğretmenin,

Kendinden ısrarla istediği,

Çalışma ve eylemleri,

Tembellik edip yapmayan

Üşengeç kişiye yarınları,

Hayal kırıklıklarından

Başka hiç bir şey vermez,

Veremez, vermeyecektir...

...

Oysa her alanda,

Kendini aşmaya kararlı,

Ve istekli olan insan

Asla karamsarlık,

Kaygı, endişe gibi

Olumsuz düşünmeyi,

Tembelliği,

Vurdumduymazlığı,

Zihninden çıkartıp,

Çöpe atmalı,

Yüzde yüz bitecek olan,

Zamanını en iyi şekilde kullanarak,

Yoluna başarıyla devam edip

Hayatına dört elle sarılmalıdır...

...

Bunu başaramadığında,

Eylemsizlikte ve tembellikte,

Israr ettiğinde,

Hayatı onun için artık sessiz,

Bir ölüm çukuruna dönüşecek,

Kişi tembelliği yüzünden,

Yavaş yavaş ölecektir...

...

İnsan eğer yarınlarının

Bu günden daha da güzel,

Daha verimli, zengin,

Olmasını istiyorsa,

Ki bunu daima,

Her insan istemelidir,

Her an olumlu kararlar vermeli,

Hayalini kurduğu,

Güzelliklere doğru,

Daha hızlı koşmalı,

Düşüncelerini,

Her nefesinde yeniden

Yapılandırıp güncelleyip

Daha üstünlüğe programlamalıdır...

...

İnanılmaz büyük cesaret,

Aralıksız mücadele,

Girişimcilik ruhu,

Bilinçli çalışma,

İsabetli kararla

Zamanını etkin kullanması,

Aklının aydınlığında ancak,

Bu şekilde mümkün olacaktır...

...

Sonuç olarak,

Kaç yaşında olursa olsun,

İnsanın eylemsiz olarak,

Tembellik ederek geçirdiği,

Her gün kesinlikle

Sonsuza kadar yitirilmiş;

Geri dönülmez şekilde,

Kaybedilmiştir...

...

Oysa bir gün öncesine göre,

Daha coşkulu,

Daha bilinçli,

Daha etkin çalışarak,

Aralıksız eylem yapan,

Kişi o gününü karla kapatmış,

Ve daima kazanmıştır...

...

Sadece bir kez elde ettiği,

Yüzde yüz bitecek olan,

Hayat isimli bu,

Mucize serüvende,

Mutlu yaşamak için,

Kişi her an yeni etkinlikler,

Yeni eylemler yapmalıdır...

Her saniyesini ve nefesini

Çok iyi değerlendirilmelidir,

-İKİ GÜNÜ BİR BİRİNE

DENK OLAN ZARARLADIR,

Sözüne uygun şekilde

Davranmalıdır...

...

Bunun için;

Sonsuz şimdi olan

AN yaşayıp, düşünüp, çalışarak,

Zamanını çok iyi,

Değerlendiren kişi,

Yarınlarından asla

Korkmamalı;

Kendiyle gurur duymalıdır...

...

Bir özdeyiş;

-ÇALIŞAN DEMİR IŞILDAR der...

...

Büyük Atatürk ise;

-YALNIZ BİR TEK ŞEYE

İHTİYACIMIZ VAR O DA

ÇOK ÇALIŞMAK...

Unutmayalım...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2022

 

 

 

“FİLOZOF”

 

Akıllı, iyi bir,

Okur-yazarlığa

Aday olup,

Ölümünüzden sonra da

Sizi hatırlatacak kalıcı eserler,

Yazmak ister misiniz?

...

Düşüncelerinizin,

Hayata bakışınızın,

Her türlü değer ölçülerinizin,

Yüzyıllar sonra

İnsanlar tarafından,

Değerli bulunup okunmasını,

Doğruluğuna inandığınız,

Deneyimlerinizin insanların,

Hayatını olumlu etkilemesini,

Onlara sizin ulaştığınız,

Mutluluğun yolunu

Gösterme ve yaşatma,

Gibi bir hedefiniz var mı?

...

Ya da bir kez geldiğiniz,

Bu dünya sahnesinde,

Hem yaşarken,

Hem de ölümünüzden sonra

“FİLOZOF”

Yani “ BİLGE” şeklinde

Anılmak istemez misiniz?

Peki, bunun için,

Neler yapmanız,

Nasıl çalışmanız gerekir?

Şimdi iyi düşünün,

Çok basit bir yolu şöyle...

...

Çok düzenli, sitemli, okumak,

Derin ve yaratıcı düşünmek,

Ölümsüz fikirlere ulaşmak,

O alanda denemeler yazmak,

Bu gün için mümkün mü?

Ya da hangi koşullarda,

İnsan bunu başarabilir?

Bunun için adanmaya

Hazır mısınız?

...

Eski insanların ifadesiyle,

Bir lokma bir hırka,

Ya da inzivaya çekilmek,

Ya da aylarca çilehaneye,

Kapanıp kendini aşmaya çalışmak,,

Düşünce sistemini sıfırlayıp,

Yeni bir kimlikle tekrardan,

Bu sahneye çıkmak ister misiniz?

Bunlar günümüz de mümkün mü?

...

Bu olay her zaman olduğu gibi,

Günümüzde de çok,

Farklı biçimde değerlendiriliyor,

İlber Ortaylı hoca,

Bu konuda muhteşem,

Şekilde yol gösteriyor,

Kendini bu işe adayan,

İnsanların günümüz koşullarına

Uygun şekle getirerek,

Çok güzel şekilde anlatıyor...

...

Belki de kendini

Okumaya, düşünmeye,

Gözlemleyip, kalıcı, ölümsüz,

Eserler yazmaya,

Adayan insanların

Uygulaması gereken,

Yöntemleri İlber hocaya

Göre özetle şöyle;

...

İlber Hoca şöyle diyor;

-Seyahatte kafanı boşaltmışken

-Çok iyi düşünürsün...

-Bir yerden bir yere,

-Giderken iyi düşünürsün,

-Yürürken yemek yerken,

-Çok iyi düşünürsün,

-Tuvalette bile iyi düşünürsün...

...

-Ama esas iyi düşünmek için,

-Esas yalnız kalmak gerekir...

-Bu temel şarttır...

-Yalnız kalmayı bilmek gerekir...

-Yalnız kalmayı bilmeyen,

-Milletlerden fazla bir şey çıkmaz...

-Mesela iyi bir düşünür çıkmaz...

...

-Maalesef biz Türklerin,

-Böyle bir kabiliyeti yok...

-Bu yüzden bizden iyi,

-Düşünür pek çıkmıyor...

-Aptal olduğumuz için mi?

-Estağfurullah...

...

-Ama şu var, Türk yalnız kalamaz,

-Milletimizde böyle,

-Bir huy yoktur...

-Beraber ders çalışır,

-Beraber yazı yazar,

-Beraber gezmeye gider,

-Beraber aylaklık eder...

...

-Türkler sinemaya bile tek gitmez...

-Yalnız kalmayı bilmez, sevmez...

-Yalnız olmanın getirdiği,

-Garantiye yani tehlikeden,

-Uzak yaşamanın konforuna güvenir...

...

-Ama işte bu garanti de,

-Yaratıcılığı sakatlar,

-İş çıkarma kabiliyetini azaltır...

-Yalnız kalamayan insanın,

-Düşünce ve gözleme,

-Kabiliyeti yarım oluyor...

-Bu yüzden ben insanlara,

-Yalnız kalmayı,

-Öğrenmelerini öneriyorum...

-Yalnız kalmayı bilmek iyidir,

-Önemlidir, Türkiye gibi,

-Bir yerde avantajdır...

...

Sonuç olarak;

İlber Hocamın.

Bu söylediğini,

Kimler nasıl uygular,

Ne kadarını gerçekleştirir,

Tam olarak bilinmez...

...

Ama bu alana adanan

Belki on bin kişide birisi

Bu gün ya da yarın,

Tarih sahnesine,

Neden çıkmasın ki?

Dünkü toplumlardan da

Arada bu şekilde çıkanları,

Bu gün filozof olarak değerlendiriyoruz...

...

Dünkü çırak olan adayları

Bu gün usta olarak okuyoruz,

Günümüzde neden birkaç kişi,

Çıkıp “FİLOZOF” olmaya

Yönelmesin ki?

Ben her zaman umut varım...

(İlber Ortaylı’nın

Hocamdan esinlendim)

...

Abdulkadir kaçar adana 2023

 

 

 

GELECEĞE MEKTUP

“Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanlığı’na ADANA

 

Güzel ülkemde Büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete inanan, onun ilke ve devrimlerini yaşamanın ötesinde hayranı olan çağdaş bir gazeteci olmaya çalıştım.

 

Meslektaşlarımdan farklı olarak; okuma-düşünme-yazma konusunda kendi felsefemi oluşturmaya özen gösterdim.

 

Güzel Türkçem ve anadilimin olanaklarından yararlanarak, düşüncelerimi 20’den fazla kitapta toplamaya çalıştım. (Tamamına yakını Ç.Ü. Merkez Kütüphanesindedir. Kimisinde ismim ABDÜL, kimisinde ABDUL diye bilgisayara işlenmiştir.)

 

Ancak önüme konulan inanılmaz parasal zorluklar ve kulissel engellemelerle yazılarımda evrenselliği yakalamış olmama karşın; yayınlanmasında yerel kaldım.

 

Bir dönem de (Yedekten) yönetim kurulu üyeliği yaptığım Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nden dileğim şudur;

 

Bu mektup elinize geçtiğinde yani 2023’te güzel Cumhuriyetimizin 100.yılında büyük olasılıkla yaşamdan ayrılmış olacağım.

 

Cumhuriyetine bağlı, ana dili Türkçe düşünen, okuyan, yazan birisi olarak kendimi bu devletin bahçesinde yetişen, fark edilemeyen meyveli bir ağaç olarak görüyorum.

 

Düşünce isimli ağacımın meyvelerini oluşturan kitaplarımdan (BÜYÜK KİTAP, SEVGİ SENSİN, SEVGİYE YOLCULUK) önde gelenlerini uluslararası boyutlarda basılıp-yayınlatmanızı diliyorum.

 

Benim üyesi olduğum Ç.G.C. ekonomik olarak sıkıntı çekiyordu.

 

Ama 2023’te Türkiye’de pek çok şeyin değişmiş olabileceğini hesaplayarak böyle bir dilekte bulunuyorum.

 

Ekonomik sorunla değişmemişse; yeğenlerim bu konuda Cemiyetimize yardımcı olabilecek ekonomik düzeyde olmalılar.

 

Onlardan yardım alınabilir.

 

Çünkü bütün mirasımı onlara bırakmış olacağım.

 

Cenazemin Ceyhan’a 19 kilometre uzaklıktaki Yellibel Köyü’nde atalarımın yattığı mezarlığa gömülmesini yeğenlerime vasiyet ettim.

 

(Mezarım; babamın yanındaki aile mezarlığında yer alacak.)

 

Eğer bu gerçekleşmiş olursa, mezarımın yitmemesi için (yeğenlerim yaptırmamışlarsa) mini bir anıt mezar taşı yaptırmanızı diliyorum.

 

Üstüne de (OKUDU-DÜŞÜNDÜ-YAZDI) notunu düşmenizi rica ediyorum. İnanıyorum ki;

 

100, 200 yıl sonra da düşüncelerim kendilerine yandaş bulacaklar.

 

Onlar benim mezarımı arayıp bulacaklardır.

 

Eğer bu mektubumu aldığınızda ölmüşsem; cemiyetimizin birkaç yöneticisinin Ceyhan’ın Yellibel Köyü’ndeki mezarlığımı ziyaret etmesini diliyorum.

 

Bu mektubu neden Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’ne yazdım?

 

Çünkü çocuklarıma ölümü sunmamak için yaşamı da onlara sunmadım, Evlenmedim…

 

Benim sevdiğim bir kuruluş, bir meslek örgütü olduğu için bu mektubu 2023’te Ç.G.C.yazdım.

 

Sonsuzluktan sevgiler, saygılar, mutluluklar dilerim.

 

Abdulkadir KAÇAR” MEKTUBA EK mektubunda ise şu görüşlere yerdi...

 

“Kitaplarımın ulusal boyutta yayınının sağlanmasıyla ilgili telif haklarını Ç.G.C. vermiyorum. Telif hakları; benim soyadımı taşıyan ya da ablalarımın çocuklarına aittir.

 

Yine; Ekspres Gazetesi’nde (ADANA BAB-I ALİSİ” yazı dizim vardı.

 

1980’li yıllarda Adana’da önemli gazeteci büyüklerimle söyleşiler yapmıştım.

 

Bunlara daha sonraki yıllarda gerçekleştirdiğim, Güney Haber Gazetesi’nde; EROL ERK’in de anılarının eklenerek yayınlanması, toplumun bilgi havuzuna atılmasını diliyorum.

 

Çünkü benim gazetecilik yaptığım dönemde ekonomik sıkıntılar yaşadığım için bu projelerimi gerçekleştirememiştim.

 

Son olarak; Tarihi insanlık tarihi kadar eski olan Türkler’in bundan sonra da sonsuza kadar yaşayacaklarına inanıyorum.

 

Ünlü kahin Nostradamus; (CENGİZ HAN 21.YÜZYILDA YENİDEN TARİH SAHNESİNE ÇIKACAK) diye bir kehanette bulunmuştu.

 

Bu büyük millet ne zaman sıkıntıya düşse büyük Atatürk’leri, Cengiz Han’ları, Fatih’leri ve daha nice kurtarıcıları tarih sahnesine çıkarmayı bilmiştir.

 

Türk analarının millete böyle kurtarıcı sunma özellikleri diğer ulusların analarından her zaman üstündür ve inanılmazdır…

 

2002’den Cumhuriyetimizin 100.yılı olan 2023’e selam olsun… 5 Eylül 2002 Abdulkadir KAÇAR”

(Bu mektubum PTT’ NİN 2002 yılında CUMHURİYETİMİZİN 100 YILINA MEKTUP kampanyası nedeniyle yazılmıştır... 1 Kasım 2023 günü Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Cafer Esendemir’ e ulaştı...)

 

...

 

İnsan ölümlü yazı ölümsüzdür;

Dünya adını verdiği gezegende yaklaşık 200 bin yıllık varlığında insan türünün en büyük icadı şüphesiz ki yazıdır...

 

Yazının ölümsüzlüğünü PTT kurumunun 2002 de açtığı “CUMHURİYETİMİZİN YÜZÜNCÜ YILINA MEKTUP” kampanyası somut olarak kanıtladı...

 

O tarihte aynı metini içeren üç adet mektup yazmıştım, birisi Çukurova Gazeteciler Cemiyetine, diğeri Ceyhan Kaymakamlığına, diğeri galiba aynı ilçenin Belediye Başkanlığı içindi...

 

Çukurova gazeteciler Cemiyetine yazdığım mektup başkan Cafer Esendemir kardeşime dün ulaştı...

 

21 yıl önce yazdığım mektubumu yanımda açtığında ben ondan daha çok heyecanlandım...

 

İki adet A-4 kâğıdına daktilo ile yazdığım mektubumu baştan sona kadar okuduğunda hayatı boyunca ağlamayan kişi olarak gözlerim sulandı...

 

Yazının ölümsüz olduğuna bir kez daha inandım...

 

Çünkü mektup başkan Cafer Esendemir’e ulaştığında ben çoktan ölmüş olabilirdim, ama yazının ölümsüzlüğü düşüncelerimi canlı, dinamik ve somut şekilde anlatıyordu...

 

Teşekkürler başkanım, var ol... Hayatındaki her şey düşündüğünden de güzel olsun...

Selam ve hürmetlerimle... 3 Kasım 2023 Adana...

ABDULKADİR KAÇAR...

 

 

GÜNEŞ HER SABAH

SENİN İÇİN DOĞAR...

 

Gazeteci;

-Bu büyük ve inanılmaz,

-Başarınızın sırrı nedir?

Ünlü ve kariyer sahibi

Büyük iş adamı;

-İki kelime der...

Gazeteci;

-İki kelime nedir?

İş adamı;

-Doğru kararlar, der...

Gazeteci;

-Doğru kararlar nasıl alınır?

İş adamı;

-Tecrübe der...

Gazeteci;

-Tecrübe nedir?

-İş adamı;

-Yanlış kararlar, der...

...

Bu konuşma da gösteriyor ki;

İnsan istemese bile,

Hayatı boyunca,

Bazen yanlış kararlar verebilir,

İnsan istemese bile,

Farklı ve yanlış yapabilir,

Bazıları bu yanlış kararlarla,

Doğru ve başarılarından

Büyük dersler çıkartarak,

İnanılmaz zirveleri yakalar...

...

Bazıları da hatalı,

Ve yanlışlarının

Altında nefessiz kalır...

Kaderine küser,

Hayata sırtını döner,

İflas eder, yok olur,

Ne kadar büyük başarılara,

İmza atmış olursa olsun,

Hayat sahnesinden bir varmış,

Bir yokmuş gibi silinip atılır,

Bu doğa yasalarının,

Şaşmaz şekilde işleyen kuralıdır...

...

Burada unutulmaması,

Gereken nokta şudur;

Hayat doğrular gibi

Yanlışların da toplamından oluşur,

Ne her zaman tam doğruları

Yaşar insan,

Ne de her zaman yanlışlarına

Kurban olur...

...

Peki, bu durumda ne yapmalı?

Hata mı yaptın?

Yanlış kararlar mı verdin?

Kendine kızma, üzülme,

Kendine sakın kırılma,

Kendine sakın darılma,

Hemen daha güçlü şekilde,

Silkinerek hızla ayağa kalk...

...

İsteyerek ya da istemeden,

Yaptığın hatandan,

Yanlış kararından,

Büyük dersler çıkart,

Yoluna eskisinden

Daha güçlü, bilinçli,

Matematiksel hesaplarınla,

Daha kararlı şekilde,

Çok daha iddialı olarak,

Yoluna devam et...

...

Bazıları yanlış kararlarından

Sonra hayata küserken,

Bu yanlışlarını,

Fırsat bilen akıllı olan,

Bazıları ise kaybettiği yerden

Ayağa kalkıp daha hızlı

Koşmayı başarıp

Zirvelerin yolunu tutar,

Çocukluğundan itibaren,

Umutlarını, kurduğu hayallerini,

Bir bir gerçekleştirebilir...

...

Koşullar ne kadar,

Zorlu olursa olsun,

İnsan hayatında hiçbir şeye

Geç kalmaz...

Kaybettiği yerden daha güçlü

Şekilde ayağa kalkıp,

Koşanlara başarı kendini,

Cömertçe sunar...

...

Çünkü hayatın her anı risktir,

Her insan düşebilir,

Her insan kaybedebilir...

Önemli olan koşullar,

Ne kadar zararına,

Olursa olsun,

Yola devam etmektir...

Kazananlar, zirveye ulaşanlar,

Hiçbir zaman yılmadan,

Küsüp darılmadan,

Kendine ve hayata kırılmadan,

Mücadelesine devam edenlerdir...

...

Çünkü güneş her gün

Yeni bir şeyler değiştirmen için

Senin için doğar,

İsteklerine ulaşman için

Senin için doğar...

...

Düştüğün yerden hemen kalk,

Kendine yetinmeyi bil,

Özünü yeniden değerlendir,

Bilinçaltı evrenini,

Yeniden programla,

Eskisinden daha kararlı,

Eskisinden daha hızlı koş...

...

Mutlu ve başarılı insan

AN da kalabilendir

Çünkü insan,

Arkasına bakarak ilerleyemez...

...

Düştüğüne sevinen

Düşmanların mı var?

Onların seni geçmesine izin ver...

Geçtikleri anda dostun olacaktır...

...

Düştüğüne üzülen dostların mı var?

Onları sen geçtiğinde de,

Kesin düşmanın olacaktır...

...

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

14 EKİMDE GÜNEŞ

TUTULACAK...

 

29 Mart 2006 günü güneş tutuldu ya;

Türkiye de olduğu gibi,

Adana da yaşam kısmen durdu...

Hava hafifçe karardı, sabah alacası, güneş doğmadan,

Önceki duruma dönüştü dünya...

...

Güneşin tutulduğu süre içinde;;

Kimi salâvat getirdi, dua etti,

Kimisi uğur getireceğine inandığı için

On-yirmi yıllık nikâh tazeledi,

Kimi hayatının dileğini tuttu,

Kimi hayaller kurdu, yeni umutlara yolculuk etti,

Ve gökyüzüne sıkılan, silah

Seslerini de kulağımla duydum...

...

Arkadaşımın aldığı kaynak yaparken

Kullanılan siyah beyaz camdan tutulmayı izledik;

-Ağabey baka bilir miyiz?

-Beyefendi camınızı rica edebilir miyim?

-Cam senin diye ne kadar uzun bakıyorsun?

-Biraz da bize ver, diye azarlayanlar...

-Hadi baktığın yeter kahrolası o camı bana ver artık...

-İçeride sinemada film başlıyor...

-Paramız araya gitmesin diyenler,

...

Sağ olsun çok centilmen olan arkadaşım,

Siyah camı önce kendisi 5-10 saniye kullandı...

Güneşe baktı;

-Aaa, dedi... Harika dedi...

-Yüz yılın mucizesi dedi...

Siyah camı elinden kapmak için herkes,

Hamle yapmaya başladığında ortalık birden karıştı...

...

90’ındaki kadın onun bir anlık dalgınlığından

Yararlanarak camı çekip elinden aldı;

-Önce ben bakacağım...

-Bu yaşıma geldim, artık benim görüp göreceğim

...

Yaşlı kadın kendisinin baktığı yetmiyormuş gibi;

4 yaşındaki torununu çağırdı;

-Melteeeem... Bak yavrucuğum...

-Sen de güneş tutulmasına ilk kez tanıklık et...

Çevremizdeki kalabalık itiraz etti;

...

Bir dakika bakan gençten sonra; kalabalık

Yeniden bir kez daha dalgalandı...

Emekli öğretmen; bizim mağduriyetimizi uzaktan,

İzliyormuş ki birden hamle yaptı;

İkinci delikanlının elindeki siyah camı alıp;

Yüzlerce kişinin arasından sıyrılarak bana yaklaştı;

Boğuk bir sesle;

-Al... Sen bak... Bu insanlar ne kadar saygısız...

-Kendi camınızı size bile vermiyorlar...

-Ayıptır, günahtır, yazıktır be, diye bana verdi...

10 saniye ya baktım ya bakmadım ki;

...

Bana bakan arkadaşım boynunu büktü...

-Ne yapayım? Elimden hiçbir şey gelmiyor...

-Camı ben aldım ama ne ben,

-Ne de sen doğru dürüst bakamadık, dedi...

Bir hayli zaman geçmiş;  güneş tutulması da sona ermiş gibiydi...

...

Ama olsun; halkımız her şeyin en güzeline layık...

Onlara dolaylı da olsa hizmet etmekten mutluluk duyuyoruz...

Kısmetse 30 Nisan 2060 yılında güneş tutulmasını,

Bir dağın başında; yine yanımızda birkaç gün önceden satın aldığımız çok sayıda siyah camla izlemeyi umuyoruz...

Ola ki, o arkadaşımın gittiği her yere aniden gelen insanlar olur, onları da güneşin tutulmasını izlemekten yoksun bırakmayalım...

(ÇOK ÖNEMLİ NOT; 14 ekim 2023 günü gerçekleşecek güneş tutulması Türkiye den izlenemeyecek, yarı halkalı tutulma, Amerika ve Meksika dan kısa süreliğine izlenecek)

 

ABDULKADİR KAÇAR...

 

HAYAT SEVGİYLE BAŞLATIR,

ACITARAK BİTİRİR...

 

Sadece başlamayan şey bitmez,

Oysa başlayan her şey kesin biter...

...

Rüya başlar-biter,

Para, sermaye,

Mal, mülk her şey biter.

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

Sevda, sevgi, aşk,

Hırs, endişe, korku,

Kaygı, tatlı acı biter,

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

İyilik kötülük,

Çabalama koşma,

Hatta tembellik,

Vurdumduymazlık biter,

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

Okul hayatı,

Çalışma dinlenme,

Üretme tüketme,

Biriktirme harcama biter,

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

İtibar itibarsızlık,

Siyasi otorite,

Ekonomik güç,

Her türlü zenginlik biter,

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

Biat-ortaklık,

Efendilik bağnazlık,

Bayağılık biter...

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

Kar zarar,

Saz söz,

Hitabet suskunluk biter,

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

Doğru-yanlış,

Erdem-erdemsizlik,

Gerçek-hayal,

Zor-kolay biter,

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

Durgunluk-çılgınlık,

Kabına sımamak,

Sır-mır biter,

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

Çoğunluk-azınlık,

İktidar muhalefet,

Güç-güçsüzlük,

Saygı-hürmet-sadakat biter

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

Barış-savaş,

Yol-yöntem

Orman, deniz,

Mutluluk-mutsuzluk,

Hayret etmek biter,

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

Düzen sistem,

Öğretmenlik-öğrencilik,

Yenilgi-zafer,

İflas-icra,

Hukuk adalet biter

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

İnanılmaz ama,

Her yaşam- canlı,

Hatta her cansız biter,

Dünya, Samanyolu galaksisi,

Tüm evren biter,

Çünkü bir kez başlamıştır...

...

Ne yapmak lazım?

Bitecek değerler eldeyken,

Bitmeden, her saniyesinin

Tadını çıkartıp, lezzetine varıp,

Dolu dolu değerlendirmek gerek,

Mucize olan hayatta biter,

Ama fırsat eldeyken

Değerlendirmek gerek...

...

Hayat sahnesinin değişmez;

Değiştirilemeyecek kuralıdır

Başlayanı bitirmek;

Hayat isimli öğretmen,

Sahneye saf olarak çıkartır,

Sonra büyütür eğitir,

Olgunlaştırır hatta bilgeleştirir,

Sonra da zevk duyarcasına,

Verdiği zamanı ömrü bitirerek,

Verdiği canı kesinlikle geri alır...

Evrenin asla değişmez yasasıdır;

Hayat başlatır; hayat bitirir...

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

HAYAT İNSANIN

KENDİNİ ARAYIŞ

SERÜVENİDİR...

 

Hangi ülkede,

Hangi yüzyılda,

Hangi kültürde,

Kişi kaç yaşında

Olursa olsun,

Hayatı insan her an,

Sürprizler yapar...

...

Öyle ki artık,

-Kesin biliyorum dediğinde

Hayat bilmediği yönleriyle

Onu hemen sınava çeker...

...

Bu nedenle,

İnsan hayatın sürprizlerine

Karşı her yaşında,

Farklı düşünür,

Farklı kişiler tanır...

...

Hayatına bazen,

Aşılamaz sınırlar koyar

Bazen de onları gereksiz

Bulup hemen kaldırır,

Ömür adı verilen,

Bu serüveninde,

Her şey tek düze

Halinde akıp gitmez...

...

Kişi bazen üzülürken,

Aniden bir olaya sevinir,

Çoğunlukla kararsız kalır,

Bazen de gücü tükenip,

Zamanın vereceği çareyi bekler...

...

Bazen de acımasız,

Olaylarla karşılaşır

Ezer ya da ezilir,

Hırslarının kurbanı olur,

Kıskançlık, entrika dedikodu,

Doyumsuzluklarla savaşır,

Karşılaştığı her olayda,

Paha biçilemez

Büyük deneyimler kazanır,

Bazen büyük tepkileri,

Yerini tepkisizliğe bırakır,

...

Arada bir de olsa,

Bazı duyguların,

Acımasız boyunduruğuna

Girer, bazılarını,

Kendi isteğiyle,

Ortadan hemen kaldırır,

Hayat hep kötü değildir,

Arada bir bağışıklıklar sunar,

Akıllı bir insanın,

Dediği gibi

“İNSAN HER ŞEYE,

ALIŞAN CANLIDIR”

...

Beşikten mezara kadar,

Ömür isimli serüvende,

İnsanın ısrarlı

Arayışı asla bitmez;

Gittiği her ortamda,

Baktığı her yüzde,

Dokunduğu her varlıkta,

Hayalini kurduğu,

İrili ufaklı düşüncelerinde,

Her umudunda,

Aralıksız hayat insanın

Kendini arayış serüvenidir...

...

Söylediği her sözde,

Yazdığı her harfte,

Koyduğu her noktada,

Soru, iki nokta üst üste,

Ünlem, soru işaretinde,

Tırmandığı dağlarda,

Üstüne bastığı kayalarda,

Tutunduğu her ağaçta,

Kullandığı otomobilde,

Konuştuğu mikrofonda,

Yürüdüğü her yolda,

Baktığı her şeyde,

Bastığı her toprakta,

Kurduğu her iletişiminde,

Konuştuğu her insanda,

Mesleğinin her anında,

Daima daha iyi, üstün,

En nitelikli, bilge olan,

Kendini sürekli arar,

Hiç karşılaşmadığı,

Özünü bu şekilde,

Bulup tanımlamak ister...

...

Hayat isimli öğretmeni,

Kişiye aralıksız şekilde,

Verdiği derslerle,

Devamlı yeni şeyler,

Öğretir, aralıksız eğitir

Bazen acımasızca bekletir,

Hayat onu bazen acıtır,

Arada bir de mutlu eder...

...

Kişi ne kadar sert,

Ne kadar saldırgan,

Ne kadar ılımlı,

Bir serüven izlese de,

Hayat onu mutlaka,

Uslandırır, eğitir,

Sabırla öğreterek,

Olgunlaştırır...

...

Her insan bu serüvende,

Hayatının bedelini,

Dolu dolu öder,

Kendini pek çok,

Olumsuzluklardan arındırır,

Çünkü gittiği her yere,

Daima kendini de

Götüren muhteşem,

Ve üstün bir varlıktır...

...

İnsan hayat serüvenin,

Bazı bölümlerinde,

Kendiyle baş başa,

Kalma seçeneğini kullanır,

Çoğu zaman yalnızlığın

Çaresini ister, bekler,

Bazen de ona sığınır,

O anda kendine olan,

Özgüveni artar,

En güvenli liman olan,

Kendine sığınarak,

İstediği büyük huzurlu bulur...

...

Her yönüyle kendini

Arayış olan bu serüvende,

İnsan isimli bu muhteşem

Canlı için aslında,

Her şey kendinden kaçış,

Sürekli kendine sığınmaktan,

Başka hiçbir şey değildir...

 

Abdulkadir Kaçar 2023 Adana...

 

 

 

 

HAYAT İNSANLARLA GÜZEL...

 

İnsan ömrü uzadı,

Sıkıntılar da o ölçüde arttı...

Günümüz yaşlılarının en önemli

Sorunu nedir?

-Yalnızlık...

...

Bu konuda uzmanlar ne diyor?

-Yalnızlık ve sosyal yalıtılmışlık beden,

Sağlığını alt üst edebiliyor...

...

Kalp, damar hastalıklarına,

Alzheimer dâhil bunama sorunu,

Yalnızlık çekenlerde daha sık

Daha erken yaşlarda rastlanıyor...

...

Bunun da ötesinde;

Yanlışlıkla sakinlik, yalnızlık sorunu

Ürettiği yoğun stres hormonları

Yoluyla damar sertliğinden eklem

İltihaplarına, şeker hastalığından,

Yüksek tansiyona pek çok hastalığın

Nedeni olabiliyor...

...

9.Cumhurbaşkanı Süleyman,

Demirel’in yıllarca doktorluğunu yapan,

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu bir gün;

Cumhurbaşkanına sormuş;

-Niçin bu kadar çok insanla,

-Görüşüyorsunuz, niçin

-Bu kadar çok çoğalmaya meraklısınız?

...

Bilge insan merhum Demirel’in verdiği

Yanıt evrensel içerik taşıyor;

Şöyle demiş;

-HAYAT İNSANLARLA GÜZEL...

...

Türkiye’mizin yetiştirdiği

Muhteşem insan devam etmiş;

Hatta not aldırmış demiş ki;

-YALNIZLIK VE SOSYAL İZOLASYON,

2000’Lİ YILLARIN ÖZELLİKLE YAŞLI,

İNSANLAR İÇİN EN ÖNEMLİ İNSANİ

SORUNLARDAN BİRİ OLACAK...

...

Ve devam etmiş;

-Yalnızlık sadece yüce,

Allah’ın baş edebileceği bir şey...

Eğer uzun ve iyi bir hayat sürmek

İstiyorsak, sağlıklı bir yaşam,

Sürecine olabildiğince

Olumlu insani ilişkiler

Anılar yüklemeyi arzuluyorsak,

Kalabalıklaşmak ve kalabalıklara,

Karışmak mecburiyetindeyiz...

...

Bu konuda Prof. Dr. Müftüoğlu;

Şöyle diyor;

-Araştırmalar net ve açık

Gösteriyor ki, yalnızlık sosyal yalıtım,

Depresyona, hatta intihar

Teşebbüslerine bile yol açabiliyor...

Çoğu araştırmalara göre, derin

Ve kalıcı yalnızlık neredeyse,

Bedenimiz için günde 15 sigara,

İçmekten daha kötü ve

Yıpratıcı olabiliyor...

...

Yine araştırmalara göre;

Yalnızlığımızı derinleşip,

Kronikleşirse kalıcı hale gelirse,

7 yıldan ölme riskimiz

Yaklaşık yüzde 30

Oranında artabiliyormuş...

...

Erken ölüm ile ilişkilendirilen,

Yalnızlık ve

Sosyal yalıtım meselesi,

Üçüncü bin yılın

En önemli tehditleri,

Olarak karşımıza çıkıyor...

...

Peki, yaşamı mutlu ve yalnızlıktan,

Uzak geçirebilmek üzerine neler yapmalı?

...

Mutlu olarak yaşamının,

Sırları üzerine ciltler dolusu

Filozoflar görüşlerini açıklamışlardır...

İnsan yine de yaşamının sırrını,

Çözme konusunda birkaç,

Adım atabilmiş sadece...

Eğer insan kendisini tanıyabilseydi,

Bu kadar büyük acılar çekip,

Bu kadar küçük mutluluklara razı olmazdı...

 

İşte kendini yenilemek isteyen;

Bilgiye her an açık tutanlara,

Kendini geçmek isteyenlere,

Kendisini tanımak isteyenlere,

“YAŞAMIN KÜÇÜK SIRLARI”

Konusunda bazı bilgiler;

...

.Bol bol gülümseyin, maliyeti sıfırdır hem de bedeline paha biçilemez...

.Cesur ol; değilsen de öyle davran...

.İnsanları adları ile çağır...

.Arkadaşlarına borç vermekte duyarlı davran...

Her ikisini de yitirebilirsin...

.Kimseyle köprüleri atma...

.Kaybedecek bir şeyi olmayanlardan uzak dur...

.Yaşamın her zaman adil olmasını bekleme...

.Hüküm vermeden önce iki tarafı da dinle...

.Zarif ol; kimseyi kendinden soğutma...

.Birine ‘SENİ SEVİYORUM’ deme fırsatını kaçırma...

.Sana yardımcı olanlara minnet duy...

.Zamanı ve sözlerini dikkatli kullan;

Her ikisi de geri alınamaz...

.Verdiğin öğütlerin tersi davranışlarından sakın...

.Başladığın her işi bitir...

.Kimsenin sözünü kesme...

.Devamlı ’BEN DÜRÜSTÜM’

-Diyenlerden şüphelen...

.Kimseye hak etmeyeceği,

-Kadar değer verme...

.Keşke yerine bir daha ki,

-Sefer demeyi dene...

.Ölüm kalım dışında,

-Hiçbir şey göründüğü gibi,

-Önemli değildir...

.Dinlemeyi öğren;

-Bazı fırsatlar kapıyı hafif hafif tıklatır...

...

İşte; yaşamın küçük sırlarıyla ilgili;

Akıllı insanların görüşleri böyle...

...

DÜŞÜNÜYORUM isimli,

Deneme kitabımda şöyle demiştim:

-Dinleyen hem mutluluğun hem de,

Acının sesini duyar; hangisine gideceğine,

Tamamen kendi karar verir...

...

Tüm bunlar doğru, bilgiler, deneyimlerden

Süzülen ballı sözler, inci taneleri,

Altın değerindeki öğütlerdir...

...

Hangisini alıp kullanacağınıza;

Nerede nasıl kaç yaşınızda,

İşinize yarayacağına;

Acılarınızı azaltıp mutluluğunuzu

Arttıracağınıza siz karar vereceksiniz...

İsterseniz mutluluğa;

İsterseniz acılara yönelin...

Çünkü yaşam sizin;

Seçim sizindir unutmayın...

ADULKADİR KAÇAR... Adana 2023

 

HAYAT SAHNESİNDEN

GÜLÜMSEYEREK İN

 

Hangi çağda, kültürde,

Toplumda, yaşarsan yaşa;

Ulaşmayı başardığın her yaşınla,

Gurur ve minnet duy,

Her fırsatta sahip olduğun,

Olanaklarla, kendini aralıksız

Olarak ödüllendir...

...

Hayat isimli bu sahnede

Yaşlanabilmeyi en büyük

Lütuf, hatta paha biçilemez

Bir büyük armağanı say...

...

Ulaşmayı başardığın

Her yaşında bir öncekine göre,

Daha sağlıklı, enerji dolu,

Neşeli, daima gülümseyen

Yüzünle örnek şekilde,

Mutlu ve daima güçlü ol,

Her yaşını coşkuyla, saygı ve

Sevgiyle kucakla...

...

-Kendimi daima sevdim,

-Kendimi seviyorum de,

-Ruhum ve bedenimle barışığım,

-Yaşamımın ustası oldum,

-Yaşadığım her türlü,

-Deneyimlerimden unutulmaz,

-Büyük dersler aldım,

-İnanılmaz büyük başarılara ulaştım,

-Bilgeliğimle onur duyuyorum de...

...

Hayat isimli evrensel

Ve ölümsüz öğretmeninin

Tüm derslerine sık sıkı sarıl,

Onun verdiği yaşattığı,

Her şeyi çok iyi öğren,

Her deneyimini saygıyla kucakla,

Bağrına basarak zevkine var;

Bu öğretmene olan öğrenciliğini,

Son nefesine ulaşıncaya kadar,

Aralıksız olarak sürdür...

...

Çünkü yüzde yüz bitecek

Olan bu sahnede,

Yaptığın ve söylediğin,

Her şey senin kim,

Olduğunu gösterir,

Kendi üstünlüğünü

Ve somut gerçeğini,

Tüm evrene sergilemek için

Aklının aydınlığını daima

Arttır cesaretini,

Sonuna kadar,

Kararlı şekilde kullan...

...

Bunu başarıp

Kendine yeterli olduğunda,

Her türlü aydınlanma erdemi

Sana kendi mucizesini sunacaktır...

...

Daima her bilgiye,

Açık ol çağın getirdiği,

Teknolojiye en büyük,

Uyum sağla, her aşamasını

Sonuna kadar başarılı

Biçimde kullan,

Hayat isimli bu sahnede,

Kendin geliştirebilecek,

Yepyeni farklı hobiler oluştur...

...

Kendini, yaşamı ve evreni,

Keşfetmek için

Bol kitap oku,

Düşünce dünyana

Her nefesinde egemen ol,

İçinden yeni kendinler çıkartıp,

Daha yüksek, en kaliteli,

Her zaman insanlara,

Örnek olacak bir hayat yaşa...

...

Unutmaman gerekir ki;

Bu bilinçle davrandığında,

Her ulaştığın yaşında,

Bir öncekine göre,

İçindeki sonsuz,

Ve daha büyük potansiyelini

Keşfedeceksin...

...

En somut niyetinle,

Yaptığın akılcı seçimlerin,

Kurduğun hayallerine,

Yeni umutlarınla

Hiç beklemediğin bir anda

Büyük değerlere ulaşacaksın...

...

Kaç yaşında olursa ol,

Hayallerinin ve tutkularının,

Peşini bir an bile asla bırakma,

Elde etmeyi başardığın,

Umutlarını, kurduğun

Hayallerini dolu dolu,

Yaşamaktan daima kıvanç duy...

...

Dünya adını verdiğimiz,

Bu tiyatro sahnesi içinde yaşadığın,

Koşullar ve sıkıntı,

Hatta sorunlarının,

Boyutları ne kadar olumsuz,

Oursa olsun,

Her şeye daima yeniden,

Başlamaktan asla korkma...

Hedeflerine yürürken,

Hiçbir yaşında asla,

Kararsız davranıp,

Geri adım atma...

...

Beden ve ruhunu sevmemek,

Tembellik, çekingenlik,

Pısırıklık, küskünlük,

Vurdumduymazlık,

Boş vermişlik,

Daima başarısızlık,

Getirir unutma...

...

Hayat isimli bu mucize

Serüvenin sunduğu,

Her fırsatı ve şansını,

Sonuna kadar,

Gururla ve cesaretle kullan...

...

Her adımında,

Her düşüncende,

Daima özel ve özgün ol,

Kendini öyle hisset,

Bu durumunu bu şekilde,

Kabul eden akıllı insanlarla

Arkadaş ve dost ol...

...

Kaç yaşına kadar

Ulaşırsan ulaş,

Kimseye en küçük,

Bir sorun oluşturma,

Canlarını sıkacak,

Morallerini bozacak,

Bir sıkıntı verme...

...

Her yönüyle tiyatro olan,

Hayat isimli bu serüvende,

Karıncadan da küçük olsa;

Toplumun yaşama geçirdiği,

Her değere sonuna kadar

Saygı duymaya devam et...

...

Dünya insanlık ailesindeki,

Tüm insanları sevgi

Ve daima saygıyla kucakla...

...

İnsanlar arasında,

Renk, cins, dil, din,

Mezhep, sosyal statü,

Ekonomik ve siyasi güç

Ayrımını yapanlardan olma...

...

Hayat isimli mucize eserini,

En akılcı şekilde,

İnşa ederek,

Örnek şekilde tamamlayarak,

Yeni gelecek kuşaklara

Evrensel yolu gösteren,

En bilge insan ol...

...

Elbette her şeyin sonu

Olduğu gibi;

Yaşam isimli sahneden,

İnme zamanın geldiğinde,

Asla üzülme, aksine,

Rolünü başarıyla oynadığına,

İnanıyorsan bu ayrılık

Anından mutlu ol...

...

Ve hayatının son rolünü,

Coşkuyla, sevinçle,

Gülümseyerek başarıyla oyna;

...

Hatta hayat sahnesinden

Mutlu şekilde inerken,

El sallayarak,

İnsanlara örnek

Olacak şekilde,

Gülümseyerek,

Veda etmeyi başar...

...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

HAYAT TAM BİR  ŞOV

AİDİYET MUTLULUKTUR...

 

Bir soru;

-Kendini, kime, neye, nereye, nasıl, ne kadar,

Hangi ölçüde hangi değere AİT hissedersin?

...

Ülken, devletin, kentin, sevgilin, ailen, eşin, işin,

Çocukların, annen-babana mı AİDİYETİN?

...

Peki, AİDİYET konusunda,

Kendini onlara adama nedenin nedir?

Hangi değerlerle kendini onlara sınırsızca,

Ve özverili biçimde ait hissedersin?

Sevgi mi? Aşk mı? Saygı mı? Korku mu?

Para mı? Şöhret mi? Siyasi güç mü?

Ekonomik neden mi?

Sosyal ve fiziki zorunluluk durumu mu?

...

Ya da yukarıdaki sorulardan hangisine

Kendini AİT hissettiğinde mutlu olursun?

Ya da ne kadar doyuma ulaşırsın?

Hayatla dolu dolu cıvıl cıvıl barış içinde hissedersin?

Kendini değişim, dönüşüme ve aşmaya hazır biçimde,

Bilinçaltı ve bilinç üstünü yenileyerek sevinç içinde mutlu olarak bilgece yaşarsın?

...

Peki, AİDİYET duygundaki somut ölçü nedir?

Adanmışlık mı?

Canını verebilecek kadar sınırsız sevgi mi?

Kutsal değerlere olan,

Manevi bağlılık mı? Saygı mı? Tehdit mi?

Şantaj mı? Fedakârlık mı? Nefret mi?Kin mi?

Politik baskı mı? Vatan sevgisi mi?

Ekonomik çıkar mı? Mahalle baskısı mı?

Nedir?

...

Bu sorulara somut biçimde, yanıt verip;

AİDİYETLERİNİ net olarak belirleyen insanlar,

Evren, dünya, hayat ve kendi ve çevresiyle,

Ömürleri boyunca barış içinde mutlu yaşarlar...

Onlar her daim olumlu düşünüp,

Olayların olumlu yanını görüp değerlendirirler;

Bu kişiler çalıştıkları kurumun geleceğine inanırlar,

Yarınlarını emekleriyle orada şekillendirirler,

Hangi mesleği yaparlarsa ona;

Tüm zamanlarını, enerjilerini

Harcayıp kendilerini adarlar,

-Ben buradan emekli olurum,

-Çocuklarımı okuturum,

-Evimi otomobilimi alırım,

-Yatırımı yaparım derler...

Sevdikleri diğer insanlarla tam bir uyum içinde yaşarlar,

Her türlü kazanımlarını ortaklaşa kullanırlar,

Sevdikleri kişi için gerekli her türlü,

Özveride fedakârlıkta bulunurlar,

Sevdikleri ve bağlandıkları için sadık olurlar...

Nereye kime AİDİYETLİKLERİNİ,

Belirleyemeyenler ise mutsuzdur;

Her şeyi olumsuz düşünür,

Olayların olumsuz yanlarını öne çıkartır,

Hayatın her getirisi ve götürüsüne yüzünü ekşitir,

Kendiyle arasına duvarlar örer;

Ruh ve bedeniyle çelişkiler yaşar,

Kendini seven çevresiyle, uyumsuzdur,

İnsanlara karşı sevgisiz, saygısız, kavgalıdır,

En belirgin özelliği geçimsiz, kaygılı olmasıdır,

Olaylara sürekli kıskançlık penceresinden bakar,

Sevmediklerinin aleyhinde dedikodular yapar,

İnanılmaz entrika plan ve projeleri,

Düşünüp insanlara tuzak kurup uygular,

İhanet etmeyi büyük başarı sayar,

Kimseyi bulamasa kendiyle kavga eder,

Asla gülümsemez, gülümseyenlere dayanamaz,

Her anı olumsuzlarla dolu ve acılı şekilde yaşar...

...

Birde bir de üçüncü gurup vardır ki;

Onlarda sürekli fikir değiştirir;

AİDİYET hisleri her an farklılaşır;

Bazen AİDİYETİNE tam bağlıdır,

Bazen AİDİYETİNİ ret ederler,

Bazı kişileri severler;

Bazılarını görmek bile istemezler;

Ruh ve bedenleri sürekli parçalı bulutludur;

Her alanda olduğu gibi,

AİDİYET duyguları da daima

Kararsızlıklar içerir

Bazen mutlu, bazen de mutsuzdur...

...

Beden ruhuyla barışık yaşayan;

Hayatın her türlü sorunlarını çözmeyi başaran;

Tüm gizemlerinin farkına varıp,

Bilgeliğe ulaşmayı başaran,

Akıllı her insan sadece bir kez geldiği;

Hayat isimli mucize serüveni beşikten,

Mezara kadar tamamen muhteşem,

Bir şov olduğuna inanır

Ona göre davranıp, her saniyesinin,

Her nefesinin tadını çıkartır...

...

Yukarıdaki sorulara insanın,

Verebileceği en somut yanıt;

Yaşadığı ülke, kent, hayatı

Kendisi, toplumla, ailesi,

Çevrendeki bireylerle,

Olan bağlılığının,

Sevgisinin ölçüsünü,

Somut net olarak ortaya çıkartacaktır...

...

Belki bu soruyu bazı kişiler;

Kendine ömür boyu hiç sormamış olabilir?

Aslında sormayı aklının ucundan bile geçirmemiştir?

Belki de çevresindeki kişiler,

Bu türlü sorulara onu yöneltmemiş olabilirler?

...

Aslında ülkemizdeki insanların pek,

Çoğunun aklına gelmeyen bu türlü,

İnce ve zihni yoran ilginç sorular;

Genellikle insanlara sorulmaz...

Aslında bunda;

Ne yasak, ayıp, günah, tehdit, şantaj,

Ne de mahalle baskısı vardır...

Sadece insanlar bu konuya yoğunlaşmamıştır,

Ya da yoğunlaştırılmamıştır...

...

Ama kendini aşmak için bilginin,

Sürekli peşinden koşan akıllı her insan;

Okudukça, düşündükçe, yazdıkça,

Araştırıp inceledikçe,

Hayatı aralıksız sorgulayan kişilerin,

Yoğunlaştığı farklı konulardır...

...

“HİÇ BİLENLE BİLMEYEN BİR OLUR MU?”

Özdeyişinden yola çıkarak,

Aklını kullanmayı başaran her insan için, okumak, öğrenmek, bilmek, sormak, sorgulamak, hayatı toplumlardan farklı ve bilinçli yaşamanın getirdiği en büyük sorumluluktur;

Bunun sonunda insan bilgelik gibi muhteşem bir olgunluğa ulaşır...

...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

HAYAT TAM BİR ŞOV;

İNSAN ŞOVMENDİR...

 

Hayat tam bir şov,

Her insan beşikten,

Mezara kadar şovmendir...

...

Anne rahminden et parçası şeklinde;

Bilgisiz ve bilinçsizce,

Hayat sahnesine çıkan çocuk;

Ağlayarak, bilinçsizce beden dilini,

Kullanarak ilk şovuna başlar;

Geliştiği her saniye,

Her dakika, saat, gün,

Her yıl bu şovunda ustalaşır;

Ayrıca ileri yaşlarda

Sözlü şovu da öğrenir

Beden dilinde olduğu gibi

Bu sözlü şovda profesyonelleşip,

Sahtekârlık boyutlarına taşıyarak

Mezarına kadar devam eder...

...

Yeni doğan çocuğun ilk nefes alması,

Annesini emmesi ilk doğal

Beden dili şovudur,

Büyük ya da küçük çişinin,

Gelmesi, uykusu,

Uyanması, ağlaması,

Gülmesi de bilinçsiz şovudur...

...

İlerleyen zamanlarda,

Karnının acıkmasını,

Susuzluğunu ağlayarak,

Herhangi bir rahatsızlığını,

Yine beden diliyle küçük,

Şovlar yaparak ihtiyaçlarını,

Aralıksız olarak anlatmayı,

Sürdürür...

...

Biraz daha geliştiğinde ise;

Sevilmek, okşanmak, kaşınmak,

Soldan sağa, sağdan sola döndürülmesi,

Gazının çıkartılmasını,

İstemesini de aynı doğal,

Beden şovla anlatır...

...

Üşümesi, terlemesi,

Yattığı yeri beğenmemesi,

Bir yerinin acımasını,

Rahat nefes almasını,

Hapşırıp öksürmesini;

Söz şovunu henüz bilmediği için,

Küçük beden şovlarıyla ifade eder...

...

Dünya evrenin;

İnsan da dünyanın özeti,

Olduğuna göre;

Evrenin ve dünyanın hala çözülmeyen,

Sonsuz kadar da gizemini,

Koruyacak olan sayısız sırlarının,

Bulunduğu gibi;

İnsan da küçük bir evren,

Olduğuna göre aynı şekilde,

Çözülemeyen ve asla,

Çözülemeyecek olan,

Tanımlayamadığı farklı,

İç dürtüleri bulunur...

...

İşte anne rahminden çıktığı,

Çocuk yaşta başlayan;

Henüz sözlü olarak ifade etme

Yeteneğine ulaşmadığı süreçte,

Hayatına dair her türlü ihtiyaçlarını,

Başka yöntem ve tarz bilmediği için,

Bebeklik döneminden başlamak üzere;

Her türlü ihtiyacını doğal,

Beden dili şovuyla ifade etmeyi sürdürür...

...

Olgunluk yaşına geldiğinde

İse insan beden diline bu kez

Sözün gücünü de kullanarak,

Söz şovu da ekler;

Ömrü boyunca da,

Bu iki şov yöntemini,

Aralıksız şekilde kullanır;

 

Eşi karısına; karısı kocasına,

Annesi çocuğuna; çocuğu annesine,

Delikanlı sevgilisine;

Sevgilisi delikanlıya,

Öğretmen öğrencisine;

Öğrencisi öğretmenine,

Arkadaşı arkadaşına,

Esnaf müşterisine; müşterisi esnafa,

Doktor hastasına; hastası doktoruna,

Bankacı müşterisine;

Müşterisi bankacısına,

Amir işçisine; işçisi amire,

Muhtar mahallelisine;

Mahalleli muhtarına,

Doktoru hastaya; hasta doktora,

Politikacı seçmenine;

Seçmeni politikacıya,

Otobüs şoförü müşterisine;

Müşterisi şoföre,

Komşusu komşusuna;

Yöneticisi apartman sakinine;

Sakini yöneticiye,

Çiftçi işçisine; işçisi çiftçisine,

Mezar kazıcısı ölü sahibine;

Ölü sahibi mezarcıya,

Hoca cemaatine; cemaati hocaya,

Hâkim kâtibine; kâtibi hâkime,

Komutan askerine; asker komutana,

Gazeteci patronuna; patronu gazeteciye,

Sanatçı ustasına; ustası sanatçıya,

Terörist ipini tutan emperyaliste;

Emperyalist teröriste

Hem beden dili hem de,

Sözlü şov yaparak,

İsteklerini en etkin şekilde anlatır...

...

Çünkü insan türü;

Hayat isimli bu sahnede,

Varlığını sürdürebilmek için;

Her türlü ihtiyaçlarını,

Yaşamsal sıkıntılarını,

Her türlü isteklerini,

En kolay, kısa ve kestirme,

Yöntem olan doğal beden dili

Ve ilerleyen yaşlarında,

Öğrenip ustalaştığı sözlü,

Şovuyla kolayca anlatır...

...

Sınırsız hayalleri, umutları,

Tatmin edilmek istenen,

Sayısız iç dürtüleri,

Bir türlü gerçekleştirilmeyen,

Bu çeşit duygularını insan;

En objektif şekilde beden dili

Ve sözün gücünü kullanarak,

Kendinin bile tanımlayamadığı,

İç dürtülerini bu şovlarla anlatır...

...

Olgunlaştığı her yaşında,

Ulaştığı bilgi edindiği deneyimler,

Kullanmayı başardığı,

Bazı farklı yöntemler,

Kullanarak şov yapma konusunda,

Öyle ustalaşır, uzmanlaşır ki;

Artık beden dilinin de ötesinde;

Bu kez sözün en sihirli,

En vurucu gücünü keşfederek,

Ve onu en etkin şekilde;

Ve daima emsallerinden,

Üstün kullanarak;

Ömrünün sonuna doğru,

Şov yapma ustalığının,

Üstadı olur...

...

Artık sözlü ve beden diliyle,

Şov yapmayı en ince,

Sanat haline getirip,

İstediği, umut edip,

Hayalini kurduğu,

Zirveye taşır...

...

Tam olgunluk döneminde,

Aklını iyice aydınlattığında,

Tek bir nefeslik sürede;

Bin türlü söz ve beden,

Dili şovu ve şekli düşünür,

Bin türlü şov senaryosu,

Yazmayı başarır...

...

Söz ve beden dilinin şovuyla,

Karşısındakini hissettirmeden,

Onu en hileli biçimde

Kullanma sihirbazlığı sayesinde;

En kusursuz en hileli,

En acımasız şovunu uygular...

...

En zeki rakibini geride

Bırakabilmek için kişi;

Söz ve beden dilinin şovuyla;

Şöyle programlar yapar;

Nasıl kaldırılır,

Nasıl aldatılır,

Nasıl sömürülür,

Nasıl kazık atılır,

Nasıl dolandırılır,

Nasıl lokması elinden alınır,

Nasıl yedi göbeğinin hakkı gasp edilir,

Nasıl hile yapılır,

Nasıl politika ile avlanır,

Nasıl korkutulur,

Nasıl sindirilir,

Nasıl kişiliksizleştirilir,

Nasıl aç bırakılır,

Nasıl biat ettirilir,

Nasıl kendine köle yapılır,

Nasıl sahip olduğu her türlü maddi manevi,

Değerleri nasıl ele geçirilir;

Kişi nasıl sömürülür?

...

Sayısız senaryoların en

Kusursuz şekline göre;

Kendine rakip olarak gördüğü,

Sevmediği insanlar;

Hangi cinayet şekliyle

Ortadan kolayca kaldırılır;

Örneğin; yavaş yavaş gizlice

Nasıl zehirlenebilir,

Nasıl bir trafik kazası,

Süsüyle kolayca yok edilir?

İşlemediği cinayet;

O insanın üstüne atıp

Ömür boyu zindanlara nasıl gönderilir,

Hangi öldürücü iftira atılır,

Neresine nasıl ihanet edilir,

Nasıl bedenen ortadan kaldırılır?

...

Tüm bunların sayısız

Ve kusursuz şekilde;

Yazılı ve sözlü senaryoları,

Zekice üretilir,

Bunların her türlü,

Gizli ve açık şov testleri yapılır,

Tüm bunlar provadan sonra,

Ustaca nasıl uygulanır?

...

Doğduğu andan itibaren,

Şov yapma konusunda ustalaşan insan,

Her yaşında kurduğu tuzaklar,

Yaptığı doğal bedensel ve sözlü,

Şova dayalı ihanetlerle,

Rakibine karşı çeşitli başarılara ulaşır;

En iyi, en usta şovu yapan,

Kendini en iyi pazarlayanlar,

Politikacılar lider olur,

Zenginleri şovuyla ikna edenler,

Onun her türlü kaynaklarını,

Kullanarak kişiden daha büyük zengin,

Bilgileri çalmayı başaran ise,

En büyük bilgi sahtekârı olur...

...

Şov yapma konusunda ustalaştıkça,

Söz ve beden dilinin doğal,

Şov konusunda kendini geliştirdikçe,

En önemlisi de doğuştan

Gelen yetenekleri ölçüsünde;

İnsanlar ŞOV YAPMA BECERİLERİ KONUSUNDA Birden yüz binlere kadar derecelendirilir...

...

Birinci sınıf sihirli şekilde,

Kandıran şovmenler;

Kendi aralarında sayısız,

Sınıflara ayrılırlar;

Beden diliyle karşısındakini,

Sinsice ve kolayca avlayanlar;

Sözün gücünü kullanarak,

İnsanları tuzağına düşürürler...

...

İkinci sınıf şovmenler;

Kendi aralarında sayısız,

Sınıflara ayrılırlar...

...

Orta ölçüde şov yapanlar,

Arasında sınıf farkları yoktur...

...

En son sırada ise kötü,

Şov yapıp eline yüzüne,

Bulaştıranlar bulunur;

...

Peki ya ömrünce şov yapamayanlar;

Söz ve beden dili şovunu,

Beceremedikleri için;

İnsan guruplarının en altındaki,

Garibanlar sınıfını oluşturur;

...

Usta şovculara hayran olurlar;

Onların söz ve beden şovlarını,

Büyülenmiş şekilde,

Adeta nefes almadan izlerler...

Bu kişiler usta şovmenler,

Tarafından üstlerine basılarak,

Aşağılanıp sahip oldukları,

Her türlü maddi ve manevi,

Hakları ellerinden alınan,

Aç bırakılan hakları gasp edilen,

Hatta ülkeleri başta olmak üzere,

Her türlü mal ve canları,

Ellerinden alınan zavallılardır...

...

Bu zavallılar;

Ne doğduklarında,

Ne çocukluklarında,

Ne yetişkinliklerinde,

Ne olgunluklarında,

Ne de yaşlılıklarında sözlü

Ve beden diliyle şov yapmayı,

Başaramadıkları, böyle bir

Yetenekleri olmadığı için;

Yapmaya çalıştıklarında da;

Her şeyleri ellerine yüzlerine bulaştırırlar;

“CANIM DİYENLERE CANIN ÇIKSIN”

Derler popolarıyla çamlar deviren cinstir...

...

Tarih ve zaman isimli ölümsüz;

İki hakem bu zavallı,

Ve şov yapama yeteneği,

Olmayan gariban insanları

Yok, saydıkları için,

Bu sahnede bin yıl yaşasalar da,

Varlıklarından söz etmezler...

Yaşadıklarına dair hiç bir

Kayıt tutulmaz...

Ne doğduklarında, ne de,

Öldüklerine dair hiçbir

Değeri olmayan otlar gurubundadır...

...

Seçim her insanın kendinindir...

Ya beden ve söz şovunu

Çok başarılı biçimde kullanıp,

iyi bir şovmen olup

İyi bir politikacı,

İyi bir zengin,

Ya da şov yapamayan,

Her hakları elinden alınan,

Zavallılar gurubunda olabilirsiniz..

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

HAYAT UMUT

YOLCULUĞUDUR...

 

Umut bir inanç,

Bir duygu,

Bir düşüncedir,

Yola çıkmaya cesaret etmek,

Olumlu düşünüp,

Olumlu hareket etmektir...

...

Umuda gitme için;

Yol daima ayağının ucundan başlar,

İlk adım büyük adımdır

Uzun bir yolculuk tek bir adımla başlar...

...

Umutlu insan için;

Her yeni gün,

Yepyeni bir armağandır;

Hayata sıfırdan yeniden;

Başlamaktır...

...

Umudu bulabilmek için;

Olanaklarımızla başlayıp,

Yola çıkmayı gerektirir;

Kararlı, cesur, yorulmadan;

İlerlemek şarttır...

...

Bu yolculukta daima,

Umutlu olmak,

Her adımda ona ulaşacağımızı,

Düşüncemizi pekiştirmemiz

Kaçınılmazdır...

...

Umuda yolculuğunda,

Nelerden uzak durmamız;

Hangi düşüncelerimizi;

Kucaklayarak yanımıza,

Almalıyız?

...

Çünkü umut bir inanç;

Bir duygu ve düşüncedir...

...

Hayat isimli bu sahnenin

Yolları daima inişli çıkışlı;

İnanılmaz engeller,

Bataklıklar, sorunlarla doludur...

...

Aslında her insan kendini;

Bazen mutsuz hissedebilir...

...

Bu aslında çok normal...

Böyle zamanlarda hayatımızın,

Kontrolünü yeniden

Elimize alıp;

En baştan başlamamız gerekir;

...

Umuda yolculuğunda;

Nelerden uzak durmalı?

...

Nelerin bizimle arkadaşlık,

Yapması için kucak açmalıyız?

...

Umuda giden yolda;

Uzmanlar şunları öneriyor;

-Amaç belirle,

-Hedeflerin ulaşılabilir olsun,

-Kararlı ol,

-İnancını kaybetme

-Hayal gücünden yararlan,

-Kendine pozitif onaylamalar ver,

-Yeme ve içme alışkanlıklarını gözden geçir,

-Düzenli spor yap,

-Müzik dinle,

-Problemlere değil çözüme odaklan,

-Gülmeyi ihmal etme,

-Gerektiğinde profesyonel yardım almaktan çekinme,

-Yarın değil, şimdi başla,

-Dünden ders çıkar, bu günü yaşa, yarın için umut et,

-Unutma dünyada senden bir tane daha yok...

...

10 yaşındaymış gibi gül,

20 yaşındaymış gibi eğlen,

30 yaşındaymış gibi gez,.

40 yaşındaymış gibi düşün,

50 yaşındaymış gibi tavsiye ver,

60 yaşındaymış gibi önemse,

70 yaşındaymış gibi sev...

...

Yine aynı uzmanlar;

Umut yolculuğumuzda

Şunlardan uzak durmamızı öneriyor:

-Olumsuz düşünceleri hayatından çıkar,

-Kendini üzmeyi bırak,

-Şikâyet etme,

-Başına gelenlerden kimseyi suçlama,

-Korkularına teslim olma,

-Hayallerini büyük endişelerini küçük tut,

-Geçmişi düşünmeyi bırak,

-Umutları yüksek olan kişilerle arkadaşlık yap,

-Seni aşağıya çekenlerden uzak dur,

-Unutma, umut da umutsuzlukta bulaşıcıdır,

-Dalga dalga yayılır,

-Sen umudun dalgasına kulaç at,

-Umutsuzluğun değil...

(Bu makale YELDA BAŞARAN ’ın söyleşinden esinlenilmiştir)

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

HAYATI GÜZELLEŞTİREN

ÖĞÜTLER...

 

Bunlardan hangisini uygulayabiliyorsunuz?

Ya da hayatın ne kadarını bu öğütler sayesinde güzelleştirebiliyorsunuz?

Bunu bilemiyorum ama şunlara göz atın;

 

Rus yazar Tolstoy’un ders niteliğinde;

Hayatı güzelleştiren öğütlerinden bazıları şöyle...

 

1-Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar...

 

2-Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın...

 

3-Bozuk para insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden harcayın ikisini de gitsin...

 

4-İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak gerekir...

 

5-Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder ama hiç kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez.

Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez...

 

6-Varlığı bir şey kazandırmayan insanların, yokluğu hiçbir şey kaybettirmez...

 

7-Ne diye şeytana kızarsın? Bir iyilik yap da, o sana kızsın...

 

8-Bil ki, yaşadıklarınla değil yaşattıklarınla anılırsın; unutma ne yaşattıysan elbet bir gün onu yaşarsın...

 

9-Bir insanı bulunduğu mevkiyle değil, göz koyduğu mevkiyle ölçmek gerekir...

 

10-En güçlü iki savaşçı sabır ve zamandır...

 

11-Bir insan acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır...

 

12-İnsanın gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruştadır...

 

13-Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür...

 

14-İnsanların çoğu onu yapıyor diye yanlış, yanlış olmaktan çıkmaz...

 

15-Kimse, kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir, bilmelisin. Küçümsediğin her şey için gün gelir, önemsediğin bir bedel ödersin...

 

16-Birine çamur atmadan önce iyi düşün ve sakın unutma: önce senin ellerin kirlenecek...

 

17-Başkalarının hayatından ders alın...

İnsan, bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor değil mi?

...

Hayatı güzelleştiren diğer öğütler ise şunlar;

İnsanlar ikiye ayrılırlar:

Başkaları için yaşayanlar,

Başkaları sayesinde yaşayanlar.

Sorun olanlar, çözüm olanlar…

Ümit kıranlar, ümit verenler…

Dert üretenler, deva üretenler…

Şikâyet edenler, çare bulanlar…

Aynı havayı soluyan,

Aynı sıkıntıyı yaşayan,

Aynı sevince ortak olan iki insandan biri dert küpü olur çıkar, diğeri deva küpü.

Biri şikâyet üretir, öbürü çare.

Biri yük olur, öbürü yük taşır...

Ben bugüne kadar çözüm olanlar tarafında oldum, olumsuz durumlarda karşılaştığımda bile ümidimi yitirmedim.

SİZE DE TAVSİYE EDERİM...

...

Kuş yaşarken karıncaları yer ama kuş ölünce onu yiyen karıncalardır...

 

Zaman ve koşullar her an değişebilir...

Bu nedenle, etrafınızdaki hiçbir şeyi değersizleştirmeyin...

 

Bugün gücünüz olabilir ama unutmayın:

Zaman hepimizden çok daha güçlü!

 

Bilin ki bir ağaç bir milyon kibrit yapar ama bir kibrit milyonlarca ağacı yakmaya yeter...

Öyleyse iyi ol! İyi yap!

 

"Zaman bir nehir gibidir aynı suya asla iki kez dokunamazsınız, çünkü geçen su bir daha asla geçmeyecektir...

 

Hayatınızın her dakikasının tadını çıkarın ve şunu unutmayın:

Asla güzel görünüm aramayın çünkü zamanla değişirler...

 

Mükemmel insanları aramayın çünkü onlar yok; Ama her şeyden önce gerçek değerinizi bilen birini arayın. "

 

İnsanları hiç tanıyamamışım diyeceksin…

Unutma:

 

Menfaatler şekillendikçe, yüzler değişir.

Yüzler değiştikçe, özler değişir...

 

Özler değiştikçe, sözler değişir...

Çünkü menfaati bitenin muhabbeti de bitiyor...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2022

HAYATIN ANLAM NEDİR?

Size soru;

-Hayatın anlamı nedir?

Ya da;

-Bu soruyu kendinize,

Ömür boyu hiç sordunuz mu?

Ya da;

-Eğer sorduysanız yanıtı bulabildiniz mi?

...

Peki, hayatın anlamı nedir?

-Deha mı olmak mı?

-Mucize mi?

-Yetenek mi?

-Çok yakışıklı olmak mı?

-Çok çalışmak mı?

-Şifreleri nedir?

-Yedi kat yerin altında mı?

-Yedi kat yerin üstünde mi?

-Ölümsüzlük ağacı yanıt olabilir mi?

-Kelebeğin kanadında mı?

-Gülümsemede mi?

-Aşta mı?

-Sevgide mi?

-Sevda da mı?

Yanıt bunlardan hangisi?

...

Akıllı bir insan diyor ki;

-Aklını kullanıp aramayı başaran,

İnsan için;

-Hayatın anlamı hem her yerde;

-Hem de hiçbir yerdedir...

...

Peki, bu sorunun yanıtı,

Nerede gizlidir?

Aslında kafasını çalıştıran,

Çok kolay bilecektir...

-HAYATIN ANLAMI,

ÖMÜR BOYUNCA

YAPTIĞIN SEÇİMDEDİR...

...

Başka bir ifadeyle;

-KENDİNİ ADADIĞIN,

İŞİNDEDİR ŞEYDİR...

Yani adadığın şeyin içindedir...

...

Eğer kendini adadığın bir,

İşin bir uğraşın yoksa

O zaman sıkıntı, sorun, problem,

Depresyon, korku, endişe, belirsizlik,

Can sıkıntısı, moral bozukluğu,

Hayal kırıklığı, umutsuzluk,

Gelip sizi bulacaktır...

...

İşte hayatın hem anlamı,

Hayattaki mutluluğun anahtarı,

KENDİNİ ADADIĞIN

BİR ŞEY YAPMAKTIR...

...

Bir başka açıdan bakınca;

Bu soruya verilecek yanıtlar

İnsan sayısı kadar fazladır...

Çünkü herkesin kendini adadığı

Üstün ümitleri hedefleri, hayalleri

Vardır...

Ve bu sınırsızdır...

...

Kimi müziğe adar kendini,

Kimi sanatın başka bir koluna,

Bazıları çiftçilik yapmaya,

Bazıları gemicidir,

Şarkıcı, türkücü, hikâyeci,

Fotoğraf sanatçısı, nakliyeci,

Çaycı, kahveci, kunduracı,

İmalatçı, sinemacı, tiyatrocu,

İhracatçı, gazeteci, vs...

Yani insanın oluşturduğu her

İş kolunda kendine bir uğraş

Bulmuştur bulacaktır...

...

Sonuç olarak;

Hayatın anlamı;

KENDİNİ ADADIĞIN,

ADAYACAĞIN,

Bir uğraşının olması...

O alanda çalışıp, yoğunlaşması,

Ustalaşıp bilgeleşmesidir...

...

Aslında bu formül mutluluğun da

Formülüdür...

ADANMAK HAYATIN ANLAMI,

ADANMAK MUTLULUĞUN

FORMÜLÜDÜR...

Seçim her zaman insanındır...

Ama akıllı insanların

Yol göstericiğinden de

Yararlanmak gerekir...

Çok okumak,

Çok gözlem yapmak

Çok çalışmak,

Çok üretip gerektiğinde,

Karşılıksız paylaşmaktır...

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

HEP ŞAİR OL;

DAİMA SAYGILI YAŞA...

 

-Şiir zihni hareketlendirir,

-Gözlem gücümüzü eğitir,

-Toplumsal ilişkileri destekler,

-Hayatın sıkıntısını üzerimizden alır:

Akıllı bir insan şiir için bunları söylüyor...

...

Buradan yola çıkarak şunlar söylenebilir;

Sadece bir kez geldiğin;

Yüzde yüz bitecek olan,

Hayat isimli bu serüvenin her anı tam bir mucizedir...

Sonsuzdan sonsuza durmadan akan;

Zamanının her saniyesine

Çok büyük önem verip değerlendirmeyi başar;

 

Hayatın sunduğu her türlü değere,

Sonuna kadar saygılı ol,

Daima sevgiyle hürmetle ve minnetle davran;

Adil olmaktan bir an bile vazgeçme;

 

Hayatın akışın derinlemesine gözle;

Her söylediğini çok iyi dinle,

Sorumluluklarını fazlasıyla yerine getir...

 

İyi insanlarla her koşulda,

Samimi şekilde arkadaş ol:

Daha da önemlisi sen de harika bir insan,

Ama daima şair ol...

 

Ulaştığın her düşüncende,

Daima yeni taze şiirsel ve orijinal;

İleri görüşlü, evrensel ve duyarlı ol...

 

Bu serüvende şiirsel inceliklerle örülmüş;

Bir hayat vadisi oluştur;

İnsanlara oradan güzellikler sun:

Ve mutlu yaşatma düşüncesi ereğin olsun...

 

Çağını aşan görüşlerin ve her davranışında şaşırtıcı;

En beğenilen düşünceleri onaylanan ter temiz şairi ol,

Ve evrensel düşüncenle yaratıcı ol...

Soylu hamlelerinle hedeflerine,

Kolayca ve bilgece ulaş...

 

Ağzından çıkacak her sözünü,

Çok düşünüp iyi hesaplayarak yerinde,

Ve tam zamanında söyle;

Her ifadende duru, net,

Süzülmüş gerçekçi yaratıcı fikirlerinle,

Çevrendeki insanlara daima iyi örnek ol...

 

Her anı mucizelerle süslü,

Yaşam isimli serüvenine dört elle sarı;

Onun her anını başarı, güzellik,

Ve eşsiz erdemlerle süslemeyi başar...

Koşullar nasıl olursa olsun;

Asla yalan söyleme, kimseye karşı yanlış yapma...

 

Ve dibi görünmeyen,

Karanlık kuyular ve çıkmazlar oluşturma...

 

Sadece kendinin bilmen gereken sırrını:

Önüne gelen her insana anlatma;

Böyle yanlışlar yapıp;

Kendine zararı dokunacak düşman yaratma...

 

Doğruluğuna yararına ve erdemli olduğuna inandığın;

Ve evrensel düşüncelerini;

Dünya insanlık ailesine;

En doğru mesajların olarak sun;

 

Her daim insanları yanına çekebilecek;

Lokomotif ve ışıklı düşünceler oluştur;

 

Her sözün, her hareketinle, daima şair ol,

İnsanlara çok yararlı olacak artı değerler üret...

 

Her ortamda her koşulda tek belirleyici;

En iyi yolu gösteren akıllı kişi hep sen ol...

 

İnsanlarla olan her türlü iletişimini,

Sevgi ve saygıyla sürdür,

Her nefesinde daima erdemli yaşa...

 

Hayatın sana sunduğu ve sunabileceği;

Her türlü güzellikleri çoğaltarak insanlarla paylaş...

 

Her zaman en doğru, en akılcı,

Yol gösterici ve önde yürüyen lider ve şair ol,

Zorluklarla dolu bu serüvende,

Yol açıcı görevini üstlen;

 

Gayretlerin bilinçli, gerçekçi ve daima isabetli olsun,

Öncülüğünü ısrarla, bilgece ve şairce sürdür...

 

Liderliğinden asla ödün verme,

İnsanlarla olan ortak çalışmalarında en başarılı;

En güzel organizeyi yapan bilinçli kişi ol...

 

Davranışların matematiksel doğruların;

Daima isabetli yerinde ve akılcı olsun...

 

Şair olarak yazdığın her harf, ağzından çıkan her söz;

Ve her düşüncen de yüzde yüz isabetli olsun...

 

İnsanlarla ilişkilerinde hassas dengeleri daima koru...

 

Evrenselliğe giden düşünsel yolda,

Dil zenginliğinle ulaş;

Okuma, düşünme, yorumlama;

Yazma konusunda ana dilinin zevkine var...

 

Hayat isimli bu tiyatro sahnesine,

Kendini içindeki çocuk gibi konumlandır;

Her düşüncende daima safça, bilge;

Ve daha da önemlisi samimiyetle yol al...

 

Hiçbir insan anasından başarılı olarak doğmaz;

Çünkü başarı ömür boyunca inşa edilerek gerçekleştirilir...

 

Her düşüncende evrensel, şair net ve gerçekçi ol;

Gelecekteki planların için;

Akılcı ve güven verici şekilde hareket et...

 

İçinde bulunduğun koşulların engelleme boyutları;

Ne kadar aşılamaz olursa olsun bilinçaltını ve üstünü en akılcı şekilde yönet;

Hayata istediğin her an köklü değişiklikler;

Yapmaktan asla korkma...

 

Eğlenceli ama daima şiirsel hobilerle hayatını renklendirip;

Coşkulu ve zevkli yaşamaya özen göster...

 

Başkasına benzemeye çalışma;

Kimseden rol çalma;

Bu sahnede sadece kendin ol...

 

Her koşulda her insana ve canlıya,

Hatta cansız varlıklara bile daima adil davran...

Hayatın her anında çağının ötesini hedefleyen;

Yeni akıl pencereleri aç;

Kendini evrensele taşıyacak yeni duygular oluştur;

Estetik ve felsefi bilginle kendini yeniden yarat...

 

Hayat serüveninde koşulların önüne yığdığı zorlukların boyutları ne olursa olsun;

Sen her daim şair ol ve saygılı yaşa...

 

Ortaya koyduğun düşüncelerini içeren;

Kalıcı olduğuna inandığın eserlerin;

Çağında anlaşılamasa bile;

Yazdıklarını tarih ve zaman isimli iki bilgeye gönül rahatlığıyla emanet et...

 

Bu ölümsüz ve evrensel iki hakem;

Hak ettiğine inandığın bilgeliği;

Sonsuz gelecekte bile olsa mutlaka sana sunacaktır...

 

Bu gün içinde bulunduğun şu an;

Geride kalan hayatının ilk günüdür iyi değerlendir...

 

Unutma;

Bunalımda olan insan geçmişte,

Endişeli olan gelecekte,

Huzurlu olan bu günde yaşar...

 

Sen dünü unut, yarını umut et ama An da şairce ve şiirle yaşamayı başar...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2022

 

HİKÂYENİN SONU

SİZ YAZIN...

 

Hangi yüzyılda,

Hangi ülkede,

Hangi kültürde

Ne kadar yaşarsan yaşa,

Ne yersen ye,

Ne içersen iç,

Hikâyenin sonu...

 

Hangi eğitimi görürsen gör,

Hangi zirvedeki ünlü hocalardan,

Hangi ders alırsan al,

Her insanın biat ettiği,

Hangi unvanı alırsan al,

Hangi makama gelirsen gel,

Hikâyenin sonu...

 

Hangi zenginlik,

Hangi para,

Hangi mal,

Hangi mülk,

Hangi tarla,

Hangi bağ,

Hangi bahçe,

Hangi ova,

Hangi ülkeye,

Hangi varlığa

Ve zenginliğe ulaşırsan ulaş,

Hikâyenin sonu...

 

Hangi anıtsal eserleri yaparsan yap,

Hangi ölümsüz kitabı yazarsan yaz,

Hangi besteleri yaparsan yap,

Hangi sanat heykelini yontarsan yont,

Hangi en büyük usta,

Hangi ölümsüz filozof,

Hangi üstadı azam vs

Olarak hayatını tarihe yazdırırsan yazdır

Hikâyenin sonu...

 

Hangi sarayda yaşarsan yaşa,

Hangi pahalı gıdalarla beslenirsen beslen,

Hangi cinsel doyuma ulaşırsan ulaş,

Hangi güzellerle gönül eğlendirirsen eğlendir,

Hangi tazelerle düşüp kalkarsan kalk,

Hikâyenin sonu...

 

Hangi marka otomobil,

Hangi marka uçak,

Hangi ünlü gemileri kullanırsan kullan,

Hangi marka en pahalı giysileri giyersen giy,

Her tarafı altından olan eşyaları kullanırsan kullan,

Hangi paha biçilemez takıları takarsan tak,

Hangi marka saat, pırlanta, elmas vs olursa ol,

Hikâyenin sonu...

 

Kaç yaşında olursan ol,

Çok sağlıklı ya da sağlıksız ol,

Hangi ilaçları kullanırsan kullan,

Hangi ünlü hocalar tedavi ederse etsin,

Hangi hastanede teknik imkânlar alırsan al,

Hangi hizmetlere ulaşırsan ulaş,

Hikâyenin sonu...

 

Ne kadar yakışıklı olursan ol,

Ne kadar güzel olursan ol,

Ne kadar çocuk olursan ol,

Ne kadar genç olursan ol,

Ne kadar yaşlı olursan ol,

Hikâyenin sonu...

 

Ne kadar uzun çalışırsan çalış,

Ne kadar tembel olursan ol,

Ne kadar üretirsen üret,

Ne kadar tüketirsen tüket,

Hikâyenin sonu...

 

Ne kadar seversen sev,

Ne kadar nefret edersen et,

Ne kadar sevdiğine taparsan tap,

Ne kadar ona adanırsan adan,

Hikâyenin sonu...

 

Ne kadar dürüst,

Ne kadar yapmacık,

Ne kadar samimi,

Ne kadar sahtekâr,

Ne kadar dost,

Ne kadar düşman olursan ol,

Hikâyenin sonu...

 

Ne kadar hain,

Ne kadar kahraman,

Ne kadar dönek,

Ne kadar savaş kaçkını olursan ol,

Hikâyenin sonu...

 

Dünyanın en güçlü insanı,

Dünyanın en güçsüzü kişisi,

Dünyanın en eğitimlisi,

Dünyanın en cahili,

Dünyanın en geri zekâlısı olursan ol,

Hikâyenin sonu...

 

Bu gezegendeki tüm altınlar,

Bu gezegendeki tüm pırlantalar,

Bu gezegendeki tüm yakutlar,

Bu gezegendeki tüm elmasların vs

Senin olursa olsun,

Hikâyenin sonu...

 

Yeryüzündeki tüm evlerin sahibi olsan da,

Yeryüzündeki tüm yapılar senin olsan da,

Yeryüzündeki tüm denizlerin sahibi olsan da,

Yeryüzündeki tüm ırmaklar senin olsa da,

Hikâyenin sonu...

...

Buraya HİKÂYENİN SONUNU

SİZ YAZIN...

...

Hikâyenin bana göre sonu mu?

Dünya adı verilen bu gezegen

Hiç şüphesiz ki ölüm tarlasıdır,

Ayrılma anı geldiğinde,

Toprağa düşmekten,

Toprak olmaktan kurtulamayacaksın...

 

Seni yıllarca ana baba gibi

Bağrına basıp besleyen,

Mutlu şekilde yaşatan toprak,

Sonsuzluk yatağın olur

Bedenini oluşturan,

Hücreler DNA’ ları,

Atomlara ayırır...

 

Ölüm tarlasıyla buluşmanın belki de,

Tek yararı tatmin edilmeyen duygular,

Tatmin edilmeyen iç dürtüler,

Ulaşılamayan umutlar,

Gerçekleştirilemeyen hayaller,

Sonsuza kadar susar artık biter...

 

Keşkelerin,

Hayatını adadığın tüm değerler,

Ürettiklerinin hepsi,

Bir anda anlamını yitirir...

Ruh mu? Doğmadan önceki yerine döner,

Sonsuza kadar orada kalır...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA, 2023

 

 

 

“HOŞGELDİN YAŞLIĞIM”

 

-Yaşlıyım ama ayaktayım,

-Zihnim pırıl pırıl çalışıyor,

-Tuttuğumu kopartırım,

-Gençlere taş çıkartırım,

-Yaş aldım ama yaşlı değilim,

-Yeni nesil yaşlıyım,

...

Günümüzdeki bazı yaşlılar,

Yukarıdaki cümleleri rahatça,

Kullanarak genç olduklarını

Anlatmaya çalışıyor,

Nereye kadar bu gerçekleşir?

Somut olarak bilinemez...

...

Akıllı bir insan diyor ki;

-Yaşlılık kapınızı çalarsa,

Onu HOŞGELDİN diye

Saygı ve sevgiyle karşılayın,

Okşayarak, severek, çok

Güzel sözler söyleyerek,

Gururunu okşayıp,

Onurlandırıcı şekilde

Kabul edin...

...

Çünkü yaşlılık alıngan,

Bir hayvan gibidir,

Kendini tanımazlıktan gelene,

Acımaz, bu tavrını pahalı ödetir...

...

Bu akıllı insan devam ediyor;

-Yaşlılık tıpkı,

Noel baba gibidir,

O anda torbasından,

Çeşitli hediyeler çıkartır,

Ve cömertçe önünüze koyar;

-Hayat tecrübelerinden gelen,

Olgunluk bilgelik,

-Büyük sabır, hoşgörü,

-Bol okuma ve yazma zamanı,

-Ölümsüz eserler yazma olanağı

-Yaşlanma korkusunu sadece

Sözle anarak rahatlama vs...

...

Yine akıllı bir insan yaşlılığı

Anlatırken şöyle diyor;

-Her türden hastalık,

Ve zayıflık sadece

Yaşlılara özgü değildir...

Gençleri de aynı şekilde etkiler...

...

Üstelik elbette yaşlılar

İçin bazı kırılganlıklar vardır,

Ama öte yandan da biriken,

Paha biçilemez büyük,

Deneyimlere sahipler...

...

Akıllı insan devam ediyor;

-Yaşlılığında çocukluğuna,

Geri dönenler, zihinleri,

Çok zayıfı olanlardır...

Elbette yaşlılık bazı,

Etkinliklere engel olabilir...

Ama zihnin canlılığını koruyan,

İnsanlara yaşlılık asla ve kata,

Hiçbir zarar veremez,

-Bana nasıl yaşlandığını söyle,

Sana eskiden kim olduğunu

Söyleyeyim...

...

Başlıkta olduğu gibi;

Yaşlılığı olduğu gibi kabullenmek,

En büyük erdemdir,

Ölümün yaş dinlemeden

Her an herkesi dünya

İsimli sahneden acımasızca,

İndirdiğini düşünürsek;

Yaşlanabilecek yaşa ulaştığımız,

İçin kendimizi çok şanslı,

Ve çok mutlu hissetmeliyiz...

...

Üstelik 60 yaşından sonra,

80 inden sonra büyük eserler

Kalıcı eserler verenleri de

Unutmamak gerekir...

(Marc Auge’nin Yaşsız

Zaman yapıtından esinlendim...)

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

 

İMKÂNSIZ YOKTUR...

 

Hayat sahnesinde

Aralıksız olarak,

Mücadele edeceksin,

Çok çalışacaksın,

Sıfır hata yüzde yüz başarıyla,

Sınırsızca üreteceksin,

Çok terleyeceksin,

Koşacak, yorulacaksın,

Çok çile çekip kopuşlar,

Yaşayacaksın,

Bitti benden buraya

Kadar asla demeyeceksin...

...

Para kazanmak mı?

Kolayı seçmeyeceksin?

Onun istediği en zor,

Kurallara gönüllü uyacaksın...

...

Stres kaynaklarını değiştireceksin,

Stresle akılcı şekilde,

Mücadele edeceksin,

Kendin başta olmak üzere,

Her insana karşı,

Daima merhamet edeceksin,

Kimseyi kıskanmayacaksın,

Kıskançlık krizlerinden

Tamamen uzak kalacak,

Dedikodu silahıyla

İnsanların onurunu,

Asla yaralamayacaksın,

Daima olumlu düşünüp,

Aynı düşüncede olanlarla

Bir arada olacak,

Beyin fırtınası yapacaksın...

...

Sürekli aktif yaşayacaksın,

Çalışan demir ışıldar unutma,

Dikkatli düşüneceksin,

Düzenli ve dengeli besleneceksin,

İnsanlarla pozitif iletişim,

Bağını daima etkin tutacaksın...

...

Aptal kutusu denilen,

TV ekranları

Ve dizilerle aranı açacaksın,

Sömürgece güçlerce planlanan,

Dizilere yüzlerce saatini

Ayırmayacaksın,

İhtiyacı olan insanlara,

Olanakların ölçüsünde,

Yardım edeceksin,

Doğada zaman geçireceksin,

Yeşili seveceksin,

İlgi isimli hediyeni insanlara

Bol bol vereceksin...

...

Çalışanları üretenleri,

Aralıksız destekleyeceksin,

Rehberlik edeceksin,

Zeki insanların risk almasına

Katkıda bulunacaksın,

Üretenlere düşüncelerini

Soracaksın, onların,

Yararlı fikirlere,

Ulaşmasını sağlayacaksın...

...

Tüm bunları yaptın mı?

Ünlü Boksör Muhammed Ali’ye

Şimdi kulak verme zamanı;

Müslüman dünya şampiyonu

Çok çalışarak ölümsüzler

Arasına giren büyük insan diyor ki;
-İMKÂNSIZ BU DÜNYAYI

DEĞİŞTİRECEK GÜCÜ İÇLERİNDE

KEŞFETME YERİNE;

KENDİLERİNE SUNULAN

DÜNYADA YAŞAMAYI

DAHA KOLAY BULAN,

KÜÇÜK İNSANLARIN

ORTAYA ATTIĞI BÜYÜK

KELİMEDİR; İMKÂNSIZ

BİR GERÇEKLİK DEĞİL

BİR GÖRÜŞTÜR... İMKÂNSIZ

BİR İDDİA DEĞİL MEYDAN

OKUMAKTIR, İMKÂNSIZ

POTANSİYELDİR, GEÇİCİDİR,

İMKÂNSIZLIK YOKTUR...

...

Haydi, şimdi ayağa

Kalk hayata bu pencereden

Bakarak, etkinliğini arttır,

Her şeye yeniden,

Baştan tekrar değerlendirip,

Güncelleyip, bilinçaltını,

Yeniden programlayarak,

Daha hızlı, daha çok akılcı şekilde,

Yarınlara koşmaya başla...

BAŞARI SİZİNLE OLSUN...

 

Abdulkadir Kaçar... Adana 2023

İNANILMAZ AMA GERÇEK

 

70, 80, 100 yaşındayken bile,

Hep çok genç, sağlıklı,

Hep çok dinamik,

Hep aktif olmak ister misiniz?

...

Bu durum inanılmaz ama gerçekten,

Hayatınızın merkezi,

Gençlik sırrınızın özü olabilir...

...

Bilim insanları her on bir ayda

İnsan yeni bir beden inşa eder diyor...

Yani fiziki açıdan bakılırsa,

Kaç yaşında olursa olsun,

Her insan on bir aylık

Yaşam süresi sonunda, genç,

Sağlıklı, dinamik bir bedene

Sahip olabiliyor...

...

Bunun için yapması gereken şey;

Korku, öfke, endişe, kendini beğenme,

Kıskançlık, intikam, kötü niyet,

Temelli düşünceleri bedeninizden

Uzak tutmak olmalıdır...

...

Çünkü her insan kendi öz

Düşüncelerinin

Toplamından oluşuyor,

Bu nedenle yaşam serüveninde,

Olumsuz düşünceyi benimsemekten,

Kesinlikle kaçınmak gerekiyor...

...

Hz. Mevlana diyor ki;

-KARDEŞİM SEN DÜŞÜCEDEN

İBARETSİN/GERİYE KALAN

KEMİK VE ETSİN/GÜL DÜŞÜNÜR

SEN GÜL/DİKEN DÜŞÜNÜRSEN

DİKEN OLURSUN...

...

EİNSTEİN İSE ŞÖYLE DİYOR;

-İNSAN AĞZINDAN ÇIKAN

CÜMLELERİN BEYNİNDEN ÇIKAN

DÜŞÜNCELERİN BÜTÜN EVRENİ

DOLAŞIP SONRA TEKRAR ONA

GERİ DÖNDÜĞÜNÜ BİLSEYDİ

EMİNİM DAHA DİKKATLİ OLURDU...

...

Bilim bu durumu şöyle tanımlıyor;

Karanlıktan kurtulmanın yolu ışıktır,

Soğuktan kurtulmak sıcakla mümkündür,

Olumsuz düşüncenin üstesinden

Gelmek ise yerine olumlularını

Yerleştirmekten ibarettir,

Bu durum başarıldığında,

Kötü ve sıkıntı veren konular,

Otomatik olarak ortadan kalkacaktır...

...

Örneğin hasta olmak anormaldir,

Hasta olmak hayatın normal

Akışına karşı hareket,

Edildiğinin net ifadesidir,

Olumsuz düşüncelerin kişiye hâkim

Olduğunun kanıtıdır...

...

Oysa hayat her an uyumlu olmayı

Zorunlu hale getiriyor,

Öyle ki bu durum kaçınılmazdır,

Hayatla uyumun olduğu,

Yerde sağlıkta, mükemmeldir,

Uyum prensiplerine uygun

Hareket ederse insan,

Hayatının her şeyi güzel olur...

...

Kişiye sıkıntı veren,

Büyük sorunlar yaşatan,

Her türlüsünden,

Hastalığın iyileşmesi

Korku, endişe, üzüntü, kıskançlık,

Kin, nefret, intikam düşüncelerinin

Ortadan kaldırılmasıyla mümkündür...

...

Bir özdeyiş şöyle der;

SİZ DOĞRUYU BİLECEKSİNİZ,

DOĞRU SİZİ ÖZGÜRLEŞTİRECEK...

Doğruyu bilmek ise her zaman hayata

Uyum yönünde hareket,

Ederek, bilinçaltının

Sınırsız zekâ gücüyle,

Uyum içinde olmaktır...

...

-Ben çok iyiyim,

-Mükemmelim,

-Mutluyum,

-Sevgi doluyum,

-Uyumluyum,

Gibi olumlu sözleri,

Yatmadan önce teklin yoluyla

Kendinize sıkça söyleyip inandırıp,

Bilinçaltınızı ikna etmelisiniz...

...

Burası daha da önemli;

İnsanının bilinçaltı,

24 saat iş başındadır,

Bir sorunumuza çözüm geliştirme,

Görevi verin,

O kesinlikle çözüm sunacaktır...

Kendinizi yani sizi

Sizde yeniden inşa edecektir...

...

Yapılan bilimsel araştırmalarda,

Her on ayda yeni bir bedeninizi

Sıfırdan yeniden inşa edebilirsiniz...

...

İyi yönettiğiniz bilinçaltınız,

Düşüncelerinizi olumlu

Yönde sürekli değiştirerek,

Gelişmeye devam etmelerini

Sağlayarak vücudunuzu,

Yeniler ve sürekli geliştirir...

...

Bu durum bilimsel olarak

Çağlar boyu kanıtlanmıştır,

İnanılmaz ama gerçektir,

Uyguladığınızda elinizde

Bir sihirli değnek varmışçasına

Mutlu olacaksınız...

...

Sonuç olarak denilebilir ki;

İyi şeyler düşünün,

Zihniniz de bedeniniz de,

İlişkilerinizde güzellikler

Kendini mutlaka gösterecektir,

Böylece güzel, keyifli, sağlıklı,

Daima ONBİR AYLIK

Genç, taze, sağlıklı, mutlu

İnsan olarak, yaşayabileceksiniz...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

İNSAN DOSTSUZ

OLMAZ OLAMAZ...

 

Dünya adını verdiğiniz,

Bu gezegende 200 milyon tür olduğu

Kabul edilen, canlılar arasında,

En üstün, mucize, tek canlı,

Tartışmasız insandır...

...

Bu muhteşem insan,

Sosyal bir varlıktır;

Tek başına hayatta kalmaz,

Kalamaz kalamayacaktır,

Varlığını sürdüremez,

Her anında ve her koşulda,

Diğer türleriyle sürekli iletişim,

Kurmak durumundadır...

...

Hatta bunu,

Zorunlu şekilde bunu yapar,

Çünkü yaşamını sürdürebilmesi,

İçin buna zorunludur...

Her anı meydan savaşı olan

Hayat isimli bu sahnede,

İnsan soyu beşikten,

Mezara kadar;

Hayatı boyunca önüne çıkan,

Sayısız zorluklar, engellerle

Savaşmak zorundadır...

...

Varlığını devam ettirebilmek için,

Her mücadelesini de,

Kesin olarak, kazanmak zorundadır...

...

İnsan işte olaylara karşı kazandığı,

Başarılar ölçüsünde,

Hayatına devam eder...

...

Her anı sürekli hareket,

Her anı farklı,

Her saniyesi sürpriz olan,

Hayat isimli bu serüveninde,

İnsan karşısına ilk kez çıkan

Zor bir sorunun çözümüne,

Bilgisi, gücü, deneyimi yetmeyebilir,

Çoğunlukla da,

Çaresiz ve yetersiz kalır...

...

Kişi o andan itibaren,

Diğer bazı insanların,

Fikrini sorup, danışır...

...

Akıllı olduğuna ve bilgisine

İnandığı kişinin,

Deneyiminden yararlanıp

Sorunlarını çözmek

İçin iletişim kurarak,

Engellerini rahatça aşar...

...

Bunun da ötesinde,

Dertleşip konuşmak,

Ya da diğer insanların

Sıkıntılarına çözüm,

Bulup yardım etmek

İçin onları dinlemek ister...

...

Diyalog dediğimiz şey;

Zaten iki kişi arasında,

Olmak zorunda,

Kişi bunu elbette,

Tek başına yapamaz,

Karşısında bir kişi,

Ya da kişiler gerekir,

Bunun adına insan dost,

Arkadaş, yoldaş der...

...

Şimdi bir soru;

-Peki, sizi dinleyen,

-Sıkıntılarınızı anlayan,

-En akılcı çözüm yolu,

-Gösteren, akıl danıştığınız,

-Gerçek bir dostunuz var mı?

...

-Ya da kaç yaşında,

-Olursanız olun,

-Eğitim, deneyim, yaşınız,

-Bilginiz ne olursa olsun

-Hayatınız boyunca edindiğiniz,

-Deneyimlerinize göre,

-Gerçekten bu dünyada,

-Kalıcı dostluğa,

-İnanıyor musunuz?

...

Hz. Mevlana;

-DÜNYADA DOST,

YOKTUR DOSTUM,

Dese de, her insanın,

Çevresinde bir ya da,

Bir de çok arkadaşı,

Dost sandığı,

Kişiler vardır,

Hatta insan buna zorunludur...

...

Bir denememde,

Şöyle demiştim;

-KİŞİ EĞER

KENDİNİ DOST,

EDİNEBİLİRSE

HAYATI BOYUNCA,

DOSTSUZ KALMAZ...

...

Akıllı başka bir insan da;

Dostluk konusunda şöyle diyor;

-Başkalarıyla ilgilenmeniz sayesinde

İki ay içinde bir dost kazanırsınız...

Başkalarının sizinle ilgilenmesini

Beklerseniz iki yıl içinde bir tek dost,

Kazanamazsınız...

...

Bu günkü yaşam koşulları gere

Çağımızdaki insanlar,

Zamanla ve birbirleriyle yarış halinde,

Ve inanılmaz şekilde,

Çok yoğun çalışıyor...

Yani herkes her an,

Genellikle kendi,

Öz sorunlarının çözümüyle ilgili...

Siz onlarla ilgilenmeseniz,

Onlar sizinle neden ilgilensin ki?

...

Şurası da bir gerçektir ki;

Hangi mesleği yaparsa,

Yapsın her insan;

-İster gazeteci, ister gemi kaptanı,

İster manav, astronot, çaycı,

Tezgâhtar, oto tamircisi,

Çöpçü bile olsa;

Bilinen gerçek şudur ki;

HER İNSAN ÖNCE,

ELBETTE KENDİNİ,

BEĞENENİR VE SEVER...

...

Akıllı bir insan;

Yine şöyle diyor;

-Sevilmek istiyorsanız,

-Başkalarına karşı

-Çok içten samimi ilgi gösterin...

-İnsanları, her zaman,

-En içten coşkuyla selamlayın...

-Alo dediğiniz kişi,

-Sizin onu sevdiğinizi

-Ses tonunuzdan anlayabilsin...

...

Hem karşılıklı,

Hem de telefon konuşmanızda

Sesinize sevgi ve sevinç,

Mesajları yükleyin;

Karşınızdaki kişiye,

Bunu her defasında,

Derin ve etkili biçimde;

Hissettirin...

...

İnsanların hep,

İyi ve olumlu,

Yanlarını düşünün,

Beğenip takdir edin,

Hatta takdirlerinizi,

Yüzlerine karşı,

Bolca tekrarlayın,

O zaman sözlerinize,

Herkes değer verir,

Yaşadıkça onları tekrarlar...

...

Hatta onlara söylediğiniz,

Güzel sözlerinizi,

Siz unuttuktan

Yıllar sonra da,

Onlar size bu sözlerinizi

Anımsatırlar...

...

Sonuç olarak;

Bu gezegende 200

Milyon tür olduğu

Kabul edilen,

Canlılar arasında

En akıllı ve üstünü olan,

İnsan en sosyal varlıktır...

...

Yaşamını devam ettirebilmek için,

Her anında diğerleriyle

İletişim kurmak zorundadır...

Bunun adına arkadaş, yoldaş,

Dost der ama mutlaka bir

İletişim kurmanın yolunu

Bulup uygular...

...

Son sözüm ise şöyle;

Mevlana’nın sözünü,

Tekrar hatırlayayım;

Diyor ki;

Dünyada dost yoktur;

...

Bana göre de;

EĞER BAŞARABİLİRSE,

SADECE KENDİNİ

DOST EDİNEN İNSAN

ÖMÜR BOYUNCA,

DOSTSUZ KALMAZ...

...

Ne mutlu kendini

Dost, arkadaş, yoldaş,

Edinerek hayat yolunda

Yalnız kalmayanlara...

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

 

 

DÜRÜST İNSAN İÇİN

EN AĞIR YÜK...

 

Nedir?

Beden yükü mü?

Hayat yükü mü?

Parasızlık yükü mü?

Aile, borç, kredi,

Hastalık,

Kirada oturmak,

Ev taşıma,

Gurbette yaşama,

Aşk,

Sevgi,

Sevdiklerinden ayrılmak,

Kara sevda,

Sevdiğinizin,

Ölüm yükü mü?

...

Bunların hiç birisi değil;

Dürüst insan için,

Hayattaki en ağır yük;

KÖTÜ LAF(DEDİKODU)

Taşıma yüküdür...

Diğer insana zarar verecek,

İhanet içeren,

Bir lafı zihnine kayıt edip,

Diğerine taşımak,

Dürüst insan için,

Altından kalkılamayacak,

Ölümden daha büyük,

Acı ve sıkıntı

Veren yıkıcı yok edici yüktür...

...

Hele insanlar arasında,

Kıskançlık, yalan, iftira,

Kin, nifak, kavga, entrika,

Cinayete neden olacak

Bir dedikoduyu,

Öldürücü bir LAFI taşımak

Öldürmekten daha büyük

Acı verecek en büyük yüktür...

...

Erdemli ve dürüst insan için,

İmha edici lafı taşımak,

O öyle ağır ve tehlikelidir ki;

Mayın tarlası ve dinamitten

Daha yok edici olan

İftira, bir dedikodu yükü,

Hemen herkese zarar verir,

Üreteni, hem o lafı taşıyanı,

Hem de onu düşünce,

Evrenine kayıt edip yükleyeni,

Gerek bir dakika, bir saat,

Ya da bir gün, bir yıl öldürücü,

Bir lafı-dedikoduyu taşımak,

Gerçekten altından

Kalkılamayacak kadar,

Belki de öldürücü yüktür;

Erdemli, soylu hiç bir insan bu

Yükü asla kabul etmez,

Taşınmasında aracı olmaz,

Kenarından bile geçmez

Böyle bir kötülüğü,

Görmez, duymaz, söylemez...

...

Ama içi hainliklerle dolu olan,

Art niyetli kötülük yapmayı seven,

Taşımaktan belki de mutluluk,

Duyana gizli ve inanılmaz zevk verir;

Duyduğu, öldürücü bir dedikoduyu,

Zihnine anında kayıt eder,

Hatta bire bin katar, pireyi deve yapıp,

Yılmadan, bıkıp usanmadan,

Zamanı gelince haince yerine ulaştırır,

Hem öldürücü lafı söyleyene,

Hem kendine, karşı tarafa,

Hem çevresine, ülkesine,

Hem de insanlık ailesine

En büyük kötülüğü

Bilerek, isteyerek, tasarlayarak

Yapan kocaman bir haindir...

...

İnsanlık tarihinde dün olduğu gibi

Bu günde yarın da,

Karakolları, adliye, ceza evlerini

Dolduran ve kendilerine,

“KADER KURBANI”

Diyen insanlar işte,

İşte bu dedikodu laf yükünün

İsteyerek bilerek taşıyıp,

İnsanların arasını bozanların

Neden olduğu zararlara uğrayan,

Bu öldürücü laf yükünü taşımaktan,

Onur duyan hainlerin zarar verdiği,

Kurbanı olan zavallı kişilerdir...

...

Hesaplanamayacak sayıda,

Dürüst insan dün olduğu gibi

Bu günde hatta yarında

Öldürücü LAFI(DEDİKODU)

Birinden alıp, bire bin

Katarak diğerine taşıyan

Hainlerin kurbanıdır,

Bundan sonra da bu olaylar,

Olmaya da devam edecektir...

...

Zaten soylu, erdemli,

Dürüst ve kendiyle mutlu

Yaşamla daima barışık olan,

İnsanlar bu türlü dedikoduyu

Ne yaparlar ne dinlerler,

Ne de kenarına yaklaşırlar

Nede alıp başkasına götürürler,

Dedikoduculardan uzak dururlar,

Onlarla aynı ortamda bulunmaz,

Bu kötü düşüncelileri arkadaş edinmezler...

...

Bu laf hainliği yapanlar ise

Kendileriyle doğuştan kavgalı,

Kifayetsiz muhterislerdir,

Doğuştan kötü ruhla,

Bu gezegene gelen insanlardır,

Bunlar hem çevresindeki,

Mutlu insanları kıskanırlar,

Hem de garibanlara zarar vermekten,

Onları yakıp yok ederek hayatlarını

Zehir etmekten içten içe gizli,

Ve haince bir zevk alırlar...

...

Dürüst, saygılı, aile terbiyesi,

Almış olan soylu insanlar için,

Dünyanın en ağır yükü,

LAF(dedikodu) yüküdür,

Onu onurlu insanlar birinden,

Alıp ötekine, karşıya asla taşımazlar;

Hatta onun tehlikesinden

Öyle korkarlar ki atom bombasından

Daha da zararlı bulurlar,

Korkup dedikodudan uzak dururlar...

...

Yaşamınızda bu tür hainlikler

Yaparak insanları birine düşman

Edenlerden uzak durmaya,

Daima özen gösterin...

Onlar öyle sinsi, öyle sinsi,

Onlar gizli düşmandır ki,

Mutlu yaşamlarını,

Kıskandıkları kişiye karşı,

Tek öldürücü silahları,

Tek sermayeleri sınırsız,

Dedikodudur, lafı birinden alıp

Ötekine taşıyıp ara bozmaktan,

Kavga çıkartmaktan cinayete,

Varacak kadar zarara neden

Olmaktan kıvanç duyarlar,

İhanet etmekten gizli keyif alırlar...

...

Akıllı, soylu ve erdemli kişiler;

Dilerim yolunuz, ömür boyunca,

Bu türlü hain insanlarla,

Hiç kesişmez, kesişemez,

Seçici soylu, saygı değer,

Erdemli insanlarla

Mutlu ve huzurlu

Yaşamanızı dilerim...

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

 

 

 

İNSANIN RUHU DA

AÇLIK ÇEKER...

 

İnsan günde üç kez

Yemek yer,

Karnını doyurur,

Buna zorunludur...

...

Ama ruhu da,

Açlık hisseder,

Öyle ki karnını

Doyurmak kadar,

Ruhunu da doyması

Gerekir...

...

İnsanın karnının

Doyurması gibi

Ruhunun da

Açlığını gidermesi

Gerekir...

...

Uzmanlar bu konuda

Şunları öneriyor;

-Kişileri bol bol beğenin,

-Sıkça iltifat edin,

-Takdirlerimizi,

-Övgülerimizi

-Yüzlerine söyleyin...

...

Bu övgüleri hak eden,

Akıllı insanlar;

-Güzel iltifatlarımızı,

-Yaşadıkça bize

-Hatırlatacaklardır...

-Biz unutsak bile,

-Onlar takdirlerimizi,

-Unutmayacaktır...

-İleri yıllarda da,

-Minnet duyarak,

-Sözlerimizi hatırlatacaktır...

...

Yapılan araştırmalarda,

İnsan belli bir

Soruna odaklanmadığı

AN’ lar da zamanının,

Yüzde 95 ini

Kendini düşünerek

Geçiriyormuş...

...

Oysa bu sürede,

Başkalarının iyiliğini,

Güzelliğini,

Başarılarını düşünse

Yalan üretmesine

Ve yalan söylemesine

Gerek kalmazmış...

...

 

Çünkü yalan dudaklardan,

Takdir kalpten gelirmiş...

Takdiri kullanmak,

İnsanı yalandan

Uzaklaştırıyormuş...

...

İnsan günde üç kez,

Karnını doyuruyor,

Ama ruhu gururlandırıp,

Övülmek istiyormuş...

İnsanların büyük bölümü,

Bu övgü sözünü

Kullanmakta cimri

Davranıyormuş...

...

Oysa insanın

Beşikten mezara

Kadar takdirden

Etkilendiği kanıtlandı...

Bazı kişilerin açlık

Ve susuzluk gibi

Onurlandırılmaya

İhtiyaçları vardır...

...

Yine takdirden,

Etkilenmeyecek

İnsanın olmadığı

Bilimsel olarak biliniyor...

Övülen, onaylanan,

Hatta alkışlanan insan

Diğerlerinden daha çok

Başarılı çalışmalar yapıyor,

Daha büyük işlere,

İmza atıyor...

...

Sonuç olarak;

Herkesin gururunu

Okşamayı ihmal

Etmeyin...

Çok geçmeden,

Toplumsal ilişkileri,

Yönetmeyi başaran,

Büyük uzman

Olabilirsiniz...

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

 

İNSANIN SÖYLEDİĞİ

BÜYÜK YALANLAR...

-Sen cansın,

-Sen canımın ta içisin,

-Sen çok önemli ve değerlisin,

-Senin için hayatımı veririm,

-Bir telefon mesafesindeyim,

-24 saat senin emrindeyim,

-Seni Allah başımızdan eksik etmesin...

...

Çevrenizdeki bazı insanlar;

Sizin olanaklarınızdan

Daha da çok yararlanıp,

Çıkarlarını devam ettirmek için,

Bu türlü sözleri çok sık söylerler...

...

Oysa bu sözler bazı insanların,

Sizi kandırmak için söylediği,

İNSANLIĞIN EN BÜYÜK

GELENEKSEL YALANIDIR...

...

Dün olduğu gibi,

Bu günde çevrenizde

Size de böyle sözler söyleyenler

Hep vardır...

Olmalıdır, olması da daima iyidir...

Olmaması ise can sıkıcı ve

Moral bozucu çok kötüdür...

...

Çünkü bu BÜYÜK YALANLAR,

Geçici bir süre de olsa

İnsana moral verir,

Kişilere olan güveni arttırır,

Yaşama sevincini çoğaltır,

Hayat sahnesinde,

Zamanınızı iyi geçirmek,

İçin biraz da oyalar,

Hayatın zorluklarıyla olan

Mücadele azminizi arttırır...

...

Bu BÜYÜK GELENEKSEL YALANLARLA,

Sizi kandırıp, efsunlayanlara

Kayıtsız şartsız inanırsınız;

-İŞTE BU KİŞİ BENİM

GERÇEK DOSTUM,

Der onlara daha sıkı sarılırsınız...

...

Bu sözlerle sizi kendine,

İnandıran insan,

Aslında samimi değildir;

Çünkü bu ifadeleri kullanırken,

Yüzüne sayısız, maske takarak,

Söylediği,

BÜYÜK GELENEKSEL

YALANLARIDIR...

...

Çünkü kısa bir zaman sonra,

Bu sözlerinin yalan olduğunu

Kendisi size

Somut olarak size gösterecektir...

...

Hele bir tökezleyin,

Hele bir yere düşün,

Ya da hasta olun;

Bu ifadeleri kullananlardan,

Yardım istediğinizde;

Onların gerçek yüzünü,

Maskesiz olarak açık seçik görürsünüz,

Bu çok çirkin, hatta hain sinsi,

Yalancı bir yüzdür...

...

Öyle ki zor durumda olup,

Bazen de yalvararak

Talep ettiğiniz yardımı hiçbir,

Şekilde vermezler, vermeye

Yanaşmazlar ve vermeyecektir...

İltifat sözlerini hiç etmemişçesine

Unutan insan rolünü,

Ustaca oynayacaktır...

...

Örnek olarak;

-Şu işimi yapar mısın?

-Rica etsem acaba mümkün mü?

-Bana eczaneden şu ilacı alır mısın?

-Bakkaldan bir ekmek getirir misin?

-Şu kişinin telefonunu bana verir misin?

Dediğinizde,

Yukarıdaki sözlerle sizi,

Yıllarca yağlayıp ballayıp,

Sürekli kandıran, olanaklarınızdan,

Sonuna kadar yararlanan,

İnsanları asla yanınızda

Bulamayacaksınız...

...

Öyle ki, bu yardım isteğinizi,

Duydukları an,

Göz açıp kapayıncaya kadar

-PIRRRRR diye kuk olup,

Uçup kaçıp gideceklerdir...

Daha da kötüsü ise şudur;

Bu kişilerin kendileri uzaklaştığı gibi;

Yardım edecek diğer insanların da,

Size yaklaşıp hizmet etmesini,

Haince dedikodularla önleyecektir;

...

Sayısız maske kullanan,

Bu çıkarcı YALANCI kişiler,

Öyle insafsızca, davranırlar ki;

On defa da arasanız bile,

Telefonlarınıza bakmayacaktır,

Yanlarına gittiğinizde binlerce,

Bahaneler uydurup yüzlerine,

Renkli ve yalvaran maskeler takarak,

Özür üstüne özür dileyecektir...

Bin yalanın arkasına sahtekârca

Gizlenip, kendilerine göre,

Sayısız bahane uyduracaktır,

YALAN sözleriyle sizi yeniden kandırıp,

İkna etmek isteyecektir...

...

İyi zamanlarınızda;

-SEN BENİM CANIMIN,

TA İÇİSİN diyenler,

Yardım istediğinizde,

-CANIN ÇIKSIN GEBER diye,

Kaçıp uzaklaşıp gidecektir...

...

-24 saat yanındayım diyenler;

Kuş misali yanınızdan

-PIRRRR diye kaçıp gidecektir...

O sevecen kişilerle,

Kaçıp gidenler arasında artık,

Hiçbir benzerlik kalmamıştır...

Kendi kendinize hayret edersiniz;

-BEN NE KADAR SAFMIŞIM;

İNSANLARI GERÇEKTEN

TANIYAMAMIŞIM,

Demek zorunda kalacaksınız...

...

“ZAMAN HER ŞEYİN İLACIDIR”

Der atalarımız;

Bir süre sonra da sorunlar çözülüp,

İyileşip, kendinize yeterli olduğunuzda;

Normal hayatınıza geri döndüğünüzde,

Bu kişiler yine farklı maskeler takıp,

Sizden elde ettikleri,

Çıkarlarını korumak için çevrenizde

Dolanmaya, aracılarla,

Sizi ikna ederek,

Hayatınıza yeniden girecektir...

...

Affetseniz de, etmeseniz de;

Öyle bir şekilde yakarırlar ki;

Olanaklarınızdan tekrar yararlanırlar...

Bin türlü yemin ederler,

Bin türlü maske kullanırlar,

BÜYÜK VE GELENEKSEL

YALANLAR

Söyleyerek, sahte yeminlerle;

Geçmişteki kendi hatalarını,

Affettirmeye çalışacaktır...

...

Birkaç yıl içinde her şey,

Normale döner gibi olur;

Aynı kişiler yukarıdaki sözleri

Yeni maskeler taktıkları yüzleriyle,

Güveninizi hiçbir şey

Olmamışçasına yeniden kazanacaktır;

Sonra beklenmedik şekilde

Tekrar yere düştüğünüzde;

Yardımına ihtiyaç duyduğunuzda,

Yardım istediğinizde

-PIRRRR DİYE KAÇIP YENİDEN KAYBOLACAKTIR...

Bu davranış türlerinin çoğu,

Zayıf karakterli küçük düşünen,

İnsanların genel karakteridir...

...

Yukarıdaki bu sahneleri her insan;

Hayatı boyunca defalarca yaşar,

Yaşamıştır, yaşayacaktır...

...

İnsanlar arasındaki bu türlü

BÜYÜK GELENEKSEL

YALANLARLA

Karşılaşıp yaşamak,

Hem kendi açımdan,

Hem de diğer akıllı insanlar,

Bakımından asla

Şaşılacak bir durum değildir...

Olmaz, olamaz olmayacaktır;

Öyle ki bu türlü;

BU TÜRLÜ BÜYÜK

VE GELENEKSEL YALANLAR

İnsanlar arasında klasikleşmiş

Yıllarca devam etmiş,

Bu gün olduğu gibi,

Yarında aynen devam edecektir...

...

Benim anlattıklarımın gerçekliğini,

Yalnız yaşayanlar,

Yaşlılık gibi hayatın en büyük

Mükâfatı olan mucize

Sayılacak güzelliğine ulaşanlar,

Defalarca görmüş ve yaşamıştır,

Bu sahnede olduğu süre içinde,

Son nefesine kadar da bu türlü,

GELENEKSEL BÜYÜK YALANLARLA

Defalarca karşılaşacaktır...

...

Bazı kişiler bu serüvende,

İnsanların söylediği;

BÜYÜK GELENEKSEL YALANLARLA,

Karşılaşmamışlarsa da

Bu durum onlar için,

İnanılmaz büyük şans sayılmalıdır...

...

Ama unutulmaması gereken ise;

Her insan, hayatının,

Hemen her döneminde bu türlü

Olaylarla;

Ve İNSANIN BÜYÜK GELENEKSEL,

YALANLARIYLA KARŞILAŞIP,

MUTLAKA YAŞAYACAKTIR,

Hayatın verdiği bu acımasız

DERSİNİ kesin ALACAKTIR...

...

Bu konuda akıllı bir insan diyor ki;

-BEN BU GÜNE KADAR

YAŞADIĞIM OLAYLAR,

NEDENİYLE, ARTIK

ŞAŞIRACAĞIM YAŞI,

ÇOKTAN GEÇTİM...

...

Gerçekten de öyle;

İnsanın olduğu her yerde,

Her zaman, her olayın yaşanması,

Daima mümkündür...

-ŞU KİŞİ ŞÖYLE DAVRANDI,

-BU KİŞİ BÖYLE BİR SUÇ İŞLEDİ,

-BU İNSAN ŞÖYLE VEFASIZ ÇIKTI,

-BEKLENMEDİK ŞEKİLDE BÜYÜK YALANLAR SÖYLEDİ,

Dediklerinde ben de artık,

Hiçbir şekilde şaşırmıyorum...

Çünkü artık şaşıracak yaşımı

Bende çoktan geçtim...

İNSANIN OLDUĞU HER YERDE;

HER OLAY HER ZAMAN MÜMKÜNDÜR deyip geçiyorum...

...

Bir denememde şöyle demiştim;

Dünya insanlık ailesinin,

Yarısı oğlun,

Yarısı da kızın olsa;

Hayat isimli bu serüvende,

Annenden tek başına doğdun;

Her zorluğu tek başına yaşadın,

Tüm hastalıklarını,

Yalnız başına iyileştirdin,

Unutma zamanı geldiğinde,

Yine tek başına öleceksin;

...

İNSANLARIN BU BÜYÜK

GELENEKSEL YALANLARI

KARŞISINDA ŞUNU

SÖYLEYEBİLİRİM;

...

Her yaşında,

Her zaman,

Her koşulda,

Koşarak gelip,

Sığınacağın;

İçinde huzur bulacağın,

En güvenli

Liman sadece kendinsin,

Yaşamın boyunca

Kendine yardım etmen,

Düşmeden ayakta kalman,

En büyük başarın olacaktır...

Bunu asla unutma...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

 

“İNSANLARLA AZ

ALLAHLA ÇOK

KONUŞUYORUM”

-Nasılsın?

-İyiyim, hem de çok iyiyim,

-Sorun falan yok mu?

-Yok üstadım,

-Bunu nasıl başarıyorsun?

-Çok kolay,

-Merak ettim,

-İnsanlarla az,

-Allah’la çok konuşuyorum dedi,

-Yani biraz içine dönmüşsün,

-Evet, öyle sayılır...

...

Çay ikram etti;

-Bak üstadım,

-Neden böyle bir

-Şey yapıyorum anlatayım,

-Yaptığımı sorguluyorlar,

-Neden böyle yapıyorsun,

-Peki, bir şey yapmıyorum;

-Neden bir şey yapmıyorsun diyorlar...

...

-Canım istiyor,

-Bir şeyler alıyorum,

-Neden bunları aldın,

-Almayınca,

-Neden almadın diyorlar...

...

-Ağzımda farklı,

-Bir söz çıkıyor,

-Bunu neden söyledin?

-Bu kez susuyorum,

-Neden susuyorsun diyorlar...

...

-Bir yere gidince,

-Oraya neden gittin?

-Canım istedi gittim,

-Neden gittin?

-Gitmiyorum deyince,

-Neden gitmek istemiyorsun,

-Siz gidin, ben gelmem deyince,

-Sen neden gelmiyorsun?

-Gelince neden geliyorsun diyorlar...

...

-Bir şey yiyince,

-Neden yedin?

-Yemeyince,

-Neden yemedin diyorlar...

...

Yani hayat çok ilginç?

-Yani sıfır sorun,

-Yüzde yüz başarılı olmam,

-Huzurlu yaşamam için

-Ben de sonunda bu yolu seçtim...

-Peki, ihtiyaçlarını nasıl gideriyorsun?

-Susarak, çok az sözle,

-Ufak tefek el işaretleriyle,

-Böyle yapınca insanlarla,

-Çok rahat anlaşıyorum...

...

-Bu hayatı anlayışını

-Nerede, kime karşı uyguluyorsun?

-Her yerde herkese karşı...

-Yani hayatın sırrı, mutlu yaşamanın

-Esprisi konuşmak değil,

-Daha çok sessiz olmak mı?

-Öyle de denilebilir;

...

-Arkadaşlarına karşı nasıl,

-Nasıl geçiniyorsun?

-İyi arkadaşlar seçiyorum,

-Kötülüklerini gördüklerimden,

-Hemen uzak duruyorum...

...

-O zaman sana

-İyi arkadaş nedir?

-Kötü arkadaş nedir?

-Akıllı bir akıllı

-İnsanın öğüdünü hatırlatıyorum;

-Çok sevinirim üstadım;

-Prof. Dr. Ali Fuat Başgil şöyle diyor;

Arkadaşın kötüsü çalışanlardan,

Çok sürekli rahatsız olur;

Başarılı olanları,

Hiç belli etmeden kıskanır;

Başarılı olmayı küçümsemek,

Ve alaya almak suretiyle öç alır;

Seni kendine benzetmek için,

Başvuracak çare arar;

Sözleri ve yaşayış biçimi,

İle manevi enerjini kırar;

Ve sende haince bir ruhsal,

Bir gevşeklik yaratır...

...

Bu arkadaş tipi kötü

Arkadaştır; iyi olanlarda

Burada anlatılanların tersidir;

...

Çevrendeki insanlara dikkat et,

Bu kural her zaman geçerlidir,

İyi arkadaş seçerken de yanlış yapma...

Kötüleri zaten yukarıda üstat söylüyor...

-Haklısın üstadım...

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

IŞIĞINIZ HEP

BÜYÜK OLSUN...

 

Yılanın biri ateş böceğinin peşine düşmüş...

Tam yemek üzereyken;

Ateş böceği;

-Sana bir soru sorabilir miyim? Demiş...

Yılan;

-Aslında kurbanlarım sorularını cevaplamam

ama bir istisna yapıp sana cevap vereceğim demiş...

Ateş böceği;

-Sana kötü bir şey mi yaptım?

Demiş;

-Yılan;

-Hayır yapmadın...

Ateş böceği;

-Senin besin zincirinde miyim?

Demiş,

Yılan;

-Hayır...

Ateş Böceği;

-O halde beni neden yemek istiyorsun?

Deyince;

-Yılan;

-Işığını görmeye dayanamıyorum da ondan demiş...

...

Başarının ışığını çevresine yayan;

Onları bu nitelikleriyle kıskandıran;

Sayısız insan var...

Peki, insanın ışığı ne olabilir?

Aslında şu sayacaklarım; insanın ışığıdır;

-Spor alanında büyük ödül kazanması,

-Mutlu örnek evliliği,

-Sağlıklı bir evladının doğması,

-Nişanlanıp evlenmesi,

-Muhteşem düğününün olması,

-Politik yarışmada büyük bir seçimi kazanması,

-Başarılı ameliyatla sağlığına yeniden kavuşması,

-Bir şey icat etmesi,

-Mesleğinde terfi etmesi,

-İş hayatındaki başarısı,

-Hayata olan olumlu bakışı, toplum içinde her daim neşeli yaşaması,

-Pozitif düşünüp daima örnek kişi olması,

-Mesleğini emsallerinden çok farklı ve üstün yapması,

-Hayatı boyunca sergilediği bilgeliği,

-Teknolojiyi emsalsiz şekilde kullanması,

-Çok güzel bir ürün alması,

-Bir ev alması;

-Tarla, bağ, bahçe gibi mülkünün olması

-Büyük bir mirasın kalması vs...

...

Bu güzelliklere ulaşan kişinin yaşama enerjisi artar,

Yüzündeki gülümsemesi,

Herkes tarafından sevinci, tavan yapar,

Örnek bir insan şeklinde görünür...

...

 

Bu türlü başarılara ulaşanların gözlerindeki mutluluk ışığı Çevresi insanlar tarafından hemen fark edilir...

...

Böyle güzelliklere ulaşıp,

Ulaştığı büyük ışığı yüzünde görünenlere,

-Ne mutlu;

Işığını dünya insanlık ailesiyle paylaşanlara ne mutlu,

Hayatında ulaştığı bu

Işığını evrene yayabilenlere;

İnsanlarla paylaşanlara ne mutlu...

...

Akıllı bir insan diyor ki;

-Hiçbir şeyden çekmedik; yüzümüze gülüp;

İçten içe bize haset edenlerden çektiğimiz kadar...

...

Gerçekten de akıllı bir;

İnsan belli bir yaşa ulaşınca çevresindeki kişilerin düşüncelerini hemen okuyabiliyor:

Söyledikleri kadar aklından geçenleri de anlayabiliyor;

Bu bilgeliğe ulaşan insan; Diğerlerinin kendine bakışını;

Ve yüzlerini maskesiz olarak görebiliyor...

Kıskançlık, hasetlik gibi gizli duygularının

Yüzlerindeki yansımalarına anında tanık olabiliyor...

...

Örneğin haset insanlar şöyle düşünüyormuş;

-Bende yok sendede olmasın,

-Ben başaramıyorum sende başarma...

...

Gerçekten de bu düşüncede olanlar çok ilkel, çok garip, yıkıcı, ilkel duygularla yaşayan dünyanın en mutsuz insanlarıdır...

...

İşte onlar sizin ulaştığınız başarılar;

Elde ettiğiniz hayat ışığınızı kıskananlardır;

...

Düşünce, plan ve projelerinizi bu kişilere asla anlatmayın,

Çünkü işlerinizi bozarlar,

Olacak işlerinize engel çivi koyarlar,

Akla hayale gelmedik şekilde

Entrikalarla hayatınızın altını üstüne getirmeye çalışırlar;

Dedikodular yaparlar,

İhanet ederler,

İftira atarlar...

...

Bu nitelikleri olan hasetlerin yıkıcı, ilkel, zarar verme dürtülerinden olabildiğince uzak durun...

...

Kıskanç ve haset kişiye karşı;

-Daima siz pozitif olun,

-Daima bilgece gülen yüzünüzle yaşayın,

-Cesaretiniz bol olsun,

-İnsanlarla olumlu iletişim kurmayı sürdürün,

-Hayatı bir nefes öncesine göre daha da çok sevin,

-Hayatta ulaştığınız ışık miktarını daima arttırır,

-Daha çok çalışır, hayatınızın ışığını herkesin görebileceği kadar büyütün;

-Hayatınızı kendinizle gurur duyabileceğiniz;

-Dünyanın her yanından görülebilen güneş gibi aydınlık;

-Eşsiz bir sanat eseri haline getirin,

-Bilgeliğin her türlü erdemlerini hayatınıza cesaretle yaymayı başarın...

...

Bunları başarınca da;

Işığınızı kıskanmayan,

Işığınıza engel olmayan,

Işığınıza haset etmeyen,

Işığınızı seven,

Işığınızı alkışlayan pozitif düşünenlerle, hayat isimli bu evrensel yolunuza aralıksız devam edin...

 

Işığınız bir nefes öncesine göre şu anda daha da güçlü,

Herkesin görüp takdir edeceği şekilde daha çok parlatın,

Başarılarınız daima sonsuz olsun...

 

Dostlarınız ışığınızla onur duysun;

Kıskananlar ve hasetler ise

Onları görmezden gelip;

İpek böceği gibi hayat kozanızı,

Işığınızla örmeye devam edin...

 

Abdulkadir KAÇAR Adana 2023

 

 

İYİ ŞEYLERE YOĞUNLAŞ;

GÖRDÜĞÜN ŞEY SENSİN...

Bir saniyelik,

Sürede insan;

Canlı cansız,

Sayısız obje,

Varlığı görür...

...

Ama sadece

İlgi duyduğu,

Merak ettiği,

İçinde kendini

Gördüğü bazı,

Değerlere yoğunlaşır...

...

İşte kişi,

Sadece yoğunlaştığı

O şey ya da,

Şeylerde bir tür,

Kendini gözler, izler,

Öz varlığını seyreder...

...

Çünkü insan,

Baktığı çevresindeki,

Her şeye aynı anda,

Hepsine yoğunlaşamaz,

Sadece kendini

İlgilendiren konuya

Yoğunlaşıp, dikkat kesilir

O olay ya da kişide,

Aslında kendini izler...

...

Başka bir ifadeyle;

Gördüğü sonsuz

Uyaranlar arasında,

Bakışında daima

Kendini bulduğu

Konularda seçici davranır...

...

Örneğin televizyondaki

Haber bültenlerinde,

Yer alan sinirli,

Bir kişiye yoğunlaşır:

Ya da,

-Huzurlu ve bilgece,

Gülümseyene

Bakarsa?

...

İşte baktığı ve

Yoğunlaştığı şeyde;

Gördüğü ve izlediği,

Kişi aslında,

Sadece kendidir...

...

Ya da,

-Bağırıp çağıran,

-Vuran, kıran,

Yakıp, döken,

-Yağmalayan çalana

Yoğunlaştıysa orada,

Kendini izler...

...

-Cinayet işleyen,

Ya da,

-Tüfekle sokakta,

Ateş eden,

-Çocuğu satırla

Kovalayana

Yoğunlaştığında,

Kendini görür,

Kendini izler...

...

Ya da kan davalıları,

-Barıştıran,

-Buluşturana

Yoğunlaştığında,

Tamamen kendini,

İzler...

...

Ya da sokakta,

-Sevgilisinin elini,

Sıkıca tutup sarılan,

Ya da,

-Öpüşen, sevişene

Yoğunlaştığında

Tamamen kendini izler...

...

Ya da,

-Eşini dövene,

-Silahla öldürene,

-Bıçakla yaralayana

Yoğunlaştığında,

İşte o kendini izler...

...

Ya da,

-Sokak kedisini seven,

-Sokak hayvanlarına

Mama veren,

-Yaralı sokak köpeğini,

Gözyaşlarıyla

Veterinere götürene,

Yoğunlaştığında,

Kendini izler...

...

Ya da,

-Yoldaki karşıdan,

Karşıya geçemeyen,

Yaşlıya yardım edene,

Yoğunlaştığında

Onda kendini izler...

..

Ya da,

-İnsanların telefonunu

Çalıp,

-Kap-kaç yapana

-Gasp ve soyguncuya

Yoğunlaştığında,

İzlediği kişi de kendidir...

...

Ya da;

-Nutuk atan politikacı,

-Oy kullanan seçmen,

-Oyları sayan,

Birine yoğunlaştığında,

İzlediği kişi kendidir...

...

Ya da;

-Karşısında milyonlara

Şarkı söyleyen,

Sinema daki ünlüye,

-Sokaktaki olayların,

Ortasında

Görüntü çeken

Kameramana yoğunlaştığında?

O kişide kendini izler...

...

Sonuç olarak;

İnsan sevdiği, beğendiği,

Nefret ettiği,

İlgi duyduğu,

Yapmak istediği,

Yoğunlaştığı her kişi,

Ve her olayda,

Aslında kendini gözler,

Kendini izler...

...

Bu pencereden bakınca;

Şöyle denilebilir belki de;

Suç işleyenler,

Cinayet işleyenler,

Hırsızlık yapanlar,

Gasp yapanlar,

Hayatları boyunca,

Belki de o olumsuzluklara,

Yoğunlaşarak yaşama

Biçimi haline getirir...

...

Ya da kendiyle barışık,

Evrenle barışık,

Mutlu mesut yaşayanlar,

Daima iyiye ve iyiliğe

Yoğunlaşanlardır...

...

Hayatın boyunca daima;

İyi şeylere yoğunlaş iyi ol,

Kötü şeylere yoğunlaşıp,

Kötü olmaktan

Bu daha da iyidir...

Abdulkadir Kaçar Adana

 

İYİ VE KÖTÜ

ARKADAŞ...

 

Kötü arkadaş;

-Sen bunu yapamazsın,

-Asla başaramazsın

-Yapmamalısın, uzak durmalısın,

-Başarısız olacaksın,

-Hiç şansın yok,

-Çok yanılıyorsun,

-Yararı yok,

-Ne bildiğin değil kimi tanıdığın önemli,

-Dünya git gide bozuluyor,

-Kimse kimsenin umurunda değil,

-Bu kadar çok çalışmanın anlamı yok,

-Artık çok yaşlısın,

-Her şey git gide kötüleşiyor,

-Hayat bitmek bilmeyen bir çile,

-Aşk eski bir yalan,

-Kazanamazsın,

-Dikkat et çok kötü bir

-Hastalığı yakalanacaksın,

-Kimseye güvenilmez...

...

Kötü arkadaş insanın başına

Gelebilecek kötülüklerin en

Kötüsüdür...

Her kötülük gibi

O da sinsi ve maskelidir...

Hem de maskesini gayet

Usta ve sinsi şekilde takar...

Seni kendine beğendirip,

Başarısızlığına imrendirmek

İçin yapmadığı numara kalmaz...

Kötü arkadaşın yaman

Felsefesi vardır...

...

Arkadaşın kötüsü;

Senin sürekli ve başarılı,

Şekilde üretimler yapmandan,

Çalışmandan rahatsız olur,

Başarını hiç belli

Etmeden kıskanır...

...

Bazen de başarını küçümsemek

İçin alaya alarak haince öç alır,

Seni kendine benzetmek için

Başvuracak çareler arar,

Sözleri ve yaşayış biçimi

İle manevi enerjini kırar,

Yaşama sevincini yok eder,

Bunu yaparken de sende haince bir

Ruhsal gevşeklik yaratır...

...

İyi arkadaş ise bunların

Tam tersini söyler;

Her yerde seni savunur,

Seni esirger yardımına koşar...

...

Bir Atasözümüz şöyle der;

-ARKADAŞ BELASINA

UĞRAYAN ÇOKTUR...

...

Başka bir özdeyiş;

-İYİ ARKADAŞ BİR

BEDENYE YAŞAYAN

İKİ RUH GİBİDİR...

...

Başka bir özdeyiş;

-İNSANLARIN SADECE

YÜZLERİNE DEĞİL,

İÇLERİNE DE BAKINIZ...

...

Bir başka özdeyiş;

-TAM DOSTLUK BENZER

ARKADAŞLAR ARASINDA

OLUR...

...

Başka bir özdeyiş;

-İNSANIN KENDİNİ

İNSANLARDAN KORUMAK

İÇİN GEREĞİNDEN ÇOK

NEDEN VARDIR...

...

Başka bir özdeyiş;

-ŞU NÜDNADA GÜVENİP DE

ALDATILMAYAN PEK ÇOK

İNSAN VARDIR...

...

Başka özdeyiş;

-KÖTÜLÜĞÜ BİLMEYEN

ONUN TUZAĞINA DÜŞER...

...

Başka bir özdeyiş;

-BİR İNSANIN ZENGİN OLUP

OLMADIĞINI MERAK EDERİZ,

AMA İYİ OLUP OLMADIĞINI

ARAŞTIRMAYIZ...

...

Başka bir özdeyiş;

-BİR KİMSE SİZİ İLK

DEFA ALDATIRSA SUÇ

ONUNDUR, İKİNCİ DEFA

ALDANIRSANIZ BÜTÜN

BİLİN Kİ SUÇ SİZİNDİR...

...

Başka bir özdeyiş;

-İKİ İNSANIN İYİ GEÇİNESİ

HİÇ KUSURSUZ OLMALARIYLA

DEĞİL, BİRBİRLERİNİN

KUSURLARINI HOŞ GÖRMELERİYLE

SAĞLANIR...

...

Başka bir özdeyiş;

-TÜM DOSTLUK BENZER

ARKADAŞLAR ARASINDA

OLUR...

...

Başka bir özdeyiş;

-SİZİ EN ÇOK ELEŞTİRENLER,

BAŞARACAĞINIZDAN

EN ÇOK KORKANLARDIR...

...

Her insanının hayatında,

Daima iyi ve kötü arkadaşı olur;

İyi arkadaşlar edinmesi,

Kötü ve art niyetli,

Kıskanç dedikodu silahıyla

Saldıranlardan olmaması

En büyük şansıdır...

...

Aslında düşmanı uzakta değil,

En yakınınızda aramalısınız,

Uzaktaki insan size zarar veremez,

Nereden vuracağını bilemez,

Ama yakınınızdaki kötü arkadaş,

En büyük düşmanınız olabilir...

Aman dikkat edin,

İyi arkadaşlar edinin,

Mutlu ve sorunsuz yaşayın,

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

İYİ VE KÖTÜ

ARKADAŞ...

 

Kötü arkadaş;

-Sen bunu yapamazsın,

-Asla başaramazsın

-Yapmamalısın, uzak durmalısın,

-Başarısız olacaksın,

-Hiç şansın yok,

-Çok yanılıyorsun,

-Yararı yok,

-Ne bildiğin değil kimi tanıdığın önemli,

-Dünya git gide bozuluyor,

-Kimse kimsenin umurunda değil,

-Bu kadar çok çalışmanın anlamı yok,

-Artık çok yaşlısın,

-Her şey git gide kötüleşiyor,

-Hayat bitmek bilmeyen bir çile,

-Aşk eski bir yalan,

-Kazanamazsın,

-Dikkat et çok kötü bir

-Hastalığı yakalanacaksın,

-Kimseye güvenilmez...

...

Kötü arkadaş insanın başına

Gelebilecek kötülüklerin en

Kötüsüdür...

Her kötülük gibi

O da sinsi ve maskelidir...

Hem de maskesini gayet

Usta ve sinsi şekilde takar...

Seni kendine beğendirip,

Başarısızlığına imrendirmek

İçin yapmadığı numara kalmaz...

Kötü arkadaşın yaman

Felsefesi vardır...

...

Arkadaşın kötüsü;

Senin sürekli ve başarılı,

Şekilde üretimler yapmandan,

Çalışmandan rahatsız olur,

Başarını hiç belli

Etmeden kıskanır...

...

Bazen de başarını küçümsemek

İçin alaya alarak haince öç alır,

Seni kendine benzetmek için

Başvuracak çareler arar,

Sözleri ve yaşayış biçimi

İle manevi enerjini kırar,

Yaşama sevincini yok eder,

Bunu yaparken de sende haince bir

Ruhsal gevşeklik yaratır...

...

İyi arkadaş ise bunların

Tam tersini söyler;

Her yerde seni savunur,

Seni esirger yardımına koşar...

...

Bir Atasözümüz şöyle der;

-ARKADAŞ BELASINA

UĞRAYAN ÇOKTUR...

...

Başka bir özdeyiş;

-İYİ ARKADAŞ BİR

BEDENYE YAŞAYAN

İKİ RUH GİBİDİR...

...

Başka bir özdeyiş;

-İNSANLARIN SADECE

YÜZLERİNE DEĞİL,

İÇLERİNE DE BAKINIZ...

...

Bir başka özdeyiş;

-TAM DOSTLUK BENZER

ARKADAŞLAR ARASINDA

OLUR...

...

Başka bir özdeyiş;

-İNSANIN KENDİNİ

İNSANLARDAN KORUMAK

İÇİN GEREĞİNDEN ÇOK

NEDEN VARDIR...

...

Başka bir özdeyiş;

-ŞU NÜDNADA GÜVENİP DE

ALDATILMAYAN PEK ÇOK

İNSAN VARDIR...

...

Başka özdeyiş;

-KÖTÜLÜĞÜ BİLMEYEN

ONUN TUZAĞINA DÜŞER...

...

Başka bir özdeyiş;

-BİR İNSANIN ZENGİN OLUP

OLMADIĞINI MERAK EDERİZ,

AMA İYİ OLUP OLMADIĞINI

ARAŞTIRMAYIZ...

...

Başka bir özdeyiş;

-BİR KİMSE SİZİ İLK

DEFA ALDATIRSA SUÇ

ONUNDUR, İKİNCİ DEFA

ALDANIRSANIZ BÜTÜN

BİLİN Kİ SUÇ SİZİNDİR...

...

Başka bir özdeyiş;

-İKİ İNSANIN İYİ GEÇİNESİ

HİÇ KUSURSUZ OLMALARIYLA

DEĞİL, BİRBİRLERİNİN

KUSURLARINI HOŞ GÖRMELERİYLE

SAĞLANIR...

...

Başka bir özdeyiş;

-TÜM DOSTLUK BENZER

ARKADAŞLAR ARASINDA

OLUR...

...

Başka bir özdeyiş;

-SİZİ EN ÇOK ELEŞTİRENLER,

BAŞARACAĞINIZDAN

EN ÇOK KORKANLARDIR...

...

Her insanının hayatında,

Daima iyi ve kötü arkadaşı olur;

İyi arkadaşlar edinmesi,

Kötü ve art niyetli,

Kıskanç dedikodu silahıyla

Saldıranlardan olmaması

En büyük şansıdır...

...

Aslında düşmanı uzakta değil,

En yakınınızda aramalısınız,

Uzaktaki insan size zarar veremez,

Nereden vuracağını bilemez,

Ama yakınınızdaki kötü arkadaş,

En büyük düşmanınız olabilir...

Aman dikkat edin,

İyi arkadaşlar edinin,

Mutlu ve sorunsuz yaşayın,

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

KİŞİNİN KARAKTERİ

ÖLÜNCE DEĞİŞİR...

 

İyilik yapan insana;

-KARAKTERİ SAĞLAM,

İYİ İNSAN, denir...

...

Kötülük yapana da;

-NE YAPARSIN,

KARAKTERİ BÖYLE denir...

...

Dünya isimli gezegende;

İnsan sayısı kadar,

Farklı karakter,

Sahibi kişi vardır...

...

Karakter ne demektir?

Sözlükler şöyle diyor;

-Bir nesnenin, bir bireyin,

-Ya da topluluğun kendine,

-Özgü olan, onu başkalarından

-Ayıran temel belirti,

-Onun davranışlarını,

-Belirleyen ana özellik...

...

İyi karakterli insan;

Yüreği sevgiyle doludur,

Herkesle iletişim kurar,

Önce kendini

Sonra evrendeki

Tüm insanları,

Hatta tüm canlıları,

Cansızları bile anlar...

...

Ama kötü karakterli insan;

Kendiyle kavgalıdır,

Kendini tanımaz,

İstese de tanıyamaz,

Kendinden hep uzak durur,

Ruhu ve bedeniyle küstür...

Bu tip insanlar;

Diğerlerini kıskanır,

Sürekli eleştirir,

Yıkıcıdır asla yapıcı

Olmaz olamaz olmayacaktır...

Bir özdeyiş şöyle der;

-SİZİ EN ÇOK ELEŞTİREN

İNSAN BAŞARILI

OLMANIZDAN KORKANDIR...

...

Başka bir özdeyişte,

Bu karakterdeki kişiyi

Şöyle tanımlar;

-ÖNÜNDEKİNİ ISIRIR,

ARKASINDAKİNİ TEPER...

...

Başarılı insan;

İyi karakterlidir,

Eserler verir,

Hayatının her anını

Güzel çalışmalarıyla süsler,

Akıllı insanlar biriktirir

Hayatından mutludur,

Beden ve ruhuyla barışıktır...

Herkesin yardımına koşar,

Olanakları ölçüsünde

Yolda kalmışa,

Çaresize çare olur...

...

Kişinin sahip olduğu

Karakteri çevresindeki

İnsanları da etkiler...

Bir işyerinde huzur varsa,

Mutluluk, başarı,

Zenginlik üretim,

Adaletli paylaşım varsa;

Bu oradaki iyi karakterli

İnsanların güzelliklerinin,

Yansımasıdır...

...

Bunun tam tersi varsa;

O da kötü karakterli

İnsanın ruhundaki

Olumsuzluklarının

Çevresine yansıttığı

Negatif etkiden başka

Bir şey değildir...

...

İnsanın karakteri

Ömür boyu değişmez,

Ufak tefek farklılık,

Bile göstermez...

Sadece öldüğünde

Noktalanır...

...

Sonuç olarak;

Her zaman iyi karakterli,

İyi huylu, olumlu düşünen,

Dostlarınız çalışma

Arkadaşlarınız olsun...

Kötü huylularla

Karşılaşmamanızı

Dilerim...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

 

 

KEDİ FİZOLOFTUR...

Kediniz var mı?

Kedileri seviyor musunuz?

Evinizde kedi besliyor musunuz?

Peki, bu güzel canlıyı,

Ne kadar tanıyorsunuz?

Yarı ehlileştirildiği iddia ediliyor...

...

Yapılan araştırmalara göre;

Onunla ilgili bir takım,

Saptamalar şöyle;

Kedi kısmı filozoftur...

Kimseye karşı derin,

Bir bağlılığı yoktur...

Kimsenin esiri olmaz...

Gittiği zaman da geri dönmez..

Bu da irade sahibi olduğunu gösterir...

...

Kedi sabrın temsilcisidir...

Köpekler gibi çağrıldığında gelmezler...

Egoya değil ruha hitap ederler...

...

Bir kediye

-PİSİPİSİ diye seslendiğinizde

Bakar...

...

Kediler insan vücudunda

Rahatsız olan bölgeyi hisseder oraya

Masaj yapar...

Kediler şifacıdır...

...

Kediler evin ruhsal bekçileridir...

Eve giren her varlığı görürler...

Negatif varlık ise evden kovmaya

Çalışır...

...

Bazı kediler depremi önceden

Hissedip yeri birkaç kez eşeledikleri,

Gözlemlenmiştir...

Bazıları ise hırçınlaşıp bir yerlere saklanır..

...

Kediler pozitif ve negatif insanları da hisseder,

Hiç tanımadıkları halde pozitif birisini görünce,

Yanlarına gidip kendilerini sevdirirler...

...

Kediler dünyadaki yaşam enerjisi olarak

Kabul edilir...

...

Kediler gerek tuvaletlerini yapıp

Üstünü kapattıkları için,

Gerekse tüylerini sürekli yaladıkları

İçin en temiz hayvan olarak bilinir...

...

Dünyada tüm hayvanlar insanlara hizmet için ya da besin olarak kullanılır...

Fakat sadece kedilere insanlar karşılıksız

Hizmet eder...

...

Birçok filozof, sanatçı ve

Liderin kedisi olmuştur...

...

Dünyada en güzel yüzlü canlı kedi olarak

Kabul edilir...

...

Kediler katkılı zararlı gıdaları yemez...

Kedinin yemediği bir besini siz de yemeyin,

Et ve süt ürünleri gibi...

...

Kediler dokuz canlı olduğu

İnancı onların ölümsüz olduğuna

Sebep olmuştur...

...

Antik mısırda kediler kutsal

Kabul edilirdi, kazayla bile olsa,

Bir kedi öldürmenin cezası ölümdü...

Hatta ölen kedilerin mumlayıp o şekilde

Mezara gömülürdü...

...

Ölümsüz olmasalar bile oldukça

Dayanıklı varlıklardır...

Bir yerden bırakılsa bile

Dört ayaküstüne düştükleri için özel

Yaratılmış oldukları kabul edilir...

...

Günümüzde kedi ve köpekler,

İnsanların en yakın canları oldu...

Bazıları kişi köpekleri, kedileri,

Hayatının ayrılmaz bir parçası

Olarak görüyor, ömürlerinin

Bir bölümü onlarla paylaşıyor...

...

-İNSANLARI TANIDIKÇA

KÖPEKLERİ DAHA ÇOK

SEVMEYE BAŞLADIM demişti,

Bir filozof...

Kediler içinde aynı özdeyiş geçerli

Olmalı...

...

Bu canlar bize sevgilerini

Sınırsızca veriyorlar,

Kendilerini sevdirmek için

Her türlü yeteneklerini

Hiçbir karşılık beklemeden

Sunuyorlar...

...

Unutulmaması gereken şu;

Dünya isimli bu gezegen,

200 milyon tür olduğu kabul

Edilen canlıların da evidir...

Onlarla birlikte yaşamaya,

Hayatlarını kolaylaştırmaya

Çalışmak uygarlık göstergesidir...

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

KEMİK KARAKTERLİ

DEMİR KİŞİLER...

 

Medya mensubu olarak,

50 yıla yaklaşan meslek,

Hayatımda sayısız insan tanıdım,

Bazı hayatlara dokundum,

30’ dan fazla insanın

Varlık serüvenini kitaplaştırdım...

...

İnanılmaz hikâyeler dinledim,

Çok farklı hatta

Kemikleşmiş taşlaşmış,

Karakterdeki bazı insanların,

Dağlar yer değişse de,

Hiçbir koşulda, değişmeyeceğine,

Defalarca ama defalarca,

Tanık olduğumda çok şaşırdım...

...

İletişimimi sürdürdüğün,

Bu kişilerin ilerleyen,

Yıllardaki hayatlarını da,

Çok yakından gözledim,

Ömür çizgilerindeki,

Tutum ve davranışlarına,

Beden dillerine, konuşmalarına,

Diğer insanlarla olan,

İlişkilerine dikkat kesildim...

...

Kendilerini formatlayıp,

Güncelleyebilmeleri konusunda

Bir gram bile değişmediklerini,

Bir santim ileri hareket etmediklerini,

Ama olumsuzluk yönde sürekli,

Geri viteslerini yükselttiklerine

Defalarca tanık odum...

...

Tamamen betonlaşmış durgun,

Taşlaşmış karakterli kişileri,

İbretle, hayretle,

Şaşırarak izledim...

...

Şöyle ki; bu kişilerin,,

Hayatları boyunca bir kez dahi;

-Teşekkür ederim,

-Tebrik ederim,

-Harikasın,

-Seni kutlarım,

-Çok güzel işler yaptın,

Deme yeteneğinden,

Tamamen yoksun olduklarını,

Hayretler içinde gördüm...

...

40-50 yıllık eşlerine,

Dostlarına, arkadaşlarına,

Çocuklarına, çevresindeki

Diğer insanların hiç birine

Yukarıdaki iltifat sözünü,

Ömürleri boyunca,

Etmemiş, edememiştir,

Bin yıl yaşasa da edemeyecektir...

Bu olumlu sözü söylemeyi,

Belki de özüne hakaret saymıştır,

Bana göre taş karakterli kişilerin

Tutumları belki de ruhsal bir

Hastalıktır başka da bir şey olamaz...

...

Dünyadaki tüm insanlar

Bir araya gelip, aylar, yıllarca,

Yalvarsalar bu karakterdeki

İnsanın elini ayağını, yüzünü,

Öpüp en büyük ödülü

Verecekleri vaadinde bulunsalar;

-Ne olur?

-Şu kişi çok iyi,

-Tebrik ederim der misin?

-Harika insansın,

-Çok başarılısın de,

Şeklinde yalvarsalar da;

Hayır, asla demez, diyemez,

Demeyecektir,

Güzel söz etmeyi belki de kendine

Hakaret etmiş sayacaktır...

...

Doğuştan itibaren özüyle,

Sürekli kavgalı olan,

Bu karakterdeki kişi,

Öyle kemik, taşlaşmış,

Sanki demirlerle örülüp,

Betonlaşmıştır ki;

-Öl demek, ona,

Karşındaki kişiyi takdir

Edecek güzel söz söylemekten

Belki daha da kolay gelecektir...

...

-Etinden et mi keselim?

-Yoksa şu kişiyi tebrik ederim

Seçeneği sunulsa;

-ETİMDEN ET KESİN,

-BRAVOO,

-AFERİM,

-TEBRİK EDERİM SÖZÜNÜ

ASLA KULLANMAM, der...

-O zaman öl deseniz;

-Ölümü kabul ediyorum der,

Ama tebrik ederim demez...

...

Kemikleşmiş, duyguları,

taşlaşmış karakterdeki,

Bu ilginç kişi

Ana karnından başlayarak,

İleri yaşlara kadar,

Devam eden bilinçaltında,

Büyük acılar yaşayan,

Büyük yaraları olan,

Mezara kadar da,

Kapanmayacak ruhsal,

Büyük yaralara sahiptir...

...

Bu kişinin karakteri,

Yıkılan umutları,

Yok, olan hayallerinin

Nedeniyle çok sert,

Ve kemik şekilde oluşmuştur...

...

Her insanın çevresinde,

Bu sert ve kemik karakterli,

Kişiliklere sahip,

İnsanlar çok az

Sayıda da olsa bulunur...

...

Sizin yakınınızda;

Kemik karakterli arkadaş,

Dost akrabalarınız varsa;

Başka düşmana gerek yok...

...

Sakın karnınızın yumuşak

Yerini ona göstermeyin,

Saldırarak zarar vereceği,

İlk kişi siz olursunuz...

...

Peki, bu karakterdeki

Kişilere ne yapmalı?

Ömrünüz boyunca,

Hiç sevmeseniz,

Hiç hoşlanmasanız da,

Yüksek anlayış, hoşgörü,

Yüksek bağışlayıcı,

Sınırsız affedici davranın...

...

1-Onların hayatları boyunca,

Değişmeyeceklerini,

Peşinen kabul edin,

2-Size gösterdiği kişiliği

Kadar da ona değer verin

Ne fazla nede eksik...

...

Sonuç olarak;

Daha mutlu, uyumlu,

İyi huylu, ılımlı,

Güzel karakterli insanlarla

Karşılaşmanızı yürekten,

Sevdiğini ve takdir duygularını

Kolayca itiraf eden,

Karakterdeki iyi insanlarla,

Yaşamanızı, hayatınızı,

Paylaşmanızı gönülden dilerim...

 

Abdulkadir Kaçar adana 2023

 

 

 

KENDİMİZE GÜÇLÜ,

SIĞINAKLAR

İNŞAA ETMELİYİZ...

 

Bir özdeyiş;

“İnsan en vahşi hayvandır” der...

...

Başka bir akıllı insan da;

-İnsan insanın kurdudur, der...

...

Başka bir akıllı insan da;

-İnsan alıngan hayvandır, der...

...

Gerçekten insan,

İsimli muhteşem

Ve şahane canlı;

Bazen inanılmaz,

Bencil, en acımasız,

Zalim, vahşi, yakıcı,

Yıkıcı, yok edicidir,

Belki de doğadaki

En büyük katildir denir...

...

Dünya gezegenindeki,

En doyumsuz,

Kendine sınır koyamayan,

Azla ve asla yetinmeyen

Tek varlık insandır...

...

Şu örneğe göz atın;

Yaşadığı evi verseniz,

Diğer evleri de ister,

Mahalleyi verseniz,

Kenti ister;

Kenti verseniz,

Dünyayı ister,

Sonra ayı ister,

Güneşi ister;

Tüm yıldızları,

Samanyolu galaksisini,

Tüm evreni ister...

...

Yani doyumu

Sınırsız olan, insan;

Tüm evrenin sahibi olup,

Onu yönetmeyi ister...

...

Üzerinde yaşamın,

Bulunduğu tek,

Gezegen dünyaya,

Bu günkü tekniği, bilgisi,

Olanaklarıyla

Hükmetmeyi sürdürmektedir...

...

Dünya gezegenindeki

Doğal akışını,

Nehirlere barajlarla,

Engelleyip kontrol etmektedir,

Uçaklarla gökyüzüne

Sınırsızca hükmeder,

Roketlerle uzayın,

Derinliklerine ulaşmaya,

Göz dikmiştir;

Ama bu alanda henüz,

Emekleme aşamasındadır...

...

Bunların da ötesinde;

Kendi türüne karşı,

Daha da acımasızdır,

Ona efendi olmak için,

Her yolu uygular,

Canını, kanını,

Her türlü varlığını,

Ele geçirip kölesi yapıp,

Acımasızca ve vahşice,

Sömürmektedir...

...

Düşünen akıllı bir bilge diyor ki;

-İNSANLARIN VE OLAYLARIN,

-ZALİMLİĞİNE KARŞI İÇİNİZDE,

-SIĞINILACAK BİR YER EDİNİN;

-İNSAN DÜŞÜNCELERİNİN,

-DERİNLİĞİNDE EN AĞIR,

-MERMİLERE VE EN ZEHİRLİ,

-SÖZLERE DAYANABİLEN,

-BİR SIĞINAK KURABİLİR...

...

Kendinden emin olan,

Ruh neden korksun ki?

Böyle bir ruh,

En gizli düşüncelere,

Karşı duyduğu güveni,

Ne zulüm, ne iftira sakatlayabilir?

 

Her koşulda hoşgörülü,

Daima kararlı, cesur,

Dayanıklı olmak gerekir;

Korkmadan geri adım,

Atmadan hayat isimli rolü,

Çok iyi oynaması kaçınılmazdır...

...

Başarılara yürürken,

Bazı aksaklıklar olabilir,

Çünkü hiçbir başarı,

Sürekli olamaz...

Geleceği önceden görüp,

Ona karşı önlemler,

Almak gerekir...

...

Mal, mülk, şöhret,

Ekonomik ve siyasi güç,

Zamanla söner gider;

Bir her şey anda el değiştirir...

...

Her türlü koşullarda,

İç limanlarımızda

Güçlü sığınaklarımızı

İnşa etmeliyiz,

Her türlü insan saldırısına

Karşı kendimizi korumalıyız...

Engellerle savaşmak,

Her zaman ve koşulda,

İnsanı daha da güçlü yapar...

...

Bunların da ötesinde;

İnsanları kucaklayın,

Asla bir gönül kırmayın,

Dayanışma içinde olun,

İyiyi güzeli anlatın,

Kibar, her daim nazik,

Sürekli saygılı davranın,

...

Bunun için bir, yara sarmalı,

Umut ışığı olmalı,

İyilik yapmalı,

Dayanışma göstermeli,

Dürüst güvenilir olmalı,

Gerçekçi olumlu davranmalı,

Güzel sözlerle,

İnsanlara moral verip,

Örnek yaşam sürmelidir...

...

İlk ve son kez deneme

Şansı yakaladığımız bu serüvenin

Sonu yüzde yüz ölümdür,

Arkamızda iyi insanlar,

İyi hatıralarla anılmak,

Vazgeçilmez hedefimiz olmalıdır...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

KENDİN OL

HAYATIN

TADINI ÇIKAR...

 

Kim ne derse desin,

İçinde bulunduğun

Koşulların zorluğu,

Ne olursa olsun,

Daima kendin ol,

Hayata bilgece gülümse,

Her koşulda kendine,

Çevrene canlı cansız,

Tüm varlıklara iyi davran...

...

Bir düşün;

En son ne zaman,

Mutluluktan havalara uçup,

Ağız dolusu kahkaha attın?

Karnın ağrıyıncaya kadar,

Dakikalarca güldün?

Ruhunda uçuşan kelebekleri hissettin?

Hayatın tadını doyasıya çıkartıp;

-OHHH BE, YAŞAMAK,

NE GÜZEL ŞEY dedin?

...

Hayatın tadını çıkartmak deyince,

Bu gezegendeki 8 milyar insan,

8 milyar farklı görüşe sahiptir...

Ama yaşadığını hissettiğin,

Mutluluk,

Keyif, enerji dolu,

AN’ ları çoğaltıp,

Her ana neşe,

Kahkaha,

Heyecan,

Ve inanılmaz

Sürprizler katabilmek demektir...

...

Bunun için,

Aslında çok

Büyük şeylere gerek yok,

Kendini iyi hissetmek,

Varlığının farkında yaşamak,

Ve kendin olmak için,

Atacağın küçük ya da büyük her adım

Senin hayatının tadını çıkarmak için

Birer eşsiz araç olacaktır...

...

Bedenine iyi bakıp,

Ona teşekkür etmenin yolu,

Düzenli olarak

Spor yapmaktır...

...

Bedenin, zihninin,

Ve ruhunun ihtiyaçlarına

Kulak vermek...

...

Başka hayatlara dokunmak,

Yeni keşifler yapmak,

Farklı bir film izlemek,

...

Hayalini kurduğun hedefine

Ulaştığını hissettiğin an,

Varlığın en güzel anlarından biri yapmak...

...

AN’ da yaşamak, gerçek hediyedir,

Günlük tutup, egzersiz yapmak...

...

Beyin jimnastiği yapıp

Sosyal çevrendeki kişilerin

Gelişimine katkıda bulunmak...

...

Aileyle daha fazla zaman geçirmek,

Sansürsüz konuşup,

Kahkahalarla dolu sohbetler yapmak...

...

Ufak molalarla,

Stresi azaltmak,

Üretkenliği arttıracak çalışmalar yapmaya

Odaklanmak...

...

Her an daha cesur,

Daha girişken olup,

Konfor alanından çıkıp doğayla baş başa yapmak...

...

Bilgece gülümsemek için

Hiçbir nedene gereksinim duymadan,

Bunu gerçekleştirmek...

...

Güne kocaman bir gülümsemeyle başlamak,

Yaşamı kucaklamak

Doğan her günü,

Eşsiz bir armağan

Olarak kabul etmek...

...

Gülümsemenin bulaşıcı olduğunu düşünürsek

Sen güldüğünde her şey

Herkeste gülümseyecektir...

...

Tekrarı,

Denemesi,

Ertelemesi,

Tasarruf etmesi mümkün olmayan,

Doğduğun andan itibaren

Geriye doğru bitmeye başlayan

Hayatın tadını çıkar,

Daima kendin ol,

Her şeyi ama önce

Kendini sonuna kadar sev...

...

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

 

AMERİKALILAR 1974’ TE

KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI SIRASINDA

ÇUKUROVAYA BEYAZSİNEK

BOMBASI ATTI…

 

Adana nın en çok izlenen yerel kanalı olan Kanal-A Televizyonunda haftada 3-4 program üretiyordum;

Belediyenin meclis üyelerinden mimar olan Ali İsot bir gün meclis toplantısı öncesi programlarımı takdirle ve çok dikkatle izlediğini anlatmıştı…

...

Benimle özel konu hakkında konuşmak istediğini söyledi ve şöyle dedi…

-Abdulkadir bey, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının yıldönümü yaklaşıyor, benim bu konuda yaşadığım ve tanık olduğum çok ilginç bir olay var onu senin programında anlatmak istiyorum…

...

Ziyapaşa Bulvarındaki evine beni davet etti;

Kameraman arkadaşımla birlikte belirtilen adrese yine belirlenen zamanda gittik…

...

Çok kibar, Adana Beyefendisi olan Ali İsot bizi saygı ve sevgiyle karşılayıp ağırladı…

Mikrofonu açıp, kamera kayda başladığında anlattığı olay şuydu;

-1974’ teki Kıbrıs Barış Harekâtında aktif olarak görev aldım…

20 Temmuz sabahı Mersin Limanındaki Askerlerin başında Ast teğmen olarak görev yapıyordum…

Tüm arkadaşlarımızın ellerimiz tetikte, Kıbrıs Rumlarından ya da Yunanistan’dan tarafından gerçekleştirilebilecek herhangi bir saldırıyı bekliyorduk…

...

Gün henüz ağarmamıştı, ama şafak yavaşça söküyordu, ışık gittikçe daha da çoğalırken;

Çevremize daha dikkatli şekilde bakıyorduk…

Bu sırada Kıbrıs Yönünden Mersin Limanına doğru, yani üzerimize hızla siyah bir bulut ilerlemeye başladı…

...

Hepimiz ellerimiz tetikte, nefes almadan anında karşı koymaya hazırdık...

Arkadaşlarımız arasında inanılmaz bir sessizlik vardı…

Yapılabilecek herhangi bir saldırıya karşı nasıl davranacağımız zaten aylar önceden zaten belli olmuştu…

..

Kıbrıs Yönünde beliren bu ne olduğu bilinmeyen siyah bulut, gittikçe daha da yaklaştı, daha da büyüdü, çok fazla yakınlaştı, ama hepimizin heyecanı da zirveye çıkmıştı…

...

Tüm askerlerimizin eli tetikte, gözümüz bize doğru gelen siyah bulutun hareketlerini adeta nefes almadan izliyorduk…

Siyah bulut yaklaştıkça heyecanımız arttı, daha çok yaklaştı, iyice yaklaştı, üstümüze birden indi…

Ne görelim o ana kadar asla bilincinde olmadığımız, daha sonra beyazsinek diye tanımlanacak olan trilyonlarca zararlı birden Mersin Limanını ve bu bölgeyi inmişti…

...

Amerikalılar tam 1974 teki tam bizim çıkarma yaptığımız anda laboratuarlarında ürettikleri, akciğerleri olmayan, bilinen hiçbir zirai ilaçla öldürülemeyen beyazsinek bombasını ülkemizin üstüne atmıştı…

...

Hepimiz şaşkınlık içindeydik; ne yapacağımızı bilemiyorduk, biz düşmandan top, mermi, uçak saldırısı, ya da kıyıya gemileriyle çıkartma falan beklerken ülkemize onlarca yıl zarar verecek, pamuk bitkisinin öz suyunu emerek yok edecek beyazsinek bombası patlatmışlardı…

...

Türkiye nin pamuk üretim merkezi olan Çukurova’ya bir anda beyazsinek zararlısı hâkim olmuştu…

Çiftçilerimiz bilinen her türlü zirai ilacı denemesine karşın, akciğeri olmayan bu zararlıyı bir türlü yok edemiyordu…

...

Laboratuarda bilinçli olarak üretilen, ciğeri olmayan bu zararlıyı; yine Amerikalı uzmanlar nasıl öldürülebileceği ilacı da aynı şekilde geliştirilmişti…

...

O yıllarda Amerika çarenin bu ciğeri olmayan beyazsinekleri yok edecek zirai ilacın kendinde olduğunu söylemişti…

...

TEMİK 10-G isimli ilacını bir süre sonra Türkiye ye pazarlamaya başladı…

10 yıla yakın sürede bize 50 milyar dolardan daha fazla paramızı alarak bize bu ilacı sattı…

...

Önce beyazsinek zararlısını ülkemize bomba olarak attı, sonra da öldürme ilacını bize sattı…

Bu gün başımıza bela ettiği terör örgütleri ve onlara sağladığı milyarlarca dolarlık bedava silahlarla ülkemize nasıl zarar veriyorsa;

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında, yani ülkemizin savaşa programlandığı anda beyazsinekle zararlısıyla pamuk ürünlerimize şekilde zarar vermiş, artı 50 milyar dolardan fazla paramızı da bilerek, isteyerek, planlı ve programlı olarak sömürmüştü…

...

“AYIDAN POST GÂVURDAN DOST OLMAZ” diyen atalarımızın sözlerinin ne kadar doğru olduğunu yüzyıllardır kapalı kapılar arkasında görüyorduk…

...

Emperyalist güçler bu gün açık, net şekilde vereceği zararı söylemekten utanmıyor ve ülkemize çeşitli senaryolarla bu hainliği yaparak zarar vermeye devam ediyor…

...

Uyanık olup tuzaklara karşı duyarlı olmak her Türk vatandaşının görevidir…

Belediye Meclis üyesi Ali İsot’ un evinde çektiğim programımı yine 20 Temmuz gününe rastlayan 1990’lı yıllarda yayınlamıştım…

...

Ama ne bir devlet görevlisi, ne de bir izleyiciden herhangi bir geri dönüşüm almamış olmamdan dolayı da üzgün olduğumun altını çiziyorum…

 

 

KİMLER GELDİ,

KİMLER GEÇTİ...

 

Her insan hayatının çeşitli,

Dönemlerinde takdir ettiği;

Düşüncelerinden etkilendiği,

Yakın bulup kendine;

Örnek aldığı insanlar vardır...

O kişiler hayatın bazı dönemlerinde

İyilikleri mutlaka dokunmuştur?

Düşüncesiyle sorunlarına;

İnanılmaz çözümler sunmuş;

Hayatını kolaylaştırmış,

Aşılmaz gibi görünen,

Engelleri aşmayı sağlayıp,

Mutluluğa giden,

En akılcı yolları açmıştır...

...

Hayatıma dokunup;

Olumlu iz bırakan bazı isimleri,

Hayatta olmasalar bile yazarak,

Onurlandırıp minnet,

Teşekkürlerimi sunuyorum...

...

Her insanın anne ve babası,

Hayatlarındaki ilk öğretmenidir...

Babam ve annem beni bu sahneye

Çıkartıp sahip oldukları her değeri

Sonuna kadar bana sundular...

Ağabeyim, ablalarımın,

Her biri gerçekten harikaydı;

Hepsine teşekkür ediyorum...

...

İlkokul öğretmenim,

Ünlü sanatçı Hakkıbulut’tu...

AFAD’ ın (Adana Fotoğrafı Amatörleri

Derneğinin) kurulmasında fikrime önem

Vererek bunu projeyi;

Adım adım gerçekleştiren,

Mehmet Baltacı,

Derneğimizin ilk Başkanı

Diş Tabibi Sina Coşkun,

3 kez intihar etmek isteyip,

Bel fıtığımdan ameliyat ederek,

Bana ikinci kez hayat sunan

Nöroloji Uzmanı Op, Dr.

Ahmet Mutlu Ayçin;

Nöroloji Uzmanı Fatih Karayandı,

Göz Hastalıkları uzmanı Dr. Yusuf

Erkişi’ye binlerce kez teşekkürler...

...

Adana Belediye eski başkanı

Kurmay Albay Nuri Korkmaz,

50 yıla yaklaşan medya mensubu

Olarak biriktirdiğim arşivimi

Bağışladım Adana Alpaslan Türkeş,

Bilim ve Teknoloji Üniversitesi

Kütüphane ve Dokümantasyon Daire

Başkanı Ahmet Karataş,

Ayşe Karakeçi Sağlık Ocağında

Aile doktorum Sabahattin Çekin,

Hürriyet Gazetesinde mesleğe,

Yanında başladığım değerli

Şefim Cevat Eren,

Adana’nın ilk özel yerel televizyon sahibi

Mustafa ve Gürkan Göçer kardeşler,

Gazeteci olarak yıllarca çalışmalarını izleyip;

Sonra sahibi olduğu

Çukurova televizyonunda 15 yıl birlikte

Çalışma şansı yakaladığım

(Üç seçimi birlikte yaşadığım)

Efsane başkan Aytaç Durak Başkan,

“HAYAT AKIP GİDERKEN” programına

Beni konuk olarak alan İstanbul Radyosu

Program yapımcısı Cengiz Tünay üstat,

Haftada iki üç makale yazmam için;

Beni keşfedip sonra da daima teşvik

Eden Hüseyin Azar kardeşim,

Makalelerimi yayınlayan Erol Şennur,

Mersin Tanık Gazetesinde dostum;

Beycan Üçkardeş ile Aziz Avcı’ya,

Ve çalışanlara, Ali Ekber Şen

CRT Gazetesinde makalelerimi düzenli

Yayınlayan hemşerim Şahin Özer,

Gazette sahibi Fatma İnci Gül,

Başkent radyosunda makalelerimi

Haftada bir kez geniş kitlelere,

Seslendirerek sunma fırsatı veren,

Sema Erdoğan ve radyo çalışanı,

Emrah Yavuz’ kardeşime;

Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Başkanı,

Kıymetli dostum Cafer Esendemir,

Cemiyetimizin müdürü Yusuf Aslan,

Can dostum program ortağım,

Oğuz Topaçoğlu, gazeteci kardeşim

İsmet Ramazan Selçuk, Yavuz Yetenç,

Zirve Gazetesi sahibi Veli Uçuk,

Çukurova Metropol Gazetesi editörü

Mehmet Şahin, Mustafa Özke,

Veren el ressam Kudret Sönmez’e

Murat Yonat, Mediha Olgun Karaca,

Murat Zöhre, Aytekin Gezici,

İş insanı Ahmet Kurt,

A.B.T Ü çalışanları Burak Somuncu,

Ali Demirkıran, TRT Çukurova Radyosu,

Program yapımcısı Lütfi Kılınç, Ferruh Yardım,

Daktilo bilir Ç.G.C. Eski başkanı

Erdoğan Varol, Eczacı Mahmut ve Cesur

Tayboğa kardeşler...

Aynı yaşta olduğum Yüksel Mert,

Ekmel Ali Okur, İsmail Nerimanoğlu,

Ali Taçoğlu, Ahmet Dokuzoğlu,

Tekin Yavuz, Nusrettin Coşkun,

Şinasi Özsoy, Bülent Savaş,

Ressam Necati Palaz,

Asker arkadaşım Eyüp Karaaslan,

Bekir Sıtkı Tükenmez’e sonsuz teşekkür...

...

Yukarıda isimlerini saydığım insanlar;

Benim hayatıma dokunup silinmez iz bıraktılar;

Aslında bu listeye binlerce kişi ekleyebilirdim;

İsmini yazamadığım ama benim.

Hayat hikâyeme dokunup yardımlarını,

Gördüğüm sayısız insan dostlarıma,

Arkadaşlarıma binlerce kez teşekkürler...

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

 

 

KİŞİLİK HER ŞEYDİR

“iyi insan; kötü insan”

 

Üniversitede öğrencileri

Az sonra başlayarak ders için

Hocayı beklemektedir...

“HABABAM” sınıfındaki

Gibi gürültü had safhadadır...

...

Hoca içeriye girip gürültü

Yapan öğrencilere sert,

Şekilde bakıp tahtaya BİR rakamı yazıp şöyle der;

-BU BİR SİZİN KİŞİLİĞİNİZDİR,

HAYATTA SAHİP OLACAĞINIZ,

EN DEĞERLİ ŞEY...

...

Birin yanına SIFIR koyar;

-BU BAŞARIDIR...

...

Birin yanına ikinci SIFIRI koyar;

-BU TECRÜBEDİR...

10 İKEN 100 OLURSUNUZ...

...

Sıfırlar böylece uzayıp gider;

-BU YETENEK,

-BU TECRÜBE,

-BU DİSİPLİN,

-BU SEVGİ,

-ÇALIŞKANLIK VS...

...

Eklenen her yeni SIFIR

Kişiliğinizi on kat zenginleştirir...

...

Sonra hoca silgiyle

Baştaki BİR rakamını siler;

Geriye sayısız sıfır kalır...

Hoca yorumunu patlatır;

-KİŞİLİĞİNİZ YOKSA

ÖBÜRLERİ BİR HİÇTİR...

...

Sınıftakiler hocanın verdiği mesajı alıp sessizliğe

Gömülür...

...

Günümüzde sağlam, erdemli,

Dürüst olgun, güvenilen,

Kişilik en büyük ölçüdür...

Hangi makam, yetki, etkili,

İşyeri sahibi olursa olsun,

Pek çok insan dürüstlük,

Erdemli davranış, emeğe

Saygı, çalışanın hakkını,

Teri kurumadan verme gibi

Konularda sınıfta kalıyor...

...

Öyle ki, dışarıdan bakınca;

Her şeyiyle kusursuz,

Çok güzel, harika gelişmiş,

Bir eli yağda, bir eli balda,

Görüntüsü veren bazılarının;

İçteki durumları is çok ilkel,

Bencil, cimri, emeğe saygısızdır...

...

Özellikle çalışanların

İnsanların hakkını vermede,

Hatta onların gözlerinin içine,

Bakarak emeğini sömürmede,

Rekorlar kırıp,

İnsanların bedduasıyla

Yüz yüze kalır ama aldırmaz...

...

Hakları yenilenler,

Emek sömüren kişi,

Hasta olsa da,

Ağır sağlık sorunlar yaşasa da;

İçlerinden şöyle dua ederler;

-AMAN ÖLMESİN,

DAHA, UZUN YAŞASIN,

DAHA ÇOK BÜYÜK ACI

ÇEKSİN, YAŞATTIKLARINI

YAŞASIN derler...

...

Bu olumsuz ve çalışanlarına,

Karşı acımasız kişilerin tam aksine

Bazı erdemli işverenler;

Kendi ceplerinden daha,

Çok çalışanı düşünüp,

Onlara haklarını verirler,

Emeklerinin karşılığını

Alanlar memnun olan çalışan

İşveren memnundur...

...

Çalışanları bu adaletli

Emeğe saygılı, yöneticisine

Sürekli teşekkür ederken;

Saygı Göstererek minnetlerini

Güzel dualarla ifade eder;

-ALLAH BAŞIMIZDAN

EKSİK ETMESİN;

BİRİNİ BİN ETSİN...

ÇOK SAĞLIKLI YAŞASIN,

ÇOK MUTLU OLSUN,

HAYATTAN HER

MURADINI ALSIN derler...

...

Çağımıza ve çevrenize,

Şöyle bir bakın;

Kaç kişi çalışanın hakkını,

Fazlasıyla veren işyeri sahiplerine

Teşekkür ediyor,

Sağlık, esenlik, mutluluk diliyor;

Kaç kişi de emeğine saygı,

Göstermeyen haklarını

Yiyenlere beddua ediyor...

...

50 yıla yakın medya meslek

Hayatımda bu türlü kişilerle

İşverenlerin her türlüsüyle

Çalıştım, yaşadım;

Bırakın hakkımı vermeyi,

Patronum ev telefonumla,

Beni günlerce tehdit ettirmişti;

Sesini çok iyi tanıdığım

Bana o günlerde küfürler,

Tehditler savuran kişi,

Bu gün ise bana

İyi günler, selamlar sevgiler,

Dolu mesajlar gönderiyor...

...

SONUÇ OLARAK;

Şu iki tip-yönetici işverenden,

Hangisi olmak istersiniz?

-ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM,

ALLAH SAĞLIKLI ÖMÜR

VERSİN; MUTLU UZUN

ÖMÜRLÜ YAŞAYIN

Dediklerinde mi?

...

Ya da;

-ALLAH SANA UZUN

ÖMÜR VERSİN;

HASTALIKLARIN,

HİÇ BİTMESİN, SAKIN

ÖLME, ÇOK ACI ÇEK,

YAŞATTIKLARINI

DAHA UZUN YAŞA,

ACILAR İÇİNDE

GEBER diyenlerden mi?

...

Yine kıssada şöyledir insanın;

-YAŞATTIKLARI İYİYSE

İYİLİKLER YAŞAYARAK

MUTLU OLUR...

...

Etkisi altındaki kişilere,

Kötü ve acılar çektiriyor;

-YAŞATTIKLARI KÖTÜLÜKSE

O KİŞİLER DE YAŞATTIKLARINI,

YAŞAMADAN ÖLMEZ denir...

...

Peki, kişilik nedir?

Kişinin kaynaklarını,

Ve yeteneklerini en yüksek,

Düzeyde kullanarak,

Potansiyelini keşfetmesidir...

Yani günümüzde kişisel,

Gelişim tercih değil, zorunluluktur...

...

Bunun için kişi daima

Sahada olmalı hayatın

Her türlü renklerini keşfetmeli,

Yeni insanlarla tanışmalı,

Yeni bağlantılar kurmalı,

Başkaları hakkında,

Daha çok bilgi sahibi olmalı,

Sosyal becerilerini,

Durmadan arttırmalı,

Kendini geliştirmelidir...

...

Yapılan bilimsel gözleme göre;

En iyi kişilikleri olan,

İnsanlar genellikle,

En çok mutlu olanlardır...

...

Gelişme, değişim, dönüşüm

Konularında sınır yoktur,

Bu aşamalarda kendini,

Geliştiren kişinin

Ulaşabileceği zirve nokta

BİLGELİKTİR...

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

 

KURTULUŞ SAVAŞININ

KAHRAMANLARI

GİBİYDİLER...

“SENİ BU ENKAZDAN

ÇIKARMADAN

BİR YERE GİTMEM” diyen,

Arama kurtarmanın,

Adsız kahramanları,

Tıpkı kurtuluş savaşındaki büyük,

Ve fedakâr ruhla

Enkaz altında kalan,

Yüzlerce, hatta binlerce,

Yaralıları mucize şeklinde çıkartıp,

Hayata yeniden döndürdüler...

...

İnsanlık tarihinin gördüğü,

500 yılda rastlanan en büyük deprem,

Ülkeme büyük zarar verdi;

Amerikalıların Japonyadaki

Hiroşima’ya attığı atom bombasının

Tam 500 katı büyüklüğünde

İnanılmaz bir facia yarattı...

...

85 milyonluk ailemiz;

Tek yürek, tek bilek olarak,

Hiçbir talimat beklemeden,

Hemen enkaz altında kalan,

Yaralı depremzedelerin,

Yardımına koştu...

...

Günlerce saatlerce,

Yıkıntılar altında

Mağdur şekilde bekleyen,

Nefes alıp vermeleri

Bile mucize olan,

Bu yaralı insanlarımız kurtarmak

İçin inanılmaz şekilde mücadele ettiler...

...

Enkazdan kurtulma şansı,

Yakalayanların her biri hayatlarının,

En büyük mucizesini yaşadı...

...

Enkazdan bir an önce canlı

Çıkıp kurtulmak için,

Ölümü bekleyen bekleyenlere,

Bu kahraman fedakârlar kurtarıcılar;

Şunu söylediler;

...

-SENİ BURADAN,

BU ENKAZDAN

ÇIKARMADAN,

BİR YERE GİTMEM...

Beton yığınlarını,

Neredeyle elleriyle kazarak,

Kurtardıkları insanların

Vazgeçilmez kahramanı oldular...

...

Günlerce durup dinlenmeden,

Hatta uyumadan,

Bazen de 7x24 saat,

Can kurtarmak için,

İğneyle bir tür kuyu kazdılar...

...

Öyle ki bir kişiyi dahi

Kurtarabilmek için,

Kendi canlarını bile

Çekinmeden tehlikeye attılar...

...

Binlerce tonluk,

Beton enkazının altından,

Canlı kurtarmak için

Çalışan fedakâr insanlarımızın,

Her biri tartışmasız olarak

Tıpkı kurtuluş savaşımızdaki,

Askerlerimiz gibi,

Çok büyük kahramanlardı...

...

Çocukluğumuzda bize

Yutturulan sudan, kartondan,

Hayali, sahte, balon,

Kahramanları vardı...

...

Okuduğumuz çizgi romanlarda,

İzlediğimiz sinema filmlerinde,

Dinlediğimiz radyo tiyatrolarında,

Ünlü yazarların romanlarından

Çıkıp gelen bu balon kahramanlar,

Çocukluk hayallerimizi,

Yıllarca boşuna süslemişlerdi...

...

O hayali kahramanların yerini;

Bu gün dünya insanlık tarihinin,

Gördüğü en büyük

Depreminde insanların hayatlarını,

Fedakârca kurtaran

DEPREMZEDELERİN

GERÇEK KAHRAMANLAR aldı...

...

Oradan canlı kurtarılanlar;

Kendilerine yeni bir hayat

Sunan bu fedakâr insanlara;

Ömürleri boyunca şöyle diyecekler;

-HAYATIMI SEN KURTARDIM,

-SEN BENİM KAHRAMANIMSIN,

-VARLIĞIMI SANA BORÇLUYUM,

-BİR DAKİKA DAHA GECİKSEN ÖLECEKTİM,

-ELİMDEN TUTUP HAYATA BAĞLADIN,

-BANA YENİ BİR HAYAT VERDİN...

...

“ SENİ BURADAN ÇIKARMADAN

BİR YERE GİTMEM” diyen,

GERÇEK KAHRAMANLARLA”

Binlerce ton beton ve

Demir yığınlarını,

Günlerce bir tür iğneyle kuyu kazarak

Kurtardıkları insanlar

Arasında, inanıyorum ki,

Hısım ve akrabalıklardan,

Daha derin, önemli,

Hatta ömür boyu sürecek,

Kopmaz ve sarsılmaz,

Candan bağlar oluştu...

...

Ülkemiz insanlık tarihinin

Gördüğü en büyük

Facia olan 7.7 ve 7.6 ve daha sonra da,

6.4 şiddetindeki,

Çok büyük depremleri,

Peş peşe yaşadı...

...

Eşi benzeri bulunmayan

Bu büyük deprem her şeyi

Yıkıp yok edip, binlerce,

Canları aldı, çocukları öksüz,

Anne babaları çocuksuz bıraktı...

...

Güzel Anadolu’mun,

500 kilometresi boyunca,

11 il ve 13,5 milyon insanın

Hayatı bir anda karardı,

Tüm hayalleri, umutları

Yıkılan binaların altında kaldı...

...

Yine kahraman insanlarımız,

Tıpkı kurtuluş savaşımızda

Olduğu gibi yurdumuzun dört

Köşesinden koşarak uçarak,

Fedakârca enkaz altında,

Yardıma muhtaç insanların imdadına yetiştiler...

...

Bazıları da diğer şehirlerde,

Deprem bölgesine gelmek için,

Günlerce fırsat bekledi;

Ama bazı yetkililer

Onları şöyle ikna etti;

-Kan vermek için Kızılay’a,

-Her türlü yardımı da AFAD’

Aralığıyla yapabilirsiniz,

Deprem bölgesinde yaşama

Koşulları inanılmaz zor,

Lütfen bizi anlayın diye

Saygı ve hürmetle

Binlerce gönüllünün,

O bölgeye gelmesini engelleyerek,

Yardımlarını başka kanallar

Aracılığıyla ulaştırmalarını sağladı...

...

Yıkılan her binalarda,

Her türlü hırsızlık,

Yağma yapmak isteyen,

Hain fırsatçılar için

O kentlerdeki gençler sabaha

Kadar sokaklarda,

Ve enkazların civarında,

Gönüllü şekilde nöbet tuttular,

Gerçekleşme olasılığı,

Yüksek olan hırsızlık,

Ve yağma yapmak,

İsteyen hainlere engel oldu...

...

Günlerce enkaz altında,

Yakınlarından canlı,

Bir haber bekleyen,

Çaresiz vatandaşlardan,

Bazıları ise sitem ederek;

-NEDEN BEN?

-NEDEN BİZ? Dedi...

...

Ama çoğunluğu da;

-BU ALLAHTAN GELDİ,

YAPABİLECEĞİMİZ BİR ŞEY

YOK, DİYE KADERLERİNE

RIZA GÖSTERDİ...

...

Bu büyük millet her zaman,

Her faciadan sonra;

KÜLLERİNDEN YENİDEN

DOĞMAYI BAŞARMIŞ;

En kısa zamanda toparlanmış;

Hayata yeniden başlamıştır...

Bu depremden sonra da,

Aynısı olacaktır...

...

Biliyor ve inanıyorum ki,

85 milyon insanımız,

Devlet kurumlarımız,

Sivil toplum örgütleri,

El ele vererek,

Tüm yaraları en,

Kısa zamanda saracak;

Hayat olduğu gibi kaldığı

Yerden devam edecektir...

...

Ölen canlara Allahtan rahmet,

Yaralılara acil şifalar diliyorum

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

KÜÇÜK GÜLÜMSEMENİN

BÜYÜK GÜCÜ...

...

İnsanların sizi,

İyi karşılaması

İçin, onlara önce

Siz gülümseyin...

...

HERKESİN SİZİ

SEVMESİNİ

İSTİYORSANIZ

GÜLÜMSEYİN...

...

Bir insanın yüzünde,

Taşıdığı gülümsemesi

Üstüne süs olarak taktığı,

Dünyanın en pahalı,

Mücevherlerinden,

Bankadaki milyonluk,

Paradan, yaşadığı saraydan,

Otomobilinden,

Marka kıyafetinden,

Daha önemli,

Daha değerli,

Daha etkilidir...

...

Akıllı insan diyor ki;

-Küçük bir gülümsemen,

Seni dünyadaki tüm,

Paraların toplamından

Daha değerli,

Daha önemli yapar...

...

İnsanın gülümsemesi,

Kendini sevdirme gücü

En büyük başarısıdır...

...

En hoşa giden tarafı,

Kişinin bilgece

Gülümsemesi

Kendiyle barışık,

Evrene verdiği,

Barış ve sevgi mesajıdır...

...

Çünkü bazı insanlar,

Ne kadar asık suratlı

Olsa bile,

Sadece gülümseyince

Birden yüzünden güller açar,

Bambaşka bir insan olur,

Küçük gülümseme,

Tüm ortamı değiştirir,

Bilgece gülümseyen insan,

Bulutların arasından

Güneş gibi doğar...

...

Gülümseyen insan

Kalabalıklar arasından

Ayrılıp öne çıkar,

Sevilir saygı duyulur,

Hürmetle karşılanır,

Her isteği emir sayılır,

Hemen yerine getirilir...

...

İnsanın bilgece

Gülümsemesi,

Hareket ve sözlerinden

Daha da etkili ve değerlidir...

...

Gülümseyen yüz karşısındakine,

-SENİ SEVİYORUM,

-SENİ ÇOK İYİ ANLIYORUM,

-SENİ GÖRÜNCE MUTLUYUM,

-BENİ MUTLU EDİYORSUN,

Mesajları verir...

...

İnsan köpekleri neden sever?

Çünkü köpekler,

İnsanı görünce mutlu olur,

Kuyruklarını sallar,

Kucaklamaya çalışır,

Üstüne atlar ve kendini sevdirir...

O nedenle insan köpekleri

Bu yönüyle daha çok sever...

...

Büyük firmalar,

Elaman seçerken,

Gülümseyen yüzlü bir

Düz lise mezununu,

Asık yüzlü bir üniversite

Mezunu ve uzmana bunun

İçin tercih ederler...

...

Öyle insanlar vardır ki,

İşlerini güle güle zevkle

Yaptıkları için,

Hayatın her saniyesinin

Tadını çıkarttır,

Ufak işlerini büyütüp,

Kısa zamanda dünya

Markası olmayı başarır...

...

Gülümseme işte başarı,

İnsanlarla doğru iletişim,

Verimde bolluk,

Çalışanlara mutluluk,

Ülkeye zenginlik getirir...

...

Gülümsediğinizde,

İşlerinizin çok hızlı

İlerleyip bittiğine,

İnanamayacaksınız...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

KÜSEN TASLAK İNSAN

(TAVŞAN DAĞA KÜSMÜŞ)

 

Küsme nedir?

Sözlük şöyle diyor;

Küsmüş olan demektir...

...

200 milyon tür canlılar

Arasında küsme eylemi,

Karşısındakine bunu bildirme

Yeteneği ve davranışı,

Sadece insana özgüdür...

...

Peki, bir soru;

-İnsan nedensiz küser mi?

-Evet, hem de kimseye

-Asla fark ettirmeden küser...

-Küsen insan nedenini bilir mi?

-Eğer akıllıysa bilir;

-Şunun için küstüm,

-Bunun için küstüm,

-Öteki için küstüm,

-Beriki için küstüm,

-Şey için küstüm,

-Şunun için küstüm,

-Mey için küstüm der...

...

Kırk bin türlü küsme

Nedeni bulur,

Aklını kullanabilirse,

Durumu en

Doğru şekilde analiz eder,

Kendini çevresinden,

İçinde yaşadığı toplumdan

Mağara devri insanının

Davranışından hemen,

En kısa zamanda da,

Küsmekten vazgeçip,

Bunun nedenini anlar,

Pişmanlık duyup,

Karşıdaki kişiye de ifade eder,

Normal hayatına döner...

...

Hem kendine,

Hem de karşısındaki insana,

Gereksiz anlamsız,

Çağdışı şekilde,

Sıkıntı vermekten vazgeçer,

Gerekirse özür bile diler...

...

Peki, aklını kullanamıyorsa?

Kendini geliştirmemiş,

Kendini olgunlaştıramamışsa,

Kişi beynini

Yeterince iyi eğitip,

Çağın gerektirdiği şekilde,

Kullanamıyorsa,

Küsme eylemine farklı

On ayrı pencereden bakıp

Analiz edemiyorsa,

Okuma düşünme yazma

Yorumlama eylemi yoksa

Ömrünce bu niteliklerle

Ve olgunlaşmasını sağlayan

Bilgiyle tanışmamışsa,

İster yüz,  ister iki yüz,

Yaşına da gelse hikâyedir,

Ne hayatı,

Ne de kendini anlamamıştır...

...

Bedeni ister uzay çağında,

İster üstün insanların çağında,

Hangi yüzyılda olursa olsun,

Ne kendini tanımış,

Ne çevresindekileri tanımış,

Ne de hayatı anlamıştır...

...

Başka bir ifadeyle,

İçinde kendini esir alan,

Karanlık dönemin,

Mağara insanını

Yaşamaktadır...

Alınganlığı, kırılganlığı,

Kendine ve çevresine olan

Küskünlüğü bundandır...

...

Evrene, dünyaya,

Kendine, çevresine küsüp

Darılganlığı, cahilliğinden,

Olgunlaşmamış hamlığındandır...

...

Tedavi edilemez şekilde,

Olgunlaşma dönemini de

Çok gerilerde bırakmıştır,

200 milyon tür olduğu

Kabul edilen canlılar arasında,

Niteliksiz ve niceliksizdir...

...

Gerçi sıkıntı verdiği kişi

Akıllıysa onun küsmesinden

Hiçbir şekilde etkilenmez,

TAVŞANIN DAĞA KÜSMESİ

Gibi anlamsız ve önemsiz bulur,

Tuvalete gider,

Sifonu üstüne çeker unutur...

...

Evrende insan türüne sunulan,

En büyük varlık akıldır;

Bazı insanlar akıllıdır,

Çağının ötesini görecek,

Şekilde çocuk yaşında,

Hemen olgunlaşır,

Çağını aşacak adımlar atar,

Kalıcı eserler ortaya koyar...

...

Bazıları da sadece

İnsan taslağı olarak

Sahneye çıkar, çıkartılır,

Zekâ bakımından,

Maymun kardeşlerinden

Bile birkaç adım geride kalır...

...

Yer içer, tuvaletini yapar,

Ömrü mutfakla WC arasında

Geçer...

...

Çok ilginçtir gelecektir,

Hatta DNA’ larını da

Bırakmayı başaracak

Bir hayat çizgisi bile izleyebilir...

...

Sonuç olarak;

Bu varlığı bırakın insan olmayı,

Taslak insan bile değildir,

Maymun kardeşleriyle,

Eşit düzeydedir,

Ha ot, ha kendidir...

Yaşadığının bilincinde olmadan,

Yok, olup gidecektir,

Tarih ve zaman ondan asla

Söz etmeyecektir...

...

Ruhu ve bedenini tanımayan,

Kendiyle barışık yaşamayan kişi,

Her an herkesle küser,

Ruhu ve bedeniyle barışık olan ise,

Dünyayla barışık yaşar,

Hiçbir koşulda kimseyle küsmez,

Varsa da küslükleri hemen

Özür diler normal yaşamına döner...

 

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

 

 

LAN…

Adana da sokakta 100 kişiyi

Örneklemek için durdurup;

-LAN sözcüğü hangi anlamdadır?

Diye sorsak...

100 kişiden de alacağımız yanıtlar farklı olmayacaktır…

-Küfür demektir…

-Anaya-avrat demektir…

-P.z.k demektir...

-Beyaz kadın satan demektir...

-Eşcinsel demektir...

-Kötülerin kötüsü demektir...

Ve sayısız küfürler olduğunu söyleyecektir…

Her gazeteci arkadaşım mesleki yaşamında 4-5 kez;

-Bana lan dedi öldürdüm...

-Bana lan dedi silah sıktım...

-Bana lan dedi ölümü hak etti...

-Bana lan dedi artık onu yaşatmam…

Şeklinde bahanelerle işlenen cinayetlere tanık olmuştur..,

Şimdi sıkı durun;

İnsanlarımız uğruna cinayet işledikleri,

En ağır küfür ve insan öldürme nedeni saydıkları;

-LAN sözcüğünün anlamını tam olarak bilmiyorlar…

Ben bunu nereden biliyorum?

Çünkü sözlüğe bakıp, araştırdım-inceledim,

Buldum-hayretler içinde kaldım…

Kulaktan dolma bilgilerle,

Kulaktan dolma geleneklerle,

Kulaktan dolma küfür sanılan sözcüklerle

İnsanının bir yere varması,

Bir noktaya ulaşması olanaksızdır…

O nedenle;

İnsanlar okumalı, araştırmalı,

İnsanlar sözlükleri taramalı,

İnsanlar uykularını kaçıracak sözcüklerin

Peşinden koşup, anlamlarını öğrenmeli diye düşünüyorum…

Büyük LAROUSSE sözlüğünde “LAN”

Sözcüğü bakın nasıl açıklıyor?

LAN; lanet, beddua, ilenç demektir…

Başka bir anlam taşıyan LAN sözcüğü de şöyle;

LAN; Vefasızlık, kıymet bilmezlik, nankörlük...

Aynı sözlüğün LAROUSSE deki İlenç e baktım;

İLENÇ; Bir kimseye kötü yazgı dilemek,

Tanrının lanetini onun üzerine çekmek

İçin söylenen sözler, beddua…

Sözlük böyle açıklıyor…

LAN sözcüğü küfür değil,

Lan sözcüğü aşağılama değil,

LAN sözcüğü hakaret değil,

Lan sözcüğü eş cinsel demek değil,

Lan sözcüğü D.bük demek değil...

Ama bizim insanımız LAN sözünü.

Kendine söyleyeni;

Ya dövüyor,

Ya yaralıyor,

Ya da öldürüyor...

LAN sözünü kendisine söyleyeni;

Döven, yaralayan, öldüren bu sözcüğün anlamını

Bilmeden cahilce hareket ediyor…

-Lan diyen sana; boyun bosun devrilsin…

Geber... Allah seni kahretsin…

Mutlu olamayasın,

Günyüzü göremeyesin…

Tabutlarla cenazen gelsin, falan diyor…

Bu sözcükler için insana saldıranlar;

-LAN, diyeni anlamını bilmeden dövüyor, yaralıyor,

Hatta bu sözcük yüzünden karşısındakini öldürüyor…

Lütfen, kendimize çeki-düzen verelim,

Lütfen aklımızı kullanalım..

Bir cinayet nedeni sayacağımız sözcüğün

Anlamını öğrendikten sonra katil olmanıza değerse,

Onu da siz bilirsiniz öldürmek istediğinizi öldürün…

Yoksa kulaktan dolma, toplumca küfür sayılan

Ani tepki verip, hem karşıdaki insana,

Hem katil olup hem de kendimize zarar vermeyelim…

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

HER MEDYA KURUMU,

ÜLKEMİZİN BİR KALESİDİR...

 

Her gazete çağının,

En güzel belgesel kitabı,

Her televizyon çağımızın aynası,

Her radyo çağımızın dilidir...

...

Başka bir ifadeye;

Her medya kurumu

Çağdaş Türkiye’mizin

Tartışılmaz en güçlü kalesidir...

...

Bu medya kurumlarda çalışma,

Şansını yakalayan akıllı insanlar,

Mesleğini aşkla severek yapar;

En doğru ve yararlı,

Vatanını ve milletini

İç ve dış düşmanlardan koruyup,

Devletin yanında yer alarak,

Gazetelerde yazar,

Televizyon ekranlarından yansıtıp,

Radyolardan da anlatırlar...

...

Buradan yola çıkarak şunlar rahatlıkla söylenebilir;

-VATANINI VE MİLLETİNİ

SEVEN HER MEDYA KURUMU,

GERÇEKTEN DE ÜLKEMİZİN,

EN VAZGEÇİLMEZ EN GÜÇLÜ KALESİDİR...

...

Elbette ülke ve devlet için,

En güzel, en doğru, en yararlı,

Birleştirici bütünleştirici,

Maddi manevi değerleri yükselten,

Vatan millet, bayrak sevgisi

Haberleri yapanlar çoğunluktadır,

Her zamanda bu şekilde olacaktır...

...

Ama daha az sayıda bile olsa,

Bazı gizli amaçları olan,

Başka güçlerden talimat alarak,

Ülkesine milletine karşı,

Yanlış yapanlar da var,

Maalesef az bile olsa,

Onlar da olacaktır...

...

Ama olayın başka yanına bakalım;

Gerçekten devletini seven,

Ülkesine gönülden bağlı,

Saygın medya kuruluşlarından,

Oluşan sektör çok ilginçtir ki,

Ülkenin en büyük sivil toplum

Kuruluşları konumundadır...

...

Şöyle ki, yalan ve yanlış yapan,

Ülkesine, vatanına karşı,

Gizli planları olanları,

Fark ettikleri anda,

Tıpkı denizin leşi kabul etmeyip,

Hemen dışına attığı gibi;

...

Bu medya kalelerindekiler de,

Eğitimi, görevi, yetkisi, etki alanı,

Makamı ne olursa olsun,

Yanlış yapanı kişi ve kuruluşları,

Hemen dışına atmıştır,

Kural bundan sonra da değişmeyecektir...

...

Ülkemizdeki medyanın yakın tarihine bakınca,

Bunlar net olarak görülebilir...

...

Ama kimin iyi, kimin kötü olduğunu,

Vatanını kimin sevip savunduğunu,

Ülkesine, milletine kimin ihanet ettiğinin,

Zaman içinde somut olarak

Görülüp belirlenmesi için,

Her medya kuruluşunun,

Dün olduğu gibi bu gün de, yarın da,

Çok iyi, titizlik ve dikkatle,

Gözlemlenmesi, gerekir...

...

Ya da o kurumun ve orada

Çalışanların gizli amaçlarının,

Renginin, kokusunun,

Gizli hedefinin, ne olduğunun,

Kime hangi iç ve dış güce,

Hizmet ettiğinin,

Nerelere hangi mesajları

Verdiğin iyi gözlenip incelenerek

Somut biçimde belirlenip

Saptanması gerekir...

...

Zaten TRT dışındakilerin

Tamamı özel sektörden oluşan,

Her medya kuruluşu,

Sadece kendi reklam geliri,

Ve kendi olanaklarıyla,

Ayakta durmaktadır...

...

Yanlış yapanlar ise bir süre

Sonra tüm kaynaklarını yitirip,

Kendiliğinden bu sahneden,

Silinip gitmekten kurtulamamış,

Kurtulamayacaktır...

...

Vatanını, milletini seven,

Ülkesi için yararlı olan,

Her medya kurumu,

Dün olduğundan daha çok,

Devletimizin milletimizin fethedilemez,

Büyük ve güçlü kaleleri olarak,

Varlığını daima sürdürecektir...

...

Ancak şunu belirtmeliyim ki;

Ülkemiz için yararlı medya kuruluşları,

Ne kadar güçlü, tarafsız, zengin, etkili,

Ekonomik olarak ayakları üstünde durursa,

Dış ve içeriden gelebilecek,

Her türlü olumsuz baskı ve saldırılara karşı

Dayanıklı ve kale gibi olursa;

Devletimiz, milletimiz de o kadar

Yarınlarından daha emin olacaktır...

...

Milletimiz geleceğe ve yarınlarına

Daha güzel umutlar, hayallerle,

Güvenli biçimde ilerleyecektir...

...

Burada tarihi boyunca,

Medya konusunda

Söylenen güzel sözlerden,

Bazıları şöyle;

...

Napolyon Bonaparte diyor ki;

-BEN ÜÇ GAZETEDEN

YÜZ BİN SÜNGÜDEN,

DAHA ÇOK KORKARIM...

Burada o kendi çağındaki

Gazetenin-yani medyanın

Gücünü somut biçimde anlatıyor...

...

Büyük Atatürk de, basın konusunda şöyle diyor;

Basın, milletin müşterek sesidir...

Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir...

...

Sonuç olarak;

Merhum cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın

1990’lı yıllarda;

-ANAYASA BİR KEZ DELİNMEKLE,

BİR ŞEY OLMAZ, diye başlattığı

Özgür medya, ülkemizde yaşayan 85

Milyon insanımızın hayatında,

Vazgeçilmez yerini aldı;

VATANINI MİLLETİNİ

SEVEN HER BİRİ KALE OLAN,

MEDYA KURULUŞLARIMIZ

SAYESİNDE;

Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz,

Devasa adımlarla, çağdaş, modern,

Büyük Atatürk’ün gösterdiği;

-MUASSIR MEDENİYETLERİN,

ÖTESİNE doğru yolunda hızla ilerliyor...

...

1990 a kadar TRT nin tekelinde olan

Yayıncılık bu gün özel sektör tarafından;

Dünya medyasıyla yarışmaktadır,

Her birini de gerilerde bırakıp,

Harikalar yaratarak yoluna devam ediyor edecek...

...

Google sorduğumda dün Türkiye’mizde,

Kaç özel televizyon, radyo yayın yapıyor dediğimde,

Gerçekten de saymakta zorlanıp oldukça heyecanlandım;

Çünkü yüzlercesi bu listede yer alıyordu...

Gazetelerimizi zaten belirtmeye hiç gerek yok...

...

Ben inanıyorum ki;

Özel radyo televizyonlar Avrupa ve Amerika’yla,

Aynı dönemde yayınlara başlasaydı;

Ne ülkemizde her 20 yılda darbeler olurdu,

Ne demokrasimiz kesintiye uğrar,

Ne başbakanımız merhum Adnan Menderes

Ne de iki bakanı idam edilirdi...

...

Bu gün her biri çağdaş Türkiye’ mizin

En güçlü kalesi konumunda olan

ÖZEL TELEVİZYON

ÖZEL RADYOLARIMIZ sayesinde,

Halkımız artık hem ülkemizde,

Hem de dünyanın herhangi bir yerindeki

Olayları anında öğrenebiliyor...

...

Kimin ülkemize hizmet ettiğini,

Kimlerin ihanet etmeye çalıştığını,

Açık seçik ve net olarak görüyor...

İnanıyorum ki;

GÜNÜMÜZDE HER BİRİ,

FETHEDİLEMEZ EN GÜÇLÜ KALE OLAN,

MEDYA KURUMLARIMIZ SAYESİNDE;

Güzel ülkemin yarınları bu günlerden

Daha aydınlık, müreffeh, çağdaş,

Daha da güzel olacak,

Her zaman olduğu gibi

Dostlarımız Türkiye ile gurur duyacak,

Düşmanlarımız ise korkacaktır...

...

Bir denememde ben de şöyle demiştim;

Çağının en büyük tanığı olan gazeteci;

Yaşadığı dönemi günü gününe yazan,

Tarihe  zamana ve insanlığa,

Karşı sorumlu olan kişidir...

...

Ne mutlu ülkesini, milletini, devletini severek bu mesleği yapanlara...

Tarih ve zaman onlardan minnet ve şükranla söz edecektir...

Hainleri ise kayıt etme gereği duymayacaktır...

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

MEDYANMIZIN

BÜYÜK GÜCÜ

TESTTEN GEÇTİ...

 

“YÜREKLER BİR OLDU”

Sloganıyla ülkemizdeki 213 televizyon

562 radyo canlı yayınla;

Hem medyanın gücünün,

Büyüklüğünü kanıtladı;

Hem de afet bölgesi için 115 milyar,

597 milyon 28 bin lira bağış

Topladı...

...

Çağımızın en önemli gücü

Tartışmasız olarak,

Bana göre medyadır...

...

Napolyon Bonaparte diyor ki;

-BEN ÜÇ GAZETEDEN

YÜZ BİN SÜNGÜDEN,

DAHA ÇOK KORKARIM...

Çağındaki medya gücünü

Anlatıyor...

...

Bizim medyanın gücü;

Aynı zamanda,

Türkiye cumhuriyeti Devletini

Bir arada tutan en büyük,

En vazgeçilmez güç ve değerdir...

...

Televizyonların tanınmış

Yüzlerinin görev yaptığı bu kampanyada,

Sanatçıların söyledikleri

Sözlerde çok vurucu ve çarpıcıdır;

...

Kıvanç Tatlıtuğ;

-KALBİM HİÇ BU KADAR

ACIMAMIŞTI...

Diye kamuoyundaki insanımızın

Düşüncelerini ifade ediyor...

...

Serenay Sarıkaya da;

-ÜZGÜNÜZ, YARALIYIZ,

ACILAR İÇİNDEYİZ,

Diye yine 85 milyonun

Duygu ve düşüncelerinin

Altını çiziyor...

...

-YARALARI SARACAĞIZ diyor

Murat Boz...

...

Haluk Levent 500 bin lira

Bağışladı...

...

Büyük şirketler,

Bankalar,

Özel kuruluşlar bağış konusunda

Birbirleriyle adeta yarıştı...

...

-BİZ BÖYLE BİR MİLLETİZ

Diyor Eda Ece;
-Türk Halkıyla gurur duyuyorum...

Ben depremin sabahında koşa koşa,

Bir şeyler almaya gittiğimde, herkesin

Beraber koştuğunu gördüm..

Çok duygulandım...

...

-KENETLENMEK ÇOK ÖNEMLİ,

Diyor Ebru Şahin...

...

Ayrıca Erkan Petekkaya,

Acun Ilıcalı, Nazlı Çelik,

Nihat Hatipoğlu, Çağla Şikel,

Hülya Avşar, Yılmaz Erdoğan, Aslı Enver,

Bahadır Gökçe, Deniz Bayramoğlu,

Halit Ergenç, Ergin Altan Düzyatan,

Ve diğer tüm duyarlı sanatçı

Yüreklerİ aynı duygularla

Çarptı...

...

“TÜRKİYE TEK YÜREK”

Programına katılan her insan

Her kurumun sorumlusu

Elinden gelenin en iyisini yaptı...

...

Kimi kefen parasını bağışladı,

Kimi kumbarasından çıkan 100. lirayı...

Koçunu satıp parasını gönderen çoban,

Ülkemizin en zengin iş adamları,

Hepsi ”TÜRKİYE TEK YÜREK”

Kampanyasında buluştu...

...

Deprem yaralarını sarmaya çalışan,

Türkiye, Trabzonspor’un geliri,

Depremzedelere bağışlanan Basel

Maçında buluştu...

...

Peki, bu gücü bir araya getiren,

Bu güçten elde edilebilecek

En büyük bağışın yapılmasını

Sağlayan kim ve nedir?

...

Elbette Özel radyo,

Özel televizyon,

Gazetelerimizin,

Yani Medya’nın gücüdür...

...

Merhum Cumhurbaşkanımız

Turgut Özal’ın;

-ANAYASAYI BİR KERE

DELMEKLE BİR ŞEY OLMAZ,

İfadesiyle özel medyamız bu gün

Türkiye’mizin toplumu bir arada

Tutan, devleti yaşatan, kitleleri

Vatan millet bayrak sevgisi

Etrafında birleştiren en büyük

Güç oldu...

...

Başka bir makalemde de;

-HER MEDYA KURUMU

BİR KALEMİZDİR demiştim...

Bu düşüncemi bir kez daha

Yineliyorum...

...

“BUDA GEÇER YAHU”

Güzel ülkem sabırla koruk

Helva olur özdeyişini unutmayalım...

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

MEZARLIK TESTİYLE

HAYATI DAHA ÇOK

SEVECEKSİNİZ...

 

Size bir soru;

-SAĞLIĞINIZ YERİNDE Mİ?

-YÜRÜYEBİLİYOR MUSUN?

-GÖREBİLİYOR MUSUN?

-İŞTAHINIZ YERİNDE Mİ?

-TUVALET İHTİYACINIZI

KENDİNİZ KARŞILAYABİLİ,

-YOR MUSUN?

...

Bu sorulara vereceğiniz

Yanıtların tamamı,

-EVET ise,

Kaç yaşında olursanız olun,

Bunları yapmayı Başardığınız

İçin çok sevinin, mutlu olup

Kendinizle gurur duyun...

...

Çünkü tam bir tiyatro

Sahnesi olan dünyada

En büyük varlık,

Tartışmasız sağlıktır...

...

Sağlık her insan

İçin en büyük zenginliktir,

Uzun ömürlü,

Ve mutlu olmak için,

Küçük bir mezar testi yapmanız,

Çok önemli gereklidir...

...

Bu testi yaptıran insan,

Sadece bir kez sahip olduğu hayatını

Ve onun sunduğu güzellik,

Ve zenginliğinin,

Kıymetini daha iyi anlayacaktır...

...

Test şu;

Akıllı bir insan;

Şöyle diyor;

-Hayattan gerçekten,

-Çok mu sıkıldın?

-Artık moralim bozuk,

-Yaşamak istemiyorum,

-Kimse beni anlamıyor,

-Kimse beni sevmiyor,

-Hiçbir şeyden zevk,

Alamıyor mu diyorsun?

...

Hemen şimdi kalk,

En yakınındaki bir

Mezarlığı ziyaret et;

BU MEZARLIK TESTİNİ

HEMEN UYGULA;

Çünkü ölüler çok iyi bilirler ki;

YAŞAMAK DAİMA ÇOK GÜZELDİR,

TOPRAĞIN ÜSTÜ ALTINDAN DAİMA

DAHA İYİDİR...

...

Göreceksin ki bu

Mezarlık testi,

En doğru, en şaşmaz

En inandırıcı ve en mutlu sonucu

Sana kesin olarak verecektir...

...

Bu testi yaptıktan sonra,

Kendine ve hayatına

Yeni bir gözle bakıp,

Sıkıldığın her şeyi

Yeniden baştan sorgulayıp

Usandığını söylediğin

Hayatının her şeyini,

Yeniden keşfedip,

Onun sunduğu sayısız

Güzelliklerini daha da çok seveceksin,

Hatta kendinle gurur bile duyacaksın...

...

Bu testin insan üzerindeki

Yararlı ve olumlu etkisini,

Dün deneyen bir yakınımdan dinledim...

...

Mezarlık ziyareti dönüşü,

İnsan hayatına,

Daha sıkı sarılıp,

Sahip olduğu her değeri,

O ana kadar olduğundan,

Daha farklı bir gözle görüp;

Dünyaya daha yeni gelmiş

Gibi her şeyiyle,

Çok mutlu olduğunu anlattı...

...

Başka bir açıdan daha bakalım;

Eğer mezarlık test ziyareti

Size yeterli dersi vermediyse,

Daha iyi ikna olmanız için,

Hastaneleri, orada yoğun bakımdaki

İnsanları ve huzurevlerinde kalanları

Ziyaret etmeniz öneriliyor...

...

Unutulmaması gereken

En önemli değer de şudur;

İnsan isimli mucize varlık,

Dünya isimli bu sahneye,

Sadece bir defa gelmiştir,

Hayatının tekrarı, yedeği, ertelemesi,

Başkasına devretme olanağı yoktur,

O nedenle insan yaşadığı sürece

Ölümden başka,

Her şeyin çaresini bulup,

Tüm sorunlarını rahatça çözebilir,

HAYATIN NİHAİ HEDEFİ

OLAN MUTLULUĞU

BULUP MUTLAKA YAŞAR...

...

O nedenle sadece bir kez elimize geçen,

En büyük ve tek varlığınız olan,

Sağlığınızın ve hayatınızın,

Kıymetini çok iyi bilin...

...

Yani bir mezar testinin verdiği,

Muhteşem dersi,

Hayat hayal bile,

Etmez edemez...

...

Hz. Mevlana diyor ki?

-KOLUN MU KIRILDI?

ÜZÜLME, ALLAH SANA,

BELKİ KANAT VERECEK...

...

Bu test ve olaylar gösteriyor ki;

Şu anda aldığın nefesin,

Değerini çok iyi bil,

Yediğine, içtiğine dikkat et,

Düzenli uymayı ihmal etme,

Spor yap, sağlıklı yaşamayı

Mutlu biçimde merakla

Heyecanla sürdür...

...

Bunun için yapman gereken,

Başka bir şeyde şu olmalı;

Hayattan zevk almanı,

Senin mutlu olmanı engelleyen,

Her türlü olumsuzlukları görmemeye çalış,

Her daim olumlu düşün...

...

Zamanını bilinçli şekilde,

Hatta kasıtlı olarak çalan,

Yaşama sevincini yok eden,

Negatif düşünceleriyle,

Sana karamsarlık, olumsuzluk,

Korku, kaygı aşılayan,

Yaşamını değersizleştirmeye

Çalışan kıskançlık abidesi

İnsanları hayatından hemen çıkar...

Birileri mutlu olsun diye,

Sen asla mutsuz olma...

...

Hayattaki en büyük ve tek değer;

Mucize varlık olan sadece sensin,

Yani insan,

Bu sonsuz evrende,

Senden ikinci bir kişi daha bulunmuyor...

...

Bu gün yaşaman gereken

Mutluluğunu yarına asla bırakma,

Çünkü insan hayatında,

Dün ve yarın yoktur,

Sadece sonsuz şimdi olan,

An da mutlu olmayı,

Hemen başar hemen gerçekleştir

...

Ben böyle davranırsam;

-Mahalledeki komşular ne der?

-Arkadaşlarım küser mi?

-Sevdiklerim ayıplar mı?

-Ağabeyim ablam,

-Kayınbabam, kaynanam,

-Oğlum kızım gelinim, damadım,

-Acaba nasıl karşılar?

...

Bu türlü içi boş gereksiz,

Düşüncelerle mutsuz olma,

Çünkü senin mutsuz olman,

Acı çekmen kimsenin

Umurunda bile değil,

Olmaz, olamaz olmayacaktır...

...

Üstelik bu hayatı

Biraz bencilce,

Aldığın her nefesin

Üstüne titreyerek,

Sadece kendin için yaşa,

...

Her anı mucize olan,

Her değeri renkli sihirlerle

Dolu bu güzel serüvenin,

İçindeki tek mucize ve de

Kahraman sadece sensin

Bunu da unutma...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

MİLYAR KERE PİŞMANLIK SÖZÜ

TEK BİR YANLIŞI DÜZELTEMEZ...

 

-Keşke şunu yapmasaydım,

-Keşke şu kişiye evlenmeseydim,

-Keşke otomobili almasaydım,

-Keşke buraya gelmeseydim,

-Keşke şu davranışı yapmasaydım,

-Keşke paramı şöyle harcamasıydım,

Vs... Vs... Vs...

...

Milyar kez pişmanlığını

Dünyaya itiraf et, haykır,

Kendini yerden yere at, parçala,

Milyar kez yaptıklarının

Hatalı olduğunu söyle,

Milyar kez geri dönmeye çalış,

Trilyonlarca kez özür dile...

Hepsi hikâye...

...

Akıl ne işe yarar?

Matematik ne işe yarar?

Hele belli yaşa ulaşıp,

Eğer bunu hala öğrenemediysen,

Aklını ve matematiği keşfedemediysen,

Milyarlarca kez pişmanlığını

Haykırsan da boş hikâye...

VIZ GELİR TIRS gider...

Önce kendini inandıramazsın,

Sonra da çevrendekilerden,

Kimseyi kandıramazsın,

Kimseyi inandıramazsın,

Çünkü zaman bir saniye

Dahi asla geriye doğru

İşlemez, hiçbir şeyi

Değiştiremezsin...

...

Pişmanlığını haykırmak,

-Ben başarısızım,

-Ben hesap bilmiyorum,

-Ben dendim olamıyorum,

-Ben kendimi yönetemiyorum,

-Ben hiçbir işe yaramam,

-Benim söylediklerim,

-Hava ve cıva boştur...

...

Pişmanlıkları olan insan;

Karşısındaki kişi ve topluma,

Aslında kendini başarısızlığını,

Bağırarak çağırarak ifşa etmektedir;

-Bana inanmayın,

-Sözlerime kanmayın,

-Benim doğrularımın,

-Hepsi tamamen yanlıştır,

-Beşikten mezara kadar,

-Hatalar insanıyım,

-Benimle yol çıkmayın,

-Benimle işbirliği yapmayın,

-Benim arkamdan gelmeyin

Demekten başka bir işe yaramaz...

...

-Ben başarısızım,

-Ben yetersizim,

-Ben hatalar toplamıyım,

-Beni dinlemeyin,

-Benim pişmanlığımın

-Zararıma ortak olmayın,,

-Uçurumlarımda benimle,

-Birlikte yok olup gitmeyin,

-Ben değersiz biriyim,

-Ben beş para etmem,

-Ben işe yaramam...

-Lütfen beni yok sayın...

Demektir...

...

Bir atasözümüz şöyle der;

-SUSMAK EN BÜYÜK

POLİTİKADIR...

Bazen susmak, karşındakine

Verilebilecek en devasa

Cevaptır...

...

Hataları, pişmanlıkları itiraf

Etmek, bunu söyleyeni

İtibarsızlaştırır, zayıflatır,

Toplumun gözünden,

Değerini düşürür...

...

Hangi ülkede,

Hangi kültürde,

Hangi yüz yılda yaşasa da,

İnsan pişman olacağı hatalarını,

Ya yapmamalı,

Yaptıysa da susmalı, her şeyi

Zamana bırakıp unutulup yanlışların,

Düzelmesini, pişmanlıklarının

Kendine zarar vermeyecek,

Şekilde unutulup değişmesini

İstemeli ve beklemelidir...

...

Milyar kere milyar,

-PİŞMANIM demek,

Milyar kere başarısızlığı itiraftır,

Bir tek yanlışı doğru hale

Getirmez tam tersinme;

Yanlışların boyutlarını

Karelerce çarparak

Söyleyen kişiyi itibarsızlaştırır;

Tarih ve zaman bu

Kişiyi sahneden silip atar...

En değersiz otlar gibi,

“YOKTUR, DOĞMAMIŞ,

GELMEMİŞ, YAŞAMAMIŞLAR”

Arasında kayıt eder nokta...

...

“GERİDE KALAN PİŞMANLIKLARINA,

BAKARAK İNSAN İLERLEYEMEZ”

(Sözcüklerin tekrarı, konunun,

Daha iyi anlaşılması içindir

Bu asla bir politik makale değildir)

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

 

 

 

 

 

MUTLU OLMAK

SENİN ELİNDE...

 

Bir soru;

-En mutlu olduğunuz

Anda ne düşünüyordun?

-Ben şu anda neden mutluyum?

-Hangi düşüncem beni mutlu etti?

Diye kendine sordun mu?

...

Ya da,

-Şu anda neden mutsuzum?

-Neden canım sıkılıyor?

-Hangi düşüncem beni mutsuz ediyor?

Diye kendine sordun mu?

...

Her iki durumda da

-Seni mutlu ya da mutsuz eden,

Düşüncelerden,

Bilinçaltından bilinç üstüne,

Hangileri neden nasıl çıktı?

...

Bu konuda kendini

Sürekli gözlemle;

-Neden mutluyum?

Ya da,

-Neden mutsuzum?

Bu soruları kendine sıkça sor...

...

Eğer o anda mutlu,

Ya da mutsuz eden,

Düşüncenin ne olduğunu,

En doğru şekilde tespit edersen;

Artık istediğin an mutu olabilir,

Mutsuzluktan ışık hızıyla

Uzaklaşmayı başarırsın...

...

Şöyle ki o anda mutsuzluğuna

Neden olan düşüncelerini iyi yönetip,

Hemen değiştirip, onun yerine,

Mutlu eden düşüncelerini,

Hayatına uygulamayı,

Başarırsan ömrünce

Artık çok mutlu olabilirsin demektir...

...

Örneğin mutlu olduğun anda,

Bilinçaltından bilinç üstüne çıkan,

Düşüncelerinle ilgili, şu sonuçlara

Ulaşabilirsin...
...

Seni en mutlu eden düşünceler;

Sevdiğin bir kitabı okumak,

Denemeleri bilgisayara yüklemek,

Çalışırken güzel bir müziği dinlemek,

Sevdiğinin telefonla araması...

...

Karşında bilgece ve içten,

Gülümseyen bir yüz,

İçten selam veren bir insan,

Sevdiğin tadına bayıldığın bir yemek...

...

İkram edilen bir çay, kahve,

Olumlu ve güzel bir iltifat,

Doğru ve olumlu bir eleştiri,

Sevdiğin kişiyle buluşmaya gitmek...

...

Hesapta olmayan kazanılan büyük para,

Emekli maaşının hesaba yatması,

Birine yemek ikram etmek,

Ya da birinin yemeğe davet etmesi...

...

Yeni giysiler giymek,

Beklenen otobüsün,

Tam zamanında gelmesi

Tamir edilen arızalı otomobilin,

Hemen yapılıp teslim edilmesi,

Kargodan muhteşem,

Sürpriz bir paket almak,

Yaklaşan bayram sevinci,

Çok istediğin iptal edilen

Buluşmanın gerçekleşmesi,

...

Sevdiğin kişi ile karşılıklı,

Aşka konulu bir sohbet etmek,

Havanın çok güzel olması,

Hafta sonu tatilde denize gitmek,

Çok sevdiğin bir ayakkabıyı almak,

Çok sevdiğin giysiyi ucuza bulmak,

...

Güzel bir şarkı söylemek,

Korkulan ceza almayı düşündüğün,

Bir davadan beraat etmek,

İşyerinde yükselmek terfi almak,

Beklenmeyen bir ödül kazanmak,

...

Güzel bir ilişkiye başlamak,

Otomobil, ev, tarla almak,

Sevdiğin kişiyle evlenmek,

Güzel bir rüya görmek,

...

Ya da pazardan istediği,

Tazelikte ürünü ucuza almak,

Evde arızalı bir eşyanın,

Aniden sihirli şekilde,

Birden normale dönmesi,

...

Ünlü birinin vereceği,

Sevdiğin sanatçının konserine gitmek,

Umut kestiğin bir olayın,

Beklenmedik anda gerçekleşmesi

Sürpriz gelişmeler,

Sürpriz buluşmalar,

İçtiğin ilaçlarla birden iyileşmek,

...

Ya da aylardan beri beklediğiniz,

Sevdiğinden buluşma randevusu

Aldığın ana yoğunlaşmak...

...

Aslında bu listeyi sonsuza

Kadar uzatmak olası...

...

Peki, ama utsuz olduğun anlar mı?

Sizi gerçekten çok,

Mutlu eden olayların tam tersi

Hayatında gerçekleştiğinde,

Her insan için bunlar tamamen

Mutsuzluk nedeni olabilir...

...

Başka bir ifadeyle,

İnsanın mutlu ya da mutsuzluğu,

O andaki düşüncesinde bulunan,

Bilinçaltından bilinç üstüne çıkan,

Olayların düşünce kayıtlarıdır...

...

Akıllı kişi bilinçaltı ve bilinç üstü

Kayıtlarını akılcı biçimde,

Yönetmeyi başardığında,

Hayatında mutsuzluklar,

Işık hızıyla gidecek,

Yerine mutluluk ve umut,

Veren düşünceler

Geleceği için kişi ömrünce,

Daima ve istediği anda,

Mutluluğu yaşamayı başaracaktır...

...

Sonuç ortada;

Mutlu olmak elinde,

Bunun için düşüncelerini

Yönetmeyi başarman yeterlidir...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

MUTLU YILLAR...

On, dokuz, sekiz, yedi, altı, beş, dört,

Üç,  iki, bir derken 2023’ü bitirip,

2024’ e yeni bir yıla girdik;

Hayırlı mutlu ve kutlu olsun...

...

Aslında geride kalan her yıl;

Devlet, millet, kent, aile,

Ve bireylerin yaşam muhasebesini,

Yaptıkları önemli kilometredir...

...

2023 yılına baktığınızda

Bireysel yaşamınızda neler değişti,

2023 de başarılı ve mutluydum

Diyebiliyorsanız ne mutlu size...

...

Kendi adıma bunu rahatlıkla

Şöyle söyleyebilirim;

2023 içinde sayısız kitap dosyası,

206 makale yazdım,

Akademi Yayınevi tarafından,

Hayatım “BİR ÖMÜR GAZETECİ”

Başlığıyla kitaplaştı...

...

Türkiye ve Adana’nın 1980’li

Yıllarına doğru bir bakınca,

Yaşadığımız bazı değişimlerin

Altını şekilde çizmek istiyorum...

...

Örneğin; 1980’li yıllarda,

Cebimizde 10 dolardan fazla döviz çıkınca,

Hemen mali polis yakalıyor,

Adliyeye sevk ediyordu...

Yine aynı yıllarda

Dövizsizlik nedeniyle yurtdışındaki,

Katılamadığımız spor karşılaşmalarını hatırlıyorum...

BU GÜN BÖYLE BİR SORUNUMUZ YOK...

...

Örneğin çok uzağa gitmeye gerek bile yok;

20 yıl önce cep telefonu yoktu;

Bu gün 80 milyondan fazla insanda,

100 milyonu aşan cep telefonu var...

Örneğin internet, kredi kartları ATM,

HİPER ALIŞ VERİŞ MERKEZLERİ YOKTU...

BU GÜN HEPSİ VAR...

...

Uzayda uydularımız yoktu, bu gün fazlasıyla var...

Siha, iha, anka, kızıl elma, sayısız silahlarımız,

Uzun mesafeleri vuran bombalarımız vs var...

...

1960’lı yıllarda soydaşlarımız katledilirken,

Kıbrıs’a çıkartma yapacak helikopterimiz yoktu;

Bu gün ATAK’ helikopterlerimizi,

Askeri silah ve araçlarımızı dünyaya satıp,

Milyar dolarlar kazanıyoruz,

O yıllarda ülkemde sadece bir kaç milyon,

Kişi ancak THY uçaklarıyla seyahat edebiliyordu...

Bu gün yılda 100 milyondan fazla

İnsan özel hava yollarımızla seyahat edebiliyor...

...

Özel radyo ve televizyonlarımız yoktu;

Bu gün 200 den fazla ulusal-yerel televizyon,

300 e yakın ulusal ve özel radyomuz var...

...

Adana da, Büyükşehir belediyemiz yoktu;

Tüyap Uluslar arası fuar ve kongre

Sarayımız yoktu bu gün artık var...

...

Altınkoza film kültür ve sanat festivalimiz,

Çok yeni doğmuştu...

Bu gün dünya çapında bir kültür,

Sanat etkinliğine dönüştü...

Adana da Menderes Bulvarı,

Merkez Park yoktu bu gün var...

Türkiye’nin en uzun köprüleri yoktu,

Bu gün Seyhan Baraj gölü içinde var...

Arıtma tesislerimiz yoktu, bu gün var...

Merkez cami yoktu, orta doğunu

Ve balkanların en büyük camimiz var...

Seyhan Nehri yürüyüş parkurları yoktu artık var...

Yer altı kuyularından su içiyorduk;

Çatalan suyu yoktu bu gün var...

Çukurova Üniversitemiz yoktu,

Adana Alpaslan Türkeş Bilim Teknoloji üniversitesi

Yoktu ama artık bu gün var...

OPTİMUM, O1 ESAS, M-1 AVM’ lerimiz var,

Hacı Sabancı Organize Sanayi bölgemiz yoktu,

Türkiye’nin en büyük organize sanayine sahibiz...

Tem oto yollarımız yoktu, bu gün var...

Bakü Tiflis Ceyhan Petrol boru hattımız yoktu,

Bugün var...

...

Yabancı şirketlerin ülkemizde kasıtlı olarak

PETROL YOK diye kapattıkları,

Kuyularımızdan bu gün petrol bulunuyor,

TOGG otomobillerimizi üretiyoruz,

1915 Çanakkale Köprümüz,

Yavuz Sultan Selim Köprümüz,

Marmara Osman Gazi,

İstanbul boğazında,

Boğazın altından defalarca geçitlerimiz yapıldı,

Dünyada şampiyonu İstanbul Hava limanımız var

vs...

...

Bu gün bunların hepsi yaşamımızın,

Ortasında yerini almış durumda...

Başka deyişle; çağdaşlığın en büyük,

Nimetleri olan bu eserler;

Bedenimize eklenen organımız haline dönüştü...

...

Sonuç olarak;

Bu gün dünyanın en gelişmiş,

Ülkelerinde ne varsa;

Türkiye’miz de Adana’mız da

Hemen hepsi belki fazlası var...

Yarın daha iyileri olacaktır...

...

2023 yılında Türkiye büyük Atatürk ün,

Gösterdiği muasır medeniyetlerin

Ötesindeki hedeflere doğru,

Aralıksız yolculuğunu sürdürüyor...

...

Hiç şüpheniz olmasın ki;

Güzel ülkemin yarını bugünden,

Daha da güzel, güçlü olacak

Dostlarımıza güven düşmanlarımıza,

Korku vermeye devam edeceğiz...

Yeni yılınız kutlu olsun...

ABDULKADİR KAÇAR... Adana 2023

...

 

 

 

MUTLULUĞUN

BASİT FORMÜLLERİ...

 

Her insan için,

Hayatın nihai hedefi,

Mutlu olmak,

Mutluluğu bulup,

Mutlu yaşamaktır...

...

Her insan mutlu olmak,

Doyumlu yaşamak,

Hayallerini gerçekleştirmek,

Umutlarını varlığına uygulamak ister...

...

Hemen her insan,

Neredeyse ömrünün tamamını

Mutluluğu aramaya adar,

Onu bulabilir mi?

Çoğu bunu başaramaz...

...

Peki, mutluluğun,

En kısa yolu,

Basit formülü nedir?

...

Şunlar sıralanabilir;

Az iste çok mutlu ol,

Olanaklarınla yetin,

Sahip olduklarının

Bilincine var mutlu ol...

...

Kendini ömrünü,

Tüm varlığını,

Yaptığın işe ada mutlu ol,

Ya isteklerini azalt;

Ya da gelirini çoğalt mutlu ol...

...

Beden ve ruhunla,

Daima barış içinde ol...

Kendini her koşulda sev,

Varlığını olduğu gibi

Sevinçle kabul et...

...

Cinsiyetini daima sev,

Elini, yüzünü, parmaklarını,

Ayaklarını, tırnaklarını,

Saçını, yüz şeklini,

Burnunun yapısını sev...

...

Kaygı ve hüzünden,

Ömrünce uzak dur...

Kötümserlik ve Karamsarlığın,

Kapısından dahi geçme...

...

Her durumda,

Her koşulda,

Daima olumlu düşün,

Hep iyilik düşün;

İyilik beklemeden

İyilik yap, iyi ol...

...

Depresyona girip geçmişindeki

Olumsuzluklara yoğunlaşarak,

Kendini yok edebilecek

Ölüm çukuruna dönüştürme,

Geleceğin için ise,

Asla endişe etme,

AN da yaşama bilincine,

Ulaşıp orada mutlu ol...

...

Hayatın boyunca kalbinle

Dilin bir olsun...

Para, mal, mülk,

Siyasi güç, itibar,

Ekonomik güç,

Konusunda doyumlu ol...

...

Dedikodu mikrobundan,

Ömrünce uzak dur,

Onu öldürücü silah,

Olarak kullanma,

Kimseye saldırma,

İtibar cellâdı olma,

İnsanları değersizleştirmeye,

Çalışma ve kalkışma...

...

Zamanını, enerjini,

Çalanlardan

Olabildiğince uzak dur...

Neşeni ve moralini bozup,

Seni strese sokan,

Haset insanları,

Sonsuza kadar

Hayatından çıkar...

...

Har alandaki,

Yeteneğini sürekli arttır,

Asla aykırı olma,

İnsanlığın sahip olduğu

Değere inanmasan bile,

Büyük saygı göster...

...

Çok çalışarak,

Çok emek harcayarak,

Çok üreterek,

Çağdaşın olan,

Emsallerinle aranı açıp,

Büyük fark yarat...

...

Kadim ve çağdaş bilgileri

Kullanma konusunda

Bilinçli, akıllı, ısrarcı ol...

Unutma odun köz, közün

Kül olması gibidir hayat...

...

Hikâyenin

Sonunda herkes

Toprak olacak,

Unutma...

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

 

 

MUTLULUĞUN SIRRI

DOĞRU SORUDA...

Zaman sonsuzdan sonsuza

Işık hızıyla akıyor...

...

Günümüz insanları arasındaki,

En büyük sorun anlaşabilmek...

...

-İnsanları anlamak zor,

-Bu insanlar beni anlamıyor,

-Kimseye iyilik yaramıyor,

-Hayata aklım ermiyor,

-Nasıl iş anlamıyorum?

-Ben kötü bir insan mıyım?

-Neden ben böyleyim?

Diye soruyor musunuz?

...

Bu türlü soruları soran arkadaşınız,

Dostunuz, akrabanız, yakınınız varsa,

Hemen şimdi uzak durmaya başlayın...

Çünkü bu negatif karakterli

Kişiler sizi sürekli aşağı çeker...

...

Bu insanlar yakınma,

Kendini tanımama,

Sorun çıkarma,

İnsanları mutsuz etme,

Konularında ustalaşmıştır...

...

Oysa yukarıdaki negatif,

Karamsar sorular yerine;

-İnsanları nasıl daha iyi anlayabilirim?

-Benim eksikliğim neden kaynaklanıyor?

-Nasıl iyi insan olabilirim?

-İnsanların sorunlarına nasıl,

-Katkıda bulunabilirim?

-Onlara nasıl yardımcı olabilirim?

Gibi doğru sorular sormak

Sizi doğru cevaplara götürecektir,

Olay bu kadar basit...

...

Kendinizde yaptığınız bu

Olumlu yaklaşım şekli üzerinizde,

Olumlu bir davranışa dönüşüp,

İnsanlarla aranızda oluşan,

Yapay engelleri ortadan kaldıracaktır...

...

İnsan hayatında bilinçaltının

Yüzde 97, bilinç üstünün ise

Yüzde 7 etkisi varmış...

...

Sonuç olarak;

Bir nefes öncesine göre,

Her zaman daha iyi,

Daha yüksek anlayışlı,

Çalışkan, iş bitirici

Olabilmek için kelimeleri,

Soruları doğru seçmelisiniz...

...

Hayatınızda mutlu olmak için,

Her tür şikâyet,

Ve keşke’ lerden

Hızla arınmalısınız...

Nasıl daha iyi olabilirim,

Sorularına yanıt bulup,

Zaman geçirmeden

Uygulamalısınız...

...

Bir filozof diyor ki;

-Akıllı insan doğru cevap verir,

Zeki insanlar doğru sorular sorar,

Ne zaman doğru sorular sormaya

Başlarsanız hayatınız değişmeye

Başlar...

...

(Sn. Ziya Şakir Yılmaz’ın, kitabından,

Esinlendim)

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2024

 

MÜKEMMELLİYETÇİLİĞİN

CEZASI YALNIZLIK...

 

90 yaşına kadar,

Hiç evlenmemiş

Adam bunu yıllarca,

Sır olarak saklamış...

...

Ölüm döşeğinde.

Yakınları yakarmış;

-90 yıl sakladığın,

Bu sırrını ölüyorsun,

Bize açıklarsan,

Belki biz de yararlanırız...

...

Adam ölüm döşeğinde,

Gözyaşları arasında,

Şöyle demiş;

-Hayatım boyunca,

Evliliğe hiçbir zaman

Karşı olmadım,

Her yönüyle

Mükemmel bir,

Kadın aradım,

Bulamadım,

Hayat ellerimin

Arasından akıp,

Geçip gitti...

...

Yakınları tekrar,

Sormuşlar;

-Dünya nüfusunun,

Yarısı kadın,

Evlenmek için,

Gerçekten birini,

Bulamadın mı?

...

Adam gözyaşları arasında;

-Evet, bir tane buldum...

Yakınları heyecanla;

-Peki, neden,

Evlenmedin o zaman?

Adam;

-Çünkü kadın mükemmel

Bir koca arıyordu...

...

Sen belki de,

Mükemmel olabilirsin;

Peki, karşındaki de,

Böyle birini isterse,

O zaman ne olacak?

Ne mi olmuş?

Olacağı olmuş?

Boyası sinmiş...

...

Sonuç mu? bazen,

Mükemmeliyetçilik,

İnsanı ömür boyu,

Yalnızlığa

Mahkûm eder,

Sözü burada

Bir kez daha

Somut şekilde,

Kanıtlanmıştır...

...

Bir Atasözümüz şöyle der;

-ARADIĞINI BULAMADIYSAN;

BULDUĞUNU SEVECEKSİN...

...

Bu arada hayatta,

Herkes gerçekten,

Çok mutlu olmayı ister,

Hatta ömür boyu,

Mutluluğu arar...

Ama bulamaz...

...

Oysa yapılan,

Araştırmalarda

Mutluluk aslında,

Gözümüzün

Önünde hatta belki de

Avuçlarımızın içindedir...

Bakmasını, görmesini,

Arayıp bulmayı bilirsek...

...

Peki, nedir onlar?

Sahip olduğumuz her şey;

Onlara bakıp,

Fark etmemiz,

Yoğunlaşmamız gerekir...

...

Örneğin,

Yaptığınız işiniz,

Giymekten zevk aldığımız,

Ayakkabımız, tişört, kazak,

Kaliteli takım elbise...

Sağlıklı olmamız;

Soluduğumuz temiz hava,

Yediğimiz yemekten aldığımız

Damak tadımız,

Evimizde sahip,

Olduğumuz eşyamız,

Otomobilimiz vs...

Onlara duyduğumuz saygı,

Minnet, şükretme...

...

Sahip olduklarını,

Fark etmeyen insanlar,

Mutluluğu bulmak,

İçin yıllarını ömürlerini

Boşuna harcalar...

...

Çok zengin olmayabiliriz,

Hatta çok büyük,

Şeylere de sahip

Olmayabiliriz...

Villalar, katlar, yatlar,

Gemiler, uçaklar, başka

Ülkelerin vatandaşlığı vs...

Ama sahip olduklarımızı,

Fark edip sevebilirsek,

Mutluluğu bulup yaşarız...

...

Başka bir mutluluk formülü ise;

-YA İSTEKLERİNİZİ

AZALTIN, YA DA

GELİRİNİZİ ARTTIRIN...

...

Başka bir mutluluk formülü;

-ÖMRÜNÜZÜ ADADIĞINIZ

BİR UĞRAŞINIZ-İŞİNİZDİR...

...

Dünya gezegenindeki

İnsan sayısı kadar,

Mutluluk şekli,

Ve tanımı vardır...

...

Sonuç olarak;

Mükemmeliyetçiliği,

Bir yana bırakmalıyız...

Yoksa bu duygununun

Vereceği ceza yalnızlıktır...

...

Ne mutlu o güzel duyguyu,

Küçük şeylerde bulup,

Büyük mutluluk yaşayanlara...

 

Abdulkadir Kaçar adana 2023

OKUMA VE BİLGİNİN

EVRENSEL GERÇEĞİ...

 

İnsan tarih boyunca,

Farklı devirler yaşadı...

Yontma taş Cilalı taş,

Bakır, Tunç devri...

...

Sonra çağlar geldi;

İlk, Orta, Yeniçağ,

Yakın çağ vs...

...

İçinde bulunduğumuz;

Üçüncü bin yıl ise;

-BİLGİ ÇAĞIDIR,

Yani bilgi toplumu

Olma çağını yaşıyoruz...

...

Bu şu demektir;

Bilgi üreten, kullanan,

Bilgiyle sürekli gelişen,

Uygarlığını arttıran toplumlar;

Bilgiyi kullanamayanlar üzerinde egemen olacaklar...

Tıpkı sanayi devrimini gerçekleştiremeyen ülkeler, bunu gerçekleştiren ülkelerin sömürgesi oldukları gibi;

İçinde bulunduğumuz ÜÇÜNCÜ BİN YILDA Bilgi toplumu olma konusunda da aynı kural geçerli olacaktır...

...

Peki, bilgi toplumu nasıl olunacak?

Bunun birinci koşulu;

Çok düzenli, seçerek okuyarak,

Bilimin ışığında bilinçli çalışarak,

Teknolojiyi kullanıp daha çok üreterek,

Çağın ortaya koyduğu tüm sistem ve araçlarını,

En doğru, en etkin biçimde,

Emsal ülkelerden daha iyi,

Daha da ileride kullanarak bu gerçekleşecektir...

...

Dünya adını verdiğimiz bu gezegende,

200 Milyon tür olduğu kabul edilen canlılar içinde;

En üstün, en gelişmiş,

Her biri küçük bir evren olan,

Değişim ve dönüşümle kendini sınırsızca aşmaya en uygun tek canlı insandır...

...

ALET YAPMA ALET KULLANMA,

SİMGELER İCAT ETME,

SİMGE KULLANMA gibi,

Kendini sınırsızca geliştirip,

Yaptığı her yarışında emsallerini geçme yeteneği olan,

Yeni icatlar yapabilen olağan üstü özelliklere sahiptir...

...

Yukarıda sayılan eylemleri bilinçli şekilde gerçekleştirmenin

Tek ve gerçekçi yolu sadece ve ancak bilgiyle mümkün olacaktır...

Bilgiye ulaşmanın çok çeşitli yolları vardır...

Ama bunların ilk başında düzenli, bilinçli ve seçerek okuma, bilinçaltı ve bilinç üstünü aralıksız şekilde güncelleyip geliştirme eylemi gelir...

...

Okumayı sözlükler şöyle tanımlıyor;

Okumak; yazıya çevrilmiş bir metne bakarak;

Bunu sessizce çözümleyip anlamak,

Ya da aynı zamanda seslere çevirmek...

Araştırma yapmak,

Çalışmak,

Karşılaştırmak,

İnceleme yapmak,

Tartmak,

Bilgi haline getirip hayatın çeşitli alanlarında kullanmaktır...

...

Okumak, ayrıca tahsil yapmak anlamına da gelmektedir...

Okumanın ve bilgi edinmenin önemini tarihi boyunca çok akıllı insanlar şöyle anlatmış;

...

Hz. Ali diyor ki;

-Bana bir harf öğretinin kırk yol kölesi olurum...

 

Hz. Muhammed diyor ki;

-Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?

-İki günü birbirine denk olan zarardadır...

...

Konfüçyüs diyor ki;

-Tanrım bana kitap dolu bir evle çiçek dolu bir bahçe ver...

...

Emerson diyor ki;

-Bir okul açılırsa bir hapishane kapanır...

...

Victor Hugo diyor ki;

-Kitaplık kurmak ibadethane yapmak kadar kutsaldır...

...

Hacı Bektaşi Veli de;

-İLİMDEN GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR...

...

BURADA OKUMAKLA ANLATILMAK İSTENEN ASIL ŞEY bilgiye ulaşmak,

Bilgiyi elde etmek,

Bilgiyi kullanmak,

Yeni icatlar çıkartıp,

Uygarlıkta sınırsızca ilerlemek,

Bilgiyi kullanamayan kişi ve toplumları geride bırakıp, ileri uygarlıklar yaratmaktır...

...

Eski çağlarda, bilgiye ulaşmanın yolları sınırlıydı...

İnsanlar birbirleriyle ilkel şekilde iletişim kuruyorlardı...

...

Bu gün ise bilgi kaynakları sınırsızca çoğaldı,

İnanılmaz biçimde çeşitlendi;

Bunun için düzenli ve bilinçli,

Seçerek ve yararlı olacakları bularak okumak ve kullanmak gerekir...

...

Elbette bilgiyi diğer iletişim araçlarıyla da,

Görsel ve işitsel olarak da elde edebiliyoruz...

Bu kaynakların başında da internet geliyor,

Sayısız televizyon kanalları,

Sayısız Radyolar istasyonları,

Tiyatrolar,

Sinemalar,

Telefonlar,

İnternet cafeler,

Gazeteler,

Kitaplar,

Konferanslar,

Yani bilgiye ulaşma ve kaynakları sınırsızca biçimde çoğaldı...

...

Tüm bunlar,

Bu iyi mi? kötü mü?

Yararlı mı? Zararlı mı?

Her konuda olduğu gibi,

İnsanın bilgiye ulaşma ve onu kullanma konusunda da daima seçici ve titiz olması gerekir...

...

Bir filozofa diyorlar ki;

-ÜSTAT BU KADAR ÇOK KİTAP OKUDUN, NELER ÖĞRENDİN?

Yanıt şöyle;

-BİLDİĞİM TEK ŞEY HİÇ BİR ŞEY BİLMEDİĞİM...

Tıpkı filozofun dediği gibi;

Günümüz insanı neyi bilip bilmediğini tam olarak farkında bile değil...

...

Bize düşen görev her alanda olduğu gibi özellikle bilgiye ulaşma ve onu kullanma konusunda da daima seçici ve bilinçli davranmaktır...

Hangi bilgiye gereksinimimiz var?

O bilginin ne kadarını istiyoruz?

Nerede, nasıl, ne için kullanacağız?

Tüm bunları öncelikle saptamamız gerekir...

...

Örneğin;

Çeşitli televizyon kanallarını 10 saat aralıksız izlersek,

Başımız döner, neyi öğrendiğimizi neyi öğrenmek istediğimizi unuturuz ve bilemeyiz...

Hem televizyon izlediniz,

Hem radyo dinlediniz,

Hem gazete okudunuz,

Hem kitap okudunuz,

Hem İnternete girdiniz,

Hem telefonla bilgi aldınız...

...

Bu iyi bir yöntem değildir...

Çünkü neyi aradığınızı bilemezseniz,

Neyi bulduğunuzu asla anlayamazsınız...

O nedenle günün 24 saati sınırsız her kaynaktan

Yayılan bilgi sağanağından kendimizi çok dikkatli biçimde korumamız gerekir

Bilgiyi aklımızın aydınlığında bilerek, isteyerek, seçerek alıp kullanmalıyız...

...

Olayın başka bir boyutu şöyle;

Türkiye bu gün itibariyle sahip olduğu 20 milyona yakın öğrencisiyle;

Dünyada nüfusunun yüzde 75 i 35in altında olan çok güzel, çok genç bir ülkedir...

...

Sadece öğrenci nüfusumuz bile;

Çevremizdeki;

Yunanistan, Bulgaristan, Suriye, Gürcistan,

Ermenistan gibi ülkelerden daha fazladır...

...

Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde okuma-yazma bilenlerin sayısı yüzde 2’lerdeymiş...

Büyük Atatürk ün;

1928 yılında gerçekleştirdiği harf devrimiyle            Bu gün okuryazar sayısı yüzde 90’ları çoktan aşmış durumdadır...

Okuma yazmadaki hedef ise yüzde yüze ulaşabilmektir...

...

Ülkemiz çağdaşlaşma yolunda;

İletişim araçlarını kullanma bakımından;

Özel radyo televizyonlar, internet,

TRT, internet cafeler, gazeteler, normal telefonlar, cep telefonları gibi alanlarda devasa adımlar atmıştır...

...

Ülkemiz ve devletimiz bilgi toplumu olma;

Çağdaşlaşma ve modernleşme konusunda,

Büyük devrimler yapmıştır,

Bu aralıksız devam etmektedir, edecektir...

...

Uzaydaki uydularımız,

Savaş uçaklarımız,

Savunma sanayimizde ulaştığımız başarı tüm dünya ülkelerinin gözünü kamaştırmaktadır,

Dünyanın en iyi savaşan askerleriyle,

Dostlarımıza güven ve sevinç;

Düşmanlarımıza korku vermektedir...

...

Büyük Atatürk;

-YAŞAMAK ÇALIŞMAKTIR;

-HER FABRİKA BİR KALEDİR demişti...

Büyük Atatürk’ün sözü doğrultusunda;

DEVLETİNİ SEVEN HER MEDYA KURUMUDA BİR BİLGİ KALESİDİR...

...

Dünyanın en zor coğrafyasında bin yıldan beri yaşadık, devletimizi sonsuza kadar yaşatmaya devam ediyoruz...

Bu bilinçle,

Hepimizin bilgiyi çok iyi kullanması,

Hepimizin görevini çok iyi yapması,

Hepimizin çok çalışarak çok üretmesi,

Modern ve çağdaşlığın gerektirdiği biçimde kendimizi her an yeniden programlayıp, güncelleyip,

İçinde bulunduğumuz yüzyılın bilgisini ve teknolojisini başarıyla kullanarak “BİLGİ TOPLUMU OLMA YOLUNDA” hızla ilerlememiz kaçınılmazdır...

...

SONUÇ OLARAK;

Yarının Türkiyesi elbette bu günden daha güzel ve modern olacaktır...

Umudumuzu asla yitirmedik, yitirmemeliyiz...

Bilinçli şekilde çalışmaya, üretmeye, devletimizi ülkemizi sevmeye devam etmeliyiz...

-DEVLET BENİM İÇİN NE YAPTI YERİNE;

BEN DEVLETİM İÇİN NE YAPABİLİRİM?

Sorumuzu sorup yanıtlar bulmalı ve buna uygun şekilde yaşamalıyız...

Abdulkadir KAÇAR... Adana 2023

 

KASIM ÖĞRETMENLER

GÜNÜ KUTLU OLSUN...

Türkiye’mizde geleneksel hale gelen 24 Kasım Öğretmenler gününü bir kez daha kutlamanın coşkusunu yaşıyoruz...

Kutlu olsun,

Mutluluk, büyük sevinç, başarı,

Güzellikler getirsin ülkemize...

...

Öğretmenler günü nasıl oluştu?

Türkler tarih boyunca, Göktürk, Uygur alfabesini kullandı... 8.Yüzyıldan sonra da, Arap alfabesini kullanmıştır...

Osmanlının son yıllarında okuma yazma oranının yüzde 2-3 olduğu belirtilmektedir...

Ömür boyu arap harfleriyle yazan hocalar bile bu konuda yetersiz kalmakta, okuma-yazmayı tam olarak öğrenememekteymiş...

Kurtuluş savaşımız bittikten sonra, 1928 yılında da Latin alfabesine geçildi.

24 Kasım 1928 tarihinde açılan millet mektepleriyle, yaşlı, genç, çocuk kadın herkese yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir...

İşte Millet Mekteplerinin açılışı ve Atatürk ün Baş öğretmenliği kabul tarihi olan 24 Kasım günü, 1981 yılından beri ülkemizde öğretmenler günü olarak kutlanmaktadır..  .

...

Bu gün;

20 Milyona yakın öğrencimiz bir milyondan fazla öğretmenimiz eğitim ve öğretime aralıksız devam etmektedir;

Yaşadığımız her gün,

Gelişen değişen koşullar; değişen gelişen teknoloji nedeniyle her an yeni bilgilere, gereksinim duyuyoruz...

...

Dünya adını verdiğimiz bu gezegende;

Yaşamımızın merkezinde yer alan her şey ama her şey; insanın en büyük keşfi olan yazı ve simgeleri kullanması sonucu oluşan bilgiyle ortaya çıkmıştır...

Uzay gemisinden, Cep telefonuna,

Televizyondan, Bilgisayara, internete,

Telefondan, Uçağa -

Gemiden, Otomobile

Aklınıza gelen her şey ama her şey bilgiyle ortaya çıkmıştır... Kullanılması da geliştirilmesi de ancak bilgiyle olanaklıdır...

...

50 bin yıldan beri bilgiyi öğreten onu yayan, bu günkü uygarlık düzeyimizin oluşmasını sağlayan İNSANIN ÖĞRENME azmidir;

Ve bunu gerçekleştirenler de kuşaklar boyunca;

Elleri öpülesi öğretmenlerimizdir...

Canlarını meslekleri uğruna veren saygıdeğer şehit öğretmenlerimizdir...

...

Devlet kuran padişahları,

Devlet kuran kralları,

Devlet kuran imparatorları,

Peygamberleri,

Tarihe yön veren dehaları,

Buluşlar gerçekleştiren mucitleri

Hep öğretmenler yetiştirmiştir...

...

Bilginin ve öğrenmenin–öğretmenin değerini Büyük Atatürk şöyle açıklamıştır;

-Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır;

Gençler cumhuriyeti biz kurduk onu siz yaşatacaksınız...

...

Hacı Bektaşi Veli;

-İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır, demiş...

...

Hz. Ali’nin;

-Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum, demiş...

...

Yine Hz. Muhammed’in;

-İlim Çin’de de olsa bulunuz...

Hem dini açıdan, hem yaşam açısından bilginin, öğretmenin ve öğrenmenin önemini ortaya koymaktadır...

24 Kasım öğretmenler günü; bu nedenle inanılmaz kıymetli,

Çok önemlidir;

Öğretmenler günü, bilginin yüceltilmesi, kutsanmasıdır...

Gelecekte üstün uygarlıklar kurmak isteyen uluslar;

Gelecekte tarih sahnesinde özgür yaşamak isteyn,

Gelecekte adaleti sağlamak isteyen

Gelecekte tarihte altın harflerle yer almak isteyen ulusların,

ÖĞRETMENE VE ÖĞRENMEYE – BİLGİYE çok büyük değer vermesi gerekir...

BİLGİ TOPLUMU ÇAĞINDA; Hem devlet hem de birey olarak YAŞAMIMIZI, VARLIĞIMIZI SÜRDÜRMEK ANCAK BUNA BAĞLIDIR...

...

Konun başka bir boyutuna bakalım isterseniz;

Bu gün; güzel ülkem, Türkiye de;

Okula giden 20 milyona yakın öğrencimizin sayısı pek çok komşu devletlerin toplam nüfusundan fazladır...

Bulgaristan’dan

Yunanistan’dan fazladır,

Suriye den fazladır,

Gürcistan’dan fazladır,

Azerbaycan’dan fazladır,

...

Bir milyondan fazla öğretmenimizin olması da Büyük Türk Milletinin

Bilgiye, eğitime, öğretmenine verdiği değerin somut kanıtıdır...

ÖĞRETMENLERİMİZ ÖĞRENCİLERİMİZ;

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN SAHİP OLDUĞU EN BÜYÜK ZENGİNLİKTİR...

Bu yanımızla ne kadar çok gurur duysak azdır...

...

Büyük Atatürk ün ifadesiyle;

-Türk Milleti zekidir,

-Türk milleti çalışkandır,

Milletimiz bu özelliğini elbette ki öğretmene öğrenmeye, bilgiye olan sevgisine borçludur...

...

Öğrencilerimizin, Öğretmenlerimizin 24 Kasım öğretmenler gününü kutluyorum...

Kahraman öğretmenlerimizin önünde saygı ile eğiliyorum...

Abdulkadir Kaçar... Adana 2023

 

 

 

ÖLÜM YENİLEMEZ...

Ölüm satılamaz/satın alınamaz,

Biriktirilemez/tasarruf yapılamaz,

Borç alınamaz/ borç verilemez,

Devredilemez/devralınamaz;

Her insanın sadece bir yaşamı, bir tek ölümü vardır...             İnsan ikinci kez doğamayacağı gibi;

İkinci kez de ölemez…

Arkadaşım, kardeşim, yazar, şair, Kadirli’li âşık Ahmet Dokuzoğlu’nun değerli eşi, hayat arkadaşı geçtiğimiz günlerde hakkın rahmetine kavuştu...

Ruhu şad, mekânı cennet olsun, Allah rahmet eylesin...

...

“ÖLÜM KİTABI” isimli çalışmamda ölüm hakkında düşüncelerimi yazmıştım...

Bu konuda düşüncelerimi anlattığımı düşündüğün denemelerimde Ölüm konusunda şunları yazmıştım;

Ölüm konusunu sözlük şöyle açıklıyor;

1-bir insan, bir hayvan, ya da bitkide yaşamın tam ve kesin olarak sona ermesi…

2-ölme biçimi…

Yaşam sahnesine çıkacak her canlı bir gün kesin ölecektir…

Yaşamak aslında ölümü beklemektir…

200 milyon tür olduğu kabul edilen canlıdan öleceğinin bilincinde olan tek varlık insandır…

O da kendine şu soruyu sorar;

Ölüm nereden, kimden, nasıl, neden, nerede, ne şekilde gelecek?

İnsan uygarlık adına ortaya koyduğu her şeyle aslında ölümü yok etmek, etkisizleştirmek, ondan kurtulmak, hatta evrenden silmek ister ama bunu başaramaz…

Öyle yakınımızda, öyle içimizde, öyle peşimizdedir ki ölüm;

Uykumuzdan bir daha uyanamayabiliriz, uyandığımızda bir daha uyumayabiliriz…

Aldığımız nefesi vermeyebiliriz, verdiğimiz nefesi de bir daha almayabiliriz…

Sonuç olarak; ölümün tek belirleyici olduğu bu serüvende, daha güçlü, savaşçı, üretken, hırslı, çalışkan, adaletli, bağışlayıcı, hoşgörülü, erdemli ve de örnek insan olmalıyız…

İçimizdeki binlerce yıllık hafızasıyla bizi sürekli yöneten, bir tür üstün akıl olan ÜSTÜN İNSAN’ nın bazı üstün özelliklerine daha hızlı, kararlı, koşmamız, ulaşmamız, almamız yaşamımıza uygulayarak örnek insan olmalıyız…

Yaklaşık 5 bin denememin arasından seçtiğim, ölümsüz olduğuna inandığım düşüncelerimi sizlere sunuyorum…

...

Yaşam isimli serüvenin direksiyonunda her zaman ölüm isimli kaptan oturur…

Ölüm götürdüğü insanla(canlılarla) birlikte mezara girip gider; ne kendisi tekrar gelir; ne de götürdüklerini geri getirebilir...

...

Bazı kişilerin yaşadıkları öldüklerinde fark edilir; bazıları ise doğmadan önce ve doğarken ve ömrünün sonuna kadar evreni aydınlatan işaret feneri olur...

...

Ölümün ulusu, ülkesi, dili, dini, ırkı, rengi, cinsi, yoktur; o canlılarla birlikte sonsuzluktan gelip; sonsuzluğa birlikte gider...

...

Yetenek ölmek değil; yaşarken içindeki cevherleri ortaya çıkarmak ve tüm insanlığa sunabilmektir...

...

Hayat sonucu yüzde yüz ölümle biten çok az mutluluk kırıntıları serpiştirilmiş acıklı bir serüvendir...

...

Ölüm bazen başka gezegenlerdeymişçesine uzak görünse de;

Bazen de şah damarımızdan yakındır;

Aslında yaşam dediğimiz şey nefesle ölüm arasındaki savaştır...

Yaşam neredeyse, ölüm de her zaman oradadır...

 

...

Çok değerli kardeşim, dostum, Ahmet Dokuzoğlu’na canı gönülden baş sağlığı diliyorum,

Allah başka acı göstermesin...

Sevdikleriyle sağlıklı huzurlu, mutlu, uzun bir ömür diliyorum...

Çok değerli eşi hanımefendiye Allahtan rahmet diliyorum, mekânı cennet ruhu şad olsun...

Sözün bittiği ve anlamını yitirdiği yerdir...            Topraklar incitmesin değerli ablayı huzur içinde uyusun...

ABDULKADİR KAÇAR(Ölüm isimli kitabımdan)

TÜM ÖMRÜN 7-8 SANİYE

MUTLU OLMAYA ÇALIŞ...

 

-O benim hayatım,

-O benim nefesim,

-O benim canım,

-O benim kahramanım...

...

-Düşsem o kaldırır,

-Aç kalsam doyurur,

-Hasta olsam bakar,

-Yaşlılığımda yardam eder,

-Hayattaki tek güvencem,

-Sırtımı dayadığım dağım,

-Benim her şeyim

-O benim ölümsüz kahramanım...

...

Bu sözlerin hepsini,

Bu gezegende doğup,

Bu gezegende yaşayıp,

Bu gezegende ölen her insan,

Milyonlarca milyarlarca,

Kez tekrar tekrar söylemiş...

...

Çok az sayıda olan şanslı kişilerden,

Bazıları bu isteklerini,

Karşılandığını görmüş,

Yine çok azı bu isteklere,

Yanıt vermiş,

Ama çoğunluğu yüzyıllardır,

Bu sözleri duymazlıktan gelmiş...

...

Çağrıları karşılık bulan,

Yardım alanlar sevinmiş,

Mutlu yaşamış, mutlu ölmüş,

Alamayanlar sitem ederek,

Kahırlanarak, hakkımı helal

Etmiyorum diyerek en sevdiklerine,

Beddua ederek sahneden inip gitmiş...

...

Önceki gün mezarlığa gittik,

Yukarıda sayıp söyleyenlerin,

Çoğu sonsuz uykusundaydı...

...

Yaşaya devam eden,

Akıllı olanları hala yukarıdaki

Sözlerinin karşılık bulmasını,

Düşünerek mezarların

Arasında gezdi, mezar taşlarını

Okudu, kendilerinin de bir gün

Bu şekilde olacaklarının,

Hayallerini kurmaya çalıştı,

Çoğu da bu şekilde olmak

İstemediğini ama çarelerinin

Olmadığını somut olarak anladı...

...

Yukarıdaki bu beklentilerin

Çoğu tamamen doğru, yerinde;

Sorun karşılık bulup bulmayacağıdır...

...

 

Her mezar ziyaretinin verdiği,

En doğru mesaj ve dersler şunlardır;

-Kimseden yardım bekleme,

-Kendi ayaklarının üstünde dur,

-Dostun sadece kendinsin,

-Yarınlarını bu gün çok çalışarak,

Güvence altına al,

-Düşme, hastalanma, sakatlanma,

-Kimseden yardım bekleme,

-Kimseden hiçbir şey isteme,

-Yüzde yüz bitecek olan ömrünün,

-Her saniyesini onurlu yaşa,

-Düşenlere imkânın ölçüsünde yardım et,

-Olanakların ölçüsünde açları doyur,

-Hastalara çare ol,

-Yolda kalmışları kurtar,

-Her daim adaletli ol,

-Vicdanını sakın elinden bırakma,

-Onurlu, dürüst, yardımsever yaşa...

...

Aslında hayat, tadını dolu dolu,

Çıkarmayı bilen sevenler için

Çok kısa, sevmeyenler için

Çok uzun ve dayanılmazdır...

...

Olayın başka bir boyutu şöyle;

Dünya takvimine göre,

70 yıl yaşayan insan;

Galaksi takvimine göre

Ömür süresi 7-8 saniye

Yaşamış oluyor...

...

Bunun hesabı şöyle,

Dünya gezegeninin güneşin etrafında,

70 kez dönmesiyle, insan yetmiş

Yaşına ulaşmış oluyor...

...

Samanyolu Galaksisindeki

Güneş sisteminin bir turu tam 255

Milyon yıl sürüyor...

...

Yani 255 milyon yıl içindeki

70 dünya yılı 7-8 saniye ediyor...

Dünyada 70 yaşına gelen kişi,

Galaksi yılına göre 7-8 saniye

Yaşamış oluyor...

...

Bu kadar kısa süre yaşamak

Gerçekten mutlu olanlar için

Çok kısa, mutsuzlar için uzundur...

...

Ne yapmak gerekir?

Her mezarlık ziyaretinin verdiği,

Yukarıdaki dersleri çok iyi

Öğrenip uygulamak,

İnsanlar arasında sevgi,

Mutluluğu, güzellikleri,

Yaymak gerekir...

...

Ölmemek elde olmadığına göre,

Tek çare iyi olmak, bu kısacık

Ömrümüzde hayatın nihai hedefi

Olan mutluluğa ulaşıp onu yaşamaktır...

...

Bu 7-8 saniyelik sürede

Mutlu olanlara ne mutlu;

Ama bu bilinçte olmadan,

Hayatını cinayet işleyerek,

Yasaları yok sayıp barbarlık

Ederek, ömrünü cezaevinde,

Ya da genç yaşta yok ederek,

Bitirenlere de ne diyelim?

Geçmiş olsun, aklınızı başınıza,

Toplayın, sadece bir kez geldik,

Sonsuza kadar gideceğiz...

...

Çünkü hayatın tekrarı, ertelemesi,

Tasarruf edilmesi, bankaya yatırılması,

Vs yok, bir tek hayat var,

Sadece bir kez bu hediyenin sahibiyiz,

Çok iyi kullanmamız gerekir...

ABDULKADİR KAÇAR... Adana 2023

 

 

 

“ÖMÜR DEDİĞİN 307”

 

Mutluluk nedir?

Bu soruya 8 milyar

İnsan farklı yanıt verir...

...

18 yıldan beri,

TRT Haber Kanalında,

Yayınlanan efsane program

“ÖMÜR DEDİĞİN”E

Mayıs ayı içinde,

Konuk olmuştum...

...

Evimde, merkez parkta,

Taş köprüde 7 saati aşkın

Kayıtlarla hayatımın,

Belgeseli yapılmıştı...

...

7 Mayıs 2023 tarihinde de

Cumartesi saat 21: 00 de

Programım yayınlandı...

...

Hayatını adadığı mesleğini,

Sevgiyle, sevdayla ve aşkla,

Yapan Zeliha İlhan Doymuş,

Hanımefendinin mutluluk,

Yönelttiği sorusuna yanıtım

Şöyle olmuştu;

...

1-İnsanın mutlu olması için

Yaptığı işine hayatını adamalı...

2-Geride kalan hayatına baktığında,

Pişmanlık duymamalı...

3-Bilinçaltı olan düşünce evrenini,

Kusursuz şekilde yönetebilmeli;

4-Daha da önemlisi beden

Ve ruhuyla barışık olmalı...

...

“ÖMÜR DEDİĞİN” programımda,

Dün söylediklerime bu gün

Daha da çok inanıyor,

Daha çok değer veriyor,

Tamamen evrensel olan,

Bu düşüncelerim her insan

İçin geçerli olduğuna da inanıyorum...

...

Çünkü ben hayatım boyunca

Gazetecilikten başka,

Hiçbir meslek düşünmedim,

Başka hiçbir meslek yapmadım

Mezara kadar varlığımı adadığım

Medya görevimi, severek,

Sevdayla aşkla,

Her anını sevinç ve coşkuyla

Yaptım yapıyorum...

...

Günümüzde akıllı insanlarca,

Mutlulukla ilgili

Olarak uygulanan,

En son akım ise hayatımın,

Ayrılmaz bir parçası oldu,

Mutluluğuma yenilerini kattı...

...

Uygulama şöyle yapılıyor;

-HER GÜN KENDİNE

BİR SAAT AYIR...

Canın ne istiyorsa onu yap...

Ben zaten tüm zamanımı

Tamamen mesleğime adadım,

Tüm zamanımı kendime,

Adadım ve böyle yaşıyorum

Yukarıdaki bu düşünce,

Karakterimi tam anlatıyor...

...

Kendime ayırdığım,

Bir saatlik bu özel ve de güzel,

Zamanımda şöyle yapıyorum,

Bazen telefonumu evimde,

Bırakıp arkama bakmadan

Dışarı çıkıyorum...

...

Canım ne istiyorsa,

Nereye gitmek istiyorsam,

Ne yapmak istiyorsam,

Ne yemek istiyorsam,

Neye ihtiyacım varsa,

Hemen ona yöneliyorum...

...

Bazen şehir içi otobüslerle

Uzun seyahatler yapıyorum...

Çok uzun yürüyüşler yapıyorum,

Bazen AVM’ lerdeki,

Ünlü kitapçıları dolaşıp,

En son yayınlanan eserleri

Satın alıyorum...

...

Ya da uzun bir süre bankta oturup,

Zaman isimli nehirde,

Bir yandan bir yana,

Hızla akıp giden zamanla

Durmadan hareket eden,

Her türlü araçları izliyorum,

Gelip geçen yürüyen,

Koşan insanların beden dilini okuyorum,

Onların yürüyüş şekilleri,

Attıkları adımları,

Karşılaştıkları diğer insanlarla

Olan iletişimlerinden düşüncelerini,

Anlamaya çalışıyorum...

...

Arada bir kendimi ödüllendiriyor,

Dondurma alıyorum,

Ya da bisikletimle dolaşıyorum,

Her ne yaparsam yapayım,

Kendimle baş başa kalmamın,

Tadını doyasıya çıkartıyorum...

...

Kendime ayırdığı en özgür zaman

Dilimim bazen yarım günü buluyor,

Bazen 30 dakikadan az olabiliyor,

Kendimle baş başa kalmak,

Kendimden dışarı çıkmak,

Beni inanılmaz rahatlatıyor,

İnanılmaz şekilde mutlu ediyor...

...

Bu zaman dilimlerinde,

Arada ıslık çalıyorum,

Bazen çok eski güzel şarkı,

Türkü, pop müzik ne gelirse

Aklıma onları mırıldanıyorum...

...

Yani en mutlu olup,

Yazdıklarıma daha evrensel,

Daha özgün boyutlar,

Seçkinlik ve üstünlük kazandırmak

İçin kendimi aralıksız

Aralıksız gözlüyorum,

Ödüllendiriyorum,

Eğlendiriyorum,

Ama disiplinli şekilde,

Okuma, düşünme, yorumlama,

Yazma ve üretime

Devam ediyorum...

...

Hayatımı adadığım medya,

Mensupluğumun gereği olan,

Bu çalışmalarıma beden

Ve ruh sağlığım yerindeyken,

Birbirinden farklı çok sayıda,

Ürünler ortaya çıkartmaya,

Aralıksız devam ediyorum...

...

Bu arada küçük bir not şöyle;

Google amcaya,

ÖMÜR DEDİĞİN 307 yazarsanız,

TRT HABER KANALINDA YAYINLANAN

Belgeselime de göz atabilirsiniz...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

ÖMÜR PERDEN

KAPANMADAN...

 

Kimseye küsme,

Kimseyi küstürme,

İletişime daima açık ol,

İnsanları dikkatle dinle,

Diyalog kur,

Saygılı davran,

Düşünmeden konuşma,

Daima olumlu düşün,

Güzel şeyler söyle...

...

Ama hayatın boyunca

Daima öncelemen gereken,

En değerli varlığın sensin,

Kendine çok kıymet ver,

Kendini sınırsız sev,

Kendine çok iyi davran,

Kendini daima ödüllendir,

Kendine çok değer ver...

...

Yaşadığın her anın tadını çıkar,

Kaybedilen her şey yerine konabilir,

Ya da başkası yerini tutabilir,

Bu sahnede yeri doldurulamayacak,

Tek değer sensin,

O da hayatın...

...

Hayat isimli bu serüvende,

Ne düşünürsen,

Onu yaşarsın,

Olumlu bak,

Güzel düşün,

Mutlu yaşa...

...

Hayatın boyunca,

Her alandaki,

Seçme hakkını doğru kullan,

Sen mutlu ol,

Ama herkesi mutlu edemeyeceğini unutma...

...

Sahip olduklarına sevin,

Olmadıklarını aklının ucundan geçirme,

Olanaklarınla yetinip,

Her zaman gurur duy...

...

Sahip olduklarının

Değerini çok iyi bil,

Seni sevmeyenleri de kırma,

Herkesin öyle hakkı var,

İyi ol, iyi davran,

Doğru dürüst güven veren ol...

...

Ömrün boyunca,

Daima neşeli ol,

Olumlu düşün,

Güzel cümleler kur,

Asla alıngan olma,

Hangi işi yaparsan yap,

İşin büyük ustası ol...

...

Kaç yaşında olursan ol,

Ömrünün perdesi kapanmadan,

Her şey bitmeden,

Tek varlığın olan,

Kendini sev ödüllendir,

Kendini herkesten,

Her değerden öncele...

...

Tekrarı yedeği olmayan,

Devredilmeyen,

Uzatılamayan,

Satılamayan,

Satın alınamayan,

Ertelenemeyen,

Tasarruf yapılamayan,

Sadece bir kez sahip olduğun,

Mucize hayatının,

Her saniyesini tadını çıkar...

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

ÖRNEK ŞOFÖR

 

Kullandığı belediye otobüsüne,

Adımımı atıp kartımı basarken,

-Kolay gelsin kaptan dedim

Hemen cevap verdi,

Pozitif bir bakış,

Kibar bir ses tonuyla;

-Hoş Geldiniz,

-Buyurun arkada yer var...

...

Onun bu kibar ifadesine,

Şaşırdım inanamadım,

Arka koltuğa oturup,

Gözlemeye başladım,

Acaba sadece bana mı?

Böyle karşılık verdi?

...

Yolcular kapıdan

Otobüse girerken her birine,

İstisnasız olarak hemen,

-Sizde hoş geldiniz hanımefendi,

-Hoş geldiniz beyefendi,

-Çok terlemişsiniz,

-Buyurun serinleyin,

-Bu günler çok sıcak...

...

Başka bir yolcu,

-Kolay gelsin dediğinde,

-Beyefendi günaydın,

-Hoş geldiniz

-Şapka giydiğiniz için kutluyorum,

-Günaydın,

-Size de günaydın efendim,

...

Bir yolcu,

-Günaydın efendim,

-Kolay gelsin dediğinde,

-Hoş geldiniz,

-İyi yolculuklar,

-Arkada yerimiz var dedi,

...

Başka bir yolcu geldiğinde,

Şoför gayet pozitif ses tonuyla,

-Açık renkli kıyafetler giymek gerekir,

-Nasılsınız dünden beri?

-Hoş geldiniz,

-Boş yerimiz çok buyurun,

-Çocuk düşmesin elinden tutun...

...

Yolcularla kaptan şoför arasında,

Bu konuşmalar duraklar,

Boyunca aralıksız devam etti;

Peki, bu diyaloglar,

Nerede yapılıyor?

Tahmin edin,

Özel halk otobüsünde mi?

Hayır...

Dolmuşlarda mı?

Bilemediniz...

...

Bu konuşmalar

Adana Büyükşehir belediyesinin

142 numaralı otobüsünde,

Bayan şoförle yolcular arasında

Yapılıyor...

...

Farklı zamanlarda,

İki defa aynı otobüsle,

İki defa aynı bayan şoförle,

Seyahat ettim...

Her ikisinde de çok dikkat ettim...

...

Ben belediye otobüsüne,

Bindiğimde tüm kaptanlara,

-Günaydın,

-İyi günler kaptan ağabey,

-Kolay gelsin kaptan abla

Ya da,

-Kolay gelsin kaptan ağabey diye,

Selamlayıp arkaya doğru ilerlemiyorum..

...

Belediye otobüsündeki

Erkek kaptanların

On tanesinden sadece biri belki,

-Teşekkürler der o kadar,

İnanılmaz ama dokuz tanesinin,

Yüzü asık,

Canı sıkkın,

-Neden ben bu otobüsteyim?

-Neden bu saatte yolcu taşıyorum?

Gibi beden diliyle rahatsızlığını

Anlatır...

...

Eğer emekli olmadıysa,

Başka bir erkek kaptanda,

Kendine selam veren yolculara,

MİNİK ŞEKER ikram eder,

O da örnek bir kişiydi...

...

Ama son bir hafta içinde

Bayan şoförün;

Saygılı, nazik, hoş sözlerle,

Özel yolcuları taşıyan lüks

Otobüs şoförlerinden,

Daha nazik ve kibar olmasına

İlk defa tanık oldum,

İnanılmaz mutlu oldum...

...

Yolcuların bir bölümü,

Böyle kibar nazik şoförle

Karşılaşmadığı için,

142 numaralı otobüsün

Bayın kaptanının güzel

Sözleri karşısında nasıl yanıt

Verebileceklerini bilemediler,

Yolcuların şaşkınlığına tanık oldum...

...

4-5-6 durak ilerledikten sonra,

Yanımdaki yolculardan birine

-Kaptan abla çok kibar,

Yolculara çok nazik davranıyor...

Bir iki hafta falan daha geçsin

O zaman görmek isterim

Bu davranışından eser kalacak mı?

...

Yanımdaki yolcu öyle kendin

Den emin şekilde şöyle dedi;

-Yok, ağabey, on günden beri

Bu otobüsle seyahat ediyorum

Tutumunu, tavrını, kibarlığını

Asla değiştirmedi...

Bir yıl sonra da değiştireceğine

İnanmıyorum...

-Keşke öyle olsa,

Her bayan, her bey kaptanlar da,

Bu şekilde davransa,

Çok muhteşem olur dedim...

...

Sonuç olarak;

Adana büyükşehir belediyesinin

142 numaralı otobüsünün,

Bayan şoförünü bu

Mesleği yapan tüm

Kaptanlara örnek

Olması gerektiğine inandım...

Dilerim diğer kaptanlara da

Onun bu nezaketi, kibarlığı,

Yolcuları hoş karşılaması

Güzel sözler söylemesi örnek olur...

...

Bu arada bayan şoförlere

Belediye otobüsünde ilk

Defa çalışmalarına olanak

Sağlayan efsane başkan

Aytaç Durak’ın da

Kulaklarını çınlattım..

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

ÖZGÜR RUHLU YAŞA...

 

Hayat serüvenine,

Her zaman hiçbir zaman

Negatif değil,

Daima pozitif tarafından,

Bakmayı başar...

 

Seni yanlış yönlendiren

Hata yapmana neden olan,

Egonu çok erken yaşta çöz;

Ona hükmetmeyi başar,

Çünkü ego ince bir çizgidir;

Kontrolünden çıktığında,

İnanılmaz büyük zarar verir,

Kendini bir şey zannedersin;

Olanaklarını aşar,

Yetki ve gücünün ötesinde

Bazı kusurlu davranışlar yarsın;

O nedenle her adımını

Kontrollü ve gerçeklerine

Uygun şekilde atmaya devam et

 

Yaptığın her işte,

Yüzde yüz başarılı olma,

Gibi bir zorunluluğun yok,

Ayrıca hata yapabilirsin,

Başarısızlıktan korkmadığın zaman,

Daha özgür ruhlu olabilirsin...

 

Ne kadar kısa zamanda,

Bilinçlenir aklını kullanıp,

Egona hükmedebilirsen,

O kadar doğru davranıp,

Daha kısa zamanda,

Olgunlaşırsın...

 

Peki, olgunlaşmak nedir?

Hayat isimli bu serüveninde,

Yüzde yüz bitecek olan,

Zamanını, en verimli,

En fazla yararlanabileceğin

Biçimde davranıp,

Doğru kullanmak demektir...

 

Çünkü ışık hızında akıp giden,

Zamanın tek bir saniyesini,

Nefesinin birinin de geri dönüşü yok;

O nedenle hayatının her anını

Daima kontrollü yaşa...

 

Her alanda mükemmelliğe,

Özen göster ve büyük önem ver;

Her şeyin en iyi olması,

İçin daima çaba harca,

Ama herkesin de aynı,

Çabayı gösterdiğini sanma...

 

Çünkü herkes olaylara,

Senin gibi baktığın gibi

Bakıp aynı şekilde düşünmez,

 

Kimsenin bakışını ve

Düşüncesinin,

Tek bir harfini bile,

Değiştiremeyeceğini unutma...

 

Seni sevmeyen birinin,

Sevmesini sağlayamazsın,

Bunlarla uğraşmayı,

Bıraktığın zaman,

Hayatın daha da huzurlu,

Çok daha başarılı olacaksın,

Her şey daha da güzelleşecektir...

 

Kimseye herhangi bir konuda,

Kendini kanıtlamak,

Gibi bir derdin olmasın,

Kendi değer yargıların,

Çerçevesinde keyifli yaşa,

Üzerine düşenlerin,

En iyisini yapmaya çalış...

 

Dürüst olmak daima kazandırır,

Herkesi olduğu gibi kabul et,

Kimseden bir şey bekleme,

Bu durum stresini azaltır,

Seni daima rahatlatır...

 

Sana değer veren,

İyiye yönlendiren

Olumlu düşünen,

Akıllı insanlarla zaman geçir...

 

İnsanlarca sevilip,

Saygı duyulman,

Paha biçilemez,

En büyük değerdir...

 

İnsanların senin,

Olumlu her hareketini,

İzlemesi çok güzel,

Örnek alması,

Onlara rol model olmaya,

Çalışman pek kolay değil...

 

Doğruluğuna inandığın,

Öğütlerini önce kendi, uygula,

Zamanını boşa harcayan,

Sana bir şey katmayan,

Her şeyden ve her

İnsandan hızla uzaklaş...

 

Çünkü hayatın başı belli,

Ama nerede nasıl biteceği,

Sonu asla belli değil;

O nedenle içinde,

Yaşadığın AN’ a odaklan,

Tüm bunları yaparken;

Nasıl daha iyi, erdemli, çalışkan,

Üstün başarılı bir insan olurum,

Sorusuna cevap ara...

...

İşte cevap bulman gereken,

En önemli ve tek soru;

Yukarıdakilerin hepsine,

”EVET” Diyebilirsen,

Sen doğru yoldasın,

Özgür yaşıyorsun demektir...

...

Kafanda yanıtını bulamadığın

Sorular için, çağın sunduğu,

Bilgileri, kadim olanlarla

Harmanlayıp, düşünceni

Yeniden güncelle ki;

Hayatını yeniden programla,

Formatlayıp kendinden,

Yeni senler çıkartarak,

Yaşam serüvenine devam et...

 

ABDULKADİR KAÇAR... Adana 2023

 

 

 

 

 

 

 

PARA VE İNSAN...

Para,

Ne yenir,

Ne içilir,

Ne belası çekilir,

Ne ondan vazgeçilir...

...

Para,

Üstünde saymaca

Değerler olan,

Metal ve kâğıttır...

...

Para,

Ne yenir,

Ne içilir,

Ama ölümden başka,

Her şeye çaredir,

Beşikten mezara kadar,

Her insanın acil ihtiyacıdır...

...

Yeme içme,

Giyim kuşam,

Barınma,

Sağlık,

Konforlu olsun olmasın,

Her yaşamın vazgeçilmezidir...

...

Geçenlerde bir

Çalışanı sordum;

-O kişi daha çok

-Para kazanabileceği

-Başka yere gitti, dedi...

...

Birkaç saniye düşündüm

O insan özgür iradesini,

Yine özgürce kullanmış,

Kendi yaşamının,

Konforu için seçenekleri

Değerlendirmiş dedim...

...

Düşündüm, gerçek olan şu ki;

Üstünde saymaca değer,

Olan kâğıt ve maden olan,

Dünyadaki tüm paralar,

Bir araya gelse,

Bana göre bir insanın,

Tek bir nefesini,

Bile satın almaz alamaz,

Buna kimsenin gücü yetmez...

...

Çalıştığı hangi kurum olursa olsun,

Ne kadar ücret ödenirse ödensin,

İnsan emeğinin karşılığı,

Asla olmaz olamaz...

...

Çünkü insan,

ZÜBDE-İ KÂİNAT,

Yani kâinatın çekirdeğidir...

Tüm evrende,

Her insandan sadece,

Bir tane vardır tekdir,

Her insan biriciktir,

En üstün canlıdır,

Her insan mucizedir

Her insan yücedir,

Her insan kutsaldır...

...

Peki, neden daha

İyi koşullarda,

Daha iyi para,

Kazanabileceği

Yeri seçer?

Çünkü yaşamının

Konforunu daha çok

Arttırmak durumundadır,

Zorunlu ihtiyaçlarını

Karşılaması kazanacağı,

Parayla doğru orantılıdır...
...

Çünkü bu doğal,

Son derece normal,

Kesinlikle saygı duyulması

Gereken en erdemli,

İnsanın bilerek,

İsteyerek,

Öz gür iradesiyle,

Seçtiği davranışıdır...

...

Çünkü zorunlu olarak,

İçinde yaşadığı çağ,

Meslek koşulları,

İnsanı sürekli yeni,

Arayışlara yönlendiriyor,

İhtiyaçları her geçen gün,

Çeşitleniyor ve artıyor,

İnsan bu konuda,

Çeşitli seçenekleri,

Arayıp bulmak zorunludur...

...

Oysa unutulmaması gereken,

Şudur;

Her insanın emeğinin

Karşılığı parayla

Ölçülemeyecek kadar,

Çok yüce, çok kutsal,

Çok eşsiz olmasıdır...

...

 

Hangi mesleği yaparsa yapsın,

Hangi çağda yaşarsa yaşasın,

Hangi arayış içinde olursa olsun,

Her insan kutsaldır,

Emeği en yüce değerdir...

...

Çalışanların

Günümüz koşullarına göre

Ederinin tam karşılanmasa

Bile emeğinin karşılığını,

Veren her patron,

Çok iyi, çok saygıdeğerdir,

Çalışanlarının hakkını

Veren patron erdemlidir,

Çağını ve insanın emeğini,

Anlayan arif kişidir...

...

Çalışanın hakkını vermeyen mi?

Onu sömürüp,

Hakkını gasp ederek,

Zengin olan mı?

Çalışanını zor durumlara düşürüp,

Aç bırakan patronlar mı?

Defalarca tanık oldum ki,

Bu türlü bencil davranan,

Hiçbir patronun akıbeti hoş

Olmadı olmaz olmayacaktır nokta...

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

 

POLİSİMİZ 178 YAŞINDA...

Polis teşkilatımızın kuruluşun 178.yılı nedeniyle; bu teşkilatta görev yapanları kutluyorum.

Çağdaşlık modernlik, birlik, bütünlüğümüzün garantisi olan;

Mesleği uğruna gerektiğinde ölümü göze alabilen polislerimize nice yıllar diliyorum...

...

Evinize hırsız girse ne yaparsınız?

-Doğru polise gidersiniz değil mi?

Birisi sizi gasp etse ne yaparsınız?

-Poliiiiissss, diye yardım istersiniz...

-Birisi yakınlarınızı kaçırsa ne yaparsınız?

-Birisi çocuğunuzu zarar verse ne yaparsınız?

-Bir yakınınızı birileri dövse, hastanelik etse, ya da öldürse yapacağınız ilk iş nedir?

Bir terörist mahallenizde, sokağınızda, evinizin bahçesinde gezse ne yaparsınız?

-Poliiis, dersiniz..

-Poliis demeniz gerekir…

...

Duyarlı yurttaş,

Sorumlu yurttaş, olmanın birinci koşulu budur…

Yani, polise yardımcı olmak; polisin işini kolaylaştırmaktır...

Eğer polise siz yardımcı olursanız polis de sizi kötülerden ve kötülüklerden korur, kurtarır, huzurunuzu, güveninizi sağlar…

-Çin ve İsrail de emekliler güvenlik konularında polise çok yardımcı oluyorlar…

Emekliler oturdukları pencereden ya da sokakta dolaşırken gördükleri olayları hemen polise bildiriyorlar…

Bu yöntem Türkiye de uygulanmalı…

Polis emeklisi ya da diğer bazı emekliler bu sistem içerisinde güvenlik çalışmasının içine sokulmalı…

Bu hem hızlı müdahaleyi, hem de olayların azalmasını sağlar…

Polis yurtsever ve suçsuz insanlara devletin şefkatli yüreğidir,

Polis suçlunun karşısında devletin çelikten yumruğudur,

Polis masum yurttaşa gül sunar…

Ancak suçlulara kelepçe takar…

...

Polisin olmadığı yerde ne devlet vardır,

Polisin olmadığı yerde ne millet vardır,

Polisin olmadığı yerde ne otorite vardır…

Geçenlerde olayı yaşayan arkadaşım anlattı;

-Bizim mahalleye dört kişilik hırsızlık ekibi girmiş…

Evleri soyarlarken; komşularımız polise telefon etmiş..

Uykumdaydım, koşuşturmaca, siren seslerine uyandım…

Sabaha karşı 03.00 olmasına karşın

Ve polis bizim mahalleye yani olay yerine inanılmaz biçimde2-3 dakikada geldi…

Ve hırsızları  girdikleri evlerden  teker teker  çıkartıp yakaladılar..

Birisi de evlerin odasına saklanmış, o da sabahleyin yakalandı...

...

Düşünebiliyor musunuz; herkes uyurken polisimiz 24 saat görev başında...

Sabaha karşı saat 03 00 fedakâr ve kahraman polisimiz 2 dakika geçmeden olay yerine gelebiliyor…

Ve halkın huzurunu sağlamak için inanılmaz çabayla gecenin o saatinde bile hırsızları yakalayıp adalete teslim edebiliyor...

Polisten korkmaya gerek yok:

Polis bizim dostumuz, ağabeyimiz, kardeşimiz arkadaşımızdır…

Arkadaşıma şöyle dedim;

-Suçlu olan polisten korkar…

Hainler, mafya, sahtekârlar hırsızlar,

Yankesiciler, gaspçılar, katiller,

Teröristler polisten korkar…

Ya da memleketi bölüp, parçalamak isteyenler ekmeğini yiyip suyunu içtiği ülkesine hainlik edenler polisten korkar…

Çünkü suçluların hainlerin karşısında polis devletin dev bir çelik yumruğudur…

Namuslu, onurlu, kendisiyle, devletiyle, çağıyla barışık olan suç işlemeyen, ülkesini seven, vatanına ihanet etmeyen insanlara dosttur, yaşam güvencesidir, namusunun, şerefinin, malının mülkünün bekçisidir polis…

 

Mesleği uğruna, halkın can, mal güvenliği, huzuru, vatanın bölünmez bütünlüğü için canını her an vermeye hazır mesleklerden birisi de polislik mesleğidir...

Yücedir, onurdur, saygıdeğer bir meslektir…

Polise yardımcı olmak; kendimize devletimize yardımcı olmaktır...

Polise yardımcı olmak varlığımızın garantisidir…

Polisi sevmek; kendimizi sevmektir…

Polise güvenmek; yarınlarımıza güvenle bakmak anlamına gelir…

Polisimizi sevmeliyiz,

Huzurumuzun güvenimizin bekçisi olan polisimize her konuda yardımcı olmalıyız…

 

Bunların da ötesinde; toplu olarak bulunulan her yerden; caddemizden, sokağımızdan, çarşımızdan, pazarımızdan kendimizi bir polis gibi sorumlu hissetmeliyiz..

 

Mahallemizde, çevremizde olup bitenleri bir polis gözüyle, dikkatli olarak izlemeliyiz…

Şüphelendiğimiz kişiler, olaylar varsa da polisimize bildirmeliyiz…

 

Koşullar ne olursa olsun; polisin işlerini kolaylaştırmalıyız…

Koşullar ne olursa olsun; polisimize yardımcı olmalıyız…

İyi günde; kötü günde; ölümü göze alarak, gerektiğinde ölerek, şehit olarak görevini yapan kahraman polisimizle bu gün ne kadar çok övünsek azdır..

 

Kahraman polislerimizin 178.yaşını yürekten kutluyorum...

Daha yüzlerce, binlerce yıl;

Halkın güveni, huzuru, mutluluğu için;

Atatürk ün kurduğu Cumhuriyetimizin sonsuza kadar yaşaması için;

Polisimiz üzerine düşen her türlü görevi canla başla yapacaktır...

Üstün – onurlu başarılar diliyorum kahraman polislerimize…

 

ABDULKADİR KAÇAR...

 

RAMAZAN BAYRAMIMIZ

KUTLU OLSUN...

Bayramlar;

Ulusça kutlanan önemli günlerdir anlamındadır...

Ne mutlu bize; ulusça bir bayramı daha kutlama ve yaşama sevincine ulaştık...

...

Bayramlar her zaman;

Sevinç, coşku, mutluluk ve kıvançtır...

Sarılmadır-öpmedir,

Büyükleri ve hastaları ziyaret;

Küçükleri sevindirme günüdür.

Duyguların yıkanması,

Duyguların arındırılması,

Yeniden doğuş anlamına gelmektedir...

...

Bayram sevinci en güzel hediye verilen bir çocuğun yüzünde görülebilir...

Ya da bir çiçeğin açmasında,

Yeni bir canlının dünyaya gelmesinde,

Ya da ulaşılması olanaksız bir başarıya ulaşanların yüzündeki sevinçtir bayramın somut görüntüsü...

...

Eğer sevdiklerimiz yanımızdaysa,

Sağlıklı huzurluysak,

Bir de gönül zenginliğine de sahipsek,

Yarınlardan beklentilerimiz varsa,

Umutlarımız her şeye rağmen yitirmeden canlı tutuyorsak,

Bayram sevincini dolu dolu yaşayabiliriz...

...

Ya da,

Hangi makamda olursak olalım, yetkimizi halktan ve haktan yana kullanmışsak,

Ölçüde-tartı da hile yapmamışsak,

Hangi meslekte olursa olsun işimizi bir gün öncesine göre daha güzel yapmışsak

Sahtekârlık,

Hilekârlık,

Üçkâğıtçılık yapmamışsak,

Yetimin hakkını yememişsek,

Devletimize ihanet etmemişsek,

Bayram sevincini dolu dolu yaşayabiliriz...

...

Ya da,

Yalan söylememişsek,

Dedikodu yapmamışsak,

Kimsenin aşına ve işine engel olmamışsak,

Kimsenin ayağını kaydırmamışsak

Bayram sevinci yaşayabiliriz...

...

Tüm bunların da ötesinde; dinin emirlerini tam olarak uyguladıysak,

O zaman bu bayram daha bir anlamlı-önemli-değerlidir...

Bayram sevincini hak ettik demektir...

Bayram sevincini yaşayabiliriz...

...

Bir güzel şarkı sözü şöyle der;

-Nasıl olsa her şeyin/ zamanla sonu yok mu?

Ömür denilen şey/ küsecek kadar çok mu?

İnanın bana;

Mutlu olmasını bilenler, mutluluğun sırrına erebilenler için ömür çok kısa;

En uzun ömürlü insan istisnalar dışında 70 yıl kadar yaşıyor...

Eğer; küs olduğunuz, kırgın- dargın olduğunuz insanlar varsa lütfen bu bayramı da bahane ederek barışın, barışmanın yollarını arayın...

Küs olduğunuz kişinin evine ayağına kadar siz gidin,

Küs olduğunuz kişiden gerekirse ilk özür dileyen taraf siz olun,

Küs olduğunuz kişiye elinizi ilk siz uzatın...

-Seninle barışmak istiyorum...

-Özür dilerim, ben yanlış anladım...

-Ben yanlış yaptım deyin...

Boynuna sarılın;

İnanın bana o da size gösterdiğiniz sevginin ve ilgini karşılığın aynısını, hatta fazlasını gösterecektir...

...

Şunun şurasında hepimiz insanız;

Birbirimizi kırmaya,

Birbirimizi incitmeye ne gerek var ki ?

Düşünün; geçen bayram aramızda olan,ama şimdi olmayan kaç kişi  yaşamdan  ayrıldı...

...

Geçen bayram aramızda olup; bu bayram yaşamayan insanlara göre ne kadar şanslı olduğunuzu düşünün...

Belki de gelecek bayramda bizler ölmüş, gitmiş olacağız...

Küs olduğunuz kişiyle barışmayı düşünürken; bunları lütfen göz önüne alın...

...

Bir filozof;

-Gördüğüm her insanı sanki son kez görüyormuşçasına sevgiyle, ilgiyle, özlemle bakıyorum...

-Yediğim yemeği, sanki son kez yiyormuşçasına iştahla yiyorum...

...

Bütün bunlar şu demektir;

Yaşam sürprizlerle doludur...

Aldığımız nefesi veremeyebiliriz-verdiğimiz nefesimizi de geri almayabiliriz, bu konuda garantimiz yok...

Ya da bir trafik canavarı yaşamımıza son verebilir...

Her an yaşamdan ayrılabiliriz...

Her an bir yakınımızı yitirebiliriz...

...

Bu kadar pamuk ipliğine bağlı bir yaşamda;

Toplum olarak sevineceğimiz bir gün olan bayramda sevinelim, coşalım...

Kırgınsak barışalım,

Küskünsek barışalım...

Küskünleri ve kırgınları barıştırmanın en güzel erdem olduğunu unutmayalım...

 

Diğer bayramlarda olduğu gibi bu bayramda da;

Yaşlıları ziyaret edelim,

Hastaları ziyaret edelim,

Olanaklarınız ölçüsünde çocukları sevindirelim,

Düşküne, yoksula, yolda kalmışa el uzatalım;

Olanaklarımız ölçüsünde onlara katkıda bulunalım...

Aynı durumlara düştüğünüzde;

Size uzatılacak ellerin oluşmasını sağlayın...

...

Bunlardan da önemlisi; tüm varlığımızı, yaşamımızı borçlu olduğumuz;

Devletimizi sevin,

Cumhuriyetimizi sevin,

Atatürk’ ü sevin,

Demokrasimizi sevin,

Devletimizi yönetenlere oy vermemiş olsanız da sevin...

...

Adana’yı, Türkiye yi 8,5 milyarlık dünya insanlık ailesini sevin...

Bunların da ötesinde; kendinizi sevin, kendinizle barış içinde olun...

...

Büyük Türk Milletine,

Adriyatik ten Çin Seddi’ne kadar olan 500 milyonluk Türk dünyası;

Ve İslam âlemine, bu güzel bayram kutlu olsun...

Bu bayramın da

Tüm insanlık ailesine huzur, barış, dostluk kardeşlik getirmesini diliyorum...

Bayramınız kutlu olsun...

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

...

 

RANDEVUYA UYMAK

UYGARLIK GÖSTERGESİDİR...

 

Hayvan saat kullanır mı?

Hayır...

Konuşma yeteneği var mı?

Hayır...

Hayvanın randevu bilinci var mı?

Hayır...

...

Saat kullanan,

Konuşan,

Randevu verme,

Randevu alma,

Randevuya uyma

Bilinci 200 milyon tür,

Olduğu kabul edilen,

Canlılar arasında

Sadece insana özgüdür...

...

Aklını kullanan,

Çağını iyi anlayan,

Zaman bilinci olan,

Uygarım diyen,

Sorumluluğunun,

Bilincinde olan kişi,

Randevu saatinde

Uygun davranmalıdır,

Daha da önemlisi ise,

Belirlenen yerde,

Belirlenen saatten önce,

Orada mutlaka olmalıdır...

...

Dünyaca büyük başarılara,

İmza atan en kariyerli,

Akıllı bir insan diyor ki;

-BEN BAŞARILARIMI

RANDEVULARIMA BELİRLENEN

SAATTEN 10-15 DAKİKA

ÖNCE GİTMEME BORÇLUYUM...

...

Hayvanların randevu

Bilinci deyince?

Şunu da unutmamak gerekir,

Belgesellerde izlediğim kadarıyla,

Yılın belli mevsimlerinde

Milyonlarca öküz başlı antiloplar,

Timsahlarla dolu olan,

Nehirleri aşarak belli

Yeri otlaklarda,

Hem cinsleri ve karşı cinsleriyle,

Buluşuyor...

...

Ya da kutuplara yakın,

Yaşayan bazı beyaz geyik

Türleri mevsim ve otlak durumlarını,

Çok dikkatle izliyor...

Onlarda bir tür içgüdüleriyle,

Biyolojik saatlerine göre

Hareket ederek hayatta

Kalmayı bu şekilde

Davranmalarına borçlular...

...

Ama günümüzde pek çok insan,

Üzülerek belirtmeliyim ki,

Randevu bilincine henüz ulaşmamış,

Bunlardan bazıları da yontma taş,

Hadi bilemedim,

Cilalı taş, ya da bir adım sonrası

Mağara devrinde yaşıyorlar

Çünkü o yıllarda insanlarda,

Böyle bir bilinç yoktu,

Belki de dumanla haberleşiyordu,

...

Samimi olarak belirtmeliyim ki;

İlkokul, ortaokul, lise, üniversite,

Başta olmak üzere,

50 yıla yaklaşan medya,

Mesleğim olan çalışma hayatımda,

Hiçbir zaman randevularıma,

Geç kalmadım,

Derslerime programlarıma,

Dakikalar değil bazen bir iki

Saat önceden gittiğim,

Sayısız durumlarım oldu,

Hatta erken gittiğim randevularım

Nedeniyle eleştirildiğim bile oldu,

Ama gülümseyerek yoluma

Devam ettim...

...

1980’li yılların 2. ci yarısında

AŞK(Adana Şair Kalemler) diye bir

Topluluk oluşturmaya,

Karar verdik...

İki eğitimci ve ben üç kişiydik...

İlk randevuya iki eğitimciden birisi,

Tam bir saat sonra geldi,

Üst üste özür falan diledi...

...

Kalkıp orayı hemen terk ettim;

-Randevusuna uymayan kişi,

Kim olursa olsun, onunla,

Asla bir yola çıkmam,

Gideceğim bir yönüm,

Olmaz olamaz demiştim...

Topluluğumuz randevu,

Bilinci olmayan çağına uyamayan

Bir eğitimci sayesinde,

Henüz doğmadan ölmüştü...

...

Sonuç olarak;

İletişim halinde olduğunuz kişi ya da

Kişilerin randevusuna

Gösterdiği özene çok dikkat edin...

Eğer zamanında belirlenen yere gelmiyorsa,

O insanda randevu bilinci oluşmamış,

Hatta uygarlıkla tanışmamış

Sözüne sadakat göstermeyen,

Zavallı ve gariban insandır,

Onunla bir yere varamazsınız,

Hiçbir başarıya imza atamazsınız,

Hemen oradan uzaklaşın...

...

Peki ya size 10 yılda,

Defalarca söz vermesine karşın,

Randevusuna bir türlü,

Gelmeyen insana ne demeli?

-Oğlum ya da kızım;

-Lütfen mağara devrinden çık,

-Günümüze hemen şimdi gel...

...

-Ya da gözüme bir daha görünme,

Diye ondan ışık hızıyla,

Acil şekilde uzaklaşın,

Son olarak karşınızdaki kişi,

Belki de psikolojisi

Bir türlü düzen tutmayan,

Çağını değil kendini bile

Anlayamayan bin yıl yaşasa da

Asla anlayamayacak olandır...

...

O kişiyi de hemen affedin,

Hani bir söz vardır ya;

-KUYUNUN DİBİNDEKİ

KURBAĞALAR GÖKYÜZÜNÜ,

KUYUNUN AĞZI KADAR

GÖRÜR deyin...

...

Bu türlü insana fazla kızmayın,

İlkel, zavallı, kendi ruhunu,

Kendi bedenini tanıyamamış,

Çağının dışında kalmış,

Koyun gibi güdülmesi gereken,

Garibandır, zavallıdır,

Bağışlayın ama onunla,

Asla bir adım bile yol yürümeyin...

...

Ona bakıp, düzeleceğini

Düşünerek boşuna,

Yüreğinizi tüketmeden,

Yolunuza devam edin,

Her sorunu çözmeye çalışmayın,

Enerjinizi kendinize harcayın,

Anacığımın bir özdeyişi vardı;

-SUYU DÖV DÖV YİNE SUDUR...

...

Keşke dediklerinize,

Fazla takılmayın,

İyi ki dediklerinizi ise

Sık sık yapın,

Kimseyi memnun etmeye çalışmayın,

Kendinizden memnunsanız,

Mutlulukla yaşam yolunda,

Aklınızın aydınlığında ilerleyin nokta...

 

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

SEN KÂİNATSIN...

Bu evrendeki,

En güzel,

En üstün olan her şey,

Sende yani insanda

Fazlasıyla var...

...

Sen dünyadaki

Sanat eserlerinin

En güzel, en eşsiz, en yüce,

Asla paha biçilemeyecek

En büyük değersin...

...

Hem kusursuz, hem gizemli,

En büyük sır sensin,

Tüm sırlara verilen,

En güzel yanıtısın,

Sırları çözen sihirli anahtarsın...

...

Karınca gibi çalışkan,

Kuş gibi sınırsızca özgür ol,

Alışkanlıklarının hepsi

Doğru, güzel, erdemli,

Daha da önemlisi,

Daima akılcı olsun...

...

Ömür boyunca mutlu yaşamak,

İstersen hayatında;

Daima akıllı insanlar biriktir;

Para her zaman kazanılır,

Ama akıllı insanları bulmak,

Para kazanmaktan daha zor,

Hatta bazen de imkânsızdır...

...

Kaynağı içinde olan,

Sevgini hayatına dokunan

Herkesle sınırsızca paylaş...

Yüreklere sevgi tohumları ek;

Bazen haksız da olabilirsin,

Ama asla mutsuz olma...

...

Her zaman geleceğin içinde,

Yani sonsuz şimdi olan,

AN da yaşamayı başar;

Ne düşüneceksen,

Şimdi iyi düşün,

Ne yapacaksan,

Şimdi şu AN da yap,

Yıllarca hayalini kurduğun

Hayatında hangi

Planları uygulayacaksan,

Şimdi uygula...

...

Şunu aklından hiçbir zaman çıkarma;

En gerekli, doğru,

En şaşmaz, evrensel bilgi,

Kim olduğunu,

Yani haddini bilmektir;

Yetkini, etki alanını,

Ekonomik ve soysal gücünün

Daima farkında olmak;

Ona göre hareket etmektir...

...

Sakın duygusal olma;

Hayat isimli bu sahnedeki

Her şeyi objektif olarak gözle,

Söylenen her sözü daima

Çok derin dikkatle dinle,

Daima pratik ve matematiksel düşün,

Her koşulda akılcı hareket et,

En küçük düşüncende bile,

Büyük ve evren gibi,

Sonsuz hoşgörülü ve bağışlayıcı ol...

...

Unutma ki;

Hayat isimli bu sahnede

Tek rakibin sadece kendinsin;

Her yarışta kendini

Geçtiğinde evrendeki tüm insanları,

Geride bırakabileceğini

Onun sunduğu mutlulukları,

Yaşayabileceğini asla unutma...

...

Hayattaki her insan

Zaman yolcusudur

Nereye varmak istersen,

Hayallerini gerçekleştirmek

İçin şimdi hemen yola çık;

Ama asla aklından çıkarma ki;

Gittiğin en yakın,

Ya da en uzak yerde,

Daima kendini bulacak;

Kendinle karşılaşacaksın;

Her yolculuk bir adımla başlar;

Unutma ki başlamak başarmaktır...

...

Hayatın götürebileceğin,

Son noktaya kadar

Kahramanca taşıyacağın,

En güzel, paha biçilmez,

Vazgeçemediğin değerli yükündür;

...

Parayla satın alamayacağın,

Satamayacağın, devredip,

Kiraya veremeyeceğin,

En büyük mutluluğudur;

...

Ve hayatın;

Vazgeçilmez onurun,

Sadece bir kez sahip olduğun,

En büyük mucize,

Ve sihirli armağanındır...

...

Kendini aklın ve matematiğin

Kurallarına göre kusursuz şekilde;

Sıfır hata ve yüzde yüz başarıyla

Çok iyi ve güzel yönet,

Bunu başarabilmen;

İnan bana dünyayı yönetmenden,

Daha büyük başarıdır;

Zor ama imkânsız da değildir...

...

Hayatta karşılaşabileceğin

En büyük başarının,

Şifreleri de;

Başarısızlığının içindedir...

...

Çünkü başarısızlık,

Başarının gizemli şifrelerini,

Daima birlikte verir;

Başarısızlığını iyi incele

Matematiksel olarak tanımla,

En doğru şekilde okuyarak,

Akılcı çıkış yolunu bulup,

Uygula ve başarıya ulaş...

...

Hayat isimli;

Bu serüvendeki,

En büyük başarı

Bir nefes öncesindeki

Senden daha üstün

Daha yetenekli,

Daha bilge ve güçlü,

Yeni SENLERİ, KENDİNİ

Bulup çıkarmandır...

...

Kendini her an dikkatle izle;

Her özelliğini derinlemesine gör,

Hayalini kurup umut ettiğin,

Hiçbir şeyi uzaklarda arama,

Sadece akıllıca kendi içine bak,

Orada doğduğun günden beri,

Bekleyen senle kendinle tanış,

Kendinle içinde bütünleş...

Kendisiyle tanışmadan

Ölen sıradan insanlardan olma...

...

Şurasını asla unutma ki;

Görüp göremediğin,

Düşünüp düşünemediğin,

Dokunup dokunamadığın,

Her şeyde ama her şey;

Daima sende fazlasıyla var;

Özünle söyleş, buluş, tanış

Kendine daima hep hoş gelen ol...

...

Zaten aynayla dostsan,

Sen sana da dostsun demektir...

...

Sen hayatın evrene verdiği

En doğru, eşsiz en üstün canlı,

Mucize ve ulaşılamayan,

En şahane cevapsın,

Sen hayatsın hayatın ta kendisisin...

...

Sen evrenin oluş

Yasalarının ortaya

Çıkarttığı en somut

ZÜBDE-İ KAİNAT’sın,

Yani evrenin çekirdeği,

Olan en yüce ürünsün;

En üstün değerlerin de;

Üstündeki değersin;

Her şeyinle kusursuz,

En güzel, paha biçilemeyen değersin,

Sen kâinatın ta kendisin...

...

Kendini kazanmak istiyorsan

Özünü koşulsuzca sev,

Her doğru ve yanlışını kabullen,

Hayat isimli öğretmenin,

Önüne açık ve sürpriz olarak koyduğu

Her şeyi sevgiyle kucakla...

...

Kendinle arana,

Sakın bir duvar örme,

Olanları da sonsuza

Kadar şimdi hemen yık yok et;

Orada kendinle buluş,

Anlaş, sevgili olup seviş...

...

Kendine soracağın;

Doğru olan her soru,

Seni kendinle buluşturur;

-Nasıl daha çok kendim olurum,

-Bilinçaltı ve bilinç üstümü

-Daha iyi nasıl yönetebilirim,

-Özümü daha çok nasıl severim,

Sorularına verilebilecek tüm,

Cevaplar kendinde sende var;

Ara bul ve uygula...

...

Kaç yaşında olursan ol;

Hayatın önüne çıkarttığı,

Hiçbir engel ve zorluktan,

Asla şikâyet etme,

Ömrünün hiçbir yerinde,

Keşke ya da pişmanlık isimli

Duyguların olmasın,

Sen bir kâinatın,

Yani sen dünyanın özetisin;

Beşikten mezara kadar

Mutlu yaşamayı hak eden,

Mucize ve muhteşem canlısın;

Bu ayrıcalığının farkında ol,

Yolun ve bahtın açık,

Ömrün uzun, sevincin

Ve başarıların

Daima sonsuz olsun...

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

SEN MUTLU OL YETER...

 

Mutluluk, sevgi, saygı

Aşk, sevda, anlayışı,

Her toplum ve kişi için,

Dün farklıydı, bu gün farklıdır;

Daima farklı olacaktır...

...

Bu gün içinde yaşadığımız,

Toplumdaki mutluluk;

Ölçüsü bana göre şudur;

-Sen birey olarak

-Sakın mutlu olma;

-Böyle bir arayışa girme,

-Mutlulukla ömür boyu tanışma,

-Mutluluğun kenarından

-Bile geçme...

-Eğer sen mutlu olursan

-Çok ayıp edersin,

-Bunun daha da ötesinde ise;

-Kendini de asla sevme

-Hatta kendinden nefret et,

-Kendini daima boş ver;

-Sadece çevrendeki,

-İnsanlar için yaşa,

-Onlar için çalış, kazan, üret yaşa,

-Her türlü birikimlerini,

-Sadece başkaları için harca,

-Tüm ömrünü ve zamanını;

-Onlara ada,

-Başkalarının sorunlarını çöz

-Onları aralıksız mutlu et,

-Güzel yaşamaları için,

-Hayatının tamamını onlara,

-Gönüllü olarak ada,

-Ancak böyle davranırsan;

-Hayata ve insanlara,

-Karşı her türlü,

-Görevlerini eksiksiz:

-Ve hatta tam yapmış olursun;

-Herkes sana ancak

-O zaman AFERİM der...

...

Örneğin,

-Kendini boş ver;

-Kendini görme yok say,

-Önce komşunu mutlu et,

-Okulu müdürünü mutlu et,

-Öğretmenini mutlu et,

-Arkadaşının sıkıntılarını çöz;

-Onların derslerine yardım et...

-Anneni-babanı-eşini, yeğenlerini,

-Çocuklarını mutlu et,

-Bunlar sana ömür boyu;

-Fazlasıyla yeterde artar bile;

-Ama sakın sen mutlu olma;

-Mutlu olmayı,

-Aklının ucundan bile geçirme;

-Mutlu olursan çok ayıp edersin...

...

Sonra unutma;

-Havada uçan kuşu,

-Yerdeki karıncayı,

-Çiçekteki kelebeği,

-Sokaktaki satıcıyı,

-Üstüne bastığın kaldırım taşlarını,

-Kaldırımdaki ağaçları,

-Bakkalı,

-Kasabı,

-Manavı,

-Pazarcı esnafını,

-Otomobil tamircini,

-Kapıcıyı,

-Odacını,

-Gökteki ay, güneş,

Yıldız ve tüm galaksileri

-Mutlu et;

-Ama sen sakın mutlu olma

-Mutlu olmayı aklının

-Ucundan bile geçirme

-Başkaları için doğdun,

-Onların mutluluğu için yaşa...

...

Peki, hayatın boyunca;

Sorunlarını çözüp,

Yaşamını kolaylaştırıp,

Kazandıklarını kendinden çok

Başkaları için harcarken;

Diğer insanları mutlu ederken,

Sen mutlu, oldun mu?

...

Ya da mutlu ettiklerin,

Seni biraz da olsa

Mutlu etti mi?

Sana en küçük,

Saygı duydular mı?

Minnetlerini gösterdiler mi?

Bir teşekkür ettiler mi?

Yanıtınızı biliyorum;

-Kocaman HAYIR diyorsunuz...

...

Onlardan küçücük bir;

Teşekkür beklerken

Tamamen aksini;

Yaptılar değil mi?

Mutlu etmek için,

Hayatını adadığın insanların,

Olanaklarından yararlanmasına

Küçük bir engel olunca;

Ya da çıkarına hafif dokununca,

Seni sokakta gördüklerinde,

Yüzlerini öteye çevirdiler değil mi?

...

İçlerinden belki de küfür

Ettiler ve hakaret bile ettiler,

Sana sırf acı ve zarar;

Vermek için,

Yüzde yüz olumlu sonuçlanıp;

Seni mutlu edecek olan,

İşlerini bozup,

Bin tane çivi koydular değil mi?

...

İnanılmaz iftiralar attılar,

Dedikodunu yaptılar,

En sevdiklerinle,

Aranı açtılar değil mi?

...

Dostlarının gözünde,

Ömür boyu kazandığın,

Değerini düşürdüler,

Seni itibarsızlaştırdılar,

Toplumdaki sevgini,

Aşağılara çekmeye çalıştılar,

Tökezleyip yere düşürüp,

Üstelik bir de tekme attılar,

Her türlü zararı verdiler,

Yüreğinde kapanmaz

Yaralar açtılar değil mi?

...

-CANIM dediklerinden,

Yardımlarına ihtiyaç duyduğunda;

-CANIN ÇIKSIN dediler değil mi?

...

Tarihin derinliklerinden seslenen;

Akıllı bir insan diyor ki;

Sen bütün bunları boş ver;

-ÖNCE KENDİNİ TANI...

...

-Yani kendin ol,

-Sen kimsin?

-Nereden geldin?

-Nereye gidiyorsun?

-Neden yaşıyorsun?

-Hayat senin için ne demek?

-Para, mal, mülk,

-Hangi anlama geliyor?

-Etin budun ne?

-Etkin yetkin nerelere kadar?

-Toplumdaki yerini biliyor musun?

-Tökezleyip düşsen,

-Kim sana yardım eder?

-Bunları ölç, biç, kendinle

-İlgili doğru en kararını ver;

-Ve sen mutlu ol yeter...

...

Şunu da asla aklından çıkarma;

-Hayat isimli bu sahnede,

-En değerli, şahane, müthiş,

-En mucize, yüce tek varlık sensin...

...

-Hiç kimse senden daha güzel,

-Hiç kimse senden daha başarılı değildir;

...

-Hiç kimse mutluluğu senden

-Daha fazla hak etmiyor,

-Sen mutlu ol yeter...

...

-Unutma ki;

-Bu sahneye tek başına geldin,

-Annenden tek doğdun,

-Sorunlarını ömür boyunca;

-Tek başına sen çözdün,

-Tüm hastalıklarını tek başına yendin;

-Başarılarına daima tek başına ulaştın,

-Tek yaşıyorsun,

-Zamanı geldiğinde de;

-Tek başına öleceksin...

...

-UNUTMA;

-Bu evrendeki en değerli,

-Sevilmeye, mutlu olmaya,

-En büyük saygı gösterilmeyi,

-Hak eden üstün ve tek

-Varlık sensin...

...

-Sen kendini mutlu ettiğinde,

-Dünyayı da mutlu,

-Etmiş olursun

-Sen mutlu yaşadığında,

-Dostlarını sevindirir,

-Düşmanlarını da üzersin

-Unutma...

...

-BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

OLAN HAYATA

SADECE BİR KEZ GELDİN;

 

TEKRARI, YEDEĞİ, ERTELEMESİ

DEVREDİLMESİ MÜMKÜN

OLMAYAN BU SERÜVENİN

HER ANINI KENDİN İÇİN ÇIKARTARAK YAŞA;

HER TÜRLÜ OLANAĞINI

KENDİN İÇİN HARCA...

...

UNUTMA,

EDİNEBİLİRSEN DÜNYADAKİ

TEK DOSTUN SADECE KENDİN

OLABİLİRSİN...

BAŞKA DOSTTA ARAMA...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

SEVGİ SİHİRLİ DEĞNEK...

 

Çare ve daima çözümdür,

Her işi yoluna koyandır,

Sevgi bu serüvendeki en sihirli değnektir;

Dokunduğu her şeyi,

Anında sihirli şekilde değiştirir...

...

Saygı görmek mi istiyorsunuz?

Onurlandırmaya ihtiyacınız mı var?

Yıllardır çözemediğiniz sıkıntınız mı var?

Sorunlarınızdan kurtulmak mı istiyorsunuz?

Hürmet mi istiyorsunuz?

Anlayış mı istiyorsunuz?

Bunun için bir tek şeye ihtiyacınız var

O sihirli değneğin adı SEVGİ’ dir...

...

Acıları tatlıya,

Olumsuzlukları olumlu yapar,

Kaygıları çözer,

Düştüğünüz çukurdan çıkarır,

Çaresizlikleri çareye dönüştür,

Yıllardır biriken nasırları giderir,

İçinizde biriken,

Her türlü, kin, nefret, kıskançlık duygularını söker atar...

O sihirli değneğin adı SEVGİ’ dir...

...

Her insanın bu evrendeki kapladığı yeri

Yüreğindeki sevgi kadardır...

...

İnsan isimli mucize varlık,

Annesinin-babasının sevgisiyle bu gezegene ayak basar,

Yaşadığı sürece de sevgiyle beslenir,

Sevgiye ihtiyaç duyar...

...

Çocuk yarasını göstererek sevgi toplamak ister,

Daha çok sevgi için kendini yaraladığı bilinir,

Hastalık numaraları yapar sevgi için,

Büyükler dertlerini döker,

Geçirdikleri kazaları anlatır,

Ameliyatlarından söz eder,

Şanssızlıklarını günlerce anlatır

Daha çok sevgi toplayabilmek için...

...

İnsan tüm şunları sevgi için yapar;

Diğer insana yardım eder,

Tanımadığı kişilerin sorunlarını çözer,

Yolda kalana çare olmaya çalışır,

Hastaları ziyaret eder ilaç getirir,

Yaşlıların merdiven çıkmasını sağlar,

Taşıyamadıkları eşyaları taşımaya yardım eder,

Bütün bunların sonunda sevgi bekler...

...

SİHİRLİ DEĞNEK olan sevgi,

Kötü düşünceleri ortadan kaldırır,

Düşmanları dost eder,

Tüm sıkıntılarını sihirli biçimde çözer,

Kötü niyetli kişilere karşı en büyük ilaçtır,

İyi niyetleri arttırır,

Hoşgörülere tavan yaptırır,

Size başkalarının değer vermesini sağlar...

...

HER İNSANIN BU EVRENDE KAPLADIĞI YER; YÜREĞİNDEKİ SEVGİ KADARDIR...

Abdulkadir kaçar Adana 2023

 

 

 

 

 

SICAKLAR VE İNSANLAR…

Bölgemizde hava sıcaklığı son günlerde 43 santigrat derece olarak ölçüldü...

Yaz mevsimi tüm ağırlığıyla ülkemizin üstüne çöktü...

Sıcakların vücut kimyasını değiştirdiği artık net olarak biliniyor…

Bu değişimler insanlarda farklı tepkiler halinde kendini gösteriyor…

Bölgemizdeki bu değişiklikler kilometrelerce uzaktan bakılınca; insanlar üzerinde çok kolay fark ediliyor…

Çok da komik oluyoruz hani…

Bölgemizdeki insanların sıcaklar karşı en belirgin tepkileri şöyle gözlemleniyor…

Kimi bilinçsiz şekilde tam caddenin ortasından yürüyor,

Kimi nefesini ağzından alıp-veriyor tutuyor,

Kimi ne yapacağını bilmeden ağzı açık yürüyor,

Kimi sözleri belirsiz şarkılar söylüyor,

Kimi çevresindekilere sataşmak için laf atıyor,

Kimi 4 sandalyede oturuş pozisyonları alıyor

Kimi kap kaça yöneliyor…

Sıcakların vücut kimyasını değiştirdiği insanlarda;

Aniden tepki verme,

Küfür etme,

Hakaret etme,

-Neden bana ters bakıyorsun? Diye kavga çıkarma...

Yoktan yere sinirlenmeler…

Oto park yüzünden ölen-öldürülen insanlar...

-Neden bana omuz vurdun, diyenler...

-Neden beyaz kundura giyiyorsun, utanmıyor musun?

-Ben senden açık çay istedim…

-Neden kuşburnu getirdin diye kahvenin garsonuna çıkışmalar...

-Mahallenin kızına neden laf attın? Diyen sokaktan geçenleri dövmeye çalışanlar…

-Sen kapkaç yaptın değil mi? Diye gıcık aldığı insanı dövenler…

-Neden elma değil de muz aldın?

-Neden dolmuşa ön kapıdan binmedin?

-Dün neden kuru fasulye yedin?

-Gölgeme neden engel oldun…

-Gardaş rüzgârımı kapatma…

-Neden bu kadar hızlı geçtin önümden kardeşim?

-Tabanları yağla bakalım, diyenler...

Ve daha sayısızca bahane bulup insanlar birbirlerine giriyorlar…

Elleri, yüzleri kan revan içinde hastaneye gidiyorlar…

Kırıklar yapılıyor,

Çıkıklar yerine oturtuluyor,

Yaralara dikiş atılıyor...

Bunları gören gazeteciler fotoğraf çekiyor,

Olayları izleyen televizyoncular ekranlara taşıyor,

Bu olayları gören yurttaşlar da;

Cem Yılmaz,

Ata Demirer,

-Güldür güldür şov...

-Çok güzel Hareketler bunlar tiyatrosundan daha çok ilgiyle ücretsiz olarak izliyorlar…

Bende bu olaylardan birisine bu gün tanık oldum…

Saat 14.00 civarı, hava nasıl sıcak, nasıl terletiyor insanı anlatamam…

Devletin bir resmi kurumunun bahçesindeyim ağacın altındayım… İşlem yaptıran arkadaşımı bekliyorum…

Devletin bir kurumunun siyah plakalı pikabı gelip bir tüp gaz firmasının pikabının arkasına durdu...

Kapısını kilitledi ve çekip gitti…

Tüp Gaz pikabının şoförü 15-20 dakika sonra geldi...

Baktı arabasını park ettiği yerden çıkartması olanaksız...

Dolaştı, dolaştı, dolaştı...

Elini kolunu sağa sola salladı,

Başını iki tarafa salladı,

Bana yaklaştı başladı şikâyet etmeye…

Adama hak vermemek olanaksız;

Hem güneşte kendisi bekliyor,

Hem de arabasını park yerinden çıkartamıyor…

Bu sırada siyah plakalı arabayı park eden devlet memuru koşarak geldi, sıcaktan bunaldığı için arabasına bindi…

Kapılarının camını açtı…

Arabasıyla bir süreden beri çıkamayan yurttaş koşarak yanına gitti;

-Ben burada sizi bekliyorum; aracınızı neden benimkinin arkasına par ettiniz? Buna hakkınız var mı?

Devletin memuru şöyle dedi;

-Kardeşim burası benim babamın malı var mı diyeceğin?

Herkes kapışma, tartışma, falan bekleyip; tiyatro şeklinde izlemeyi düşünürken;

Arabasına binip gitti ama tüp gaz dağıtan pikabın şoförü olan yurttaş yakınmayı sürdürüyordu;

-Bunlar devlet haaa… Yazık yazık… Devlet… Memuru böyle olmamalı, falan dedi…

Sıcaklar gelince insanlar farklı bir hal oluyor...

Çevrenize bakın sayısız örnek göreceksiniz…

Lütfen kendinize hâkim olun…

Belki bir gazeteci, bir televizyoncu da sizi gözlemliyor olabilir…

Nereden bileceksiniz ki?

Abdulkadir kaçar adana 2023

SİGARA ÖLDÜRÜR;

OCAKLARI SÖNDÜRÜR...

 

Ya sigarayı, yani ölümü;

Ya da sigarasız bir yaşam:

Seçimi yapacaksınız...

...

Yaşamı seviyorsanız,

Kendinizi seviyorsanız,

Çocuklarınızı seviyorsanız,

Sevgiliniz varsa, onu seviyorsanız;

Yani sevdiğiniz her şey adına; sigara bağımlılığından vazgeçmeye çağırıyorum...

...

Bu gün size sigaranın zararlarını ve bırakmanın yollarını;

Daha da önemlisi; bıraktıktan sonraki gelişmelerden söz edeceğim...

 

Yapılan araştırmalar, tiryakilerin yüzde 75 inin sigarayı bırakmak istediğini;

Hatta bu tiryakilerden üçte birisinin en az üç kez ciddi anlamda sigarayı bırakma çabası gösterdiğini ortaya koyuyor...

 

Sigara bağımlılarının normal insana göre 20-25 yıl daha erken öldükleri saptanmış....

 

SİGARAYI BIRAKMAK İÇİN NE YAPMALI?

Bağımlıların çoğu bu alışkanlıktan kendi kendilerine kurtulma şansına sahip...

Bunun için ilk koşul da KARARLI OLMAK–HAZIRLIK dönemi gerekiyor...

Gerektiğinde sağlık ocaklarında çalışan hekim ve sağlık personelinden destek istenebiliyor...

...

İŞTE SİGARAYI BIRAKMAK İÇİN BASİT ÖNERİLER;

1. Önce sigarayı bırakma tarihinizi belirleyin...

2. Sigarayı bırakmak için hazırlık yapın; çevrenizdeki insanlara sigarayı bırakacağınızı söyleyin...

3. Sigara içmemeyi özendiren bir ortamı hazırlayın...

4. Geçmişteki başarısız denemelerinizi gözden geçirin...

5. Sigara içmenizin nedenini ve niçin bırakmak istediğinizi bir kenara not edin...

6. Sigarayı bırakmanın ilk günlerinin güç olacağını bilin ama zor günlerin gelip- geçeceğini, sigarasız yaşamın daha güzel ve sağlıklı olacağını düşünün..

 

Sigarayı bırakan kişi ilk gün ve onu izleyen 13 gün şu belirtilere hazırlıklı olmalıdır;

.Yoksunluk–hüzün belirtileri...

.İyileşme işaretleri...

.Dayanılmaz sigara içme isteği...

.Sigara içme dürtüsü...

.Gerginlik, acıkma, baş dönmesi, dikkati yoğunlaştırma güçlüğü,

.Fazla uyuma isteği, ya da uykusuzluk...

 

SİGARAYI BIRAKTIĞINIZ GÜN NELER YAPABİLİRSİNİZ?

.Derin derin soluklar alın...

.Zorlanacağınız durumlardan uzaklaşın...

.Sıcak bitkisel çay için...

.Su için...

.Çiğ sebze ve meyve yiyin...

.Şekersiz çiklet çiğneyin...

.Yürüyüşe çıkın...

.Alış veriş yapın...

.Bırakma nedenlerinizi yeniden gözden geçirin...

.Sigara içmeyen dostlarınızı ziyaret edin...

.Banyo–duş yapın...

.Sigaranın zararlarını anlatan yazılar ve yayınlar okuyun...

.Kendinizi ödüllendirin...

...

.Sigarayı bıraktıktan 8 saat sonra vücuda giren oksijende artış olur...

.Tat ve koku alma duyularınızda düzelme başlar...

.24 saat sonra kalp krizi geçirme oranında azalma başlamış olur....

.72 saat sonra daha rahat nefes alıp verirsiniz...

. Bir ve 9 ay sonunda sigaradan kaynaklanan öksürük tamamen biter, kronik yorgunluk silinir.

.2 yılın sonunda kalp krizi geçirme olasılığınız normal insan seviyesine yaklaşır...

.5.Yıllık dönemde akciğer kanserine yakalanma olasılığınız yarıya düşer...

.10 yıllık dönemde akciğer kanseri olma şansınız, hiç sigara içmemiş biriyle neredeyse eşit hale gelir...

.15 yıl sonra kalp, damar hastalığı riskiniz hiç sigara içmemiş insanlarla aynı seviyeye gelir...

...

Lütfen bir kez daha düşünün...

Zehirsiz, yani sigarasız günler ve sağlıklı yaşamlar diliyorum...

ABDULKADİR KAÇAR... Adana 2023

...

 

SIĞINACAĞIN TEK

LİMAN KENDİNSİN...

 

Akıllı bir insan;

Şöyle diyor;

-Bu hayat yolundan

-Sadece bir kez geçeceksin...

-Elinden gelenin,

-En iyisi yapmalısın...

-Her inceliği göstermelisin...

-Unutmamalı, ihmal etmemelisin...

-Çünkü bu yoldan

-Bir daha asla geçemeyeceksin...

...

Buradan yola çıkarak;

Şunları söylemek olası;

Sen kendi hayatını geliştir;

Sahip olduğun imkânlarını;

Sınırsızca arttır;

Etrafındaki kimse senin

Ne yediğini, içtiğini,

Ne yaşadığını,

Hangi zorlukları çektiğini,

Nelerle savaşıp zaferler,

Kazandığını bilemez,

Bilemez ve bilmeyecektir,

Aslında bilmek bile

İstemeyecektir...

...

Oysa tek başına,

Hayatın boyunca;

Nelerin, üstesinden,

Geldiğini asla anlayamaz,

Bilse de hiçbir,

Zaman önemsemez,

Duysa duymazdan gelir;

Görse de görmezden gelir;

“ELDEKİ YARA,

TAŞTAKİ KOVUKTUR”

Der geçip yoluna gider...

...

Bu hayatta,

Kimseye bir şeyler,

İspat etmeye çalışma,

Seninle ilgili,

Söylediğini önemseme,

Dedikodularına aldırma;

Bildiğin en doğru yolunda,

Aklının aydınlığında;

İlerlemeye devam et...

...

Çünkü diğer insanlar;

Mutlu olmanı istemezler;

-Yapamazsın derler,

-İçinden çıkamazsın derler,

-Biz seni uyarmıştık derler,

-İşte başaramadın derler...

...

Oysa ağzınla kuş tutsan;

Yüzde yüz başarsan da,

Başardığını da görmek,

Duymak, anlamak,

Onaylamak;

Ve takdir etmek istemezler...

...

-Oysa sen bu sahnede;

-Hayatın boyunca,

-İnanılmaz devasa işler yaptın,

-Büyük başarılara imza attın;

-Ben atlatamam,

-Dediğini başarıyla atlattın,

-Dayanamam

-Dediklerine en güçlü şekilde dayandın,

-Yapamam dediklerini fazlasıyla yaptın,

-Aşamam dediğin,

-Tüm zorlukları kolayca aştın,

-Çözemem dediğin,

-Sorunlarını çok rahat çözdün,

-Bunlar beni öldürecek;

-Asla geçmez dediğin sıkıntı,

-Acılar geçti bitti gitti,

-Başaramam, dediklerini;

-Sıfır hata yüzde yüz şekilde başardın...

...

Bu hayat yolunda;

-Canın çok yandı,

-İnanılmaz şekilde savaşıp,

-Çok yoruldun,

-En karanlık

-Gecenin sabahı olmadı mı?

-Elbette oldu;

-Unutma ki hayatındaki;

-Her şeyi tek başına

-Bilgi ve becerinle sen yaptın,

-Her şeyi sıfır hata ile gerçekleştirdin,

-En aşılamaz görünen engellerde;

-Bu da geçer ya hu dedin,

-Bunları yaparken yanında,

-Sadece sen ve daima kendin vardın,

-Her defasında bilgini,

-Ve beden gücünü başarıyla kullandın;

-Her zorlukta daima kendine sığındın,

-Unutma ki;

-Artık seni bu hayattaki,

-Hiçbir zorluk yıkamaz...

...

“Kelebek kadar kısacık olan hayatında”

Kimseye artık ihtiyacın yok,

Hayatının tadını son gününe kadar,

Doya doya çıkar...

...

Sahte sevgilere,

Yalan sözlere,

Entrikalara,

Hilelere,

Kıskançlıklara,

Artık toksun...

...

Hayat isimli bu yolda;

Akılcı şekilde ilerlerken;

-Kimsenin açığını arama,

-Hatalarını ortaya çıkartma,

-Kusurunu bulmaya çalışma,

-Gördüklerini de hemen kapat,

-Dedikodu yapma,

-Kimseye hiçbir sırrını söyleme...

...

Çünkü sen artık büyüdün,

Olayların örsünde;

Zamanın çekiciyle;

Dövüle en güzel şekli alıp,

Kusursuzca olgunlaştın,

Eğriyi doğruyu,

Somut olarak gördün,

Çok şeye şahit oldun;

Artık bilgeleştin...

...

Öyle ki;

İnsanların yüzünü,

Artık maskesiz gördün;

Olaylar daha olmadan,

Sonunu en başından,

Görme ve bilme yeteneğine ulaştın...

...

Bu yolda ilerlerken;

Lütfen şunlara da dikkat et;

-Ne istediğini bilmeyen,

-Bencil insanlardan uzak dur,

-Dedikodu, mutsuzluk,

-Ve karamsarlıklardan beslenen,

-Zamanını ve enerjini,

-Çalanları hayatından,

-Hemen çıkart at...

...

Şunları da unutma ki;

Hayat isimli bu sahnede;

Kimse senden daha güzel,

Daha çok akıllı,

Daha üstün nitelikli,

Daha büyük başarılı,

Ve değerli değildir...

...

Dünya insanlık ailesinin,

Yarısı oğlun,

Yarısı da kızın olsa;

Hayat isimli bu serüvende,

Daima tek başına yaşadın;

Annenden tek başına doğdun;

Tek başına yaşadın;

Tüm hastalıklarını,

Yalnız başına iyileştirdin,

Unutma ki;

Yine tek başına öleceksin;

...

Çünkü su sahnede

Senden bir tane var,

O nedenle;

Sadece ilk ve son kez geldiğin,

Tekrarı ve yedeği olmayan,

Mucize isimli hayatında,

Kendini aralıksız olarak çok sev,

Ruh ve bedenine sıkıca sarıl,

Kendinle her nefesinde mutlu olmayı başar...

...

Bu dünyadaki tüm insanlarla,

Birlikte mutlu olmaktan,

Daha önemli ve kıymetlidir...

Her insanın yaşadığı olaydan,

Sonra gelip sığınacağı,

Tek liman ise

Tarih boyunca olduğu gibi;

Sadece kendidir...

...

Sende kendini;

Her yaşında,

Her zaman,

Her koşulda,

Koşarak gelip,

Sığınacağın;

İçinde huzur bulacağın,

En güvenli

Liman yap...

...

Çünkü en güvenli

Liman sadece ve

Daima kendinsin...

ABDULKADİR KAÇAR... Adana 2023

 

 

SOSYAL MEDYANIN

YALAN DÜNYASI...

 

İnternette bu gün itibarıyla,

Tivitter,

Facebook,

İnstagram,

Whatsap

You tube

Tik-tok vs olmak üzere,

Yaklaşık 50 civarında,

Sosyal medya ağı var...

...

Günümüz insanının,

Hayal ve umut dünyasını,

Sihirli biçimde etkileyip,

Düşüncelerine,

İstediği yapay ve yalan şekli veriyor...

...

Beşikten mezara kadar,

Kendine bağımlı hale getiriyor...

...

Hepsi de sahte yalan, mutluluk,

Fotoğraf ve videolarıyla,

Günümüz insanları üstünde,

Yanıltıcı, yakıcı, yönlendirici

Etkisiyle kişiyi değersizleştiriyor...

...

Bu olumsuzluklar,

İnsanın ayaklarını yerden

Keserek günümüzde zirve,

Yapmış durumda...

...

Bu sosyal medya ağlarıyla ilgili olarak;

Size küçük bir soru soracağım;

-Yukarıdaki saydığım,

Sosyal medya sitelerinde,

Yayınlanan sahte fotoğraflar ve videolarda;

Morali bozuk,

Canı sıkkın,

Kaygılı,

Üzüntülü,

Hüzünlü,

Ağlayan,

Hıçkırıklara boğulup,

Gözyaşları yanaklarından süzülen:

Bir insan, ya da bir topluluk,

Fotoğrafı ve videosu gördünüz mü?

...

Yanıtınızı biliyorum;

-HAYIR, GÖRMEDİK dediniz

Görmediniz,

Göremezsiniz,

Asla da göremeyeceksiniz,

Çünkü o dünya yapay,

Ve sahteliklerle dolu

Sanal bir ortam sunmaktadır da;

Ondan göremezsiniz...

...

Bu pencereden bakınca da

Orada yayınlanan her türlü,

Görüntüdeki insanlarda;

Sonsuz ve sınırsız mutluluk,

İnanılmaz bol kahkahalı,

Sevinçten 32 dişleri birden görünen,

İnsanların anlık video ve fotoğrafları,

Paylaşılıyor da ondan göremezsiniz...

...

Bu görüntülerde istisnasız olarak;

Her insan çok mutlu,

Herkes çok başarılı,

Herkesin ömrü tatil beldelerinde,

Lüks otellerde, havuz başlarında,

Eğlence mekânlarında,

Açık büfeli yemek salonlarında,

Bol kahkahalarla dolu,

Müzikler eşliğinde,

İnanılmaz zenginlikler içinde;

Sınırsız mutluluklarla dolu geçiyor...

...

Zannederseniz ki bu görüntüleri,

Paylaşan insanlar arasında;

Kimsenin sevgi, sevgili sıkıntısı yok,

Kimsenin para sorunu bulunmuyor,

Kimsenin iş, aş sorunu, sağlık sorunu da yok...

...

Çünkü ancak her türlü sorunlarını çözen;

İnsanlar bu kadar mutlu görüntü verebilir,

Bu kadar sınırsızca eğlenebilir,

Her insan ağzı kulaklarına,

Varacak kadar gülebilir,

Vur patlasın çay oynasın diye,

Durmadan gülüp eğlenir eğlendirir...

...

Sosyal medya ağlarındaki,

Bu mutluluk görüntüleri veren,

Paylaşan insanların tamamı;

Sanki tüm dünyalık sorunlarını çözmüştür...

...

Ayrıca sonsuz gelecekte yaşayacak,

Nesillerinin de kuşaklar boyu,

Rahat yaşayabileceği şekilde,

Maddi manevi sıkıntılarını çözmüş,

Bir elleri yağda,

Bir elleri balda,

Mutluluk kanatlarını takmış,

Zevkten ve sevinçle,

Coşkulu biçimde uçuyorlar değil mi?

...

Yalan yalan, yalan,

Bu görüntülerin hepsi,

Tepeden tırnağa kadar kocaman yalan,

Hepsi sahte, kurmaca,

Hepsi kandırmaca, yutturmaca,

Sanal anlık mutlulukların, sergilendiği

Yapay kurgu ve A’ dan Z’ ye yalandır...

...

Çünkü sosyal medyada

Paylaşım yapan insanlar;

Sadece mutlu olduğu,

An lık izlenimlerini verdikleri,

Saniyelik görüntülerini sergiliyorlar,

Bu sahte fotoğraf ve videolarını paylaşıyor,

Sadece mutluymuş gibi göründükleri,

Saniyelik anlarını sergiliyor da ondan...

...

Orada 32 dişleri görünecek biçimde

Kahkahadan ağızları açık,

Mutluluktan mutluluklara,

Kanat takıp uçuyorlar,

Gibi saniyelik görüntülerini

Paylaşanlar sonra birden normal,

Hayatlarına dönüp devam ediyorlar...

...

O anlık mutluluk görüntülerini paylaşanlar,

Saniyeler içinde gerçek hayatlarına,

Döndüklerinde ise, sürekli yaşadıkları,

Çözemedikleri sıkıntıları olan,

Parasızlık, yoksulluk, sıkıntı, belki açlık,

Ekonomik ve sağlık sorunları,

Moral bozuklukları,

İçlerinde devam eden,

İsyan ve acıları,

Hayal kırıklıklarıyla,

Devam eden mutsuzlukları,

Hayatlarında yer alan her türlü

Şikâyetleriyle, ömür isimli,

Yolculuklarına devam ediyorlar;

Anlık mutluluk görüntüleri zihinlerde kalıyor...

...

Sosyal medya ağlarında;

Paylaştıkları fotoğraflarında ise,

Mutluymuş gibi yapmaları,

Sevinçten uçuyormuş gibi,

Sergiledikleri, yapay kahkahaları,

Sahte mutluluk görüntüleri,

Tamamen geride kalıyor...

...

Bu kez sosyal medya ağlarında yer alan,

O sahte mutluluk,

Fotoğraf ve videolarına bakan,

AN ’lık mutluk görüntü verenlerin

Pozlarını gerçek sanan, onlara inanan,

Gençler, saf ve dürüst insanlar,

Dönüp kendi hayatlarına bakıp,

Dünya isimli tiyatro sahnesindeki

Öz serüvenlerinin muhasebesini,

Yaparken şöyle düşünüyorlar;

...

-DÜNYADA BENDEN BAŞKA HERKES ÇOK MUTLU...

-PEKİ, BEN NEDEN BU KADAR MUTSUZUM?

-NEDEN SOSYAL MEDYADAKİ İNSANLAR GİBİ BAŞARILI DEĞİLİM?

-ONLAR GİBİ EĞELİNİP GÜLEMİYORUM?

-BEN ÇOK DEĞERSİZİM,

-BENİM HAYATIMDA HİÇ BİR ŞEY YOLUNDA GİTMİYOR,

-MUTSUZLUK PEŞİMİ BIRAKMIYOR,

-SAĞLIK SORUNLARIMLA

-ACILAR İÇİNDE YAŞIYORUM,

-ÖLMÜŞÜM DE HABERİM YOK,

-ÖLMÜŞÜM DE AĞLAYANIM YOK diye,

Kendine ve hayatına sitem ediyor;

İçinden de büyük ahlar çekiyor;

İnanılmaz acılar içinde yaşıyor...

...

Ama akıllı bir insanın dediği gibi;

Sosyal medyada oluşturulan bu sahtelikler;

-BUNLAR UYDURMA YANLIŞ ACILARDIR,

Onlardan daima uzak durun,

Hayatınıza asla onları sokmayın...

...

Sosyal medyadaki bu yanıltıcı,

Ve sahte görüntülerin kurbanı,

Olmamak için akıllı bir insan,

Nasıl davranmalı?

Bu sahte mutluluk fotoğraf,

Ve video görüntülerine karşı neler yapmalı?

...

Şunlar söylenebilir;

-Bu sahteliklere karşı daima,

-Sağduyulu bilinçli davranın,

-Başkalarının mutluluk görüntülerini,

-Zihninizde biriktirip moralinizi bozmayın,

-Bu görüntülerin yapay ve anlık,

-Mutluluk pozları olduğunu aklınızdan çıkarmayın...

-Bu sahteliklerin karşısında,

-Hemen işinize gücünüze yoğunlaşın;

-Sahip olduğunuz değerlerinizle mutlu olmaya çalışın,

-Sevinçlerinizi aralıksız olarak arttırın,

-Kendinizi geliştirmek için çok okuyun,

-Aklınızın aydınlığında karakterinizi güçlendirin...

-Olaylara bakış açınızı hemen değiştirin...

-Acil olarak kendinize gelin,

-Hemen başarılardan,

-Başarıya koşmaya hazırlanın...

-Kaygılanmayın ve kendinize küsmeyin,

-Olayların sahteliğini anlamaya çalışın...

-Kaçmak ve kendinizle çatışmak yerine;

-Özünüzle barışmayı ruh ve bedeninizle,

-Dost olmaya çalışın buna devam edin...

...

Çünkü herkesin hayat hikâyesi farklıdır...

Dünya isimli bu serüvende,

Herkesin başına gelenler daima çok değişiktir...

...

Elbette sosyal medyadaki bu,

Sahteliklerden oluşan video ve fotoğraflara,

Baktığınızda, kısa süreliğine de olsa;

Canınız sıkılabilir, üzülebilirsiniz,

Bunlar tamamen normal şeyler;

Ama her şey gelir her şey geçer...

Zaman her şeyin ilacıdır...

...

Hayat bazen sizden farklı şeyler isteyebilir,

Bunlara her daim hazırlıklı olmalısınız...

Çünkü hayat sürekli büyüme, devinim,

Değişim, dönüşüm, farklılaşmaktır,

Mutlu ve başarılı yaşamak için,

Onun isteklerine ayak uydurmak gerekir...

...

Bunların başında da kendimizle

Daima barışık olmak;

Hayat koşulları ne kadar,

Olumsuz bile olsa olumlu düşünüp,

Sahip olduğumuz olanaklarımızın

Farkına varıp,

Mutlu olmaya çalışmalıyız...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

“SÖZ KONUSU VATANSA

GERİSİ TEFERRUATTIR”

‘(Büyük Atatürk)

 

SÖMÜRGECİ DEVLETLERİN

SİNSİ POLİTİKALARI...

 

Devlet toprak bütünlüğüne,

Bağlı olarak siyasal örgütlü,

Bir ulusun ya da uluslar,

Topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır.

...

Yaşam isimli bu sahnede,

Sömüren devletler gibi;

Sömürülenler de dün vardı,

Bu günde var, yarın da olacaktır...

...

Kendilerini dünya insanlık ailesinin

Efendisi olarak tanımlayan;

Geride kalanları da köle

İlan eden sömürgeci devletler,

İnsanda olduğu gibi;

Doyumsuzluk, her şeye,

Sahip olma, dünyayı ele geçirip,

Yönetme düşüncesi

Bu sömürgeci devletlerde de

En üst seviyede kendini gösterir...

...

Yer altı ve yerüstü,

Hatta insan kaynaklarını

Ele geçirmek istedikleri,

Hedeflerindeki devletler üzerinde,

Vahşi hayvanların doğada,

Yaptıklarından, daha da vahşi,

Şekilde ülkeleri bölüp,

Parçalama planlar yapıp saldırırlar...

...

Bunun için insanın aklına

Gelen ve gelmeyen her türlü yol,

Yöntem, para ve silahı kullanır,

Milyonlarca insanı öldürür

Sınırsızca soykırımı yaparlar...

...

Yüzlerce yıldır uyguladıkları,

Sinsi ve hain politikalarıyla;

Örneğin hedef devletlerde

Sözde bazı sivil toplum,

Örgütleri kurarak ya da kurdurarak,

Bir tür gizli haber örgütleri oluştururlar...

Hedefteki ülkelerin,

Açık ve gizli tüm bilgilerini,

Bu şekilde elde ederler...

...

 

Devletlerin zayıf yanlarını,

Bu örgütler aracılığıyla,

Elde ettikleri bilgiler sayesinde

O devletlerin karnının en yumuşak,

Yerinden girip yok etmek için,

Egemenliği altına alıp,

Diz çöktürüp sömürmeye çalışırlar...

...

Emperyalistler devletlerin

Dünyadaki diğer ülkeler üstünde,

Yüzlerce yıl öncesinden beri

Planladıkları ve acımasızca uyguladıkları,

Sayısız senaryo türleri vardır...

...

Örneğin;

Gizlice ya da bazen,

Açıkça desteklediği,

Terörü örgütlerini,

Hemen devreye sokup

Kiralık katiller sürüsüyle,

Hedefteki devlete saldırtırlar,

Ekonomik yönden zayıflatıp,

Güçsüz bırakıp ele geçirmek

İstedikleri devlete peş peşe

Saldırtırlar;

Sonuç alamadıklarında,

Hemen stoklarındaki yedek

Senaryoları evreye sokarlar...

...

Egemenlikleri altına,

Almak istedikleri,

Hedefindeki devlette,

Kendiyle işbirliği için yapan;

Öz devletlerine ihanet eden kişileri belirleyip,

Mesleklerinde inanılmaz kariyer sunarak,

Yüksek makamlara getirip,

Devlet yönetiminde söz sahibi yapıp,

Ya da paranın gücüyle satın,

Alarak ülkeleri aleyhinde

Çok rahat biçimde her türlü bilgileri,

Onlara toplatıp işlerine geleni kullanırlar...

...

İç savaş çıkartırlar,

Kralları, cumhurbaşkanlarını,

İmparatorları astırır,

Gençlerini uyuşturucuya alıştırır,

Yapay ideolojik farklılıkları oluşturup,

Siyasi ideolojik görüş,

Ya da dini motifleri kullanarak,

Etnik kimlikleri devreye sokup,

Toplumu yıllar içinde kutuplaştırıp

Birbirleriyle çatıştırıp iç savaş çıkartırlar...

...

Ya da fiziki coğrafyandaki komşu,

Sınırlarında o ülkedeki bölgelere,

Tecavüz ettirip,

Savaş nedenleri yaratırlar;

Doğal kaynaklara el uzatırlar...

...

Değerli, nitelikli, parlak,

Zekâya sahip olanları, devasa imkânlarla

Kendi ülkelerine alıp götürürler...

Günümüzde çevremizde,

Dünyanın diğer devletlerinde,

Hain emperyalist devletler,

Her an yeni senaryolarını

Açık seçik uyguladıkları

Görülmektedir,

...

Bazı istisnalar olsa bile;

Önünde sonunda efendisi,

Olmak istedikleri devletlere,

Kısmen de olsa,

Diz çöktürüp bazı sonuçlar alırlar...

...

Bu emperyalistler kimlerdir?

Dönemin en akıllı politikacılarından,

Birisi emperyalistleri şöyle tanımlar;

-EMPERYALİZMİN

ÜST ÇENESİ AMERİKA,

ALT ÇENESİ AVRUPA,

BEYNİ İSRAİL, BEDENİ DE

İÇİMİZDE YAYAŞAN,

İŞBİRLİKÇİLERİDİR...

...

Ama kadim kültüre,

Sahip olan devletler,

Daima ölçülü, sabırlı davranır;

Olacakları önceden,

Görme yeteneği geliştirir,

Ülkesine her yönden gelecek,

Saldırı ve yıldırmalara karşı,

Olaylara karşı önlemler alıp,

Egemenliğini ve varlığını,

Hayatı pahasına korumuştur,

Korumayı sürdürmüştür

Sürdürecektir...

Abdulkadir Kaçar adana 2023

 

ŞAKİRPAŞA ALTGEÇİT

ÇALIŞMALARINDA

HALKA ZULÜM

24 SAAT SÜRÜYOR...

 

Zulüm, işkence,

Bu sözcükler,

Şakirpaşa Altgeçit çalışmalarının

Yapıldığı D-400 Kara yolundaki

24 saat aralıksız olarak sürüyor...

...

Burada insana, şoföre yapılan

İşkence anlatmakla bitmez,

Asla ifade edilemez,

Gidin görün oradaki

Trafik sıkışıklığa binlerce

Kez isyan edin,

Oradan gelip geçmeye

Çalışan insanlara,

24 saatte 24 saat boyunca

Yapılan zulmü görün...

...

Dünyanın her tarafından,

Adana ya batı yönünden gelip,

Kent merkezine girmek isteyen,

On binlerce değil,

Yüz binlerce araç,

Ve içinde sayısızca,

İnsanın bulunduğu, tır,

Otobüs, minibüs, otomobil vs,

Oraya gelip üst üste yığılıyorlar,

...

On binlerce sayıda birikenler için,

Nasıl proje ve hesaplama yapıldıysa

Araçların her biri tespih gibi dizilip

Tek tek geçmeye çalışıyor,

Akla, mantığa, trafik kurallarına,

Tamamen aykırı ve kabul edilemez,

Günümüzde Adana da yaşanan,

Bu fotoğraf kent tarihindeki

İnsanlara yapılan ve yapılabilecek,

En büyük işkencenin adıdır...

...

Araçlarda bekleyen,

Sayısız insanlar perişan,

Her biri inanılmaz sinir küpü,

İnsanlar isyanları oynuyor,

Şoförler saçını başını yoluyor,

Yolcuların her biri hakaret,

İnanılmaz küfürler savuruyor,

Ne parti kalıyor, ne politika,

Yakın zamanda sorun çözülmese

Orada kavgalar, yaralamalar,

İnsanların birbirlerine saldırmalar,

Kaçınılmaz olacak...

...

Günümüzdeki mühendis ve mimarlar,

Galiba projeyi çizip gidip,

Yaptıkları uygulamayı kontrol etmeden

Klimalı odalarına kapanmışlar...

Birisi de çıkıp,

-ARKADAŞ ORADA NELER

OLUYOR?

-ORADAKİ İNSANLARA İŞKENCE

YAPIYOR MUYUZ?

-ACABA YENİ UYGULAMALAR,

YOLU BİRAZ DAHA GENİŞLETMEK

MÜMKÜN MÜ?

-KENT EKONOMİSİNE ZARAR

VERDİK Mİ?

-ORADAKİ SIKIŞIKLIĞI,

NASIL ÇÖZERİZ?

-HALKA ZULME NASIL SON

VERİRİZ?

-ONBİNLERCE DEĞİL,

YÜZ BİNLERCE ARACA, NASIW

İŞKENCE YAPIYORUZ GİDİP BAKALIM,

Dememiş, bu gidişle de demeyecektir...

...

Yüz binlerce aracın birikeceği,

Bir alt geçit inşaatı sırasında,

Teker teker geçeceği,

Bir hesaplama yapılmışsa

Orada Matematik, Felsefe,

Mantık, İdeoloji,

Sosyoloji, Psikoloji,

Tıp, Sanayi, Sanat, Onkoloji

İnsanlık iflas etmiş demektir,

O hesapları yapan mühendis,

Mimar, teknik eleman kimse

Sınıfta kalmıştır nokta...

...

Batıdan gelip kent merkezine geçmek,

İsteyenler on binler,

Oysa birer aracın geçmek zorunda

Bırakıldığı yol hava alanı arsasına

Doğru bir ya da2 metre,

Acil şekilde genişletilse

Sorun kısmen çözülebilir...

...

On binlerce araç,

Tek tek yerine ikili,

Üçlü şekilde geçseler

Akış daha hızlı olur,

Orada insanlar mağdur olmaz,

Mühendis ve mimarların

Matematiği katlettiklerini

Halk daha fazla görmez,

Kimseye hakarette bulunmaz...

...

Şakirpaşa altgeçit çalışması

Doğru, yerinde, güzel bir karar...

Ama kentin hemen yarısını oluşturan,

İş merkezleri, AVM’ ler, yüz binlerce

İnsanın yaşadığı,

Hayatın 24 saat aktığı

D-400 karayolunda,

İnsanlara zarar vermeden,

Kentteki ekonomik ve çalışma

Saatlerini engellemeden,

Nasıl yaparız diye?

Böyle bir şey düşünülmemiş...

...

Çağımızın mühendisleri,

Çağımızın mimarları,

Şakirpaşa Altgeçit çalışmalarını,

Hesaplayanların hepsi

Bana göre bu hesaplamalarıyla

Tamamı sınıfta kaldı...

...

Akıllı bir insan;

-HAYAT MATEMATİKTİR der...

Matematik Şakirpaşa

Altgeçit çalışmaları,

Nedeniyle katledilmiş,

Bilinçli ya da bilinçsiz şekilde,

Halka zulüm eden bir hesaplama

Yöntemi şeklinde uygulanmış...

...

Gidin, görün, geçmeye çalışın,

Uçağa binmek için batıdan gelip,

Hava alanına yetişmeye çalışanlar,

Uçaklarını kaçırıyor,

İşyerlerine gitmek ve gelmek

İsteyenler orada isyanları oynuyor,

Olağanüstü bir yangın,

Başka bir olay olsa facialar yaşanır...

...

Normalde 2-3 dakikalık yolu,

Tespih tanesi gibi teker teker

Tam 45 dakikada geçmek zorunda,

Kalan araçlar bazen 2 saate yakın,

Kuyruklar oluşuyor...

...

Çocuklar ağlıyor, hastalar inliyor,

7’ den 77’ ye insanlar isyan ediyor,

Yetkililerden birisi gelip sıkıntıyı

Çözme konusunda gözlem yapmıyor,

Ayıptır, yazıktır, günahtır,

Toplu taşıma araçlarının

Şoförleri burnundan soluyor...

...

-HALKA HİZMET HAKKA

HİZMET sözü burada tamamen

Tersine çevrilmiş durumda...

-HALKA 24 SAAT

ARALIKSIZ ZULÜM yapılıyor,

-KENT EKONOMİSİNE

BİLEREK YA DA BİLMEDEN

ZARAR VERİLİYOR...

...

Vatandaş haklı olarak soruyor;

Bu bilinçsizlikle, alt geçit zulmü,

Daha ne kadar sürecek?

...

Projeyi çizen,

Orada hesaplar yapan acil olarak;

Gidip makamlarına kapananları,

Orayı izlemeye, yolu genişletme

Çalışmalarını bir an önce hayata

Geçirmeye davet ediyorum...

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana 2023

 

 

 

 

 

 

TAHT MİSALİ

MUSALLA TAŞI...

 

-Neylersin Ölüm herkesin başında;

Uyudun uyanmadın olacak;

Kim bilir nerede, nasıl kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

TAHT MİSALİ MUSALLA TAŞINDA

Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiiri...

...

Ölümü en güzel,

Ölümü en net,

Ölümü en somut şekilde anlatan

Muhteşem şiirdir...

...

Hürriyet Gazetesi Adana Bürosunda

Çalışmaya başladığım yıllarda,

İskender Ayvalık,

Kenan Gedikoğlu,

Hamit Deste,

Aytaç Pekkoçak,

Abdullah Yakar büyüklerim vardı.

...

Hepsi de hakkın rahmetine kavuştu...

En son 20 Haziran 2023 günü de,

Abdullah Yakar ağabeyimizi

Ebediyete uğurladık...

...

Aslında ölenlerin arkasından

Söylenen sözler fazla değer taşımaz...

Çünkü ölüler duymaz...

Yaşarken söylenmeyen,

Güzel, övgü dolu sözlerin,

Cenaze törenlerinde söylenmesinin

Pek anlamı da yoktur,

En azından ben böyle düşünüyorum...

...

İlk defa Ç.G.Cemiyeti Sosyal,

Tesislerinde düzenlenen

Abdullah Yakar ağabeyim için

Bende törende konuştum...

...

Çünkü hak ediyordu;

-Gazeteciliğimin ilk gününde,

Cevat Eren Şefim Abdullah Ağabey

İle beni habere göndermişti...

...

Birlikte gittiğimiz haberi ertesi

Gün gazetede imzamla görünce,

Çok sevinmiştim...

Abdullah Yakar Ağabeyim;

-DAHA ÇOK İMZAN ÇIKAR,

ÇOK SEVİNİRSİN, SEN BU

İŞİ ÇOK İYİ YAPIYORSUN

YAPACAKSIN diye bana

Moral vermişti...

...

50 yıla yakın mesleği başarıyla

Sürdürdüğüme inanıyorum...

Cenaze töreninde bu anımı

Anlattıktan sonra şöyle dedim;

-Çok kibar, sessiz, sakin, muhteşem

Bir insandı; yeryüzünde iki

Melekten birisiydi, diğeri de

Spor insanı ALİ HOŞFİKİRER’ di...

Mekânı cennet olsun,

Allah rahmet eylesin dedim...

...

Olayın başka bir boyutu da şu;

-Cenaze aracı kent içinden,

Sokaklardan geçerken, insanlar

İşini gücünü bırakır, törendeki

Araçlar geçene kadar saygı duruşunda

Beklerlerdi...

...

Şarkıcı İbo’ bir eserinde şöyle der;

-ZAMAN MI DEĞİŞTİ,

BİZLER Mİ YAŞLANDIK?

...

Yani tüm cenaze törenlerini

Düşündüğümde, artık sokaklarda

İnsanlar bu geçiş törenlerinde

Eski saygılı duruşu göstermiyorlar..

Bu gün benim cenaze törenim,

Yarın senin cenaze törenin olacaktır,

Bu hayat bize bedeli ölüm olarak

Verilmiştir...

...

Bu durumdan alınmadım, kırılmadım,

Desen yanlış olmaz;

Ama toplumun güzel bir geleneği

Olan cenaze arabasına gösterilen

Saygının artık diğer bazı değerler

Gibi tarihin tozlu sayfalarında

Yer aldığını üzülerek gördüm...

...

Sonuç olarak;

Hürriyet Gazetesi’nde başladığım

Yıllardaki kadro şu anda maalesef

Yok, artık onlar manevi dünyaya

Göç ettiler...

...

2500 yıl önce yaşayan Çinli filozof

Konfüçyüs;

-Ölenlerin arkasından güzel şeyler

Söyleyin der...

...

Hakkında, hem yaşarken, hem de,

Bu sahneden inip ebedi hayatına

Giden insan olarak;

Hakkında her zaman güzel şeylerin

Söyleneceği önemli bir kişiydi

Abdullah Yakar ağabeyim...

...

Mekânı cennet ruhu şad olsun...

Allah rahmet eylesin...

Adana güzel bir evladını yitirdi...

Gönüllerde yaşamaya devam edecek...

Hürmet, saygı ve sevgiyle git ağabey,

Topraklar seni incitmesin...

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

TANRI KUT VERSİN...

Son günlerde;

En çok duyduğum ifade;

-Tanrı kut versin,

-Tanrı kut versin,

-Tanrı kut versin...

...

Peki, ne demek;

-Tanrı Kut versin?

Oldukça ilginç,

Kulağa oldukça hoş gelen,

Güzel Öz Türkçe ifade...

...

Hollywood’ un bir dönem

Eşsiz ve en büyük Türk aktörü,

Charles Bronson da

Bu sözü şöyle kullanıyor;

-TÜRK OLDUĞUM İÇİN

TANRIMA KUT KIVANÇ

LARIM OLSUN...

Ne güzel bir ifade,

Dünyanın taa öteki ucunda,

En ünlü kişi Türk,

Ve kendini ana dilinde,

İfade ediyor...

...

Peki, Kut ne demek?

KUT; İYİLİK GETİREN,

ŞEY, UĞUR, BAHT,

TALİH MUTLULUK

Anlamında...

...

Cengizhan Filmlerinde de;

-Tengri kut bedri, sözü geçer...

-Tanrı Kut verdi ifadesi kullanılır...

Mete Han’dan,

Atilla ya,

Karamanoğlu Mehmet Beyden,

Osmanlı Padişahlarına,

Yunus Emre’ye kadar

Bu dua ve temenni kullanıldı...

...

Yani Tanrı Kut versin,

Öz be öz Türkçedir,

Bizim binlerce yıllık

Deneyimlerden

Süzülerek gelen,

Gelenek, göreneklerimizi

Dilimizi dilimizi,

İnancımızı, kültürümüzü

Anlatır o nedenle

Bunları hatırlamamız,

Yaşamamız ve yaşatmamız,

Yeni kuşaklara da

Aktarmamız gerekir...

...

Buradan bu dileği

Tekrar ediyorum;

-TANRI HERKESE

KUT VERSİN...

MUTLULUK, İYİLİK,

ŞANS, UĞUR, BAHT,

TALİH, MUTLULULA

ÖDÜLLENDİRSİN...

...

Adriyatik’ten Çin Seddine

Kadar 300 milyondan fazla,

İnsanın kullandığı,

Güzel Türkçemiz

Sonsuza kadar yaşasın...

...

Yapılan son bilimsel

Araştırmalara göre,

Orta Asya’ daki ÖTÜKEN

Ormanlarında Milattan önce

18 bin yıllarına dair,

Kaya resimlerine ulaşıldı...

...

Yine 30 bin yıl öncesinde

Uygur Türk’  leriyle ilgili

Buluntular keşfedildi...

...

Alman, İtalyan, Fransızlar

15, 16. yüzyıllardan öncesine

Gidemiyorlar...

Onların tarihleri bizim kadar

Derin ve uzun değil...

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

TARİH VE ZAMAN

BİLE AĞLIYOR...

Zaman her derde çaredir denir,

Bu facia karşısında,

Zaman ve tarih utancından,

Hüngür hüngür ağlıyordur...

...

Acımız inanılmaz büyük, dayanılmaz

85 milyon insanımızın bu gün yaşadığı,

Felaketin boyutları tanımlanıp,

Rakamlara sımayıp

Hesaplanamayacak kadar büyüktür...

...

Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ ye söylediği söz;

“İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN” tarihi söz önemlidir...

...

Devletimiz önce kendi imkanlarıyla,

İnsanını yaşatacaktır,

Dış kaynaklardan gelen yardımlar,

Olsa da olmasa da devletimiz,

Vatandaşını beşikten mezara kadar,

Kucaklamıştır ve kucaklayacaktır...

Esas olan devletimizdir...

...

Elbette devletimiz her yarayı sarar,

Bu güce daima sahiptir...

Her kaynağını insanını yaşatmak

İçin sonuna kadar kullanır...

...

Ama hiç hesapta olmayan

Felaketin boyutları öyle büyük,

Ve akıllara sığmayacak kadar,

Sonsuz ve sonrasızdır ki,

Bu büyük facia karşısında,

İlk defa böyle bir faciayla

Karşılaştıkları için,

Tarih ve zaman bile aciz,

Ve zavallı kalmış durumdadır,

Onlar da ağlamaktadır...

...

Zaman içinde elbette yıkılan,

Yapıların daha da iyileri yapılır,

Maddi manevi zararlar karşılanır...

Ama ya giden binlerce can,

Onlar bir daha

Asla geri gelmez gelemez...

...

Her bakımdan, hem,

Güzel ülkemde, hem devletimde,

Artık hiçbir şey deprem öncesindeki,

Gibi olmaz ve olmayacak...

...

Yanan yüreklerdeki ateşler,

Kıyamete kadar sönmeyecek,

Giden canlar geri getirilemeyecektir...

Onlar için artık yarınlar yok...

Hayallerine sonsuza kadar nokta konuldu,

Umutları silinip gitti...

Her biri sadece kayıplar,

Hanesine yazılıp kalacak...

...

Sözün bittiği yer,

Hiçbir yardım gidenleri,

Asla geri döndüremeyecek...

Hiçbir söz, çare, zaman yürek,

Yangınını söndürmeye,

Çare olamayacak,

Feryatlar figanlar kıyamete,

Kadar devam edecek...

...

Güzel ülkemin, devletimin,

Bir iki günde yaşadığı,

İnsanlık tarihi boyunca görünen,

En büyük faciaya neden olan,

Deprem, öyle büyük ve yıkıcıydı ki;

Neden olduğu facianın boyutları,

Dünya insanlık ailesindeki,

Tüm vicdanları kanattı,

Duyarlı yürekleri ağlattı...

...

Anneler karnındaki bebekleri,

Anneanneler, babaanneler,

Dedeler, büyük babaları,

Binlerce insan uykularında yok oldu,

Binlerce kişinin kuruş kuruş,

Biriktirdikleri, insanlığı,

Ve onların bütün yapılarını,

Bir anda silip attı yok etti...

Zenginler fakir fakirler,

İse daha da yoksullaştı...

...

Biliyorum ve inanıyorum ki;

Zaman ve tarih bu manzara,

Karşısında belki de gözyaşlarını döküyorlar

Ama hiçbir şeyi artık,

Geri getiremeyecekler,

Hiçbir acıya çare olamayacaklar...

...

Doğal her faciadan sonra,

Teselli sözleri yine söylenecektir,

Suçlular cezalandırılacak denecek,

Ama mevcut yasalarla,

Bu sorunlar olduğu yerde kalacak,

Balık hafızalarımız bir süre,

Sonra her acıyı silip atacak,

Sadece yakınlarını kaybedenlerin,

Yüreklerindeki ateş kıyamete,

Kadar asla sönmeyecek...

...

Bu yapılarda imzası olan kişilerden,

Birkaç zaman sonra da göstermelik olarak

Cezaevine konulacak,

Müteahhit 10-15 yıl sonra,

Ellerini kıllarını sallayarak,

Çıkıp gidecek...

...

Olan fakir zengin, genç yaşlı,

Demeden hayatları kaybolan,

Hayalleri biten insanlarımıza olacak...

...

Çünkü hayat isimli mucize,

Sadece bir kez elde edilebiliyor...

Sadece bir kez yaşanabiliyor...

Ölüp gidenler artık yok oldular,

Annesiz, babasız kalan çocuklar,

Eşlerini yitirenler, hayatlarını,

Kaybedenler artık bir daha,

Hayat sahnesine çıkamayacak...

...

Sonuç olarak;

Zaman ve tarih bu facialar karşında,

Onlar da belki ağlayıp gözyaşı dökecek,

Evrenin mucizesi olan insana,

Verilen bu zararlar karşısında utanacaktır,

Sözün bittiği yerdeyiz...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

Tüm ifadeler:

17Sen, Yavuz Yetenç, Ümit Türkoğlu ve 14 diğer kişi

 

TARİH VE ZAMAN

BİLE AĞLIYOR...

 

Zaman her derde çaredir denir,

Bana göre zaman bu facia karşısında,

Belki de utancından ağlıyor...

Ortaya çıkan bu feci manzara karşısında,

Tarih ağlıyordur...

...

Acımız inanılmaz çok büyük, dayanılmaz

İnsanımızın bu gün yaşadığı,

Felaketin boyutları tanımlanıp,

Rakamlara sığıp,

Hesaplanamayacak kadar büyük...

...

Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ ye söylediği söz;

“İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN”

Devletimiz elbette insanı yaşatacaktır,

Dış kaynaklardan gelen yardımlar,

Olsa da olmasa da devletimiz,

Vatandaşını beşikten mezara kadar,

Daima kucaklamıştır ve kucaklayacaktır...

Esas olan devletimizdir...

Elbette devletimiz her yarayı sarar...

Her kaynağını sonuna kadar kullanır...

...

Ama felaketin boyutları öyle büyük,

Ve akıllara sığmayacak kadar sonsuzdur ki;

Bu büyük facia karşısında,

Belki de böyle bir olay yaşamadıkları için,

Tarih ve zaman bile aciz,

Ve zavallı kalmış durumdadır...

...

Güzel ülkemde, devletimde,

Artık hiçbir şey deprem öncesindeki,

Gibi olmaz ve olmayacak...

...

Zaman içinde elbette yıkılan,

Yapıların daha da iyileri yapılır,

Maddi manevi bazı zararlar karşılanır...

Ama giden binlerce can,

Asla geri gelmez gelemez...

...

Yanan yüreklerdeki ateşler sönmeyecek,

Giden canlar geri getirilemeyecektir...

Onlar için artık yarınlar yok...

Hayallerine sonsuza kadar nokta konuldu,

Umutları silinip gitti...

Her biri sadece kayıplar hanesine yazılıp kalacak...

Sözlerin bittiği yer,

Hiçbir yardım gidenleri,

Asla geri döndüremeyecek...

Hiçbir söz, çare, zaman yürek,

Yangınını söndürmeye çare olamayacak,

Feryatlar figanlar kıyamete kadar devam edecek...

...

Güzel ülkemin, devletimin,

Bir iki günde yaşadığı

Bu faciaya neden olan, deprem,

Öyle büyük ve yıkıcıydı ki;

Neden olduğu facianın boyutları,

O kadar büyüktü ki,

Dünya insanlık ailesindeki,

Tüm vicdanları kanattı,

Duyarlı yürekleri ağlattı,

Anneler karnındaki bebekleri,

Anneanneler, babaanneler,

Dedeler, büyük babaları,

Binlerce insan uykularında yok oldu...

...

Binlerce kişinin kuruş kuruş,

Biriktirdikleri her şeyi,,

Bütün yapılarını yok etti...

Maddi manevi tüm varlıkları,

Birden silinip yok oldu;

Zenginler fakir fakirler,

İse daha da yoksullaştı...

...

Biliyorum ve inanıyorum ki;

Zaman ve tarih bu manzara,

Karşısında belki de,

Gözyaşları döküyorlar

Ama hiçbir şeyi artık,

Geri getiremeyecekler,

Hiçbir acıya çare olamayacak...

...

Doğal her faciadan sonra,

Teselli sözleri yine söylenecektir,

Suçlular cezalandırılacak denecek,

Ama mevcut yasalarla,

Bu sorunlar olduğu yerde kalacak,

Balık hafızalarımız bir süre,

Sonra her acıyı silip atacak,

Sadece yakınlarını kaybedenlerin,

Yüreklerindeki ateş kıyamete,

Kadar asla sönmeyecek...

...

Bu yapılarda imzası olan kişilerden,

Birkaç zaman sonra da göstermelik olarak

Cezaevine konulacak,

Müteahhit 10-15 yıl sonra,

Ellerini kıllarını sallayarak çıkıp gidecek...

...

Olan fakir zengin, genç yaşlı,

Demeden hayatları kaybolan,

Hayalleri biten insanlara olacak...

Çünkü hayat isimli mucize,

Sadece bir kez elde edilebiliyor...

Sadece bir kez yaşanabiliyor...

Ölüp gidenler artık yok oldular,

Annesiz, babasız kalan çocuklar,

Eşlerini yitirenler, hayatlarını,

Kaybedenler artık bir daha,

Hayat sahnesine çıkamayacak...

...

Sonuç olarak;

Zaman ve tarih bu facialar karşında,

Onlar da belki ağlayıp gözyaşı dökecek,

Evrenin mucizesi olan insana,

Verilen bu zararlar karşısında utanacaktır,

Sözün bittiği yerdeyiz...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

TER KOKUSU...

-Herkesin teri kendine güzel kokarmış diye bir özdeyiş var...

Peki buradan soruyorum;

-Başkasının ter kokusunu seven var mı?

Yanıtınızı duyuyorum;

-Tabi ki hayır diyorsunuz...

Günlerce yıkanmadan sokağa çıkıp,  15-20 metrede uzaktan duyulabilen ter korumuzla çevremizdeki insanları rahatsız etmeye, huzurlarını kaçırmaya hakkımız var mı?

Elbette yok...

...

Bindiğimiz, dolmuşta, takside, belediye otobüsünde,

İşyerinde,

Hastanede,

Postanede,

Çarşıda-pazarda,

Kahvehanede,

Lokantada,

Bankada,

Kötü ter kokunuzla insanları rahatsız etmeye hakkınız ve yetkiniz var mı?

Elbette yok...

İşte bundan dolayı sık sık banyo yapar, temizlenir parfümler kullanırız...

...

Uygarlığımızın en büyük, en ileri ve gelişmiş kollarından biri de parfüm sanayidir...

Bu sektörün tek bir amacı vardır; insanların hoş kokmalarını, bakımlı ve temiz olmalarını hedeflemek...

Ve kendini seven, temizliğine özen gösteren uygar insanların bu parfümlerden düzenli şekilde kullandığını hepimiz biliyoruz...

...

Çünkü uygar insanlar;

Her gün düzenli şekilde duş aldıktan sonra;

Olabilecek ter kokularını da önlemek amacıyla parfüm kullandıktan sonra sokağa çıkar...

Çok ender bazı insanlar da gün aşırı banyo yaparlar...

Ancak ister gün aşırı, ister günde iki kez duş alsın;

Uygar her insanın mutlaka parfüm kullanması gerekir...

...

Bu birey ve toplum olarak uygarlığımızın en önemli göstergesidir...

Hele Adana da, güneş enerjisiyle ısıtılan suların bol olduğu bu memlekette;

Duş almadan sokağa çıkmamak gerekir...

Bazı yakınlarımızın günde iki bazen de üç kez duş alıp defalarca da parfüm kullandıklarını biliyorum;

Çünkü onlardan biride benim...

...

Duş almadan sokağa çıkan,

Günlerce banyo yapmayan,

Kötü ve bunaltıcı ter kokuları metrelerce uzaktan duyulan,

Bu şekilde çevresindekileri rahatsız eden insanlara uygar demek elbette olanaksızdır...

...

Geçenlerde kent içinde toplu taşıma yapan otobüslerinden birisindeydim...

Durakta bekleyen yurttaşlardan birisi; otobüse bindi çok güzel giyimli, modern bir görünümü vardı;

Ancak daha kapıdan içeriye girerken çevreyi çok kötü ve dayanılmaz ter kokusu sardı...

Sanki otobüsün içine ter kokusu bombası atmıştı...

Bir süre sonra çevreye o kadar büyük rahatsızlık vermeye başladı ki;

Her yolcu bu kokunun kaynağını ve kimden geldiğini çevresini koklayarak belirlemeye çalıştı...

Tüm gözler otobüse yeni binen yolcuda birleşti...

Aman nasıl kötü bir koku;

Aman nasıl rahatsız edici,

Aman nasıl mide bulandırıcıydı ki size anlatamam...

Anladım ki insan;

Bırakın parfüm kullanmayı;

Abartısız söylüyorum belki bir haftadan, ya da daha uzun zamandan beri banyo yapmamıştı...

...

Tarifi olanaksız olan;

Otobüsteki her insanı rahatsız eden bu kötü ter kokulu insan için şu kadarını söyleyeyim;

Tüm yolcuların nefes almasını bile engelliyordu;

Herkes burnunu kapatıyor ya da yüzünü başka tarafa çeviriyordu...

Ama o kişi bunu ya hissetmiyor;

Ya da bilinçsiz olduğu için farkında değildi,

Belki de kasıtlı şekilde ter kokusuyla çevresini rahatsız etmekten zevk alıyordu...

Akıl sağlığı yerinde olmasa böyle güzel ve çağını aşan marka kıyafetleri giyinemezdi...

Ya da yolcular bu kişinin manyak birisi olduğunu düşünüyordu...

...

Otobüs tıklım tıklımdı...

Bu kişi kalabalığı yararak;

Santim santim arkaya doğru ilerliyordu...

Her oturan ya da ayakta duran yolcu;

Burnunu kapatıp, yüzünü diğer yana çeviriyordu...

Günlerdir banyo yapmadan pis ter kokularıyla otobüse binip, herkesin nefesini kesecek kadar kötü kokan bu yolcuyu;

Neredeyse bazı yolcular bu kişiyi tutup otobüsten dışarı atmayı bile düşünüyordu...

Ama kimsenin böyle bir yetkisi yoktu...

Kötü ter kokulu yolcu ön kapıdan başlayarak, yavaş yavaş orta kapıya ilerledi ilerledi;

Ayaktaki yolcular için yapılan yukarıdaki askılıklara iki eliyle tutundu...

Koltuklarının altındaki ter ve kokusu tüm yolcuların midesini iyice bulandırmayı sürdürdü...

Yolculardan bir kaçı, kendilerini durakta otobüsten dışarıya atarcasına indiler...

...

Otobüs ağır ağır gidiyordu ama ter kokusu arttıkça artıyordu...

Yolcuların bir bölümü burnunu kapalı şekilde tutmaya devam etti...

Bazıları şoföre şikâyet etmek istediklerini sesli olarak homurdanmaya başladılar...

Ama otobüs o kadar doluydu ki şoföre bile ulaşmak imkânsızdı;

Adamın ter kokuları insanları rahatsız edebileceği en yüksek noktaya zirveye çıkmıştı...

...

Diğer yolcular gibi; ben de nefes almakta zorlanıyordum...

İneceğim durağa otobüsün gelmesini beklemeden inmek istiyordum...

-Ter kokulu adam biraz benden uzak dursa diye geçiyordu içimden...

Adam bu kez geldi başımın üstünde, iki kolu yukarıdaki askılıklara tutunup öyle durdu...

Çok iğrenç ter kokuysa çevreyi zehirlemeye devam etti...

...

Acil olarak kalkıp koltuğu terk ettim;

Bu bilinçsiz yolcudan biraz uzaklaştım...

Bu bilinçsiz kişiyi ve çevresindekileri izlemeye devam ettim...

Yerime yaşlıca bir bayan oturdu;

Birkaç saniye sonra;

O kişinin kötü kokusuna dayanamadı ki;

Yerinden kalkıp, tıklım tıklım olan otobüste geriye doğru ilerledi...

...

Başka bir bey oturdu;

O da dayanamayıp birkaç saniye sonra kalkıp uzaklaştı...

...

İneceğim yere varmadan tam İki üç durak önce kendimi otobüsten aşağıya zor attım...

Derin derin nefes aldım...

-OHHH dedim...

Sanki otobüsün içinde ter kokusu yayan nükleer bir bomba patlamıştı,

Sanki sarımsak bombası patlamıştı...

O kadar korkunçtu kokusu...

...

Herkes o bilinçsiz ve pis ter kokulu insanı beden diliyle protestoya devam etti;

Bazıları homurdanarak karşı tepki gösteriyor, sessiz yüz ifadeleriyle istenmeyen kişi ilan ediyordu ediyorlardı...

Ama bu durum adamın umurunda değildi, anlamıyordu...

Buradan yola çıkarak şunları söylemek istiyorum;

Her zaman ama özellikle yaz mevsiminde;

Kimsenin kimseyi ter kokusuyla rahatsız etmeye hakkı yok...

Kimsenin kimseyi ter kokusuyla taciz etmeye hakkı yok...

Hele toplu bulunulan yerlerde;

Bindiğimiz, dolmuşta, takside, belediye otobüsünde,

İşyerinde,

Hastanede,

Postanede,

Çarşıda-pazarda,

Kahvehanede,

Lokantada,

Bankada,

Günlerce banyo yapmadan, parfüm kullanmadan, ter kokumuzla insanları rahatsız etmeye hakkımız var mı?

Elbette yok...

Temiz giyinmek,

Temiz kokmak,

Bilinçli ve uygar şekilde hareket etmek sorumlu her insanın uyması gereken toplumsal kurallardır...

...

Lütfen uygar olalım;

Lütfen uygar davranalım,

Her zaman ama özellikle de yaz mevsiminde duş almadan, parfüm kullanmadan sokağa çıkmayalım,

Kötü ve rahatsızlık veren ter kokularımızla;

Toplumda “İSTENMEYEN İNSAN” uzak durulan, beden diliyle protesto edilen nefret edilen insan olmayalım...

Lütfen kibar ve nazik olalım...

Lütfen önce kendimize;

Sonra da çevremizdeki insanlara karşı saygılı olalım...

Kendimize saygımız yoksa topluma saygımızdan dolayı, giyim kuşamımızla birlikte; günlerce yıkanmamış ve pis ter kokularıyla toplumu rahatsız etmeyelim...

ABDULKUADİR KAÇAR ADANA 2022

...

 

TOKLUK MU ÖLDÜRÜR

YOKSA AÇLIK MI?

 

Size bir soru;

-İnsanı daha çok

-Tokluk mu ya da

-Açlık mı öldürür?

 

Vereceğiniz yanıt;

-Tokluk insanı öldürmez,

-Tokluk insanı yaşatır,

-Tokluk insanı mutlu eder,

-Açlık onu öldürür diyeceksiniz...

...

Ama öyle değilmiş,

Yani bunun tam tersi;

Okudukça, öğrendikçe,

İnsan bildiğini sandığı,

Her şeyin çok farklı

Olduğunu öğrenip,

Şaşırıyor...

...

Akıllı bir insan olan

THENGNİS diyor ki;

-İnsanlar daima sahip,

Olduklarından daha,

Fazlasına daha da çoğuna,

Sahip olmak isterler;

-Ama yeryüzünde açlıktan

-Ölenlerin sayısı tokluktan

-Ölenlerden çok daha azdır;

Yani daha çok tokluk,

Fazla yemek insanı öldürür...

...

Aman çok dikkat edin,

Burada aşırı yiyerek

Ölümlerden söz ediliyor...

...

Bir hadis- şerif;

-İnsanın doldurduğu

Kapların en kötüsü

Kendi midesidir...

...

Hani bir özdeyiş var;

-YAŞAMAK İÇİNMİ

YEMELİ; YEMEK İÇİN

Mİ YAŞAMALIYIZ?

...

Çok az insan;

Beslenmesine dikkat eder,

Az yer çok çalışır,

Düzenli spor yapar,

Kilosunu korur,

Hayat isimli bu sahnede

Olabildiğince uzun yaşar...

...

Yine başka bir atasözümüz;

-CAN BOĞAZDAN GİRER,

-AMA CAN BOĞAZDAN ÇIKAR...

Nasıl çıkar?

Yiyeceğini, içeceğini

Kontrol edemezsen,

Kaç yaşında olursan ol,

Yok olursun...

...

Hani bir yemek uzmanı

Şöyle demişti gazeteci abiye,

Sağlığını koruması için

Şu öğüdü vermişti;

-PORSİYONLARINI

YARIYA İNDİR; GÜNLÜK

ETKİNLİĞİNİ İKİ KATINA

ÇIKAR...

...

Cenap Şahabettin diyor ki;

-Karnı açlardan çok,

Kalbi açlara acırım...

...

S.B Cervantes;

-Yeryüzünde hiçbir

Gıda açlık kadar

Lezzetli değildir...

...

Yusuf Akçura;

-Aç insanlar hamur gibi,

İstenen şekil,

Ve kalıba kolayca sokulabilir...

...

İbrahim Bin Ethem;

-Kemale erenler,

Ancak midelerine

Gireni kontrol

Etmekle kemale

Ermişlerdir...

...

Hz. Mevlana çeşitli

Yemeklerle dolu sofradan

Birkaç lokma alıp kalkarmış;

Yemesini ısrar edenlere de;

-Bu yemekleri çok yersem,

Onlar da beni yer dermiş...

...

Bunlar son günlerde okuduğum

Sözlüklerden edindiğim

En yararlı olduğunu,

Düşündüğüm, bilgiler;

Karar sizin, hayat sizin,

Uygulama yetkisi de

Daima kendinizde...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

TOKLUK MU ÖLDÜRÜR

YOKSA AÇLIK MI?

 

Size bir soru;

-İnsanı daha çok

-Tokluk mu ya da

-Açlık mı öldürür?

 

Vereceğiniz yanıt;

-Tokluk insanı öldürmez,

-Tokluk insanı yaşatır,

-Tokluk insanı mutlu eder,

-Açlık onu öldürür diyeceksiniz...

...

Ama öyle değilmiş,

Yani bunun tam tersi;

Okudukça, öğrendikçe,

İnsan bildiğini sandığı,

Her şeyin çok farklı

Olduğunu öğrenip,

Şaşırıyor...

...

Akıllı bir insan olan

THENGNİS diyor ki;

-İnsanlar daima sahip,

Olduklarından daha,

Fazlasına daha da çoğuna,

Sahip olmak isterler;

-Ama yeryüzünde açlıktan

-Ölenlerin sayısı tokluktan

-Ölenlerden çok daha azdır;

Yani daha çok tokluk,

Fazla yemek insanı öldürür...

...

Aman çok dikkat edin,

Burada aşırı yiyerek

Ölümlerden söz ediliyor...

...

Bir hadis- şerif;

-İnsanın doldurduğu

Kapların en kötüsü

Kendi midesidir...

...

Hani bir özdeyiş var;

-YAŞAMAK İÇİNMİ

YEMELİ; YEMEK İÇİN

Mİ YAŞAMALIYIZ?

...

Çok az insan;

Beslenmesine dikkat eder,

Az yer çok çalışır,

Düzenli spor yapar,

Kilosunu korur,

Hayat isimli bu sahnede

Olabildiğince uzun yaşar...

...

Yine başka bir atasözümüz;

-CAN BOĞAZDAN GİRER,

-AMA CAN BOĞAZDAN ÇIKAR...

Nasıl çıkar?

Yiyeceğini, içeceğini

Kontrol edemezsen,

Kaç yaşında olursan ol,

Yok olursun...

...

Hani bir yemek uzmanı

Şöyle demişti gazeteci abiye,

Sağlığını koruması için

Şu öğüdü vermişti;

-PORSİYONLARINI

YARIYA İNDİR; GÜNLÜK

ETKİNLİĞİNİ İKİ KATINA

ÇIKAR...

...

Cenap Şahabettin diyor ki;

-Karnı açlardan çok,

Kalbi açlara acırım...

...

S.B Cervantes;

-Yeryüzünde hiçbir

Gıda açlık kadar

Lezzetli değildir...

...

Yusuf Akçura;

-Aç insanlar hamur gibi,

İstenen şekil,

Ve kalıba kolayca sokulabilir...

...

İbrahim Bin Ethem;

-Kemale erenler,

Ancak midelerine

Gireni kontrol

Etmekle kemale

Ermişlerdir...

...

Hz. Mevlana çeşitli

Yemeklerle dolu sofradan

Birkaç lokma alıp kalkarmış;

Yemesini ısrar edenlere de;

-Bu yemekleri çok yersem,

Onlar da beni yer dermiş...

...

Bunlar son günlerde okuduğum

Sözlüklerden edindiğim

En yararlı olduğunu,

Düşündüğüm, bilgiler;

Karar sizin, hayat sizin,

Uygulama yetkisi de

Daima kendinizde...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

UMUT YAŞATIR

 

Umut etmek,

Umut su,

Umut nefes,

Umut beşikten

Mezara kadar,

Hayatın ta kendisidir...

...

Dünya isimli

Bu sahnede,

Umuda ihtiyaç duymayan

Tek insan var mıdır?

Yanıtı elbette ki;

-HAYIR’ dır...

...

Çünkü hayatın

Devamı bakımından,

Umut her insan

İçin vazgeçilmez

Her daim de,

Öncelikli ihtiyaçtır...

...

Umudu canlı tutmak,

Ona ulaşmak için

Neler yapmalı?

Yeni bir hayat

Bakışı oluşturmalı,

Yeni bilinç,

Ve davranış biçimiyle

Kendimizi daha iyi anlamalı,

Yeni fikirler oluşturmalı,

Günlük yaşadığımız,

Olaylara farklı pencerelerden

Bakıp, bilinenlerin,

Ötesindeki ölçülerle.

Hayatımızı değerlendirmeliyiz...

...

Akıllı bir insan diyor ki;

-UMUT İNSANA

BAĞIŞLANMIŞ,

EN BÜYÜK ARMAĞANDIR...

Muhteşem bir özdeyiş,

Muhteşem bir atasözü...

...

Çünkü umut;

Güzel düşündürür,

Güzel baktırır,

Güzel gördürür...

...

Hep iyilikler vaat eder,

Hep yarınlardaki

Hayallerimizi süsler,

Yaşama cesareti verir,

Kendimizi sevdirir,

Özümüze inandırır,

Hayata olan bakış,

Gücümüzü keşfettirir...

...

Unutulmamalı ki;

İnsan hayatına sadece

Umutla devam edebilir;

Hayata onunla tutunur,

Umut AN da yaşatır,

AN da sonsuz şimdidir,

Hayat AN da,

Ve sürprizlerle doludur...

Çünkü yüzde yüz bitecek olan,

Hayatta her an her şey olabilir...

...

Umudumuzun vaat ettiklerine,

Ulaşabilmek için;

Kıskançlık, kin, nefret,

Entrika, hüzün, karamsarlık,

Kötümserlik, kaygı gibi

Duygularından kurtulmalıyız,

Hoşgörü sınırlarımızı arttırmalıyız...

...

Her insanı hatasından dolayı,

Ebediyen bağışlamalı,

Hatalarını hoş görmeli,

Barış ve sevgi dilini kullanmalı,

Çevremizle kenetlenip,

Her alandaki dayanışmayı,

Güvenle ve umutla sürdürmeliyiz...

...

Unutmayalım ki,

Umut yaşatır

Umutsuzluk öldürür...

Seçim insana kalmıştır

...

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

UMUTSUZLUĞA ASLA

GEÇİT VERMEYELİM...

 

Ustaya sormuşlar;

-HER ŞEYİ KAYBETTİK,

ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?

Usta cevaplamış;

-ÇAY KOY YENİDEN,

BAŞLAYACAĞIZ...

...

Peyami Sefa diyor ki;

-BU GÜN MUTLU OL;

ÇÜNKÜ KİMSE SENİN

ÜZGÜN OLMANI

UMURSAMIYOR...

...

Her şeye rağmen,

Her zaman ve her durumda,

Hayatın koyduğu noktadan

İtibaren yeniden ayağa kalkıp,

Her şeyi en baştan başlamak

Gerekiyor...

...

Acıya karşı her insanın,

Bağışıklığının olduğu,

Bilimsel olarak saptanmıştır;

Her şeye yeniden başlama

İçgüdüsü onu diğer

Canlılardan ayırıyor...

...

Bu gün bazı şeyleri,

Kaybetse bile,

Cesaretle yeniden,

İşe başlayıp çalışması halinde

Bir süre sonra yeniden

Kazanacaktır...

...

O nedenle asla pes etme,

Hayata, onun getirdiklerine,

En önemlisi de kendine;

Hiçbir şeye küsme,

Hayat her şeye rağmen,

Devam ediyor...

Anneciğimin sözü şöyleydi;

-NE YAPACAKSIN YAVRUM,

ÖLENLE ÖLÜNMÜYOR...

...

Herkes her an düşebilir,

Herkes her an kaybedebilir,

Ama umudunu ve cesaretini

Kaybetmediği sürece,

İnsan hayata ve işlerine,

Kaldığı yerden yeniden

Kalkıp başlaması gerekiyor...

...

Hayatın ortaya koyduğu,

Koşulların boyutları,

Ne kadar büyük, acımasız

Olsa da kendine daima inan,

Güven, özünden aldığın

Güçle yeniden ayağa

Kalkmada asla tereddüt etme...

...

Hangi kültürde, çağda,

Ne yaşarsan yaşa,

Neyle karşılaşırsan karşılaş,

Unutamazsın ama,

Bir süre sonra alışırsın...

...

Akıllı bir insan diyor ki;

İNSAN ÖNÜNDE

SOUNDA HER ŞEYE

ALIŞIR...

...

Ayrıca kaybedilen her şey,

Önce acı verir,

Ama paha biçilemeyen

En büyük deneyim kazandırır...

GEÇMEZ DEDİĞİN

BÜTÜN ACILARA,

BAĞIŞIKLIK KAZANDIRIR...

...

Acını elbette yaşa

Ama ona sakın teslim olma;

Daha önceleri de

Düştün ama yeniden,

Ayağa kalktın...

Bundan sonra da

Aynısını yapabilirsin inan...

...

Hemen hatırla ki;

Hayat sahnesinde

Bu güne kadar,

Ne kadar büyük engelleri

Aşıp zaferler kazandın...

...

Şemsi Tebriz-i şöyle sesleniyor;

-KALK SİLKELEN

KENDİNE GEL; UMUTSUZLIĞA

SARILMA; UMUTSUZLUK

ŞEYTANDAN, ÜMİT ETMEK,

ALLAHTANDIR...

...

İçindeki umuda daima inan,

Kendi gücüne her zaman güven,

Sana olumsuz şeyler söyleyen,

Karamsar ve kötümser

İnsanları hayatından,

Hemen acil olarak çıkar...

...

Umutsuzluğa

Asla geçit verme...

Her şeye rağmen,

Yaşam tüm hızıyla

Devam ediyor edecek,

İnancını bir saniye yitirme;

Yine baharlar gelecek,

Yine çiçekler açacak...

 

Abdulkadir Kaçar Adana2023

 

 

UTANAN İNSANIN

YÜZ AYNASI...

 

İnsanlar kolayca ikiye ayrılır;

1-Geçmişinden utanan insan,

2-Geçmişinden utanmayan insan...

...

Her insanın yüzü geçmişini,

Gittiği her ortamda her yerde,

İnsanlara, açık seçik,

Gösteren asla kontrol

Edemediği bilinçaltının,

En sihirli yüz aynasıdır...

...

Geçmişi iyiliklerle dolu olanların

Yüzleri o kişinin mutluluğunu,

Tüm dünyaya, onurla,

Ve büyük gururla sunar;

-Bu kişi çok iyidir,

-Bu kişi çok dürüsttür,

-Çok iyilik yaptı,

-Kimseye zararı vermedi diye yansıtır...

...

Ama geçmişi hile, hainlik,

Sinsilik olanların yüzlerinde

Mutsuzluk, huzursuzluğu da,

Tüm onu çevresindekilerce

Aşağılatacak biçimde yansıtır...

...

Yüz aynası geçmişinde

Diğer dürüst insanlara,

Yaşattığı olumsuzluklarını,

Yansıttığında o kişi utanır,

-Yer yarılsa da yerin dibine

-Girsem diye kaçacak delik arar,

Ama artık bu mümkün değildir...

Yüz aynası geçmişinin,

Bir tür silinmez,

Kara kutusunu açıp,

Gittiği her yerde o kişiyi,

Tüm dünyaya ifşa eder...

Geçmişinden utanan kişi,

Acılar içinde çırpınır,

Ama yüz aynasının

Görevini yapmasını engelleyemez...

...

Geçmişinde insanlara sinsice,

Ve hiç hissettirmeden,

Yaptığı, haksızlık, hile ve ayak

Oyunlarının yüzündeki

Aynada herkes tarafından

Açık seçik görüldüğü için

Kişi toplum içine giremez,

Ruhsal durumunu,

Hiç kimse görmesin

Diye insanların içine,

Çıkmaya korkup saklanır...

...

Geçmişinin kara kutusu,

Artık onun efendisi olmuştur,

Artık gittiği her yerde

Konuştuğu her insana,

O kişinin her türlü pisliğini,

Sonuna kadar açıp gösterir...

...

Geçmişinde yaptığı her,

Olumsuzluk ve kötülük,

Kayıtlarını net olarak,

Bilinçaltından yüzüne yansıyarak,

Yaptığı olumsuzlukları

Herkes tarafından görünen,

İnsan çok istemesine karşın,

İçinin yüz aynasında ifşasını,

Bilinçaltındaki olumsuz,

Kaygı ve korkularını insanlara,

Yansıtmasını ömür boyu,

Asla ve kata engelleyemez...

...

Geçmişinde bilinçli şekilde,

Kıskançlık, hile, insanların,

Her türlü işini haince engelleme,

Entrika, kin, dalga geçme,

Nefret, intikam, ayak oyunları,

Dürüst ve masum insanlara

Haksızlık yapma, hakkını yeme,

İftira atma, gibi hainliklerinin,

Herkes tarafından somut olarak,

Görünen kayıtlarıyla,

Yaşamak zorunda olan insan,

Geçmişinden sürekli utanır,

Ama tek bir kaydının bile,

İnsanlar tarafından görülmesini,

Engelleyemeyecektir,

Bu nedenle gittiği her yerde,

Ya da toplumdan uzak durup,

Utanmasının nedeni

Somut olarak budur...

...

Girdiği her ortamda,

Kendi engel olmak istese bile;

Yüz aynası onu insanlara

Şöyle yansıttığına inanır;

-Ben güvenilmeyen insandım,

-Ben hep hile yaptım,

-Ben kişiliksizim,

-Ben insanları kıskandım,

-Ben insanlarla dalga geçtim,

-Ben insanlara iftira attım,

-İşlerini kasıtlı engelledim,

-Ben pişmiş aşlarını su katım,

-Ben ayak oyunuyla olacak,

-Her güzel şeylerini bozdum,

-Ben sahtekârım der...

...

Utanan insan bu kayıtlarını,

Yüzündeki yansıtmasıyla

Gittiği ortamda yerin dibine girer

Yıllarca gizlediği,

Bilinçaltındaki kirli çamaşırları,

Ve yaptığı hilelerini

Diğer insanlar tarafından

Yüz aynasında görüleceğini

Anladığından daima korkarak

İnanılmaz şekilde ürkerek,

Toplumdan uzak yaşar...

...

Bu kişi zorunlu olduğu,

Sosyal ortamlardan

Bile kaçıp uzak durur,

Girdiği ortamlarda

Yüzüne her saniye bin maske

Taksa da geçmişte insanlara

Yaptığı hainliklerin,

Ruhundaki olumsuzluklarının,

Yüzüne yansımasını gizleyemez...

...

Ekonomik ve sosyal konumu,

Ne olursa olsun,

Hangi çağda yaşarsa yaşasın,

Kaç yaşında olursa olsun,

Yaptıklarından ömür boyu,

Utanarak herkesten kaçarak,

Kapalı kapılar arkasına,

Yaşamaya kendini,

Mahkûm eder...

...

Hele de günümüzde,

İnternet, bilgisayar sayesinde,

Uzaktan bile herkesin,

Geçmişindeki ihanetlerinin,

Gittiği her yerde,

Yüz aynasında rahatlıkla,

Görünüp okuyabilmesini,

Artık kesinlikle engelleyemez...

...

Bu kişinin bilinçaltındaki,

Yıkım, yok oluş, pişmanlık,

Endişe, kaygı, kişiliksizlik,

Mutsuzluk, korkaklık,

Ve ürkeklikleri, hainliklerinin,

Kayıtları yüz aynasından,

Yedi kolda nehirler gibi,

Tüm dünyaya aralıksız akar,

Herkes tarafından,

Açık seçik görülmeye

Ömür boyu devam eder...

...

Geçmişin de yaptığı hileler,

Olumsuzluklar kayıtlar,

Yüz aynası tarafından ortaya,

Ortalığa saçıldığı için,

Kişi önce kendinden,

Sonra da toplumdan,

Köşe bucak kaçıp saklanacak,

Yer arar, daha da ötesinde

KENDİNDEN NEFRET EDEREK

Zorunlu şekilde hayatını,

İstemeden acı içinde sürdürür...

...

Doğuştan gelen sorunlu kişiliği,

Entrikacı, alaycı, olgunlaşmamış,

Kimliğiyle, ret edilen tavır,

Ve ham davranışı,

Onu her zaman istenmeyen,

Herkesçe uzak durulan,

Basit, sıranın da altındaki,

En değersiz insan yapar...

...

Tabutunu taşıyacak kişilerin

Bile kendinden tamamen,

Kaçarak uzak durduğu,

Bu kişi hayat sahnesinde,

Büyük acı, pişmanlık,

Ve olgunlaşmamış,

Her yaşındaki kaypak kişiliği,

Aldığı beddualarla,

Sessiz sedasız ölüp gider...

...

Tarih ve zaman kendinden,

UTANAN İNSANIN

Yaşadığına dair hiçbir,

Kayıt tutmaz; buna gerek duymaz,

Onu doğmamış, yaşamamış sayar...

...

UNTANMAYAN İNSAN MI?

Dürüst, mert, çalışkan, onurlu,

Başı dik, alnı açık, güven veren,

Her şeyiyle kendinden emindir...

Tarih ve zaman onunla gurur duyar,

Toplum önünde saygıyla eğilir...

 

ABDULKADİR Kaçar Adana 2023

ÜÇ POLİTİKACININ

GENÇLİK SIRLARI...

 

-İnsan kendine güveni kadar genç,

-Kuşkusu kadar yaşlı,

-Cesareti kadar genç,

-Korkuları kadar yaşlıdır...

...

Bu gezegende yaşayan,

Akıllı kişi, günümüz insanını,

Bu şekilde tanımıyor;

Muhteşem bir tanımlama

Çok doğru, isabetli,

Somut ve matematiksel bir sonuç...

...

Yukarıdaki tanıma uyan üç politikacıdan

Söz etmek istiyorum;

Unutamadıklarımın başında;

Adana’nın efsane politikacılarından

Kasım Gülek gelir;

O söyleşide şöyle demişti;

-90 YAŞINDA NİCE DELİKANLILAR,

-18 YAŞINDA NİCE YAŞLILAR GÖRDÜM...

...

Yıllarca çok yakından izlediğim,

Bu politikacı her anında,

Büyük bir özgüvene sahipti,

Her anında pozitifti;

Her sözü ise yaşama aşkıyla doluydu,

Her güzel düşünen, güzel gülümseyen,

Her an kendindeki evrensel derinliği,

Keşfetmeyi aralıksız sürdüren

Muhteşem bir kişiliğe sahipti...

...

Kendine özgüveni olan bu örnek insanın;

Hayat enerjisinin düşmediğini,

Yaşama olan tutkusunun asla azalmadığını,

Aksine tam tersine daha da,

Çok arttığını hayretle gözlemiştim...

...

Özgüveni muhteşem ve çok büyük olan;

İkinci Kasım Büyüğümüz ise,

Kasım Ener’di...

İnönü Churçhill buluşmasında,

Adana belediye başkanıymış...

...

Kasım Amcayı evinde,

Defalarca ziyaret ettim,

Her konuşmasını teybime kayıt ettim,

O da 80 ve 90’lı yaşlarında,

Olmasına karşın,

Yaşama özgüveni çok yüksek,

Yaşama aşkı ve sevinciyle doluydu...

(Her iki Kasım büyüğümün

Ses kayıtları da 2016 da arşivimi

Bağışladığım Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesinde bulunuyor)

...

Bu kentte yaşayanlar arasında

Özgüveninin yüksekliği sayesinde,

Tamı tamına 5 kez Adana

Büyükşehir Belediye Başkanı,

Seçilen kişi de Aytaç Duraktır...

Onda da yaşama sevinci,

Hayat enerjisi kendinden önceki,

Adanalı iki politikacı gibi,

İnanılmaz şekilde oldukça fazladır...

Allah sağlıklı uzun ömürler versin...

...

1938 doğumlu olan Aytaç Başkanın

Yaşama sevinci, kent için,

Neler yapabilir konusundaki,

Proje üretmeyi sürdürmesi

Dahası ulaşılmaz ve şahanedir...

Düşünceleri hala güncel,

Muhteşem bir bilgi,

Ve deneyim birikime sahip...

...

Bu üç politikacının uzun yaşama

Konusundaki sırlarının başında,

Yukarıda akıllı insanın belirtildiği gibi;

Özgüvenleri, bitmeyen İdealleri,

Her gün farklı bir şeyler düşünüp,

Keşfetmeleri, olumlu düşünmeleri

Yaşama istekleri ve sevinçleri muhteşemdi...

...

O nedenle yaşadıkları dönemlerinin

En çalışkan, en üretken,

En başarılı kişileri olmuştur;

Onların yaşlılık sırlarının,

Bu özelliklerinden kaynaklandığına

Bu gün dünden daha çok inanıyorum...

...

Uzun yaşama konusunda akıllı insan

Şunları da söylüyor;

-Hiç kimse uzun yaşamış,

Olmakla yaşlanmaz,

İnsanı yaşlandıran,

İdeallerinin bitmesidir,

Kalbi sevdikçe, neşe duydukça,

Beyni bir şeyler,

Keşfettikçe herkes gençtir...

...

Yukarıda sayılan özgüveni,

Oldukça yüksek üstün özellikleri;

Aytaç Durak başkanda gördüm...

Kasım Gülek ve Kasım Ener gibi

Adanalı politikacılarda da gözlemledim...

...

Akıllı insan yaşlılık konusunda devam ediyor;

-İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,

-OYSA YAŞAMADIKÇA YAŞLANIRLAR...

İnsan yaşlı olmaya karar

Verdiği gün yaşlanır...

...

Sonuç olarak;

Gençlik bir hayat devresi,

Değil akıl halidir,

Yıllar cildi buruşturabilir,

ANCAK RUH HEYECANININ

BİTİŞİYLE BURUŞUR...

...

Cildiniz buruşsun ama ruhunuz,

Asla heyecanını yitirmesin, buruşmasın...

Üç politikacının hayatı örnek olsun...

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

ÜÇ POLİTİKACININ

GENÇLİK SIRLARI...

 

-İnsan kendine güveni kadar genç,

-Kuşkusu kadar yaşlı,

-Cesareti kadar genç,

-Korkuları kadar yaşlıdır...

...

Bu gezegende yaşayan,

Akıllı kişi, günümüz insanını,

Bu şekilde tanımıyor;

Muhteşem bir tanımlama

Çok doğru, isabetli,

Somut ve matematiksel bir sonuç...

...

Yukarıdaki tanıma uyan üç politikacıdan

Söz etmek istiyorum;

Unutamadıklarımın başında;

Adana’nın efsane politikacılarından

Kasım Gülek gelir;

O söyleşide şöyle demişti;

-90 YAŞINDA NİCE DELİKANLILAR,

-18 YAŞINDA NİCE YAŞLILAR GÖRDÜM...

...

Yıllarca çok yakından izlediğim,

Bu politikacı her anında,

Büyük bir özgüvene sahipti,

Her anında pozitifti;

Her sözü ise yaşama aşkıyla doluydu,

Her güzel düşünen, güzel gülümseyen,

Her an kendindeki evrensel derinliği,

Keşfetmeyi aralıksız sürdüren

Muhteşem bir kişiliğe sahipti...

...

Kendine özgüveni olan bu örnek insanın;

Hayat enerjisinin düşmediğini,

Yaşama olan tutkusunun asla azalmadığını,

Aksine tam tersine daha da,

Çok arttığını hayretle gözlemiştim...

...

Özgüveni muhteşem ve çok büyük olan;

İkinci Kasım Büyüğümüz ise,

Kasım Ener’di...

İnönü Churçhill buluşmasında,

Adana belediye başkanıymış...

...

Kasım Amcayı evinde,

Defalarca ziyaret ettim,

Her konuşmasını teybime kayıt ettim,

O da 80 ve 90’lı yaşlarında,

Olmasına karşın,

Yaşama özgüveni çok yüksek,

Yaşama aşkı ve sevinciyle doluydu...

(Her iki Kasım büyüğümün

Ses kayıtları da 2016 da arşivimi

Bağışladığım Adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesinde bulunuyor)

...

Bu kentte yaşayanlar arasında

Özgüveninin yüksekliği sayesinde,

Tamı tamına 5 kez Adana

Büyükşehir Belediye Başkanı,

Seçilen kişi de Aytaç Duraktır...

Onda da yaşama sevinci,

Hayat enerjisi kendinden önceki,

Adanalı iki politikacı gibi,

İnanılmaz şekilde oldukça fazladır...

Allah sağlıklı uzun ömürler versin...

...

1938 doğumlu olan Aytaç Başkanın

Yaşama sevinci, kent için,

Neler yapabilir konusundaki,

Proje üretmeyi sürdürmesi

Dahası ulaşılmaz ve şahanedir...

Düşünceleri hala güncel,

Muhteşem bir bilgi,

Ve deneyim birikime sahip...

...

Bu üç politikacının uzun yaşama

Konusundaki sırlarının başında,

Yukarıda akıllı insanın belirtildiği gibi;

Özgüvenleri, bitmeyen İdealleri,

Her gün farklı bir şeyler düşünüp,

Keşfetmeleri, olumlu düşünmeleri

Yaşama istekleri ve sevinçleri muhteşemdi...

...

O nedenle yaşadıkları dönemlerinin

En çalışkan, en üretken,

En başarılı kişileri olmuştur;

Onların yaşlılık sırlarının,

Bu özelliklerinden kaynaklandığına

Bu gün dünden daha çok inanıyorum...

...

Uzun yaşama konusunda akıllı insan

Şunları da söylüyor;

-Hiç kimse uzun yaşamış,

Olmakla yaşlanmaz,

İnsanı yaşlandıran,

İdeallerinin bitmesidir,

Kalbi sevdikçe, neşe duydukça,

Beyni bir şeyler,

Keşfettikçe herkes gençtir...

...

Yukarıda sayılan özgüveni,

Oldukça yüksek üstün özellikleri;

Aytaç Durak başkanda gördüm...

Kasım Gülek ve Kasım Ener gibi

Adanalı politikacılarda da gözlemledim...

...

Akıllı insan yaşlılık konusunda devam ediyor;

-İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,

-OYSA YAŞAMADIKÇA YAŞLANIRLAR...

İnsan yaşlı olmaya karar

Verdiği gün yaşlanır...

...

Sonuç olarak;

Gençlik bir hayat devresi,

Değil akıl halidir,

Yıllar cildi buruşturabilir,

ANCAK RUH HEYECANININ

BİTİŞİYLE BURUŞUR...

...

Cildiniz buruşsun ama ruhunuz,

Asla heyecanını yitirmesin, buruşmasın...

Üç politikacının hayatı örnek olsun...

Abdulkadir Kaçar Adana 2023

 

 

ÜRYAN GELDİN

YİNE ÜRYAN GİDERSİN...

 

Beşik sorar;

-Nereden?

Kefen sorar;

-Nereye?

 

Şimdi düşün;

Şu anda hayatının her anını kolaylaştıran,

Yaşama refahını arttırıp,

Vazgeçmeyeceğin konforunu sağlayan,

Maddi manevi neyin var?

...

Peki, bu gün sahip olduğun

Bu değerlerden, hangilerini,

Bugünkü hayata gelirken getirdin?

...

Peki, belki de uğruna canını

Verebileceğin bu değerlerden,

Hangisini dünyadan ayrılıp

Giderken yanında mezara götüreceksin?

...

Yanıt veriyorum;

Hiç birini birlikte getirmedin,

Giderken de tek birini dahi götüremeyeceksin...

Yani üryan-çırılçıplak-geldin,

Yine üryan gideceksin...

...

Akıllı bir insan şöyle diyor;

-Hayata gelirken yatımda getiremediğim,

Giderken de götüremeyeceklerim için,

Üzülmüyorum, canımı sıkıp moralimi bozmuyorum...

...

Tamamen evrensel olan,

Bu doğal yasa dünya insanlık

Ailesinin 8 milyar bireyi için de geçerlidir...

...

Şöyle bir düşünün;

Ana rahminden çıkıp,

Dünya gezegenine,

Ayak basarken örneğin,

Yanında şunlardan hiç biri yoktu;

Para, ayakkabı, giysi,

Mutfak eşyası, buzdolabı,

Ev, çamaşır, bulaşık makinesi,

Siyasi makam, ekonomik güç,

Arsa, tarla, bağ, bahçe,

İtibar, kariyer, diploma,

Kullandığın teknolojik vs

Bu yanında var mıydı?

Elbette yoktu...

...

Yine ana rahminden çıkarken,

Dert, keder, hüzün, sorun, sıkıntı,

Bunalım, kaygı, karamsarlık,

Kötümserlik, aşk, sevda,

Sevgi, saygı vs var mıydı?

Bunlar da elbette yoktu...

...

Tüm bu değerleri burada yani,

Hayat isimli sahnede edindin...

Giderken bunlardan bir tekini,

Bile götüremeyeceksin,

Tam bir tiyatro sahnesin olan,

Dünyada neye sahip olduysan,

Giderken hepsi burada kalacak...

...

Adam ölürken oğluna;

Bir ders vermek için şöyle demiş;
-Oğlum beni mezara çorabımla gömün...

Cenaze töreninde hoca doğal olarak,

Karşı çıkıp buna izin vermemiş...

...

Babanın oğlundan çıkartması,

Gereken ders şu;

-Neye sahip olursan ol,

Tüm dünya senin de olsa

Giderken hiçbir şeyi yanında

Götüremeyeceksin,

Çünkü gelirken hiçbir şey

Getirmedin, giderken de götüremeyeceksin...

...

Burada edindiğin,

Dünya malı olan,

Mal, mülk, eşya,

Her şey için,

Asla mutsuz olma,

Bak ben bir çift çorabı bile,

Yanımda götüremedim,

Dünya malı için kimseyi kırma,

Kimseyi asla incitme,

Aç gözlü davranma,

Sahip olduklarınla yetin,

İnsanların gönüllerinde yer bul,

En büyük zenginliğin bu olsun...

...

Büyük Yunus emre diyor ki;

-ANA RAHMİNDEN İNDİK

PAZARA; BİR KEFEN ALDIK

DÖNDÜK MEZARA...

Yani hayatın çok kısa olduğunu,

Hiçbir şey için üzülmeye,

Değmeyeceğini anlatmış

Büyük usta...

...

Sadece bir kez deneme şansı bulduğun,

Hayatında her şey geçici ve biticidir,

Yaşamın nihai hedefi olan mutluluğa

Ulaşıp yüzde yüz bitecek,

Bu serüvende onu yaşamak gerekir...

...

Bunun için daima aklını geliştir,

Doğru ve yerinde kullan,

Daima özgüvenini arttır,

Erdemli davran,

Kendini ve çevreni mutlu etmeyi başar...

...

Tekrarı, deneme şansı,

Ertelemesi mümkün olmayan,

Hayat her insanın kendine ait,

Mucize ülkesidir,

Bu varlığının kralı sensin...

...

Mutlu olmak için kendine,

Özgü akılcı kurallarını koy,

Erdemli davran, adaletli ol,

Çalma, insana zarar verme,

Kavga etme, dövme, öldürme...

...

Başkalarının kural ve sınırlarına,

Bağlı olarak yaşama;

Onların sunduğu mutluluk,

Zaten mutluluk olamaz,

Seni de mutlu etmez...

...

Sahip olmak ve bulmak istediğin,

Her şey senin yüreğinin

Derinliklerinde fazlasıyla var...

Kendine odaklan an da yaşa,

İçinde yaşadığın bu gününü değerlendir,

Hayatında hiçbir şeyi erteleme

İşine aşkla bağlan ve çok çalış;

Bir söz şöyle der;

-HAYATININ EFENDİSİ OLABİLMEK

İÇİN İŞİNİN KÖLESİ OL...

...

Ömrün boyunca her daim,

B, C, Ç den başlamak üzere,

Z’ ye kadar sayısız senaryon ve

Planlarını daima hazır tut...

...

Seni mutsuz eden, aşağıya çeken,

Zamanını ve enerjini çalanları,

Hayatından hemen çıkar at...

...

Kimseyi asla kıskanma,

Dedikodu silahıyla insanlar

Zarar verme,

Daima kendi olanaklarınla yetin,

Sahip olduklarınla sevin,

Olmadıkların için asla üzülme,

O zaman kimseden korkmadan,

Özgürce yaşarsın...

...

Ayrıca mutluluğa giden her yol,

Düşük beklentilerden geçer unutma...

...

Akıllı bir insan yine şöyle diyor;

-MUTLU OLMANIN YOLU

HAYATTAN BEKLENTİNİ

DÜŞÜK TUTMAKTIR;

YOKSA KANADINDAN VURULMUŞ,

KUŞA DÖNERSİN...

...

Unutmaman gereken başka

Önemli şey de şudur;

Ne kazanırsan kazan,

Hangi güç ve makama ulaşırsan ulaş,

Hangi siyasi gücü elde edersen et,

Gelirken hiçbir şey getirmediğin gibi;

Sahip olduklarını da,

Burada bırakıp gideceksin...

...

Getirmediklerin ve

Götüremeyeceklerin için,

Canını asla sıkma,

Mutlu olmaya çalış...

...

Sonuç olarak,

Anandan üryan geldin, üryan gideceksin...

...

Bu bilgeliğe ulaş,

Mutlu yaşa nokta...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

YAŞLANABİLMEK

HAYATIN

ZİRVESİDİR...

 

Küçük bir soru;

-Sizce yaşlanmak düşkünlük mü?

-Zavallılık mı?

-Hayatta sırtını dönmek mi?

-Her şeyden vazgeçmek mi?

-İnsanın kendine yük olması mı?

-Yaşlılık mutsuzluk mu?

-Yaşlılık yolun sonu mu?

...

Bu sorulara ne gibi yanıtlar

Verdiniz bilemiyorum;

Yapılan bilimsel araştırmalara

Göre durum net olarak şudur;

-YAŞLANMAK HAYATIN

ZİRVESİDİR...

...

Bu konuda Prof. Dr. Osman,

Müftüoğlu diyor ki;

-YAŞLANMAK HUZUR,

DİNGİNLİK, KEYİF

DÖNEMİDİR...

...

Ama bunun için sağlıklı,

Sağlıklı, başarılı yaşlanma,

Sadece uzun yaşamak için değil,

Daha akıllıca, iyi yaşlanıp,

Beynimizi, zihnimizi,

Ruhumuzu ve bedenimizi yaşlılıkta

Canlı tutmak, gerekiyor...

...

Bunun için yaşlanmaktan,

Korkmak yerine üstüne

Bilinçli şekilde gitmek gerekir;

Yaşlılığı bir halsizlik,

Yorgunluklarla dolu bir

Zaman dilimi olmaktan çıkartıp,

Ömrümüzün her döneminde

Olduğu gibi yaşlılık döneminde de,

Hastalıklarla geçen zaman

Dilimlerini en azda tutmak,

Gerekir...

...

İnsan ömrünün uzaması,

Yaşlılığı bir son değil,

Bir zirve haline getirmeyi,

Ortak sorumluluğumuz

Haline dönüştürmektedir...

...

Yaşlılıkla mutsuzluk

Asla birbiriyle eş olamaz...

Çünkü hayatın nihai hedefi

Her insan için mutlu olmaktır;

Kültürel ve kişisel bir algı,

Bir duygu yaklaşımıdır...

...

Nüfus kâğıtların da yazılı

Yaşlarına oranla daha geç

Ama iyi yaşlanan, özellikle

Biyolojik ve psikoloji yaşlarını

Daha genç ve sağlıklı tutmak,

İsteyenler için vazgeçilmez

Kural; bedensel egzersizin biyolojik,

Yaşınızı küçültebileceğini,

Psikolojik yaşlanmanızı geciktirebileceğini,

Unutmayın...

...

Özellikle çeşitli akıl oyunlarını

Arttırarak beyninize yeni ilişkiler,

Kurabilme becerisi kazandırmak

Güçlendirecektir...

Özellikle 50’li yaşlardan sonra,

Akıl oyunlarının mutlaka denenmesi

Öneriliyor...

...

 

Abdulkadir Kaçar... Adana 2023

 

 

 

 

YAŞLANABİLMEK

HAYATIN

ZİRVESİDİR...

 

Küçük bir soru;

-Sizce yaşlanmak düşkünlük mü?

-Zavallılık mı?

-Hayatta sırtını dönmek mi?

-Her şeyden vazgeçmek mi?

-İnsanın kendine yük olması mı?

-Yaşlılık mutsuzluk mu?

-Yaşlılık yolun sonu mu?

...

Bu sorulara ne gibi yanıtlar

Verdiniz bilemiyorum;

Yapılan bilimsel araştırmalara

Göre durum net olarak şudur;

-YAŞLANMAK HAYATIN

ZİRVESİDİR...

...

Bu konuda Prof. Dr. Osman,

Müftüoğlu diyor ki;

-YAŞLANMAK HUZUR,

DİNGİNLİK, KEYİF

DÖNEMİDİR...

...

Ama bunun için sağlıklı,

Sağlıklı, başarılı yaşlanma,

Sadece uzun yaşamak için değil,

Daha akıllıca, iyi yaşlanıp,

Beynimizi, zihnimizi,

Ruhumuzu ve bedenimizi yaşlılıkta

Canlı tutmak, gerekiyor...

...

Bunun için yaşlanmaktan,

Korkmak yerine üstüne

Bilinçli şekilde gitmek gerekir;

Yaşlılığı bir halsizlik,

Yorgunluklarla dolu bir

Zaman dilimi olmaktan çıkartıp,

Ömrümüzün her döneminde

Olduğu gibi yaşlılık döneminde de,

Hastalıklarla geçen zaman

Dilimlerini en azda tutmak,

Gerekir...

...

İnsan ömrünün uzaması,

Yaşlılığı bir son değil,

Bir zirve haline getirmeyi,

Ortak sorumluluğumuz

Haline dönüştürmektedir...

...

Yaşlılıkla mutsuzluk

Asla birbiriyle eş olamaz...

Çünkü hayatın nihai hedefi

Her insan için mutlu olmaktır;

Kültürel ve kişisel bir algı,

Bir duygu yaklaşımıdır...

...

Nüfus kâğıtların da yazılı

Yaşlarına oranla daha geç

Ama iyi yaşlanan, özellikle

Biyolojik ve psikoloji yaşlarını

Daha genç ve sağlıklı tutmak,

İsteyenler için vazgeçilmez

Kural; bedensel egzersizin biyolojik,

Yaşınızı küçültebileceğini,

Psikolojik yaşlanmanızı geciktirebileceğini,

Unutmayın...

...

Özellikle çeşitli akıl oyunlarını

Arttırarak beyninize yeni ilişkiler,

Kurabilme becerisi kazandırmak

Güçlendirecektir...

Özellikle 50’li yaşlardan sonra,

Akıl oyunlarının mutlaka denenmesi

Öneriliyor...

...

 

Abdulkadir Kaçar... Adana 2023

 

 

 

YAZ HIRSIZLARINA DİKKAT...

Yaz mevsimi geldi, sıcaklar bastırdı...

Harıl harıl terlemeye başladık...

Okulların tatil olması,

Üniversitelerin tatil olması,

Yazlıkçıların; denize – yaylaya, öğrencilerin memleketlerine dönmesi;

Evleri yine yaz hırsızlarının hedefi haline getirecek...

Yaz hırsızlarının iştahını kabartacak...

Yaz hırsızları da tıpkı tatilciler gibi; sıcakların bastırmasını;

Kentlerin boşalmasını,

Evlerin terk edilmesini,

Dört gözle bekliyorlar...

Ancak; yapılan araştırmalara göre; zengin evleri yaz hırsızlarını iştahını daha da çok kabartıyormuş...

Hırsızlar, hangi varsılın evine gireceklerini belirlerken de şunlara dikkat ediyorlarmış;

Genellikle evlerin lüks semtlerde olması;

Posta kutularında biriken mektupla,

Gece yanmayan ışıklar,

Cevapsız kalan kapı zilleri

Hedef belirlemekte en son yöntemler oluyormuş…

Polisin tüm çabalarına karşın; yaz aylarında hırsızlık olaylarında büyük artışlar gözlemleniyor...

Tatil dönüşü soyulmuş evle karşılaşmamaları için;

Emniyet Genel Müdürlüğü yurttaşları uyarıyor...

Basit bazı önlemlerle evlerinin soyulmasının önlenebileceğini belirtiyor...

İşte; yazın evlerini bırakıp, denize, yaylaya, ya da diğer kentlerdeki yakınlarının – anne – babalarının yanına gideceklere öğütler şöyle;  23 Maddeden oluşan; bu altın öğütleri uygularsanız;

Evinizin soyulmasını,

Büyük ölçüde önlemiş olacaksınız...

Emniyet Genel Müdürlüğünün; hırsızlara karşı alınmasını istediği 23 altın öğüdü şöyle;

1-Kapı ve pencerelerinizi iyice kilitlemeden evden çıkmayın... Özellikle kapılarınızı çift turlu olarak kilitlediğinizden emin olun...

2- Uzun süre evden ayrı kalacaksanız; komşularınıza ne zaman döneceğinizi, gideceğiniz yerin adresini ve telefon numarasını bırakın...

3-Değerli eşya ve mücevherlerinizi yanınıza alın ya da banka kasasına koyun...

4-Kısa süre sonra dönecekseniz evin ışıklarından bazılarını açık bırakın...

5-Seyyar satıcı veya pazarlamacı gibi çeşitli bahanelerle evinize girmek isteyenleri sakın içeriye almayın...

6-Evinizin zili çaldığında tanımadığınız birisini soran şüpheli şahısları polise bildirin...

7-Apartman giriş kapısını sürekli kapalı tutun...

8-Tanımadığınız kişilere apartman giriş kapısını açmayın...

9-Hırsızlar kapıları sert bir cisimle kırarak evlere girdiğinde, gürültü duyduğunuzda komşunuzun kapısını kontrol edin...

10-Zemin kat ve birinci katta oturuyorsanız – pencere ve balkon kapılarını açık bırakmayın... İki turlu kilitleyin...

11-Hırsızın girebileceği yükseklikte pencere ve balkon kapılarına demir parmaklık yaptırın...

12-Hırsızların pencereleri tornavida gibi aletlerle birkaç saniyede açtıklarını unutmayın...

13-Çarşaf ve battaniyeye sarılmış halde eşya taşıyanları gördüğünüzde polise bildirin...

14-Evinizdeki küçük çelik para kasalarını gizli bir yere monte ederek saklayın...

15-Hırsızın ilk baktığı yer yatak odalarıdır; değerli eşyalarınızı evin değişik yerlerine saklayın...

16- Tatile gittiğinizde posta kutusunun anahtarını komşunuza bırakın; hırsızlar özellikle posta kutusu dolu daireleri seçer...

17-Semt Pazarlarının kurulduğu günlerde o civarda daha fazla hırsız olabileceğini unutmayın...

18-Kapınıza çift emniyetli kilit sistemi yaptırın...

19-Büyük sitelerde özel güvenlik görevlileri tutun...

20- Evinizin çevresini ışıklandırın...

21-Kıymetli eşyalarınızı sigorta ettirin...

22-evinize mutlaka alarm sistemi kurdurun...

23-Bunlara rağmen evinizde hırsızlık meydana gelmişse telaşlanmayın; hiçbir şeye dokunmadan en yakın polis karakoluna bildirin...

...

İnanıyorum ki;

Ruhsal bir hastalık olan;  çalmak – bedavadan mal ve para sahibi olma isteği yaşam isimli bu sahneye insanlıkla birlikte çıkmıştır...

İnsan yaşadığı sürece de çalma hastalığı olan hırsızlık varlığını sürdürecektir...

İnsanların toplayıcılık yaptığı dönemde, komşusunun avını çalan ilkel insan;

Bugün de komşusunun evine girerek eşyalarını, malını, parasını, çalmaktadır...

Şunları söyleyebiliriz;

Çevremizi bu türlü kötü insanlara karşı;

Bir asker, bir polis titizliğinde görmemiz, korumamız gerekmektedir...

-Bana dokunmayan yılan bin yaşasın özdeyişinde olduğu gibi;

-Bana ne diye davranırsak;  bu gün komşumuzun evine giren hırsızlar;

Yarın bizim evimize de girecektir...

Hırsızları polise, jandarmaya bildirmek; ispiyonculuk değil;

Yurtseverliktir,

Çağdaş yurttaşlık görevidir...

Unutmayalım;

Uygar yurttaş; çevresinden sorumlu olan yurttaştır...

Uygar yurttaş polise – jandarmaya yararlı olan yardım eden yurttaştır...

Uygar yurttaş yurdunu bir polis ve asker sorumluluğunda kollayan ve koruyan yurttaştır...

Uygar yurttaş devletini milletini, ülkesini sevendir...

Bir özdeyişle bitirmek istiyorum;

-Kapına mukayyet ol komşunu hırsız çıkartma...

Bu yılın sıcak yaz mevsiminin de; barış – sevgi – dostluk – coşku – gönenç içinde geçmesini dilerim...

Abdulkadir KAÇAR... 2023

 

 

YAZAR GÜZEL YAZAR?

 

Sonsuzdan sonsuza,

Işık hızında akan,

Zamanın dünyadaki gezgende

Ortaya çıkarttığı mucizenin

Adı hayattır...

...

Hayat hemen her insan

İçin bir tür devre mülktür,

Bir yandan zamanı

Tükenip gönüllü,

Ya da zorunlu gidenler,

Bir yandan yeni gelenler...

...

Hayat serüveni,

Tüm canlılarla birlikte,

İnsanların da bir tür,

Resmigeçit yaptığı,

En renkli akvaryum,

Sihirli bir sahnedir...

...

120 milyar insan

Bu devre mülkü

Kullanıp yok olup,

İnip gitmiş...

...

Doğuştan yetenekli,

Üstün zekâlı olanlar,

Okuyup düşünüp,

Çağdaşlarından,

Farklı şekilde yorumlayıp,

Eserler yazmayı başarmıştır...

...

Kendilerine, sevginin,

Her alandaki mutluluğun

Ve başarının yolunu gösteren

Eserler veren

Akıllı insanlara toplum

YAZAR demiş...

...

Toplumun önünde

Yürüyen bu zeki insanlar,

Doğduğu andan itibaren,

Hayatı beşikten mezara

Kadar, çağdaşı olan

Diğerlerinden farklı izlemişler,

Hayatı farklı şekilde,

Yorumlayıp, güzel şeyler yazmışlar...

...

Toplumun gideceği,

En doğru ve başarılı,

Yönü gösteren,

Bir tür işaret feneri olan,

Düşünceleriyle,

Çağındakileri aydınlatan,

Zeki yazarlar her zaman,

Daima güzellikleri severler,

Güzel ve olumlu şeyler yaşar,

Onları yazarak deneyimlerini,

Eserleriyle kalıcı hale getirip,

Hayat serüvenini süsler...

...

Çağının çok ilerisini görüp,

Yaşayan, anlatan ve yazan akıllı

Yazarın hiçbir şeye,

Çok derin bağlılığı yoktur,

Tamamen nevi şahsına

Münhasır bir varlıktır...

...

Yazar kimsenin tutsağı olmaz,

Satın alınmaz, satılamaz,

Arkasını dönüp giderse,

Asla geri dönmez,

Çünkü kendi her yaşında

Daima yüksek irade sahibidir,

...

Gerçek yazardaki,

Okuma, düşünme,

Olayları farklı

Değerlendirip

Yazma aşkı denizler

Kadar sonsuz, sınırsız,

Güneş kadar sıcaktır...

...

O sadece insanın

Mutluluğunu düşünür,

Sadece iyilik yazar,

Bilinçaltı evreninden,

Olumlu düşüncelerini

Toplar dünya insanlığına,

Karşılıksız dağıtır güzel,

Ölümsüz düşüncelerini,

Yazma dışında bir işi yoktur,

Ecelle ölebilecek

Kadar da dayanıklı

Kahramandır,

...

Çağında anlaşılamasa bile,

Yazarın yazdıklarını,

Küçümsemek,

Güneşi, ayı,

Denizi, rüzgârı,

Küçümsemek,

Kadar mantıksızdır...

...

Ona neden yazdığını sormak,

-Rüzgârın evi nerede?

-Güneş neden aydınlatıyor?

-Sular neden akıyor?

Demek kadar mantıksız,

Gereksiz, anlamsızdır...

Akıllı insanlar zaten ona

Böyle bir soru da sormaz...

...

Çağının ilerisindeki

Görüş ve düşünceye

Sahip olan bu akıllı insan,

Yazarken dünyanın

En mutlu kişisidir,

Hayatın her sorununu

Çözmüş gibi düşünür,

Kendini, ruh ve bedeni

İle doğuştan barışıktır,

Hayatı boyunca,

Hesabını sadece,

Daima kendine verir...

 

Okuma düşünme,

Yorumlaya yazma aşkı,

Öyle büyüktür ki,

Anlatılmaz sadece

Onun dünyasında yaşanır

Sözlerin etkisi bazen beden,

Gücünden büyüktür...

 

Her insanın iradesi farklıdır,

Yazarınki okuyup yazmak,

Yazarken kendi dünyasında,

Evrensel bir rüyayı yaşar,

Bilgisayar, kitaplar,

Yazarı asla terk,

Etmeyen sadık dostlarıdır...

...

Paraya mesafeli,

Olduğu için biraz fakirdir,

Okuma yazma, yorumlama gibi

Yüce bir sabrın dağıdır,

Yoksulluğun verdiği,

Sıkıntı ve acıdan

İnanılmaz güzellikler,

Bulup çıkartma sihirbazıdır,

...

Yazar, okuyup, düşünüp,

Yorumlayıp yazarak,

Aydınlatıcı düşüncelerini,

Dünya insanlarıyla paylaşır,

Yazı insan türünün,

En güzel icadıdır,

Yazar bu icadı ustaca

Kullanmayı başaran

Bana göre bir dehadır...

...

Ölümsüz düşünceler

Üretip yazmayı başaran,

Yazarlara sahip olan

Milletlerin tarih sahnesinde

On binlerce yıl sürecek,

Egemenlikleri olacaktır...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

ZAMAN YÖNETENE KÖLE,

YÖNETEMEYENE EFENDİ OLUR...

 

Her şeyi, her yönüyle;

Tam bir mucize olan;

Evrenin en üstün varlığı;

-İnsanın en büyük hazinesi nedir?

Sorusunun yanıtı şöyle;

-En büyük hazinesi şüphesiz ki

Ömür isimli zamanıdır

-Başlamıştır, yüzde yüz bitecektir;

-Her saniyesi dünyadaki tüm altın ve

Mücevherlerin toplamından;

Daha da değerlidir;

Asla paha biçilemez...

...

Zaman kendine hükmedip,

Başarıyla yönetenlere köle olur;

İnsana kusursuzca hizmet eder;

Onun başarılı ve mutlu olması

İçin her türlü olanağı insana

Sınırsızca sunar...

...

Ama zamanını doğru kullanamayan,

Onun bitebileceğinin,

Bilincinde bile olmadan,

Yönetemeyen hatta kasıtlı olarak

Boşa geçirip değerlendiremeyen,

Tembellik edip,

Yönetemeyenlere de,

En kötü, en acımasız,

Hatta katil bir efendi olur...

...

Yani her insan her zaman,

En büyük, değerli,

Paha biçilemeyen

Yüzde yüz bitecek olan,

Ömür isimli

Bu sihirli hazinesini,

Çok iyi anlamalı,

Çok çalışıp,

En verimli şekilde kullanmalıdır...

...

Dünya isimli bu tiyatro

Sahnesinde mutlu olan insanlar,

Zamanı isimli hazinesini,

Çok doğru anlayan

Ona efendi olmayı başaranlardır...

...

Mutsuz ve başarısız

Olanlar insanlar ise;

Onu asla anlayamayanlar,

Yok, sayıp farkında olamadan

Boş gezerek öldürenler,

Yani doğru yönetemeyenlerdir...

...

Unutulmaması gereken en önemli şey;

Zamanda her şey yavaş yavaş,

Çok büyük sabırla gerçekleşir...

Zaman insanı terbiye eder,

Zaman insana beklemeyi,

Sınırsızca sabretmeyi,

Hatta akıllanmayı öğretir...

...

Geriye dönüp baktığında,

Hemen her insanın;

-YAZIK OLDU HAYATIMA,

-TUH KEŞKE ŞÖYLE,

YAPMASAYDIM,

ÇOK PİŞMANIM,

Ya da,

-İYİ Kİ YAPMIŞIM,

-ŞİMDİKİ AKLIM OLSAYDI,

DAHA ÇOK BÜYÜK

İYİSİNİ YAPARDIM,

Dediği zamanları

Daima olmuştur, olacaktır...

...

Oysa geçmiş çoktan geçip gitmiş yitmiştir...

Biraz önceki verdiğimiz,

Nefesimiz bile geri dönmemek üzere,

Bizi sonsuza kadar terk etmiştir...

...

Sıkıca sarılıp çok dikkatle,

Değerlendirmemiz gereken,

Gerçek tek zaman dilimi ise;

İçinde yaşadığımız-bulunduğumuz,

Sonsuz şimdi olan AN’ dır...

...

Hiç kimsenin elinde sihirli

Bir değnek yok ki;

Geçmişindeki hatalarını düzeltip,

Yarınların ne getireceğini,

Önceden görebilsin...

...

Bu olanaksız olduğuna göre;

Yapmamız ve değerlendirmemiz

Gereken sahip olduğumuz

Tek zaman içinde bulunduğumuz,

Sonsuz şimdi olan şu AN’ dır...

...

Geri dönüp baktığında;

Onu doğru değerlendirenler;

-İYİ Kİ VARIM,

-İYİ Kİ YAŞIYORUM,

-İYİ Kİ ŞU MESLEĞİ SEÇMİŞİM,

-İYİ ŞU ANI DEĞERLENDİRİYORUM,

-BEDEN VE RUHUMU SEVİYORUM der...

...

Her insanın burada yapması gereken;

En doğru şey yüzde yüz bitecek olan,

Ömür isimli zamanı iyi anlamak,

Onun her türlü getiri,

Ve götürüsünü kabul edip;

Her koşulda zamanı dost edinmektir...

...

Bunun da ötesinde, söyledikleri gibi,

Zamanın söylemediklerini de,

Önceden anlayıp,

Onun öğretmenliğinden,

Çok şeyler öğrenmeyi başarmaktır

...

Hayatın ve zamanın

Her dilimine her koşulda;

Daima olumlu bakıp,

Doğru akılcı kararlar alıp,

Pozitif davranıp,

Hayatın nihai hedefi olan;

Mutluğu yaşamak olmalı...

...

Peki, zamanı kimler sevmez;

Zamana kimler düşmandır?

Hiç şüphesiz,

Onu, iyi değerlendirememiş,

Tembellik etmiş,

Pısırık şekilde davranıp

Yanlış kararlar almış olanlardır...

...

Bu kişiler hayatları boyunca,

Doğru zamanda,

Doğru karenin içinde bulunup,

Doğru düğmeye basmayı,

Başaramayanlardır...

...

Zaman bu vurdumduymazların,

Aldırmaz şekilde davrananların,

Gözlerinin önünden,

Tıpkı nehirler gibi,

Sonsuzdan sonsuza doğru,

Durmadan akıp geçip gitmiştir...

-TUH YANLIŞ YAPTIM,

-HAYATIM BOŞA GEÇTİ,

-KEŞKE ŞÖYLE YAPSAYDIM,

-KEŞKE AKLIMI KULLANSAYDIM,

-KEŞKE O KARARI VERMESEYDİM,

-KEŞKE İNSANLARI DİNLESEYDİM,

Şeklinde binlerce pişmanlıklarını,

Aralıksız olarak dile getirirler;

Ama geçip giden zamanının,

Tek bir saniyesini bile

Geri getirmek artık olanaksızdır...

...

Akıllı bir insan diyor ki;

-ZAMAN EN DEĞERLİ, HAZİNENDİR

KAYBOLAN YILLARINI GERİ

GETİREMEZSİN...

...

O nedenle;

-Zamanınızı kimlerle geçirdiğinizi,

-Kime nasıl harcadığınızı,

-Kimlerin zamanınızı çaldığına,

-Kimlerin size zaman kazandırdığına

Dikkat etmemiz gerekir...

...

Hayat koşulları,

Ne kadar olumsuz da olsa;

Asla mutsuz olmadan,

Karamsar ve kötümser

Duyguların tuzağına düşmeden,

Asla pes etmeden,

Umutla zamanın her saniyesine

Sıkıca sarılıp başarılı biçimde,

Değerlendirmek için,

Kendimizle yarış etmemiz gerekir...

...

Hz. Mevlana diyor ki;

-DÜNÜ DERT ETME,

DÜN DÜNLE GEÇTİ GİTTİ

CANCAĞIZIM;

BU GÜN YENİ ŞEYLER

SÖYLEMEK LAZIM;

-GÖREBİLİYOR,

-NEFES ALABİLİYOR,

-DOKUNABİLİYOR,

-YÜRÜYEBİLİYORSAN

-NE MUTLU SANA...

Elinde olmayanla söylenme,

Sen sahip olduklarından söz et...

...

Şemsi Tebriz-i de;

-BAŞINA NE GELİRSE GELSİN

KARAMSARILĞA KAPILMA,

BÜTÜN KAPILAR KAPANSA BİLE,

O SANA KİMSENİN BİLMEDİĞİ,

GİZLİ PATİKALAR AÇAR...

...

Sonuç olarak;

Unutulmaması gereken;

En akılcı yaklaşım şudur ki;

ZAMAN KENDİNİ ANLAYIP,

BAŞARIYLA YÖNETEBİLENLERE

KÖLE OLUP HİZMET EDER;

YÖNETEMEYENLERE DE

EN ACIMASIZ HATTA KATİL

BİR EFENDİ OLUR

CANLARINI ALIR...

...

Seçim her zaman insanın,

Özgür iradesine kalmıştır,

Kendine efendi olmayı başaranlardan,

Zaman ve tarih

Sevgi, saygı, hürmet,

Minnetle söz eder,

Bu çalışkan ve kendini

Aşan eserler verenlerin isimlerini

Yüzyıllarca unutulmayacak şekilde

Başarılı insanlar arasına

Altın sayfalara,

Altın harflerle kayıt eder...

...

SONUÇ OLARAK;

ZAMANLA YARIŞIP,

KENDİNİ AŞMAYA ÇALIŞAN,

YANİ ÇABA GÖSTERENLERLE,

ÇABA HARCAMAYANLAR,

ZAMANINI BİLEREK ÖLDÜRENLER

BİR OLURMU?

...

Dileğim her insanın,

Yüzde yüz bitecek olan

Zaman isimli

En kıymetli hazinesinin

Her saniyesini dikkatli verimli

Şekilde değerlendirmesidir;

 

Tarih ve zamanın altın sayfalarına

İsimlerini altın harflerle yazdırmayı başarmasıdır...

 

ABDULKADİR KAÇAR ADANA 2023

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder