24 Haziran 2021 Perşembe

"KILÇIK"


 

“KILÇIK”

 

ÖNSÖZ

Önsöze bir şeyler yazabilmek için uzun süre düşündüm… Bazı kitapların önsözlerini karıştırdım…

Aslında uzun söze ne gerek var?

Buyurun başlayın okumaya demek en iyisi…

Yazılarımın sizi sıkmayacağını sanıyorum…

Konuları yazarken, çıplak, yalın, dolaysız anlatımı seçmeye özen gösterdim… Tabi ne derece de başarılı oldum? Orası okuyucuya kalmıştır…

Küçük bir nokta şöyle;

Kitapta yer alan olayların hepsi gerçeklere dayanıyor… Sadece “Rüyada Röportaj”  adından da anlaşılacağı gibi düşsel bir konu…

Buyurun ilk sayfaları birlikte açalım…

Abdulkadir Kaçar… Adana 1987

(Bu kitapta yer alan konular, halen 5 ilde yayın hayatını sürdüren Yeni Güney Haber Gazetesi’nde yer aldı…)

 

 

DAVUL DOOOOM… BAŞKAN OY…

Eski başkan öldü… Yeni başkan onun için görkemli bir tören düzenledi…

Her şey tekmil… Alasından görkemli bir tören…

Bandonun arkasında yürüyenler;

-Başkan kendisi de öldüğünde bunun gibi bir tören düzenlenmesini istediği için bu şekilde davranıyor, diyenler de oldu…

-Aman efendim, bakmayın böyle söyleyenlere…

Biz cenaze törenine dönelim…

Davul;

-Dommm… Dommm… Dom…

Trampet;

-Tıkırdak tıkırdak…

Saksafon;

-Dot dottttt

Zil;

-Çast çast… Çast…

Orkestra şefinin elleri gökyüzünde sanki armuz topluyor gibi…

Sekiz, on sekiz, 118 rakamları çiziyor… Hüzünlü bir cenaze marşı çalınıyor…

Kortejin önünde zabıta, eski başkanın tabutunu taşıyor… Arkasından eski başkanın çok üzülen eşi, çocukları, diğer yakınları…

Onların hemen arkasından protokol… Protokolün ortasında başkan… Tam tekmil takım elbiselerini giymiş… Bazen ellerini yanına salıyor… Kâh birleştiriyor… Bazen eli ile başkanın elini tutuyor… Kulağına bir şey söylenmiş gibi yapıyor… Gülümsüyor…  Bazen düşünüyor… Kaşlarını çatıyor… Cenaze töreninde çalan bandonun ritmine uygun olarak tek tek basıp yürüyor…

Bazen arkasına doğru gidiyor… Göbeğini dışarıya çıkartmaya çalışıyor… Yürüyüşün her türlüsünü deniyor… Güya cenaze töreninde protokol yürürken ihale verdiği kişileri yanına çağırıp onlarla işleri konuşuyor…

-Ne oldu? O nasıl? Çizim tamamlandı mı?

Ama başkan yaklaşık 500 metrelik yolda neler düşünüyor neler… Mercimekli köfteler, sirkeli salatalar, cacıklar, turşular, soslar, tahinler, şalgamlar, ayranlar…

Tabi asıl düşündüğü de;

-Oy… Oy… Oy… Oy…

 Ey oy ne büyükmüşsün sen…

İki gözüm oy… Canım ciğerim oy… Çölde suyum oy… Oy… Şıkırdım oy… Nani nani oy… Tarallilim oy…  Şıkırdım şıkırdım oy…

Davul;

-Dom dom…

Başkan;

-Oy oy…

Trampet;

-Tıkırdak tıkırdak…

Başkan;

-Oy oy… Oy anam oy… Oy… Oy…

Tören başka tören… Cenaze değil sanki de oy toplama töreni…

Davul;

-Dom dom…

Başkan;

-Oy oy oy…

Trampet;

-Tıkırdak tıkırdak…

Başkan;

-Oy oy…

Saksafon;

-Dot dot…

Başkan;

-Oy oy… Oy anam oy…

Zil;

-Çast çast…

Başkan;

-Oy oy… Oy anam oy…

Konvoyda cenazenin arkasında yürüyenlerin büyük bölümü politikacı…

Ne kurtlar var… E, hepsi de birbirinin halinden çok iyi anlar…

Durak’ın oy hesabını bilen yaşlı, gözlüklü, kara kuru politikacı yanındakini dirseği ile dürtüyor;

-Oy… Oy… Duymuyor musun? Bunum ne güzel oy kokusu alıyor…

Şişman olan kara burunlu eğri dudaklı olan;

-He ya… Politikayı yapana helal olsun…

İkisi birden kafayı onaylamak için sallıyorlar;

-Başkan Durak sana helal olsun…

Cenaze töreni hüzünlü,

Cenaze marşı acıklı…

Politikacılar olabildiğince neşeli…

Politikacılar şen…

Hem ağlayanların, hem gülenlerin katıldığı törende gözyaşları, üzüntü ve sevin diye iki ayrı oluktan akıyor sanki…

En önde belediye bandosu…

Arkada başkan ve yakınları…

Onların arkasında politikacılar…

Yeni başkanın 12 kişi sağında, 12 kişi de solunda…

Gazeteciler bazen cenaze marşının temposuna ayak uyduruyorlar…

Politikacılar arasındaki konuşmalara kulağımız takılıyor;

-S..tir e o pez..venk…

-P…k…

-Boynuzlu geziyormuş… Şerefsiz…

-Şu namussuz yaklaşmasın yanıma…

-Bak kaçıyor. Pz.kk..

-Gözlüğünün çerçevesini si…tiğm…

-Kör p..zvenk…

Cenaze konvoyu yoluna devam ediyor… Büyük caddedeki apartmanların balkonlarından bakanlar… El sallayanlar.. Yarı beline kadar sarkanlar…

Yolun kenarında sağda solda saygı duruşunda bulunanlar…

Cenaze geçinceye kadar esas duruşunu bozmadan saygı gösterenler, selam duranlar…

Davul;

-Dom dom…

Başkan;

-Oy oy… Oy anam oy…

Trampet;

-Tıkırdak tıkırdak…

Başkan;

-Oy oy…

Eski politikacılar;

-Şunun ayağına kim basıyor deyip uygun adım(oy) temposuyla yürüyorlar…

Tabi başkan bazen birkaç adım uygun, bazen de karışık adımla ilerliyor…

Kurt politikacı arkadaşını uyarıyor;

-Bak… Bak… Durak niçin bu kadar güzel tören düzenleri?

Kara kuru olan;

-Politika yaptı… Neymiş il yönetim seçimi varmış… Diğer partililere gösteri yapıyor…

Öteki politikacı;

-Allahın’a kadar gösteri yapıyor…

-Niçin böyle görkemli tören düzenlendiğini ikinci nedeni de şu?

-Nedir?

-Durak nasıl olsa ben de öleceğim, diyor… Bak ben yaşarken ölen başkana şöyle görkemli, böyle görkemli tören yaptım… Aklınızı başınıza alın haaa… Ben ölünce de, gerçi ben ölmeyeceğim… Hayatımın sonuna kadar başkan olarak kalacağım ya, diyor… O zaman bana da en azından bu kadar güzel tören düzenleyin demek istiyor…

-Evet, bunu bilmeyecek ne var canım?

Davul;

-Doom dommm…

Başkan kalbinin üzerine koyuyor elini;

-Oy… Vallahi oy… Billahi oy… Başka bir şey istemem sizden…

Saksafon;

-Dot dot dot…

Başkan;

-Oy… Her şeyim oy… Sağım solum oy… içim dışım, sigaram, suyum, yemeğim, her şeyi oy…

Zil;

-Çast çast.. Çast…

Başkan;

-Oy oy oy anam oy… Vay anam oy…

-OYYYYYYYY!!!!!!!

Ağıt yakmaya mı başladı ne?

Ah bu politikacılar ah… Cenaze törenini bile politika malzemesi yaparlar…

AÇALIM MI? AÇMAYALIM MI?

Başkan Aytaç Durak başta… Yanında gazeteciler, arkasında sağlık görevlileri, belediyenin bir bölümünde yapılan Sağlık Müdürlüğünün İşleteceği Gıda Kontrol Laboratuarının açılma töreni…

Durak Laboratuardan içeri şöyle bir başını uzatıyor;

-Yahu müdür sen ne yapmışsın?

-Şey efendim… İşte… Elimizden geldiğince şaptık…

Durak başkan burasını kendi reklamını yapmak için kullanmaya kararlı… Ama arkasında TRT de var… içeriyi iyice kontrol ediyor… Yetkililere dönerek;

-Açalım mı? Diyor…

Yetkililer hep bir ağızdan ilkokul çocukları gibi;

-Açalııııım? diyor…

Durak etrafı alıcı gözle bir daha süzüyor;

-Yahu oldukça da gösterişli… Ama kurdele kesmek lazım…

Dönüyor;

-Açalım mıııı? Diyor…

Yetkililer bir ağızdan;

-Açalımmmm, diyor…

Durak yeniden kafasında hesap kitap yazıyor..

-Yahu buraya vali beyi de getirmek lazım ama…

Yetkililere dönüyor;

-Açalım mıııı?

Yetkililer;

-Açmayalım  mı diyor…

Yetkililer koro halinde bu kez de;

-Açmayalımmmm, diyor…

Allah Allah… Başkan Durak tam şaşırdı… Gazeteciler de şaşırdı… Belediye çalışanları da şaşırdı… Tavanı engin olmasına rağmen en küçük boydan en büyük olanına doğru çeşitli şişeler dizilmiş… Görünürde mikroskop yok… Rengârenk şişeler muhteşem bir görüntü oluşturuyor… Genizleri sarhoş eden bir alkol kokusu var…

Haftalar önceden buranın açılması için giysilerini ütüleyen, kolalayan, yeni kravatlarını takan biyologlar 8’i bayan 3’ü erkekten oluşuyor…

Durak yetkililere dönüyor;

-Açalım mı? Diyor…

Yetkililer;

-Açalımmmm, diyor…

Durak bir kez daha dönüyor;

-Açmayalım, ileri bir tariha bırakılım mı diyor?

Yetkililer ;

-Açmayalımmmm… Başka bir güne bırakalım diyor…

Durak TRT’ cilerin yanında, gazetecilerin olduğu bir yerde bu türlü siyasi yatırımın hesabını yapıyor…

-Aramızda yabancı yok, diyor…

Gazetecilere dönüyor;

-Arkadaşlar burası çok güzel olmuş… Siz ne diyorsunuz? Daha sonra açsak nasıl olur?

Gazetecilerden ses yok, birisi şöyle diyor;

-Başkanım biz burası deneme çalışmasına başladı diye verecek olursak, bunu yayına koymazlar…

Durak bu kez kafasından bir daha hesaplar yapıyor…

Yetkililere dönerek;

-Ben de o zaman bunun açılışını yapabilirim, diyor…

Sosyal İşler Danışmanı Peke Özer Öztep;

-Saaaaayyyıııın Baaaaaşşş Başşşşkannnnn…Saaaaalı güüüüüünü Ankara’dasınız… Çaaaaarşşşşaaaaaammma günü Ankara daaaa kalaaakaaakkllllaaaacak mınız?

-Evet diyor…

Özer Öztep daha da heyecanlanıyor… Herkes kendini dinliyor… Tutuklu konuşmasını sürdürmeye çalışıyor…

-Çaaaaarararrrrrrşşşşamaaaaammmmbbbba oooolllabilir…

Yetlililer ve gazeteciler, Özer Öztep konuşmasını bitirince;

-Ohhhh çekiyorlar…

Durak yöneticilere dönüyor;

-Açalım mııı?

-Açalımmmm, diyor…

Yeniden soruyor;

-Açmayalımmmmı?

Yetkililer,

-Açmayalımmm diyorlar…

Durak ne yapacağını bilmeden şaşırıp kalıyor… Birde Gıda Kontrol Otobüsü var… Ne yapacak? Yetkililerden birisi atılıyor;

-Efendim,  TRT Haber programları bu günlerde yoğun…

Başkan Durak gözlerini sıkıyor; parmağını duraklarına götürerek;

-Evet ya diyor…

-Yani diyorum, çekimi daha sonraki bir gün yapsak…

Durak;

-Haklısın… Ama program için kalabalık…

-Biliyorsunuz Sayın Başkan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı var… O bayram nedeniyle programlar oldukça yoğun…

Durak hak veriyor…

-Yok yok arkadaşlar açmayalım…

Yetkililer de koro halinde;

-Açmayalım… Yok yok açmayalım, diyor…

Başkan Durak;

-Vali beye çağıralım… Kurdeleyi kestirelim…

Yetkililer koro halinde;

-Vali beyi çağıralım… Kurdeleyi kestirelim, diyor…

Durak,

-Otobüsü de birlikte açalım…

Yetkililer;

-Evet başkanım… Otobüsü de birlikte açalım…

Durak;

-O zaman daha iyi olur…

Yetkililer, kolalı elbiseleri ile tam tekmil sırada bekleyen sağlık görevlilerinin yüzünde hafif bir üzüntü… Belirsiz bir sevinç var…

Hem TRT çekim yapacak, hem Vali bey gelecek, hem de daha gösterişli bir açılış yapacağız…

Sağlık görevlilerinden bir başkası da;

-Yahu günlerce önceden hazırlandık… Bazı şişeleri tam boylarına göre dizdik… Sonra kıyafetlerimizi ütüleyip bembeyaz kolalı yaptık…  Çarşambaya kadar kirlenirse ne olacak…

Durak bu düşünceleri dağıtıyor;

-Çarşamba günü yapalım…

Yetkililer koro halinde;

-Açılışı Çarşamba yapalım..

Başkan Durak;

-Açılışı sabahleyin yapalım… Saat 10; 00 da…

Yetkililer hep bir ağızdan;

-Sabahleyin yapalım… Saat 10;00 da…

Başkan Durak önden çıkıyor, yanında gazeteciler, çekim yapamayan TRT Kameramanları, peşinden diğer yöneticiler… Durak yürüyor, gazeteciler, yöneticiler, yetkililer hep birlikte yürüyor…

-Açılış Çarşambaya kaldı… TRT sabah 10: 00 da çekim yapacak… TRT Haber programına koyacak…

Başkan Aytaç Durak televizyonda, yöneticiler televizyonda, görevliler televizyonda eh gazeteciler de hasbel kader televizyonda belki görünecekler… Görünmezlerse de olur…

Ama Durak başkanın tüm stratejisi TV de görünebilmek…

GENELEVİ KİM AÇACAK?

Belediye koridorlarında sessiz sedasız konuşulan konu şu;

Yapımı hala devam eden yeni genelevi kimin açacağı… Kimselerin olmadığı koridorlarda, danışmanların odalarında, memurların arasında hemen her yerde bu konuşuluyor…

-Şişşşttt…

-Ne var?

-Duydun mu?

-Neyi?

-Neyi olacak? Yeni genelevi kim açacak?

-Hangi genelev?

-Amma da cahilsin, Yeşiloba’da yapımı süren, bu günlerde tamamlanması beklenen genelevi…

-Haa şu yüz milyonlarca liraya mal olanın mı?

-Evet… Evet…

Şöyle etrafına bakıyor, kimsenin olmadığını anlayınca;

-Başkan Aytaç Durak açar herhalde…

-Yok yok…

-Kim açacak?

-Bak sana anlatayım… Aytaç Durak daha önce bu konuyu çeşitli toplantılarda dile getirdi… Ama şu anda da açmam diyormuş…

-Peki, kim açacak?

-Benim duyduğuma göre Başkan Vekili Fevzi Çapar açacakmış…

-Ama başkan dururken…

-Başkan Durak açmam diyormuş… El âlemin diline düşmem diyormuş…

-Kendisi makamında otururken Fevzi Çapar’a mı açtıracak?

Böyle bir şey olmaz olamaz… Ancak Durak Başkan burada olmadığı takdirde belki o zaman Fevzi Çapar açabilir…

-Tamam, işin püf noktası da burada zaten…

-Nasıl yani?

-Açılış zamanı yaklaştığında,

-Evet, çabuk anlat… Çok merak ediyorum…

-Aytaç Durak’ın işi bile olmasa gerek bakanlarla, gerek genel müdürlerle, gerek belediyeler birliği ile yine de Ankara ya gideceği söyleniyor…

-Gerçekten mi?

-E, açılış günü geldi kapıya dayandı diyelim… Aytaç Başkan ver elini Ankara ya da İstanbul diye gidecekmiş…

-Sonra?

-Fevzi Çapar açacakmış…

-Allah Allah(kafasını iki yana sallıyor) dinleyen kişi çek sessizce uzaklaşıyor…

Adana Genelevinin açılması sırf koridorlarda konuşulmakla kalmıyor… Hemen tüm danışmanlar, üst düzey yöneticilerde bunu konuşuyor… Birbirlerini sevmeyen bürokratlar bu konuyu sevmedikleri kişiye mal ediyorlar…

-Piştt…

-Ne var?

-Genelevin önümüzdeki günlerde açılışı var…

-Açılışını kim yapacakmış biliyor musun?

-Sosyal İşler Danışmanı Özer Öztep yapacakmış…

-Haydaaaa…

-Genelevin açılışını kim yapacak biliyor musun?
-Kim?

-Aytaç Bilgen yapacakmış…

-Genelevin açılışını kim yapacakmış?

-Zabıta Müdürü Mehmet eşiyok…

-Haydaaaa…

Genelevin açılışını kim yapacak biliyor musun?

-Kim?

-Genel Sekreter Bayram Merdan diyorlar…

-Danışman Ahmet Okuyan açacakmış diyorlar…

Adana Büyükşehir Belediyesinde genelevin kim tarafından açılacağı tartışılmaya, fısıltı gazetesiyle yayılmaya devam ediyor… Çalışanlar sevmediklerinin üstüne atıyorlar…  Herkesin çekindiği, korktuğu genelevin kurdelesi kim kesecek?

Ama tahminimiz o ki; bu iş belediye başkan vekili Fevzi Çapar’ın üstüne kalacak… Bekleyip görelim…

BU GÜN MECLİS VAR…

Adana Büyükşehir Belediye Meclisi bu gün toplanıyor… Gündem oldukça yoğun…

Ancak geçen meclis toplantısında Başkan Durak, SHP gurup Başkanı Yalçın Akyol’a sormuştu…

-Belediyeden kendi adınıza ya da yakınınıza hiç emanet usulü bir iş aldınız mı?

Yalçın Akyol da,

-Hayır almadım, demişti…

Başkan Durak,

-Almışsınız, almışsınız…

Akyol,

-İspat edin,

Durak,

-Araştırıyorum… Gelecek meclis toplantısında bu konuda bilgi vereceğim, demişti…

Bakalım, bu gün bu konu gündeme gelecek mi?

Başkan Durak Akyol’un kendisi ya da yakınlarına emanet usulü iş alıp almadığı konusunda yeterli araştırma yapmış mı?

Bekleyip göreceğiz…

CİVCİV ÇIKACAK, KUŞ ÇIKACAK…

-Çok düşünüyor müdür bey… Çooook…

-İnce düşünüyor müdür bey… İnceeee…

-Kalın düşünüyor müdür bey… Kalıııın…

-Şey düşünüyor müdür bey… Şeyyyy…

-Çıkacak çıkacak…

-Civciv çıkacak kuş çıkacak… Adana Telefon rehberi çıkacak… Yıl 1983…

-Nokta düşünüyor müdür bey… Noktaaaa…

-Virgül düşünüyor müdür bey… Virgüüüül…

-İki nokta üst üste düşünüyor müdürbey… İki nokta üst üsteeeeeee…

-Ünlem düşünüyor müdür bey… Ünleeeeeem…

-Soru işareti düşünüyor müdür bey… Soru işaretiiiii…

-Apastrof düşünüyor müdür bey… Apasturoffffff….

-Civciv çıkacak kuş çıkacak… Adana’nan telefon rehberi çıkacak… Yıl 1984…

Yemekte,

Davette,

Diskotekte,

Şeyde,

Cart curt, şakırt, şukurt, şlavpkkkk..

Civciv çıkacak kuş çıkacak… Adana nın telefon rehberi çıkacak…

Yıl 1985…

İnce çıkacak…

Kalın çıkacak…

Şey çıkacak…

Yumuşak çıkacak…

Civciv çıkacak kuş çıkacak…

Adana nın telefon rehberi çıkacak…

Yıl 1986…

-Vallahi çıkacak…

-Ne çıkacak?
-Şey çıkacak…

-Unutkanlık çıkacak…

-Nokta çıkacak, iki nokta üst üste çıkacak..

-Haşırt çıkacak…

-Hangırt çıkacak…

Civciv çıkacak kuş çıkacak…

Adana nın telefon rehberi çıkacak…

Yıl 1987…

Yalın,

Unutkanlık,

Şaapmışlık,

Kandırma,

Yurtturma,

Falan,

Filan,

Oyalamaca,

İnanma, inanmama,

Çıkacak çıkacak…

Civciv çıkacak kuş çıkacak…

Adana nın telefon rehberi çıkacak…

Çıkacak

Çıkacak

50 bin çıkacak…

Zor çıkacak…

Kolay çıkacak…

Orta boylu, kalın boylu, uzun boylu çıkacak…

Civciv çıkacak, kuş çıkacak…

Adana nın telefon rehberi çıkacak…

Sokak, vatandaş, halk, abone, tribün, saha, çarşı, pazarda herkes nasıl da suçluyor PTT’ yi…

Neler ve nasıl konuşuyor?

Demokrasi… Özgürlük… Eleştiri… Vatandaşın artık canına tak etmiş…

Civciv çıkacak kuş çıkacak…

Çıktı çıktı..

Ne çıktı?

Adana telefon rehberi çıktı…

Evet, ama ölü çıktı…

Nasıl ölü çıktı?

50 bin telefon rehberinden 20-30 binin sayfaları eksik çıktı…

Neden eksik çıktı_

Oh bir bilen olsa da söylese…

Telefon rehberi 5 yıl sonra ölü çıktı…

Allah yardım eyleye…

 

BAKANIN ÖZGER AYGAR’A

AZARI ETKİLİ OLDU…

Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral’ın gezisinde en karlı Çukobirlik üreticileri çıktı…

Bakana geldiği akşam bir yemek verildi…

Cahit Aral ve Ledin Barlas yemekte Çukobirlik Genel Müdürü Özger Aygar’ı iyice sıkıştırdılar…

-Tariş ve Antbirlik ortaklarına beşte bir oranında kar payı dağıttı… Sen neden dağıtmıyorsun? Hem gazetelere bir milyar kar ettim diye niçin demeç veriyorsun, diye azarladılar…

Bunun üzerine Özger Aygar sabahleyin cebinde yaptığı hesaplarla Bakan Aral’ı beklemeye başladı…

Ancak Bakan Osmaniye, Erzin İmamoğlu’ndaki gezilerini tamamladıktan sonra Adana ya döndü… Saat 19’u geçiyordu ki, bakanın arabası doğruca Çukobirlik’in yolunu tuttu… Burada Özger Aygar suçlu biçimde Bakanı karşıladı… Daha sonra da salona toplayarak saatlerce beklettiği üzericilere bakanı karşı karşıya getirdi… Aygar;

-Sayın bakan sizin ağzınızdan açıklama bekliyorlar, diye, bir akşam önce yediği fırçanın etkisiyle Tariş’te ve Antbirlik’te uygulanan formülü Çukobirlik’te uygulayacaklarını açıkladı…

“VERGİ KAÇIRIYORUZ”

Çukobirlik üreticileri, devletin bakanı olan Cahit Aral’ın karşısında açık şekilde;

-Sayın Bakan biz devletten vergi kaçırıyoruz, dediler…

Cahit Aral oldukça şaşırdı…

-Nasıl yani, diye kekeledi… Genel Müdür Özger Aygar’a sordu…

Üreticiler diretiyordu…

-Evet, evet kaçırıyoruz… Bunu da itiraf ediyoruz, dediler…

Aral bir kez daha şaşırdı…

-Üreticiler olarak bizi korsan tüccarların ellerine bırakıyorsunuz…

Av. Uçar Erdal sürdürdü konuşmasını;

-Efendim gerçekten de korsan tüccarlar var… Bu kişiler hakkında zaten defterdarlık araştırmaya girmiş durumda… Bu kişiler doğudan gelmişler… Ellerinde kara paralar var… Bu paralarla pamuk mevsiminde binlerce ton pamuk alıyorlar… Ancak maliyeye verdikleri beyannameleri, adresleri yanlış… Sicilleri yok… Aynı isimden yüzlerce hatta binlerce kişi var, dedi…

Üreticiler, Çukobirlik’ in uyguladığı taban politikasını beğenmediklerini de söylediler… Hemen hemen ilk kez bakan ile karşılıklı açık konuşma fırsatı bulmuşlardı… O kadar güzel, sansürsüz konuşuyorlardı ki, benimde hoşuma gitti…

Devletin bakanı ile üreticinin bu kadar net konuşması başka hangi rejimde görülebilirdi? Biz hoşnuttuk, üretici hoşnuttu, ama Genel Müdür Özger Aygar değildi… Zaman zaman ellerini tıpkı orkestra şefinin hareketleri gibi yukarıya, aşağ3ıya kaldırıp indirerek üreticileri susturmay çalıştı… Ama üreticiler konuşmalarını sürdürüyorlardı…

-45 bin kişi ortağı olan dev bir kuruluş, fazlası var azı yok… Ama bu 45 bin kişi tüccara boğduruluyor… Bu yıl pamuklarını veren üreticilerin sayısı bini geçmez… Hem de piyasaya göre yüz lira daha ucuza pamuklarımızı Çukobirlik’e verdik… Olmaz, lütfen yapmayız… Biz sırf bu aradaki farkı kapatmak için vergi kaçırıyoruz… Evet, evet… Vergi kaçırıyoruz…

Üreticilerden bir kişi;

-Benim 10 milyonluk malım vardı… Ama defterde 2 milyon lira göstermek zorunda kaldım, dedi…

Sohbet koyulaştıkça koyulaşıyordu… Av Uçar Erdal bastırdıkça bastırdı… Bakanın karşısında üreticiler tarafından daha fazla eleştirilmek istemeyen genel müdür;

-Arkadaşlar Bakan beyi öteki tafta işçilerimiz de bekliyorlar, diye onu uzaklaştırdı…

Çukobirlik üreticileri karşı çıktı ama zararlı çıkan bir kişi de Genel Müdür Özger Aygar gibiydi…

“VAY YAVRUM ÖZGER AYGAR VAY!”

Sanayi Bakanı Cahit Aral’ın Adana’ ya geldiğinin ikinci gecesi…

Onun Çukobirlik’e ani ziyareti sonucu kente dönüş…

Konvoydaki Özel otomobil… Otomobilin içinde ANAP’lı bir yönetici milletvekili var… Birde ben… Sıra bir genel Müdür Aygar’ın milletvekilliği konusunda yaptığı yatırımlara gölde… Yönetici ve diğer partili;

-Özger Bey yemek veriyor, muhtarların gönlünü alıyor… Herkese Çukobirlik’in pantolonlarını dağıtıyor, diye anlatıyorlar…

Öndeki milletvekili arkaya dönerek;

-Vay Özger Aygar vay… Bu ortaklardan milletvekilliği için oy alacağını mı sanıyor? Aldanıyor… Hem benim memleketimin adamı olmayan bir kişinin karşısına dikilirim… Öyle bir dikilirim ki şaşırır kalır, dedi…

Yine Bakanın konvoyundayız… Durak’ın yeni açtığı  Seyhan Nehri Baraj Gölü kenarında akşam saatlerinde onun gezeceği güzergahta bulunuyoruz…

Başka bir ANAP’ lı milletvekili Durak ın yakın akrabasına soruyor;

-Söyle bakalım Durak’ın bu kadar hizmetini görüyoruz… Gece gündüz çalışıyor… Bu dev eserler ortaya çıktı… Ne zaman onun heykelini dikeceksiniz?

Durak’ın yakını espri yapıyor;

-Bir Karaisalı’nın heykelini dikmek mi? Allah korusun... Hadi bir Karataş’lı, ya da bir başka yerli olsa neyse…

Herkes kahkaha atıyor…

Başkan Durak Cumhurbaşkanlığı rüyası görebilir…

Milliyet Gazetesinin Pazar günü protokol konusu Belediye Başkanlarının yerini anlatan seri röportaj yayınladı…

Belediye başkanlarının Suudi Arabistan d en arka sıralarda, Almanya da ise en ön sırada yer aldığı anlatılıyor… Yine Avrupa da Cumhurbaşkanlarının Belediye Başkanlarından seçildiği belirtiliyor…

Sanırım Aytaç Durak bu nu okumamıştır…

Okuyanlar onun kulağına fısıldayabilir… Bakanlığa aday olduğu belirtilen Durak;

-Benim görevim bakandan daha iyi, diyordu…

Ama sonunda da ekliyordu;

-Bakanlıkların hangisini bana vereceklerine bağlı…

Şimdi Başkan Durak‘ın bu konuyu öğrendikten sonra Cumhurbaşkanlığını düşünerek Adana ya daha iyi hizmetler yapacağımı ümit ediyorum… İnşallah bir kişi bunları kendisine anlatır…

M.REŞİT AYHAN İÇİN

KURBAĞA VE KERTENKELE

ÖYKÜSÜ…

Adana Büyükşehir Belediye Genel Sekreteri Mehmet Reşit Ayhan istifa mı etti? Görevine devam mı edecek? Ya da izinli mi sayılıyor?

Bu konular günlerce konuşuldu… Bu günlerde Mehmet Reşit Ayhan’ın Belediyedeki boşluğu hissedenler ilginç bir öykü anlatıyorlar… Önce öyküyü dinleyelim, sonra da konu üzerinde karanızı bekleyelim… Bakalım siz ne düşüneceksiniz?

-Nemrut kurduğu puperest temele dayalı devletin bütün ihtişamı ile yönetirken, Hz. İbrahim tek tanrıyı ve bu putların tanrı olamayacağını yaymaya ve sonuçta da taraftar toplamaya başlamış…

Hatta öyle ki,  Nemrut’un çevresindeki pek çok insanlar Hz. İbrahim’e inanmaya başlamış… Nemrut telaşa kapılmış… Kurduğu devleti ve ihtişamı kaybetmekten korkmaya başlamış… Bir gün çok sinirlenmiş… Hz. İbrahim’i yakalatmış… Civarda ne kadar orman varsa kestirmiş… Urfa da şimdiki balıklı göl denilen yerde odunları dağlar gibi yığdırmış… Hz. İbrahim’i de bir mancınıkla ateşin içine fırlatılmak üzere bağlatmış… Odunları ateşe vermiş…

Hz. İbrahim, bağlı bulunduğu mancınıktan etrafa bakınıyormuş… Bir de ne görsün kurbağanın biri bıdı bıdı koşarak yakındaki su birikintisinden ağzına su alıyor, gelip ateşe püskürtüyormuş…

Hz. İbrahim;

-Ne yapıyorsun ey kurbağa? Demiş..

Kurbağa da;

-Ateşi söndürmeye çalışıyorum Hz. İbrahim demiş…

Hz. İbrahim;
-Ağzındaki hazne nedir ki? Aldığı su bu cehennem gibi ateşi söndürmeye yete?

Kurbağa;

-Bunu bende biliyorum… Ya İbrahim… Ama dostluğumu, iyi niyetimi göstermek istiyorum, demiş…

Hz. İbrahim öbür tarafa dönmüş, bakmış ki kertenkele dala tünemiş yanan ateşi sürekli üfürüyor…

Hz. İbrahim;

-Ne yapıyorsun ya kertenkele? Demiş…

Kertenkele;

-Ateşi körüklüyorum ya İbrahim, demiş…

-Ciğerinin haznesi nedir ki, aldığı hava ne ola? Bu dağ gibi ateşi yakmaya yete?

Kertenkele;

-Bunu ben de biliyorum ya İbrahim… Ama düşmanlığımı, kötü niyetimi göstermek istiyorum, demiş…

Hz. İbrahim;

-Peki, bunda kazancın ne olacak?

Kertenkele;

-Güçlüye yaranmak, düşene tekme vurmak benim şiarımdır, demiş…

Bilinen odur ki, kertenkele o günden beri insanlardan kaçar olmuş…

Öyküyü anlatan belediye çevreleri, çalışkan, mert, dürüst, namuslu olan Mehmet Reşit Ayhan’ı görevden alınması için kertenkelelerin çoğaldığını söylüyorlar…

Benden öyküyü aktarmak… Görüşleri yazmak… Gerisine okurlar karar verecek… Her zaman olduğu gibi…

AVNİ ANIL…

Allah Allah…

Şu ünlü bestekarımız Avni Anıl Adan’ dan kaçtı gitti, ama hakkında anlatılanlar hala bitmedi, bitmez, bitmez de…

Çünkü her gün yeni yeni olaylar anlatılıyor…

Tezgahtar olan öğrencisinden borç para almış…

-Bana 500 bin lira lazım, deyince, bir mağazada tezgahtar olan Türk sanat Musikisi tutkunu zavallı genç, kasadan hemencecik 500 bin lira almış…

-Sonra yerine koyarım diye…

Nerede? Aradan günler, aylar geçmiş… 500 bin lira da Avni Anıl da gitti gider…

Sonra Tiyatro oyuncusu son zamanların Konservatuar Sekreteri Perihan Doygun da Avni Anılzede…

Hoca,

-Kızım bana 300 bin lira lazım, demiş…

Mert, dürüst, Çukurova’nın tüm yaratıcılığını üzerinde taşıyan sevgili Perihan bacımız;

-Hay hay hocam, demiş… Bulmuş buluşturmuş… Vermiş…

Hoca gitti, Perihan Bacımızın parası da gitti…

Ne olacak şimdi?

Vallahi Avni Anıl ile ilgili yazacak o kadar çok şey birikti ama zamanı gelince yazacağım…

Şimdilik bu kadar…

“HAYIRSIZ” “HAYIR KAMPANYASI”

Anavatan Partisinin referanduma hayır kampanyasının hem basına açık, hem de kapalı olan bölümlerini izledim… Ama

-HAYIR, sözcüğünü kimse kullanmadı…

Özellikle dikkat ettim… Hem “HAYIR” kampanyası aç, hem de bu sözü hiç kullanma…

Hayret ki, ne hayret… Genel Başkan Yardımcısı konuşuyor…

-ANAP hizmetlerini engellemek isteyen bürokratları ezelim…

-Parti olduk, büyük parti olduk, hükümet olduk, hükümet kurduk, eski hükümetlerin 4-5 katına çıktık…

-Sandığa hâkim olamadık… Ama hem 6 Eylül de, hem de genel seçimde sandığa hâkim olacağız…

Artık toplantı sona erecek,

-HAYIR, oyu verin… Ya da verilmesi yönünde çalışın sözü yok…

Bir konuşmacı;

-Şu ana kadar konuşuldu ancak bize ne şekilde çalışmamız gerektiği söylenmedi… Ne yapalım?

 Bunun üzerine Seçim İşleri Başkanı İbrahim Özdemir, konuşmacıya teşekkür etti… Ama yine “HAYIR” sözünü kullanmadan üstü örtülü olarak şöyle dedi;

-Apartman apartman, sokak sokak, dolaşın… Anlatın herkese anlatın… Bu şekilde çalışın…

-Hani HAYIR, oyu verin sözü?

Vallahi billahi helal olsun.. Politika saatlerce konuşup, hiçbir şey anlatmama sanatıdır sözü gibi bir olay yaşandı…

Yani kısacası önceki günkü toplantıda hiç kimse;

-6 EYLÜL DE YAPILACAK REFERANDUMDA HAYIR OYU VERİLMESİ YÖNÜNDE ÇALIŞIN sözünü kullanmadı…

Hararetli konuşmalar yapıldı ama “HAYIR” sözünün kullanılmadığı “HAYIR Kampanyasının Adan Bölgesindeki çalışmaları da böylece tamamlanmış oldu…

REMZİ ÇERÇİ YOKTU…

“HAYIR” kampanyasında bölgede yapılan delege seçimlerinde hezimete uğrayan ANAP’ lı milletvekili Remzi Çerçi katılmadı…

Politikacılar;

-Remzi Çerçi’nin kaç donu var ki buraya gelsin?

-Remzi Çerçi de yürek mi var ki?

-Katılmaz kardeşim… Katılamaz… İşte bu kadar…

UYUYANLAR

Hava sıcak, konuşmacıların harareti ortalığı daha da ısıttı…

Herkes uyumaya başladı… Öyle ki 500 kişilik salonda rahat 20-30 kişi birbirlerinin omuzlarına dayanarak horul horul uyudular…

Ama uyuyanların içinde bir de Belediye Başkanı vardı onun da fotoğrafını çektim…

ÜZÜNTÜLÜ HABER

Toplantının basına açık olan bölümünde gelen bir telgrafla Mut İlçe Başkanı’nın öldüğü açıklandı… Toplantıya katılan herkes çok üzüldü… Ancak basına kapalı bölümde gelen haber de o kadar üzüntülüydü… Çünkü İskenderun İlçe Başkanın da 14 yaşındaki oğlu trafik kazasında öldüğü için toplantıya katılamadığı mesajı ulaştı…

 

MECLİS ÜYELERİNİN HEYECANI…

Önceki gün belediyedeydim… A, meclis üyelerinin hepsi belediyedeler.. Şaşırdım… Oysa üyeler sadece ve yalnız meclis toplantısına gelirler…

Toplantı saatinden önce gelenler pek görülmez… Şaban Mercimek, Ahmet Özkan, Mehmet Köse toplantı öncesi Belediyeye gelip halkla yakından ilgilenirler… Ötekiler ise ancak toplantı başlayınca içeri girerler, toplantı biter çıkarlar…

Ama önceki gün meclis üyelerinin belediyenin tüm birimlerinde görünce şaşırdım…

-Hayırdır yahu? Siz böyle buralarda pek görünmezdiniz de?

Bazıları gülümseyerek, önce bayramlaştılar, sonra da;

-Eeee Avrupa yolcusuyuz…  Yani anlarsınız ya… Hazırlık yapıyoruz…

Valla meclis üyelerinin bu heyecanlı mutlulukları çok huşuma gitti…

Şu anda hayır harıl Avrupa yolculuğunun hazırlığını yapıyorlar… Evraklar, imzalar, belediye birimlerindeki işlemler… Belediye Meclis üyeleri çok heyecanlılar çok… Avrupa seyahati… Yolları açık olsun…

GÜVERCİNİ(DSP)’Yİ

KIRATA(DYP)YE ŞİKÂYET…

DYP Yüreğir İlçe Başkanı önder Girici’nin odasındayız… Bir köylü oturuyor… Ama konuşmuyor… Onu Önder Girici’ye getiren kişi mısır tohumluğu konusunda sorununun olduğunu anlatıyor… Girici de küçük bir telefon ilişkisi ile köylünün sorununu çözüveriyor…

Köylü mutlu, başlıyor konuşmaya… Sorunu çözümlendi ya… İşi görüldü ya…

-Önder ağa, bizim köye güvencinler akın akın gelmeye başladılar…

-Allah Allah... Düşünüyoruz niçin güvercinden şikayet ediyor…

Önder Girici şaşkın… Köylü vatandaş Girici’nin yanına getiren kişi giriyor devreye…

-DSP canım, DSP, diyor…

-Haa Demokratik Sol Parti…

-Siz neden gelmiyorsunuz? Ben Hacı Ahmet’in torunuyum…

Anlatıyor köylü vatandaş…

Köyü Tülüce, yeni adı (BEYCELİ)

Girici soruyor;

-Kaç kişi güvencinle giden köylü?

-Valla pek yok gibi…

Köylü işi görüldüğü için Girici’ye,

-Bana kayıt yapmam için kağıt verin…

-Hay hay… Bir değil, 10,20 kağıt verelim…

Girici sıkı sıkı tembih ediyor;

-20Yaşındaki gençleri de kayıt et ha…

-Tamam ağam… Güvercin işini sen bana bırak…

Bakalım köylü vatandaş güvercine ne yapacak?

“BUYURUN BAKAN BEY,

MUAMELE ODASINA”

ANAP ‘lı Milletvekili Şevket Gedik önde, Maliye Bakanı Kurtcebe Alptemuçin arkada…

Ticaret Borsasını gezen ekibe Gedik başkanlık ediyor…

-Burası kütüphane…

Bakan kafasını sallıyor…

-Mükemmel mükemmel…

-Burası Bilgisayar odası…

-Allah Allah harika…

Şevket Gedik yorgun, şaşkın, kendi aralarında bakanı paylaşamayan partililerin arasını bulmaktan yorgun düşmüş…

Gezi sürüyor, gedik bir taraftan da terini siliyor…

Kapısında, Muamele odası yazan yere gelince, Şevket Gedik geri çekiliyor eli ile bakana;

-Bakan Bey buyurun Muamele odasına, diyor…

Tabi olayı izleyen gazetecilerle diğer davetlilerde “MUAMELE ODASI” sözüne tebessüm ediyorlar…

Bazıları sesli şekilde gülüyor ya…

Neyse Bakan, olayı hemen ört bas etmeyi başarıyor…

 

BALCALI HASTANESİNİN

TELEFON ÖYKÜSÜ…

Balcalıya taşınan Ç.Ü. Tıp fakültesinin telefonunu arıyoruz…

Nasıl aranır? Elbette Çukurova Üniversitesi Santralinden… Numarayı çeviriyoruz…

333’ten 99 a kadar olan numarayı…

Uzun uzun, derin derin çalmadan telefon açılıyor…

-Alooooo… Üniversite santrali…

-İyi günler hanımefendi… Hastanede şu kişiyle görüşmek istiyorum…

-Mümkün değil..

-Neden?

-Çünkü onların telefon numaraları ayrı…

-Yani siz bağlantı yapamıyor musunuz?

-Hayır…

-Peki, Tıp fakültesi Hastanesinin telefon numarasını biliyor musunuz?

-Hayır bilmiyoruz…

-Aranızda kaç adım var? Aynı Üniversitenin bölümü değil misiniz? Ya da sizi bu kanaldan arayan vatandaşlara iletmeniz için hastane numarasını vermediler mi?

-Hayır…

Allah Allah…

Eski rehberden Numune Hastanesinin telefonlarını buldum… Öyle ya, hastane taşınır da vatandaşların, kamuoyunun bildiği numaralar taşınmaz mı? Tabi taşınır…

393 24 ten 28 e kadar… Ayrıca 41570, 37522…

-Neresi?

-Nomone Hastanesi…

-Balcalı değil mi?

-Hayır… Eski nomone hastanesi…

Kırık ve bozuk bir Türçesiyle vatandaş…

-Balcalı hastanesini nasıl bulacağız?

-Ban size bir tilifon numerosu vereyim 33+85…

-Sağolun…

-Bu nomero ile ararsan bulursun…

Telefon çalıyor, çalıyor, çalıyor, maalesef cevap yok… Bu kez yeniden Numune Hastanesinin 41572 numarasını arıyorum…

Telefonlar 47851 den başlıyor…70’e kadar yani 20 hat…

-Hay Allah razı olsun diye başlıyorum çevirmeye…

4785120 başta olmak üzere tüm numaraları deniyorum…

-Evet… Cevap var… Allah Allah… Mucize mi? Böyle bir şey olamaz…

AH PTT AH…

Vallahi billahi benim suçum değil… Bu PTT insanı deli ediyor… Ama dileğimiz kısa zamanda, Adana içindeki telefon şebekelerinin yerli yerine oturması… Bir daha bu konularda gazetecilere PTT den malzeme çıkmaması…

Peki, PTT ne yaptı?

Buyurun Mahfesığmaz daki telefon santral naklinin macerasına…

2.Sulama kanalının altında bulunan PTT lojmanlarının aşağısı 3 bin hatlık bir ek santral düşüme sevdasına kapıldı…

Bir Cumartesi ve Pazar evlerinde dinlenen, haftalık tatil yapan vatandaşlar telefonlarının çalışmadığını görüp hayret ettiler…

-Arızadır, diye 021’i aradılar…

Ses yok, hayret ki, ne hayret… Kendi kendilerine biraz aptallaştılar…

Sonra Pazartesi günü işyerlerini açtılar 021 i sordular…

-Vallahi haberimiz yok…

011 i arayıp sordular;

-Vallahi haberimiz yok yanıtını aldılar…

031’i aradılar;

-Haberimiz yok…

En sonunda nöbetçi müdüre ya da diğer müdürlere sordular…

Onlar da sonradan akıllarına gelen bir eda ile;

-Eveeeeet… Tabi yaaa… Oraya santral kuruluyor…

-Kim kuruyor?

-Vallahi biz kuruyoruz galiba…

-Bu santral çalışmanız tüm bölge telefonlarını felç etti… Ne olacak?

-Randıman alınamadığını söylüyorlar…

-Ne randımanı, abonenin telefonu ya çalışır ya da çalışmaz…

PTT’ ciler,

-Randıman alamadık sözüyle şunu söylemek istiyorlar…

-Efendim biz santrali bağladık ama 3 bin aboneden 2999  çalışmıyor… Ya bir telefon çalışıyor… Ya da 2999 u çalışmıyordu…

Aslında Randıman sözü öyle geniş bir çerçeve ki, nereye çekerseniz oraya gider…

-Sonre ne oldu?

-Vallah PTT ye gelen şikâyetler arttı… Çünkü aradan 15-20 gün geçmişti… PTT’ ciler hala randıman alamadıklarını söylüyorlar..

-Ne yaptılar?

-Ne yaptıklarını bilemem… Ama asıl telefon aboneleri ne yaptı? Onlara sormak gerekmez mi?

-Evet…

-Telefon aboneleri önce kendilerine ne dediği belirsiz gelen duyurudaki telefon numaralarının takılı kaldığını sandılar… Tüm tanıdıklara, yakınlarına şu benim telefonum 60 binile başlıyor… Eski telefonumu silip, yeni telefonumu yazın…

Yeni telefonu aramak ne mümkün? 60  binli telefonlar ne olduysa PTT tarafından yeniden iptal edildi… Ne yapıldığı da belli değil… Sonra abonelerin yeni telefonlarını verdikleri arkadaşlarını yeniden arayıp, evlerinin ya da o bölümdeki işyerlerini aradılar…

Aboneler hayretle sordular…

-Hangi numaradan aradın?

Onlarda, eski telefon numaralarını vermek zorunda olan aboneler, hem eski hem de yenilerini yazmak zorunda kalıyorlar…

-E PTT’ nin bu bölgedeki santrali nakletme sevdasının finali henüz belli değil…

Buradan PTT yetkililere sesleniyorum;

-Allah rızası için bir açıklama yapar mısınız? Ne olacak buradaki 3 bin abonenin durumu? Sayenizde hala karanlıkta…

 DURAK BAŞKANIN

ÖZEL İSTİHBARATI…

Başbakanın gelişinde Başkan Durak aleyhinde çeşitli pankartlar vardı…

-Özal altın sarısı, AYTAÇ DURAK ANAP’ ın yüz karası…

-Özal’a evet… Durak’ a hayır…

Durak buna çok kızdı, içlendi, hırslandı, kinlendi…

Özal gittikten sonra hatta havaalanındayken özel istihbaratını devreye soktu…

-Bu pankartları kim tutuyordu?

-Kim vermişti?

-Kim onlara bu pankartları taşımalarını söylüyordu?

Kim,

Kim,

Kim?

Bir taraftan Başbakanı Yılmaz Hocaoğlu’undan  kapmaya çalışan Durak, bir taraftan çevresindekilere;

-Bu pankartların sahiplerini bulun, diye talimat verdi..

Belediyenin havaalanında Özal’ın konuşmasında bulunan yüze yakın görevli cayır cayır bu yönde çalıştılar… Bazı sonuçlar aldılar…

Başkan Durak ertesi gün çıkan gazetelerde nasıl değerlendirildiğini inceden inceye değerlendirdi…

Gazetecilerden çekilen pankartların filmlerini istedi…

Bir kez, sonra özel olarak çekilen video aleyhindeki kasetini izleyince daha da çok heyecanlanıyordu…

Hop oturup, kalktı…

Sinirleri birkaç kez daha tepesine çıkıp indi…

Şu anda Durak özel istihbaratını devreye sokmuş durumda…

Gerek pankartları tutanların verdikleri ipuçları, gerek videodaki görüntüler, gerekse gazetecilerden toplattığı filmleriyle belli ipuçları ele geçirdi…

Durak şimdi suskun, derin ve sessiz bekleyiş içinde…

Durak bu… Ne yapacağı belli olmaz… Nasıl atraksiyon göstereceği bilinmez…

Ama elde ettiğimiz bilgilere göre;

Biiir, bu bilgileri 20 Eylül den sonra yapılacak Seyhan İlçesi Kongre öncesi propaganda malzemesi olarak rakiplerini ezmekte kullanacak…

İkiiii bu pankartları düzenleyen kişiler, kesinlikle Seyhan İlçe Kongresine alınmayacak…

Ancak, şu da gerçek Durak başkanın özel istihbaratını çok iyi çalışması gerekiyor… Çünkü karşısına aldığı o kadar çok kişi ve gurup var ki…

Bir gurubun yaptığını, başka kişilere yükleme hatasına düşmemesini dileriz…

Aksi takdirde özel istihbaratlarına güvenerek  girişeceği operasyonlarda birkaç muhalif gurup daha yaratmaması hiçten bile değil…

 

ECEVİTLER…

Ecevitler’in son Adana ya gelişlerinde Ramazan Atikaslan’ın yıldızı parladı…

Av. Enver Akçınar’ın yıldızı söndü gibi…

Bu yargıya nereden vardınız diye sorarsanız söyleyeyim;

İnci Oteli… Ecevitler toplantı yapıyor…

Rahşan Hanım Ramazan Atikaslan nerede diye bulun getirin demiş…

Önemli diye haber salmış… Herkes seferber olmuş…

Bu sırada eşi Jale Akçınar ile gelen Av. Enver Akçınar’a, Rahşan hanım;

-Biz burada örgüt toplantı yapıyoruz… Lütfen dışarı çıkar mısınız diye terslemiş…

Bu iki olayı gördükten sonra herhalde tersini söylemek mümkün değildir…

Bu arada Ramazan Atikaslan ‘ın Seyhan ilçesi Belediye Başkan adaylığının Ecevitlere iletildiği istihbaratımız arasında… Ecevitler buna nasıl mı cevap vermişler?

-Zaman var daha bekleyelim olmuş…

Ama Enver Akçınar niçin Rahşan Hanım tarafından dışarı davet edildiği konusu da şöyle;

Güya Av. Enver Akçınar, beyaz bir takım elbise giymiş,biçimsiz şekilde göbeği çıkmış.. Üstelik beyaz giysisinin altında simsiyahta göbeğinin kılları çıkmış…

“GANİ EFENDİ; SEN BİZİ,

BİZ DE SENİ BİLİRİZ”

Durak meclis toplantısında çok sinirliydi öyle ki;

-Allah bir daha başkanlığı bana nasip etmesine kadar götürdü…

Ama duygusal, kırgın konuşmasının en önemli bölümünde eski  inşaat müdürü Gani Altıok’a karşı yaptı…

Şu anda İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı olan Gani Altıok için Durak şöyle dedi;

-Gani efendi çıkıyor, Durak’ın bu yaptıkları kanuna aykırı diyor… Buyur…

-Ben YSE Bölge Müdürlüğü yaptım… DSİ de çalıştım…

Devlet memurluğundan ayrılınca zemberek gibi fırladık… Sıfır sermaye ile nerelere geldiğimizi herkes biliyor… Gani Efendi, sende bir şey yap… Öyle ahkam kesmekle olmaz.. Görelim… Kabiliyetini kullan… Gani efendi Gani Efendi, sen bizi, biz de seni biliriz…

 

ŞAŞKIN GENEL KURUL.

Aski’nin şaşkın genel kurulunun 2.tekrarında çok şükür ki iki denetçi seçildi…

Büyük mücadeleler, kulislerden sonra 16 oy alan Muzaffer Kaya ile Suat Atlığ denetçi oldular… 14 Oy alan Mustafa Yılmaz ve Alidağ Akverdi ise yedek denetçi oldular…

Denetçilerin seçilmesi sırasında ilginç teklifler oldu…

Botaş’ın Avukatı Muzaffer Kaya;

-Ben görev almak istiyorum, dedi…

Kaya’nın yakında Adana’ya döneceğini anladığını söyleyen Durak ‘a Kaya;

-Efendim siz biliyorsunuz… Ben zaten döneceğim, deyince…

Durak şaşkınlaştı, Av. Kaya ya dönerek;

-Yahu ben meclisi buna inandırmaya çalışıyorum… Tabi haberim var, dedi…

SHP’lilerin ANAP ve bağımsız kongre üyeleri Teftiş Kurulu Başkanı ve Belediye Başkan Yardımcısı M.Ali Dağtaş’ı önerdiler… Ama geçim sıkıntısı çeken, yıllardan beri belediyecilik yapmasına rağmen bir evi bile bulunmayan Dağtaş’a Durak;

-Ne düşünüyorsun Sayın Dağtaş, dedi…

Dağtaş ;

-Efendim ben 657 sayılı yasaya göre devlet memuruyum… Benim denetçi olmamı ancak başkan önerebilir, dedi…

Dağtaş’ın bu davranışı takdirle karşılandı…

İNCİRLİKTEN İNCİLER-2

SHP’ nin İnciklik’ te düzenlediği gece… Konuşmacılar iktidara Durak’a veryansın ediyor… Ben de ilginç olanları ayıklayıverdim… Şöyle;

-Yolsuzluk, talan rüşvet…

-Hırsızlar ayıplarını örtebilmek için para dağıtıyorlarmış…

-Bu üçkâğıtçılardan ne bekliyorsunuz?

-Durak önce yaptığı yolsuzlukların hesabını ver…

-Özal Amerika da eğitim gördü Türkiye ye ışınlandı…

-Özal İMF’ nin mutemetliğini yapıyor…

-İşçilerimizi ısıran Amerikan Köpekleri ile işbirliği yapıyor…

-DSP ihanet yuvası oldu… Güvercin ihanet tohumları saçıyor…

-DSP de demokrasi yoktur, faşist bir diktatör vardır…

-16-17 yaşındaki çocuklarımız sünnetsiz… İslami kurallara göre bunları sünnet ettireceğim…

-Bir fırsat verin, bir deneyin pişman olmayacaksınız…

-Ey hükümet, ey Aytaç Durak, bu güne kadar neredeydiniz?

-Hükümet Ankara da ya Durak nerede?

-Onu bilmeyecek ne var canım? Kurttepe dolaylarında kendi arsasını değerlendirmek için kenti kuzeye kaydırmakla meşgul…

Adı Büyükşehir Belediye Başkanı;

-Durak hakkın rahmetine kavuşacak, sonra gelen gençler onun yaptıklarının değerini anlayacaklar… Ama göremeden ölecek…

-Para karşılığı oylarını satanlar, satın alınanlar, vatanını milletini satanlardan farksızdır… Bunlar vatan hainidir…

-Para ile oy toplayanlar, sonra ne yapacaklar? Başkanlığı aldıktan sonra paralarını çıkarabilmek için belediyeyi soyacaklar…

-Özal tabanca, karısı çiçek satıyor…

-Özal dönemi Uganda’ daki İdiamin dönemine benziyor…

-TV ANAP iktidarının borazanı oldu…

BASIN BÜLTENİ HAZIRLANIYOR…

Saat 15:00 Gazeteciler tekmil bekliyorlar…

Kolera ile ilgili bülten dağıtılacak… Bir sürgünden kurtulup, diğerlerinden sıyrılamayan İl Sağlık Müdürü Dr. Nevzat Şahan ’ın makamı bekleme odasındayız…

Oda boş… Sat 15: 10, kimse görünmüyor…

Sat 15: 15 kimse yok…

Gazeteciler pirelenmeye başlıyor…

Dışarıda bardaktan boşanırcasına mevsimin ilk yağmuru heyecan yaratıyor…

Hesap yapan gazeteciler;

-15: 15 ‘te al… 15: 45 te  haberi geç… Sayfaya girmesi için yazı işleri müdürü görecek…

Bitlis’e sürgün olmasına rağmen 3 aylık rapor alan dr. Nevzat Şahan makamına konuk olarak gelmiş… Gazetecilerin bulunduğu bekleme odasının kapısı müdür beyin makamına ötesi sekreterine açılıyor… Makamına açılan kapıdan içeriye bir kafa uzanıyor, sonra hızla geri çekiliyor…

Sekreterin yanı müdür beyle görüşmek isteyenlerle dolup taşıyor…

Dışarıda müdür beyle görüşmek için bekleyen olgun yaşlı bir bayan;

-Derdimi gazetecilere anlatayım bari diye, gelip yanımıza oturuyor…

-Ben DSP İl Başkanı Ahmet Küçükmustafa’nın eşiyim, deyince, gazeteciler etrafında toplanıyor…

-33 Günden beri bekliyorum, emeklilik için dilekçe verdim… Bakanlık kabul etti… Ancak dilekçeyi bana tebellüğ etmiyorlar… Evrakları teker teker aradım yok… Oğlum üniversite sınavını kazandı… Kayıt etmeye götüremiyorum… Sonra da tatile gidemedim…

Yağmur sicim, bardaktan boşanırcasına yağıyor… Gökyüzü sanki yarıldı…

Müdür beyin makamının kapısı yine açıldı… Bu kez başka bir baş uzanıyor… Acele ve sert biçimde geri çekiliyor…

Saat 15: 30 ufukta henüz bülten yok…

Dakikalar, saniyeler geçiyor… Telefon çeviren gazeteciler bürolarına bilgiler ulaştırıyorlar…

-Vali beyin onayına gitmiş…

-Tamam tamam… Yerini ayırın…

-Vallahi burası devlet dairesi… Ne zaman çıkacağı belli olmaz…

-Yok, abi, yarım saattir bekliyoruz…  Müdür bey hala yok…

Saat 15: 40 bülten hala yok…

Sekreterin odasından içeriye bakanlar artıyor…

Müdür beyin makamı hınca hınç dolu… oradan uzanan kafalar yoğunlaştı… Sağlık Müdürlüğüne vekalet eden Dr. Yalçın Şahan Ertaş odaya giriyor…

-Arkadaşlar Bülteni Vali,

Konuşmasını kesiyor… Emekli Salık Müdürünün makama giriyor… 15 dakika sonra çıkıyor… gazetecilere bakmadan… Emekli isteği ile bekleyen Hemşireye;

-Sen ne bekliyorsun? Her işin yolu yordamı var değil mi?

-Şey efendim…

-Şeyi meyi yok… Ne işin var burada? Sinirli ve kızgın şekilde davranıyor…

Hemşire hanım suskunluğu tercih ediyor…

-Basın Bülteni ne oldu Yalçın Bey, hala bekliyoruz… Merkezi İstanbul da olan gazetelere giremeyecek…

-Tamam arkadaşlar… Şu anda bitmek üzere… Vali bey onaylasın iş tamam…

Hemşireye kızgın bakışı sürüyor… Titrek ve kızgın bir şekilde kapıyı çekip gidiyor…

Gazeteciler Nevzat Şahan’ın telefonunu buldular ya…

-Abi şu anda bülten hala hazırlanmadı…

-Tamam abi…

-Yarım saate kadar bürodayım…

Bu kez santral memurunun bulunduğu kapıdan meraklılar bakıp bakıp geri çekiliyor…

Sonra Müdür beyin makam odasında her 5-10 dakikada bir uzanıp hızla geri çekilen kafaların sayısı arttı…

Gazeteciler sinir küpü…

-Basın bülteni ne oldu?

Kimisi ayakta, kimisi oda içinde dolaşıyor, kimi dışarıdaki mevsimin ilk yağmurunu izliyor…

Yeni bir açıklamayı yapan gazeteci kasılarak;

-Arkadaşlar, Vali yardımcısı birkaç düzeltme yapmış… Bu düzeltmeleri yapıp fotokopi çekilip verilecekmiş…

Sat 16: 00 Gazeteciler oflayıp pufluyorlar… Ama yapacak bir şey yok…

Gazeteciler kendi paralarıyla kola içmek istiyorlar… Görevli bayan sekretere durumu iletirken;

-Basın bülteni gibi olmasın haaaa, diye tembihliyorlar…

Bayan gülerek;

-Olmaz abi, der gibi hareket yapıyor…

Saat 16: 30 ufukta hala bülten görünmüyor…

Emekli olmaya çaba harcayan hemşire hanımda hala yazımızda, gazetecilerle birlikte heyecanla bekliyor…

Bu sırada sekreterin olduğu kapı açılıyor… Uzun boylu, küçük yüzlü, gözlüklü, solgun yüzlü birisi, hemşire hanımın biraz önce verdiği emeklilik dilekçesinin tarih ve sayısını belirten kağıdı getirip ona uzatıyor…

-Bunu Yalçın beye siz mi verdiniz?

-Evet…

-Dosya Yalçın Beydeymiş… Ama emekliliğinizi uygun görmediği için tutuyormuş…

Haydaaaaa…

Saat 16: 00’ yı geçiyor… İli gazeteci daha geliyor… onlar da bir saat tehirli gelmelerine rağmen bekliyorlar…

Saat 16: 15,

16: 20 Sağlık bülteni hala yok… Oh babam oh…

Sağlık Müdür yardımcısı içeri hızla giriyor…

-Gerekli düzeltmeleri yaptım… Bülteni ikiye böldüm… İki kişi yazıyor…

-İnşallah hata yapmazlar… Ya da tam ortaya gelen satırı çözmek için bizi yine bekletmezler…

Saat 16: 25 dışarıdan gelen anons;

-Bülten alacaklar fotokopi odasına insin…

İniyoruz, odada kimse yok… Memur,

-Buyurun arkadaşlar… Sizlere bir şeyler ısmarlayayım, deyince herkes deli olacak gibi bakıyor…

-Fotokopi yok mu?

-Neyin… Allahım… Bu ne organize bozukluğu…

Saat 16: 30 Sağlık Müdür Yardımcısı arkada, önünde elinde fotokopisi verilecek basın bülteni…

-Bekletmeleyim arkadaşları… Bekletmeleyim… Çabuk olalım…

1,5 saat bekledikten sonra…

-Bekletmeyelimin anlamı nedir?

Peki, bu yiten saatlerin hesabını kim verecek?

TMO DALGA GEÇİYOR…

Soruyoruz;

-Toprak Mahsulleri Ofisi buğday mı alıyor?

Yoksa üreticilerle dalga mı geçiyor?

E-5 Karayolunun Ceyhan çıkışındaki Toprak Mahsulleri Ofisinin sözde sürdürdüğü buğday alım kampanyasını izledik…

Yürekler acısı efendim, yürekler acısı…

Yüzlerce kamyon buğday yüklü kuyrukta bekliyor…

Şoförler aç, susuz şekilde gece gündüz sırada bekliyorlar…

Üreticiler rezil… Peki, alım yapan kaç kişi var?

Bekleyenlere ne zaman sıra gelecek?

İşlem yapan görevlilerin bulunduğu yere bakıyorum…

Bina bomboş… Sat 15: 18… Yani sıcağın patladığı beyinlerin durduğu saat…

Hiç kimse bir işlem yapmıyor…

Güneşin altında sokakta, aç karnına bekleyen üreticiler üzüntülüler…

Dokunsanız ağlayacaklar sözü vız geliyor…

Yani bu söz onların dertlerini kesinlikle anlatamaz…

Sonra şöyle bir TMO’ nun dev hangarlarına bakalım istiyorum… Elimi kolumu sallayarak kuruluşun en dip köşelerine kadar ilerliyorum… Kapıda ne bekçi, ne bir görevli ne de bir insan var…

Hangarları sırayla dolaştım;

Birinci si boş,

İkincisi boş,

Üçüncüsü dördüncüsü de boş…

Sadece bir tanesinde iki üç doğulu işçi bilek gücü ile kamyonunun birini boşaltmaya çalışıyorlar…

Öte tarafta bir gurup işçi sigara içip dalga geçiyor…

Ne memur,

Ne katip,

Ne müstahdem kimseler yok…

Toprak Mahsulleri Ofisi buğday kampanyasında alım yaptığı Ceyhan Yolu üzerindeki tesisleri savaş sonrası terk edilmiş görünüyor…

Oysa yüzlerce kamyon, üretici, şoför sıra bekliyor…

Hepsi yanık tenli, yanık bağırlı…

Devletin eziyet ettiği görüşü ile yıkkın durumdalar…

Bir avuç yetkilinin devletin otoritesini bu kadar sarsmaya, bu kadar başıboş bir kampanyayla vatandaşı anasından doğduğuna pişman etmeye hakları var mı?

Üreticiyi, devlet adına beceriksiz yöneticilerin bu kadar mağdur etmesine yetkileri var mı?

Soruyoruz…

TMO DALGA MI GEÇİYOR?

 

“KIVIRMA MÜDÜR KIVIRMA”

Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, eski başkan Ali Sepici’ nin cenaze töreninde şöyle demişti;

-Herkes Belediye Başkanı olabilir… Ama bir Ali Sepici olamaz…

Evet, bizde şunu söylüyoruz;

-3,5 yıldır izlediğimiz kadarı ile Başkan Durak için şunu söyleyebiliriz;

-Herkes Belediye Başkanı olabilir… Ancak sözleri, nükteleri, gazetecileri bu kadar güldüren başkan aytaç Durak gibi olamaz…

Neden mi?

Başkan Durak’ın basın toplantısına giripte onun sözlerine, nüktelerine gülmeden çıkan bir gazeteci yoktur…

Nükte yapar, komik sözler söyler, esprilerle doğruyu anlatır…

Herkes önce şöyle bir gülümser, sonra da biraz daha sesli, biraz daha sesli kahkahayı basar…

İşte bu son basın toplantısından birkaç inci;

Durak, iddialı ve heyecanlı konuşuyor;

-Yahu İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ın 1000 tane basın müşaviri var... Benim bir tane bile yok…

Gazetecilerde hafif bir tebessüm…

-Özer Öztep nasıl bir Basın Danışmanı oldu biliyor musunuz?

-Hayır Başkanım…

-Adam almış eline kalemi yazıyor… Adana da şu yok, bu yok… Sosyal İşler Yok… Konservatuar yok… Çağırdım gel bu işi sen yap dedim… Baktım bir de papyonu var… Yahu sen bu işleri iyi yapacak birisine benziyorsun dedim.. öyle oldu…

Gazeteciler biraz daha sesli gülümsediler…

Toplu konut Müdürler Kurulu Başkanı Sayın Sadık Arıkan…

Ee konu konut olur da Durak başkan Arıkan’ı çağırmaz mı?

Çağırdı, konuştu, konuştu… Sadık Arıkan’a döndü…

-Müdür bey alınmasın, ama bana hep yanlış rakam verdi… Ben de kendinden yazılı istedim…

Elindeki kâğıdı gösterdi, Sadık bey kekelemeye başladı;

-Eee şey sayın başkan aslında size söylediğim sayı 300 olacaktı…

Kekeledikçe kekeledi, Başkan Durak;

-Kıvırma müdür kıvırma, dedi…

Sadık Arıkan üzüldü, kızardı, bozardı, söze baştan başlamak istedi;

-Efendim, aslında siz yanlış anladı,

Başkan Durak,

-Kıvırma müdür bey kıvırma…

Gazeteciler bastı kahkahalı…

Sadık bey çok üzüldü, bozuldu, kızardı…

Ama ne denir ki? Herkes başkan olabilir, ama gazeteciler Durak kadar kimse güldüremez…

 

BALIK MACERASI

Karataş’ a denize giden 3 arkadaşın canı balık yemek istemiş…

Ancak fiyatlar kontrolsüz biçimde olduğu için;

-Kendi bağlımızı kendimiz alalım demişler…

Balıkçıdan bükü bir balık almışlar… Balakçı da DSİ Kampusunda KOÇERO’ ya gidin Orada size ucuz biçimde hazırlar demişler…

3 kişi balıkçıyı bulmuşlar… Balık kızartılmış… Kayık tabakta servis salata, iki bira kola getirmiş… Arkadaşlar balığı yemişler… Üçüncüsü yemek istememiş…

Balık yemek işi bittikten sonra fiyatı konuşmaya başlamışlar…

-Kaç lira gelecek?

-Gelse gelse 2 bin lira gelir…

-Hayır1500 lirayı geçmez...

Üçüncü arkadaş;

-Hadi canım 3 bin lirayı bulmaz, demiş…

Hesap istenmiş… Fiş şöyleymiş…

Servis 600, salata 500, bira 1000, Pepsi 200, pişirme 2000, tabi bir pakette sigara, toplam 4600.tl…

3 arkadaş neye uğradıklarını şaşırmışlar… Fişleri getiren garsona fiyat yüksek demişler;

-Bu para 4600, değil belki de 10 bin lirayı geçerdi…

-Nasıl yani?

-Biz Karataş’ ta en ucuz servisi yapan yeriz…

-Peki, bu fiyatları neye göre ayarlıyorsunuz?

Kafasını sallamış… Yüzlerine ters ters bakmış…

-Canımızın istediğine göre…

Evet, belli ki, belediye zabıta bu turizm mevsiminde halkın kazıklanmasına resmen göz yumuyormuş…

Denize giden üç arkadaş daha sonra orada görev yapan zabıta memuruna durumu anlatmış…

Zabıta da;

-Allah Allah çok almışlar demiş…

-Peki, bağlı siz aldınız değil mi?

-Evet…

-Size bir salata, iki bira, bir sigara bir de kola verdi değil mi?

-Evet…

-Vay vay gerçekten çok almış… Fişi hemen verin… Ben yarın onun yanına gidip soracağım, demiş..

Zabıta bir süre sonra vazgeçmiş…

Onun yaptığı5 bu kazıklama olayını onaylar gibi havaya girmiş…

Bu turizm mevsiminde, zabıtanın, belediyenin bu kadar kayıtsız kalması, gelen yerli ve yabancı turistleri kazıklamasına göz yumması dünyanın başka ülkesinde görülmez…

Kimi kime şikâyet edeceksin?

 

SORUNUN ÇIPLAKLIĞI

İmam Hatip Lisesi… 150 civarında okul müdürü ile Milli Eğitim Kurmayları 1986-87 eğitim yılı değerlendirme toplantısı yapılıyor… Vali de bulunuyor… Mikrofonda bir kurmay okul müdürlerine;

-Sorunu çıplaklığı ile anlat… Korkmayın… Ona göre çözüm bulalım, dedi…

Aman efendim, sorunlar da çıplak olursa böyle mi olurmuş?

İnkılap İlkokul Müdürü kalktı;

-Efendim bizim okulun tapusu yok… Askeri amaçla yapılmış… Koridor gibi sınıflar var… Düzenleme için tapu gerekiyormuş… Bu okulu yıkıp yenisini yapmak daha da karlı olur, dedi…

-Peki, tarihi eser değil mi?

-Hayır… Tarihi eser olarak tescili de yapılmamış… Tapu Dairesine gittim.. Ada, parsel, pafta numaraları var ama tapu yok…

Konunun açıklaması üzerine gülüşmeler oluyor…

-Efendim bizim okulun duvarlarındaki çatlaklar çok büyük boyutlara ulaştı… Gelenler incelediler, ama bir şey söylemediler... Şu anda okul çok kötü durumda, her an çökebilir tehlikesi yaşıyoruz…

Toros ilkokul Müdürü:

-Efendim çatımız bozuk… Sürekli akıyor… Elektrik tesisatları çalışamaz durumda… En küçük yağmurda akıntılar devam ediyor…

Sadıka Sabancı İlköğretim müdürü;

-Efendim, çevre esnafı bizim okulun duvarlarına dükkân yaptı… O kadar engellemeye çalıştık… Şu anda dükkânlar çevre duvarlarımızın üzerinde duruyor… Zabıta da bu konuda görev yapamadı… Bir yandan da E-5 karayolu güvenliğimiz yok…

Çeşitli ilkokul müdürlerinin ortak sorunları da şöyle;

-Üst kattaki tuvaletler alt kata akıyor… Sızıntıyı bir türlü bulamıyorum…

Milli Eğitim kurmayı kesiyor konuşmaları;

-Arkadaşlar bir hafta konuşsak sorunlar bitmeyecek… Ama şu anda dikkat edin, okulun lojmanlarının olduğu taraflar sanki gecekondu mahallesi gibi… Bir taraftan bakıyorsunuz, tam bir devlet dairesi, öteki taraftan gecekondu…

Milli Eğitimde sorunlar çıplak olarak ortaya konulduğu zaman böyle ilginç şeyler ortaya çıkıyor…

Ama iyi ki çalışkan, başarılı genç bir Milli Eğitim Müdürü var da sorunların üstesinden gelebiliyor… Hem ne yapmış müdür?308 milyonluk bakanlık ödeneği ile 60 derslik yapılması yerine halktan 3 milyara yakın bağış toplamış… 212 derslik yaptırmayı başarmış… Sayın Rıza Kültür’ün bu çıplak sorunları da kısa zamanda ekibi ile çözeceğine inanıyoruz…

 

BİR ŞİİR

Kıymetli bir ağabeyimiz bir şiir göndermiş... “ANLAYANANLAR” şeklinde bir bölümünü yayınlıyorum…

Ben bir ummanım boğulursunuz/Uğraşmayın asla bela bulursunuz/Severseniz mutlu olursunuz/Sadakat benden sevgiler benden…

Nefretim kalleşlik üzerine/Şiddetim döneklik üzerine/Aramayın hiç bir şey mazimden/Dürüstlük bende mertlik bende…

Şerefim mirasım çıplak Ödün vermem bu tek varlığımdan dünyam/Hep böyle kalmak amacım hülyam/Nefret benden intikam benden…

Ne kördür ne de sağırdır herkes/Sadece siz değilsiniz kurnaz/Nedir bu hile ve aldatmaca/Düşeceksiniz bilin ki benden…

ECEVİTLER

Ecevitlerin Adana ya gelişini baştan sona kadar izledim…

Partinin önü… Ecevitleri karşılamaya gidecek olan araçlara bakıyorum…

Yavuzlar, Kiremithane, İtimat, Özen Dolmuşları sıraya girmişler…

Başta partililer de başka liderleri karşılarken bu araçlar yerine Mercedes, Murat, Doğan, Şahin kuyrukları oluyordu…

Birde Ecevitleri karşılamaya gideceklere bakıyoruz…

İşçi, köylü, çiftçi, belki daha adını soyadını söylemekten aciz vatandaşlar…

Simitçi soruyor;

-Nereye gidecek bunlar?

Tablacı soruyor?

-Ne zaman gelecekler?

-Nerede konuşacaklar?

Üstü başı kir pas içindeki tamirci yaklaşıyor, ürkek bir şekilde;

-Ecevit buraya gelecek mi?

Çalışmaktan elleri büyük bir yaba gibi olan işçi, çatlamış dudaklarıyla soruyor;

-Ne zaman gelecek?

Yenicedeyiz… Ecevitleri bekliyoruz… E-5’in kenarında çapa yapan ırgatlar koşarak yol kenarına geliyorlar…

-Biz de karşılayalım…

-Şu elinizde tuttuklarınızdan bize dev erin…

Pankartlarda “ SÜNGÜSÜZ BARIŞ”, “SÖMÜRÜSÜZ DÜZEN” , “DUR DEYİNCE DURANLAR, SUS DEYİNCE SUSANLAR DEMOKRAT OLAMAZ”

İşçiler, ırgatların,  bu hareketlerini gazeteciler fotoğrafla belgeselleştiriyor… Pankartlar arasında “DÜN UMUDUMUZDUN, BU GÜN YİNE UMUDUMUZSUN” sözleri de var…

Ecevitlerin Yenicede beklenişi sırasında bayanlar etkin görev yapıyor…

Taksi üzerine kurulmuş hoparlörlerden bayanın sesi yükseliyor;

-HALKÇI ECEVİT… HALKÇI ECEVİT…

Daha sonra başka bir bayan;

-Yolları açalım arkadaşlar… Kapatmayalım… Herhangi bir kazaya meydan vermeyelim…

Başka parti liderlerinin karşılanışında kadınların bu kadar etkin görev yaptıkları pek söylenemez…

Parti yöneticisi yaklaşıyor yanımıza;

-Parti sadece bu araçlara 1,5 milyon lira verdi…

-Peki gerisi?

-Peki şu anda burada kaç araç var?

Parti yetkilisi pek tahmin edemiyor ama bazı partililerin ve bizim gözlemlerimize göre 3 bin dolayında… Halkın gerçekten bu kadar fedakârlık yapması güzel bir olay…

Basın mensubu olarak minibüsün şoförüne soruyoruz;

-Kaç lira kira alacaksınız?

Şoför utangaç şekilde,

-Boş ver… Bu günde Ecevit için çalışalım… Paranın ne önemi var?

İşçi, köylü, halk Ecevitleri seviyor… Eski dönemlerdeki kadar olmasa bile büyük ilgi gösteriyorlar… Belli bir kesin gerçekten Ecevitleri seviyor…

 

DSP’DEN İSTİFALAR…

İncirlik seçimi nedeniyle politika kulislerine girip çıkıyorum… Çeşitli konuşmalara tanık oluyorum… Ama sizin biraz sonra okuyacağınız konuşma bunlardan belki de en ilginç olanıydı…

-DSP den ayrılanların, kopmaların Selahttin Çolak’a zararı dokunur mu?

Öteki düşünüyor; kulağını burnunu kaşıyor…

-Vallahi şimdi öyle bir şey sordun ki, ha deyince içinden çıkılamaz…

Öteki etili biçimde arkadaşının üstüne gidiyor;

-Tabi içinden çıkamazsın… Ama ben sana bunun gerçek taraflarını anlatacağım…

-Peki dinliyorum…

-Bir defa ayrılan bu urupların içindekilerle Selahattin Çolak’ın bir alıp  veremediği yok… Bu kesin, partiden istifa eden başka partilere kaydolan,  guruplarla Çolak’ın en küçük bir kırgınlığı, dargınlığı, küskünlüğü hiçbir şeyi yok…

-Nereden biliyorsun?

-Hepsini teker teker tanırım… Hepsine de sordum…

-Peki, DSP den neden ayrılıyorlarmış?

-İşin püf noktası da burada… Bu ayrılanlar fraksiyon farkından ayrılıyorlar… Sen elma, armut, fasulye mercimeklerin hepsini karıştırıp bunlara tek ad verebilir misin? Veremezsin… İşte bu ayrılanlar ayrı ayrı görüşe sahip olan guruplarmış..

-Peki, en son Erdal İnönü geldiğinde DSP den istifa edip SHP ye giden av. YUSUF Akıncının durumu nedir? Niçin ayrıldı… O da mı elma, portakal, mercimek gurubundan…

Öteki hiç tereddüt etmeden sürdürüyor konuşmasını;

-Aziz dostum bak, Yusuf Akıncı var ya,

-Evet…

-Ben Akını DSP ye üye olmak için form doldurmuş.. Bu form tam 4,5 aydır askıda kalmış… Bu sürede Yusuf Akıncı gelmiş/gitmiş, gitmiş gelmiş… Sonunda İl Başkanı da(Yahu bu mercimekle nohutların içinde olsun… Bir kenara koyarız) demiş ama bekleme süresi Yusuf Akıncının zoruna gitmiş, belli…

-Ya Selahattin Çolak’la olan ilişkisi?

-Çolak’a sordum… Yusuf Akıncı ile en küçük bir alıp veremediğinin olmadığını, en küçük karşılıklı kırıcı harekette bulunmadıklarını söyledi…

-Evet, şimdi anladım… Teşekkür ederim… Portakal, armut, pirinç, mercimek, buğday bir arada olur mu canım?

 

DURAK ÇAM DEVİRDİ…

Havaalanı, Turizm Bakanı Mesut Yılmaz’ı getiren uçağın inmesi bekleniyor, politikacılar bu sürede birbirleriyle yoğun kulis yapıyor…

Durak uçağın tehir yaptığını duyunca;

-aman efendim zaten yeğenimin sünneti vardı… Ben oraya gideceğim, dedi…

Diğer politikacılar;

-Hayır efendim… Sayın Bakan sizi görmese ne yaparız? Olur mu?

Bir taraftan da milletvekili, bir taraftan parti teşkilatı Durak’ı sıkıştırmaya başladılar…

Durak bu kez;

-Aman, Mesut Yılmaz Adana ya gelse ne olur, gelmese ne olur? Konuşsa ne olur, konuşmasa ne olur?

Haydaaaa…

Boş bulunup söylediği bu sözleri kimin duyduğunu merak edip etrafı bakan Durak gazetecilerin duyduğunu anlayınca;

-Şaka yaptı, şaka yaptım, dedi…

Yeğninin sünnetine gitti…

Ama olan olmuştu… Başkan Durak koskoca bir çam devirmişti…

 

BİR HİKÂYE BİR GERÇEK…

Bir varmış, bir yokmuş… Adana da bir mahallede bir ilkokul varmış… Okulun müdürü, diye başlasam şöyle anlatsam;

-Bu müdür zamanında okulun ses cihazları çalınmış.. Okul Aile Birliği ile olan ilişkilerinde bir takım usulsüzlükler yapmış… Ama o kadar çok fazlaymış ki Durum Milli Eğitim Gençlik ve Spor Müdürlüğüne kadar yansımış… Sonra müfettişler gelmişler…  Müdür beyin anlatılanlardan daha başka olaylarını da ortaya çıkartmışlar… Dolayısıyla bu okulda kalmasının gelecek yönünden sakıncalı olduğu konusunda rapor hazırlamışlar… Rapor Emniyet Müdürlüğüne ve valiliğe kadar gitmiş… Sonuç olarak 2.kez görevden alınması gerektiği bildirilmiş… Görevden alınması istenmiş… Ama iki defadır görevinden alınmıyormuş… Sürekli yerini sağlamlaştırıyormuş…

Bu gerçek öykü… Bu öyküyü anlatanlar bir kişi, iki kişi, üç kişi değil… Ben de şaşırdım… Sağır sultan bile duydu… Ama diyor ki, öyküyü bilenler, (Kim var müdür beyin arkasında? Hangi hatırlı aile var? Tayinini kim durduruyor?)

Sağır Sultanın bile duyduğu bir olayı ört bas etmek isteyen yöneticilerin kamu vicdanında ne duruma düştüklerini söylemeye gerek var mı?

 

UÇAN MECLİS ÜYELERİ…

“Uçtu, uçtu Bayram Merdan Uçtu” başlıklı yazım beğenildi…

Bu konuda belediye meclis üyeleri kimlerin günahlarının az olup uçabileceklerini, kimlerin uçamayacakların oturup tartışmışlar, araştırmışlar…

İktidar ve muhalefete mensup meclis üyeleri bir tek noktada birleşiyorlar…

-Başkan Aytaç Durak uçamaz…

-Neden?

-Çünkü günahları o kadar çok ki, boynu kırk kat aştı…

-Ne günahı var ki?

Belediye eski Genel Sekreteri Bayram Merdan için meclis üyeleri;

-Hem uçar, hem de uçamaz diyorlar…

-Çünkü çok okuyor, …

-Uçamaz çünkü yaptıklarını herkes biliyor…

Ya uçamayanlar;

Aytaç Durak Biiir… ANAP’ lı Abidin Gürdeyiş, Muzaffer Eryurt(Eryurt’un yaptıklarını da herkes biliyor)

SHP lilerden gurup sözcüsü Yalçın Akyol Biiir, Ali Çavuşoğlu ikiii…

Uçanlar;

Ahmet Evren ve Alicad Özçağlayan, Bayan Meclis Üyeleri Mebruke Turhancık, Gülistan Hayta… Bu üyeler etliye, sütlüye pek karışmazlar… Gerçi oyların temsil ettikleri kişileri diş dişe savunurlar… Başka türlü yolları pek izlemezler… ANAP’ lı Ahmet Özkan hem uçar, hem uçamazlar gurubunda yer alıyor… Ama Ahmet Koca, Abdullah Özkul’a gelince onların da uçabileceğini pek sanmıyoruz ya…

SHP DE HAREMLİK SELAMLIK…

SHP nin Cumartesi gecesi incirlikteki toplantısında nutuklar atılıyor;

-Vataaaaan… Milleeeet… Sakaryaaaa…

Bir Gazeteci yanındaki arkadaşını dürttü;

-SHP sol parti değil mi?

-Evet,

-Peki, şu ortaya çektikleri üzerine ip attıkları bezlerle neden kadınlarla erkekleri ayırmışlar…

-Yahu çok güzel haber olur… SHP Gecesinde haremlik-Selamlık diye…

-Ama bu parti bizim partimiz… Ayıp olur…

Bu konuşmaları sonra İl Sekreteri Vahap Çirkin duydu… Oturduğu yerden kalktı, kulak, göz, burun hareketleri yaparak…

-Aman çekmeyin... Ne olur çekmeyin… Bizim partiye kötü bir darbe olur, dedi…

İl Sekreteri hızla yerinden kalktı, doğruca gidip kadınlarla erkekleri ayıran bezden bölmeleri kaldırttı… Yerine oturdu, derin oh çekti… Görevini yerine getirmenin mutluluğunu duyuyordu… Hem de gazetecilerin uyanma pahasına…

 

ELİ ÖPÜLECEK ADAM…

Adana Büyükşehir Beledi Meclis toplantısı…”UÇAN BAYRAM MERDAN” içeriye girdi…  Tüm belediye meclis üyelerinin, başkanlık makamının gözü Berdan da… Herkes nefes almadan onun hareketlerini, yapacağı davranışları izlemeye başlıyor… Yanıma yaklaştı;

-Vallahi billahi…

-Hayırdır Bayrambey buyurun…

-Yahu ben namazımı, bayram namazını Mekke de ne Ulucami de kıldım… Evimin bitişiğinde camide ki camide kıldım...

Herkes kulak kabartıyor… Merdan yakın izlemede…

Bu arada ANAP lı milletvekili arkadaşlarının arasından yaratana sığınıp bir hamle yaptı… Doğruca Bayram Merdan’ın yanına… Hemen ellerine sarıldı… Bayram Merdan Çekimsen bir taraftan başkan, bir taraftan meclis üyeleri bakıyor…

-Şeyyyy yapma, demesine fırsat kalmadan, meclis üyeleri Abidin Gürdeyiş, onun ellerine dokunan ellerini havaya açıp;

-Allahümmesallialaseyidine muhammed, deyip ellerini yüzüne sürdü…

Merdan şaşırdı; biraz yüzü kızarmış, biraz bozulmuş bir yüz ile arkadaki yerine doğru gitti… Toplantı süresince yanındakiler göz ucu ile önündekiler, arkasını dönerek ”İŞTE ELİ ÖPÜLECEK ADAM” diye nitelikleri Bayram Merdan’ ı izlediler…

UÇTU, UÇTU

BAYRAM MERDAN UÇTU…

-Uçtuuuu…

-Uçtuuuu…

-Uçtuuuu…

-Kim uçtu?

-BAYRAM Merdan uçtu…

-Allah Allah… Nasıl uçtu?

Belediyede bir ermiş kişi olayın ardından Eski Genel Sekreter Bayram Merdan’ı meraklı gözler takibin aldı…

Merdan için her gün yeni olaylar anlatılıyor…

-Kapının deliğinden gözledik…

-Evet evet…

-Bu muhterem zat, oturduğu sandalyesiyle birlikte davana doğru yükselmeye başladı… Odanın içinde hafif bir rüzgâr esti…

-Yükseldi, yükseldi… Tavana kadar yükseldi… Sonra odanın içinde sandalyesiyle tavanın hizasında dolaşmaya başladı…

-Tövbe tövbe…

-Sonra birden ortadan kayboldu…

-Hey alanlım nelere kadirsin…

-Odasından çıktı…

-Eee,

-Birkaç kişinin yanına girip çıktı… Şehir tiyatrosunun kapısının yanına geldi… Bir de baktım Bayram Merdan yok olmuş…

-Allah Allah…

-Kim bilir nerelere uçtu mübarek adam…

-Bu muhterem zat, bayram namazını Ulu camide kıldı…

Öteki atıldı;

-Hayır, canım ben camiden çıkarken gördüm… Çifte minareli camideydi…

Başka bir kişi;

-Kim dedi… Bayram Merdan’ın hemen arkasındaki sırada oturuyordum…  Yağ camideydi…

Öteki kişi atılıyor;

-Vallahi Mekke de, Kâbe de kılmış namazını bayram bey namazını…

-Allah Allah…

Bayram Merdan ile ilgili anlatılanlar oldukça büyük boyutlar kazandı…

Bu günlerde makam odası dolup dolup taşıyor… Ama Sayın Merdan oldukça huzursuz… Bu türlü olayların gizli kalması gerektiği görüşünde… Ama ben sadece anlatılanları yazıyorum… Günahı anlatanların boynuna olsun…

 

18 YAŞINDAKİ İMAM…

Bayram nedeniyle köyümüze gittim… 18 yaşındaki bizim köyde geçen yıl imamlık yapan bir kişi hakkında anlatılanlar artık fıkralaşmış durumda… Bunlardan iki tanesini size anlatayım;

Hoca minarede, ezan okuyor… Avı tarlayı çok seviyor… Aşağıda  köylü gençler traktörle tarlaya gidiyorlar… Hoca bir yandan ezan okuyor;

-Allahuekber allahukber…

Traktör yavaş yavaş ilerliyor…

Hoca aşağıya sesleniyor;

-Bekleyin arkadaşlar… Bekleyin…

Traktörün yavaşladığını görünce;

-Eşhedüenlailaha illlah…

Traktör ilerliyor, hoca;

-Yahu bekleyin bende geleceğim…

Köylüler merakla hem ezan okuyan, hem de aşağıdaki arkadaşlarına bağıran hocayı ilgi ile izlemeye başlıyorlar…

-Hayalelfelaaaaa…

-Hayyalefelaaaaa…

 Traktördekiler cin gibi hocayı bağırtmak için yavaş yavaş hareket ediyorlar…

-Yahu bekleyin dediiiiiim…

Etraftakiler;

-Allahallah böyle şeyler olur mu? Hocaya galiba bir şeyler oldu?
-Allahüekber allahüekber…

Traktör daha da ilerliyor…

Hoca minareden beline kadar sarkıyor…

-Abiiii, gardaaaaşşşşş, bekleyin…

-Lailahailllah…

Koşarak minareden iniyor… Birkaç rekat namaz kıldırıyor… Kendini bekleyen traktöre bindiğinde;

-Yahu size yetişmek için farzı kıldıramadım, diyor…

Hoca aşık, tutulduğu kız için besteler yapıyor, bantlar dolduruyor, cemaatle dini sohbetler yapmıyormuş… Sürekli kendi yaşındakilerle dolaşıp onlara teyp dinletiyormuş…

-Ah yandım diyormuş…

Hoca son zamanlarda ezanı okuyor, cemaat camiye geliyor, hoca yok…

Cemaat şaşkın, bir değil, iki, üç, değil dört değil… Hocayı izlemeye karar veriyorlar… Sabah ezanını okuyor… Gidip hemen geri yatıyormuş…

Öğle, ikinci ezanını okuyunca da teybi alıp köyden koşarak uzaklaşıyor, dağlarda teypteki bestelerini dinliyormuş… Sigarayı tellendiriyor, sırt üstü yatıyormuş…

Cemaatin kendini izlediğini görünce birden sıçrayıp kalkıyormuş… Köylünün birisi;

-Ne dersin hocam? İki de bira açalım mı diye soruyormuş…

Ramazan yaklaşıyor, hocanın olup tutup diğer Müslümanlara örnek olması gerekir değil mi? Ama sık sık

-Eyvaaah… Ramazan geldi… Nasıl oruç tutacağım diyormuş…

18 yaşındaki kendi çağındaki delikanlılara oruç tutmanın zor olduğunu anlatıyormuş…

ASKİ KONGRESİ

YOKLAR KONRGESİ…

Aytaç Durak kongrede sık sık yineliyor;

Senedi yok,

İmzası yok,

Çeki yok,

Muhasebesi yok,

Kasası yok,

Antetli kağıdı yok,

Genel müdürü yok,

İcraatı yok,

Alavere yok,

Dalavere yok ASKİ var…

Yeni doğmamış çocuk…

SHP’ liler bastırıyor…

-Hiçbir şeyi yoksa ASKİ de yoktur…

Başkan Durak,

-Hayır var…

-Neyi var?

-ASKİ doğmamış çocuk… Tokat atmayın, doğsun, büyüsün…

SHP’ liler biz karşı değiliz… Sağlıklı doğsun istiyoruz…

Durak zaman zaman;

-ASKİ henüz yok, diyor…

SHP’liler;

-Hem var doğmuş bebek diyen, hem de yok şeklinde konuşan Başkan Durak’ın bu manevrasına karşı oldukça bilinçli hareket ediyorlar…

SHP’liler;

-Eğer ASKİ yoksa 30. 4. 1986, 30.4.1987 tarihli raporları nedir? Bu ASKİ’ nin varlığını kanıtlamaz mı?

Durak;

-Hayır kanıtlamaz… ASKİ Belediye bünyesinde faaliyet gösteriyordu…

SHP’ liler;

-Peki, başkan neyi oylayacağız?  Neyin genel kurulunu yapacağız?

Durak;

-Size bu konuda yeterli bilgi verildi mi, verilmedi mi? Onu oylayacağız…

SHP’ liler;

-Neyin bilgisini?

Başkan Durak,

-Canım şey yani… Hani şeyin bilgisini… Önündeki notlara, tüzüklere, belgelere gömüyor kafasını… Uzun süre sessizlik oluyor…

Durak,

-Şeyi oylayalım…

Notlarına bir daha gömülüyor, arkadan karambolden bir ses;

-Erteleyelim, erteleyelim…

Durak çok istiyor… Çok ısrarlı… Ama olmuyor… İşin içinden kendide çıkamıyor…

SHP’ liler;

-Başkan şimdi neyi görüşeceğiz?

Aytaç Durak Başkan;

-Sami bir ortam içinde Adana nın sorunlarını…

ASKİ yetkilisi kongreye bilgi veriyor…

-Henüz çalışma raporlarını bakanlığa göndermedik…

Durak bocalamanın zirvesinde;

-ASKİ hizmet kuruluşudur…

SHP’ liler,

-Peki yatırımları, harcamaları yazılmış… Neden karı yazılmadı…

Durak;

-Arkadaşlar teklifinizi bekliyorum…

Şaşkın efendim şaşkın…

-Bu hizmet kuruluşudur dedik…

Konuşmalar gittikçe içinden çıkılamaz hale geliyor… SHP’LİLER ANAP’ lılar ASKİ yöneticileri birbirlerinin gözlerine bakıyorlar…

Başkan Durak, yine son bir hamleye girişiyor;

-Birinci maddeyi oylarınıza sunuyorum…

SHP’ liler şaşkın…

-Neyi neyi?

-Birinci maddeyi…

Durakta kendinden emin değil… Tereddütlü şekilde;

-Evet… Birinci madde üzerinde şu ana kadar yapılan konuşmalarla yeterli bilgi verilip verilmediğini oylarınıza sunuyor…

ANAP’ lılar hep birden elleri havada…

SHP’ liler şaşkın... SHP’ li bir üye;

-Neyi görüştük? Görüşülecek bir şey yok…

Durak,

-O zaman görüşülecek bir şey olmadığını oyluyorum…

SHP’ lilerin elleri davada…

Denetim kuruluna seçilecek üyeleri öneriyor başkan… Bunda da çelişki… 657 yasaya göre devlet memuru olan bir kişi ikinci bir görevde çalışamaz…

Haydaaaa…

Durak;

-Aslında ben de böyle düşünüyor gibiyi trak…

Haydaaaa…

Çıkamıyor işin içinden… Çıkılamıyor… Durak çok istemesine rağmen… Durak’ı ilk kez bu halde görüyorum…

Ve yoklarla başlayan, tartışmalarla süren, bir çizgide iktidar ve muhalefet partili üyelerin anlaşamadıkları,

-VAR MI?

-YOK MU?

 Kongresi 1 Haziran 1987’ YE KALIYOR…

 

BELEDİYEDE BİR ERMİŞ KİŞİ…

-Bayram Merdan’ ona ne olmuş?

--Dün öğle namazında Mekke de görmüşler…

-Sus tövbe de…

--Neden yahu?

-Bu muhterem zatın adını bismillahsız ağzına alma…

-Ama neden?

-Sus dedim… Çarpılırsın sonra…

-Gidip elini öpüp hayır duasını alalım..

-Amaaa,

-Mekke’deymiş kardeşim… Namaz kılarken görmüşler…

-Kim diyor…

-Kimin dediği önemli değil… Zaten muhterem zatlar konusunda kimse bir fikir yürütemez…

-Doğru mu acaba?

-Süt nasıl beyaz, Bayram Efendinin Mekke de bulunması da öyle sabittir…

-Yapma yahu?

-Kardeşim adam zaten 5 vakit abdest alıp namaz kılıyordu…

-Zararsız bir kişi… Allah selamet versin…

-Ben kaç kez uyardım… Kendini dine bu kadar çok kaptırma diye…

-Evet…

-Ama son zamanlarda gece gündüz ibadet ediyor….

-Helal olsun ama…

-Her Müslüman aynı şeyi olmak ister…

-Yahu bu Bayram Merdan, bizim şu Murtçu Bayram mı?

-Tabi…

-Erişmişlik kim? Bayram Merdan kim?

Büyük kahkaha atıyor…

-Hadi git başkalarına söyle de onları da kandır bari… Geç kardeşim böyle şeyler efsanedir… Olur mu? Kim inanır Murtçu Bayram’a…

-Zaten kendi söylemiyor ki…

-Kim söylüyor peki?

Öteki eli ile işaret ederek;

-Ohoooo kimler söylemiyor ki?

-Allah Allah…

-Kim dedi sana?

-Dün Mekke’den telefon açmış o kişi… Yahu Bayram Merdan az önce burada namaz kılıyordu… Haberimiz yokmuş… Belediyedeki kişi şaşırmış… Yahu az önce buradıydı…

-Adam ermiş abi… Zaten dini bütün bir Müslüman’dır… Vakit namazlarını hiç kaçırmaz… Haramda sahtekârlıkta gözü de yoktur… Namuslu bir öğretmendir…

-Tövbe tövbe… Ya eriştiği doğruysa? Gidip elini sıkalım, gerekirse öpelim bari…

-Hadi gidelim… Hayır, duasını alalım…

-Çok mühimdir… Hem bu dünyada, hem de öteki dünyada yardımları olur…

-Hadi gidelim…

Başka bir guruptakiler;

-Erişmiş mi?

-Evet, öyle diyorlar…

-Yani Murtçu Bayram…

-Tabiii… Eriştiği doğruysa o zaman ne olacak?

-Vallahi ben de bilemem ne olacağını… Aytaç Durak başkan yeni bir maden bulmuş olacak…

-Hicaz nerede, Türkiye nerede kardeşim…

-Canım anlatmazlar mı? Hani ermiş insan canları nerede isterlerse düşünce hızında orada olurlarmış… Sonra gitmek istedikleri top top bez olup kucaklarına verilirmiş…

-Yani şimdi Bayram Merdan erişti mi?

-Vallahi ben de çevremdeki kişilerden duyuyorum… Onların yalancısıyım…

-Yakında desene belediye Kâbe’ye döner…

-Nedenmiş o?

-Bayram Merdan başlı başına bir ziyaret konusu olmaz mı?

-Olur olur… Haklısın…

-Kim söylemiş?

-Cikcik Necati Özkan…

-Yok canım M.ali Dağtaş …

-Hayır hayır… Başkan Vekili Fevzi Çapar…

-Amma cahilsin ha… Bu işi kimin söylediği önemli değil…

-Adamcağız gece gündüz uçup duruyor…

-Vallahi ben  Encümen Salonunda duydum… Tüm üyeler fısıltı halinde birbirleriyle konuşuyordu…

-Çiçek abla da biliyor… Müstahdem Kadir de biliyor…

-Yok canım… Bu işi çıkarsa Zabıta Komiser Yardımcısı Rasim çıkartmıştır…

-O da olmaz… Mehmet Eşiyok başkana daha yakın…

-Aman Allah’ım gidip elini öpüp hayır duasını alalım…

-Doğru söylüyorsun… Mübarek adamla iyi geçirmek, hayır duasını almak gerekir…

 

ZABITANIN YENİ

GEÇİM KAYNAĞI MI?

Yasalar belediye zabıtalarını şöyle tanımlar;

-Belediyenin tabancasız polisidir… en yüksek ayrıcalıklı memurudur… 657 sayılı Devlet Memurları yasasına göre maaş alır… bunun yanın da her yıl belediye meclisinin takdir edeceği oranda ek ücret alır… Buna (AĞIR HİZMET ZAMMI) denir… Ayrıca İçişleri Bakanlığının özel kararnamesine göre kendilerine mesai ödenir…

Bu kadar ayrıcalıklı, bu kadar özel yasalarla korunan bu kişiler hakkında bu güne kadar pek çok söylenti çıkartılmıştır…

Ama geçen gün anlatılanlar da oldukça ilginçti doğrusu… Bunu anlatan vatandaş son derece samimiydi;

-Gelin size ispat edeyim, diyor…

Olayı şöyle anlatıyor vatandaş;

-Zabıta kendine yeni bir geçim kaynağı buldu,  o da şu; zabıtalar fırıncılarla anlaşıyorlar… Fırıncılar çıkarttıkları ekmeklerin bir bölümüne etiket yapıştırmıyorlar…  Fırıncılardan gelen ekmekleri bakkal gıda pazarı ya da doğruca anlaşma yaptığı fırının ekmek gönderdiği işyerlerine gidiyor… Başka hiçbir tüketim maddesini kontrol etmiyor… Doğruca gidip ekmeği alıyor… Nedir bu diye soruyor… Vatandaş ekmek diyor… Bu arada zabıta bunun etiketi nerede deyince olay patlak veriyor… Canının istediğine dükkan, gıda pazarı ve büyük marketlere ya ceza yazıyor, ya da istediğini alıyor…

Gözlerimiz açılarak bu öyküyü dinledik… Sonra da olayın gerçek olup olmadığı yönünde soru yönelttiğimizde anlatan kişi çok ciddi olarak;

-İspatlayabilirim, istediğiniz an belli mahallelere, bakkallara götürebilirim, dedi…

Durumu Başkan Aytaç Durak’a iletiyorum…

BİR ŞİİR;

Fitnenin oğludur fücur/İsmi ne yazık ki Ahmat/Bilsen ne muzurdur muzur/Millet başına iki afat…

Bir yetkili bir arsa

Bir yetkilinin kardeşine aldığı arsa günün konusu oldu… Hem de ilinen üst düzey yöneticilerinden bir tanesi bu kişi… Arsa Mahfesığmazdaymış… Yüz ölçümü 2 bin 900 metrekareymiş… Bu konuda araştırmalarım yoğun biçimde sürüyor… Sonuç aldığımda yazacağımı şimdiden bildirmek isterim…

 

İNCİRLİKTEN İNCİLER

(S..ET P.VENKİ…)

Tam Osmanlı ağasıydı, bir kuşağın belki de son temsilcisiydi… Öyle otururdu ki 5 sandalyeyi birden teslim alırdı… İncirlikteki bu ağanın kahve içmesi de dillere destandı…

Öyle bir höpürdetti mi kahveden, hatta birkaç mahalle öteden bile duyulurdu… Torosların çamlı yaylarından Çukurova’ya doğru yayılan bir rüzgar gibi ses çıkartırdı…

Seçim yaklaştı; Milletvekili adayları sıra ile ağanın yanında el etek öpmeye, oy istemeye gelirlerdi…

Ağa görür gelenleri ama aldırmazdı… Tam yanına yaklaştığında sanki kalkarmış gibi yapmak isterdi…

Sandalyeden önce sağ ayağının birini, sonra ikincisini indirirken, gelen davetli ağanın yakınına yaklaşmış olurdu…

-Zahmet etme ağar… Allah aşkına… Sen kim biz kim, ayağa kalkmak kim?

Aday utana sıkıla, mahcup şekilde ellerini ovalayarak,

-Şey ağam…

Ağa cin, hemenanlardı…

-Sana buradan tam 5 bin oy hazır… Ben ayarlarım… Sen okarı(Yani Kadirli, Saimbeyli, Kozan’a git oraları ayarla) derdi…

Milletvekili adayı bin dua ederek el etek öperek, sevinç içinde geri geri giderek uzaklaşırdı…

O gidince, yanına yaklaşan diğer ağaya;

-Si…et… P.venki, derdi…

Bir gün tam ağaya gelenlerin sayısı 5’ 6’a çıkardı…

O gün yanına bir vekil adayı daha geldi… Ama bu aday diğerlerine benzemez, külyutmazdı… Şöyle gelip gidenleri kolaçan etti, aday geliyordu, 5 sandalyesinden kalkar gibi yapıyor, elini öptürüyordu…

Gelip geçenleri kolaçan etti;

-Sen Okarı(Kadirli, Kozan, Tufanbeyli, Saimbeyli’ye)git… diye gelenleri yine savıyordu… Arkasından da;

-S..et pzvn…) diyordu…

Bir, iki, üç, dört akşam olmuştu… Sabahtan beri kendini izleyen kişiyle konuşacak fırsat bulamamıştı… Ama gelen misafir o kadar güzel ölçüp tartmıştı ki ağayı; 

Ağa güçlükle ona döndü… İstediğini açıklamayan milletvekili adayına;

-Sen ne istedin? Diye sordu…

Kurnaz aday;

-Hiiç dedi… Şöyle bir hava alalım diye geldim… Hal hatır sorayım dedim… Sonra derin bir oh çekti…

Milletvekili adayı olayı sonradan şöyle anlattı;

-Oysa ben oy istemeye gitmiştim… Ama bu isteğimi belli etmedim… çünkü benden öncekilerin halini yakından sessizce görmüştüm…

-Son s.et… pz…falan sözünü yiyen kişi olmadığıma duam ettim… Milletvekilliği istediğimden de vazgeçtim…

Şimdi İncirlik te yakında belediye seçimleri var ya; beyler, beyefendiler, ağalar, paşalar, büyük ağalar, tiril tiril giyinenler

Bayramlık cicilerini giyip giyip İncirlik’e gidenler arz-ı endam ediyorlar… Şöyle gördükleri kişiye sarılıp;

-Vaaay gardaşım, diyorlar…

-Yahu ne demek vefasızlık, insan arayıp sormaz mı diyorlar…

Bazıları da;

-Bu elbiseleri  dolarla aldım… Dolar dolar, diyor… İpekli kadife, hem de Bijan’dan giyiniyorum diyorlar… Hem de başka kahvelerde daha yüksek sesle konuşuyorlar…

-Vay pz…vnk, diyorlar…

-5 yıldır giden kayboluyor… Paracıklarına para katar… Sonra gelir buradan oy ister…

-Si…et… Gitsin… Hangi yüzle geliyorlar… Hizmetlerini gören olmadı…

Politikacılar Kabe yolu gibi olan incirlik dolup dolup taşıyor…

-Yuuuurttt sever…

-Hizmet seveeeer,

-Sakaryaaaaa seveeeer vatandaşlarımız…

-Genel Başkanımızından selaaaam getirdiiiiiim….

Arkadan bir ses;

-Caaartttt…

-İndirin şu namussuzu… Ulan senin 7 göbeğini tanıyoruz… Daha düne kadar kısa pantolonla gezerdin bee…

-Vay şerefsiz vaaay…

Allah Allah… Şaşılacak şey… Politikanın bu kadar acımasız, bu kadar küfürlerle dolu olduğunu, üzülerek izliyoruz…

 Ağır, akıllı partiler, partililer aday olur mu? Var olmanı var da… O gariplerin sesleri fazla çıkmıyor… Kıyasıya mücadelede bakalım hangisi seçimi kazanacak…

-Vaaat, vaat, vaadler sınırsız…

Masaya yumruğunu vuran politikacı köpüre köpüre anlatıyor, iddia ediyordu…

-Seçilmek için vaade bulunacaksın, çaresi yok…

-Su getireceğim diyeceksin… Amerikalılardan, Türkiye’ ye daha fazla yarar sağlayacağım diyeceksin… Elektirik, asfalt, imar, personel sözü vereceksin… Yoksa da seçime girmeyeceksin… Valla kardeşim biz namusluyuz…

Buyur buradan yak…

-Sayın pek değerli, muhterem, beyefendi gibi davranmıyoruz… Şimdi de nezaket…

-O alıyor eline kâğıdı kalemi, yazıyor…

-Öteki alıyor, yazıyor… Vaat ediyor, bizim de elbette çevremiz var… Oylarını bize verecekler…

-Baskı, baskı, baskı… Olmaz kardeşim… Halkı bunalttınız… Halk çekimser, korkuyor…

Bir başka görüşte de şöyle;

-Bizim Türk milleti ürkütmeye gelmez… Başka bir şey mi söyleyecek ne?

-Burası İncirlik…

-Biliyoruz…

-İncirlik halkının tepkisi, davranışını son gününe kadar kimse çözemez.. Bilinmez denkler gibidir… Bilinmez denklem gibidir… Baskı ile bir yere varılamaz…

“PAŞANIN OĞLUNUNTOPLADIĞI

KALABALIK BUMU? Fİ-YAS-KO”

SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’ nün Adana ya geldiğinin 2.günü…

Parti binasında yaptığı basın toplantısından sonra aşağı iniyoruz…

Etrafta kimsecikler yok… Partide sadece 40-50 kişi vardı…

Kendi kendime hayret ederken arkadan kulağıma eğilen bir kişi;

-Fİ-YAS-KO DEDİ…

Şöyle dönüp baktım, bir vatandaş…

-Neden fiyasko diyorsun?

Eli ile parti binasının önünde bekleşen değil meraklı bir avuç insanı gösterdi…

-İşte bunun ölçüsü, dedi…

Allah Allah nereden çıktı bu fiyasko sözü? Adamlar belediye başkanlık seçimi öncesi ilk gezilerini Adana’ dan başlatmışlar…

Vatandaş hem de kulağıma ”Fİ-YAS-KO” diyor…

Tekrar soruyorum;

-Neden böyle diyorsun?

Öyle bir ah çekiyor ki, sormayın gitsin…

-Ben eskisini bilirim… Burası Adana CHP’ nin kalesiydi… İsmet paşa geldiğinde yer yerinden oynardı… Halk bütün sokaklara dökülürdü… Onun yüzünü görebilmek, sesini duyabilmek için birbirlerini ezerdi… Derin bir ah daha çekti… Eli ile yoldan geçerken insanları gösterdi…

-Bu mu paşanın oğlunun topladığı kalabalık…

Acele gazeteye dönmem gerekiyor… Haberi yazmam gerekiyor… Yahu bu vatandaşın görmediği, bilmediği, hesaplamadığı hiçbir şey yok… Öyle ölçüp biçiyor ki, akıllar durur…

 

30 MİLYON LİRALIK HOCA

AVNİ ANIL…

Mesela ünlü bestekar Avni Anıl belediyeye maliyeti 30 milyon lira…

Allah Allah…

Ama yine Avni Anıl takıldı kalemime…

Ama ne yapalım? Anlatıla anlatıla bitirilemiyor…

Mesela hoca zamanında alınan sazlar, bu sazlar birinci sınıftır faturası kesilmiş… İkinci, üçüncü sınıf….

Buyurun, bu sazlar alınalı çok değil bir yıl bile olmadan sapları hep ters dönmüş…

Buyurun, bu sazlar ne olacak şimdi? Tabi tamir için Ankara ya gönderilecek…

Buyurun, hocanın alıp ödemediği borçlar… Her gün yeni biri çıkıyor…

Sonra hocanın fazla parka alıp sonradan ”ELVEDA” demesi…

Tıpkı şarkılarda olduğu gibi… Bizim belediyeciler oturup hesap yapmışlar… Avni Anıl tam 30 milyon liraya mal olmuş belediyeye…

Belediyecilerin buna aldırış etti yok… Ama “SEL GİDER KUM KALIR” sözüne göre kum olarak kalanların Avni Anıl’a dayanarak yaptıkları çeşitli işler… İşte buna kızıyorlar…

Haklılar…

ASKİ KONGRESİNDEN

ÇATLAK SESLER…

Kongre sırasında arkadan bir ses;

-ASKİ genel müdürünü neden içişleri bakanlığı atıyor…

Başkan Durak,

-Bağımsız çalışsın, günlük politik yatırımlara malzeme yapılmasın diye… Onun için belediyeye teslim etmiyorlar…

Aynı ses;

-Peki size bu şehri teslim ediyoruz da, niçin su kanalizasyonu teslim etmiyoruz?

Başkan Durak;

-Politik malzeme yapılmasın, belediye başkanları başka görüşte olduklarında ASKİ Genel Müdürünü görevden almadın, alamasın diye…

Arkadan kararlı ses devam ediyor…

-ALLAH ALLAH…

Meclisten çık yok… Sadece Durak duydu bu sesi… Ama cevap vermiyor… Durak bu sözü yedi… Arkadan kalın ses sürdürüyor konuşmasını…

-Ya bu kural bozulursa?

Durak Başkan…

-İnşallah bozmazlar… Bunun için çalışıyoruz…

Aynı ses daha alaycı bir ses tonu ile;

-Ya yine bozarsan? Hadi hadi yine sen bozarsın…

Durak başkan bunu duyuyor… Meclisten ses yok… Bu sese de tepki yok… Hayret…

Kim bu muhalif ses? Gazeteciler bakıyor yetkililer bakıyor… Sesin sahibi yok… Herkes makamda oturan Başkan Durak’a bakıyor… Dışarıda bu konuşuluyor…

-Durak kendine öyle söyleyen, çatlak ses çıkarını biliyor…

-Evet evet… Adamcağızın rengi uçtu…

-Yazık başkana yahu…

O sesin sahibi kim ise önümüzdeki günlerde Başkan Durak’ın onunla hesaplaşacağı kayıt ediliyor…

 

YENİ EHLİYET DEĞİŞTİRİLMESİ…

Adana da eski ehliyetlerini yenileriyle değiştirilmesine başlandı…

Yeni ehliyetlerini almak için Trafik Şube Müdürlüğüne giden vatandaşların büyük bölümü bekletilmekten şikâyet ediyorlar… Azınlıkta olan bir gurup vatandaşta birbirlerine övünürcesine;

-Yeni ehliyetimi 15 dakikada verdiler…

-Ben trafik şubesine bile gitmeden ehliyetimi aldım…

-Büroma polis getirdi…

Vatandaşlar buradaki görevlilerin farklı işlem yapmalarından şikâyet ediyorlar…

Trafik Şube Müdürlüğüne bu iş için giden vatandaşlar hemen kendilerine tanıdık bir yüz, görevli buluyorlar… Bulduklarına da eski ehliyetlerini veriyorlar.. Görevli sırada bekleyen vatandaşların evraklarının üstüne en son gelen yakını tanıdığını koyuyor…  Sonra işlemler bitmeden bu kişinin evrakını tamamlayıp ehliyetini veriyor…

Beklemekten ayaklarına karasular inen vatandaşlar; bu durumdan oldukça rahatsız… Haklarına uymayan bu bir takım kişilerin bunlara müdahale etmediğini söylüyorlar…

Bu arada yeni ehliyet değiştirilmesi sırasında renkli fotoğraf çekilmesinde de bir takım suçlamalar getiriliyor…  Trafik Şube Müdürlüğünde kurulan bir fotoğraf makinesi ile özel boyutlarda çekilen fotoğraflar dışarıda çektirilmesi isteniyor… Vatandaşlara;

-Buradaki makine arızalı, makinemiz bozuk… Filmimiz yok, diye bizi dışarıya gönderiyorlar… 3-4 bin lira fotoğraf çektirmeye para vermek zorunda kalıyoruz… Oysa özel olarak kurulan makinede ücretsiz olarak fotoğraflarımızın çekilmesi gerekir, diyorlar…

BEDRETTİN DALAN’IN

KIYAKÇILIĞI…

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan, iş adamları Necati Kurmel, Ataman Fedai’ye kıyıkçılık mı yaptı?

Adana da en çok konuşulan konu bu…

Bedrettin Dalan Başkan seçilmeden önce Necati Kurmel’in şirketine bir süre çalışmış… İstanbul’a da başkan olunca da Kurmel’e Gümüşsuyu’nda İsmet İnönü Parkı çevresinde yüzlerce dönüm arsayı ucuza kapatmış…

-Gel Abi, senin bende çok emeğin var… Burayı sana vereyim… İleride lüks otel kurarsın, demiş…

Daha sonra da milyarlık arsayı 450 milyon liraya Necati Kurmel ve Ataman Fedai’ye vermiş…

Arsa kısa zamanda büyük değer kazanmış… Japonlar boğazın en güzel yerinde olan bu arsa için 4,5 milyar liralık teklifte bulunmuşlar… Ancak iki iş adamı da hayır demişler…

-Biz burayı ileride turistik lüks otel yapacağız… Bu konuda Bedrettin Dalan Başkana söz verdik, demişler…

Bedrettin Dalanın kıyakçılığını Durak ile karşılaştırıyorlar… Kimileri,

-Durak’a kıyakçılık yapıyor, hem de gözü tuttuğu, sevdiği, ya da ANAP’ ileride faydası olacak kişilere öyle kıyakçılık yapıyor ki, üstü kapalı yapılıyor… İleride bunların hepsinin örtüsü kalkacak… Ancak şimdilik ufak tefek kokular çıkıyor… Onun dışında esas büyük bölümü gizli yapılıyor, diyorlar…

 

BAŞKAN DURAK’

OMUZA ALMA SEVDASI

Zurnalardan biri “CELAL OĞLAN” ,öteki “KONYALI” Belediye bandosu da ”KARŞILAMA MARŞINI” çalıyordu…

Zurnacının8 yanakları tulumlar gibi şişip şişip iniyordu…

Davullar dom dom diye parçalanırcasına vuruyordu…

Bando Şefinin elleri havada sıfırlar çiziyor, sekizler, on sekizler, yüz sekizler çiziyor, belirli belirsiz işaretle yapıyordu… Sanki bulutlardan kendine uzanacak bir eli tutmak için yukarılara sıçrıyor, ama tutamıyordu…

Nutuk bölümüne geçildi… Büyükşehir Belediye Başkanı aytaç Durak kendi şirketine yaptırdığı 11 günde tamamlanan köprünün açılışını yapmak için Adana Valisi Erdoğan Şahinoğlu kurdele kesmeye davet etti… Nutuk kürsüsünden inen başkan Durak protokolün ortasında Vali beyin yanında kendine elleriyle yer açtı… Protokol sırası kurdelenin kesileceği yere doğru yol almaya başladı… Protokolün düzgün ve dirsek temasıyla kesileceği yere doğru yol almaya başladı…  Protokolün düzgün ve dirsek temamsı güç bela korunduğu sırada, arkadaş gelen coşkulu kalabalık tarafından engelleniyordu… Sık sıkta bozulma tehlikesi geçiriyordu… Protokolde orta sırada yürüyen Başkan Durak’ın etrafındaki kalabalık gerçekten görülmeye değerdi… Sanki başkana bitişik yürüyorlardı… Bol bol slogan atıp alkış tutuyorlardı…

Derken, efendim fazla uzatmayalım; kalabalıktan bir kişi Durak’ın arkasından iki bacağının arasından kafasını sokarak;

-Yaallah diye başkanı omzuna almak istedi…

Durak çok duyarlı yürüdüğü için kendine aniden yaklaşan bu kişiyle birlikte birkaç adım ileri çıktı… Ama ne olduysa o sırada oldu… Ne olduğunu anlayamadı… Omzuna almak isteyen vatandaş başaramadı…

Durakta protokol sırasının kendine ulaşmasını bekledi… Yüzü kızardı… Suçluluk hissine kapıldı… Durak bu protokol sırasında bir süre daha yürüdü… Birkaç adım sonra aynı kişi bir kafa, bir kol, bir künde daha yaptı… Durak, bu protokol sırasından yine 4-5 adım ileri çıktı… Sonra yeniden protokolün kendine ulaşmasını bekledi… Durak hem durumun ne olduğunu bilmiyor, hem de utanıyordu… Tam kurdeleye yaklaşırken vatandaş yaradana sığınıp Durak’ın arkasından bacakları arasından başka bir dalış daha yaptı…

Durak önde, onu omzuna almak isteyen vatandaş arkasında eğilmiş vaziyette bir yarış başladı… Protokol olduğu yerde durdu.. Onları şaşkın şekilde izlemeye başladı…

Durak’ı omuzlarına almak isteyen vatandaş, tıpkı boğa güreşlerinde halkın arasına dalan boğalar gibi Durak’ı omuzları üzerinde bekleyen vatandaşların arasına daldı… etten duvar oluşturan vatandaşların arasında bir dalgalanma oldu… Sonra etrafındaki görevli memurlar telsiz taşıyan danışmanlar, zabıtalar hepsi birden sayın başkanı kalabalığın arasına sürüp götüren vatandaşı yakalamaya koyuldular…

Hepsinde bir şaşkınlık var… Birden onu omzuna almak için sürekli dalış yapan vatandaş yüz şekli bozulmuş, utangaç vaziyette Durak’ ın koruyucuları tarafından kalabalıktan çıkartıldı… Durak etrafında kendini koruyan memurları, danışmanları, zabıta memurları ile birlikte doğruca kurdelenin yanına kendini güç bela atıverdi…

TIPÇI ZİRAATÇI AYRIMI…

Çukurova üniversitesinde profesörlerden biri eline kalemi kağıdı almış hesap yapmış…

-Üniversite kurulduğundan beri en çok tıp mı, yoksa ziraat mı bilim insanı kaybetti?

Ortaya çıkan tablo ilginç… 15 yıllık tarihinde üniversitede kaybedilenbilin insanlarının tamamı Tıp Fakültesi mensuplarıymış…

Prof. Dena, Prof. Faruk L. Özer, Prof. Lütfullah Sungur, Prof. Ertuğrul Özmen, Prof. Fikret Ünsal, Doç. Cemil Kobal, Op. Beyin Cerrahı Cem Yücesoy…

Hesabı yapan hoca;

-Yahu Tıp Bilimi gerçekten ömür törpüsü… Bakın ziraatçılardan ölen var mı? Diyor…

Şimdi tıpçı, ziraatçı ayrımı nereden çıktı diye sakın düşünmeyin…

Aslında Rektörlük seçimi Ağustos ayında… Ama kulisler şimdiden başlamış durumda… Ama hocalar dikkatli ve derinden gidiyor…  Aslında buna pek ayrım demek doğru olmaz… Çünkü Rektör Prof.Dr. Mithat Özsan’ın yeniden seçilmesini göz önüne alan bilim adamları çok dikkatli…

-Her gönülde bir aslan yatar diyorlar…

Aslında tıpçılar bu konuyu anlatırken, üniversite tarihinde hep tıpçıların öldüğünü vurgularlarken, yönetimde kendilerinin etkili olmasını istiyorlar… Hatta kısık sesle;

-Ömür törpüsü olan bu dalın temsilcileri hep yönetildi… Ne olur sanki biraz da yönetici olsalar, diyorlar…

Ama bunu duyulmayacak biçimde seslendiriyorlar…

DELİLİK NE GÜZEL ŞEYMİŞ…

-Delilik ne güzel şeymiz…”

-Ben baba erkil bir ailenin 6 çocuğundan en küçüğüyüm… Katı bir disiplin ile büyüdüm… Bizdeki terbiye sistemi, dayak ve şiddet üzerine kurulmuştu… En küçük olan ben, bir yaramazlık yaptığımda önce annemden, sonra büyük ağabeyimden, sonra babamdan, sonra da diğer kardeşlerimden sıra ile dayak yedim… Ama rahmetli babam pek dövmezdi…  Bunlardan haberi de olmazdı… Babam geleceği zaman elimi yüzümü yıkatırlardı… Kan lekeleri giderdi… Sıkı mı babama bir şey söyleyeyim? Böylece birinci sınıfa geldim… Yavaş yavaş aklım bazı şeylere ermeye başladı… Dayaktan nasıl kurtulacağımı düşündüm, düşündüm.. Ailenin PHLİPS marka bir bisikleti vardı… İki büyüğüm buna beni bindirmezlerdi… Ama kendileri binerlerdi… Köprüköyüne gider gelirlerdi… O kırmızı bağ toprakları çamurluğun arasına sıkışır, onu temizlemekte bana düşerdi… Bir gün Köprüköyüne gidip geldiler… Bana temizle dediler… Bir büyüğüm bende bineyim öyle temizleyeyim dedim.. Bir yumruk vurdu… Daha

10-11 yaşımdayım… Bu arada daha fazla dayanamadım, tulumbanın önündeki curum(küçük tekne) su ile doluydu… Bende bir yumruk salladım… Yumruğumdan kaçmak isterken curuma düştü… Hem korkudan kurtulmuşluk hali ile üzerine atladım… Boğazını sıkarak kafasını suya batırdım… Büyük mahalle büyük kardeşimi elimden çok zor aldı… Az daha boğuluyordu… Bende bir güven duygusu oluştu… Büyüğümün büyüğünü devirmenin verdiği şımarıklıktı… Bu cesareti ağabeyimin curumdan çıkarttılar… Elimden aldılar… Uzun süre konuşamadı… Adeta gözleri yerinden fırlamıştı… Duyulur duyulmaz bir sesle;

-Yahu bu Deli… Deli yahu, dedi…

Sonra aynı sözleri söyleyerek bağırmaya başladı…

Ondan sonra adım deliye çıktı… Bu öyküyü anlatan ağabeyimiz bu gün olayı düşündüğünde o çocukça duygularını söyle ifade ediyor;

-Yahu ne kadar güzelmiş delilik… Ondan sonra ne dayak, ne küfür, ne itilip kakılma, ne azar… Bunları yapmaya katlıklarında gözümü iri iri açtığımda ( Ne olacak? Deli oğlan) diye susup kaçtılar…

Ne dersiniz dostlar… Haksızlıklardan kurtulmak için illa deli mi olmak gerekiyor?

DOLMUŞ MASASI VE

40 BELEDİYE BAŞKAN ADAYI…

Adana nın ünlü CAN Lokantası… Bu lokantanın tenha bir köşesinde kurulan “DOLMUŞ” adı verilen masa var…

Aman efendim, aman…

Bu masa son günlerde dolup taşıyor… Tam da adına layık durumda…

Durak’ın en çok güvendiği kişiler, bu masanın vazgeçilmez konuklar…

Hem de kimlerle mi oturuyorlar?

Eğe Bağatur’ lar, sol görüşlü diğer bazı kişiler… Arada çeşni olsun diye, sağ görüşlü ANAP’lı partililer…

Anlatılanlara bakılırsa, bu masada her gün 40 belediye başkanı seçime sokuluyor, 40 belediye başkanı da görevden alınıyor…

Aytaç Durak’ ın yerine aday olarak gösterilenler arasında kimler mi var?

Selahattin çolak bir numara… Sonra Eğe Bağatur,(istemem yan cebime koy) dercesine kerhen aday gösteriliyor… Daha sonra  DSP’ nin üst düzey yöneticilerinin gösterdiği bazı adaylar belediye başkanlığı için dolmuş masasına yatırılıyor…

ANAP tan kimseler yok mu? Olmaz olur mu… Durak’ın güvendiği adamlar bunların ağzına bir parmak bal sürüyorlar… Ama onların da bulunduğu ortamda… Mesela Durak’ın kayınbiraderi Faruk Köymen’ in bütün olup bitenlerden haberi var…

Hasan gazi Gürbüz, Murat Yılmaz’ın durumu, ama Yılmaz genellikle istenmeyen başkan adayları arasında yer alıyor…

Dolmuş Masasında oturup genellikle de bedavadan geçinenler için belediyenin kendi istihbarat kaynakları sürekli çalışıyor…

Sanırım Aytaç Durak’a konu henüz yansımamış…

Ama bu masanın başkanların seçilmesi konusunda önemli kararlar arifesinde olduğu belirtiliyor…

AYTAÇ DURAK

SANATTAN ANLAR MI?

Büyükşehir belediye Konservatuarı Türk sanat Müziği bölümünün sezon kapanış konseri Çukurova Üniversitesi’ nin Balcalı Kampusunda Büyük anfi de yapıldı… Konserin 10 dakikalık arasında iki kişi şöyle konuşuyordu…

-Aytaç Durak iş adamı… Kültürden, sanattan ne anlar?

-Öyle deme… Baksana ne güzel konuştu… Kültür sanat faaliyetleri alt yapı kadar önemliymiş…

-Öyle değil mi?

-Tabi öyle…  Biz de aksini söylemiyoruz zaten…

-Peki?

- Pekisi var mı? Aytaç Durak burada politika yaptı… Senin haberin yok…

-Ne demek o?

-Şu demek, ben altyapıya şu kadar milyar harcadım… Sanata da bu kadar önem veriyorum… Yakında yapılacak seçimde bana yeniden oy verecek olursanız, bu türlü sanat faaliyetleri daha da artacaktır…

-Allah Allah… Şimdi nereden çıkarttın bunu?

-Tabi politika yaptı… Seni de, beni de başkalarını da inandırdı…

-Peki, Durak’ın inandırıcı olmadığı tarafı neydi?

-İnandırıcı olmadığı tarafı mı? Al tiyatroyu, Türkiye nin en eski tiyatrosu… Şimdi ne oldu? 18 kişilik sanatçı kadrosu darmadağın edildi… Oyuncuların her biri mesleği ile ilgisi olmayan belediye kuruluşlarında görev yapıyorlar…

-Dahası?

-Dahasına devam edeyim mi?

-Et…

-Konservatuarın tiyatro bölümü sonra…

-ne olmuş tiyatro bölümüne.. Şakır şakır eğitim öğretim görmüyorlar mı?

-Ne kadar bilgisizsin yahu… Bende seni daha bilgili, bu konularda haberi olan bir kişi sanırdım… Ama üzüldüm..

-Üzülme, üzülme… Anlat ne olmuş konservatuarın tiyatro bölümüne?

-Acınacak halde acınacak… Hem de öyle acınacak halde ki, sanattan anlayanların bir mendil alıp ağlamaları gerekiyor…

-Anlat öyleyse… Biraz da biz ağlayalım…

-Tiyatro bölümünde ders veren 6 kişilik Devlet Tiyatrosu kadrosu vardı… Bu kadroya önce 200 şer yüz bin lira maaş vereceğiz dediler… 7-8 aydan beri bir lira alamadı bu sanatçılar… Sonra keselerinden harcadıkları paralarla burada kurslar verdiler… Sonra belediye personel müdürü Abdullah Yektagil’in imzası ile bir sanatçı öğretmenlere 2000 ‘er lira saat ücreti verilmesi kararlaştırıldı… Öğretmenler şu anda derslere gelip gitmiyorlar…

-Öğrenciler ne oldu?

-Hepsi sokakta kaldılar tabi… Burada zaten 15 civarında öğrenci vardı… Bunlar öğretmensizlikten belediye başkanının sanata verdiği önemi gösteriyor…

-Allah Allah… Peki bu anlattıkların gerçek mi?

-Git, araştır, sor, gör… Daha feci bir sahne ile karşılaşırsın…

-Peki, Türk Sanat, Türk Halk Müziğinde öğretmenlik yapan Ali Şenozan, Erkan Sürmen’in durumları?

-Onlar iyi… onlar 8’ er milyon liralık anlaşma yapmışlar.. İki sanatçı da Ankara ya gidiş-gelişleri, uçak  biletleri, Adana da barınmalarının hepsi belediyeye ait… Yani bu kişilerin yıllık masrafları belediyeye kaç liraya mal oluyor biliyor musun? Kaba tabirle 10-15 milyon liraya…

-Peki, Aytaç Durak Tür Sanat, Türk Halk müziği bölümlerine önem veriyor… 10-15 milyon lira para ayırabiliyor da, niçin tiyatro bölümü ihmal ediyor?

-Hal püf noktası da burada…

-Neden mi? Bal gibi bir soru işte… Hadi cevabını ver…

-Anlatayım; Aytaç Durak muhafazakâr bir siyasi görüşü var… Bu görüşte sanatçı tiyatro yazarı o kadar az ki, Aytaç Durak istediği oyunu seçemeyecek… Kendi görüşünün reklamını yaptıramayacak… Sonra da bu kuruluşun gelip büyümesi için, daha doğrusu kendine yararı dokunmayacak bir kuruluş olduğu için milyonlarca lira harcanmasına izin verecek? Oldu mu bu ya?

-Gerçekten de çok doğru söylüyorsun… Gerçektende çok üzülecek bir konuymuş…

İşi kişi daha sonra kalabalığın arasına karışıp gittiler… Durak başkan bu sırada başarılı yönetmen Ali Şenozan ile ateşli bir sohbete tutuşmuştu…

 

SELAHATTİN ÇOLAK ÖPER;

AYTAÇ DURAK ÖPMEZ…

Allah Allah… Bizim şu halkımız neler düşünüp, nelerin hesabını yapıyor… Şaşırıp kalıyor insan…

Geçen gün bir toplantıdayım, vatandaşlar hesap yayıyor…

-Durak neredeee?

-Çolak neredeee?

-Peki, ikisinin arasında ne var var?

-Var vaaar… Öyle fark var ki şaşırıp kalırsın…

-Ne fark var?

-Selahattin Çolak Belediye Başkanıyken makamına gelen yaşlı kişilere, ya da sokakta önünü kesen sıradan vatandaşlara büyük hürmet gösterirdi…

-Durak göstermiyor mu?

-Durak bana göre oy almayı hesapladığı kesime büyük saygı gösteriyor… Hal hatır sorup konuşuyor… Muhaliflerine çok uzak…

-Daha?

-Dahası var mı? Selahattin Çolak kendinden yaşlı olan kişilere büyük saygı gösterir, ellerini öperdi… Elinden gelen maddi ve manevi her türlü yardımı yapardı…

-Aytaç Durak göstermiyor mu?

-Vallahi Durak’ı bilmeyen mi var? Hep partililerine yardım ediyor… Varsa partili, yoksa partili, yeniden aday olursam, seçilirsem diye sürekli hesaplar yapıyor…

-Peki, Durak el öpmez mi? Nereden biliyorsun?

-Onu bilmeyen mi var? Durak’ın şu ana kadar kimin elini öptüğünü kim görmüş? Belki başkandır, makamı vardır… Ama Çolak ta başkandı onun da bu makamda uzun süre kaldı…

-Yani ne demek istiyorsun?

-Selahattin Çolak halk çocuğu… Durak ta halk çocuğu ama, Durak çıkarına uygun olana, Çolak herkese saygı gösteriyordu…

Allah Allah..

BİR ÇOLAK HAYRANI…

Belediye eski Başkanı Selahattin Çolak’ın hayranı öyle çok ki…

Hala onun belediye başkanı olacağını planlayanlar var… Buna göre stratejiler çizenler bir hayli kabarık…

Zaten Çolak’ın işyeri de, Süleyman Demirel’ in Güniz sokaktaki evi gibi dolup taşıyor..

Belediyede şu anda da çalışan çolak’ı çok seven, bir işçi onun adının soyadının harflerinden oluşan şiir yazmış… Şöyle;

Sevgimiz sonsuzdursana büyük başkan,

Emrinde bir nefer olmaya hazırız her an,

Layıktır sana her şeyin en güzeli,

Allah büyük geçen herhalde bir buçuk yıllık zaman…

Halkımız görmek ister seni başkan,

Alacağımız oylarımızla o yeri sana,

Ta içimizde hasretin kanar,

Takatimiz kalmadı yetiş başkan,

İmarcıyım diyenler mezarcı çıktı,

Ne olur gömülmeden yetiş başkan…

Çarmıha germişler Adana elden gidiyor,

Oylarımız yalnız seni bekliyor,

La havle çekiyoruz bir buçuk yıldır geçmiyor,

Kanımızla, canımızla senin yoluna kurbanız başkan…

MECLİS ÜYESİNİN CAMİSİ…

Cami nereye yapılır?

Tabi ki nüfusun yoğun olduğu, cemaatin çok olduğu etrafta başka camilerin olmadığı yere…

Peki, tarla ortasına cami yapıldığı görülmüş müdür?

Eee, bu tarla dediysek öyle bir tarla ki 4-5 kilometre yakınında Allahın tek bir canlı kulu yok…

Bunlara bakıp yapılamaz diyeceksiniz,  evet yapılamaz…

Peki, Belediye Meclis Üyesi Mustafa Palalı kalkar da Adana nın en kenar mahallesi olan Kabatepe Köyündeki tarlaların içine;

-Ben cami yaptırıyorum, arkadaş, diye ruhsat alırsa, efendim burada dev bir inşaat yaparsa ne olur?

Ona cevap vermeyeyim de, bu konuda konuşan politikacıların dilinden dinleyelim anlatayım…

Ünlü Sanatçı Kadir İnanır’ ın sevgili ağabeyi Mehmet İnanır’ın cenaze töreninden dönüyoruz… Arabamızda tam Kabatepe den geçerken sağ tarafta dev bir inşaat görünüyor…

Politikacılar;

-İşte Belediye Meclis Üyesi Mustafa Palalı’ nın camisi, diyorlar…

Allah Allah… Buraya cami mi yapılır, bir tek canlı kul yok…

-Evet, Mustafa Palalı cami yaptırıyorum diye ruhsat aldı… Sonra inşaatın kabasını bitirdi… Hem de büyük bir ev… Buralarda inşaat yasak olduğu içinde tamamlayınca da içine geçip oturacak… Arkadaş ben vazgeçtim… Buraya cami olmaz, diyecek…

-Allah allan… Ne insanlar var yahu? Devir değiştikçe bazı konular kılıf değiştirerek karşımıza çıkıyor…

 

ZABITA DA ŞAŞTI BU İŞE…

Belediye zabıtası düdüğünü öttürdü;

-Düüüüt!!!!Düttttt !

Otogarın içindeki simitçiler, dürüm kebap satanlar, ayna tarak, kol saati, simit satanlar çil yavrusu gibi kaçıştılar…

Uzaktan zabıtayı gözetleyenler de onun gitmesini beklemeye başladılar… Zabıta şaşkın, elinde düdüğü birkaç küçük yaramazı yakalayıp kulağını çekecek…

-Ben size burada satış yapmayacaksınız demedim mi? Kaç defa uyarmadım mı? Bir daha yakalarsam sizi döveceğim demedim mi? Bu sattığınız gıda maddeleri ile insanları zehirlediğinizi bilmeyen mi var, diyecek ama neredeee?

Zabıta simitçiyi kovalıyor, simitçi otogarın doğu tarafındaki duvardan dışarıya kaçıyor…

Sonra dürümcüler, güneydeki duvarlardan öteki, kuzeydeki mahalleye açılan duvarlardan atlayıp kaçıyor…

Şunu anlatmaya çalışıyorum;

Adan otogarının duvarları(eski) delik delik… Sanki 2.Dünya savaşından yeni çıkmış gibi… Top gulleleri tarafından her tarafından oyuklar açılmış… Her biri de iki üç kişinin geçebileceği büyüklükte… Zavallı zabıta memurun e yapsın? Çaresiz kalıyor… Otogar müdürü ne mi yapıyor? Hiiiiç… Masası, sandalyesi, kliması var ya… Oturuyor akşama kadar… Başka ne yapacak? Devleti-Âli’den alıyor maaşını… Gerisi onun için vız gelip tırs gider…

KARAİSALI DA BALE…

Notlarıma bakıyorum, ne var ne yok karıştırıyorum…

Bugünlerde belediyede konuşulan bir konu var… Nasıl bir konu mu?

Efendim Karaisalı da bale hakkında çeşitli ifadeler kullanılıyor;

-Duydun mu?

-Neyi?

-Aytaç Durak, Ankara Çocuk Balesini getirip Karaisalı da gösteri yaptıracakmış…

-Hadi canım sende…

-Vallahi billahi… Bak hem sana söyleyeyim mi? Karsantı’nın Adının Aladağ olarak ilçe yapılması şerefine baleyi Karaisalı ya götürecekmiş…

-Ama sevinç duyması gereken kişiler Karsantı’lılar değil mi? Gösteri neden Karaisalı da düzenleniyormuş ki?

-Politikacıları bilmez misin? Ankara’dan gelen sanatçılar Karaisalı ile Karsantı’yı nasıl ayırt edecekler ki? Durak onları götürüp (İşte burası İlçe oldu, burada gösteri yapacaksınız)  derse herkes inanır…

-Ama bale yapılacak sahne var mı Karaisalı da?

-Sen politikacıları bilmiyorsun… Ankara’dan gelen bale sanatçıları Karsantı yerine Karaisalı da gösteri yaptıklarına şükretsinler… Aytaç Durak politikacı… Kendi doğduğu köye bile götürüp orada gösteri yaptırabilirdi… Hem Karaisalı da sahne olmayabilir… Ama orada dev ormanlar yok mu? Tarla yok mu? Politikacılar her şeyi yaptırabilir…

-Sahi mi?

KÖŞKTE İKİ AİLE…

Şu belediye camiasında çalışıp da dedikodu yapmayan yoktur…

-Vay efendim belediye köşkünde iki aile oturuyormuş..

-Vay efendim, 3200 kişinin çalıştığı dev kuruluşun bir tek sosyal tesisi yokmuş…

-Köşk ne güne duruyormuş? Hem köşk koskoca portakal bahçelerinin içindeymiş…

-Eski başkanlar o köşkte oturmuş… Keyif çatmışlar…

-Aytaç Durak kendi konutu olduğu için orayı boşaltmamış… İhtiyacı olan iki kişiye vermiş…

Belediye çalışanları çok dertli çooooook…

-Neden köşkü sosyal tesis yapmıyorlar?

-Neden Stat civarındaki Kültür Müdürlüğü olarak kullanmıyorlar? Akşamları neden orası personele açılmıyor? Eskiden açılıyordu… Burada işçi-memur can sıkıntısı, yorgunluğunu atıyordu…

 

ADANA DEMİRSPOR’A YAPILAN

YARDIMIN FATURASI SU ÜCRETLERİNE

YÜKLENDİ…

Üçüncü notta şöyle;

Vatandaşlar doğal olarak bu kez belediye dışında konuşuyorlar…

-Kardeşim senin su faturan kaç lira?

Öteki derin nefes çekiyor, ahını çekiyor;

-50 bin lira…

-Peki, daha önce kaç liraydı?

-12,500 lira…

-Aradaki fark neden oldu biliyor musun?

-Hayır…

-Amma cahilsin haaa.. Öteki arkadaşının yüzüne aptal aptal bakarken açıkgöz olan anlatıyor;

-Bu ay su paraları var ya neden yüksek geldi biliyor musun? Hemen söyleyeyim… Çünkü Aytaç Durak Adana Demirspor’a yardım yaptı… 70 milyondan fazla… İşte bunu vatandaştan çıkartmak için faturalara yansıttı…

 Durak yardım yapıyor görünüyor, fakir fukara vatandaşın sırtından yaptığı yardımın parasını çıkartıyor…

-BUYURUN…

 

ESKİ BAŞKANDAN

ZİYAPAŞANIN SÖZÜ…

Adana…

Saat 22;00…

Bir köşk…

Köşkün bahçesindeki havuzun kenarı…

Bir sandalye, üç kişi…

Başkan sandalyede iki kişi ayakta… Ayaktakilerin birisi avı, diğeri de av…

Avcı ellerini tüfek gibi yapıyor; parmaklarıyla nişan alıyor;

-PAF POF… PVAAAAA… Ateş ediyor…

Av ise ellerini dirseklerinden iki yüzünün  iki kenarına birleştirmiş;

-Hevvvv… Hevvvv diyor…

İki kişiden av olan kaçıyor, avcı rolünü üstlenen onu kovalıyor…

Sandalyede oturan başkan katıla katıla gülüyor…

Gözlerinden yaşlar geliyor… Ayaklarını yere vura vura gülüyor… Sandalyeden oturup oturup kalkıyor… Kah kahkaha atıyor, kah gözünden yaşları siliyor, sandalyeden düşercesine katıla katıla aralıksız gülüyor…

Köşkün bahçe kapısından bir kişi giriyor… Başkan birden susuyor, yüzü asılıyor… Sert ve emredici şekilde konuğu süzerken konuk da bir kahkaha atıyor… Başkan kendine koniklik yapan iki kişiyi hemen kovuyor… Konuğu çağırıyor;

-Söyle neden güldün?

Konuk;

-Hayır, Başkanım söylemem, diyor…

Başkan diretiyor,

-Söyle, söylemeni istiyorum…

Konuk ısrar ediyor… 15 dakika süren bu tartışma sonunda başkana konuk, Ziyapaşa ’nın şu sözünü söylüyor;

-MUİNİ ERBAB-I DENAETTİR, KÖPEKTİR ZEVK ALAN SAYYAD-I Bİ İNSAFA HİZMETTEN…

Konuk bu sözü söyleyince başkan konuğu tehdit ediyor… Sonra işinden başka bir bölüme sürdürüyor… Tayinini çıkartıyor… Bir süre dışarıda başka görevde bulunan, köşkün ani konuğu sonra yeniden işine dönüyor…

 

“NE YAPSIN

MEKKELİ DURAK?”

Adana Büyükşehir Belediye Meclisi bu gün toplanıyor…

İki önemli gündem maddesi var;

1-Dünya Bankası yetkilileri ile yaptığı görüşme…

2-2 bin dönüm arsa karşılığı yaptıracağı 3400 konut ihalesi…

Durak bu konularda meclis üyelerine açıklamalarda bulunacak… İlk madde ile ilgili encümen tarafından görevlendirilmiş… İkinci madde içinde ”ALLAH BÜYÜK” deniliyor…

Ancak ikinci maddeye basının, bazı çevrelerin karşı çıkması üzerine Durak’ ın kurmayları gece gündüz çalışarak bu ihalenin yasal olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar… Özellikle gece gündüz çalışan her zaman fedakarca davranan bir yardımcısı Durak’ın bu çalışmasını aklayacak kanıtları bulmuş durumda… Resmi gazetelerin didik didik aranması sonucnda belediyelerin mal karşılığı yaptırdığı konut işhanı gibi konutların ilanları bunlar… Durak bu gün elinde bu kanıtlarla meclise konuyu anlatacak… Ancak Durak için bu günlerde belediyede anlatılan bir fıkra var şöyle;

-Hz. Muhammet öldükten sonra halifelik konusunda Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye  ile Hz.Ali arasında kavga çıkıyor… Bu yıllarda Hz.Ali Mekke’de, Muaviye Şam’da oturuyor… Mekkeli bir tüccar devesine yüklediği malı satmaya Şam’a geliyor… Dönüşünde de mal alıp devesine yüklüyor… Tam hareket edeceği sırada Şam’ lı bir kişi;

-Bu deve benim diye çıkıyor ortaya…  Hem de bu erkek deve diyor…

Bunun üzerine Mekkeli  tüccar şaşırıp kalıyor… Orada görevli kişiler de devenin ŞAM’ lı kişi ait olduğuna karar vermişler…

Durum kadıya intikal etmiş… Kadı da;

-Bu deve erkek… Şamlı’ nın kararı veriyor…

Mekkeli tüccar ile Şamlı kişi Muaviye’ye gitmişler… Olayı anlatmışlar; Muaviye,

-Tamam, bu deve erkek, hem de Şamlı’ nın demiş…

Mekkeli tüccar üzüntülü, bakışları arasında devesini alıp Şamlı tüccar kente kaybolurken, Muaviye, Mekkeli tüccarı çağırmış…

-Selam söyle Ali’ye dişi deve ile erkek deveyi ayırt edemeyecek kadar cehaletin, siyasetin, menfaatin, rüşvetin bu kadar ittifak ettiği bir yerde Hz.Ali’ nin peygamber soyundan geldiğine ve halifeliğin onun hakkı olduğuna kim inanır… Halife benim, demiş.. Cebinden bir kese altın çıkartıp Mekkeli tüccarla Ali’ ye selam göndermiş…

Bu fıkrayı anlatan çevreler Durak’ ın yaptığı, yapmaya çalıştığı her hayırlı işin çevresindeki ya da kentte bulunan kişiler tarafından engellendiğini, en küçük bir çıkarına dokunulan kişinin en mantıklı işine bile karşı çıktıklarını anlatıyorlar…

Belediyede en çok konuşulan günün konusu bu… Bakalım meclis toplantısından sonra durum ne olacak? Bu fıkrayı anlatanlar sonra şöyle diyorlar;

-Olayların tıpkı Muaviye ve Hz. Ali nin döneminde olduğu gibi bir dönemde ne yapsın Mekkeli Aytaç Durak? Diye soruyorlar…

ÇOLAK ÇIĞ GİBİ

BÜYÜYOR MU?

Bu günlerde Selahattin Çolak’ın işyeri dolup dolup taşıyor…

ANAP’ lılar, SHP’ liler, DYP’ liler, hatta hatta Refah Partililer bile suyolu yaptılar… Çolak’ın etrafında kenetleniyorlar…

ANAP’ lılar içinde bazı mahallelerden gelen delegelerin bile olduğu, Çolak’a seçimde kendisine oy verecekleri yönünde söz verdikleri belirtiliyor…

Her partiden gelenleri, Selahattin Çolak büyük bir hürmetle karşılıyor… Hepsinin halini hatırını soruyor… Elinden geldiğince de maddi yardımda bulunuyor…

Gün geçtikçe Selahattin Çolak’ çığ gibi büyüdüğünü gören vatandaşlar gizli bir sevinç içindeler… Onun hizmetlerini bir bir sayıyorlar… Özellikle de onun yaşlılara karşı gösterdiği saygıyı anlatıyorlar…

-Çolak Başkan seçildiğinde Erbakancılar gelmişlerdi… Bu kişiler Çolak tan yardım istediler… O da şaka yollu Erbakan’a gidin dedi… Ama bu kişilerin yarım kalan camilerinin tamamlanması için, demir, çimento, diğer yardımlarda bulundu, diyorlar…

Çolak’ı Refah partililerin destelemesi, onun hürmet eden yapısından kaynaklandığını söylüyorlar…

Durak’a muhalif olan gurup ise;

-Selahattin Çolak’ ın her türlü partili tarafından desteklenmesi, sevgi ve saygı görmesi kısa zaman sonra yapılacak belediye başkanlığı seçiminde Durak’a ciddi şekilde bir rakip olarak çıkabilir… Zaten daha önce yaptığı hizmetleri de var… Bunlara bir de saygı, sevgi, hürmet eklenince olay bitiyor, diyorlar…

Selahattin Çolak’ı aytaç Durak’a rakip gösterenlerin bir benzetmesi de şöyle;

-Ankara da Süleyman Demirel’ in Adana da Selahattin Çolak’ ın evi dergâh gibi…

Gerçek olan Selahattin Çolak’ın çığ gibi büyüdüğü; yapılacak seçimde de Aytaç Durak’a en ciddi rakip aday olduğu…

KAYBOLAN ATATÜR BÜSTÜ…

Adana’ nın Yüreğir İlçesine bağlı Taşlı Köyü’ nün ilkokulda bir yıl önce bir Atatürk büstü vardı… Ama şimdi yok… Neden mi?

Okul müdürü;

-Bu büst çok bakımsız, diye Adana ya boyatmak için getirdi… Boyacıya verdi… Aradan zaman geçti… Atatürk Büstünün konulduğu kaide boş duruyordu… Köylüler merak ettiler, hocaya sorduklarında;

-Vallahi henüz boya işlemi sürüyor, diyordu…

Bu oyalama tam bir yıl sürdü… Gerçek sonradan ortaya çıktı… Şöyle olmuştu;

Hoca verdiği Atatürk Büstünü boyacı ile otobüs garajı arasında kaybetmişti… Bir türlü de gücü yetip alamıyordu…

Köylüler de düşünmeye başladılar…

-Ne yapalım? Diye kara kara düşünmeye başladılar…

 Ama kimse boş kalan kaideye üzülüyordu… Bir köylü sonunda;

-Buldum buldum, diye ayağa fırladı… Yeni bir büst alalım, dedi…

Herkes bunu kabul etti… Şu anda  kaide hala boş, ama yeni Atatürk Büstü satın alınıp köye getirildi… Bugün ya dayarın yerine konulacak… Olan önceki boyaya verilip kaybolan büste oldu… Bir yıldan beri kaide bomboş duruyordu… Bu da köylü vatandaşları çok üzüyordu… Sonunda çıkar yol bulundu da öğretmende büyük sorumluluktan kurtuldu…

DEMİREL’İ BEKLERKEN…

Eski başbakan Süleyman Demirel 4 Eylül de Adana’da yapacağı konuşmasını izlemek üzere hava alanındayız… Uçak az sonra alana inecek… Ama karşılamaya gelen politikacılar, eskileriyle yenileri birbirleriyle kaynatıyorlar… Ne laflar, ne kıssadan hisseler var… İnanılmaz şekilde etrafı dinliyorum… Bazen üzülüyor, bazen de seviniyorum…

Demirel’i beklerken en hararetli konuşan kişi Nazım Baş, kendi doktor, bir dönem de AP de bulunmuş… Katıksız Demirel hayranı, iki lafından birisi;

-Demirel bilir…

-Şikâyetlerimi Demirel’e yaptım…

-Bu konuda tek hakemdir Demirel…

-İki kardeşimi ANAP görevden aldı… Birisi Osmancıydı, diğeri öğretmen… Allah büyük… Demirel gelecek elbette…

En çokta DYP’ nin Kozan ilçe Başkanı Dr. Nazım Baş’a takılıyor…

-Ulan deli, diyor, başka bir şey demiyor…

Nazım Baş aslında “DELİ” sözüne hiç tepki göstermiyor…

-Lan deli, nasıl gidiyor işler?

-Lan deli ANAP ‘ la aran nasıl?

Saatler geçip gidiyor, sohbetler koyulaştıkça koyulaşıyor… İki de bir gelen bilgiler şöyle;

-Pilotları kaçırmışlar… Bu ANAP’ ın işi… Özal ateşle oynuyor… Yunanistan’ dan pilot gelecekmiş… Demirel’i Yunanlı pilot getirecekmiş… Yunanlı getirirse ne olur? Yunan ve Türk Demokrasisine katkısı olur…

-Hadi canım, Amerikan pilotlarını ne yapacak?

-Zaten Amerikan değil mi?

-Ne?

Konuşmalar sürüyor… 17; 15’ te Adana da olması planlanan uçak ancak 19: 15’ te alana inebiliyor…

ŞEVKET GEDİK’İN DONU…

Demirel’i beklerken, ateşli DYP’ lilerin en çok kızdıkları olayda Kozanlı milletvekili Şevket Gedik oldu…

-Bakan Doğan’a don mu vermiş?

-Ne donu?

-Şeyinin donu… Yani kilodu…

-Hadi canım…

-Baksana… Onun rengi nasılmış?

-Kırmızı diyorlar…

-Yok, yok turuncuymuş…

-Üzerinde kan varmış…

-Ne yanı yahu?

-Haydaaaaa…

Şevket Gedik’in ANAP dağılırsa hangi partiye geçeceği bu espriyle tartışılıyor…

Dr. Nazım Baş, Kozan DYP Başkanına sert çıkıyor…

-Eğer onu partiye alırsanız ben istifa ederim…

-Şevket gedik avucunu yalar…

-Hele partiye girmeyi bir yana bırak DYP’ nin önünden geçebilir mi? Geçerse istifa ederim.. Kardeşim o heriften hayır gelmez…

Düşündüm;

Sayın Şevket Gedik olsaydı, bu konuşmalar yapılabilir miydi?

Eğer yapılsaydı, onun tavrı ne olurdu?

Bu sütunun Şevket Gedik Beye de açık olduğunu hemen söylemeliyim…

Politikacılar… Bunlar değişik yapıları olan insanlar… Yan yana geldiklerinde dost, uzaklaştıklarında düşman olabiliyorlar…

KAMUOYU ARAŞTIRMASI…

Halk oylaması konusunda kamuoyu yoklaması yapıyoruz…

Eski liderlerin siyasi yasaklarının kalkması konusunda, sokaktaki vatandaş ne düşünüyor?

Yanaklarını şişirerek, genizden konuşan, yanakları  körük gibi dolup boşalan bir vatandaş;

-TABİ… Ben arkadaşlarıma da söyledim..

-Şaapılması lazım…

-Hep düşünüyoruz…

-Neden hep şey olsun... Şey olan ülkede bir şey olmaz…

Hızla terini sile sile dudaklarının kenarında biriken tükrüğünü sile sile uzaklaşıyor…

Karısı ile kol kola giden vatandaş, sinsi bir gülüş ile dinliyor bizi… Sonra karısını dirseği ile uyarıyor…

Sonra nutuk çekercesine;

-Ama şey olunca… Başka türlü…

-Karıma bir şey konusunda şeyi önemlidir…

-Onun şeyi olmadan kesinlikle yapılamaz… Şey yapmamız için karımın şeyi şart…

Karısı yüzünü asıyor… Yüzü yerde, kocasının tuttuğu koluna asılarak;

-Hadi şaapalım,

-Ne?

-Yani şaapalım…

-Yani şey konusunda ne diyorsun?

-Valla çocuklar evde… Şimdi şaapmak olmaz… Kannanam şapaar sonra…

Koca sert, zaman zaman sisince gülüyor…

-Biz karımla şaapacağız… Bu konuda şey yapmamız daha doğru olur…

-Tamam  çocuk evde şaapabilir…O nedenle şey yapmamız lazım..

Öğle yemeğine çıkmış bir kamu görevlisi bayan; omzunda çantası var…

-Valla şey… Nasıl anlatsam ki?

Çantasını gösteriyor…

-İşte içi boz…

-Hanımefendi şey konusunda ne yapacaksınız?

-Aslında şey maddeleri var ya… İşte şeyle beraber bence onlar da şaapılmalı…

-Şaapılmayan şey olur mu?

-Olmaz yani… Şey olmayacak olursa yarın bir gün şey olmaz… Sanki şey gibi yönetiliyoruz… Şey konusunun kesinlikle şaapılması lazım…

-Siz ne diyorsunuz?

-O zaman şey ülke oluruz… Aksi takdirde şey olmak mümkün olmaz… Ama görüyorsunuz şey olmasa da durum fark etmiyor.l.. Şey yap, şey yapma, yine eline geçen hep şey oluyor… Yani bence şey yapılması lazım…

-Aslında bir şey söylemek istiyorsunuz;

-Şey dairedeki arkadaşlarımla aynı şey yapılması konusunda bir karara vardım… Vardıktan sonra şaapalım derken şeyimize ne kadar şey girecek? Şartlar zor biliyorsunuz… Şey konusunda kesin hesabı kitabı yapılmalı… Şey yapacaklar konusunu şaapmalıyız…

Karısı arkasından geliyor, geliyor ama onun da hiç ilgilendiği yok… Yolunu aniden kesiyoruz… Şalvarının cebinden eli ile iyice bir kaşınıyor… Yavaşça gözlerini kısarak tepedeki güneşten zamanı tahmin etmeye çalışıyor… Ama zaman çok belli…

-Şey konusunda hiç bir şey bilmiyorum… Bizim çocuklar genç… Bu konuda şey yapıyorlar…  Şey konusunda ben şeylerden şaapacağım… Daha sonra şeylerimi şeylerim…

Şalvarının içinde dolaştırdığı eli ile bir daha kaşınıyor… gözlerini kısarak güneşe bir daha bakıp zaman konusunda bir tahmin yürüdüyor…

-Aslında avradın fikri şey olur… Mutlaka şey yapılırken, bir şey yapılması avradın da şeyinin olması gerekir… Şey olmasa şey olmaz… Siz de bizim kadar biliyorsunuz… Ama bizim şeyde şey yapılırken şeyin şeyi geçerli… Şeyin şeyi de geçersizdir… Şimdilik şaapmak konusunda bir fikrimiz yok…

Komşularla kahvehanelerde herkes şeyi anlatıyor… Şaapılması konusundaki görüşlerini yapıyor…

-Ama şey olursa başka, şeylerin şeyini bile şaapmak en zor olanı… Zaman zaman zorlanıyor insan… Şimdiye kadar yaptığımız şeyler şaapıyor… Şaapılan şeylerin de şeyleri ortaya çıkıyor…

Maşallah bizim çiftiç de amma nutuk çekti gitti…

Genç bir öğrenci gurubu ile konuşuyoruz…

-Bu yıl ilk kez şaapacağız… Bir şeyler konusunda yaptılar şeyler bitti… Artık şey yapıp, şeye şaapmaları gerekiyor…

Bu konuda şeyimiz fazla şey değil… Şey olursa şaaparız… Eğer şeylerin şeyi şey olurla, şeyleri bu kez olmaz… Şeyin huzuru, can güvenliği, şeyin geleceği, şeyin boyutları, farklılık şaapar… O nedenle şey konusunda şey yapılamaz… Ama yine de şey konusunda bir tecrübe kazanacağız…

REKTÖRLÜK SEÇİMİ VE

BİN YATAKLI HASTANE

AÇILMASI…

Bravooo hocam… Öyle bravooo ki yerden göre kadar bravooo… Eşi, emsali görülmemiş, bravoooo…

Bu kadar ince düşünmeyi, bu kadar hesabı kim yapabilir ki? Sizi kutlamamak elde değil doğrusu..

Bu kadar övgü dizdiğimiz kişi kim biliyormusunuz? Çukurova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mithat Özsan…

Hoca rektörlük seçimi ile hastanenin  açılmasını denk getirdi…

Öyle bir hastane ki,  günümüz rakamlarına göre tam 20 milyar liraya mal oldu…

Rektörlük öyle bir makam ki, bilmi temsil edenlerin temsilcisi, protokoldeki yeri, sonra bir takım yararları…

Tabi bunları sayacak değiliz… Ancak bu konuda son günlerde üniversitede yapılan konuşmalardan kısa örnekler vereceğim…

-Bu gün patronun basın toplantısı var…

-Hani patronun?

-Canım Rektör Prof. Dr. Mithat Özsan’nın

-Öyle desene…

-Ne olmuş yani? Yarın basın toplantısı varsa?

-Ne olmuşu var mı? Yapılan hesaba bak… Sana hesabı anlatayım da biraz dudakların uçuklasın… Bir defa bu hastanenin temeli ne zaman atıldı? On yılı buldu mu? Hemen buldu… Peki neden şimdiye kadar tamamlanamadı? Bu da çok basit… Çünkü Prof. Dr. Mithat Özsan’ın seçimi ile hastanenin açılışını aynı mevsime denk getirmesi söz konusuydu… Bunu da başardı…

-Çok ilginç…

-Bak dostum, devam ediyorum… Şimdi ne olacak? Hastanenin açılışı, Haziran da yapılacak..

-Evet…

-Rektörlük seçimi de Ağustosta…

 Ne olacak? Patron rektörlük seçiminde hemen “OKEY” alacak… Şimdi hastanenin yıllardır neden açılmadığını, ertelendiğini, bugün ise neden acele edildiğini anladın mı?

-Tamam… Anladım…

-Mithat hocayı kutlamak lazım… Nasıl hesap kitap yapmış… Yani artık hoca kesin rektör seçilir yeniden…

-Peki karşısına çıkacak rektör adayları?

-HASTANEYİ AÇIK, Ankara ‘ nın gözüne girdikten sonra isterse karşısına Prof. Dr. İhsan Doğramacıyı getirsinler hikâye…

-Gerçekten doğru söylüyorsun…

 Sayın Prof. Dr. Mithat Özsan ın yarın basın toplantısı var… Bu toplantıdan önce bizim haberini yazdığımız polikliniklerin açılması konusunda bilgi verecek… Sonra da açılış gün ve saatini, tarihi açıklayacak… Önce poliklinikler taşınacak… Sonra diğer bölümleri… Hastane de Haziran da açılacak… Rektör de Ağustosta seçilecek…

Biz de sayın hocayı bu kadar ince hesap yaparak, olayı bu kadar ince düşündüğü için kutluyoruz… İnşallah değil, mutlaka zatı-alileri rektör seçilecektir… Şimdiden rektörlüğünüz kutlu olsun hocam…

BİR MEKTUP…

Sayın Abdulkadir Kaçar,

Gen Haber Gazetesindeki yazılarınızı okuyorum… Açık sözlü, mert, cesursunuz, takdir ediyorum…

Allah aşkına yazın bu dediklerimi;

Vali yardımcılarının araba saltanatlarına son verin… Fotoğraflarla belgeleyin…

Çocuklarını sabah 07;30 da, 07;35 te okula götürüp getirirler… Hizmetçilerini evinde lojmana, lojmandan evine taşır… Hanımlar kabul gününe götürür… Semt pazarlarından sebze taşır… Her hafta at yarışlarına giderler… Yazıktır bu milletin parasın, valiye yazdım aldırmadı selamlar…

GÜN SAYAN PROFESÖR

Prof. Dr. Gıyasettin Kabuli Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı… Asker kökenli olduğu için hoca göreve başladığı ilk yıllarda oldukça sinirliydi… Söylediği bir şeyin yapılmamasına son derece kızar, tepki gösterirdi…

Öyle ki, görevine ilk geldiği günler gazetecilere çok sinirlenmişti… Hatta bir takım gazetecilerin meslekten men edilmesini istemişti… O kadar tahammülsüzdü… Zaman geçti, hoca çok şeylere alıştı… Gazetelerin yazdıklarına artık tahammül gösteriyordu… Öyle ki üniversitenin verdiği kokteyllerde en düşman ilan ettiği gazetecilerle bile sohbet ediyordu…         Zaman her şeyin ilacıdır, hoca için bir kez daha kanıtlanmış oluyordu…

Hocanın göreve geldiği günlerde yine yaptırım gücünü kullandığı zaman zaman çıkmaza girdiği oluyordu…

-Ben şöyle düzeltirim, söylediklerimi yapmayanı şişlerim, böyle şişlerim, diyordu…

Ama hoca gazetelerin aleyhine yazdığına alıştığı gibi buna da alışacaktı… Alıştı da… Hatta istihbarat kaynaklarımız;

-Hoca teslim oldu… Karşısındaki kişilerin her türlü oyunlarına göz yumabiliyor, diyorlardı…  Hoca göz yummaya başlayınca da Numune Hastanesi eski keşmekeşliğe dönmüştü… Hocanın birkaç ay önce olayını daha da yakaladık… Olay şuydu;

Prof. Dr. Kabuli, kapısının arkasına bir takvim yapmıştı… Her gün bir sayının üzerini karalıyordu… Her gün emekliliğe bir adım daha yaklaşıyordu…

Prof. Dr. Kabuli kendine;

-Şunu yapalım hastaneye bu yeniliği getirelim, diyenlere doğruca kapının arkasını gösteriyordu…

-İşte benim bakın şu kadar günüm kaldı… Beni zorlamayın, diyordu…

O taviz vermez hoca artık emekliliği bırakın iple çekmeyi, bir an önce ayrılmayı arzu ediyordu… Hoca geçen gün gazetecileri gördüğünde, bağıra bağıra;

-İşte gözünüz aydın… Artık benden kurtuluyorsunuz… Çünkü 5 ağustosta emekli olacağım…

Düşündürücü, çok düşündürücü doğrusu… Şu anlattıklarımızla, şu makamı kıyaslayın… Gerisine siz karar verin…

Tıp Fakültesi çevresi;

-Hoca gidiyorsa kendinin gözü aydın… Gazetecilerin g özü neden aydın olacakmış? Diye imalı konuşuyorlar…

 MURAT YILMAZ’IN MADENCİLİK DERSİ

Yeni çıkan maden yasasını Murat Yılmaz gazetecilere anlattı… Hemde öyle yerden başladı ki anlatmaya sormayın gitsin…

-Bir yerel gazete yazmıştı… Güya bana şaibeli ruhsat veriyorlarmış… Şaibeli dava alan avukat olursa bana da şaibeli ruhsat verilir… Ama bunlara gülüp geçiyorum… Çünkü maden yasası yeni maden yasası çıktığı 3 yıldan beri bir tek ruhsat verilmedi… Eski yasaya göre de yapılan başvurun tarihi saati, hatta dakikası vardır… Kim bir dakika erken başvurusunu yaparsa o kişi, o bölgede maden arayabilir… Öteki yani bir dakika sonra gelenin hakkı kaybolur… Birde Mersin deki bir kum ocağında parmağım olduğunu yazmışlar… Çünkü kum ocağının sadece tespitinde bulundum… Onun dışında da hiçbir ilişkim yok…

Murat Yılmaz kendi anlayışına göre gazeteci her şeyi yazardı… Çünkü Gazetecilerin yazma özgürlüğü vardı… Murat Yılmaz bu olayı anlatınca bizde hemen bir çağrışım yaptı… Osmaniye Cebelibereket kasabasında bir bölgede 100 ton krom madeni çıkarmıştı… Ama bu ruhsat alınan bölge dışında olduğu için orman işletmesi duruma el koymuştu… Sonra 100 ton krom madeni açık arttırma ile satılmıştı… Madeni kim almıştı? Ne gariptir, ruhsatsız bölgeden çıkartıldı diye ona el koyan Orman İşletme Şefliğinde görevli bir kişi…

Murat Yılmaz ise itiraz edip, mahkemeye vermişti… Mahkeme sonuçlandı mı? Sonuçlanmadı mı? Bunu bilmiyoruz… Ama Murat Yılmaz’ın maden olayın içinde olduğunu kesin biliyoruz… Kanun bu kadar inceliklerin bilen bir kişi gazetecilere böyle hoşgörü göstermesini de iyice düşünüyoruz… Çünkü gazeteciler nasıl olsa orman içinde olup biten maden konusuna pek eğilemez… Peki, gidip gelme fırsatı yoktur… El altında da değildir olay… Kentte duyduklarından nasıl olsa bir şey çıkmaz diye düşünüyor Murat Yılmaz… Haksız da değil mi?...

YALÇIN AKYOL’ ŞAŞKINLIĞI…

Adana Büyükşehir belediye Meclisi Dünya Bankasının önerdiği 52 milyon dolarlık krediyi ret etti…

Konunun oylanması öncesi SHP gurup sözcüsü Yalçın Akyol, başkan Durak’a veryansın etti… Basını ve kamuoyunu işgalcilikle suçladı…

Durak’ı hem kredi alınması, hem de alınmaması yönünde çaba harcadığını söyledi… Sinirler gerilmişti… Durak Akyol’ a, Akyol da Durak’a iyice sinirlendiler… Bu arada oylama yapıldı… SHP’ li ve ANAP’ lı üyelerin tamamı kredinin ret edilmesi yönünde oy kullandılar…

Yalçın Akyol ayağa kalktı, Durak ile arasında şu konuşma geçti;

-Ne oldu şimdi?

Durak,

-Tamam… Kredi almıyoruz…

-Oylama nasıl yapıldı?

-Kredi almıyoruz… Reddi yönünde… Siz de ret ettiniz…

-Ama başkan şey…

Akyol yerine oturdu, ama oylamanın ret yönünde olup olmadığı konusunda hala kuşkuluydu… İl kez Aytaç Durak SHP ‘ nin yanında görülüyordu… Kendi isteği doğrultusunda değil de SHP’lilerin isteği doğrultusunda oy kullandığı bir meclisi yönetiyordu…

Yalçın Akyol buna şaşırmıştı, ama haklıydı… Çünkü bu kadar kısa sürede, kendi deyimiyle OLDU-BİTTİ ‘ ye getirilmiş, Durak istediği manevra ile konuyu ret ettirmişti…  Akyol’un şaşırması normaldi… Çünkü yıldırım oylama ile Durak yine istediğini yapmıştı…

ANLAYANA

Hısım akrabalarını kayıran,

Fisebillullah çalışanı horlayan

Doğruları yanlışlarına bağlayan

Çakaldır aslanı çakala boğduran…

Suyu getirtmeyen testiyi kırdıran,

Çıkarcılığı hizmet diye yutturan,

Hizmet edenlere çamurlar sıçratan,

Çakaldır aslanı çakala boğduran…

Hizmetleri bitpazarcılığı sanan,

Görevleri halvet ile işret olan

Saçı bitmedik yetimin hakkını çalan,

Çakaldır aslanı çakala boğduran…

Haksızlıkları hak diye yorumlayan

Adaletten yoksun adalet savunan,

Yoksulları daha da yoksullaştıran

Çakaldır aslanı çakala boğduran…

 

MURAT YILMAZ VE BENLİ BELKIS…

Murat Yılmaz önceki gün basın toplantısı düzenlemişti, konu belliydi…

Sağlık Müdür Nevzat Şahan’ ın tayininde rolleri olmadığını, başbakanın uyguladığı tarım politikasını anlatmaktı… Ama soru cevap bölümüne geldiğinde basın toplantıları oldukça neşeli geçiyordu…

Basın mensubunun birisi, Semra Özal’ ın Adana ya gelişinde, devlet töreni ile karşılanmasını nasıl bulduklarını sordu…

Peşinden Zeynep ve Asım’ ın ödedikleri 3 milyon liralık vergi…

Murat Yılmaz, Avrupa’ daki başbakan eşlerinin de Semra Hanım gibi karşılandıklarını falan söyledi…

Önemli olan Zeynep ve Asım ‘ın olayıydı… Yılmaz bu konuda şöyle bir yanıt verdi;

-Bağdat Çarşısını çok iyi bilirim… gençliğimiz, öğrenciliğimiz o yıllarda orada geçti… O sıralarda Benli Belkıs denilen meşhur birinin kardeşi benim arkadaşımdı… Bu kişi tril tril gezerdi… Lüks kıyafetler, ayakkabılar, saçları bryantinliydi… Ama cebinde beş para olmazdı…

Gazeteciler eklediler;

-Yani Asım tril tiril geziyor, Mercedes’lerle dolaşıyor, ama cebinde parası yok mu demek istiyorsunuz?

Murat Yılmaz gülerek konuyu geçiştirmek istedi… Ama Benli Belkıs’ ın kardeşi ile olan ilişkideki örnekle Zeynep Asım’ı anlatmak istemişti…

 

DURAK’IN TELSİZ EMRİ…

Aytaç Durak’ ın meclis toplantısında şantiye görevlilerine verdiği emri tesadüfen yakaladım…

-Başkanınız konuşuyor, tüm şantiye görevlileri şimdi beni dinleyin… Emek sinemasının yanında büyük Beko taşıyıcısı gönderin… Sina civarına da 7/8 kamyon taş var… Biraz önce onları geçerken gördüm… Taşları yükleyip dolgu malzemesi olarak kullanacağız… Aman dikkat edin, taşlar başkasına ait olabilir… Sorarlarsa burası işgal ediliyor, onun için taşıyoruz deyin… Taşların ebatları çok büyük… Durumdan beni haberdar edin…Aytaç Durak burada şunu yapıyordu;

1-Başkasına ait olan malı belediyeninmiş gibi kaldırılmasını emrediyordu…

2-Görevli personeli de bu yasa dışı uygulamasında alet olarak kullanıyordu…

3-Bütün bunları gazetecilerin giremediği gurup toplantısında yapıyordu… Ama belediyenin 100’e yakın telsizinde, birini gazetecilerin dinleyebileceğimi hesap etmiyordu…

 

BU KÖŞEDE FOTOĞRAF KULLANILMIYOR…

Kullanılacak fotoğraf elimizde hazır bekliyor; konu bir meclis üyesinin Mücahitler Caddesi’nde Takdir Komisyonun koyduğu takdir… Üzerinde sıradan bir briket satış barakası olan arsa… Tamı tamına 35 milyon lira takdir edilmiş… Belediye çevreleri buna ateş püskürüyorlar… Ama Takdir Komisyonunun takdiri demekten başka bir şey yapamıyorlar…

Araştırmalarımız sürüyor… Elimize belge geçirdiğimizde fotoğrafı geniş şekilde kullanacağız…

 

FATURALI RÜŞVET.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesine bağlı Numune Hastanesinde yeni bir rüşvet tipi ortaya çıktı…

“FATURALI RÜŞVET”

Nasıl olur demeyin, bal gibi de oluyor işte…

Bu günlerde yakınlarını görmek için giden vatandaşlardan kapıdaki görevli bekçiler vergi iadesi alabilmek için fatura getirmelerini istiyorlar…

Aksi takdirde yanları ile görüştürmeyeceklerini söylüyorlar… Hele de gece giden vatandaşların karşısına dikilen bekçiler;

-Fatura getirmediyseniz lütfen buradan uzaklaşın diyorlar…

Hasta sahipleri durumları ağır olan yakınlarını görebilmek için karşılarına çıkan bu engeli görünce şaşırıyorlar…

Bazıları sokağa fırlayıp rastgele satıcılardan, dükkanlardan, mağazalardan kendilerine bile gerek olmayacak eşyalar alıp, karşılığı fiş istiyorlar… Bazıları da dükkan ya da işyeri sahiplerine sanki bir şey satın almışçasına kendilerine fatura vermelerini istiyorlar…  Bu faturaların tutarlarının bir bölümünü verip mal almadan sadece fatura getiriyorlar… Kapıdaki bekçilere bu faturaları verince de gecenin ve günün hangi saatinde olursa olsun yakınlarıyla görüşmek için hastaneye girebiliyorlar…

Bazı vatandaşlarda hastanede yatabilmek için bazı görevlilere vergi iadelerinde kullanılmak için fatura verdikleri belirtiliyor…  Ne olursa olsun, rüşvetin şekilleri vardır… Bunları şöyle böyle biliyorduk, ama faturanın da rüşvet olduğunda yeni ortaya çıkmış oldu…

AKILLI MAKİNELER

Geçtiğimiz günlerde Elektro Form San. Tic.A.Ş’ nin Adana temsilciliği açıldı… Şirketin temsilcilerinden Mustafa Aydın, bilgisayar konusunda ayaküstü bilgiler verdi… Birkaç dakikada saymaya çalıştığı akıllı makine bilgisayarın maharetleri karşısında;

-Gerçekten harika, demek zorunda kaldım…

Maharetlerine şöyle bir bakın; kendini sesli tanıtıyor, mimari çizim yapıyor, grafik çalışma ile 36 eli ile kapıların açılması, kapanması, teleks notlarını belirten yere zamanında geçmesi, telefonlara cevap veriyor, si kontrolü yapıyor… Türkiye deki kapalı yollar hakkında bilgi veriyor... Çamaşır, bulaşık yıkıyor,  stratejik deprem, rüzgâr, hesap, güvenlik kontrolü, çizimler, daha neler yapıyor…

Çağımızın bu harita aleti olan bilgisayarların Adana daki satış durumu da şöyle;

Günde 15 tane büyük, 70 civarında küçük bilgisayar satılıyor… Fiyatları da oldukça farklı, ayna alet başka yerde 4-5 milyon, başka yerde 2 milyon 870 bin liraya kadar satılıyor…

Tabi bilgisayarlar konusunda, onların becerilerini anlatmak için ne katırlar yeterli ye de zaman… Zamanı geldikçe bu güzel aletleri tanıtmaya devam edeceğim…

KİRALIK ADAM TUT

FİŞ FATURA VERME…

Esnafısınız müşterisine fiş ve fatura vermek istemiyorsunuz…

Ne yapacaksınız? Bir adam tutacaksınız, adam kasanın yanında oturacak… Cüsseli yapısı olacak… Fiş isteyen müşteriye ters bakacak…

-Yani isteyemezsin, dercesine…

Müşteri ısrar ederse, bu kez daha da sert bakacak, keskin şekilde dişlerini gıcırdatacak…

Müşteri ısrar ederse;

-Ulan senin ananı, diye müşteriyi pataklamaya başlayacak…

Müşteri polise gidecek bulamayacak; zabıta da kendi görevi olmadığını söyleyecek…

Peki, bu ne biçim iş?

Yukarıda anlatılanların tamamı doğru… Bu olay 9 Eylül günü Silifke Otogar restorantında yaşandı…

Kurban Bayramı turu yapan Adanalı kafile bu lokantaya geldi… 30 kişi, gece 21 de yedikleri yemeklerin fişini istediler… Kasanın yanında duran iri yarı izbandot gibi kişi;

-S…git… Fiş vermiyorum… Allahınıza şikâyet edin, diye postasını koydu…

Vatandaşlar doğruca polise gittiler, karakolda kimse yoktu… Sonra Zabıtaya… Sivil günlük elbisesi ile kapıda oturan zabıta da;

-Kardeşim ben gelip giden araçları sayıyorum… Beni rahat bırakın dedi…

 

Yazıktır beyler, göz göre göre devletten vergi kaçırılmasına vatandaşların horlanmasına daha ne kadar göz yumacaklar?

Böyle davrananlar hakkında işlem yapılmayacak mı?

Yöneticiler kendine verilen koltuğa gömülüp de etrafındaki kişilerin göz göre göre vergi kaçırmasına rıza mı gösterecekler?

Yapmayın beyler, bu memleket hepimizin… gece gündüz dolup taşan otogarda hakarete uğrayan, devletin çıkarlarını savunmak için polis bulamayan vatandaş ne yapacak?

Peki, devletin çıkarlarını kim koruyacak? Vergi kaçıranların karşısına polis zabıta dikilmese kim dikilecek?

 

DOĞRU YOL PARTİSİ

OSMANLI İMPARATORLUĞU GİBİ Mİ?

Doğru Yol Partisi Yüreğir İlçe binası… Başkan önder Girici telefonda birisiyle konuşuyor… Odası tıklım tıklım dolu… Gelenler, gidenler bir taraftan da telefona esir olmuş Girici…

Yaptığı konuşmasında hem sinirli, hem sevincini yansıtan bir yüz şekli ile kahkaha atıyor… Şöyle diyor;

-Ne partiymişiz yahu… Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi… İçeriden vuruyorlar, dışarıdan vuruyorlar hala ayaktayız… Demek ki, ne köklü bir yapımız var?

Odada bulunanların hepsi kulak kabartıyor…

-Hayırdır Önderbey?

-Adını söyleyemem, bir kişi işi bitirmek için ANAP’ lı iktidar partisinden Ziraat Odasına seçilebilmek için Doğru Yoldan oluyor, anlayamadım gitti…

Odada çık yok, Başkan Girici’ nin konuşmasını herkes dinliyor…

Kulis için gelmesi muhtemel Av. Mahmut Önal;

-Yahu Özal durmadan köklüyüz, köklüyüz diyor… Halbuki Sayın Demirel hiç böyle bir şey söylemiyor… Çünkü köklü ki bunu söyleme gereği duymuyor…

Odada bulunanlardan bir diğeri Remzi Zeytinli, sürekli kulis yapıyor... Zaman zaman Önder Girici’nin telefon konuşmalarına çaktırmadan kulak misafiri oluyor…

Bu yoğun ortamda çaylar, sigaralar birbirini izliyor… Cuma günü yapılacak Ziraat Odası seçimlerindeki kulisin yapıldığı besbelli… Ama bunu gizli tutuyorlar…

MİLYONLUK ÇAY PARTİLERİ…

Okulların kapanmasına kısa süre kala özellikle de ilkokul yöneticileri velilerin de katıldıkları, Çap, Yemek, Balo gibi organizasyonlara girmiş durumdalar… Hepsi de lüks otellerde, lüks salonlarda bu gibi etkinlikler düzenliyorlar…

Neymiş, okul bütçesine para girmesini sağlamakmış… Bunun için bastırdıkları biletleri tanesini de öyle düşünüldüğü gibi rakamlar değil, 35 bin liradan başlayarak satıyorlar… Okulda bir çocuğu olan aile bu biletlerden iki tane almak zorunda bırakılıyor... Çocuklarla gönderilen biletleri aileler allamakta direnecek olurlarsa bu kez görevli öğretmen, müdür, velinin ayağına kadar gelip zorla bilet almalarını sağlıyorlar…

Veliler durumdan oldukça şikâyetçiler, ama dertlerini anlatabilecekleri kimseleri yok, bulamıyorlar…

Gazeteciler zaten bolca yazıyorlar… Filan okul, falan otel, falan ilkokulun gecesi mutlu geçti falan diye…

Ama işin bir de maddi boyutu var… Yetkililerin bu konuda okulları uyarmaları gerekiyor… Eğer veliler o tip eğlenceler yapılacak ise bu ailenin sırtına yüklenmemelidir… Çocuğunu bile okula göndermekten aciz olan aileler binlerce liralık bilet almak zorunda bırakılmamalıdır…

HAMAM BÖCEKLİ MEŞRUBAT

-Aman efendim, yaman efendim…

Ne kadar yazlık, serinletici meşrubatlardan şikâyetçi olan vatandaşlarımız varmış da haberimiz yokmuş…

Sürekli alış-veriş yaptığımız bakkal kulağıma eğilip;

-Gel, dedi, sana bir şey göstereceğim…

Buzdolabının arkasına gizlediği bir şişe meşrubatı çıkarttı…

Kapağı henüz açılmamış, şişeyi yukarı kaldırıp baktığımızda içinde solucan mı desek, tahta parçası mı desek, çimento topağı mı desek bilemiyorum bir cisim yüzüp duruyor… Şişeyi şöyle bir hareket ettirince de yabancı cisim sarı portakal suyu ile birlikte kapalı yerde neredeyse çiftetelli oynuyor…

Neyse anlatacağım konu şu;

-Şişe elimde tamirde olan arabamın yanına giderken sokakta tanıdık simalar durduruyor…

-Bu ne hayırdır gazeteci?

-Vallahi durum bu… Sonra şişeyi merakla inceliyorlar… Hali bir atasözü vardır ya, sağlığımızla oynayanların sağlığı bozulsun diyorlar…

Küfür edenler, beddua edenlerin haddi hesabı yok…

BAŞKANIN SEKRETERİ…

Aman efendim, Allah nazardan saklasın, hem de öyle saklasın ki, Sayın Başkan daha da başarılı olsun…

İncirlik Belediye Başkanı H.Hasan Aydınoğlu’ nun makamındayım…

İçeride klima çalışıyor, dışarıda sekreteri var… Aranan telefonları büyükşehirlerdi olduğu gibi başkana gayet profesyonelce haber veriyor…

Sonra başkan kendi numarasını çevirmiyor artır… İki kez,

-BLİP BLİP diye sekreteri uyarıyor…

-Kızım şu numarayı bana bağlı…

-Yavrum şu numara hala cevar vermedi….

Sekreter başarılı çalışıyor… Başkana büyük saygı duyuyor… Başkanın ilk makamına oturduğu günü hatırlıyorum…

Efendim, klima yoktu… Yazın sarı sıcağı makam kapısından penceresinden içeriye akıyordu… Sekreter yoktu… Eski başkan numaraları kendi arıyordu… Ama sıkça da şikâyet ediyordu…

-Bir sekreterim bile yok… Arayanların karşısına direkt ben çıkıyorum… Başkanla görüşmek istiyoruz diyenlere de ben başkanım dediğimde inanmıyorlar… Mutlaka görevlinin, sekreterin olması gerekir, diye göğüs geçirirdi…

Şimdiki başkan çok mutlu, sevinçli, heyecanlı,  neden olmasın ki? Kliması, sekreteri var… Odası partililerde dolup taşıyor… Onu seçime hazırlayan seçmenler, vatandaşlar kutlamaya geliyorlar...

Çünkü başkan herkese saygıyla yaklaşıyor, eşit davranıyor…

İncirlik Belediye Başkanı Hasan Aydınoğlu Aytaç Durak’tan daha da çok seviliyor…

Bu sonucu gözlerimle gördüm… Daha nice yıllar dilerim sayın başkan…

MÜSLÜMÜN KONSERİ VE

KAPI AĞZINDAKİ 657’LER…

25 Haziran akşamı MÜSLÜM Gürses’in Kanal Sinemasında konseri vardı… Bende tesadüfen sinemanın karşısındaki yazlık bahçede oturup  olup bitenleri izlemeye koyuldum..

Saat 20;30.. Polisler minibüsle geldiler… Sonra taksi bir taksi daha geldi…  içeri tenha… Kapının ağzında birikenler içerdekilerden daha fazla… Polis zaman zaman bekleşenleri kovalıyor…

Bir taraftan da E-5 teki trafik gibi yoğun trafiği olan kanal köprü yolunda polisin kovaladığı her yaştan çocuklar, gençler, yetişkinler çil yavrusu gibi dağılıyorlar… Bir dakika sonra yeniden aynı sinemanın ağzında toplanıyorlar…

Saat 21:15… dışarıdaki kalabalık daha da çok arttı… Polis bazen jop kullanmak zorunda kalıyor…

Anacak salona giremeyenlerin büyük bölümü de 657 devlet memurlarından oluşuyor… Kendileriyle sohbet ediyoruz;

-Niçin içeri girmiyorsunuz?

-Yok şöyle bir bakıp gideceğim…

-Ya siz?

-Memurun, ama benim de param yok…

Bekleşenlere sormaya devam ediyorum;

-Neden içeri girmiyorsun?

-Abi çok pahalı…

-Kaç liraymış bilet?

-2 bin lira diyorlar…

-Neden burada bekleşiyorsunuz? Oysa içeri girebilme imkanınız yok mu?

-Abim 2 bin liram yok… Nasıl gireyim abi? Müslüm babayı çok severim, hayranıyız…

-Siz ne iş yapıyorsunuz?

-Bankada memurum… 51 bin 149 lira 97 kuruş maaşım var… Ev kirası mı, çocuklara üst baş mı, bakkala mı, manava mı, kasabamı yetiştireceğim bilemiyorum…

-Kapıda göremeyeceğin konser için neden bekliyorsun?

-Müslüm babaya vurgunum abi… Onun vurgunuyum… Hem dertlerimizi sorunlarımızı ondan daha iyi anlatan yok… Hayatı zorluklar, sıkıntılar içinde geçmiş…

Memurların bu durumunu gördükten sonra SHP’li belediye meclis üyesi söz alarak, Durak Başkana;

-Allah rızası için 657 sayılı yasaya göre çalışanlara yardım edelim… Bu vatandaşlarımız, devlet memurlarımızın durumu içler acısı bir tek simitle öğleyin karınlarını doyuruyorlar… Utanarak, sıkılarak, ağaçların altına gizlenerek yaşıyorlar…

Gerçekten devlet memurlarına yardım yapılmalıdır… 25 Haziran da 2 bin liralık konseri izlemekten yoksun bırakılmamalıdırlar… Konser ölçü değildir ama devlet memurlarının durumları ortadadır, yürekler acısıdır…

 

CEYHAN DA ANAP KONGRESİ

Aytaç Durak bir zafer daha kazandı… Ceyhan daki anavatan partisinin kongresinde istediği adayı seçtirdi…

Vallahi Durak’ ın henüz birinci sınıf politikacı olup olmadığı tartışılıyor ama gerçek olan bir şey var, o da;

Anavatanlı Belediye Başkanı Okan Merzeci’ nin uğradığı hezimet sonunda Durak’ ın istediğini yaptırmasıdır... Doğru ya da yanlış parti üzerinde etkili olmasıdır…

Ceyhan daki Anap seçimlerine gelince; bu seçimde zaten Durak ve Ledin Barlas’ ın desteklediği adaydan başkasının kazanabileceği tahmin  edilmiyordu… Çünkü Ethem Koruklu yu ele alalım… Ceyhan da delegeler onun için şöyle diyorlar;

-İl Genel Meclisi Başkan Vekilliği yaptı… Hem de yıllarca, vali beyden sonra yetkiye sahip olan kişi… Ceyhan için ne yaptı? Ceyhanlılar hiiiç diye yanıt veriyor…

-Oysa milyarlık çeklere imza atma yetkisi var… Devlet yatırımlarını bölgeye yöneltme yetkisi var… Ama hiçbir şey yapmadı… Ceyhan a ANAP’ ne yapacak?

Sonra Yahya Koyuncu içinde pek iyi şeyler söylenmiyor… Yani iyi şeyler derken başarılı partisine verebileceği bir şeyin olmadığı anlatılmak isteniyor… Yahya bey geçen dönemde de aday olmuş ama seçilememişti… Zaten seçilse ne yapabilecekti? Ledin Barlas ve Aytaç Durak’ı seven taraftarları var… Seçimler sonunda politik çevreler;

-İsabetli oldu, arkamızda koskocaman Ledin Barlas var, abimiz var, diyorlar.. Ledin abi öl dese ölürüz, diyorlar…

Aytaç Durak’a konu gelince de;

-O Ankara da kendini bir kez daha ispatlasın… Ankara ya bir gitsin, diyorlar…

Aytaç Durak’ın divan başkanlığı övülüyor… Çünkü Durak’ın divan başkanı olması üç aday tarafından önerilmişti…

Bunun anlamı nedir diye soruyorlar… Durak’ın yapıcı, birleştirici, dengeli yönetimi de en beğeni kazanan yönleri arasında yer alıyor…

-Aytaç Durak, ilerisinin Ledin Barlas’ı olabilir, değerlendirilmesi yapılıyor…

 Tabi Ledin Barlas’ın üzerindeki etkisi, seçmenler üzerindeki yaptırım gücü anlatılmak isteniyor…

REFERANDUM

Türkiye de her şey 6 Eylül’ de yapılacak referanduma göre ayarlandı…

Tüm işler, bazı özel kurumlardaki anlaşmalar, senetlere atılacak imzalar, tarihler buna göre uygulanacak…

İnci Baba da yasakların kalkmasından yana… Hem bayram kartında referanduma-EVET- oyu kullanılmasından yana bir de dörtlük yazmış…

Erol erk soruyor;

-Evet, Hayır konusundaki son gelişmeler nerelerde?

-Vallahi gençler hala inatçılığını sürdürüyorlar… Özellikle de ilk kez oy kullanacak olanlar HAYIR diyeceklerini belirtiyorlar…

Erol Erk biraz sinirli;

-Ben bu işi biliyorsam hem de ezici şekilde_-EVET- oyu çıkacaktır…

Arkadaşlarına randevu veren kişi;

-5 Eylül’e kadar Adana dışındayım… Ama referandum öncesinde mutlaka bir araya gelelim…

Taksi şoförü müşterisine;

-Motoru indireceğim, ama şu referandum sonunda yaptıracağım..

Senet imzalayan müteahhit;

-Durumu 6 Eylül den sonra da görüşelim, diyordu…

İki seyyar satıcı da referandum konusunda taştırıyorlardı…

Maçların tahmini bile referanduma odaklanmıştı…

Kebapçı, çiftçi, gazeteci gibi tüm sektörlerdeki her şey referanduma göre şekillenecekti…

BAŞKAN DURAK

MEZAR KAZDIRIYOR…

Belediye eski başkanlarından Ali Sepici ’nin toprağa verilişi…

Yeni başkan Aytaç Durak mezarın başında bekliyor…

-Ooofffluyor…

-Puffffluyor…

-Bu mezar kazıcıların elleri de amma ağır oluyor ha, diyor…

Mezarcılar ne yapsın? 13: 00’ te gelecek dedikleri cenaze 12: 15 te geliyor…

Başkan mezarcıları sıkıştırıyor… Bir tarafta yüzlerce kişi, ötede ölen başkanın bekleyen tabutu… Sıcak bastırdıkça bastırıyor… Sarı sıcak…  Dağlıyor teni…

-Hadi yavrum… Vur şu kazmayı, daha hızlı vur… Bırak ötesi kazmayı… Şunu kullan…

Mezarcılar iki kişi… İkisi de kan ter içindeler… Durak’ın sürekli müdahalesi karşısında dişlerini sıkıp kendilerini zor tutuyorlar… Neredeyse;

-Al kazmayı sen kaz diyecekler Başkan Durak’a ama diyemiyorlar…

Söylediklerini yapmayan mezarcıya Durak genişten gelen öfkeli, kin dolu bir sesle;

-Senin adın ne bakim, diyor…

-Cabbar

Etrafta bulunanlar 40 yıllık mezar kazıcısına;

-Oğlum, başkanla dikkatli konuş… Yoksa yarın seni kapının dışına koyar, diyecekler ama mezarcı dik kafalı… İstediği yere vuruyor kazmayı…

Durak Başkan sinirden deli oluyor, ikinci kez ses tonu daha da sert;

-Senin adın ne?

Mezarcı elinin tersiyle terini siliyor… Güneşin gözlerine girmesini engellercesine şöyle başkana bir bakıyor;

-Yahu sen ne anlarsın mezardan? 40 yıllık mezar kazıcısına nasıl akıl veriyorsun, diyecek ama ne cesaret… Herkes bekliyor… Törene katılanlar mezar kazıcıya;

-Oğlum Durak için bu önemli… Uzun zamandan beri ölen ilk belediye başkanlarından biri… Durak ne derse onu yap…  O cenaze töreninin görkemli olmasını sağladı… Başkanın işine taş koyma diyecekler ama nerede?

-Durak ayağını değiştiriyor, ağırlığını sağ ayağından, sol ayağının üstüne veriyor… Mermer mezarın kenarlarından  sıkı tutuyor… Mezarın içine eğiliyor…

-Çağırın şu mezarcı gelsin…

Ses yok…

-Başka mezarcı yok yahu?

Başkan Durak’ın bu serzenişine genç mezar kazıcısı utangaç biçimde cevap veriyor…

-Başka kazıcı yok…

-Yok mu?

-Yok evet…

Başkan Durak şaşırıyor… Yüzlerce kişinin içinde, 1,5 milyonluk kentin mezarlığında nasıl iki mezarcı olur diyerek… Ama kendi hatası…

Başkan Durak;

-Müdürü çağırın, diye sert sesle müdahale ediyor…

Müdür bey geliyor… Sendeleyerek kazılan toprakların yeniden mezarın içine akıtarak hazır ol vaziyete geçiyor…

-Başka mezarcı yok mu?

-Yok efendim…

-Ne zaman bana bilgi ver… Gönder…

Herkes müdür beyin mezar kazacağını sanıyordu… Ama yanıldıklarını kısa süre sonra anlıyorlar…

Durak Başkan bu kez Cabbar’a

-Oğlum şurayı kaz, diyor…

Cabbar kazıyor…

-Şu ağaç köklerini al, diyor, Cabbar alıyor…

Müdürün gözüne bakmasından azıcıkta olsa yola gelen Cabbar, Başkanın sözünü harfiyen yerine getiriyor, dışına çıkmıyor…

Bu kez tabutu içeri indiriyor, sığımıyor…

-Cabbar çeeek diyor…

Yüzlerce kişi tabutu dışarı çekiyor…

Bu arada gelip gidenler Cabbar’a seslenenlere karşılık veriyor…

-Söyleyin o cenaze beklesin… O cenaze sahipleri de acele etmesin...

ABDULKADİR KAÇAR…

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder