7 Haziran 2021 Pazartesi

“SON FİLOZOF ABDULKADİR KAÇAR…”



“SON FİLOZOF ABDULKADİR KAÇAR…”

ABDULKADİR KAÇAR 2006

                                              

 

         ÖN SÖZ-1

         Sevgili Okur;

         Bu güne kadar pek çok kitabım yayınlandı; gazetelerde haberlerim, köşe yazılarım yer aldı; televizyonlarda binlerle ifade edilebilen programlar yaptım; konuşmalar, tartışmalar yorumlar, gerçekleştirdim ...

         Sizi temin ederim ki; yazdığım her harf, koyduğum her nokta – her virgül ağzımdan çıkan her sözcük tamamen olumlu düşüncelere ve erdemlere dayandı...

         Yaşamım boyunca  bırakın yalan söylemeyi; yalanı düşünceme bile sokmadım; yalancıların yakınında bulunmadın, yalan söyleyenlerden öldürücü hastalıklardan kaçar gibi uzaklaştım..

         Çünkü hiçbir zaman yalan söylemeye, yalancı tutum izlemeye gereksinim duymadım... Hele hele siz saygıdeğer okurları aldatma, yanıltma gibi bir davranışım olamazdı olmadı, olmayacaktır... Eğer olsaydı; bunu yaşamımın en büyük utancı sayar bu gezegeni terk etmek için yaşamın dışına cesurca çıkartım...

         Şu anda elinizde tuttuğunuz kitabım; yalansız, hilesiz, yapaylıktan uzak, erdemlerle dolu olduğuna inandığım yaşamımın kısa bir özetidir... Buradaki görüşlerime katılır ya da katılmayabilirsiniz; hatta hakaret de edebilirsiniz...Ama denemelerim samimiyetle söylemeliyim ki; iyi değerlendirdiğime inandığım bu yaşam serüvenimde benim yarattığım öz değerlerimdir...

         Bu nedenle her zaman her yerde yaşamım bedeline yazdığım her harfi, noktayı, virgülü ve fikirlerimi savururum, bedelini ödemeye de her zaman hazırım...

         Sizden bir tek dileğim vardır ;  tamamen öz yaşamımdan süzülen kristalleşen tamamen erdemli  deneyimlerimi kapsayan bu değerlerimi – özdeyiş denemelerimi yarım – eksik- yalnız kullanarak bozmayın...

Kitaptaki metinlerin bir bölümü ya da belirtilen süredeki yazılar bir konuyu tam ve eksiksiz halde ifade etmektedir....

         Abdulkadir Kaçar... 2006…

 

       ÖNSÖZ-2

       SON FİLOZOF…

        Kaçar; bana göre 21.yüzyılın son filozofudur…

Çukurova antik dönemden itibaren sayısız filozoflar yetiştirmiştir… Bu filozofluk geleneğin gönümüzdeki son halkası da tartışmasız Abdulkadir Kaçar’ dır…

        Kendisini tanıdığım günden beri yazdığı kitaplarındaki, özlü sözler, sayıları on binlerle ifade edilebilen denemeleri ölümsüz düşünceleri içermektedir…

        İnanıyorum ki; dünya durdukça Abdulkadir Kaçar’ ın ölümsüz düşünceleri insanlığın yolunu aydınlatmaya devam edecektir…

        Çukurova da yerelden başlayıp evrensele ulaşan filozofluğun günümüzdeki son halkasını oluşturan Abdulkadir KAÇAR yolun açık olsun…

                                   Aytekin GEZİCİ

                                   (Gazeteci-yazar)

 

 

       İlk baskısı (BÜYÜK KİTAP) olarak yayınlanan bu çalışmamın 1.Baskısı için neler dediler ?

 

         ..../  böyle bir denemeyi şimdiye kadar kimler us etmiştir bilemiyorum.... Zıddı söylenmedikçe böyle bir denemenin bulucusu Abdulkadir Kaçar’ dır...

         M.Demirel Babacanoğlu (ozan-eğitmen)

 

         ....

         .../ Bir akli yükselişin ve tırmanışın göstergesidir DENEMELER isimli kitap....

         .../Kaçar ı kutlarım, Çukurovalıları da kutlarım.../ Çünkü yeni ve geleceği kucaklayan bir kalem doğuyor Çukurova da...

         .../Giderek ortak malımız oluyor Kaçar ın kalemi...

         Edebiyatımızın zenginliğine kaynaklık yapmış olan Çukurova bu yeni dostunu şafaklar gibi kucaklamalıdır...Kültür ve sanat adı altında bir süre uydurmacılık yapanlar dönüp Kaçar’ a baksınlar...

         .../Çağdaş MONTAİGNE’ miz olma  yolunda ciddi adımlar atan Abdulkadir Kaçar kardeşimizi nice başarılara yolcu etmek isterim...

         .../Çukurova nın şafakları çok güzelliğe gebedir... Orhan Kemal’ ler, Yaşar Kemal’ ler ve hatta Karacaoğlan’ lar ve daha nice ustanın doğum yeri olan Çukurova sevgili Kaçar’ ı neden doğurmasın? Bana göre ha doğdu ha doğacak ...

         Hasan Artuk ( Gazeteci-politikacı)

         ...

         .... Kaçar ın denemelerinin özdeyiş benzerliği yönünden MONTAİGNE’ nin yanında yer alması gerekir…

          Yunus sevgisinden PLATON’ a, erdeme uzanan çizgi anımsatmakta hem de böyle bir zamanda…  Galile’den Descartes’e, Freud sevecenliğiyle insan olmanın düşünsel erdemini yaşama geçiriyor Abdulkadir Kaçar…   

         ...

         .../Bu çocuk bir pınar; tanığı olduğu uzam zamanda bütün gelmiş – geçmiş çağların belleğini de koruyarak;

         Tıpkı yavaş yavaş, bazen de hızlı yağışların ana kara tarafından emilerek – imbiklenerek, pınarlar, yaşamın iksiri olmuşsa; işte bu çocuk da böyle bir pınar...

         Bizler için sizler için cömertlikle hazinelerini açan ve saçan içimizden birisi...

         .../ Kırk yılın sayısız betiklerinden özümsediği ve bizlere sunduğu DENEMELER peteği çağa tutunmak isteyen her ele gerekli...

         Ethem Aydın ( Filozof- ressam )

         ....

         ..../İyi kadın erkeğini mutlu eder; kötü kadın ise filozof eder diye bir söz vardır...

         Sevgisizlik, nefretin, aymazlık, sahteciliğin, taklitçilik ve basitliğin yüzeysellik ve yalanın yükselen değerler haline geldiği SEVİLMEYEN İNSANLARIN meydana getirdiği toplumumuzda neden filozofların yok denecek kadar az çıktığını öteden beri düşünür dururdum....

         İşte sen böyle bir dönemde sanki bana nispet yaparcasına bu eseri ortaya koyarak bir çok eleştirmen gibi beni de şaşırttın...

         Umarım  bize  dayatılan sözde değerler ile bir lokma ekmek peşine düşme gel- gitleri arasında bocalayan yüz binlerin en az birkaç bini bu başyapıtı okuyarak aslında bilip de unuttuğu  doğruları yeniden yaratır...

         .../ Seninle gurur duyuyorum...

         Bahadır Dalgıç ( memur-kitap kurdu )

         ....

         Bilgilerini felsefeyle yoğurarak VECİZ SÖZLER haline getirebilmek, düşünürler için oldukça zor bir olaydır...

         .../ Sayın Kaçar denemeleri yayınladığında yıllar süren heyecanlarını, duygu ve düşüncelerini özlü sözlerle, kısa kısa anlatma başarısına ulaşıyor... Düşünce üretmek, düşünceleri toplumla paylaşmak için Kaçar’ ın  dünya görüş yer eden en büyük amaç...

         .../ Başarının çeşitli şekillerde ödülü olur: gördüğüm kadarıyla Kaçar ın başarısının en büyük ödüllendiren onun yazdıklarının bir çırpıda okuyup – yazarın ebediyen yaşaması denilen olay bu olsa gerek...

         Cezmi Yurtsever ( Tarihçi – eğitimci )

         ...

         .../ Kaçar bizden yaşça küçüktür ama aklen büyüktür...

         Battal Pehlivan (Yazar – eğitimci )

         ...

         .../Normal bir insanın beş yüz senede ( eğer yaşasaydı ) kazanacağı deneyimler bunlar...Hayattan alınanların ne eksiği var ne de fazlası... Değerlendirmeler hedefine ulaşan ve hep on ikiden vuran oklar gibi... Biz insanların ya da okurların beş yüz sene yaşamasına gerek yok; bu eseri okumamız yeterli... Abdulkadir Kaçar Bey bu eseriyle bize zaman kazandırmış; okuyanın ömrünü uzatıyor...

         Burhan Yetkil(Edebiyat Öğretmeni)

         ...

         .../Gerek televizyonda, gerekse basın dalında; Çukurova Medyası içerisinde sen bir yıldızsın... Cesur ve başarılı bir gazetecisin...

         .../Kitabını düşünerek okudum...

         Kudret Sönmez ( ressam )

         ....

         .../Kaçar eli kalem tutan herkesin yapması gerekeni yapıyor...

         .../Hedef sonuç ilişkilerini daha iyi kavramak için yararlı bir çalışma ile karşı karşıya bulunuyoruz..

         Mustafa Emre (Ozan-Araştırmacı)

         ....

         .../Duyarlı bir yüreğin, aydınlık ve zeki bir us un ürünleriyle ışıltılı denemeler...

         F.Kadri Gül(Ozan – eğitimci )

         ...

         .../ Denemeler yaşadığımız hayatın bir parçası–özeti...

         Her okuduğumda biraz daha kendimi bulacağım...

         Daha doğrusu okuyunca insan kendisini arıyor; araması, sorması , düşünmesi gerekiyor...

         .../Altın kalemin varsın öyle kalsın...

         Turgay Kaytancı ( Fotograf sanatçısı )

         ....

 

        

         YAŞAM

       Çözdüğümü sandığımda yaşam birden daha karmaşık hale geliyor; karmaşıklığını kabul ettiğimde ise oldukça basitleştiğini görüyor hayret ediyorum...

         ....

         İyi, doyumlu, mutlu yaşamak; hayallerin en az gerçekleşen ama peşinden en çok koşulan kısmıdır...

         ...

         Yaşamın istediği bilgi, becerilerle kendisini yetiştiremeyenler doğru ya da yanlış; başkalarının aklına göre hareket etmekten –  onlara kukla olmaktan- kurtulamaz... Tıpkı onlar gibi güler, ağlar, eğlenir, dinlenir, çalışırlar; kısacası öz benliklerini ortaya çıkartamadıkları için de bireysel gönençlerini yaratıp yaşayamazlar... Bu davranış şekilleri sürü psikolojisini oluşturur…

         ....

         Yaşam konusunda hep ikilem içinde kalan insan dünya isimli sahneye gelmeyi hiç istemediğini söyler; ama gitmeyi de istemez...Gelmek elinde olmamasına karşın gitmesi için önünde sınırsız seçenek vardır...Bunlardan kaçar, yok sayar, görmezlikten geldiği için çelişkiler stresle dolu geçen kararsızlık süresine ömür der...

         ...

         Yaşam özet olarak hem bal ve zehirden oluşur; özgür insan kendisine verilen ya da verilmeyen olanaklar; ortaya koyduğu ya da koyamadığı çabalar ölçüsünde; ya bal’ a (mutluluklara, sevinçlere, doyumlara, coşkulara, erdemlere, pozitif davranış ve düşünceleriyle sevgilere ) ya da zehre ( yoksulluk, acı, sefalet, çirkeflik, kavga, suç, yaralama cinayet vb ) ulaşır... aşam isimli bu sahnede kaldığı sürece bunlardan birisini yaşama biçimi haline getirir... Zaman zaman ikisi birbirine karışsa bile yoğun çabalarla ortaya koyduğu her zaman ağır basar ve   kişinin yaşama biçimi haline gelir.... Kişinin bal a ve zehre ulaşma olasılığı yüzde ellidir...

         ...

         Yaşam isimli işimi tam olarak başardığımda tüm işlerimi de başaracağımı biliyorum.....

         ....

         Yaşam rastlantıların yarattığı bahaneler destesidir...

         ...

         Yaşam yaşanmamış ama itiraf da edilmemiş iç dürtüler, hayaller ve duygular bütünüdür...

         ...

         Yaşama heyecanını-umutlarını yitirenlerin yitirecek başka şeyleri kalmamıştır...

         ...

         Yaşamla salata;  renkleri, türleri, lezzetleri, farklılıkları yönünden birbirlerine çok benzer...

         ...

         Yaşamın her aşamasında acıdır ki; hayaller her zaman nesnelliklere tercih edilir...

         ...

         Yaşam yasaklar, olanaksızlıklar, acılar, işkenceler, ihanet ve bazen de ulaşılmak istenen ama sevgi telleriyle çevrilmiş; bazen bal bahçesidir...

         ...

         Erdem çağımızda gizlenmiştir; insana hep sahtekarlık, yalan, vurgunculuk, kısa yoldan köşe dönücülük, kısa zamanda zengin olma,diğer insanları sömürme, ülkesine, yaşadığı topraklara ihanet etme, hainlerle işbirliği yapma gibi hileler öğreti olarak sunulmaktadır… İnanıyorum ki; insan erdemleri; yukarıda sayılan olumsuzluklar kadar savunmuş olsaydı; evren ve dünya isimli gezegen daha güzel, yaşam daha çok hoşgörü, kardeşlik, paylaşma, adalet ve sevgiyle dolar her birey mutluluktan uçardı...

         Günümüzde sadece filozofların ulaşmayı ve yaşamayı başardıkları erdemler ve bunları  yaşayanların sayısı oldukça azdır... Üzülerek belirtmeliyim ki; günümüzde hala politikacıların yarattıkları sahte değerler, hakim güçlerce insanlara yayılmaya, benimsetilmeye, yaşama biçimi haline getirilmeye, bunun içinde gerekli baskılar yapılmaya devam edilmektedir... Çözüm; filozofların ve onlara inananların sayılarını arttırmaktır...

         ...

         İstemi dışında yaşam adı verilen bu sahneye getirilerek acılarla ve olumsuzluklarla baş başa bırakılmasına kısacası bir cinayete kurban gittiğine sadece aptallar ve de deliler kızmaz...

         ...

         Yaşamak ömrün sınırlı süresini; sülük gibi emen patronlara adayarak; onlar için nefes almak, yemek yemek, su içmek, tuvalete gitmek, sevişmek, onlar için çalışacak ve emeğini sömürecekleri çocuk yapıp köle olarak yetiştirmektir....Öyle ki günümüzdeki yaşam kapital sahibi ve egemen güç olan patronların yaptıkları haksızlıkların karşısında susmak, kanımızı daha rahat nasıl emebileceklerini kolaylaştıracak pozisyonlarda altlarına yatmaya devam etmektir...

         ...

         Yaşam her şeyin  bastırılamayan açlık dürtüsünün etrafında dönüp dolaştığı akıl almaz bir okyanustur...

         ...

         Yaşam; adaletsizlik, sahtekarlık, dengesizlik, sömürülere, atılacak kazıklara dayanabilmek için önce kendimizi psikolojik olarak ikna edip özümüzü yenerek başlayıp-sürdüreceğimiz; çelişkilerden oluşan ortamda kendimizi atılacak kazıkların acılarına dayanmaya ikna  kandırmacasıdır...

         Daha da ötesi; kendini yenmek diye yutturulmaya çalışılan  insanın özünü bu şekilde bir kalıba sokması; yani  her türlü sömürüye, suistimallere ses çıkartmaması, toplum tarafından zafer, kahramanlık, özveri, uyum, iyi yurttaşlık olarak değerlendirilmektedir... Bu şekilde davranmayı binlerce yıldan beri geçerli değer olarak oluşturan ve sürdüren halklar da yüzlerce yıldan beri kendisini aldatmaktadır... 

         ...

         Yaşam bazı efendilere köle; bazı kölelere efendi yetiştirilen  insanlık bahçesidir...

         ...

         Yaşam herkesin her şeyi kendi akıl terazisiyle tartıp; yanlış ya da doğru şeklinde kararlar verdiği; ancak bazı taşların ömür boyu yerine oturmadığı deneyler toplamıdır...

         ....

         Her çağda; her koşulda; her ulusta; yaşamın her aşamasında ölçü olarak kabul ettiğimiz her şey; insan yaratısı olduğu için  görecelidir...Doğru her zaman doğru; yanlış da yanlış değildir...

         ...

         Yaşam yitirilmiş ve bir daha yaşanması olanaksız olan geçmişten; gizemli ve asla bilinmeyecek geleceğe doğru uyanık ve bilinç yerindeyken nefes nefes, adım adım yapılan günlük yolculuklar adını verdiğimiz zincirlerden oluşan bir serüvendir.. O zincirin halkalarının oluşturulması genellikle insan etkisi ve yetkisi dışındaki rastlantı olaylardan meydana gelir...Ve sonuçta insan iyi ya da kötü gerçekleştirilen yaşam isimli bu zinciri kabul etmek ve sahibi olmak zorundadır...

         ...

         Yaşam yükselişlerden daha çok düşüşlerin yaşandığı dengesiz bir tahterevallidir... Yükseliş ve düşüşleri de her zaman egemen güçler belirler…

         ....

         Yaşam düşündüğü gibi konuşmayan; konuştuğu gibi düşünmeyen sinsi ve çıkarcı insanların meydana getirdiği toplumlardan oluşur... Düşündüğü gibi konuşan , ya da konuştuğu gibi düşünenler sadece filozoflardır....Onlar da yaşadıklarında değil; hep öldüklerinden sonra anlaşılırlar...

         ...

         Tartışmasız bir gerçektir ki; her insan yaşam serüveni boyunca  şöyle ya da böyle biraz sahtekardır...

         ...

         İyi ahlak; onur, yiğitlik, dürüstlük sunarak aç bırakır; kötü ahlak varsıllıklar başta olmak üzere her türlü mucizeler oluşturur...

İstediğinizi seçmek insana kalmıştır...

         ...

         Yaşamda çoğunlukla  en büyük var olma-dürtülerini doyuma ulaştırma savaşı; arada bir de insanın kendisiyle yaptığı barıştır...

         ...

         İnsan yaşam sahnesinde geçmiş ve geleceğin mengenesi arasında sıkışıp kalmış; güçsüz, zavallı, çaresiz, bazen de acınacak bir varlıktır...

         ...

         Yaşam geçmişten geleceğe doğumları ve ölümleriyle akan devasa bir nehirdir...

         ...

         Yaşam rastlantılar toplamından başlayıp, sonucu yüzde yüz ölüm olan sıfıra doğru koşulan uzun bir maratondur...

         ....

         Yaşam yapılan her türlü haksızlığa, sömürüye, hileye, üçkağıtçılığa, gaspa, hırsızlığa iyimser bir kılıp bulup geçirme sihirbazlığıdır...

         ...

         Yaşamın şans olduğu kadar;  içildikçe  kanılmayan su, asla doyulmayan sevgilidir....

         ...

         Yaşamın tamamına yakın bölümü başkalarının sorunlarına çözüm arayıp bulmakla; başkalarının mutluluklarını çoğaltmaya başkalarının gereksinimlerini karşılamaya çalışmakla geçer....Her şeyi yoluna koyduğumuzu düşündüğümüz anda ise; çalışmalarımızın ödülünü almaya, mutluluklarını, doyumlarına ulaşmaya çalışırken biter gider...İşin tek teselli edici yanı; insanın yaşamının bittiğinin bilincinde olmamasıdır...

         ...

         Her saniyesinden lezzet alınıp, mutluluklarla dolu olarak  değerlendirilen yaşam; sadece hayalde, filmlerde, romanlarda bulunur…

         ...

         Hiçlikler içinde yaşamın hiçliğini gördükçe; kendimi daha iyi ifade edebilmek, deneyimlerimi daha çok insana aktarmak, ulaştığım erdemli sonuçlarımı kağıtlara ve evrene kazımak ölümsüz düşüncelere ulaşmak için kaleme kağıda daha çok sarılıyorum...

         ...

         Tamamlanmış yaşam yoktur; yaşam nasıl yaşanırsa yaşansın bir tarafı her zaman eksik kalır...

         ...

         Yaşamın tamamı senindir; istediğin biçimde kullan;  rahatın için  çaba harca, kendini eğit, her türlü  lezzeti tat... Ancak ne yaparsan yap; hemen ve hiç durmadan çok acele et....Çünkü onun sana gelen, kısa süreli bir konuk olduğunu; ağırlamakta-karşılamakta hata yaparsan bir saniye bile beklemeden seni terk ederek gideceğini-kaybedeceğini asla unutma...

         ...

         Beyaz ve eşsiz  bir küheylan olan yaşam; bazen insanı sırtında mutluluklardan mutluluklara, ufuklardan ufuklara sonsuza kadar taşır; bazen de bir tekmesiyle canını alıp mezara gömer...

         ...

         Yaşamdan istediğimiz zaman ayrılmamıza–onu terk etmemize olanak ve sınırsız çıkış kapıları ve fırsatları tanıdığı için doğaya teşekkür etmeliyiz...

         ...

         Her hasta olduğumda yaşamın sonuna geldiğimi; her iyileştiğimde de dünyaya sanki yeniden gelmiş gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyorum...

         ...

         Yaşamı özgürlüklerden daha fazla tutsaklıklar üzerine kurulu olan insan; nelere köle olduğunu tam olarak bilseydi varlığını asla sürdüremezdi...

         ...

         Yaşam çocukların oynadığı evcilik oyunu gibi kısa, oyalayıcı; ama başlangıcı insanın elinde olmayan bitişine her an insanın karar verebileceği, ama doğal yollardan sonuçlandırılmasının en akılcı olduğu ilginç bir serüvendir...

         ...

         Yaşam bazen kocaman bir sıfır; bazen de asla vazgeçilemeyen eşsiz bir sevgilidir... Ve insan bu ikilem arasındaki canlılık çizgisini ve genellikle farkında olmadan tamamlar...

         ...

         Bir sabah uyandığında 60 yaşında olacaksın; belki yoksul, aç, belki aç hasta... O nedenle bedenen ve ruhen sağlıklı olduğun her gününü son günün; her saniyeni de son saniyenmiş gibi düşünerek değerlendirirsen, yaşamdan zevk hatta intikam almış olursun...

         ...

         Yaşam her aşamasında asla gözde büyütülmeye değmeyecek kadar küçük ve basitte olabilir...

         ...

         Üşengeçlik-tembellik yüzde yüz ölümle sonuçlanacak olan; yaşamda elde edebileceğimiz en iyi ve en kötü şeyi geciktirir...

         ....

         Fikirlerimiz yaşamımızın temelini ve tepesini oluşturan yapı taşlarımızdır...  Ancak korkmadan onların iyilerini seçip cesurca kullandığımız sürece uygar, yiğit, yüce ve erdemli insan oluruz...

         ...

         Yaşamak bazen gizemli bir aynadan kendimizi izlemektir...

         ...

         Pırıltılı, en büyük erdem kimseye gereksinim duymadan yaşamak, sahip olduklarınla yetinmek, isteklerini olanaklarına göre ayarlamak ve aldığından  daha fazlasını vermeyi başarmaktır...

         ...

         Yaşam geçmişte özlemi çekilen günleri asla geri getirememek; gelecekte ne olacağını asla bilemeden, iki ayrı zaman dilimi arasında asılı kalırken geçen bazen ufak mutluluk kırıntıları olsa bile genellikle  işkencelerle dolu acı günler toplamıdır...

         ....

         İnsan doğanın kendisini oyalamak için yarattığı; en gelişmiş, en üstün nitelikli, en orijinal aklı, inanılmaz duyguları ve düşünceleri olan mobil bir oyuncağıdır...

         ...

         Mutluluk insanın kendisi, çevresi, toplum, evren ve tüm insanlığa acıma hesaplaşmalarından galip çıktıktan sonra; arta kalan küçük sevinç kırıntıların oluşturduğu minicik teselli armağanıdır ...

         ...

         Her yaşam başladığı gibi bir gün yüzde yüz bitecektir; önemli olan insanın biteceğini bilerek yaşama hak ettiği biçimde saygılı- sevecen hoşgörü – anlayışla davranarak onu yükseklere taşımanın bilincinde hareket etmesidir...

         ...

         Ne kadar gösterişli, varsıl, mutluymuş gibi bir serüven de izlense; insan yaşam isimli serüvenden her zaman alacaklı gider...

         ...

         Yaşam hiç birisi asla gerçekleştirilemeyecek hayaller–düşler – beklentiler –umutlar üzerine kurulan aldatıcı renkli bir oyalanma sürecidir...

         ...

         Yaşamak her biri insan ruhunda ve fiziki yapısında silinmez ve derin izler bırakan sabır tozlarından bir dağ oluşturma başarısıdır...

         ...

         İnsan yaşamda ya mutludur; ya da filozof...

         ...

         Yaşama onurla yenilmek, bazen kazanmaktan daha da üstünlüktür...

         ...

         Yaşamını dolu ve mutlu geçirdiğini;  yaptıklarından yüzde yüz doyuma ulaştığı duygularıyla bu sahneden ayrılacağını söyleyenler sadece deliler ve aptallardır...

         ...

         Doğa yaşamla; yaşam insanla; insanda her ikisiyle aslında dalga geçmektedir...

         ...

         İnsana-insanların, insana devletin, ya da başka kurumlarca yapılan haksızlıkların devlet eliyle önlemesi olan adalet anlayışı; ülkeden ülkeye, uygulayan insandan insana sürekli değişim gösterir... Her zaman varsılların emrinde olan adaletin yoksullara uğradığı pek görülmemiştir... Günümüzde her şeyin yerini alan adaletsizlik genellikle parayla alınıp satılan değere dönüşmüştür...Çok ince bakılırsa dünya adını verdiğimiz bu sahnede adalete pek rastlanmadığı açıkça görülmektedir... Yaşamdaki adalet; bizim komşumuzun kızının adı olarak kalmaya devam edecektir...       

         ....

         Yaşam insanın boyunu yüzlerce kat aşan acılar denizinin dibinden inci çıkartmaya çalışmasıdır...

         ...

         Yaşam varoluş ve yok oluş arasında kıpırdanma saniyesidir...

         ....

         Yaşamın bazen efendisi olabilen insan; öyle bencildir ki;  tüm evrende, dünya isimli bu sahnede saptadığı ve saptayabileceği tüm değerleri, doğal varlıkları hizmetine almıştır; bu gezegeni yok edinceye kadar da bunda sınır tanımayacaktır...

         ...

         Yaşam sahnesinin gerçek komedyenleri olan politikacılar; onu daha renkli ve çekilebilir, hatta gülmeye değer hale getirdikleri, insanları oyaladıkları için katlanılabilen varlıklardır...

         ....

         Yaşamak insanın toprak olmadan önceki son aşamasıdır; üstüne bastığımız, bizden önceki yaşayanların  tozlarının karıştığı  toprağa daha da çok saygı göstermeli; yaşam isimli bu rüyayı bu boyutuyla da düşünerek–saygıyla yaşamalıyız...

         ...

         Aşk ve yaşam birbirlerini sürekli gebe bırakan, ihanetçi ve huysuz sevgililer gibidir...

         ...

         Yoksulluk ve varsıllık; her iki değerde gerçekleşirken sorunlar, olumsuz duygular, acılar, kaygılarla; mutluluklar, başarıları, bazen de güzellikleri  beraberlerinde getirdikleri için aralarında hiçbir fark yoktur denilebilir...

         ...

         Yaşam bir yerde haksızlıklara her gün ivme kazanan yaşamın attığı kazıklara, olumsuzluklara dayanma ve acılara katlanarak  varlığı sürdürme serüveninin toplamıdır...

         ...

         Yaşam ticareti yapılamayacak tek ve en yüce değerdir...

         ...

         Evrendeki varlığımız; görebildiğimiz,  güneş, ay, tüm yıldızlar hatta Samanyolu galaksi; dünyadaki  sonsuz kilometrelerce uzayan asfalt yollardaki, denizlerin hepsinin kenarlarındaki bir kum zerreciğinden daha büyük değildir...

         ...

         Yaşam insanı her zaman; insan da yaşamı bazen şaşırtır...

         ...

         Bilinmezlikler denklemi içinde yapılan bilinmez yolculuktur yaşam....Ve yaşam bu yolculuk sırasında kendisini değiştirip–güzelleştirerek – sürekli  geliştiği için  insana çok şey borçludur...

         ...

         Yaşamın en dik ve aşılması en zor yokuşu olan yaşlılık ; gençlikte oluşturulan olanaklarla daha kolay aşılabilir... Bu olanakları hazırlamadan o yokuşa tırmananların vay haline...

         ...

          Hastaneler yaşam serüvenimiz sırasında bedenimizin bakım, onarım, yıkama, yağlama, parça değiştirme gibi işlemlerin yapıldığı tamirhaneler, doktorlar da insan tamircileridir...

         ....

         Yaşamın tamamının ya da bir önemli bölümünde fedakarlık ge-rektiren evlilik gemisini yürütebilenlerin evrensel kahraman ilan edilmelerini öneriyorum...

         ...

         Işıltılı ve üstün ruha sahip olan gerçek sanatçılar; İnsan soyuna sanat eserleri, felsefi yapıtlar gibi kalıcı değerler üreterek sınırsız hizmet sunmuş olurlar...

         ...

         Yaşamın sınırsız olmadığının bilincine ulaşan insan; onu daha da güzelleştirmenin, zenginleştirmenin, geliştirmenin, ondan aldığı tatları arttırmanın çabası ve uğraşı içindedir... Aslında bu bilince ulaşan kişi bilgeliğe de ulaşan yüce bir varlık haline dönüşür...

         ....

         Gizemini çözebilenler için yaşam her zaman taze; kendisini yenileyen, zengin, eğlenceler, başarılar, mutluluklar, zaferlerle doyumsuz tatlarla dolu bitmesini asla istemedikleri bir rüya bahçesidir... Çözemeyenler için de altında sürekli alevli ateşler yanan bir kaynar kazanda pişmektir... Acıyı bal’a, hastalığı sağlığa , üzüntüyü sevince çevirebilmek insanın ulaşabileceği en büyük başarısıdır...

         ....

         Yaşamı iyi gözlemleyenler mutluluklara giden yolu eninde sonunda bulur...

         ...

         Yaşam insana iki seçenek sunar; 1- Erdemlere ulaşmaya, yaşam izlerini evrene kazımaya yönelik eserler çalış der... Ya da  2- Paranın (zenginliğin) peşinden koş; onun kölesi ol, başının üstünde taşı, der...

         Birinci seçeneğin peşinden gidenler için; yaşamın maddesel hiçbir anlamı ve değeri yoktur...Onlar sadece erdemin, onurun, barışın, sevginin, kardeşliğin,ÜSTÜN İNSAN olmanın, deneyimlerini ve yaşam izlerini kendinden sonra gelecek kuşakların yararlanması için eserler verebilmenin peşinden koşarlar... Sürekli arttırdıkları bilgilerden ve erdemlerden oluşturdukları dünyanın seçeneksiz kralı olurlar... Böylece de insanlığın geleceğini aydınlatacak bilgilere, ölümsüz düşünceler ulaşırlar ve bu güzellikleri insanlara sunarlar...Bu şekilde davrananlar için ölümsüzlük gibi bir değere ulaşırlar...

         İkinci seçeneğin peşinden gidenler için; Parasal getirisi yüksek çalışmalara yönelirler... Güç olarak sadece paraya inanırlar, menkul, gayrimenkulun peşinden koşarlar… Zekalarını fazla kullanmadan varsıllığın bazı aşamalarına ulaşabilirler... Paranın peşinden gidenlerin ölümü, yaşamın geçiciliğini düşünmeye zamanları yoktur... Bu kişiler her zaman paranın tutsağıdır; efendileri para olan bu paragözlerin ölümsüzlüğe ulaşacak eserler ortaya koymaları olanaksızdır… İşin daha da ilginç yanına gelince; her iki guruptakilerde kendi yaptıklarının doğru olduğunu; defalarca yaşama tekrar gelseler aynı hataları, aynı başarıları yineleyeceklerini söylerler...

         .....   

         Yaşamın aşağı olan yanları; yüce olan yanlarından her zaman daha fazladır... Ancak insanın hedefi her zaman onu daha da yüce ve erdemli yanlarını çoğaltarak yaşamak olmalıdır...

         ...

         Yaşamak insanın her alanda kendisini sınırsızca kandırmaya çalışması; bazen de ulaşılması mümkün olmayan asla gerçekleşmeyecek hayallerin peşinde, mutlu olduğu konusunda özünü ikna etmesidir...

         ...

         Bilgisi, varsıllığı, makamı, şöhreti, unvanının sınırları ne olursa olsun hiç kimse yaşamın “HİÇ EDİCİ”  kurallarından kendisini kurtaramaz...

         ....

         Acı verip etkileyen sürprizler yaşamda her zaman en son aklımıza gelenlerdir....Mutlu insanlar ise bu değerleri çok önce düşünerek ulaşıp yaşamayı başaranlardır...

         ....

         Yaşam herkes için acı sürprizler bataklığıdır; kimisi genç, kimisi ömrünün sonunda bu bataklığa düşerek yok  olmaktan kurtulamaz...

         ....

         Aniden ve aniden karşılaştığımız bazı yoksulluklar, hastalıklar, engel sürprizler doğanın yasası ve yaşamın acı gerçekleridir... Kabul ya da, ret etsek de kural değişmeyecektir... Yaşamın acı sürprizleriyle karşılaşarak, olanlardan etkilenecek, yüzde yüz tutsağı olarak sıkıntılara düşecek çocuklar yetiştirmek… Yaşamın en acı sürprizi acı sürprizler yaşamak zorunda bırakılacak bireyleri dünyaya getirmektir…

       ...

         Para bazen yaşam gücünden daha fazla da ölüm gücünü taşır...

         ...

         Yaşam uzayın bu bölümündeki bir gezegende; hiçlerden ve tamamen rastlantılar yumağından oluşan anaforlar içinde bir varmış–bir yokmuşçasına; bir yandan doğup öte yandan ölüp hiç olmaktır...

         ...

         Yaşamak tüm canlılar için kesinlikle risktir; zordur; inanılmaz engellerle doludur; bir saniye sonrası  asla bilinmeyen ve sonu yüzde yüz ölümle bitecek, bazen de taşınması–anlaşılması çok ağır bir yüktür... Akıl, bilgi, yetenek,  eğitim,  deneyim, geçmişten ders almak, olayları doğru gözlemlemek doğru yorumlamak, yaşamı kolaylaştırarak çekici hale getiren en önemli  belki de sihirli anahtarlardır...Ama insan bu anahtarlardan ya bir kaçını kullanabilir  ; ya da hiç birisini kullanmayı başaramaz; ya da bu anahtarlara ulaştığında yaşlanmış ve tüm fırsatları kaçırmış olur...

         ...

         Yaşam sahnesine geliş olan doğum gibi; insan ölürken de kesinlikle bilincinde olmayacaktır... Doğduğunu anımsamayan insan öldüğünün de bilincinde olmayacaktır...

         ...

         Yağmur doğanın belki de kendisine döktüğü gözyaşıdır ; ancak o yaşlarla tüm canlılar uyanır, doğar, hayat bulur ve yeniden ölmek için büyür...

         ...

         Yaşama heyecanlarını, umutlarını, hayallerini yitirenlerin yitirecek başka şeyleri kalmamıştır...

         ...

         Yaşam çok ses çıkartan bir tür içi boş bir fıçıdır;  eteklerinden başlayarak kan ter içinde ölürcesine yuvarlayarak yaşam isimli dağın tepesine çıkarttığımızı hissettiğimiz anda; aniden vadilerin derinliklerine yeniden düşer… Bu fıçıyı tabanla zirve arasında taşırken insan yaşamının nasıl geçip gittiğinin, hatta öldüğünün bile farkında değildir...

         ...

         Şunu asla unutmayın yaşam boyunca  hırsızlık, sahtekarlık, hile, yağma, soygun, üç kağıtçılık, onursuzluk yapmak istediğinizde çevrenizde size yardımcı olmak bu olumsuzluklarınızı arttırmak isteyen  inanılmaz insanlar bulursunuz...Yine bu insanlar sizin yasadışı ve soysuzca  yollardan sağlayacağınız çıkarlarınızı paylaşabilmek için inanılmaz yalakalık yaparlar..

         Ancak aynı insan gurubu; onurlu, adaletli, erdemli, yüce etik değerlere bağlı kalarak tüm insanlığı kurtarmak amacıyla yola çıkmak istediğinizde hiç birisi yanınızda olmayacaktır… Bu yolunuzda tek başınıza kalıp, savaşlarınızı tek başınıza vereceksiniz demektir...

         Bunların da ötesinde; aynı insan gurubu sizin onurlu, adaletli, erdemli, yüce etik değerlere bağlı kalarak belki de tüm insanlığı kurtarma çalışmalarınıza inanılmaz engeller koyacaklar, her türlü başarınıza kulplar takıp aşağılayacaklar;  kendileri gibi olmanız için ellerinden geleni yapacaklardır... Ancak değerinizin, gittiğiniz yolun yüce ve erdemlerle dolu olduğunu öldüğünüzde anlayacaklar; heykelinizi dikerek gönüllerini rahatlatmaya çalışacaklardır...

         İşte iki yol; istediğinizi seçmek size kalmıştır...

         ...

         Yaşam sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe doğumları ve ölümleriyle akan devasa bir nehirdir...

         ...

         Ölmek için doğdum, ölmek için yaşıyorum: öleceğini bile bile canlıların yaşam sahnesine çıkmasına aracılık etmiyorum, edenleri de saygıyla karşılıyorum…

         ...

         Yaşamın tamamına yakın bölümü başkalarının sorunlarına çözüm arayıp bulmakla; başkalarının mutluluklarını çoğaltmaya çalışmak için; başkalarının gereksinimlerini karşılamaya çalışmakla geçer... Her şeyi yoluna koyduğumuzu düşündüğümüz, çalışmalarımızın ödülünü almaya, hak ettiğimiz mutlulukların doyumlarını yaşamaya çalışırken; yaşam biter gider... İşin tek teselli edici yanı, yaşamın bittiğinin bilincinde olmamamızdır...

         ...

         Hiçlikler içindeki yaşamın hiçliğini gördükçe; kendimi daha iyi ifade edebilmek, deneyimlerimi daha çok insana aktarmak, ulaştığım erdemli sonuçlarımı kağıtlara kazımak ve ölümsüz düşüncelere ulaşmak için kaleme kağıda daha çok sarılıyorum...

         ...

         Yaşamın tamamı senindir; istediğin biçimde kullan;  rahatın için  çaba harca, kendini eğit, her türlü  lezzeti tat... Ancak ne yaparsan yap; çok acele et....Çünkü onun sana gelen, kısa süreli bir konuk olduğunu ; ağırlamakta- karşılamakta hata yaparsan bir saniye bile beklemeden seni terk ederek gideceğini unutma...

         ...

         Yaşam tam olarak ne iyidir, ne de kötüdür...Ona anlam veren ve güzellikler ve kalıcı eserlerle tarz haline getiren insanın kendisidir...

         ...

         Yaşam bir mevsim kadar kısadır; sıcağına, soğuğuna, alışıncaya kadar bir bakarsınız geçip gitmiş...Ve işin güzel tarafı bittiğini asla anlamazsınız...

         ....

         Geçmişlerine aşırı özlem duyup  orada yaşayanlar, aslında geleceklerini güzelleştirmek için yeterince çaba harcamayan tembellerdir...

         ...

         Yaşam bazen diğer galaksilere-gezegenlere taşınmaya değecek kadar, yüce, değerli ve ulaşılmazdır....Bazen de çöpe atılacak kadar çekilmez, kirli, sıradan, acılarla dolu rahatsız edicidir...Ona hak ettiği değeri yaşayanlar verecektir...

         ....

         Yaşamda vazgeçemeyeceğimiz değerleri yaratır-onlara tutsak olursak, onursuz yaşamayı da göze almış oluruz...

         ...

         Yaşamın çirkin, iğrenç, hainlikler, cinayetler, adaletsizlikler, haksızlıklar ihanetlerle örülü derinliklerini gördükçe, doğmamanın ve yaşamamın daha iyi olduğunu düşünüyorum...

         ...

         Yok etme, ihanet etme,  gücümüz, her zaman yarattıklarımızdan daha da fazladır...

         ...

         İnsanlar intihar etme cesaretlerini; yaşamlarını düzenleyip güzelleştirmek için kullanabilselerdi, hiç kimse canına kıymazdı... Üstelik yaşam bu günkünden daha da yükseklerde ve erdemlerle dolu olurdu...

         ...

         Yaşam ciddi ve ciddi olmayan iki çizgi arasında oynanan çelik – çomak oyunudur...

         ....

         Yaşamak aslında ölmek için büyümektir...

         ....

         Yaşamak aslında ölüme koşmaktır...

         ...

         Yaşam küçük çocukların evcilik oyunu gibi kısa, oyalayıcı; ama başlangıcı insanın elinde olmayan adi bir serüvendir...

         ....

         Yaşamın öteki ucu olan ölüme varmadan; o son gün; o son saniye; son nefese dayanmadan; aşık ol, zevk al- zevk ver...

Mutlulukların, sevinçlerinin, güzelliklerin, coşkuların, kaynağı ol; eğlenerek ve eğlendirerek yaşamdan intikam alabilirsin...

         ...

         Ölümü düşünmeyenler için yaşam; acılar ve sevinçlerin göbeğinde; gidiş zamanı belli olmayan bilinmek de istemeyen bir türlü oyalanmadır...

         ....

         Dünya; yaşamla ölümün kuyruklarından birbirine kördüğümle bağlandığı bir gezegendir...

         ...

         Bir sabah uyandığında 60 yaşında olacaksın; yoksul, aç, belki aç hasta olacaksın...O nedenle her gününü son günün; her saniyeni de son saniyenmiş gibi düşünerek değerlendirirsen yaşamdan zevk hatta intikam almış olursun...

         ...

         Yaşlılık aslında yaşamdan ölüme geçişte bir süre beklenen son duraktır...

         ...

         Yaşamak gizemli bir aynadan kendimizi izlemektir...

         ...

         Yaşam, bedeli ölüm olan eşsiz ve de bir güzel armağandır; yaşamın değerini artıran, hatta onu şölen haline getiren de ölümün kendisidir... Doğa kurduğu tuzaklarla, beyninde salgıladığı hormonlarla insanı tezgahında bu şekillere sokup, kıs kıs gülmekte ve bundan mutlu olmaktadır....

         ...

         Yaşamın en gerçek yasası olan ölüme çare bulunması sadece masallarda, filmlerde, romanlarda kalacaktır....

         ....

         Yaşamın aşamaları, merdivene benzer; her basamak bir sonrakini başlatıp bir öncekini sonlandırır;

         Basamaklar genel hatlarıyla şöyledir;

         1-GENÇLİKTE YAŞAM; keşfedilmeyi bekleyen güzelliklerden, sınırsız hayallerden alabildiğince yararlanılması gereken; renkli gelecekler, renkli beklentiler düşler mevsimidir... Enerjinin, cinselliğin, orgazmın sınırsız olduğu; hatta bitmeyeceği sanılan bir mevsimdir..

         2-YETİŞKİNLERDE YAŞAM; aklın olgunlaştığı, yaşamın ve olayların daha net yorumlanabildiği  bir dönemdir; elde edilen olanaklar ölçüsünde yaratılmaya çalışılan gönençler mevsimidir...

Sağlığın ve cinselliğin yer yer kayıplara uğradığı ama yaşlılığa önemli hazırlıkların yapılması gereken ara dönemdir...

         3-YAŞLILIKTA YAŞAM; çeşitli hastalıkların her cepheden aynı anda saldırdığı, bedenin ölen parçalarının devre dışı kaldığı; bir organın yerine diğeriyle idare edildiği;  vücudun her türlü tıbbi müdahaleye “HAYIR” yanıtını verdiği  bir dönemdir...Dayanılmaz acılar, hastalıklar, sorunların zirveye çıktığı; ancak yaşamdan ayrılmanın çok zor olduğu için olabildiğince uzatılması için her türlü çarenin aranıp bulunmak için çırpınıldığı bir dönemdir..

         Bu son dönemde hiçbir güç insanı yeniden birinci ve ikinci dönemdeki enerjisine sağlığına döndüremez...Geri dönülmeyeceği için de zamanı geldiğinde yaşlı kişi sessiz sedasız ölüme teslim olacaktır...Teselli edici boyutu; öldüğünün bilincinde olmamasıdır...

         ...

         Ne kadar gösterişli, zengin, mutlu bir serüven de izlense de; insan yaşamdan her zaman alacaklı gider...

         ...

         Dünyada tanık olduğumuz her ölüm yaşamın yüzde yüz geçici olduğunun  somut kanıtı olmasına karşın; hiçbir ölümden de tam ve kalıcı olarak kendimizi olgunlaştıracak dersler çıkartamayız...Bunu başaranlara da filozof deniliyor...

         ...

         Yaşamak çevremizdeki milyonlarca canlı cansız varlığın ürettiği milyonlarca sorumu çözmeye çalışırken zamanın nasıl geçip gittiğinin ve ölümün farkına varmamaktır...

         ...

        

         Yaşamak toprak olmadan önceki son aşamadır; doğanın en kesin yasası olan ölümün ululuğu ve kusursuzluğu karşısında tüm başlar eğilir; onun büyüklüğüne herkes saygı duyar...

         ...

         Cinsellik;  yaşamdan-ölüme koşarken; insanların hoşça ve boşça vakit geçirip üremesini, doğanın sinsi isteği-tuzağı olan türünün geleceğini garanti altına almasını sağlayan fiziki ve ruhsal doyumdur...

         ...

         Yaşam şudur ki; bir ömürle sınırlı zamanın hemen hemen tüm bölümleri  insanın kontrolünün dışında rast geleliklerle geçer...

Çalışma ve üretme zamanlarının dışında kalan zamanlarda insan sadece ölümü bekleyen bir varlıktır...

         ...

         Yaşamın tatlı ama öldürücü zehridir alkol; bu zehrin santim santim pençesine düşünler genellikle ölümün nefesini enselerinde hissettiklerinde geriye dönmek isteseler de artık olanaksızdır... Alkol kendisine bağladığı kişileri yüzde yüz kendisi öldürür...

         ...

         Adaletsizlik, ihanet, yasaklar, kötülükler, ölümler, çok az da sevgi kırıntılarının birbirine karıştırılmasıyla oluşan aşureye yaşam deniliyor...

         ...

         Bazen ölüm; yaşamın kurallarına uymayanların acımasızca çarptırıldıkları kesin ve en son cezadır...

         ....

         Yaşamak; her nefes alış–verişte ölüme koşmaktır...

         ...

         Yaşamı sürekli ve aşırı vazgeçilmez bulanlar; aslında korktukları ölüme bahaneler arayan, ödleklerdir...

         ...

         Bilgisi, zenginliği, makamı-yetkisi, şöhreti, mal varlığı siyasal unvanının sınırları ne olursa olsun hiç kimse yaşamın “HİÇ EDİCİ”  kurallarından kendisini kurtaramaz...

         ...

         Yaşam sadece  ölülere acı sürprizler hazırlayamaz...

         ...

        

         Yaşamın acı sürprizlerine hazır olmak aslında biraz da ölüme hazır olmaktır... Şüphesiz yaşamın en acı sürprizidir ölüm...

         ...

         Yaşam herkes için acı sürprizler bataklığıdır; kimisi genç, kimisi ömrünün sonunda bu bataklığa düşerek yok  olmaktan kurtulamazlar...

         ...

 

 

 

 

     İNSAN

     İnsanın kendisini aldatması; dünyayı aldatmasından daha kötüdür...

         ....

         Ey insan! Ah çekme; oku, düşün, öğren, her nefesinde kendini yenile, erdemlerle süsle, çalış; yükseklere koş örnek insan olmaya çalış ve oraya ulaşmak için savaş...

         ...

         İnsan korktuğu olaylardan daha çok onun belleğine işleyen olumsuz düşüncesinden acı duyar...

         ...

         Kıskanç, cimri, aptallar; bu duygularını sürekli reddeden insanlar arasından çıkar...

         ...

         Sadece insana özgü olan konuşmak, bazen boş boğazlık bazen gevezelik şekline dönüşür... Susmak ve çok iyi dinlemek ise bilgeliğin belirtisidir...

         ...

         Çevrelerine bir şeyler kanıtlama çabası içine giren insanlar; olgun ve kendilerinden emin değillerse, inanılmaz biçimde gülünç duruma düşüp, alay konusu olurlar...

         Sadece  kendilerinden emin, bilgili, bilge olanlar çevrelerindeki diğer insanlara hiçbir şey kanıtlamak zorunda olmadıklarının bilinciyle hareket ettikleri için, kararlı, rahat, kendilerinden emin olurlar...

         ....

         Öyle bencildir ki insan; kişisel rahatını sağlayabilmek için tüm canlılarıyla birlikte evreni yok etmeyi göze alabilir...

         ...

         Bazı insanlarla zenginliğin sorumluluğunu taşımak; eşeğin yükünü taşıması gibi ağır, hantal, anlamsız, hatta zor gelir; varlığının altında ezilip yok olur...

         ...

         Dürüstlük, yiğitlik, cesaret her çağda, her ülkede ve toplumda acımasızca cezalandırılarak insanlar bilinçli biçimde; sahtekarlığa, hileye, üçkağıtçılığa, itilmektedir...

         ....

         Ey insan! Evreni-dünyayı-yaşamı düzeltmek istiyorsan; işe kendini düzelterek başlamalısın...

         ...

         Sürekli ve her koşul altında sürekli gülümsemek; bilge bir ruhun insan yüzüne yansımasıdır...

         ...

         Küfür cehaletin toplum içinde sesli halde açıklanmasıdır ..Hiç bir davranışı insanın cahilliğini, ilkelliğini, görgüsüzlüğünü, basitliğini, çağın gerisinde kalmışlığını, küfürden daha somut olarak anlatamaz...

         ...

         Ey insan! Sürekli mutlu olmanı gerektiren hiçbir neden olmadığı gibi; sürekli mutsuz olmanı gerektiren nedende yoktur...

         ...

         Sahtekar insanlarla köpekler birbirlerine çok benzerler; sahiplerine yaranmak için ayaklarının altını yalarlar...

         ...

         Ey insan! Sen kendini önemseyip, ödüllendirmesen; kimsenin seni önemsemesini bekleme...

         ...

         Ey insan! Kendini  sevmeyi başarırsan dünyayı da seversin ;

         Kendini geliştirirsen dünyanın gelişimine katkı koyarsın,

         Kendine saygı duyarsan dünyaya da saygı duyarsın,

         Kendine küsersen dünyaya da küsersin,

         Kendine ihanet edersen dünyaya da ihanet edersin...

         ....

         Konuşmak doğru- yanlış her şeyi söylemektir; dinlemek ise konuşulanlardan sadece doğruları seçip alıp, insanın ruhunun aydınlamasında ışık görevi yapar; dinlemek konuşmaktan her zaman daha karlıdır denilebilir...

         ...

         Ne kadar yaşanırsa yaşansın, ömrün sonuna ne kadar gidilirse gidilsin; açlık dönüp dolaşıp insanı yakalayan, asla kurtuluşu olmayan zoraki dosttur...

         ...

         Zaman insanı dövüp kalıptan kalıba dökerek şekil verir... Bu aşamalardan sürekli geçerek değişmesine karşın insan mutlu olmaktan daha çok mutsuz olur, acı çeker… Zamanın ise böyle bir sorunu yok ama; demek ki insan zamanın ve onun söylediklerini bazen yanlış anlar...

         ...

         Ey insan!Gerçek düşünürün çağında anlaşılmasını beklemek; bir duvarın konuşmasını beklemek kadar yanlıştır... Onun fikirleri geleceğe yönelik ve insanın yarınını aydınlatıp şekillendireceği için yaşadığı dönemde onun anlaşılmasının beklenmesi yanlıştır...

Ölümünden 100, 200 yıl sonra belki ne söylemek istediklerini o çağda yaşayacak olan daha akıllı insanlar anlayacaktır...Ancak zaten ölümsüz düşüncelere ulaşıp bu kadar uzak bir geleceği göremeyen düşünüre de bilge denilemez...

         ...

         Aslında günler birbirlerinin aynısıdır; değişen, gelişen tek şey insandır...

         ...

         Her insan dener; sadece bazıları başarır...

         ...

         Hedef olumlu ya da olumsuz seçilmiş bile olsa insanın hayalleriyle ulaşamayacağı hiçbir nokta yoktur...

         ...

         Ey insan! Hiçbir şeye olmadığı kadar kendini tanımaya, özünle dost olmaya, kısacık ömründe kendinle barış içinde yaşamaya meraklı-iddialı-cesur ve yiğit ol...

         ...

         Her alanda olduğu gibi sınırlarını saptama yeteneğine sahip olan insan mutluluğu da mutsuzluğu da kısa zamanda bulup yaşayabilir...

Mutluluğu gibi acıları da insanın kendi eseridir...

         ...

         Her çağda, her toplumda neyin peşinde olduklarını bilen insanların sayısı; neyin peşinde olduklarını bilmeyenlerden daha azdır...

         ...

         Hikayenin en ilginç yanı; yönetenlerin her zaman yönetilenlerin gözünde olağanüstü–doğaüstü insan görüntüsü vermesi; üstelik bunu bir sihirbaz yeteneğinde başarmasıdır...Oysa yönetilenler onur, özgürlük, barış, tarafsızlık, hoşgörü, doğrulara ulaşma, erdemli davranma gibi nitelikler bakımından yönetenlerden her zaman daha üstün ve özgürdürler...

         ....

         Eğitilmemiş insan kördür; eğitildikleri halde bu körlükten kurtulamayanların sayısı da kurtulanlardan her zaman fazladır...

         ...

         En büyük espri; insanın kendi kendine gülmeyi başarmasıdır...

         ...

         Fiziki olarak evrende bir tek atom kadar bir varlığa sahip olmayan insan ortaya koyduğu düşüncesi ve eylemleriyle büyür ya da küçülür...

         ...

         Ey insan eskiden yarattığın değerlerin cinsi, miktarı, ağırlığı, günlük yaşamına kattığı anlamları ne olursa olsun; onları atıp yerine yeni değerler yaratma yeteneğine sahipsin....Önünü açarak seni evrenin tek efendisi yapacak, diğer galaxilerde yaşamı başlatacak, şu anda içinde bulunduğun hoş, korkutucu, ürkütücü, suç işlemeye yönelten, kendine zarar veren ellerini kollarını bağlayıp düşüncene sınır koyan tüm değerlerini ayaklarının altına alıp çiğneyerek yok etmen gerekir... Sana ÜSTÜN İNSAN olmanın yolunu açacak seni o taraflara götürecek, yükseltecek, evrenin gerçek hakimi ve efendisi yapacak akılcı, nesnel değerlerini  yaratmalısın... Çünkü güce sahip tek canlısın...

        

         ...

         Ey insan!Diğer tüm canlılardan daha farklı olarak doğayı değiştirme, kendi yararına kullanma, yönetme, hükmetme yeteneklerine sahip olan doğanın en gelişmiş ve kendini aşma yeteneğindeki en kısmetli üstün parçası sensin....

         ...

         Ey insan! Geçmiş güzeldir ama bu gün, içinde bulunduğun şu an, yani şimdi tüm geçmişinden de güzeldir; geleceğinin güzel olması da bu günün iyi değerlendirilmesine bağlıdır...

         ...

         Ey insan! Gülmek istersen kendine gül, ağlamak istersen kendine ağla… Çünkü uğruna ağlamaya ve gülmeye layık tek değer, tek varlık   sadece sensin...

         ...

         Cahilliğini kabul eden insan olgunlaşma yolunda bir basamak ilerlemiştir...

         ...

         Ey insan! Düşünceni derinleşip, bilgin ve becerilerin arttıkça; peşinden koştuğun, hayalinde ancak ulaşabildiğin; iyi, güzel, hatta olanaksız diye tanımladığın pek çok değer ayaklarının altına serilerek seni  kendilerine seni efendi yapacaktır...

         ...

         Doğa bildiği yolda ağır alır kendisini devindirip, dönüştürüp, değiştirip yeniden programlayıp hep genç kalarak yoluna bilgece devam etmektedir... ÜSTÜN İNSAN’ da  bu değişimi gün gün saat saat, hatta saniye saniye izleyerek kendi yaşamlarına uygulamayı başaranlar arasından çıkacaktır...

         ....

         Üzerinde yaşadığımız ve dünya adını verdiğimiz bu gezegen aslında konukevidir... Çünkü insanın bu gezegendeki ömrü, konuk olarak gittiği bir evde geçen süre kadardır;  azdır, kısadır, yetersizdir, oldukça sınırlıdır... Bilgeliğe ve olgunluğa eriştiğinde insanın yaşama hakkı doğa tarafından elinden alınmaktadır...

         Konuk gittiği evde insan ne kadar şeyi öğrenebiliyor, ne kadar mutlu olabiliyorsa; yaşam isimli bu kısa süreçte de aynı sınırlı, kısıtlı şeyleri öğrenip öğretebiliyor... Bu gün ulaşılan uygarlık, bir kişinin değil, insan atalarının kuşaklar boyunca elde ettiği bilgilerin, genler aracılığıyla anne-babasından çocuklara geçen kayıtların üst üste konulup biriktirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılmasıyla gerçekleştirilmiştir...

         ...

         Dünyayı keşfetmeye kendini keşfederek başlayabilirsin...

         ...

         Düşünmek yaşamın tamamıdır;  insanın düşünerek ulaşamayacağı hiçbir hedef, elde edemeyeceği hiçbir başarı yoktur....

         ...

         İnsan yaşamının en uzun süren ve en büyük  rolünü evlendiğinde eşine karşı oynamaya başlar ve ölünceye kadar da sürdürür...

         ...

         İnsanların çoğu yaşamının  tamamına yakın bölümü  dünyaya–çevresine bakarak ama hiçbir şey görmeden, anlayamadan tamamlar....

Görmeyi ve göstermeyi başaranlara filozof ya da sanatçı  deniliyor...

         ...

         İnsan çok meraklı olmasına karşın; içindeki iç evrenindeki düşünce dünyasına çok az bakan, onun boyutlarıyla ya hiç ilgilenmeyen, ya da çok az ilgilenen varlıktır... Zaten bu gün ulaştıklarını da çok az da olsa bu çok az düşünme yeteneğinden aldığı kıvılcımların yarattığı fikirlerine borçludur... İnanıyorum ki; insan, içsel sınırsızlığını ve yaratıcılığındaki kusursuzluğu daha iyi anladığında evrenin tüm sırlarını çözecek ve onun hakimi ve efendisi olacaktır...

         ...

         İnsan uygarlık alanında bu güne kadar yaptıklarında daha üstün ve sınırsız olanları bir gün ortaya koyacaktır... Ama aynı oranda acıları, sorunları, mutsuzlukları, yaratarak yalnızlığı daha da çok artacaktır...

         ....

         Yaşamıyla evrende kendisine her an daha çok geliştirdiği, kendini aşan, tartışmasız bir sistem kuran insan; bu gün doğaya hükmediyor; uzayın derinliklerine adım atıyor... Görünen ve bundan sonra da evrende yaratılacak tüm uygarlıkların yaratıcısı olacak insan aynı aynı zamanda tüm iyilikler gibi tüm kötülüklerin de kaynağını oluşturmaktadır...Evrenin etrafında döndüğü  bu harika canlı her şeye anlam vere, evrenin de özüdür... Ve bu güzel varlığı  yani insanı çıkarttığımızda evrenin anlamı, değeri, ortadan kalkıp yok olur...

         ....

          İnsanın dünya isimli gezegenin üstündeki konumu, saniyede 30 bin metre hızla giden bir uçağın pervanesinin ucunda akrobasi yapmasına benzer...

         ...

         Bazı insanlardaki fiziki yetersizlik; seçenek değil zorunluluktan ortaya çıkmıştır...

         ...

         Doğruların ve gerçeklerin ağırlığını taşımayan insanlar; çoğu zaman yalan, sahte, yapay, yüzeysel değerlerin üstüne kurdukları sahte dünyalarının sahte dünyalarının ödlek kahramanlarıdır.

         ...

         İnsanlardan hoşuna gitmeyen bir şey duymak istemiyorsan; onların hoşuna gitmeyecek şeyler söyleme...

         ...

         İnsanlar ne olmadıklarını-ne olamadıklarını bilirlerse; ne olacaklarına daha kolay karar verebilirler...

         ...

         İnsan eğer başarabilirse ki; bu her zaman mümkündür, en büyük iyiliği de kötülüğü de kendisine yapar...

         ...

         Zavallı insan, minik mutluluk damlaları bulabilmek için ne kadar büyük acı dağları ve çölleri aşmak zorunda kalır...

         ....

         Yarattığı gönenci kabullenerek onur duyan insan; nedense mutsuzluğunun hep başkalarından kaynaklandığından yakınır durur... Erdem ikisinin de kendisinden kaynaklandığını  insanın kendisine ve çevresine itiraf etmesidir....

         ...

         Bütün insanlar ya bazı değerlerin, bazen şöyle ya da böyle birisinin tutsağıdır...

         ...

         Akıllarını bilgi çiçekleriyle süsleyemeyen insanlar kendilerini acı çöllerinden-dipsiz ve karanlık kuyularda bulmaktan kurtaramazlar...

         ...

         Uygar, aydın, bilinçli insan ilkeli insandır...

         ....

         Kendimizi sevdiğimiz sürece dünyanın bizi sevip sevmemesini önememeliyiz...

         ...

 

         Bu gezegende ulaştığı tüm uygarlıkların yaratıcısı olan insan bir gün yine kendi elleriyle onu yok edecektir...      

         ...

         İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği düşünme yeteneğidir; Ancak insanla diğer canlılar arasındaki bu farkı kilometrelerce açan fark da insanın aklını bilemesi, eğitmesi, geliştirmesi ve yenilemesidir...

         ...

         Bazı insanların yaşamı yaptıklarından daha fazla şeyleri bozup; yok edip, çevresine, devletine, kendi özüne zarar vermekle geçer... Toplum yapıcı olanı kızmakta, hatta aşağılamakta, görmezlikten gelmektedir... Oysa her çağda yıkanı,  hırsızlık yapanı, devleti soyanı,  diğer insanlara zarar vereni, suç işleyeni, bazen cinayet işleyeni alkışlamaktadır ve bu kural daha uzun yıllar değişmeyeceğe benzemektedir...

         ...

         İnsan nedense; kendisini seveni saygı duyanı yaşamının en sonunda öğrenir...

         ....

         İnsan eğer edinebilirse tek ve gerçek dostu yalnız ve sadece kendisidir...

         ...

         Kendisi zengin ama ruhen fakir olanlar bana çok zavallı gelir... İnsan; sadece aklını kullanarak varlıkta olduğu kadar ruhen de zenginliğe ulaşırsa ancak kusursuzluğun hatta olağanüstü mutlulukların anahtarlarını elde etmiş olur...

         ...

         Para yaşamı kolaylaştırmasından daha fazla insana efendi olmaktan hoşlanır... Kendisine efendi olan insanlarla da arasına mesafe koymaya bayılır…

         ...

         Devletleri çökertenler; her zaman hak etmedikleri yükseklikteki makamları ellerine geçirmeyi başaran küçük insanlardır...

         ...

         Çirkin yaratılmış olmak seçenek değil; katlanılması gereken doğal bir sonuçtur... Bedensel çirkinlikler belki giderilemez ama ruhtaki çirkinlikleri yok etmek, hatta çiçek ve bal bahçesine çevirmek insanın kendi elindedir...

         ...

         Yaşamın tamamına yakın bölümünde sadece açlık ve cinsellik içgüdüsünü bastırma uğraşı içinde olan insan, sahip olduğu doğaüstü yanlarını bulup ortaya çıkarmakta çok tembel-bilinçsiz davranır; hatta bu yüce tarafını görmezlikten gelir... Oysa insan açlık ve cinsellik içgüdüsünü bastırmaktan daha da ötelerde; kendi güçlerini, soylu ve büyük yanlarını keşfetmenin uğraşı içinde olmalıdır...

         ...

         Ey insan! Evrende tek başınasın... Çarende-çaresizliğin de sadece sensin… Aklını kullanmakta geç kalma… Uyan, içindeki ÜSTÜN İNSAN’ nın üstünlüklerini elde edip, yaşamına katmaya çalış… İnsanın evrimleşmesinde, kendini aşıp ÜSTÜN İNSANA gitmesindeki en büyük engel yine kendisidir... Bu gelişmeyi, atılım yapmasını engelleyen için oluşturduğu yasaklar, ayıplar, çekingenliklerden oluşan duvarlardır… En büyük zaferi bu duvarları yıkmayı başaranlar kazanmıştır, kazanmayı sürdürecektir...

         ...

         Yalan erdemin bittiği yerde başlar; insan en aşağılık davranışlarını, ihanetlerini, hırsızlıklarını, gasp ve cinayetlerini yalan söylediği zamanlarda sergiler... Yalan insanın en iğrenç  ve tehlikeli maskesidir...

         ....

         İnsanlar yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdiklerinde, tedavi edilmesi zorunlu olan bir hastalığa da yakalanmış olurlar…

         …

         İleri, çağdaş insanı aşmaya yönelik düşüncelerle beyinlerini aydınlatamayanların sahip olduğu diğer değerlerin hiçbir anlamı, ağırlığı ve etkinliğinden söz edilemez... Sahip olduğu zenginlikler: ne kadar çok, cilalı, gösterişli, lüks, çekici, eşsiz de olsa; insanın kafasının içindeki karanlıkları gidermesine yetmeyecektir...

         ...

         Yaşama dair yasaları insanlar yaptığı için; eğilir, bükülür, farklı yorumlanır, yüzde yüz ters kararlar alınmasını sağlar, hatta yok sayılarak yakılarak hükmünü yitirdiği için imha edilebilir...

         Ancak herkes için görünen, asla ertelenmeyen, yok sayılmayan, eğilip bükülmeyen, farklı yorumlanamayan, tek yasa doğa yasasıdır... Doğa bu yasaları milyarlarca yıldan beri tüm canlı ve cansızlara eşit ve acımasızlı uygulamaktadır.....

         ...

         Bilinmeyenin bilinene dönüşeceği  gün çok yakındır  ; ve insan çözeceği tüm gizemlerle kendi evrimi konusunda bir adım daha atmış olacaktır...

         ...

         İnsan kontrol edemediği düşüncesinin ortaya koyduğu olumlu ya da olumsuz duyguların her zaman tutsağıdır... Bilincini yükseltmesi, düşüncelerine egemen olmasıyla birlikte erdemli davranışlara, nesnel değerlere, ulaşması halinde her insan kendini daha çok aşacaktır…

Aksi takdirde aydınlık çağların içinde karanlıklarda yaşayarak ilkel varlık olmaktan kendisini kurtaramayacaktır...

         ...

         En açık insan olduğunu söyleyenler, aslında eleştiriye, öğütlere en fazla kapalı olanlardır...

         ....

         Özde her insan iyidir, saftır, dürüsttür, temizdir, yiğittir her türlü olumlu şekli almaya uygun ve hazırdır; onu kötü ve bencil yapan şey içinde bulunduğu toplum, yaşamın acımasız koşulları ve doğanın şaşmaz yasalarıdır...

         ....

         İnsanın bu gezegendeki sınırsız istekleri, çalışma yöntemleri, düşüncelerini gerçekleştirme, sınırsız ve doyum isteyen iç dürtüleri; İnsanın gözünü diğer gezegenlere, diğer gökadalara dikecek, böylece oralara ulaşabilecek yöntemleri bulduğunda da onu gelecekte evrenin efendisi yapacak; diğer galaksilere de yaşamı taşıyacaktır...

         ...

         İnsan için yanlış yapmamak yanlıştır; insanın yaptığı her doğru kadar hatta daha fazla yanlış yapmaya hakkı olduğuna inanıyorum... Zaten yaşam serüveninde bu tablo somut olarak görülür…

         ....

         Yaşamının ana akış yatağını oluşturduğu için insan hayalinde umduğunu ve düşündüğünü er geç bulup yaşar...

         ...

         Aç bir aslanın zavallı ve çaresiz bir Antilop’u daha yaşarken arka kalçalarından, cinsel organlarından yemeye başlaması bana insanın olaylar karşısındaki vahşiliğini, saldırganlığını ve de çaresizliğini hatırlatır... Aslanın Antilop’ u  ölmeden yemesiyle, yaşamın sert, acımasız, vahşi koşullarının insanı yok etmesi arasında fazla bir fark yoktur... İnsanı yaşarken yok edenler de aç bir aslan tıpkı antilop’ u yediğindeki aldığı zevki duyar...

         ...

         İnsan; yaşaması ve olması gereken şeylerle genellikle geç tanışır; geciken acılar belki biraz sevindirir; ama geç kalan mutluluklar ise acıya dönüşür...

         ...

         İnsan genellikle sınırsız şeyler istediğinde, neyi arzulayıp arzulamadığını tam olarak bilemez...Yaşamda ulaşamadıklarımız, hedefimizi tam olarak belirleyememekten, istemeyi, bilemememizden kaynaklanır...

         ....

         Kendi içinde yarattığı geleneksel kalıplardan dışarıya çıkamayan ve kendi özel değerlerini oluşturamadığı için ruhuna tutsak olan insanların; sahip olduğu diğer özgürlüklerin hiçbir anlamı yoktur...

         ....

         Her yüzyılda şikayet ettiği,  kurbanı olduğu tüm tehlikeleri, kavgaları,  savaşları, kötülükleri, insanın kendisi yaratarak altında kalmıştır… Acı çekmiş, sıkıntılara düşmüş, canına kıymıştır;  benzer dram ve trajediler insan var olduğu sürece devam edecektir...

         ...

         İnsan bazen çaresiz zavallı bir varlık; bazen de uzayın karanlıklarını yırtarak onun sonsuzluklarına açılmayı başaran olağanüstü bir varlıktır...

         ...

         Tanıma yeteneğim ve yaşam deneyimim arttıkça insanların birbirlerine, istisnalar hariç kendine bile asla dost olamayacaklarını; ama her türlü düşmanlığı yapabileceklerini daha iyi anladım....

         Ve insanın bu gezegende eğer başarabilirse tek ve en yakın dostunun sadece ve sadece kendisinin olduğuna bu gün dünden daha çok inanıyorum...

         ...

         Çok şey bilen insan; çok acı çeken insandır...

         ...

         Genellikle bilgesel düşüncesinde yoksun ve kendisini bir türlü aşamayan insanlar; giyimlerine aşırı derecede önem vererek renkli, parlak, gösterişli, pahalı, marka giysilerle çevrelerine kendilerini kabul ettirmenin yolunu ararlar...

         ...

         Köle ruhlu insanlar ve uluslar; her çağda, her ülkede, kendilerine efendi yaratmakta oldukça uzmanlaşmışlardır...

         ....

         Aşağılık kompleksi insanın her alandaki yaratıcılığını, girişimciliğini, başarısını, ulaşacağı gönençleri olumsuz etkileyerek  normal insanın aşağısına düşüren bir duygudur…  Türü, boyutu ne olursa olsun bu duygusunu teşhis ve tedavi ederek ya da ettirerek normal insana yükselmesi-başarabilirse yükselebilmesi insan için en büyük erdemdir...

         ....

         Acılarımız aslında tatlandırmayı başaramadığımız, geri dönüp bir daha yaşayamayacağımız asla kullanamayacağımız  yitik ve zamanlarımızdır... Oysa mutluluklarla dolduramayacağımız, tatlandıramayacağımız, olumluya çeviremeyeceğimiz hiçbir  acı olduğuna ben kişisel olarak inanmıyorum... Yeter ki insan, kendisiyle dost olup yaşamın sihrini çözmeye çalışsın, yaşamı iyi gözlemlesin, onu iyi anlasın, iyi yorumlasın; bilgilere ulaşıp acılarını bal’ a çevirmeyi başaracaktır...

         ...

         Yaşamda temeli hayal üzerine kurulmayan hiçbir şey yoktur....

İnsan önce hayal eder, sonra gerçekleştirmek için girişim lerde bulunur; başarılı ya da başarısız da olsa bunda hayallerin büyük ölçüde payı vardır... Hayal etmeyen zaten elde edemez; hayal etmek yaşamaktır…

         ...

         İnsanı  evrendeki diğer galaksilere taşıyacak oranında efendisi yapacak olan tek güç hayalleri ve bilgileri olacaktır...

         ...

         Rakamlar üzerine kurulan hayaller önce varsıl, sonrada paraya tutsak eder...

         ....

         İnsan hayal ettiği ölçüde elde eder; hayal edilmeden elde edilemez...

         ....

         İnsanları diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği düşünebilmesi, düşünce üretebilmesidir... Düşünce üretemeyen, düşündüklerini özgürce yaşama geçiremeyen, ifade edemeyen insanla diğer ilkel varlıklar arasında hiçbir fark yoktur...

...

         Akıllarını en doğru biçimde kullanabilme yeteneğine sahip olmayan insan; kişilikli, özgür, girişimci, yaratıcı, sosyal ve başarılı olamaz...Ne kadar çabalarsa çabalasın komik duruma düşmekten, hatta başkaları tarafından kullanılmaktan kurtulamaz...

         ...

         Her insan güneş’ in , ay’ ın  yıldızların kendisi için doğup battığını; incir, nar, hurma, üzüm, muz, portakal, zeytin ve diğer bitkilerin  kendisi için oluştuğunu-meyveler verdiğini; çiçeklerin kendisi için açtığını; yararlandığı ve yararlanamadığı tüm canlı cansız varlıkların kendisi için olduğunu düşünerek yanılır...Halbuki bu varlıklar insanı hizmet için değil var oldukları için vardır... Ve insan yetenekleri sayesinde bunlardan yararlanmaktadır...Doğa da insan için hiçbir şey yoktur; sadece sahiplendikleri vardır...

         ...

         Bazı insanları çirkinleştirerek bazen de komik duruma düşüren şarkı ya da türkü söylemek belki binde bir kişiye yakışır... Ama bunun bilincinde olmayan, haddini bilmeyen bazı insanlar ısrarla şarkı ya da türkü söyleyerek, sahneye çıkarak gülünç duruma düştüklerini anlamadan bu gezegenden göçüp giderler...

         ....

 

 

 

         PARTİ, POLİTİKA, POLİTİKACI...

     

      Yalan politika kimine seçimi kazandırır; kimini de darağacına gönderir...

         ....

         Darağacına rakiplerini göndermek isteyen; bunun için her türlü entrika ve manevrayı yapan politikacılar genellikle darağacına gitmek zorunda da kalabilirler...

         ...

         Politika çamurun üstüne oturarak şarkı ve türkü söyleme cesaretidir...

         ...

         Politikacılar; güç, para, siyasi itibar kazanmak için bazı insanları yok edercesine ezerek geçebilecek kadar acımasızdırlar..

         ....

         Bilge politikacının efendisi halktır; üçkağıtçı, ham, sahte politikacı ise kendisini halkın efendisi olarak görür...

         ....

         Demokrasi çarkını işletmek için halktan alınan yetkiler, her zaman kişisel çıkarlar, kişisel zenginleşmeler  için kullanılır...

         ...

         Politika gerçeği saptırma; öz çıkarları yönünde ve isteklerine göre değiştirme sihirbazlığıdır...

         ...

         Yaptıkları adaletsiz ve dengesiz uygulamalarla, yakınlarını kayırmakla politikacı toplum vicdanını her zaman kanatır...

         ...

         Partiler içinde devlet mallarının pişirilip dağıtıldığı, akrabalarına tanıdıklarına sınırsızca ikramların yapıldığı politika marka kazanlardır...

         ...

         Partilere uzaktan bakıldığında içleri boş, oradaki insanlar erdemli, akıllı, aydın, hoş gibi görünebilir....Oysa bu kurumların labirentlerine gerildikçe içlerinin tıka-basa entrikalarla dolu olduğu görülür...

         İnsanları, en baştan partili olan ve olmayanlar diye ayrım yapılır; tüm etnik kökenler öne çıkartılarak(renk, cins, dil, din, mezhep, ekonomik, siyasal güç,)politika sahnesinde pazarlık konusu yapılır...                 Diğer partileri harcama yerine kendi çıkarlarına hizmet edecek olanları yanlarına çekmek için-her türlü entrikalar(rüşvet-tehdit-şantaj) programlarının uygulandığı  cadı kazanlarıdır...

         Her partide karşı partilere verilecek en büyük zararlar, onların karınlarının en ince yerleri tahmin edilir, hesaplanır bulunur hemen eyleme konulur… Oysa kendilerinin devlet malından elde edeceği yararlar, vurgunlar, ihaleler, haksız atama gibi yasalara uygun olmayan davranış şekilleri kısa zamanda zenginleşmenin yolları  konuşulur hesaplanır, uygulanır...

         Rakip partilerdeki Milletvekilleri, Belediye Başkanları, diğer tüm yetkililerin başarısız olması için yapılması gereken engellemeler , ayak oyunları, senaryolar hileler, tuzaklar, skandallar acımasızca sahnelenir… Kurdukları her tuzak hedefine ulaşıp, rakip partiler zarar gördüğünde, politikacılar kahkahalarla, göbeklerini oynata oynata güler zevk alırlar… Hükümetlerin partilerde kurulup orada devrilmesi ise sıradan iştir...

         ....

         Politikacı burnunun ucunu bile başkalarının, danışmanlarının gözüyle görmeye alışan, alıştırılan ilginç varlıktır...

         ....

         Politikacıya sır verilmez; çünkü oya çeviremeyecekleri hiçbir sır yoktur...

         ...

         Politika vırt–zırt parti değiştirme değil; çıkarların kesin ve büyük olduğu olduğu partiyi iyi saptayıp oradan seçilme uğraşıdır...

         ...

         Politika boş söz söyleme ve başarma uğraşıdır...

         ...

         Politika bazen densizliktir; kendi yaşamında en küçük bir değişikliği yapamayan sıradan insanların; devletin ve toplumun tepesine çıkıp–sırtına binip bunları değiştirmeye kalkma dengesizliğidir...

         ...

         Politika; ayrım yapmadan birinci derecedeki yakınları da içinde olmak üzere; tüm insanları kişisel kinleri, intikamları, ihtirasları, entrikaları, hırsları, çıkarları uğruna kullanma becerisidir...

         ....

         Politikada tek gerçek yalandır; yalanı doğru hale getirerek topluma nasıl yutturduklarına, onların kişisel saflıklarını kendi çıkarlarına nasıl alet ederek varsıllaştıklarına politikacıların kendisi de hayret eder...

         ...

         Politikacı; beynini partisine teslim eden; yaşamının tüm aşamalarında, beynini ve düşünme yeteneğini kullanmayan buna da hiçbir zaman gereksinim duymayan kişidir...

         ...     

         Akıllı insan politikacıya sır vermez; gerekirse ondan en büyük sırları alır...

         ....

         Her politikacı asalaktır; çünkü hiç birisi kendi ayakları üstünde durmaz duramaz... Kendi ayakları üstünde duruyor görüntüsü veren politikacılar da aslında halkın ve aşağıdaki insanların omuzlarına basmak zorundadır...

         ...     

         Politikacı her şeyi vaat ettiği için sürekli mucize yaratması beklenen ama bunu başaramayan, başaramayacak olan sıradan bir zekaya sahip küçücük insandır...

         ...

         Gazeteci politikacının elinde, dilinde, tabanının altında, ak ciğerinin derinliklerinde, göz bebeğinde sürekli kımıldayan, onu sık sık uyaran kötü huylu bir diken gibidir....

         ...

         Politikacının kendisini olduğundan fazla ve büyük göstermeyi başararak onları yanlışlığa , uçurumlara götüren dalkavuklar tarih boyunca politikacıların en feci sonunu hazırlamışlardır... Kural bugün de etkili biçimde işlemektedir; yarın da devam edecektir…

         ...

         Politikacı tek başına iyi ya da kötü huylu değildir; onun bu şekilde davranmasını halk belirler; her politikacı içinden çıktığı halkının verdiği şekli alır... Defolu, defosuz da olsa politikacı halkın yarattığı, sık sık kullandığı; işi bittikten ve kullandıktan sonra attığı kukladır... Ayrıca devletin yada ülkenin içinde bulunduğu koşullar onlara iyi ya kötü olanaklar yaratarak politikacının başarılı ya da başarısız olmasını belirler...

         ...

         Politikacı; her an halktan oy, anlayış, prim, alkış beklemeye;

         Halk da politikacılara bunları vermeye;

         Politikacı her an halkı aldatmaya, hayal kırıklıklarına uğratmaya;

         Halk da her an halay kırıklığına uğramaya koşullanmıştır...

         Ayrıca; her yüzyılda politikacı aldatacak kadar zeki;

         Halk da aldatılacak kadar aptal-saf insan rolünü oynamaya bayılır...

         .....

         Politikacı her türlü seçim kaybetme başarısızlığına; başarılarından daha büyük ve daha iyi kılıf uyduran zeki kişidir...

         ...

         Hemen her çağda politikanın zirveleri; bulundukları yere hayalleri bile yetmeyecek küçük kişiler tarafından işgal edilmiştir...

         ....

         Politikacı dürüst olamaz; dürüst insan da zaten politikacı olamaz...

         ...

         Politikacılar halka hiçbir zaman gerçekleştiremeyecekleri, onlara hayallerinin bile yetmeyeceği yeni ve renkli ufuklar, sınırsız zenginlikler vaat ettikleri için gündemde kalmayı başarırlar...

         ...

         Politikacılar hem korkak, hem cesur, hem onurlu, hem de her çağda fiyatların verilirse satılık kişilerdir...

         ...

         Yalanlarının uşakları olan bazı politikacılar hiçbir zaman yüce ve saygıdeğer varlık olamazlar...

         ...

         Politika sıradan, basit, işi gücü olmayan, zeka düzeyleri düşük  sıradan kişilerin belli bir makamı ele geçirdikten sonra aristokrat sınıfa atlamak için giriştikleri ve mevzilerini her türlü yolu kullanarak ölümüne korudukları cesaret gerektiren bir uğraştır... Ancak bu uğraşlarıyla politikacılar hiçbir zaman aristokratlar olamazlar... Bazen devlet yetkisiyle aristokrat sınıfı etkileyecek kararlar alabilecek makamlara kadar yükselebilirler; böylece onların sınıflarının üstüne çıktıkları görüntüsünü sadece kısa süreliğine de olsa verirler...

         Devletin yetkisini ellerinde bulundurdukları ölçüde bu güçlü ve doğaüstü görüntüyü veren politikacı; o yetkileri yitirdiğinde rüzgar hızıyla ait oldukları, zavallı, kişiliksiz, kimliksiz en alt sınıflarına hızla  geri düşerler ve bu düşüşte kötü biçimde yaralanırlar… Denizden çıkmış balığa dönerler... Döndükleri sınıflarında maske takmadıkları için politikacıların gerçek kimlikleri hakkında sağlıklı bilgiler doğal ortamlarında elde edilebilir... Ancak politikacılar aynı makama yeniden seçimle ya da tayinle geldiklerinde aniden doğa üstü gücün görünümünü sergileyen maskelerini yüzlerine hızla takarlar... İşte bu yükselişler ve düşüşler arasında gel-git’ lerle başlayan bocalayan politikacılar her zaman gerçek sınıflarının hangisi olduğuna bir türlü karar veremezler..

         Politika virüsü taşıdıkları için de oturmamış, değişebilir şahsiyete sahip olan insanlar çıkarları yönüne doğru her an eğilebilen bir küçük kişilikler biçiminde yaşarlar...

         Politikacı devletin gücünü elinden bir türlü bırakmak istemediği gibi o gücü korumak; yerini başkalarına kaptırmamak, ya da o makama talip olanları bu isteklerinden vazgeçirmek için; tehditçi kavgacı, zorba, saldırgan, entrikacı, senaryolar yazar ve acımadan uygulayarak karşı tarafı yok edecek davranışlarda bulunurlar...

         Böyle çok çelişkili, çok seçenekli her an değişip-dönüşüp farklılaşan ve oturmayan bir kimlik ve kişilik sergiledikleri için gerek yukarıya çıktıklarında ya da doğal sınıflarına indiklerinde her zaman farklı maskeler kullanırlar…Farklı ve sayısız kişilikler sergiledikleri  için politikacılar  hiçbir zaman saygıdeğer olmayan olmayacak özürlü, geçimsiz, varlıklar olarak yaşamlarını sürdürürler...

         Tarihin mezarlığı iktidar hırsına kapılık, nerede durması gerektiğini saptayamayan politikacıların cesetleriyle doludur...

         ...

         Politikada en büyük gerçek yalandır... Yalanı doğru hale getirerek topluma nasıl başarıyla yutturduklarına en fazla da politikacıların kendisi hayret eder...

         ...

         Hiçbir politika ve hiçbir politikacı vazgeçilmez değildir... Ancak ürettikleri politikalarını yaşama biçimi haline getirdikleri ve varlıklarını bu şekilde sürdürmek zorunda kaldıkları için  bunu politikacılar anlayamaz...

         ...

         Biraz o, biraz bu, biraz şu, biraz ötekidir politikacı; ama hiçbir zaman kendi özgün benliğini ortaya koyup, dürüstçe yaşayamaz... Çünkü dürüstlük politikaya yüzde yüz terstir…

         ...

         Politika ve politikacı mutlaka tedavi edilmesi gereken bir virüssel hastalıktır nokta…

         …

         Tüm partilerin içinde demokrasi yoktur; lidere itirazsız biat şarttır… Böyle olduğu için tüm liderler diktatördür… Ve politikacılar sözde demokrasiyi savunurken de, uygularken de diktatörce davranır....

         ....

         İki yüzünden birisi demokrat, diğeri diktatör olan politikacıların liderleri dahi tüm yetkilileri parti programlarını halklara anlatırken güler yüzlü, sevgiyle dolu, aşırı demokrattır...

         Ama iktidarı ele geçirip işi uygulamaya koyduklarında alabildiğince sert, diktatör ‘Ben bilirim’ ci şeklinde davranmalarını kimseler engelleyemez...Halka, medyaya her zaman sabır, güleç yüz, anlayışlı, ÜSTÜN İNSAN olma erdemlerini gösteren politikacılar gerek örgüt içinde gerek halka kapalı toplantılarda sayısız maskelerle yaşadıkları için diktatörden daha diktatör olan gerçek yüzleri orada ortaya çıkar... Ama halktan sürekli gizledikleri gerçek yüzlerini her zaman dört duvar arasına gösterirler… Sadece yakınında hareminde bulunan çalışma arkadaşları tüm hilelerini, maskesiz yüzlerini çok yakından tanır ve bilirler… Ve onlarda sustukları için; her politikacı kendini kamuya kurtarıcı ve doğa üstü bir güç olarak tanıtır....

         …

         Her politikacı kendini politikalarıyla tarif eder, bazıları da kendilerini tarihe bu şekilde yazdırırlar…

         …

         Politikacı rakiplerini silindir gibi eserken asla acımaz…

         …

         Rakibini yenmeyi aklından geçirmeyen, entrika, hile, yalan, üç kağıt gibi yollara baş vurmayan politikacıyı tarih ve zaman isimli iki bilge asla kayıt etmez-silip atarlar…

         ...

         Politikacıya tüm yasaları ayaklarının altına aldıran, yok saydıran şey; eline geçirdiğinde kendi yararına kullanmaktan alıkonulacağı sınırsız olanaklar sahip devleti yönetme ve kendisini zenginleştirme düşüncesidir...

         ....

         Politika halkın umudunu sıcak, canlı tutarak sırtında oturmayı, onları yönetmeyi başarmak; bu sırada kendi çıkarları için çalışmak, devletin kaynaklarını kendi kaynaklarına aktararak rüyasında bile göremeyeceği varsıllığı ulaşmaktır....

         ...

         Üstün erdemli ve bilge lider halkı aydınlığa götürmez; güneşi onlara getirir...

         ...

         Herhangi bir partide politika yapmak demek; aynı görüşte olanlarla, diğer partidekileri ve partisi olmayan geniş halk kitlelerini karşısına almak demektir... Bilge ve akıllı insanının bir partiye girmesi, geniş halk kitlelerini karşısına alması olanaksızdır....Bu nedenle politika sıradan zekalı insanların uğraşı ve savaştığı alan haline dönmüştür...

         ....

         Belirleyici çevreler; kişilikli, yumruğunu masaya vuran, dürüst, çalışkan, yiğit, adaleti savunan ve uygulayan,erdemli kişileri kendi çıkarları doğrultusunda kullanamayacakları için onlardan uzak dururlar… Her zaman kullanabilecekleri, hem bilgisiz, hem eğitimsiz, hep korkak, küçük kişileri, hatta ödlekleri parti örgütlerinin tepesine yerleştirerek işlerini yürütürler...

         ...

         Bencil bir yapısı olduğu için politikacılar kendisi zenginse, halkı da zengin, kendisi toksa halkı da tok, kendisi özgürse haklıda özgür, kendisi konuşuyorsa haklıda konuşuyor sayarlar... Ama her zaman bu konularda bile bile yanılırlar; yanıldıklarının bilinmesini de asla istemezler...

         ....

         Seçmenin oyunu verdiği tek politikacı; politikacının oyunu aldığı yüz binlerce, hatta milyonlarca seçmen vardır... Bu açıdan bakıldığında halk mı politikacıyı, politikacı mı halkı kandırıyor?Kararınızı kendiniz verin...

         ....

         Tüm politikacılar; kendilerini evrenin merkezi sanmak gibi bir saplantıyı politika olarak anlamakta ve halkı bu şekilde kabul ettirip, politika yapmaktadırlar... Hiç bir politikacının yeri doldurulamaz değildir...

         ...

         Giden politikacı geleni kesinlikle aratır...

         ...

         Her ülke başına yeteri kadar sorun oluşturacak sayıda politikacı yetiştirerek bununla övünür...

         ...

         Yalanın tarihiyle eşit olan politikanın ve politikacının insanı kandırma, oyalama, onun sırtına binme, onun olanaklarını kendi olanakları haline dönüştürme yöntemi binlerce yıldan beri değişmemiştir...Politikacı her çağda aynı yöntemleri kullanarak halkın ve devletin tepesine oturmuştur... Kural bundan sonra da devam edecektir…

         ...

         Politikacı içi boş lafla kahraman olmak için hitabet sanatını kusursuz biçimde öğrenip uygular....Ama dünyanın hiçbir yerinde lafla kahraman olunamayacağı için her zaman kötü birer edebiyatçı olarak kalırlar...

         ....

         Politikacılar kişisel küçük çıkarları için; devlet hazinesini inanılmaz biçimde zarara uğratıp kişisel  yarar sağlarlar.... Çıkarları için kocaman devleti küçücük düşürdüklerine de defalarca tanık olunmuştur...

         ...

         İdeoloji, zeki politikacıların kişisel çıkarlarını geliştirmek, güçlendirmek, zenginleştirmek, devleti ele geçirerek rahat yaşamak ve taraftarlar oluşturarak onların sırtından geçinmek amacıyla yarattıkları öz çıkarlarına hizmet etmeye yönelik kurnazca düşüncelerdir...

         ...

         Demokrasi, politikacılar tarafından erdemleri tarif edilen, rengi kokusu hissedilen, ancak bu çağdaki insanın bir türlü ulaşamadığı, ulaşamayacağı  dünya gezegeninde görünmeyen, bilinmeyen yerlerde açtığı ileri sürüden nadide çiçektir...

         ...

         Bazı politikacılar bireysel çıkarlarının peşinde koşmayı, devlet kaynaklarını kendi hesaplarına aktarmayı politika olarak anladıkları için hiçbir zaman evrensel olamazlar...

         ...

         Erdemli politika; yürek, bilek, cesaret, yiğitlik ve hepsinden öte de para işidir...

         ....

         Politikacılar, ulusların kendi elleriyle yarattıkları yaşam boyunca kurtulamadıkları ve kurtulamayacakları zararlı haşarı-zararlılar gibidir; toplumları kendi çıkarları yönünde ikna ve suistimal etmeye devam ederler...

         ...

         Partiler demokrasinin olmasa olmaz kusurlarıdır...

         ...

         Politikacıların hırsları, kinleri, yaşamlarının sonuna doğru  daha da çok artacağı için; rakipleriyle yaşamla, en önemlisi de kendileriyle asla uzlaşamadan kin, nefret, hırsları içinde ölüp giderler...

         ....

         Politika devlet hazinelerini yasal yoldan ele geçirmek için izlenen yasal yollardır...

         ...

         Politikacıların en büyük palavrası da kendilerinin bile inanmadıkları demokrasiyi bir gün mutlaka kuracaklarıdır...

         ...

         İnsandaki; savaş- barış, iyilik - kötülük gibi uç duyguların sahneye konulmasında başrol oynama cesareti gösteren politikacıların iyi ya da kötü niyetli olması dünya gezegenindeki insanların yaşama biçimi, değiştirecek boyuttadır... İnsanların ömrü onların oynadıkları oyunları seyirci sandalyesinde izlemekle geçer..

         ....

         Uyuşmazlık saplantısından kurtuldukları gün politikacılar ülkelerine, kendilerine, hatta insanlığa daha çok yararlı olacaklardır...

         ...

         Politikacılar ne kadar genç ve yeni olurlarsa olsunlar; eski yasalar, eski iç tüzükler, çağı geçmiş geleneklerle partilerini ve devleti yönetirler... Çünkü yıllar önce kendisinden daha ilkel düşünen, kişisel olarak devlet olanaklarından daha kısa zamanda daha çok zenginleşen kendisinden önceki meslektaşların, ipleri hep kendi ellerinde tutmak amacıyla daha bencil biçimde hazırladıkları yasalar ve tüzükler  uygulamaları sayesinde tek yetkili, partide tek belirleyici kendileri olurlar... Bu olanakları kişisel hırslarını doyuma ulaştırmada, devletin çıkarlarını kendi çıkarlarına uygun  kullanmakta, partide tek yetkili olarak her şeyin kendi  iki dudakları arasında olmasını sağlarlar...

         ...

         Çağlar değişir, yasalar değişir, gelenekler değişir, politika ve de politikacı asla değişmez... Değiştiklerini, değiştireceklerini söyleyenler aslında doğruyu söylemezler…

         ...

         En başarılı politikacı; devletin çıkarlarını en kısa zamanda kendine kullanan; devlet kaynaklarıyla en kısa zamanda zenginleşen politikacıdır...

         ...

         Partinin, politikacının politikanın olmadığı bir dünya asla gerçekleşmeyecektir...

         ...

         Erdem ve politika hiçbir zaman bir arada bulunmaz, biri gelirken diğeri kaçar; çünkü birbirlerinden nefret eder kaçarlar…

         ...

         Halkın gereksinimlerinin yıllarca gerisinden gelen politikacıların ortaya koyduğu ideoloji halkın gereksinimlerine tam olarak yanıt veremez....Zaten politikacılar da yüzde yüz kişisel çıkarlarına hizmet etmek için sinsice ideoloji denilen kendi  düşüncelerini  oluşturmuşlardır...

         ...

         Seçimlerde partinin tepesindeki kişinin-liderin işaretiyle seçilenler halkın değil; liderin iradesini yansıtırlar... Bu kişiler başarılı olurlarsa ödülünü lider alır; başarısız olursa acı faturasını her zaman halk öder...

         ...

         Politikacıların  özgürlük ve demokrasi anlayışları her ülkede ve her çağda kendi kafalarının içinde yarattıkları biçim ve sınırlara kadardır...   

         ...

         Yasaları bile delip geçen politikacı suistimallerinin sınırlarının nerede biteceğini, nerede durması gerektiğini, nerede durursa kendisine zarar vermeyeceğini asla bilemez... Ancak belli sınırlar içinde duramayan, kendisini durduramayan politikacıları darbeler, dar ağaçları, nadiren de seçimler durdurur...

         ...

         Politikacının aldığı kararlarla yaşam çizgisinin gidişini ve sonunu da saptar... Öyle ki bu kararlar onu zirvelere taşıyabileceği gibi yaşamını darağacında da sonlandırır...

         ...

         Saf doğrulara–dürüstlüğe ve güzelliklere hatta erdemlere; politikanın dışındaki uğraşlar ve değerlerle ulaşıldığına göre insan ya politikayı ya da saf erdemleri ve dürüstlüğü seçmelidir..

         ...

         Erdemli politikacı bazen yoktan var ederek mucizeler yaratır; ortaya koyduğu performans, hizmet ve sevgisiyle oyunu aldığı insanları şaşırtır...

         ...

         Bazı politikacılar bu gezegendeki doğanın en büyük hatasıdır...

         ...

         En iyi, en zararsız, hatta en yararlı politikacı ölü politikacıdır...

         ...

         Akıllı kişi; kendisi seyirci koltuğunda oturarak; politikanın çözeceği konularda parasını ve politikacıyı kullanır...Her akıllı kişinin birden çok partisi, milletvekili, politikacısı vardır; ama her politikacının bir partisi olmak zorundadır...

         ...

         Politikacının bir elinde bal, diğer elinde zehir tabağı bulunur... Yandaşlarına bal, rakiplerine acımadan zehir sunar... Halkın ne yiyip içtiği, yaşama koşullarının iyiliği ve kötülüğü  onlar için hiçbir anlam ve önem taşımaz.. Hatta yoksullarla asla iletişime girmeyen, onlardan köşe bucak kaçan politikacılar, dostlarını genellikle zenginlerden seçmeye özen gösterirler... Ancak zenginler de politikacıların kendilerini sürekli soyduğunu, para kasası olarak gördüğünü anladığı için sadece kişisel çıkarlarına hizmet ettiği sürece politikacılara yakınmış gibi davranıp böyle bir görüntü verir...Politikacıyla işi biten varsıl onun uzağından bile geçmez... Çıkar sağladıkları gurupları saymayacak olursak politikacının dostu yoktur...

         Tüm çabası devletin olanaklarını sunduğu yandaşlarına, rakiplerini yok ettirmek, yandaşlarını onlara karşı örgütlemektir... Halk bazı politikacılar için hiçbir anlam, hiçbir değer, hiçbir şey ifade etmez… Politikacı halkı geri zekalı, aptal, zavallı, asalak, işe yaramaz yığınlar, dünyaya boşa gelmiş, sadece oy deposu olarak görür ve kullanır...

         …

         Esen her rüzgara göre her çağda yön değiştiren politikacıları her saniye, her saat başı, her gün, her hafta, her ay yeniden tanımlanmaya ölçütler oluşturmaya gereksinim vardır...

         ...

         Çıkar söz konusu olduğunda politikacı baba oğlunu, politikacı oğlu da babasını tanımaz olur...

         ...

         Politikacılara yaranmak için önlerinde eğilmenin sınırı da yoktur...

         ...

         Halkın görmediği, bilmediği, tanımadığı; görmeyeceği, asla bilmeyeceği, asla tanıyamayacağı demokrasiyi yeryüzüne kendilerinin getirdiğini iddia eden, öyle bir görüntü veren, öyle sanan politikacılar ‘DEMOKRASİ ‘ , ‘POLİTİKA’ , ‘İDEOLOJİ ‘ sözcüklerinin sözlük tanımını asla bilmezler, bilemezler, işin garibi anlamlarını öğrenmek de istemezler… Çünkü sözlük tanımlarıyla kafalarındaki bu değerlerin tanımı çelişirse sudan çıkmış balığa döneceklerini bilirler ve bu durumdan sürekli korktukları için hep uzak dururlar...

         Politikanın en tepesinden en aşağısına kadar olan bölümünde  bu değerlerin tanımları konusunda kimsenin hiçbir fikri yoktur... Ama bu kavramları konuşurken de, anlatırken de, “ÇOK BİLMİŞ” , “BİLGE ‘‘EN BÜYÜK HATİP” görüntüsü verirler... Böylece bilmedikleri ve asla öğrenmek istemedikleri Demokrasi, politika, İdeolojinin tanımları konusunda önce kendilerini sonra da halk kitlelerini kandırmakta ustalaşmışlardır...

         ...

         Politikacıyı, politikadan alıkoymak; topluma ve kendisine yanlış politika üreterek vereceği zararlardan daha fazla zarar vermesine  neden olacağı için;  önüne bu konuda sınır koymamak gerekir... Çünkü politikacı bazen hırsından kendisini bile yiyip bitiren insandır...

         ...

         Her politikacı biraz delidir...

         ...

         Politika-kumar; bazı politikacı da kumarbazdır...

         ...

         Erdemli ve iyi politikacı bazen sihirbazdır...

         ...

         Politikacı,  gerilmiş TEL’ e bile gereksinim duymadan boşlukta yürüme yeteneğini göstermeye çalışan; bunu yaparken de bazen tepetaklak düşen, bazen idam sehpasındaki ipi boynuna geçiren insandır...

         ...

         Politikacı  alkışın gelişine göre yön değiştiren; rüzgar gülüne benzer...

         ...

         Politikacı en büyük uğraşı olarak yaşamını adadığı politik hayalini büyük finalini  hiçbir  zaman yaşayamaz... Uğraşı gereği çevresindeki çıkar gurupları buna asla izin vermezler... Aslında çok istemesine, yaşamını bu yola adamış olmasına karşın düşüncesinde yarattığı, kendisine en çok yakışan büyük  finali oynayamadan, seçim düşüncesi, yeniden devleti ele geçirme hırsları içinde yaşamı sona erer...

         ...

         Politikada aptallar ve deliler her zaman dahilerin yerini alır...

         ...

          Deliler, çılgınların yüzünden,  politikada akıllılara, bilgelere,

hatta dahilere hiçbir zaman sıra gelmez... Oysa akıllılar;  politikacı, çılgın hatta delilerin yaptığı hataları örtmeye çalışarak onları ikna ederek bulundukları yerden indirmek, bir gün o makama yerleşmenin hayaliyle yaşarlar...

         Hatta onların bit kadar başarısını deve yaparak büyüterek anlatırlar, onları olağanüstü olduklarını kanıtlayıp artık tarihe mal olduklarını, gönül rahatlığıyla halkın içine geri dönebileceklerini anlatmaya ikna etmeye boşuna çalışırlar... Oysa politikacı deliler, çılgınlar her geçen gün daha büyük görerek, bırakın yerlerinden inmeyi, makamlarını akıllılara bırakmayı, hiçbir şeye bağlanmadıkları kadar bağlandıkları koltuklarından bir santim bile kımıldamazlar... Sadece ölüm oradan ayırabilir… Ve sahnedeki rollerini asla akıllılara, dahilere, bilgelere bırakmazlar... Aslında orada olmamaları gereken akıllılar da partilerde; konu mankeni ve bu delilerin her zaman figüranı olmaktan kurtulamazlar...

         ...

         Toplumsal her suçun altında; ihtirasların karşı koyamayan, tüm yasaları çiğneyerek hedefine ulaşmak isteyen politikacılar ve haksızlık yapmaya yönelmiş politika çıkar...

         ...

         Politikaya soyunmak cesaret, yürek, bilgelik ister... Çünkü soyunmanın nereye kadar gideceği belli değildir...

         ...

         Bazı politikacının makamının büyüklüğüne, havasına, giyinişlerine, cüssesine aldanmayın; çünkü onlar bir çocuktan daha küçük şeylerle uğraşıp düşünüp, ikna olmaya yatkın küçük ruhlu insanlardır…

         ...

         Partiler her türlü özel, resmi sırların–belgelerin alım–satımının yapıldığı alınıp-satıldığı; her türlü vurgun, yağma, suiistimal, üç kağıtçılık oyunlarının organize edildiği, gerektiğinde her an kullanılmak için hazır bekletildiği ve arşivlendiği,  açık ya da gizli çalışan yasal ajanlık örgütleridir... Öyle ki; kimin  ne zaman, nerede, ne yaptığı, devlet pastasını nasıl ele geçirdiği, yağmalanma operasyonlarında muhaliflerin suiistimallerinin, vurgun, talan, yağmanın günü gününe izlenip belgelendiği yerlerdir...

         Ve bu bilgi izleme, elde etme, belgelere ulaşma, resmi belgeleri arşivleme işlemleri kusursuzca yapılır ve saklanır... Yeri ve zamanı geldiğinde politikacılar, partisinin  rezervlerindeki sırlardan hangisi daha güçlüyse, rakibini hangisi daha kısa zamanda yok ederek iktidarın yolunu kendisine açacaksa o belgeyi, bilgiyi sırrı çekinmeden zevk alarak kullanır.. Üstelik bu davranışını  kamu oyuna verdiği zarar, milli çıkarlara ters düşüp düşmemesi, devletin ve ülkenin birlik bütünlüğünü zora sokması gibi konularda bir an bile tereddüt etmeden kullanırlar... Bu yönleriyle partiler yasal ajanlık örgütleri şeklinde çalışırlar...

         Bazen Politika hiçbir şey yapmadan dünyayı kurtarma görüntüsü vermek, en büyük özgürlükleri getirmeyi vaat etmek, yandaş insanları zenginleştirmeye-devlet olanaklarını onlara sunmaya söz vermek ama; vaatlerden hiç birisini yapmadan hatta kılını kıpırdatmadan halkı buna inandırmak alkış ve takdir toplama başarısıdır...

         ...

         Politikacının büyüklüğü, kendisini iktidara taşıyanlara avanta sağlaması ve devlet olanaklarını onlara sunma boyutuyla ölçülür... En iyi ve en büyük politikacı da devlet hazinesini en fazla soyan–soğana çevirendir...

         ...

         Çevresindekilere her zaman gönençli, sevinçli, her işini halletmiş, neşeli, coşkulu ve yeryüzünün tek gücü olarak görünmeye çalışan politikacı, aslında kendisiyle her zaman küs olan bir varlıktır...

         Taktığı maskelerle zedeli ve asla olgunlaşmayan kişiliğini sürekli saklayarak yok saymayı başarır... Ama arka bahçeleri her zaman suçlarla, olayları istediği biçimde çevresine sunmak için inanılmaz suistimallerle,  suçlarla, doludur...

         Gazeteciler de politikacıların taktıkları bu maskeyi indirmeyi başararak arka bahçelerindeki suç mezarlarının üstünü zaman zaman açarak halka göstermeyi başaran adsız politikanın olmasa olmaz kahramanlardır... Bu boyuttan bakıldığında gazeteciler- medya çalışanları politikanın ve politikacıların bazen dostu , bazen de düşmanı rolünü oynarlar...

         ...

         Politikacılar her şeyi aslında lafta kalan, renkli dünya resimleri satan umut tacirleridir...

         ...

         Politikacı en kötü yenilgisinden bile kendisine zafer çığlıkları attırabilecek payı bulup çıkartmayı başaran kişidir...        

         ...

         Politika bir ucunda zirve, diğerinde darağacı olan tahterevalli, politikacı da bu iki uç arasında dengeyi sağlamaya çalışmak için oynayan cambazdır.... Darağacı yönüne doğru kayıp  daha sonra kurtulanlar olduğu gibi, zirvedeyken devletin tepesindeyken idam sehpalarına gidenler de görülür... Aslında darağacı politikacıyı milli, evrensel kahraman yapabileceği gibi, bazen de yok edecek unutturur... Politikacının zirve ya da  darağacına gitme oranı yüzde ellidir..

         ...

         Tarihte binlerce yıl geçmesine karşın  unutulmayan politikacılar; inançları ve düşünceleri uğruna gözünü kırpmadan dar ağacına giden; ya da idam edilirken bile vakurluğunu koruyandır...

         ...

         Politikacının lügatinde halka acıma, paylaşma, adaletle yönetme, hoşgörü gibi erdemlere rastlanmaz...

         …

         Yapmadığı hizmetleri yapmış gibi gösteren; pireyi deve gibi yapıp anlatan politikacılar halkı aldatma konusunda tam bir sihirbaz gibi davranır…

         ...

         Politikacılar her zaman ne yapmak istediklerini bilmezler; onları kendilerinden daha az akıllı olan çevresindeki insanlar yönlendirir ve yönetirler... Üstelik politikacılar kendilerini yönettirmekten ve yönlendirilmesinden inanılmaz haz duyarlar...

         ...

         Politikanın tavandaki ve tabandaki de kısmen delidir...

         ...

         Kısa vadeli ekonomik itibar, koltuk yararlarını kendisi için; dürüstlük mirasını da çocukları için yaratmaya çalışan politikacılar; genellikle çocuklarına kötü bir miras bırakırlar...

         Çünkü politikacıların büyük kısmını iktidarları dönemlerinde  kişisel doyumsuzluklarını bir türlü gideremeyecekleri için  dürüstlüklerini  koruyamayacak kadar kirlenirler..

         ...

         Bazı politikacılar dünyada en itibarsız, en az güvenilen insanlar sınıfına girmelerine karşın; bu kişilere içinde malımız, canımız, namusumuz, geçmişimiz, geleceğimiz olan devleti teslim ederek ne kadar aptalca davrandığımızı tüm dünyaya kanıtlamış oluruz...

         ...

         Politikada dostluk ve düşmanlık yoktur; sadece çıkar vardır...

         ...

         Devlet yönetimini ele geçirdiklerinde staj yapar konuma yükselen politikacılar ömürleri boyunca bu okuldan asla mezun olamadıkları için hep kötü birer öğrenci olarak kalırlar...

         ...

         Politika rüzgarlı umutların, zaman nehirlerinde yitip gitmesinden sonra arkasında ölümü bekleyen yaşlı bir kişi bırakır...

         ...

         Politikacılar kezzap kuyularına itip canlı canlı yok etme yerine, insanları bu kuyulardan çıkartmaya, kurtarmaya çalışsalardı evren daha fazla barış ve sevgiyle dolardı..

         ...

         Herkes ister ama; başaranlar politikada–partinin en zirvelerine yükselip devletin kaynaklarını ele geçirip yönetir ve zenginleşirler...

         ....

         Uygar toplumlar ilkel, ilkel toplumlar da uygar politikacı yaratamazlar... Her kaba girmeyi başaran politikacılar her çağda içinden çıktıkları toplumun şeklini alırlar...

         ...

         Kişisel işinde başarılı olamayan  ve  maddi ve manevi her türlü kredisini yitiren kişilerin son durağıdır partiye girmek ve politika yapmak...

         ...

         Politikacılar havanda su döverek halkı, helva yaptığına inandıran, yalanlarıyla avutan sihirbazlardır...

         ...

         Her politikacı bulunduğu makama kesinlikle başkalarının oyları ve başkalarının akıyla-parası ve gücüyle gelmiştir...

         ...

         Kendisini kurtaramayanların dünyayı ülkeyi kurtarmaya cesaret edebilecekleri, üstelik kendisine inanan yandaşlar bulabilecekleri tek yerdir partiler...

         ...

         Politikacılar kendi söylediklerine gerçekten inandıklarında, insanlık evrim yolunda önemli bir adım daha atmayı gerçekleştirmiş olacaktır...

         ....

         Bazı politikacıların görüşlerine, iddialarına, düşüncelerine sakın aldanmayın; çünkü görüntüleriyle gerçek yaşamları arasında her zaman yüzde yüz zıtlık gösterirler... Örneğin oldukça demokrat  görünen politikacı, kapalı kapılar arkasında, ikili ilişkilerinde, parti çalışmalarında her zaman kesinlikle diktatördür... Sosyal demokrat havalarında gecenler dindar; dindar görünenler radikal dinci,  Komünist görünenler kesin kapitalisttir... Politikacıların vermeye çalıştıkları  görüntüleriyle özel yaşamları, icraatları ve kapalı kapılar arkasındaki görüntüleriyle  halka gösterdikleri yüzleri her çağda olduğu gibi farklı farklı olmaya devam edecektir... Zaten politikacılar bu şekildeki yapay görüntü ve davranışlarıyla da sürekli halkı şaşırtmaktadırlar... Böylece onların oylarını alıp, devletin imkanlarını kendi çıkarlarına ve yandaşlarına kullanma konusunda profesyonelleşmişlerdir…

         ...

         Sade yurttaş, devlet isimli ineğin sütünden birkaç damla yararlanma çabası içindeyken; politikacılar bu ineği ceplerine sığdırmaya çalışıp götürmeye heveslenen, buna da kalkışan insanlardır...

         ...

         Seçimle işbaşına gelen politikacılar her zaman seçkin olamazlar...

         ...

         Beşikten mezara kadar toplumla ilgili tüm kararları veren, devletin tüm yetkilerini ellerline geçiren politikacılar; savaş ve barış konusundaki davranışlarıyla ya vatan haini ya da ulusal kahraman ilan edilecek noktalarda bulunurlar...

         ...

         Politikacıların devleti soymaya kalkışmalarının birinci nedeni; devleti babalarının çiftliği olarak görmelerinden kaynaklanır...

         ...

         Politika  bana göre her yüzyıldan daha çok bu yüzyıldaki en büyük yutturmacalar-kandırmacalar-yalanlar arasında ilk sırada yer alır...

         ....

         Gönümüzde lider hırsını aklının önüne koyduğu; anlaşmazlıkları boyutlarını bilerek ve kasıtlı olarak büyüttüğü, kaprisi, kişisel çıkarlarını partinin ve devletin çıkarlarının üstünde tuttuğu oranda büyük politikacı olarak değerlendirilmektedir..

         ...

         Politikacılar iç politikadaki başarısızlıklarını, tutarsızlıklarını, her zaman dış politikayla dengelemeye çalışan bir türlü dengesini sağlayan amatör cambazlardır... Politikacılar  ülke içindeki başarısızlıklarını, yeteneksizliklerini unutturmak için devletin tüm olanaklarını milyonlarca halkı savaşa götürmekten, katledilmelerine neden olmaktan çekinmezler... Tüm savaşları her yüz yılda politikacılar başlatmış ve politikacılar sonlandırmıştır... Ama ölenler  her zaman politikacıya hizmet eden, oylarıyla ona devletini teslim eden masum insanlar olmuştur... Zaten politikacıların yumruklaştığı, birbirlerinin gırtlağına sarıldıkları, en kötü savaşlarda, hatta cephelerde bile görülmemiştir, bundan sonra da görülmeyecektir...

         ...

         Liderler  bazen cümlenin ilk ve en büyük harfi; bazen de en sonundaki nokta olurlar...

         ...

         Toplumda cesaret olarak nitelendirilen DELİ’ lerin kendilerine sığınak bulabilecekleri tek yer partilerdir-politikadır...

         ...

         Boş ve asla gerçekleşmeyecek umut üretmekte politikacıların üstüne yoktur...

         ...

         Politikada suçlara ve başarılara ortak olarak yürünür; sonuç başarılı olursa liderlere mal edilir; başarısızsa partili birinin ya da halkın üstüne atılır...

         ...

         Politikanın en ön saflarında kullanılmak üzere hep aklı biraz kıt insanlara rastlanır... Biraz akıllılar onların arkasında en geride de her an ve her zaman öne çıkabilecek biçimde akıllılar bulunur... Ama delilerden fırsat kalmadığı ve kalmayacağı için akıllıların ön plana çıkması ya unutulur; ya da hiçbir zaman gerçekleşmez...

         ...

         Günümüzdeki bazı politikacılar dünyayla alay etmeyi meslek haline getiren; yaşamın komedyenliğine soyunanlardır...

         ...

         Politikacı aklı ve düşüncesinde kendisine hayran olan kişidir...

         Her politikacı vitrinine olumlu, çarpıcı, varsa erdemli  ve üstün taraflarını sergiler... Bilenmeyen olumsuzluklarını ve karanlık soğuk depolarının derinliklerinde, sadece çevresinde birkaç kişinin bildiği olumsuz yanlarını saklar...

         ...

         Politik ahlak her zaman çağın ve toplumun gereksinimlerinin gerisinde kaldığı için erozyona uğramaya devam etmektedir...

         ...

         Politikacı evrende gözün görebildiği her şeye hükmetmek, sahip olmak, gibi ütopya peşinden ömür boyu koşmaktan yorulmayan insandır... Her politikacı gün gelip evrenin tek sahibi ve hakimi olacağına kesinlikle inanır...Ev evreni bir gün tek başına yönetmenin hayalleriyle yanar tutuşur... Hatta o zamanın gelmesini sabırla beklese de buna ömrü yetmeyecektir..

         ...

         Politika her yüzyılda çok ciddi iş ve uğraş olmasına karşın hep arsız,  bazen de yarı deli hatta ciddi olmayan insanların eline geçtiği defalarca kanıtlanmıştır....Zaten günümüzde de politika da komedi çağının yaşanmasına devam edilmektedir....

         ...

         Politika amaca uygun olduğu sürece yücedir; ama kişiselleştirildiği, bireysel çıkarlara hizmete dönüştürüldüğünde ise iğrençleşir, basitleşir, çirkinleşir, bataklık çukura dönüşür...

         ...

         Seçimler devlet pastasının etrafında 5 yıl çöreklenerek karınlarını tıka basa doyuran milletvekili kadrolarının bir bölümlerinin sofradan uzaklaşması; onların yerine yenilerinin gelip oturması için yapılır.... Gelen her yeni vekillerde kendilerinin, yakınlarının, kendilerini iktidara taşıyanların karınlarını iyice doyurduktan sonra pastanın artan kısımlarını, kırıntılarını da geniş halk kitlelerine dağıtılmasına ses çıkartmazlar...

         ...

         Politikada akıllılar tartışır; aptallar karar verir; deliler uygular... Sonuç başarılı olursa lidere, kötü olursa da halka mal edilir...

         ...

         Politikacı hangi makama ulaşırsa ulaşsın; çocuğuna bırakabileceği miras  kirlenmiştir...

         ...

         Akıllı bir yurttaşın politikası tüm partiler, tüm ideolojilerdir...

         ...

         Politikacı önce  kendi yalanlarının ve hayallerinin, sonra da partisinin genel başkanının uşağı ve kölesidir... Genel başkanlarda hakim güçlerle, dışarıdaki güçlü dünya devletlerinin kuklasıdır...

         ...

         İdeolojiler önce kendisini iktidara taşıyan politikacıların kellesini kopartır; sıra halka geldiğinde artık geri dönülmez karanlık ve çalkantılı, kabuslarla dolu bir dönem başlar; belki de bir ulus tarihten silinir... İdeolojiler derinlikleri bilinmeyen karanlık dipsiz kuyulardır...Tüm insanlığı kurtaracağını vadeden politikacıların büyük bölümü o karanlık kuyu tarafından yutularak yok edilir...

         ...

         Cinayet işlemeyen ve işletmeyen ideoloji yoktur.

         ...

         Politika yalanlanmak ve doğrulanmak için üretilir: hangi görüşü savunanlar daha kültürlü, daha deneyimli, daha başarılıysa; öteki görüşü yener... Böylece temelde ve tepede yanlış olan fikirler bazen doğru, bazen doğru fikirlerde yanlış olarak uygulanır... Böylece halk yaz- boz tahtasına dönüşerek hırpalanır, ezilir, yaralanır, acı çeker, devlette bundan her zaman görür...

         ...

         Politikada özgürlük örgütün partinin tek hakimi ve kralı olan genel başkanın istediği sınıra kadardır... Genel başkanların tamamı da diktatörlük rolünü kimselere kaptırmadıkları için, makamlarından sadece ölümle ayrılırlar…

         ...

         Bir ülkedeki geri kalmışlığın, yoksulluğun, savaşın, barışın, üstün uygarlığın sorumluları sadece ve sadece politikacılardır...

         ...

         Politika insanı okşayıp yüzünü gülerek, hatta överek kazıklama uğraşıdır... Karşı taraf bunu gönüllü olarak kabul ettiği, alan razı satan razı olduğu için de politikacının bunda fazlaca sorumluluğu yoktur...

Kazığı  yedikten sonra anlayan, bu aşamadan sonra  politikacıya yapabileceği fazla şey yoktur... Ayrıca atılan kazığın davası da olmaz...

         ...

         İyi ahlak ve politika aynı bünyeye sığmaz...

         ...

         Politikacı yaşamı boyunca ya iyi ahlakı, ya da politikayı tercih etmelidir...

         ...

         Politika çelişkili ifadelerle gerçeği istenilen şekilde gizlemeyi başarma uğraşıdır...

         ...

         Politika diken üstüne çıkan kişinin orada kalabilmek için her türlü manevralar, kıvranışlar, acı çekerken kahkahalar arasında göbek atıyormuşçasına çevreye neşeli görünmek ve halkı her koşulda oyalama ve kandırmaya  çalışma uğraşıdır...

         ...

         Her politikacı kendi yalanına inanır...

         ...

         Yüce erdem sahiplerinin politikaya girdikleri görülmemiştir; yanlışlıkla politikaya bulaşanlar da  gördükleri ilk pislik ürkerek hızla geriye dönmüşlerdir.. Orada kalanlar ise kirlenmeyi ve kirletmeyi göze alan kişilerdir...Zaten pislik ve çirkefleri içine sindiren kişiler de yüksek erdemlerini yitirmiştir... Politikanın labirentleri  yitirdikleri erdemleri arayanların cesetleriyle doludur...

         ...

         Hukuk sistemi iyi ve uygar işleyen devletler de politikacıların ömrünün yarısı yaptığı suiistimallerin, vurgunların, talanların hesabını vermek için adliyelere gidip – gelmekle geçer... Yolu adliyeden, zindanlardan geçmeyen politikacıya günümüzde olgunlaşmamış ham ve yeteneksiz insan gözüyle bakılıyor... Hatta öyle ki bazı politikacıların ömrü yaptığı suiistimalleri, yağma, vurgun, talanların hesabını vermeye, cezasını zindanlarda çekmeye yetmez...

         ...

         Politikacının hareminde, emrinde kadın ve erkeklerden oluşan bir kullar ordusu bulunur....Ancak bu hareme girmek, orada kalmak isteyenlerle peşinen şunu anımsatmak gerekir ki; eğer erkekseniz kadınlarınızı, eğer kadınsanız kocalarınızı unuttuktan sonra oraya girin.... Çünkü canınız, kanınız, kocanız bedeni ve fikri her türlü üretiminizle politikacı sizi ömür boyu hizmetçisi ve kulu olarak kullanacaktır... Üstelik politikacının hareminde kalma süresinin hiç önemi yoktur; çünkü oradan çıkan kadın ve erkeklerin ne kendilerine ne de topluma artık hiçbir yararı olmayacak kadar kirlenmiş, yıpranmış eskitilmiş, tüketilmiş, her türlü suça bulaştırılmış, çamurlaştırılmış bitirilmişlerdir... Çünkü bu kişiler sadece hareminde görev yaptıkları politikacının işine ve isteğine uygun bir nitelik kazanmışlardır...

         ...

         Politikacı halkı yalanla doyuran; barışı,  kardeşliği, hoşgörüyü, hep sözde gerçekleştiren hayal tacirleridir...

         ...

         Seçim denilince her politikacının sadece kendisini seçtirmek amacıyla rakiplerine karşı yaptığı her türlü yöntemin, ayak oyunlarının geçerli olduğu, halkı kandırma–yutturma–uyuşturma – ayakta uyutma uğraşı aklıma geliyor....

         ...

         Politikacı hak etmediği, her zaman devlet bütçesinden kendine yonttuğu servet biriktirme; parayı kendisine efendi yapma her çağda tedavi edilemez boyutlarda ağır seyreden bir hastalıktır...

         ...

         Bilim ve bilim adamları politikacının kişisel çıkarlarına yasal ve bilimsel kılıf uydurmak için kullandıkları satranç taşlarıdır...

         ...

         Politika hayaller ülkesinde olmayan imparatorluğa soyunma hevesidir...

         ...

         Politikacı kendisinin ve kamunun vicdanında hiçbir zaman aklanamayan, zararlı bir varlıktır...

         ...

         Politikacıları zararları dokunmayacak sınıra kadar sevmenin bir sakıncası yoktur; sınırı aşan, sonuçlarına da katlanacak demektir...

         ...

         Politikacının bir türlü kabul etmediği başka bir olay da; yoksulluktan gelip, politika yaptığı sürenin sonunda zenginleşmesidir... Çünkü  hiçbir politikacının mal varlığı seçilmeden öncesi ve sonrasında kesinlikle aynı olamaz... Devletin bir makamını ele geçiren politikacının mal varlığı kesinlikle yüzlerce, binlerce milyonlarca kat artar... Zaten günümüzde, yüzyılımızda devleti yöneterek mal varlığı artmayan, politikacıya da aptal gözüyle bakılmaktadır...

         ...

         Bazı politikacılar gerçeğin katili; yalanın yılmaz ve ölümüne savunucularıdır...

         ...

         Acıdır ama politika çoklu yalandır...

         ...

         Politika ve politikacı denilince aklıma her şeyin; sahtesi, yalanı, abartılmışı, olumsuzu, hilelisi, çirkini, eskitilmişi, yıpratılmışı, suçlanmış ve kirletilmişi geliyor...Politika denilince yine  sorunların çözümlerinin anahtarlarını ellerinde tutan, en basit olayı bile çözülemez hale  sokarak kendisini vazgeçilmez sorun çözücü olarak kabul ettiren, yapay kişiler aklıma geliyor...

         ...

         Öyle ilginçtir ki; bu dünyada politikacıların yerini doldurabilecek-tutabilecek başka bir güç, farklı bir madde yoktur..

         ...

         Politika, liderin yüzde yüz yanlış olduğuna inandığı düşüncelerini, daha alt kademelerin uygulamaya çalışmak için verdiği uğraşlar bütünüdür...

         ...

         Politikacı bazen kafasını bile bile kayaya çarpan, yumruğunu isteyerek taşa vuran insandır... Üstelik bunları yaparken de gülmeyi ve güldürmeyi başaran, çevresindekileri de kahraman olduğuna inandırma yeteneğine sahiptir....

         ...

         Düşman komşu ülkelerin tek istedikleri, tek aradıkları şey; başarısız ve kötü politikacıların devleti yönetmesidir… Bir ülkenin politikacılarını, düşman ve komşu bir ülkenin beceriksiz ve aptal politikacıları görmekten daha çok sevindirecek  başka bir değer yoktur...

         ...

         Politikada seçimler ve  güçlü kadrolar oluşturmak için yapılsa da bu iş bir türlü hedefine tam olarak ulaşmaz.. Çünkü her seçimde daha önce işe yaramayan, eskiyen, yüzde yüz değiştirilmesi gereken politika cambazları her türlü numaraya başvurarak yeniden seçilir..

Böylece lider politikacılar düşündükleri güçlü, taze, yıpranmamış, eskimemiş kadrolara bir türlü ulaşamazlar.... Böylece devleti yönetmek için düşündükleri erk‘e  bir türlü ulaşamazlar...

Politikacıların bu kurnazlığı lider konumundaki politikacıları her zaman engellemiştir...Bundan sonra da bu kural işlemeyi sürdürecektir... İşte başarısız olan politikacıların faturasını her zaman halk ödemiştir, ödemeye devam edecektir...

         ...

         Politikacı aynı konuda; sabah, öğle, ikindi, akşam, hatta her dakika başında farklı farklı düşünür; farklı davranır... Bazen bu değişim dakikalar ve saniyeler içinde de kendini somut olarak gösterebilir…

         ...

         Bazı politikacıların  kendisini göstermeyi çok seven, hatta kendisine tapan (narsist) bir yanı vardır... Her zaman, her yerde kendisini sergileme hastalığının canlı tuttuğu sürece politikacı politikasına ve yaşamaya devam eder...

         ...

         Politikacılar yasaların acımasız yanlarını yaptırımlarını hep halka ve rakip partiler üzerinde uygulanmasını, kendilerine ise rahat, kolay, kişisel çıkar sağlayabilecek yönlerinin bulunarak uygulanmasını, bu yönlerinden yararlanmayı düşünürler ve de bu şekilde uygularlar... Sadece bu düşüncesi bile politikacının ne kadar bencil olduğunu somut biçim de ortaya koyar...

         ...

         Politika perdesi sadece bir kez açılan; ölünceye kadarda asla kapanmayan bir tiyatro oyunu gibidir... Bazı politikacılar da burada rol yapan profesyonel  komedyenlerdir... Sahnelediği oyunlarıyla güldüren, düşündüren, ağlatan, tüm bunları yaparken da malı götüren, halkı ve devletin malını sömüren gerçek kişi rolünü oynar..    Üstelik her politikacı binlerce fıkraya konu olacak kadar renklidir... Zaten doğanın yarattığı zengin ve renkli varlık olmasalardı peşlerinden milyonlarca kişileri sürükleyemez lerdi... Ve politika her zaman oyun içinde oyundur...

         ...

         Uğraşları-hobileri–işleri ve kişilikleri gereği politikacılar yaşamlarının hiçbir aşamasında huzur bulamamış-huzur içinde ölememiş ilginç varlıklardır...

         ...

         Huzur sadece bilgelikledir...

         ...

         Acı vermek, kandırmak, yutturmak, hile yapmak, kazık atmak, soygun yapmak, halkı aldatmak politikacıların en belirgin karakter özelliğini oluşturur...    Bu nitelikleri taşımayan politikacıların da politikacılıkla ilgisi yoktur, aslında o kişi sadece kendisini kandırmaktadır...

         ...

         Politikacılar görünürde halkı yaşatmak, devlet imkanlarını büyütmek, korumak, geliştirmek,  bunları yaşama biçimi ve kültürü haline getirmek için demokrasinin temel taşı olduklarını söyleseler de; fırsatını buldukları her saniye de demokrasiyi yok etmenin, diktatörce davranarak makamlarında ölünceye kadar kalmanın çarelerini ararlar bulurlar ve de uygularlar...   Zaten demokrasi politikacıların saldırısı, örselemesinden kurtulabildiği ölçüde yaşamayı başaran nadide bir çiçektir...

         ...

         Politika yapısı gereği;  her yüzyılda halkın temsilcisi olduğunu söyleyen, demokrasinin erdem ve kurallarından söz etmesine karşın onu her zaman öldürmeye çalışan palyaço kılıklı insanları her çağda bolca üretir...

         ...

         Politikacılar kafaları karıştırmak için bu gezegende bulunan insanın kendi kendine yarattığı en zararlı varlıklardır...

         ...

         Politikacı yaşamının her aşamasında kullandığı ve kullanacağı tüm doğruları kendisi yaratır, inanır, uygular.... Milyonlarca yıldır insanın yarattığı doğruların, ahlaki değerlerin, yiğitliğin, cesaretin onun için hiçbir anlamı ve önemi yoktur...Politikacıya göre toplumun inandığı her şey hatalı, kusurlu, gereksiz ve yanlıştır... Dünyada sadece onun etrafında dönmektedir; uyguladığı değerlerin başarısının ödülünü  her zaman kendisine, zararlarını da hep halkın sırtına yükler...

         ...

        

         Politikacı profesyonelleştiği ya da piştiği ölçüde hayal dünyalarını kurma becerisi  ve insanlara içi boş hayaller üretip satma  yeteneği kazanır... Daha ileri yaşlarda; yani daha da yetkinleştiğinde;  her saniye bir çok hayal  yaratıp yıkarak halkı ve çevrelerindekileri hep bu dünyalarla oyalarken asla istemeden gözü her zaman makamında kalarak yaşamından ayrılır...

         ...

         Politikanın labirentleri, orada yiten, suçlu, beceriksiz, belki de masum ama halkı aldatmaya çalışırken aldanan politikacıların cesetleriyle doludur...

         ...

         Politikada herkes lider olmak için yola çıkar ama; işkenceler, darbeler, ölüm  tehlikeleri, darağaçları, kurşunlarla dolu sınavlardan  geçmesini başaran 70-80 milyon  insandan ancak bir elin parmakları sayısı kadar kişi liderlik makamına ulaşabilir...

         ...

         Bir el, bir tek dudak hareketiyle devletin kademelerinde istediğini yaptırma gücünü eline geçiren politikacı kafeslerindeki kuşlar gibi sinip oturan bürokratlarla kedi–fare gibi oynar... İşin daha da garibi politikacıların kedi-fare oyununa hiçbir bürokrat  ses çıkartmadan makamlarında oturarak zamanın ve verilecek rolü belirten resmi yazının kendisine gelmesini bekler; diğer deyişle bürokratlar kedi fare oyununda bazen gönüllü–bazen de zorunlu rol alırlar... Her iktidar değişikliği; bu oyunu tekrar tekrar sergiler...

         ...

         Kendisini milyonlarca insan gözlemesine karşın;  her türlü topluma  kazık atma, işine geldiği gibi davranma, kişisel çıkar sağlama gibi davranışlarda bulunan politikacı izlenmediğine inandığında dünyayı bile satardı....

         ...

         Zeki insanlar ve bilgeler politikacılara her baktıklarında, onların maskesiz ve doğal yüzlerini görmeyi başardıkları için politikadan ve politikacıdan asla hoşlanmazlar....Ama politikacı hiç seçilmese de ısrarla halka bayılan, onu sağılacak inek, sıkılacak bir limon gibi yağlayıp tava getirmeyi çalışan aşık bir insan rolünü çekinmeden oynar-ve başarırlar...

         ...

         Toplum olarak bizlere düşen tek görev; politikacıyı kendi çıkarlarımız devlet ve ülke yararları konusunda çalışmaya motive etmek, yaptıkları başarılı çalışmalarda alkışlamak, övücü olmaktır... Yanlış yapanlara ise hiçbir zaman oy vermeden cezalandırmaktır…

         ...

         Politikacı toplumu her zaman yanlış, karanlık, sonsuz labirentlere götürerek çözümler elinde tutarak; kendisini aranan çözüm üreten insan haline getirmeyi başaran bir insandır...

         ...

         Politikacı karşılığını kat kat alamayacağı hiçbir alana yatırım yapmaz, parasını harcamaz; hiçbir ortamda bulunmaz hiçbir partiye üye olmaz–hiç kimseyi partisine üye yapmaz... İtibarını boş yere harcamaz;  bir yere en küçük bir katkıda bulunduğunda onun karşılığını yüzlerce, binlerce kat almayı garanti ettikten sonra o işe ve  ortama girer ve tüm ipleri her zaman  kendi ellerine tutar...

         ...

         Politikada sevginin ve erdemin yerini her yüz yılda defalarca zorbalık zorlama, tehdit, entrika, pislik almıştır ve kural şaşmadan işlemeye devam etmektedir...

         ...

         Tarihin mezarlığı ülkelerini, milletlerini aydınlığa götürme iddiasıyla onları karanlık bataklıklarda yok eden lider örnekleriyle doludur...

         ...

         Eline fırsat geçiren politikacı babasına-evladına bile acımaz...

         ...

         Politikacı rüyalar ve hayallerin adamı olduğu için seçimlerde oy kullanıp sandıklar açılıp sonuçları alındığında, eğer yitirmişse balonun patlaması gibi hayalleri rüyaları yok olup gider... Politikacıyı ayakta tutan, rüyaları ve asla gerçekleşmeyecek olan hayalleridir...

         ...

         Halk en alttaki politikacıların,  politikacılar liderin, lider de dünyadaki ve ülkedeki hakim güçlerin figüranı olmakta kurtulamazlar...

         ...

         Seçimi yitiren politikacıların gözyaşlarının altında devletlerin , milletlerine, ülkelerine hizmet edememek değil  devlet isimli pastanın kenarına bir daha asla yaklaşamayacaklarının  acısıdır...

         ...

         Liderlerin bilgeleşerek devletlerine milletlerine,  ülkelerine ve kendilerine yararlı olabilecekleri sürede tüm yaşamlarında ve politik uğraşlarında 5-6 yıl gibi kısa süredir...

         O dönemde politikacı devletin önemli bir yerinde bulunuyorsa ülkesine, devletine, milletine ülkesine yardımlarda bulunur, daha yukarılara taşır; ama o sıralarda önemli bir yerde bulunmuyorsa, hatta muhalefetteyse, kimse varlığından haberdar bile olamaz...Hırsları, kinleri, entrikalarına boğularak ölüp gider...

         ...

         Tarih oyla yazılır ; oy çaredir ; oy çözümdür ; iktidarları belirleyen , değiştiren tek sihir ve mutlak güçtür...

         ...

         Politikacı hep talep eden, hep alan, asla doymayan; toplumu ve devleti kendi çıkarlarına göre acımasızca kullanandır...

         ...

         Politikacı düşünür olamaz; çünkü onun düşüncesi halk ve devleti yönetirken kişisel çıkar sağlama üzerine kurulduğu için; daha çok haksız  para, daha çok zaman, daha çok iktidar hırsları arasında geçip gider ömrü...

         ...

         Politikacılar dünya sahnesindeki insan yaşamın hem gülü; hem de dikenidir...

         ...

         İnsanlara lütuf olarak dünyaya geldiklerine inanan politikacılar seçimden önce normal insan, seçilip makamlarına geldiklerinde de kendilerini yüce güç olarak görürler; herkesin kendilerine tapınmasını isterler...

         ...

         Seçimlerdeki barajlar politikadaki hakim güçlerin devlet pastasını daha fazla kişiye paylaştırmamak için koydukları bilinçli ve yasal engellerdir...

         ...

         Politika da bir yerlere tamamen rastlantılar hatta kazalar sonunda gelinir; bazen de aynı yollarla geri gidilir... Normal yolla bir yerlere gelinip–bireyin kendi isteğiyle gittiği genellikle görülmemiştir...

Görülmeyecektir...

         ...

         Politikacı bulunduğu her başarısını savaşta elde ettiği bir cephe*, olarak düşünür; orayı yitirmemek için, gerekirse topla, tüfekle, parayla, oyla, tehdit ve şantajla,  itibarla, entrikayla , saldırganlıkla korur ve kimselere kaptırmak istemez...

         ...

         Kendileri temiz olmadıkları için; bazı politikacılar vaad ettikleri temiz toplumu asla yaratamazlar... Temiz toplum için politika üretmeye ve uygulamalar yapmaya kalkıştıklarında  de çok gülünç duruma düşerler...

         ...

         Don değiştirmekten daha sık parti değiştiren bazı politikacıların değiştiremeyecekleri tek şey kafa yapılarıdır... Her politikacı çağının , halkın gereksinimlerinin yüzlerce yıl gerisinden gelir... Böylece her çağda, her zaman kendisine yararlı olmasının dışında bu güne kadar topluma ve tüm insanlığa yararları genellikle görülmemiştir... Kafa yapılarını değiştirmeyi bırakın onun bilincinde  olmamaları bile normal karşılanmalıdır...

 

         ...

         Koskocaman bir ülkedeki politika bir elin parmaklarından daha da az sayıdaki lider görünümündeki kişilerin kaprisi, çıkarı, koltuk hırsı, kişisel kavgası, laf ebeliği, entrikalarının çevresinde devinir, şekillenir, biçim alır ...

         Bu yarış lider yaşadığı sürece hiçbir zaman tam olarak sonuçlanamaz... Bu devinimler sırasında o ülkedeki tüm insanlar da partide başrol verdikleri liderin gönüllü figüranları rolünü üstlenirler... Lider de halkta  kendi rolünden genellikle mutludur... Çünkü her lider rastlantı olarak esen rüzgarın etkisiyle partisinin zirvesine çıkar orada kalır...

         Hiçbir liderin partisinin zirvesinden kendi isteğiyle indiği, oylarla demokratik biçimde ayrıldığı görülmemiştir... Kurultaylar da partisinin başından ayrılmak zorunda bırakılan liderler de partisini kişisel kin, hırs, intikamı uğruna  birkaç parçaya bölüp;   büyük parçalarını ya da yine kendi işine yarayacak biçimde alıp götürmüştür... Bu oyun hep sürecektir...

         ...

         Yiğitçe, erdemlice yapılan politikaya doyulmaz...

         ...

         Borsa gibi politikada her seansta  değişik güçler sahneye çıkar, dengelerin, odakların, sivil toplum ve siyasi lobilerin sürekli başka noktalara doğru kaymasını ve ivme kazanmasını sağlar... Usta politikacı da bu güç odakları üzerinde parti gemisini batırmadan götüren kaptandır...

         ....

         Günümüzde politika devletin hazinelerini yasal yollardan kendi çıkarına uygun şekilde sömürme başarısıdır...

         ...

         İyi ki politikacılar var; halk canı sıkıldığında, morali bozulduğunda, stresini atmak istediğinde, yaşamın dayanılmaz ve acımasız koşulları yüzünden bağırıp çağırma, küfür etme gereksinimlerini nasıl karşılardı yoksa?  Çare insan rolünü oynamaya çalışan politikacı  toplumun bu yönde rahatlamasını sağlarken de; kişisel çıkarları için yapamayacağı, aldatmaca, kandırmaca, yutturmaca, soyma hatta atamayacağı kazık yoktur...

         ...

         Politikacı işini bilen, kendi gemisini yürüten adam rolünü oynasa bile;  her zaman kendi yalan ve yanlışlarının, hile ve entrikalarının altında kalmaya neden olacak hatalar yapar... Böyle politikacıların sayısı da bu şekilde davranmayacakların sayısından daha fazladır... Politikanın mezarlığı bu kişilerin cesetleriyle doludur....

         ...

         Politikacı yüzde yüz kendisine çalışmasına karşın, fedakar, cefakar, yiğit, kahraman, halkın dili, gözü , kulağı görüntüsünü ustaca vermeyi başararak onları kandırıp kendisine sihirli biçimde bağlayan insandır...

         ...

         Pek çok insan; temiz, pırıl pırıl, idealist bir duyguyla politikaya başlar, ya da başkaları tarafından oraya  itilir... Ancak çıktığında pislik çukurundan çıkmış gibi kirlenmiş, lekelenmiş, eskimiş, yıpranmış, inandırıcılığını tamamen yitirmiş, hepsinden öte can  düşmanları kazanmıştır...

         ...

         Politikacı her zaman aklını arayan insandır... Bulduğunda da onu yiyen ve hep başkasının aklıyla yaşamını sürdüren hiçbir zaman kendisi olamayan bir varlıktır...

         ....

         Politikacı önce kendisini, sonra çevresini, halkını, devletini, boş olduğuna yüzdü yüz inandığı gereksiz fikirleriyle aldatan insandır...

         ...

         İyi lider; iyi de bir kahindir..

         ...

         Aktif politika yapanlar kendilerine, eşlerine, çocuklarına, özüne zaman ayıramadıkları gibi, gazete dergi, kitap okuyup; televizyon – radyo dinleme ve izleme fırsatları da yakalayamazlar.. Böylece asla bilge olamayan politikacılar hayatların en büyük hatası yaparlar... Ne zaman ki bir  ihtilalle karşılaşırlar, zindana düşürlerse işte orada kendi yaşamını, politikasını, dünya görüşünü bol bol değerlendirme fırsatı yakalamış olurlar...

         Liderler ne kadar cahil, sığ olurlarsa olsunlar; zindanlarda ulaştığı bilgiler, yaptığı yorumlar, yaşama hesapları, okumaları , kendilerini ve başkalarını hatta dünyayı keşfetmeleri sonunda; cahil de girseler zından dan filozoflaşarak çıkarlar... Zaten dünyaca ünlü liderlerin yolları mutlaka ve kesinlikle zindanlar dan geçmiştir- geçecektir... Zindan görmeyen lider yaşamının ve politikanın zorluğuyla henüz  karşılaşmamış, onun çemberinden geçmediği içinde henüz olgunlaşamamış demektir...

         ...

         Politikacılar kendilerine uygun–inanan- peşlerinden gelecek kitlelere evrendeki tüm yıldızları vaat edecek kadar hayal dünyaları yaratmayı başaran kötü sihirbazlardır... Onlara inanan ve peşlerinden giden halkında kendisini sorgulaması gerekir...

         ....

         Politikacı eşine, çocuklarına, hatta kendisine bile politika yaparak oyalayan sadece ölüme karşı bu yeteneğini kullanamayan yarı sihirbaz olan kişidir....Politikacılar eğer ölüme karşı politika yapmayı başarsalardı dünyada asla ölmeyecek varlıklar olarak yaşamlarını sonsuza dek sürdürürlerdi...

         ...

         Politikacının hayal kırıklıkları her zaman başarılarından fazladır...

         ...

         Binlerce yılda oluşturulan politikanın şaşmaz evrensel kuralları ve  formülü her koşulda politikacıyı ayakta tutabileceği gibi bu kuraldan uzaklaştığında da onu yok etme riskini birlikte taşımaktadır...

         Politikacı politikanın bu evrensel kurallarını,  kaypak formüllerini   tam olarak uyguladığı sürece “YALANCI” damgasını yiyebilir ama; sürekli sahnede kalmaya, politika yapmaya, hatta başarılı olmaya, iktidarları ele geçirmeye devam eder.. Bu acımasız ilkel, vahşi kurallar uygulanmaktan vazgeçip duygusal  davrandığında ise belki bu damgasından kurtulur ama  bu kez de kurtlar sofrasında kızarmış ve yenen kuzu haline dönüşür... Politikacı olsanız, siz hangisini seçerdiniz...Bu konudaki kararınız sizin kimliğinizi de açıkça ortaya koyacaktır...

         ...

         Politika şöyle ya da böyle dev halk kitleleriyle iletişim kurarak onları yönetmeye ikna etme başarısıdır...

         ...

         İktidarı sırasında kötü de yapsa politikacıyı herkes savunur; ancak iktidarını yitirdiğinde politikacı sadece kendi kendini savunur...

         ...

         Politikacıyı halk kitleleri arasından çıkartarak sahnedeki tüm ışıkların üzerine çevrilmesini onu merkez olmasını, zirveye oturmasını sağlayan;  ya da geldiği geniş halk kitlelerinin arasına bir daha çıkmamak için üzere gömen yok eden tek güç oylarıyla önce halk, sonra da onu izleyen medyadır..

         ...

         Politikacı halk, ülke ve dünya gerçeklerini gördüğü kadar kendi gerçeğini göremeyen insandır...

         ...

         Politikacı bazen kişisel çıkarlarının peşinden koşarken onurunu yitiren insandır...

         ...

         Politika kazanmak için hamle üstüne hamle gerçekleştirmesine karşın bir türlü tamamlanamayan , galip gelinemeyen satranç oyunudur..

         ...

         Politikada yeni ufuklara bu yola daha önce çıkan insanların cesetleri çiğnenerek koşulur...

         ...

         En güzel politika anılarda kalan, en güzel politikacı da yaşamayandır.....

         ...

         Politikanın her aşamasında yaşam dahil her şeyi pazarlık konusu yapılır, alınır–kiralanır–satılır devredilir, tehdit edilir, yok edilir, yakılır,yıkılır...

         ...

         Uğruna ömür dahil her şeyin harcanabildiği vazgeçilmez bir tutku olan politikanın neresinde bulunursa bulunulsun geriye dönmek için karar verenler hep geç kalmıştır...

         ...

         Politika ne kadar ışıltılı, pırıltılı, eşsiz olsa da kendi düşüncelerini asla kullanmadan; başkalarının fikirlerine hapis olmaktır...

         ...

         Politikayı yaratan insan istese de onu artık yok edemeyecektir...

         O nedenle burada yapılması gereken tek şey yarattığı politikayı ve politikacıyı yaşamı daha da kolaylaştıracak; kendisine uyum sağlayacak hale getirmeye ikna etmeyi başarma ve gerçekleştirme çalışmasıdır.... Bunu gerçekleştirdiği ölçüde de politikacı ve politika insanı daha büyük iyiliklere ve erdemlere taşıyacaktır... Yoksa vay halkın haline?

         ...

         Politikacı ve halk her an aldatmaya ve aldanmaya-aldatılmaya yatkındır… Hem politikacı hem de halk her zaman aldattığı için aldanandır... Politika aldatır; aldanır...

         ...

         Politikacı rakiplerinden alacağı intikam günün  gelmesini hırsla beklerken farkında olmadan uzun yaşayan insandır... Çünkü hırsı, kini, intikam duygusu politikacıyı normal insanlardan daha uzun süre yaşatır...

         ...

         Her politikacı  normal insandan daha çok hırsına  yenilebilen insandır...

         ...

         Politikacılar yasaları uygulamak için değil; bozmak suiistimal etmek, öz çıkarlarına-yararlarına kullanmak için bilerek kasıtlı olarak hileli yaparlar...

         ...

         İfade güçlüğü çeken bazı politikacılar kendilerini toplumun, bilgi değer  ve yargılarının dışındaki boyutlardan anlatarak onları şaşırttıkları için iktidarı ellerine geçirerek devleti yönetirler; böylece hileyle halkın tepesine otururlar...

         ...

         Politikacı sorulanı değil; her zaman istediğini söyleme becerisi gösterir....

         ...

         Bazı politikacılar laf sihirbazı; hizmet fakiridir...

         ...

         Politikacıların dövülecek yanı, övülecek yanından daha çoktur...

         ...

         Sıradan insanın yaptığı sadece kendisine, politikacının yaptıkları hareketler ise tüm topluma ve insanlığa zarar verir...

         ...

         Yargıdan  korktukları kadar yargılanacak işler yapmaktan korkmayan politikacılardan bazıları bu davranışlarını yaşamlarıyla öderler...

         ...

         Kötüler ve kötülüklerden korkanlar politikaya girmemelidir... Ama maalesef her dönemde bu kural gerçekleşmektedir…

         ...

         Bir dostun, diğer dostuna yapabileceği en yüce iyilik ve en büyük kötülük onun politikaya girmesini sağlamasıdır...      

         ...

         Bazen yılan kadar tehlikeli olan bazı politikacılar halkı sadece denize atar; sonra da kendisine sarılmasını ister... Denize düşen halk kendisine sarıldığında da gereğini yapar, işini bitir...

         ...

         Toplumsal yaşamın her aşamasındaki istikrar ne yazık ki; bazı değerlerini yitiren politik istikrara bağladır...

         ...

         Liderler ölmedikleri sürece partilerinin başında kalmaya gelirler; liderleri oradan ancak ölüm ayırır...

         ...

         Politikacılar bu gezegendeki tüm ülkelerde aynı dili konuşan, hemen hemen aynı manevraları yapan evrensel sihirbazlar ve bazen de komedyenlerdir...

         ...

           Bir ülkede partilerin, politikacıların olması; o ülkede demokrasinin olduğunu, saydamlığın yaşama biçimi haline geldiğini kanıtlamaz... Sadece o ülkede demokrasinin doğması, yaşaması  şansını güçlendirir o kadar...Çünkü politikacı liderlerin tamamı diktatör olduğu için doğmak üzere olan demokrasiyi, kendi çıkarlarına hizmet etmeyeceğini anladığı için ana rahminde her zaman bilerek, isteyerek, tasarlayarak yok ederek kendi iktidarlarını kurmuş, korumuş ve de sürdürmüştür...

         ...

         Politika bazen ölülerin üstünden bile çıkar sağlama becerisini gerektirir...

         ...

         Politika sonu asla kestirilemeyen, çiçeklerle, devlet pastalarıyla, silahlarla, darağaçlarıyla, bazen de ölümlerden oluşan uzunca bir maratondur...

         ...

         Politikadaki evrensel ve egemen güçler gereksinim duydukları çağlarda ve ülkelerde,  bazı komedyenleri,  palyaçoları, her yüzyılda, her ülkede ortaya koyarak; dünyayı ve insanlığı hep şaşırtır...

         ...

         Politikacılar devleti yönetirken de, politika isimli bıçağı kullanırken de, her zaman kendi çıkarlarını gözettikleri için toplumun vicdanında kapanmayan yaralar açarlar... İçinde bulundukları topluma acı  verirler, kin ve nefret tohumları saçarak kitleleri böler ve birbirine düşürürken; iktidar iplerini ellerinden bırakmamak için hep tek taraflı hareket ederler...

         ...

         Politika da değil bir saat; bir saniye sonra bile ne olacağı, zamanın ne getirip ne götüreceği belli değildir... Günümüz politikası da söz borsası gibidir...

         ...

         Politika her şeye karşın insanı ve kitleleri yönetme başarısıdır...

         ...

         Duyguların hep ön plana çıktığı ve sürekli duygusal davrandığı için politikacı aklına genellikle gereksinim duymayan kişidir...

         ...

         Politika bazı dönemlerde, bazı  parlamenterlerinin nakit paralarla alınıp satıldığı, ticaretin en pahalı biç imde yapıldığı çağdaş insan borsalarıdır...

         ...

         Politika ya öldürmek için yaşamak; yada yaşamak için öldürmeyi gerektiren; evrensel  ağır yasaların olduğu bir uğraştır...

         ...

         Üzülerek söylüyorum ki; yaşam tüm boyutlarıyla başlı başına uzun ve ince bir politikadır...

         ...

         Politikacılar çıkarlarına doğru sürekli yön değiştiren rüzgar gülleridir...

         ...

         Politika kişinin fikrini, bedenini, her türlü mal ve can varlığını kayıtsız şartsız liderine teslim etmesidir... Dünyaya  ve olaylara  liderlerinin gözünden bakıp görmeye çalışması; onun kulağıyla dinlemesi, diliyle anlatmasıdır...         Kısacası lidere; fizik ve düşünsel olarak iltica etmesidir..

         ...

         Politika erdemlerle yüzsüzlük her zaman birbirine karıştırılır...

         ...

         Bazen de en tepedeki politikacılar hırs, kapris, hırs, kişisel çıkarlarını düşünme  ve onları yeterince doyuma ulaştırma konularında  bazı hırslarını yitirdikleri;   intikam  alma ve  entrika  yapma yeteneklerini kısmen de olsa  yitirdikleri  için ya da bu duyguları topluma ve kendisine zarar vermeyecek boyutlara indiği azaldığı için  liderlik  makamına yükseltilirler...

         ...

         Toplumda eskimiş, yıpranmış, değerini yitirmiş, hatta  tutarsız olanların, saygınlık ve yitirdikleri onurlarını yeniden  kazanmak için gittikleri son duraktır politika...

         ...

         Politikacı özünde çözümsüzlük yaratma, sorun çıkarma için üretilen yalanlar destesidir... Bunu hem halk, hem de politikacılar sesli olarak dile getirmektedirler... Politikacıların çözüme dayalı gerçeğe uygun politika ürettikleri görülmemiştir... Ayrıca politikacılar sorunları çözmek yerine sorun yaratmaktan, çözüm yollarını tıkamakta, sorunların düğümü ve çözümünü de kendi ellerinde tutmaktan büyük mutluluk duyarlar... Ancak bunu şekilde vazgeçilmezliklerini uzun yıllar sürdürebilmektedirler...

         ...

         Mantıkla  politika sürekli birbirlerini aldattıkları, suiistimal ettikleri için hiçbir zaman aralarında kalıcı barış yapamazlar...

         ...

         Politika ağlamak, gülmek, oynamak, dövünmek, övünmek gibi tüm çelişkileri aynı anda yapmayı zorunlu hale getiren sahne oyunudur...

         ...

         Politikacılar söylem sanatını yalanlarına alet ettikleri için edebiyatı da kendi çıkarları için kullanan en kötü edebiyatçılardır...

         ...

         Politika tahmin edilemeyen, gerçekleştirilemeyen, hatta düşünülmesi bile olanaksız üstün ideallere ulaştırma açlığının duyulması, o yönde çaba harcanması, yaşamın o boş hayaller içinde tamamlanmasıdır...

         ...

         Bazı politikacılar, her çağda, her yerde, her ülkede yasalara uygun  suiistimal yaparak  devletten ve toplumdan çıkar sağlamayı meslek haline getirip, hesap vermekten sürekli kaçan kişidir.... Üstelik politikacılar kişisel küçük çıkarları uğruna yüce devletin ve onun kurumlarını her zaman küçük düşürüp zedelemeye en yatkın kişilerdir...

         ...

         Politikacının her gülüşü, hep öpüşü, genellikle sahte; her tokalaşması maskeli, her davranışı yapay, her hareketinde oy beklentisi çıkarı ve kaygısı vardır...

         ...

        Dün söylediklerini bu gün unutan politikacılar her zaman tükürdüğünü yalayan kişilerdir... Bu eylemi günde defalarca yaptıkları için önerim; lütfen temiz yerlere tükürsünler... Çünkü nasıl olsa biraz sonra geri yalayacaksınız..

         ...

         Politika yalanlar dizisinden oluşan çorba düzenbazlığıdır... Sistemin taşlarının yerine oturmamasından, toplumun kargaşaya sürüklenmesinden, karanlıkta yaşaması noktasından itibaren başlar politikacının çıkarı...

         ...

         Her zaman ve her koşulda; politikacı kendisini gereksinim duyulacak kişileri oluşturmayı başaran sihirbazdır...

         ...

         Politikacı kendisine bile çare olamayan, hatta tuvaleti bile doğru kullanamayan, dişini fırçalamasını bilmeyen, insanların dünyayı değiştirmeye kalkma densizliğidir...

         ...

         Politikacıların farkında olmadıkları bir başka yönleri de acilen psikolojik  tedavisine gereksinimlerinin olduğudur... Politikada belli birkaç dönem geçirip, belli yol alan kişilere de psikolojik tedavinin de hiçbir yararı olmayacaktır...

         ...

         Milletin başına bazen felaketler yağarken; devletin–halkın yağmalanmasına, mallarının ve paralarının yönetenler tarafından cebe indirilmesine günümüzde üstün politika deniliyor...

         ...

         Politika yanlışı doğru; doğruyu yanlış gösterme sihirbazlığıdır...

         ...

         Politikacı normal insan ölçülerine uymadığı, toplumun değerlerini kullanmadığı için yaptığı işlerdeki yanılma payı yüzde doksan dokuzdur.. Yüzde birli doğruluk payını da kendi işine gelmediği  için bilerek ters kullandığı için ; politikanın yüzde yüzü yanlıştır; politikacı her çağda yanlış insandır diye nitelendirmenin de  hiç bir sakıncası yok...

         ...

         Politikacıların ömrü milletin yarısından fazlasını karşısına; bir bölümünü de yanına almakla geçer... Politikacıya bu hareketinden dolayı bölücüdür denilmesinde hiçbir sakınca yoktur...

         ..

         Politikacılar özgürlüğünü kendilerinden başka kimseye layık görmedikleri için iktidar ERK’ leriyle birlikte; yanlarında zincir, kelepçe, zindan, pranga hatta darağaçları da taşımaları gerekir...

        ...                                                                                                         

         Politika yapmak isteyen gençler lütfen bir kenarda onurunuzla bekler görünün.... Kişisel ve okul yaşamınız da işinizde başarılı olduğunu sürece nasıl olsa bir gün birileri sizi politika denizinin içine ya atacaktır, ya da çekecektir... O zaman belki de sahneye çıkartılmak için aranan kişi olursunuz; ama birisinin sizi itmesini istediğinizi de hissettirmeniz gerekebilir... Aksi takdirde politika denizine kendiliğinizden atlarsanız itibarınız fazla olmaz; aranan, sorun ve çözüm üreten kişi olamaz, o görüntüyü veremezsiniz...

         ...

         Politikacı kendinin de, toplumunda  asla dostu olamaz...

         …

         Her politikacı kendini toplumun-devletin-kişilerin çözümü olarak sadece kendisinde görür… Sorunun kendisi olduğunu unutarak, her zaman çare olduğunu topluma anlatmaya-ikna etmeye çalışır ve de inanılmaz biçimde bunu başarır…

         ...

         Erdemli politikacı gerçek bir kurtarıcıdır...

         ...

         Politikacılar özel yaşamlarında çoğunlukla iktidara gelemezler... Aile yaşamlarında her zaman iktidar eşlerinin ellerinde bulunmaktadır çünkü...

         ...

         Onları kendi doğal çevrelerinde olduğu gibi kabul ettiğimiz sürece politikacıların hayret edilecek, şaşılacak, şoke edecek yanları yoktur... Ancak politikacıyı değiştirmeye kalkmak dünyayı değiştirmeye kalkmak kadar zor olduğu için onların kısa ömürlerinde hoşgörülü davranmalıyız... Onları anlamasak bile anlıyormuş gibi  görünmemizde hiçbir sakınca yoktur...

         ...

         Politikacı her an farklı davranışlarıyla önce kendisini, sonra çevresindekileri, sonra halkı, sonra doğayı şaşırtan, her nefesinde kendi çıkarları doğrultusunda sürpriz yapmaktan hoşlanan bir varlıktır...

         ....

         Politika toplumun her alandaki umuduyla yapılan doyuma ulaşamayan bir tür mastürbasyondur...

         ...

         Politika devleti yönetenlerin halkla oynadığı tavşan tazı, kedi–fare oyunudur...

         ...

         Politika akıllıların akılsızları sahneye sürerek alabildiğine kullandığı acımasız bir kukla oyunudur... Perde arkasından politikacıyı yöneten güç, her zaman ondan daha güçlü ve yönlendirendir… Politikacı kullanıldığını anlasa da anlamazlıktan gelir…

         ...

         Politikacı halkın her alanda kendisine inanıp güvendiği kadar; kendisine inanıp güvenmeyen kişidir...

         ...

         Politika görünmez-havadaki düşsel sahadaki söz maçıdır...

         ...

         Politikacı her zaman devletten, halktan kendisini alacaklı çıkartan kötü bir patron, bencil bir muhasebecidir...

         ...

         Politika halkın önüne zorla yemesi için konulan seçeneksiz bir yemektir... Politikacı bu yemeği öyle bir şekilde hazırlamıştır ki zavallı halk yese de yemese de zararınadır...  Halkın kötü yemeği yemesinden ve yememesinden her zaman iki taraflı da karlı çıkan politikacılardır...

         ...

         Ülke ekonomisinin kötüye gitmesinden; iflas etmesinden; halkın ekmek bulamamasından; adaletsiz gelir dağılımından, her türlü toplumsal yozlaşmadan, yani beşikten-mezara kadar politikacılar sorumludur... Her ülkede ahlak bunalımından kutsal ve yüce değerlerin ayakları altına alınarak aşınmasından; insanların kötü ve soysuz davranışlarının tek sorumlusu, yaşamının her aşamasında geniş halk kitlelerine kötü örnek olan politikacılardır...

         ....

         Zeka düzeyi, yaşı, makamı, cinsiyeti, yetkisi ne olursa olsun her politikacının başka bir politikacının karşı fikrine her zaman gereksinimi vardır...

         ...

         Politikacının koltuğunu yitirme korkusu, ölüm korkusundan daha ağırdır...Üstelik bu korkunun koltuğun korunmasında hiçbir etkisi olmamasına karşın, oraya her oturduğunda politikacı bu korkuyu son gün, son saniye kadar acı biçimde tüm hücrelerinde hissederek inanılmaz ve de dayanılmaz acılar çeker...

         ...

         Duygularını normal sözlerle anlatma yeteneği olmayanlar politikanın anlaşılmaz sözcüklerinden oluşan kültürüne sığınırlar... Halk da onların kendilerini daha iyi anlatması için seçtiğine de pişman olur....

         ...

         Tüm politikacıların masum tarafları vardır; ancak bunu sadece özlerine saklarlar... Bu nedenle en hırçın, devlete, ülkeye, millete, en çok zarar veren politikacılar bile bu  masum yönlerini anlatmaya fırsat bulamadan ölüp gider...

         ...

         Politikacı içinde ve başrolünü  kendisinin oynadığı rüyayı ve masalını halka anlatarak yutturan kişidir...

         ...

         Politikacı sürekli aşık olduğunu söylediği halka hizmet yapmadan onun sırtında gezmekten hoşlanır...

         ..

         Tüm politikacılar genel başkanlarının söylediklerine “EVET” diyen bir türlü büyüyemeyen çocuklar gibidir...

         ...

         Politika fırsatlar denizinde balık tutmayı başarmaktır...

         ...

         Politikanın getirdiği para, şan, şöhret onur, varlık hak edilmeden elde edildiği için hiçbir politikacıda, hiçbir zaman kalıcı olamaz...

         ...

         Politikanın renkli, ballı, aynı zamanda zehirli bir çiçek ; öldürücü bir varlık olduğu unutulmamalıdır...

         ...

         Politikacının en  tehlikelisi; hem kendisini, hem devleti, milleti, uçurumun  kenarına getirdiğini anlamayanıdır...

         ...

         Politika kendi partisinden olana hizmet-olmayana eziyet etme uğraşıdır...

         ...

         Politikacının ömrü partisinde birinci sınıf adam olmak için düşündüğü uygulamaya çalıştığı; ancak çok az kişinin başarılı olduğu entrikaları uygulamaya çalışmakla geçer...

         ...

         Politikacılar hiçbir zaman evrensel olamazlar; çünkü onların görüş alanları liderlerinin çizdiği sınırda biter...

         ...

         Lider, kendisine körü körüne bağlı milyonlarca kölelerinden( partililerden ) oluşturduğu partisinin tepedeki tek ve vazgeçilmez efendisidir...

         ...

         Tüm amacı oy alarak yetkili bir makama gelmek olan politikacı; o koltuğu ve yetkiyi ele geçirinceye kadar halka ve konuştuğu herkese

“EMREDERSİNİZ”,  “BAŞIMIN ÜSTÜNDE YERİNİZ VAR” , “BAŞKA BİR EMRİNİZ VAR MI”? şeklinde konuşan çok centilmen, çok dalkavuk bir görüntü çizer...Ancak hedefine ulaştığı ilk saniyelerden itibaren sadece ve sadece kendi çıkarları, kişisel parasını, cebini, midesini düşünen, onun için yaşayan – çalışan, bazen tehlikeli ve kontrol edilemeyen, çok tehlikeli yakıcı-yıkıcı, ülkesini savaşa sürükleyici hırslı ve yenilemez olumsuz ve kötü bir varlığa dönüşür... Çünkü  politikacıyı hem seçimde ulaştığı başarı  hemde bulunduğu makamının gücü  değiştirdiği için tanımak oldukça zordur... Üstelik her nefesinde çok kişilik değiştiren pek çok rolü aynı anda oynadığı için;  makamda oturduğu sürece onu tanımak neredeyse olanaksızdır... Halk kendisinden emirler alan, ancak koltuğa oturduktan sonra yüzde yüz  politikacıyı tanımakta zorlanır ama daha da önemlisi politikacının seçimi kazanmadan önceki haliyle, kazandıktan sonra ortaya koyduğu davranışlarını tanımamanın hayal kırıklığı içinde, küskün, solgun çiçekler gibi bir dahaki seçimin gelmesini; ondan hesap soracağı günü beklemeye başlar... Sonuç olarak; politikacı seçimden önce, seçimden sonra; makamdayken – makamını yitirdikten sonra, hatta yaşamının tüm aşamalarında kendisini tanımayan-halk tarafından da kişiliği tam olarak tanımlanamayan gizemli bir insandır...

         ...

         Seçimiş olmasına karşın bazı politikacı asla yüce ve erdemli bir kişinin göstermesi ve gösterdiği davranışları gösteremez... Sadece erdemli politikacılar için ki onlar da belki on binde bir kişidir; bu kural geçerli değildir...

         ...

         Politika kıvırmak, direksiyonu kendi çıkarları yönüne doğru çevirmek, bunları yaparken de kişisel çıkarları her türlü çıkarın üstünde tutarak övülmeyi ve yükselmeyi, alkışlanmayı isteme uğraşıdır...

         ...

         Liderler ülke gemisinin güvertesinde, onu idare eden kaptanlardır… İsterse gemiyi karaya da oturtur ; isterse dar ve tehlikeli boğazlardan ustaca geçirerek zaferlere de taşır...

         ...

         Politikacı her alanda ölümüne iştah taşıdığı için bazen kendisini frenleyemeyerek; kendisini ancak darağacına kadar götürebilecek suçlar dizisi işler...

         ...

         Politika  kendi okulundan  bir türlü mezun edemediği, bazen de karnesi zayıflarla dolu, kendi yaşamını düzenleyemeyen, öyle ki  dişlerini bile fırçalamaktan aciz, kundurasını boyayamayan,  kravat bağlamasını bilmeyen, öz yaşamına yön vermekten aciz, öğrencilerine toplumu yönettirerek insanlığa hep zarar verir...

         ...

         Politikacının intikamı diğer sıradan insanlarınkinden daha acı, ağrı, sızı ve de inanılmaz verir, unutulmaz izler bırakır... Çünkü politikacı rakibine, örgütlü biçimde pek çok yönden aynı anda saldırdığı için tehlikeli terör örgütünün verdiği acıdan ve zarardan fazlasını verir... Rakibini her alanda tamamen etkisiz hale getirip yok edinceye, nefesini kesinceye, hatta onun yakınlarını da etkisiz hali getirinceye kadar saldırılarına sistemli biçimde devam eder... Her zaman hırsı aklının önüne geçen politikacıyı öç alma peşindeyken durdurabilecek hiçbir güç yoktur...O intikam alırken doğanın en acımasız, en vahşi, en yırtıcı, en tehlikeli varlığının şeklini alır... Politikacı intikam aldığı rakibini bitirirken hem kendisine hem de topluma oldukça fazla zarar verir... Politikacının intikamının çekim alanından girmemek, oldukça uzak durmak en doğru olanıdır...

         ...

         Gerçek ve erdemli lider filozoftur...

         ...

         Politikada toplum, ülke, vatan çıkarları, devletin ve hizmetin devamlılığı gibi erdemli kavramlar yoktur... Hep ben, sadece ben, daha çok ben, yalnız ben vardır ...Bu kurala uygun davranmayan politikacılar bir gün politika oyunun dışına atılırlar...

         ....

         Toplum ve ülke yararları için hep çıkmaz ve dolambaçlı yolları kullanan politikacı kendi çıkarları için her zaman ve en doğrudan, en kısa yolu seçerek hedefine ulaşan kişidir...Halk sürekli hata yaptığı için gerçek lideri tarih saptar...

         ...

         Liderlerin bilgeleşerek ülke ve toplum yararına karar alabilmeleri için üstünden darbelerin, tankların geçmesi, darağacının gölgesinde oturması gerekir.. Gerçi bu deneylerden geçip lider olamayanlarda vardır...  Zaten toplumda politika  sahnesindeki kişilerin lider mi, değil mi tartışmasıyla yoğun biçimde ilgilense de bir sonuca ulaşamaz... Çünkü büyük küçük tüm politikacılar lider havasına büründükleri için halkın zihninde çelişki oluştururlar; halk normal ölçülerini bir türlü kullanamaz... Tarih inatları , kinleri, hırsları, entrikaları,  intikamları yüzünden devletin başında oturmasına karşı liderleşemeyen kişilerle doludur... Gerçek lider yaşarken anlaşılamaz; o ölümünden sonra çalışmalarına, ülkeye, devlete, millete, insanlara yaptığı çalışmaların olumlu sonuçlarına bakılarak bu  kararı tarih verir... Kısacası; büyük rastlantılar, şans, tarihin lütfu ve kazalarla  devletin başına geçmek o kişinin lider olduğunu göstermez...

         ...

         Politikacı nadiren de olsa mucizeler yaratan bir sihirbazdır...

         ...

         Politikacıları her gördüğümde yaşamın bir tiyatro, insanların da bazen gönüllü, bazen de zoraki aktör ya da figüran olduklarını daha iyi anlıyorum...

         ...

         Politikacı yüzü olmayan insanların oynadığı oyundur…

         ...

         Politikacılar; rol  yaptıkları yaşam sahnesinde herkesin gözü önünde toplumdan tekme üstüne tekme yemelerine karşın; rollerini ısrarla, kusursuzca sürdürmeye çalışan oyunculardır... Öyle ki onların rolleri ellerini kolay kolay kimse alamaz...Ya darbeler, ya  nadiren de seçimlerde yeniden aynı göreve gelecekleri konusunda ikna edilerek sahneden indirilirler...

         ...

         Kişisel çıkarları için devleti soymaya gerekli zemin ve zaman bulamayan bazı politikacılarda zorunlu olarak namuslu ve ideal insan görüntüsü verirler...

         ...

         Politikayı bir araç olarak kullanıp kendisini yükseltmek, üstün çıkarlar sağlamak isteyenleri;  politika daha da acımasızca kullanmaktadır... Üstelik politikanın kullanamayacağı politikacı da yoktur...

         ...

         Politikadan hiçbir şey beklemem diyenler; aslında beklediklerini elde edemedikleri;  ya da ona ulaşamayacaklarını konusunda beceriksizliklerini, aptallıklarını itiraf edenlerdir...

         ...

         Çevremiz yalan söyleyenlerle doludur; ama olur ya canınız dumanı üstünde taze, kendinizi de kandıracak sıcak yalanlar duymak , hayaller okyanusunda kulaç atmak isterseniz; o zaman hemen bir politikacının söylevini dinlemenizi öneririm...

         ...

         Politikayı bilmeden konuşmak; boş konuşmaktır... Dolu konuşan politikacı çok azdır; onlara da rastlamak tamamen şans işidir...

         ...

         Dünyayı anlayanın da anlamayanın da çok rahat fikir yürüterek konuştuğu tek konudur politika...

         ...

         İnanıyorum ki;  yeni dünyalar, mutlu ülkeler, ancak çağının ilerisini gören, derinliği olan, her zaman akılcı hareket eden liderlerle yaratılır...

         ...

         İyi ahlak, en çok politikacılara gereklidir; anca bazı politikacılar bunu anlamaktan yoksundurlar...

         ...

         Politikacıların dostluğunu kazanmak için iyi, üstün ahlak sahibi olmaya gerek yoktur; çünkü bazı politikacıların  dürüst ahlaklı dosta gereksinimi yoktur...

         ...

         Politikacı her zaman aklını arayan, ama asla bulamadığı içinde başkalarının aklıyla idare eden adamdır...

         ...

         Politikacılarla deliler hayal peşinden koşup, hayal içinde yaşadıkları için birbirlerine çok benzerler...

         ...

         Politika ders alabilenlere en güzel yaşam okuludur; ancak bazen niteliksiz, arsız, yüzsüz insanlardan, normal insanlara asla sıra gelmez...

         ...

         Politika tek başına kirli değildir; politikayı kirleten de erdemli hale getirenler de politikacılardır...

         ...

         Politikada her zaman soyulan halk ve devlettir; soygun sırasında her ikisinin öncelik sırası hep değişiklik gösterir ama soyulma oranları hemen hemen  eşittir...

         ...

         Politikanın önemli bir maddesini oluşturan kaypaklığı–kalleşliği  yapan bazı politikacıları insanlar affetse bile tarih ve zaman isimli iki bilge asla affetmeyecektir...

         ...

         Adam olmayanlar genellikle günümüzde politikacı olmaya soyunuyorlar...

         ...

         Politikacılar yasa yapıcı olmalarına karşın onu en fazla suistimal eden, eğip–büken kişisel çıkarlarına hizmet edecek şekilde çıkartan kişilerdir...

         ...

         Politikacılara sık sık işi düşenler; üç aşağı, beş yukarı onlarla aynı değere sahip olanlardır; politikacıların devletten ve halktan aldıkları pastalardan bir parça isteyen kişilerdir  denilebilir..

         ...

         Bir ülkeyi politikacılarla ortaklık kuran–karanlık–aydınlık güçler katleder...

         ...,

         Ulaştığı yetkilerle tarafsız, nesnel, doğru bir yönetim sergileyen politikacı beni müthiş etkiler... Onu hep iyilik eden, yüceliklerle dolu, ulaşılması olanaksız, doğa üstü bir güç olarak izlerim... Bu ne zamana kadar sürer? Yapacağı ilk hataya, kişisel hırslarıyla devleti, milleti soymaya kalkıp ilk pisliğe bulaşıncaya kadar ona karşı sevgim saygım, hayranlığım eksilmez... Ve onu yüreğimin en saf sevgi ve hayratlık duygularımın kaynağında tutarım..

         ...

         “BENDEN BÜYÜK YOK” diyen politikacılar, genellikle yetkilerini, kişisel çıkarları için kullanan, hırslarına yenilerek suçüstüne suç işleyen, kamu oyunda taşınma süresine giren, eskiyenler arasından çıkar...

         “BENDEN BÜYÜK YOK” diyenler aslında küçüldüklerinin bilincine vararak bu şekilde davranıp, prim yapıp, blöfleriyle  halkı kandırarak, yok olma süreçlerini kendi yararlarına çevirmeye çalışan, bunu başarmak için de çırpındıkça daha çok eriyip küçülen, suçlarının altında yok olan kişilerdir...

         ...

         Politikacılar dertlerin de, çarelerin de kaynağıdır...

         ...

         Politikacılar iyi ve kötü tüm davranışlarına bilerek şaka karıştırırlar... Yolsuzluğu, yüzsüzlüğü fark edildiğinde “ŞAKA YAPTIM” diye işin içinden sıyrılırlar... Fark edilmediğinde de gerçekten bu suistimalleriyle kendilerine yarar sağlarlar...

         ...

         Evrensel, ulusal ve yerel anılarımızın en onurlu ve en onursuz yerlerinde hep politikacıların damgası vardır...

         ....

         Politikacı dilinin sihiriyle yarattığı güneşleri istediği yere doğdurur...

         ...

         Parti, politika, politikacıda doğru aramak deliliktir...

         ...

         Liderler, oyuncular, figüranlar değişse bile, politika asla değişmeyecek, bitmeyecek, çok maskeyle oynanan sürekli televizyon dizisi gibi sergilenen, arkası yarın denilen bir oyundur...

         ...

         Politika yüzsüz oyuncuların rol aldığı bir tiyatrodur...

         ...

         Akıllı lider halkını aydınlığa götürmez, güneşi onların ayağına getirir...

         ...

         Politika da bazen solucanlarla insanlar aynı sırada yer alır...

         ...

         İnsan ya akıllıdır; ya da politikacıdır...

         ....

         Kağıt kahramanlardan oluşan çağımızın politikacılarının düşünceleri daha ağızlarından çıkarken çürüyüp, eskiyip hükmünü yitirerek yerlere dökülür...

         ...

         Politikada erdemle ihanet aynı çizgi üzerinde bulunur...

         ....

 PATRON

   Bazı Patronları masum insanları kanının son damlasına kadar sömürme duygusundan sadece ölüm kurtarır.. 

   ...

         Çalışanlarından aldığı gücünü işkence aracı olarak kullandığı  parası ve malını yitiren patronun tavuktan; ödlek zavallı miskin, bitkin, yardıma muhtaç bir dilenciye dönüştüğü çok görülmüştür...

         ...

         Patronu acımasız, vahşi, ilkel, saldırgan, yırtıcı yapan şey; dünya adı verilen bu gezegende para kazanmak için insanın yarattığı acımasız kurallar ve değerlerdir... Patron olabilmek için bu kurallar uyanlar da; tüm insani değer ve erdemlerden ışık hızıyla uzaklaşarak, yaşamları boyunca sadece diğer insanların kanını emerek yaşamayı kendisine ilke haline getirir... Patronlar yaşamları boyunca; inanılmaz biçimde bencil, acımasız, saldırgan, yırtıcı, yok edici, saldırgan, sadece kendisine yaşama hakkı tanıyan tarihteki en vahşi, en ilkel varlığa dönüşür... Genellikle alt ve yoksul kesimlerden gelen patronları acımasız yapan başka bir duygu da bilinçaltındaki çocukluğunda çektiği yoksulluk, sefalet, ezilmişlik, acılarla dolu yaşamıdır... Patronlar ölünceye dek bu duygulardan kurtulamadıkları gibi, 10-15 göbek gelecek soylarına yetecek miktarda para biriktirse de yine de kanılarını psikolojik olarak doyuramazlar aç yaşarlar... Ruhsal olarak asla doyuma ulaştıramadıkları açlık, yoksulluk, sefalet, acı çekme, başkalarına işkence yapmaktan keyif alma duygularının harmanında ölüp giderler... Tarih bunun örnekleriyle doludur...

         ...

         Bazı  patronların  daha fazla para; daha fazla kazanç uğruna katlanamayacağı-yapamayacağı onursuzluk, veremeyeceği ödün , başının üstünde gezdirir görünmesine karşın tuvalete atamayacağı kutsal değer yoktur...

         ...

         Dünyadaki patronlar ve fahişeler para kazanmak için çalışırlar ve insan çalıştırarak emeklerini sömürerek kendi imparatorluklarını-rahat hayatlarını kurarlar... Kazançlarında, kan, emek, gözyaşı, masum insanların sadakatine saygısızlıkları bulunur…

         ...

         Patronların erdemlerinden her zaman şüphe ederek, her zaman haklı çıkmam beni çok üzüyor...

         ...

         Patronlar içinde yaşadıkları ülkelerin yasalarıyla ilgilenmezler; yasalarını tanımazlar; Devlet güçlerinin onlar için hiçbir anlamı ve değeri yoktur... Patronların bir tek yasaları vardır; o da paranın evrensel yasasıdır... Her patron kendine özgü vahşi, yırtıcı, sınır tanımaz doğa yasalarını inandıkları tek güç olan  paranın yasasını oluşturur...

         ...

         Paranın yarattığı sülükler olan patronlar insanların kanını emdiği, emeğini çaldığı, çalışanların sosyal haklarını vermediği, onların sırtından paralar elde ettiği oranda işini büyütür, şişmanlar semirir, gelişir, malını–mülkünü–parasını arttırır... Emrinde çalışanlar ise  her gün sömürüldüğü için  daha da zayıflar, sıskalaşır açlıktan ve yoksulluktan ölür... Patronun parasal olarak şişmanlarken; işçilerin parasal olarak ve fiziki olarak açlıktan ve yoksulluktan ölmesinin adı da kapitalizmdir...

         ...

         Parasının gücü patronu her zaman haklı çıkartır...

         ...

         Çalışan filozof, patronu çöpçü de olsa; onun parasına değil, girişimci ve risk alma ruhuna saygı duyulabilir...

         ...

         Her zaman söylerim–yazarım; en namuslu patron devlettir... Ancak devlet de bürokrasinin hantallığından, özel sektörün “S” sine bile yetişemediği için; hep zayıflar, emperyalist güçlerin kurduğu sivil toplum örgütleri aracılığıyla yeteneksizleştirilir gittikçe yoksullaşır...

         ...

         Her patron önce parası, sonra kendisi için yaşar; mutluluğunu insanların kanları ve gözyaşlarıyla suladıkları emeklerinin üstüne kurar...

         ...

         Patronların bazen zehrinin türü, rengi, kokusu belli olmayan, ne zaman ısırarak yok edeceği bilinmeyen tehlikeli engerek yılan görüntüsü verdikleri de çok olur...

         ...

         Onur parayla satılsaydı; dünyanın en onurlu insanları patronlar olurdu; ancak o zaman da onur onur olmaktan çıkardı...

         ...

         Patron sözü bana, vahşi, saldırgan, yasa tanımayan, her canlıyı ezip yok eden, çalışanların alın terini emerek şişmanlayan emek sülüğünü hatırlatıyor...

         ...

         Bazı patronlar doğrulamayacak kadar eğridir...

         ...

         Onurlu çalışan olmak; her zaman onursuz patron olmaktan üstündür...

         ...

         Patronlar sadece emirlerinde ve haremlerinde çalışanlarına hükmettikleri sürece orgazm olurlar...

         ...

         Erdemli patronun önünde saygı ile eğilmek; patrona, paraya gösterilmesi gereken en değerli saygıdır...

         ...

         Dünya adını verdiğimiz bu gezegende insanların çoğu patronlara köle olmak için doğar-büyür-eğitim alır-patronun kanını emdiği verimli bir varlığa dönüşür; ben patronlara-kapitalizme köle yetiştirmemek için yaşama çocuk getirmedim-bu konuda aracılık etmediğim için onurlu ve mutluyum...

         ...

         Kölelerle patronların dünyaya geliş biçimleri, doğanın onlara tanıdığı yaşama şansı eşit ve aynı olmasına karşın; gerek ülkenin, gerek ailenin içinde bulunduğu farklı koşullar nedeniyle kimisi işçi – kimisi de patronluk yollarında ilerlerler... Gelecek ve alt yapılarını hazırlanmadan dünyaya çocuk getiren her anne–baba patronlara güzel birer köle yetiştirmiş olurlar... Şöyle sokaklara çıkıp bir baktığınızda özellikle okullar dağıldığında, on binlerce çocuk köle bir elin sayısı kadar azınlıktaki çocukta onların patronu olacaktır... Bu adaletsizlik ne ilktir; ne de son olacaktır... İnsan bu gezegende yaşadığı sürece bu kurallar hep devam edecektir…

         ...

         Patronlar sarsılmaz duvarlarını kendi paralarıyla yaptırdıkları iş yerleri isimli modern cezaevlerinde ömür hapse hükümlü tutsaklardır...

         ...

         Patronların kölelik anlayışı yer yüzünden asla yok edilemeyecektir…

         ...

         Herkesten gebe kalmaya yatkın olan bazı politikacıları en çok da patronlar gebe bırakır ve onları tutsakları haline getirip acımasızca çekinmeden tepe tepe hoyratça kullanırlar...

         ...

         Hangi mesleği yapıyor, hangi alanda çalışır, sosyal sınıfı ve düzeyi ne olursa olsun, her patron üstündeki fiyat yaftalarıyla satılmaya hazır bekler... Bedeli ödendiğinde her patron satın alınamayacak patron yoktur...

         ...

         Patronlar en büyük ilhamlarını; yakınlarında, sürekli bulundurdukları aptallar, salaklar biraz da delilerden alırlar...

Aptallar onun yeryüzüne bir lütuf olarak geldiğine; en erdemli kişi olduğuna inanıp taptıkları için; patronlar bundan büyük zevk alırlar...

         Deliler patronun çılgınca karar vermesinde ölçü olurlar...Böylece çevresindeki aptalların kendisine uygun gördüğü yönleriyle övünen patronlar, delilerinin cesaretiyle de cesaret sahibi olup yaşam isimli sahnede rollerini yaparlar...

         ...

         İflas etmiş patrona acıdığım kadar; yeryüzünde başka hiçbir  canlı-cansız varlığa acımam...

         ...

         Patronlar topluma kötü huylu bireyler yetiştiren zorba öğretmenlerdir... Onların dünyalarında tek amacı olan para kazanmanın yolları, hırsı, insanları kazıklanma modelleri her zaman çağın getirdiği en son bilgilerle sil başta baştan düzenlenerek; uygun hale getirilip yeni patron adaylarına anlatılır...

         ...

         Patron hakkını alacağı kişileri tüm ilkel ve çağdaş yöntemleri kullanarak dize getirerek, baş eğdiren, her türlü yolu kullanarak almayı başaran vahşi ve ilkel bezirganlardır...

         ...

         Paranın evrensel yasası; vahşi doğada yaşayan yırtıcı, leş yiyici, saldırgan, çalıcı, öldürücü hayvanların yasalarının aynısıdır... Kim daha çok vahşi ve acımasız davranırsa o patron daha zenginleşir, işlerini daha da büyütür...

         ...

         Derinlemesine bakıldığında patronların ve maydanozların yaşamları birbirlerine çok benzer.. Her ikisi de bazı yönlerden ot olarak gelmiş, ot olarak yaşamış ve ot olarak öleceklerdir...      

         ....

         Patron isimli canavarı insanın doymak bilmeyen hırsları, ihtirasları, yırtıcılığı, vahşiliği, ilkelliği yarattı; onu paranın tutsağı yaptı; sonra da dünyanın başına bela etti...

         ...

         Hırsını, çıkarını,  para tutkusunu  aklının her zaman önüne koyan, kendi çıkarları için alçalabildikleri kadar alçalıp insanın onursuzluğunun hangi dereceye kadar inebileceğinin en güzel ölçüsünü verdikleri için, yaşamlarıyla bize bunu kanıtladıkları için  bazı patronlara teşekkür etmeliyiz...

         ...

         Parasının gücüyle  yüce bir varlık görüntüsü verse de  bazı patronlar, kendi dünyalarının korkak, ödlek, çirkin yaratıkları olarak varlıklarını stresli biçimde sürdürürler...

         ...

         Paralarının eksilmemesi, daha da artması, daha çok artması için rakiplerinden daha fazla kazanmak uğruna kimseden kazık yememek için sürekli uyanık ve diken üstünde yaşayan patronların mutlu oldukları görülmemiştir görülmeyecektir.. İşte bu olumsuzluk duygularıyla çalkalanırken, mutluluk sözcüğünü bile tanımaya fırsat bulamadan, hatta telaffuz bile edemeden yok olup giderler....

         ...

         Bazı patronlar paralarının gücüyle ördükleri ve sergiledikleri yapay itibar görüntüleri sahte dünyalarının ürkek baykuşlarından farkları yoktur...

         ...

         Her patron ne kadar zengin olursa olsun, her zaman aç, yoksul aşar ve de parasını harcayamadan yoksulluk içinde ölür…İnsanlık tarihi hiçbir patronun kazandığı parasının tamamını ya da bir bölümünü kendi zevki için harcadığını bu güne kadar yazmadı bundan sonra da yazmayacaktır...Paralarının ve kazançlarının miktarı ne olursa olsun, her patron, en fakir kişinin bile yiyeceğinden daha fazlasını asla yemez, yiyemez... Çünkü çalışma ruhu, ahlak anlayışı, geliştirdiği ticari davranışlar ve tutsağı olduğu paranın evrensel yasaları buna izin vermez... Patronların kazandıkları paraları genellikle yakın akrabaları, çocukları, kendisinden sonra gelecek kuşaklar savurganca bitirirler... Para harcama gibi bir alışkanlığı, yoktur; harcadıkları her kuruşları sanki etlerinden et kesilmesi olarak değerlendiren patronlar oldukça cimri davranırlar...Milyarlar, trilyonlar, hatta katrilyonluk paralarının arasında aç, sefil yaşayıp, doğru düzgün giyinemeden de ölüp giderler...

         ...

         Patronlar para kazanma sırrını öğrendikleri kadar harcamayı da öğrenselerdi asla zengin olamazlardı....

         ...

         Patronların yürekleri para kazanma hırsıyla dolu olduğu için diğer duygulara hiçbir zaman yer olmaz... Günlük yaşamlarını sürdürebilecek kadar zeka sahibi olan patronlar varsıllıklarını cesaret, girişimci ruhlarına ve aldıkları doğru risklere borçludurlar...

         ...

         İnsanlığın yüce onur ve erdemlerine ulaşamayanlar,  yaşamlarını genellikle patron olarak sürdürmeye yönelip yaşam sürelerini böylece tamamlarlar...

         ...

         Bazı politikacılar patronların; patronlar da politikacıların genellikle uşağıdır...

         ...

         Herkesin elinin kirini taşısa bile para bazı patronlardan daha da temizdir...

         ...

         Patronlar kendi küçük çıkarları için kocaman dünyayı çekinmeden yakabilecek bir anlayışa sahip olan insanlardır...

         ...

         Her patron politikanın kaypak, yalan, hile, entrika kurallarını uygulama konusunda; profesyonel politikacıları oldukça geride bırakırlar; ancak  her patronun  politikacı olmasına karşın , her politikacı patron olmayabilir...

         ...

         Parasız bir patron aç bir kurttan her zaman daha çok tehlikelidir...

         ...

         Patronlar bazen toplumun  para kaynaklarını oluşturan ve onu büyüterek koruyucusu olan cesur insan görüntüsü de verirler...

         ...

         Önceki işlerinde patronlarca emeği sömürülen çalışanlar; yeni bir patron bulduklarında daha öncekisinden daha dürüst daha onurlu daha erdemli olduğunu ısrarla düşünür, kendilerini bu konuda zorlar ve inandırmaya çalışırlar... Ama bir süre sonra yeni patronlarının öncekinden daha fazla emek sülüğü olduğunu hayretler içinde görerek hayal kırıklıklarına uğrar... Emeğini satarak geçinenlerin  ömürlerinin neredeyse tamamı, asla bulamayacakları, dürüst, onurlu, erdemli patronları aramakla geçer...

         ....

         Emeğini çaldığı işçinin alın teriyle zenginleştikçe zenginleşen ama çalışanın hakkını-emeğinin gücünü vermeyen patron en ilkel en vahşi saygı duyulmayan yaratıktır...

         ...

         Patron daha fazla para kazanmak için esen yel, yağan yağmurun kokusunun geldiği yönün etkisinde kalarak, öz çıkarları uğruna renk, cins, dil, tip, mezhep, ırk değiştiren garip canlıdır...

         ...

         Paranın gücünü kullanmakta sihirbaz ustalığına ulaşan patronun sözünü geçiremeyeceği makam, sonucunu değiştiremeyeceği adalet,  temizleyemeyeceği kir ve kan lekesi yoktur...

         ...

         Yüzsüzlük, arsızlık, çalıp–çırpmakla elde ettikleri makamlara başka kimseyi layık görmeyen bazı patronlar, anca kendilerinin yaptığı onursuzluğun daha fazlasını yapan, verdiği ödünden daha fazlasını verenlerin o makama çıkmasına , hatta kendi makamlarını, ellerine geçirmesine ses çıkartmazlar...   

         ...

         Patron insan terbiyecisidir; insanların onurunu kırmak, özgürlüklerini yok etmek, onları her türlü aşağılayıcı davranışlarıyla terbiye ederek kendisine midesinden bağımlı kişiler haline getirmeyi başaran kişiler evrimleşmesi kesinlikle duran bazı patronlardır...

Üstelik bu vahşi yönetimi insanı kalıplara sokup terbiye ederken kullanır...         İnsanı aşağılayıcı kurallarını uygularken taktığı çirkin maskeye bakarak zaman zaman insan görüntüsünde olmasına karşın patronlar gerçekten insan mı yoksa başka yaratık mı oldukları konusunda sürekli şüphe yaratırlar...   

         ...

         Paralarının sayesinde onurun, adaletin, barışın, sevginin temsilcisi gibi gülümseyen yapay  bir görüntü veren patronların sihirleri her an bozulma tehlikesiyle karşı karşıyadır; her maskeleri  düşerek görünecek çirkin yüzleri her an ortaya çıkacak gibi duran acemi ve kötü sihirbazlarıdır..

         ...

         Yalan söyleme, hile yapma, hedeflerine ulaşma için karşı tarafı etkisiz hale getirmenin yollarını uygulama konusunda patronlar, politikacıları her zaman geride bırakırlar...

         ...

         Paranın olduğu gibi patronun da milliyeti, ülkesi, rengi, ırkı, cinsi, sınırları yoktur... Her ikisi yani para ve patron dünyanın tüm ülkelerinde ortak ve aynı dili konuşur...

         ...

         Bilgi ve para yan yana konulduğunda patronlar hep ikincisine yönelirler... Birincisinin açlığını ikincisiyle kapatmaya çalışırlar ama başarılı olamazlar...

         ...

         Her patron emrinde çalıştırdığı, emeğini sömürdüğü kişileri, kendi öz malı, bu dünyaya kendine hizmet etmek için gelen varlığı  olarak gördük için onların eti, kemiği, yediği lokmaları, dünyaya getirdiği çocukları ve eşleri  üzerinde hep gözü vardır, her zaman bu konularda hak iddia ederler... Patron  havlatmadan asla para vermez; patronuna bu şekilde yanaşmayı, yakınlaşmayı başaranlar da onun haremindeki yerini alır...

         ...

         Patronlar kendi paralarını ve varlıklarını sayacak kadar zeki olmadıkları için bu işleri emeklerini sömürerek egemenlikleri altına aldıkları kişilere yaptırırlar....

         ...

         Ruhları sadece kendisini sevmek, özüne tapınmak, para kazanmak için  programlanan patronlar; emeklerini sömürdükleri  insanlara bir lütuf olarak yer yüzüne geldiklerine inanırlar... Kendilerine, zekalarına, paralarına hiçbir şeye bağlanmadıkları kadar bağlanır, taparlar... Dünya  gezegenindeki kendi dışlarında var olan  her şey anlamsız, değersiz, anlamsız, gereksiz ve de boştur… Onlar kendilerine o kadar hayrandırlar ki; öz dünyalarında kendilerinden başka görüntüye yer yoktur; diğer insanların hepsi sadece bok fabrikaları ve bok çuvalıdır...

         ...

         Patronların parasını, tüm varlığını riske atacak kadar girişimci ve cesur olmaları, belki de takdire değer tek yanlarıdır... Bu yanları atılırsa kalan diğer yanlarının hiçbir anlam ve önemi kalmaz...

         ...

         Patron evrimleşmesini asla tamamlamayan, tamamlayacak olan canlıdır… Yaşam sahnesinde en çok maske kullanan kişi olan patronun içinde binlerce, farklı kişilik yaşar ama bunlardan hiç birisi kendisi değildir... Çünkü her saniye yüzündeki maskeyi çıkartıp yeni yeni maskeler takan patronlar hiçbir zaman kendileri gibi olmayı ve saf ve erdemli davranmayı başaramazlar... Onlar kendisi olup olamamanın ne demek olduğunun bile bilincinde değillerdir... Hatta böyle bir isteklerinin olup olmadığının farkında değillerdir... Çünkü patronlar evrimleşmesi tamamlanmayan, tamamlanamayacak olan en ilkel canlılardır...

         ...

         Kadın patronlar erkeklerden daha acımasız, entrikacı, dedikoducu, her türlü hileye daha çok ve sık başvurup daha çok maske kullanabilecek bir yapıya sahiptir... Çünkü kadın olmanın ezikliğiyle  erkeklerin egemen olduğu dünyada onlardan daha üstün görünebilmek uğruna her türlü acımasızlığı çekinmeden uygularlar... Sadece erkekleri yenebilmek bile onlardan daha üstün olduklarını kanıtlamak hevesi uğruna kadın patronların yapmayacakları entrika ve kötülük yoktur...

         ...

         Patronların politik yanları erdemlerinden hep daha fazladır...

         ...

         Politikacılar patronların uşağıdır…Ticaret yaşamında birinci sınıf politika uygulayarak bu yönlerini doyuma ulaştıran patronlar; devlet, millet, toplumla olan ilişkilerinde parasının gücüyle istediği her sınıftan, her partiden, her tipteki politikacıları istediği yönde kullanarak tüm yasadışı işlerini  yaptırırlar... Patronların politikanın çirkefinde kirlenmek istememelerinin tek nedeni, toplumun bütün kesimlerine, parti, ideoloji ayrımı gözetmeden ticaret yapıp daha fazla para kazanmak uğruna insan kaybetmemektir... Politika da kirlenen patronun ticari yaşamı biteceği için bu işe girişmezler... Devletleri politikacılardan daha fazla patronlar yönetir ama sahnede görünenler patronların uşakları olan  bazı  politikacılardır... Devlet isimli geminin gördüğü ve göreceği her türlü tahribattan, hasardan, aşınmadan, yıpranmadan, zarar görmesinden, yoksullaşmadan, belki de sistemin yıkılma aşamasına gelmesinden politikacılardan daha önce patronlar sorumludur... Ama hep perde arkasında kaldıkları için onları kimse göremez, kendilerini çok iyi biçimde kamufle etmesini bilirler... Bu yüzden topluma hiçbir zaman hesap vermezler... Politikacılar patronların yerine kendi adlarına sözde hesap verilir görülseler bile bu yüzeysel bir yaklaşımdır...

         ...

         Patronlar ya doğru oturup eğri; ya da eğri oturup doğru konuşurlar... Doğru oturup doğru konuşan bir tek patrona rastlamadım...

         ...

         Patronlar parasal gücün temsilcisi oldukları için doğrular her zaman onlardan yanadır... Para tarih yazdırır; tarihi de her çağda patronlar yazdırır...

         ...

         Patronların dünyası cebi, midesi, cinsel organından oluşan üç temel üzerine kurulmuştur... Üçüncü  madde bazı patronlar için geçerli olmayabilir...Çünkü paranın ve ticaretini yaptığı malların kölesi olan onların altında ezilen patronların cinsel organlarının işlevini tam olarak yerine getirmeyi unuttuğu da olur... Cinsel isteklerini;  daha çok para kazanarak doyuma ulaştırmak için bir türlü duygusal mastürbasyon yaparak giderirler..

         ...

         Patronun para hırsı-iştahı sadece mezarda biter; paraya karşı sonsuz ve sınırsız iştahı ve doyumsuz açgözlülüğe sahip olan patronları doyurabilecek bir madde ve bir güç yoktur...  Bulunduğu firmanın fabrikalarının yüzlercesini de verseniz mahalleyi ister, mahalleyi verseniz kenti ister, kenti verseniz ülkeyi ister, ülkeyi verseniz dünyayı ister, dünyayı verseniz evreni görünen görünmeyen tüm galaksileri ister tüm bunları alsa da aç gözlülüğü gitmeyecektir...

İşte bu iştahı, sınırsız aç gözlülüğü bir türlü yatıştırılamayan patronlar dünyanın yaşamlar incelenmesi gereken ilginç varlıklarıdır… Öleceğini hiçbir zaman ve asla düşünmeyen, bunu kabul etmeyen patronlar paraları ve varlığıyla sonsuza dek  insanların emeklerini sömürerek yaşayacağını sanırlar... Ölümün ilk belirtisi olan hastalık kapılarını çaldığında aptallaşır, ödlekleşir, kişiliksizleşir, korkak bir varlığa dönüşüverirler… O aşamaya kadar parasının üstünde oturan patron ölmemek için tüm parasını ortaya koyar ama ölümü durdurmaya gücü yetmeyeceği için üzüntü ve sıkıntılarla, küfürler lanetlerle istemeyerek öteki tarafa yolcu olur...

         ...

        

 

 

 

  ŞAİRLER  VE    YAZARLAR

        

         Beynini temsil eden kalemini satan şair ve yazarların satabilecekleri başka bir şeyleri-değerleri kalmamıştır...

         ...

         Onurlu erdemli, şair–yazarlar uluslarını daha da ileriye götürecek, daha üstün uygarlıklara ulaştıracak hedefleri gösteren ışıkları asla söyleyen, ölümlerinden sonra da üstünlükleri gösteren işaret fenerleridir...  Çünkü onlar çağlarından yüzlerce, yıl ilerisini bu günden düşünüp, görüp, yorumlayarak, yaşadıkları çağdaki insanlara geleceği işaret ederek; çağdaş yüzyıllara geleceklere, kalemleriyle fikirleriyle hazırlayan kahramanlardır...

         ...

         İnsan dünya gezegenindeki tarihi kayıt eden, yüksek onurlu şair ve yazarlara çok şey borçludur...    Toplum affetse bile satılmış şair ve yazarları tarih ve zaman isimli iki bilge asla affetmeyecektir... Satın alınan ve satılan şair ve yazarlar yaşamın gerçek savaş alanından kaçarak, rast gele basit ve bir sözde ideolojinin  savunuculuğunu üstlenen korkak ve sefil farelerdir...

         ...

         İnsan yüzlerce milyon yılda, on binlerce alet yaparak yaşamını kolaylaştıracak uygarlıklar oluşturmuştur...  Ama insanın en önemli buluşu hiç şüphesiz ki yazılar-semboller, sanat ve rakamlardır... İşte bunlarla geleceğe – uygarlığa yürüyen uzun süreler sonunda evrene hakim olacaktır… İşte düşünceyi, yazıyı, rakamları en iyi kullanan şair ve yazarlar topluma gösterdikleri hedefler doğrultusunda bu devrim gerçekleşecektir... İyi huylu şair ve yazarları çok olursa toplum daha iyiye, büyük ve üstün başarıya, mutluluğa, mevcut uygarlıkların da ötesine yürüyecek tarihe altın harflerle yazdıracağı başarılar sağlayacaktır ; kötü  huylu şair ve yazarları çoğunluktaysa da çıkmazlara girecek ve belki de tarih sahnesinden silinecektir...

         ...

         İyi huylu, yüksek onurlu, özünü seven şair ve yazarlar önce kendisinin, sonra evrenin yılmaz kaşifleridir... Bu gün insanların ulaştığı ve bundan sonra tüm engellemelere karşın ulaşacağı uygarlıkların altında, kişilikli, sevecen, erdemli, hoşgörülü, insanlık uğruna çalışan ve toplumu aydınlatan şair ve yazarların imzası olacaktır...

         ...

         Satılık şair ve yazarlar aslında yaşayan ölülerdir; ancak kendilerini farklı göstermeyi başardıkları için bizler onları zirvede ulaşılmaz olarak görürüz...

         ...

         Yazdıklarının ve düşündüklerinin kendisini yetiştirme yeteneği ve becerisi olmayan yazarlar ereksiyona ulaşarak defalarca sevişmelerine karşın orgazm olamayan, doyumsuz, hırçın, huysuz, kimseyi bulamasa kendisiyle kavgalı, saldırgan, toplumsal değerlerin hepsinin üstüne basan hatta mutsuz kişiler olarak yaşamlarını sürdürürler... Yapıtlarında hep başkalarının verdiği sahte rollerini üstlenip, oynadıkları ve anlattıkları için de hep kendilerinin uzaklarında kalarak başkalarının kendilerinden daha iyi tanırlar...

Yerel, ulusal,evrensel yazarların  büyük bir bölümü; kendilerine uzak kalan, kendilerinin-yaşadıklarının bile bilincinde olmayan, aşırı doyumsuz, huysuz kişilerdir… Sadece filozoflar önce kendileri bulup erdemli ve doyumlu biçimde yaşarlar; sonra da insana doğruyu, ya da doğruya en yakın gerçeği, erdemi, göstermeye çalışan, bunu başaran, sırf bu yönleriyle bile alkışlanacak birinci sınıf okuyan – yorumlayan – düşünen yazan namuslu aydın, bu gezegende yaşayanların geleceklerine düşünceleriyle yön veren seçkin ve üstün vasıflı insanlardır...

         ...

         Satılık şair ve yazarların topluma enjekte etmeye çalıştıkları bölücü ve yıkıcı hareketleri yaptıkları hala düşündüklerinden az olduğu için, bu konuda yetersiz kaldıkları için; insanlar günümüzde belli sınırları içinde devlet, millet, ülke, aile toplulukları şeklinde yaşamlarını sürdürmektedir... Eğer bu satılık şair ve yazarlar, bu sefil fareler ve kurbağalar  her düşündüğü olumsuzluğu topluma uygulamayı başarmış olsalardı; ortada ne devlet, ne sistem,  ne aile, ne birlik bütünlük, ne yurt kalırdı; çünkü bu hainlerin zehirleri başarılı olsaydı her şey ama her şey bozulur,yıkılır, yok olup giderdi...

İşte kendi düzenini çelişkiler üstüne kuran doğa, bu satılık tiplerin  beyinlerinin düşünme kapasitelerine  belli bir süre sonra sınır getirerek, doğal düzenin bu satılık tiplerin eline geçmesini engellemektedir... Böylece de doğru, onurlu, şerefli yazarlarla devletin birliği-bütünlüğü, sınırları, toplum ayakta kalmaya çalışmakta ve bunu başarmaktadır...

         ...

         Topluma aykırı olan şair ve yazarlar bu gezegende yaşaması gereken yüzlerce, hatta milyonlarca yıl geç geldikleri için; çağdışı kalmış dinozorlardır denilebilir... Dünyaya geç geldiği için de geride kalmış duygularını doyuma ulaştırmak için kalemini, beynini satan bu yaratıklar, yazdıkları, düşündüklerinde yüzyıllar öncesini özlemini çeker, yaşar, yazar yaymaya çalışırlar... Böylece topluma ileriyi değil geriyi, güzellikleri değil çirkinlikleri-ihtiraslarını, doyuma ulaşmayan duygularını ısrarla gösterirler... Hatta öyle ki, bu karanlık düşünceli zavallılar milyarlarca insanı kendi kişisel kin, nefret, intikamları için değiştirmeye, kendi karanlık dünyalarının kör kuyularla dolu olumsuz saflarına çekmeye çalışırlar... Halbuki geç de olsa geldikleri yüzyılda toplum yerine kendilerini değiştirerek onlara uyum sağlamaya çalışsalar daha akıllı hareket etmiş olurlar; kötü-karamsar ve olumsuz düşünceleriyle bir yere geldikleri izlenimi verseler bile bunların fikirlerinin ve yapıtlarının  ömürleri insanın yellenmesi kadar kısa sürer, pis kokar, geçicidir... Tarihin gömütlüğü böyle satılık şair ve yazarların fosilleriyle doludur...

         ...

         Bu satılık şair ve yazarlar; içlerinde bulundukları bu acılı durumu yenmeye çalışsalar da asla kurtulamazlar... Bunun için halka tepeden bakıyor rolleri yaparak yenmeye çalışsalar da bir türlü özlerine ulaşıp kendilerini sergileyemezler… Bu satılık şair ve yazarlar  politikacıların ve savundukları ideolojinin fahişeliğini yapan zincirli köleleridir... Geniş halk kitlelerine daha farklı görüntü vermeye çalışsalar da, maskesiz olarak yüzlerinin ve gerçek şekillerinin görüntüleri bu durumdadır... Genç şair ve yazar adaylarının bu profesyonel fahişelerden uzak durmalarını, aslında hiç yaklaşmamalarını, onların tüm olanaklarını reddederek, zehirlerinden ve bozuk kişiliklerinden etkilenmemelerini öneriyorum...

         ...

         Satın alınmayan, iyi huylu, onurlu, erdemli şair ve yazarlar karanlıkta halklarının önünü  ve gelecek çağları da aydınlatan sonsuz ışıktır...

         ...

         Satılık olmayan iyi huylu şair ve yazarların yerini; en büyük ve vazgeçilmez imparatoru oldukları insanın düşünce dünyalarındaki tahtlarını kimse sarsamaz-satın alamaz... Her bireyin hayal dünyasının  en büyük kahramanlarından bir kaçı bu şair ve yazarlardır... Bazı insanlar  zaman zaman onları gerçek eşlerinden daha iyi tanırlar..

Kadınlar ise kocalarından çok daha fazla bilgiye sahiptirler şair ve yazarlar hakkında ... İşte yaşamımıza   bu kadar derinlemesine girerek beynimizi ele geçiren onurlu-erdemli şair–yazarlar kötü huylu olduklarında insanların beyninde patlamaya hazır, fünyesi çekilmiş bombalar kadar tehlikelidir... Onurlu iyi huylu, erdemli olanlar ise patladığında etrafı sevin, neşe , aşk sevgi saçacak bombalardır...

         ...

         Cesaret şair ve yazarları zirveye taşırken, bazen sonu ölümle bitecek girişimlere de sürükleyebilir... Ama onurlu, erdemli şair ve yazarlar ölseler bile eserleri kuşaklar boyunca okunmaya devam edecektir…

         ....

         Erdemli şair ve yazarlar davası uğruna ölebilendir... Erdemli, saf, dürüst, onurlu şair ve yazanlar doğuştan gelen orijinal, ölümsüz, her çağda yıldız gibi parlayan kalıcı düşünceleri halka yayar  topluma daha doğru ve vurucu biçimde anlatarak; düşüncelerini kabul ettirmekle kalmaz; ölümlerinden sonra da düşünceleriyle yaşamayı başarırlar... Başka bir yönü de; erdemli şair ve yazarlar düşüncesi ve davası uğruna gerektiğinde ölümü göze alabilendir...

         ...

         Bazı satılık şair ve yazarlar politikacıların ideolojilerinin piyonlarıdır… Genellikle kendileriyle aynı davranışı gösterecek şair ve yazarlar yoldaş edinerek onları da  kendilerine benzetirler... Sırası geldiğinde de onların kendileriyle aynı davranışı göstermelerini isterler: satılık  ve onursuz şair ve yazarlar  bunu da gururla yaparlar, diğerlerine yaptırırlar... Genç şair ve yazarlar için  en büyük tehlike bu şekilde davranan kişiliksiz, satılık tipleri iyi tanımaları, bunlardan uzak durmaları, onurlarını korumalarıdır...

         ....

         Saltık  şair ve yazarların çaldıkları, ya da sahtekarca savundukları düşüncelerinin ömrü, savundukları ideolojiyle birlikte biter...

         ...

         Ünlü olmak uğruna; vatan ve milletin aleyhinde yazı yazan, çağına kötülüğü dokunan satılık şair ve yazarları tarih de, vicdanlar da asla affetmemiştir, affetmeyecektir... Kendinden bile kaçan, kişisel özürlü olan bazı şair ve yazarlar yapıtlarından emin olmadıkları, bir yere ulaşmalarının olanaksız olduğunu bildikleri için; ihanetleri doğrultusunda kin, nefret, bölücülük tohumlarını saçarlar...Bu hainlerin  saf  insanların beyinlerinde açtığı bu türlü tahribatlar, ur ve yaralara dönüşerek yüzyıllarca kuşaktan kuşağa geçer ve tedavi edilemez...Yanlış-doğru kabul edilir; bu nedenle bu gün dünya sahnesinde ilkel kalan , gelişemeyen, millet olamayan toplumların  yaratılmasında politikacılardan   daha çok satılık şair ve yazarların rolleri vardır...

         ...

         Kalem ya satılır, ya kırılır; üçüncü şık yoktur...Tarih yaşadığı dönemde bunu halka çöpten ideolojileri yutturan, öldükten sonra da maskesi düşen sahtekarların varlığına defalarca tanıklık etmiştir... Bunların sayısı her yüzyılda bir önceki göre daha çok artmıştır , artamaya devam edecektir...

         ...

         Engerek yılanından daha da zehirli yaratıklar olan satılık şair ve yazarlar, ısıracak ya da sokacak birilerini bulamadıklarında kendilerini ısırarak veya sokarak öldürürler... İnsanlık satılık yazarların, şairlerin salgıladığı zehirlerle yüzlerce yıldan beri zehirlenmiştir, zehirlenmeye devam etmektedir... Her çağ kendi satılık şair ve yazarını ustaca yaratıp; tüm insanlığın başına bela etmiştir, kural bundan sonra da değişmeyecektir...

         ...

         Bilge, onurlu  şair ve yazarların kalemi yürekler sevgi, aşk, muhabbet, dostluk, iyilik, umut, adalet, hoşgörü,yaşama sevinci yerleştirir... Hainlerin kalemlerinden; kin, nefret, kan, ayrımcılık, cinayet, katliam, vatan hainliği tohumları fışkırır...

         ...

          

         ŞİİR...

   Şiirin yüzde doksan dokuzu yaşanır, sadece yüzde birisi yazılır...

         Aksini  söyleyenler  sahtekardır...

         ...

         Şiir bazen kendinden kaçmak; çoğunlukla da kendine sığınmaktır...

         ...

         Şiir bazen deha ve de giderilemez deliliktir...

         ...

         Şiir insanın kendisinde yitmesi; bir daha da bulamamasıdır...

         ...

         Şair ruhun derinliklerindeki mağaralarda gizli bir sürgünü yaşadığını tüm evrene haykırmaktır...

         ...

         Bazı şairler şiir formundaki sözcükler dünyasının imparatorluğudur...

         ...

         Şiir yaşamın noktalara, virgüllere, harflere satırlara bölünmesidir...

         ...

         Şiir yardır; bazen yar da şiirdir...

         ...

         Şiir insanın kendisini–kendisinde aramak amacıyla iç evreninde   uzun yolculuklara çıkması; çoğunluklada kendinde kaybolmasıdır...

         ...

         Yaşamın noktalara, virgüllere, harflere, satırlara, dizelere bölünmesine şiir diyoruz...

         ...

         Bazen süper zekalılık, arada bir de deliliktir  şiir ..

         ...

         Yalnız ruhların, kendi içlerinde yarattıkları ve orada varlıklarını sürdürmek için sığınmaya çalıştıkları bir dost bahçesidir...

 

 

 

    ULUS (HALK)

   Uluslar iyilikleri ve uygarlıkları kadar, hatta daha da fazla kötülükleri de yaratıp besleyen sonsuzdan gelip sonsuza akan canlı dev nehirlerdir...

         ...

         Barış her ulusu güzelleştirir...

         ...

         Barış seven, onu yaşama biçimi haline getiren, bozulmaması için savaşan ulus, erdemli ulustur…

         ....

         Üretime,  çağdaşlığa,  yeni teknolojilere,  verimliliğe, yeni hedeflere kendisini  sürekli açık tutan, yeniliklere kendisini sürekli programlayamayan uluslar  boşa akan nehirler gibidir...

         ....

         Ulusların dostları gerçekte sadece kendileridir… Dost görünen  ulusların birbirlerine vereceği zararlar, düşman görünenlerden daha fazladır...Çünkü ulusların  kendilerinden başka dostları yoktur olmaz, olamaz...Çünkü çıkarlar tüm ulusları her koşulda karşı karşıya getirir, gerektiğinde de savaştırır... O nedenle ulusların  birlikte hareket etme, ortak değerler, ortak çıkarlar etrafında, duygu da, düşüncede, tasada, sevinçte, kıvançta , bilinçlenmede, aydınlanma dönemlerinde disiplinli ve sistemli bir uyumlu olmaları, ortak hareket etmeleri onları ayakta tutan, sımsıkı bir kale haline getirecektir... Önlerine çıkan tüm tehlikeler rüzgarın kayaya çarpıp yok olması gibi; birbirine kenetlenen uluslara çarpıp yok olacak, onları olumsuz etkileyemeyecek, tarihten silip atamayacaktır...

         ...

         Uluslar her yüzyılda kendi yarattığı kahramanlarına ve değerlerine tapmıştır...

         ...

         Uluslar her çağda soytarısı gibi bilgesini de kendisi yaratır...

         ...

         Dürüstlük-cesaret-girişimcilik bir ulusun başarısının ve gelişmesinin hatta uygarlığının da ölçüsünü oluşturur...

         ...

         Düşünürlerini yaratamayan uluslar; kendisini yenileme, değiştirme, baştan programlama, baştan yaratma, yeni ufukları belirleyip oralara yönelme ve diğer uluslardan ileride olma gibi üstünlüklere, yeni uygarlıklara ulaşamazlar...

         Savaşlarda doğal afetlerde, tüm kötü günlerde bir vücut tek yumruk olamadıkları için sorunlarının altından kalkma, yaşamlarına kaldığı yerden devam etme becerisini gösteremezler... Böylece Ulus  olma niteliğini taşımadıkları için, geleceği önceden görme, yeni stratejiler belirleme  yeteneklerdi yoktur...Bu ulusların tarih sahnesindeki yaşamları ve etkinlikleri sınırlı olduğu için hiçbir zaman birinci sınıf devletler kuramazlar; toplu yaşamanın sorumluluğunu ve bilincini yeterince yerine getiremedikleri için her an yok olmayı beklerler... Zaten tarihin kayıt etmeye bile değer bulmadığı bu uluslar yaşamın sahnesinden silinip atılır ya da yaşamlarını başka ulusların egemenliğinde kimliksiz biçimde sürdürürler...

         Oysa ; günümüzde pek çok örneği görüldüğü gibi büyük düşünürler (filozoflar ) yetiştiren uluslar, tarih boyunca bilgesini yetiştiremeyen  bu uluslardan  daha ileride olmuşlar, yeni yeni uygarlıklar, teknolojiler kurmuşlar, mutluluklarını arttırıp, tarihteki uzun yıllar yaşama şansını yakalamışlardır...

         Çünkü düşünürleri, bilge kişileri yaşamdan edindikleri bilgiler ve doğru yorumlarıyla halkı bir heykeltıraş gibi yontup, olağanüstü şekiller verip, üstün fikirlerin  daha da ötesine doğru, daha uygar ufuklara, daha çağdaş hedeflere yönlendirmişler oraya taşımışlardır...

         ....

         Ulus birlik; birlikte güçtür… En büyük gücü oluşturan Ulusun birliği kolay kolay bozulmaz; bozulursa da yeniden bir araya gelmesi, eski sağlamlığına ve devamlılığına kavuşması çok zor, hatta olanaksızdır... Bir ulusun diğer bir ulusun birliğini bozması yıllar  sürebilir; bunun için devlet bütçeleri gerekir... Aynı zamanda, sistemin bozulması için harcanan paralar yeniden kullanılsa o bölünüp, parçalanan ulusun birliğinin yeniden kurulması olanaksız ve de her zaman oldukça güçtür... Ulusun  birliğini sağlam tutabilmek için her türlü özveriyi göstermesi gerekir; üst akılın yeni ve çağdaş bilgileri araması, bulması, uygulamaya koyması gerekir; modernleşmesi, her çağın gereklerine göre davranması gerekir; iç ve dış tehlikelere karşın sürekli koruma zırhları oluşturması kaçınılmazdır... Ulusların bu birliğini oluşturup, onlara fikir babalığı yapması gereken; çağın ötesini hedef gösteren dehalar ve bilgelerdir... Bilgesi çok olan halk yıkılmaz; yıkılan ve yok olan uluslar  bilgesizliklerinin faturasını yaşamlarıyla ödemişlerdir...

         ....

         Haksız yere, zorunlu olmadıkça yapılan savaşlar ulusların ortaklaşa işledikleri cinayetlerdir...

         ...

         Uygar, çağdaş, yıkılmayan, bölünmeyen ulusların düşmanlarının dışarıdan saldırısı sonuç vermez; düşmanları bu ulusları içeriden çökertme planlarını yüzlerce yıllardan beri kusursuz biçimde uygulamışlardır, çağımızda da uygulamayı sürdürmektedirler...

         ...

         Uluslar sürekli çalışan, 24 saat üretim yapan canlı bir organizma gibi devasa bir makinedir; makinenin yarısı uyusa bile diğer yarısı sürekli uyanık kalır, bir yandan mutluluğu,  coşkuyu, doyumu, sevinci; diğer yandan acıyı, kederi, ölümü üretir... Yaşamın diğer alanlarını kapsayan üretimler içinde bu kural geçerlidir...

         ...

         Uluslar kendileri oluşturup yazmalarına karşın tarihlerinden genellikle hiçbir zaman ders alamadıkları için dünya gezegenindeki savaşlar kör inadı gibi aralıksız sürmektedir...

         ...

         Ulusların sorunlarını çözmek; çözümleri de yeniden sorun haline getirmek için insan üstü gayret gösterdikleri de olur...

         ...

         Bu gezegendeki en büyük ve tek güç, en örgütlü, eğitilmiş, bilinçli, çağdaş, uygar halkların kurduğu devlet isimle dev organizmadır...

         ...

         Bazıları ulusun yararına olduğunu savunsalar bile; içlerinden çıkarttıkları bazı politikacılar kişisel hırs, yetersizlik, inatları yüzünden halkı savaşa sokarlar; ama politikacıların birbirleriyle  savaştıkları görülmemiştir...

         ...

         Ulus sonsuzdan  gelip, sonsuza giden; her yaş, cins, dil, ırk, inançlarını da kapsayan canlı ve sonsuz bir kaynaktır...

         ...

         Gücünü ulustan almayan hiçbir sistem, ideoloji, örgüt, makam kalıcı olamaz...

         ...

         Tarihi uluslar yaratır; uluslar da tarihi yazar…

         ...

         Diğer uluslara saygılı olduğu, uygarlıklar oluşturarak günlük yaşamları, davranışlarıyla soyunu koruyup yücelttiği ölçüde uluslar saygı değer, ulu ve bitmeyen güzellikler bahçesidir...

         ...

         Ulus ürettiği sorundan  daha fazla da çözümdür bazen...

         ...

         Eğitilip sağlam örgütlenerek kontrol edilebilen halk iyi yönlendirildiğinde en ileri uygarlıkları kurabilir; dünya da eğitilmemiş, ilkel, her türlü akıma açık ulustan daha tehlikeli bir güç yoktur...

         ...

         Ulusun  binlerce yılda oluşturduğu doğrular ve yanlışlar ancak yüzlerce yılda geri yok edilebilir...

         ...

         Ulus önüne çıkan tüm engelleri, her türlü olumsuzlukları yıkıp atacak yeteneğe sahip olan doğanın en üstün organize olmuş canlı gücüdür...

         ...

         Para ulusun pusulasıdır; ulus paraya göre uygarlıklarını, savaş ve barışını oluşturur...

         ....

         Her ulus aldatılmaya-kandırılmaya çok yatkındır…Hafızaları tahmin edilebilenden daha da zayıf olan uluslar; felaketleri, savaşları, ulusal yıkımları, acıları unutup, kendilerini bu felaketlere sürükleyen politikacıların peşlerine takılırlar… Ulusların hafızanın güçlü olması tek başına da yeterli değildir; iyi eğitilmiş, soylu kaliteli, daha ileriyi görebilen  düşünürler, politikacılarını da yetiştirmesi gerekir... Çünkü ulusların  ileriye, yeni aydınlık ufuklara, çağdaş geleceklere taşıdığı gibi; karanlıklara, çıkmazlara, bataklıklara da götüren liderlerdir... Cesur liderlerin önderliğine her zaman gereksinim duyan uluslar; lidersiz kaldıklarında kurtlara yem olmak için dağılan kuzular gibidir... Liderini iyi yaratan ulusların ulaşamayacağı hedef yoktur; kuramayacağı uygarlık yoktur; ulus bir sürü olarak düşünüldüğünde lider de onların gönüllü, hatta seçimle gelen çobanlarıdır...

 

         …

         İyi işlemeyen devletlerde adaletin ulusa verdiği hastalıklar asla tedavi edilemez...

         ...

         Ulusların özgür, bağımsız, yurtlarında egemen olarak varlıklarını sürdürebilmeleri için bu uğurda gerektiğinde ölmeyi bilmeleri de gerekir... Bağımsızlık ve özgürlük uğruna ölmeyi bilemeyen uluslar; tarihten silinip yok olmayı da hak etmiş sayılırlar... Özgürlükleri, bağımsızlıkları,  barış uğruna ölmeyi başardıkları oranda, egemenliklerini kazanıp  tarih sahnesinde özgürce yaşamayı hak ederler...Her çağda her ulusun  özgürlüğünün  bedeli ölüm olmuştur...

         ...

         Her ulusun tarihinde facialar, hayal kırıklıkları; çok az da zaferler, mutluluklar, egemenlikler vardır... Ulusların yaşamları bir yerde bireylerin yaşamlarının büyük örnekleri gibidir...

         ...

         Büyük uygarlıklar kuran ulusların düşmanları gibi dostları da çoktur...

         ...

         Politikacısı kötü olan ulusların başka düşmana gereksinimleri yoktur...

         ...

 

 

 

 

         HAYAL

         Hayal edilemeyen elde edilemez... Büyük hayali olmayanların büyük işler başarması olanaksızdır...

                   ...

         Hayali kötü kullanmak demek;   diğer insanlara zarar verecek, onların yaşamlarını, özgürlüklerini çıkarlarını olumsuz etkileyecek biçimde gerçekleşme anlamındadır...

         ...

         Hayal açken tok;  parasızken zengin; yalnızken sevgililer sunan; kısacası olmaya olduran bir duygudur...

         ...

         Hayallerini çekinmeden ortaya koyanlar; iyilikler, erdemler, sevinçler, coşkular kadar kötülükleri de karşılarına almış olurlar; o nedenle tüm sonuçlarına katlanmak gerekir...

         ...

         Hayaller gizli kaldığı sürece kimseye zarar vermez; yerli yersiz anlatılan hayaller sahiplerini zor duruma düşürür, gerçekleşmediklerinde ise alay konusu yapılır...

         ...

         Hayaller yaşamımızın renklerinin sınırlarını da belirler...

         ...

         Vaktinden önce gerçekleştirilmeye çalışılan hayaller  zamansız doğan çocuklar gibi yaşayamazlar; geç kalan hayaller ise işe yaramaz... Tam zamanında, yerinde, düğmeye basmak, fotoğrafın içinde olmak; mutluluklarımıza mutluluk kattığı gibi; bazen de acılarımızı arttırır...

         ....

         İnsan fikri sorulmadan getirildiği dünya, kırık dökük hayaller kurduğu, basit bir salıncaktır... Bir gün yüzde yüz o salıncaktan ineceğimizin bilincinde olarak;  hayallerimizin  de yüzde yüz biteceğinden emin olarak hızlı yaşamalıyız..

         ...

         Başarılarımızın  olduğu kadar başarısızlıklarımızın sınırlarını da hayallerimiz belirler...

         ...

         İnsan ölüme giderken bile hayallerinden asla vazgeçmez...

         ...

         Yüce sandığımız insanların hayalleri düşünemeyeceğimiz kadar basit,  küçük, sıradan olabilir... Ve hayallerin bile ulaşamayacağı yerde bulunan bu insanlar tamamen rastlantılar sonucu oraya ulaşmışlardır...

         ...

         En basit hayal; bazen en keskin bıçaktan daha etkili, silahtan daha da öldürücü özellikler taşıyabilir...

         ....

         Hayallerini aklının yenmesine izin verenler, sonu ölümle noktalanan bir maceraya hazır olmalıdır...

         ....

         Savaş, aşk, hayal, birbirlerine çok benzerler... Tek farkları  aşk ve savaş karşılıklı iki güç gerektirirken; hayali bir tek kişi istediği sayıda ve sonsuzca oluşturabilir...

         ...

         Ömrümüz hemen hemen hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğimiz hayalleri kurmakla geçer...

         ...

         Hayal kurmak; bazen uçurumların kenarında ölüme randevu verip onunla dansa hazırlanmak gibi tehlikeli de olabilir…

         ...

         Hayaller unutmak ve anlaşılmamak için de kurulur...

         ...

         İnsan hayali, hayal de insanı yarattı...

         ...

         Gerçekleştirilebilen hayalleriyle insan övünmelidir… İçimizdeki evrenin sonsuzluklarını keşfetmenin hatta biraz da ütopya yapmanın  tek yolu hayal kurmaktır... Gerçekleştirmek için ya da iş olsun diye milyarlar,  kurulan hayallerin bir yaşam boyunca peşinden koşulanlarının tamamına yakını boş, anlamsız, beynimizden bir milimetre bile uzağa gidemezler... Ancak yaşamı boyunca kurduğu sonsuz hayallerden sadece bir kaçını gerçekleştirebilme şansını yakalayanlar olduğu gibi, bunların bir tekini bile gerçekleştiremeden yok olup giden insanların sayısı bir hayli fazladır... Hayallerini  küçük de olsa gerçekleştirebilen insanlar, bunu başarabilme yüksekliğine ulaşabilenler; kendileriyle övünmelidir... Ama  doğru olan şudur ki;  insanın kurduğu  sınırsız hayallerinde ay, yıldız, diğer galaksilere ulaşma isteği olduğu gibi;  çiçekler, sevgiler bulunduğu kadar;  intiharlar, ölümler, dipsiz uçurumlar, dipsiz kuyular vardır... İşte insan bu zıtlıklardan oluşan bir dünyada yaşamayı başaran, ilginç varlıktır....

         İstediğinizi seçmek size kalmıştır..

         ....

         Kimse kimsenin yerine hayal kuramaz; hayallerini gerçekleştirmeye çalışamaz...

         ...

         Hayalinde oluşturduklarını yaşama geçirmeyi başaranlar kahramandır...

         ...

         Hayallerdeki gerçeküstülükler aptalların, hatta delilerin bile ağzını sulandırır...

         ...

         Hayal bazen içimizde görünmeyen ama teslim alan bir silahtır...

         ...

         En yüce bağışlama erdemiyle, en acımasız eylemlerin altında her zaman hayaller vardır...

         ....

         Hayal her an içine düşün çıkamadığımız sonsuz–dipsiz bir kuyudur... Onun çevresinde dolaşıp ayağı kayarak içine düşünlerin, geri dönüşleri asla yoktur... Onun çevresinde dolaşıp  arada sırada bir miktarını alıp yaşama katmanın da hiçbir zararı yoktur... Çünkü hayaller yaşamın en vazgeçilmez rengini oluşturur...

         ...

         Hayallerinde her insan çeşitli cinayetler işleyen, hırsızlıklar yapan, fuhuşların sınırsızlarını gerçekleştiren, tüm yasaları ve bir takım değerlerin ırzına geçen bir  olağanüstü suç makinesinidir...

Ancak bu yaptıkları sadece hayallerinde kaldığı için suçlu sayılmayan;  tutuklanmayan,  yargılanmayan, diğer insanların arasında yaşamını sürdüren bir sakin varlık görüntüsüyle hayatını sürdürür...

         ...

         Hayaller inatla uygulanır; mücadeleyle gerçekleştirir, olanaklarla yüceleşerek bazen de evrenselleşir...

         ...

         Hem tüm erdemlerin,  hem de tüm suçların altında hayaller yatar.l..

         ...

         Hayalleri insanın içinde onu sürekli suç işlemeye yönelten bilgisayar programı gibidir... İnsan hayallerine hükmedebildiği ölçüde yaşamının tüm aşamalarını da kontrol altına alıp hükmedebilir...

         ...

         Hayal bazen düşüncenin en özgür salıncağıdır...

         ...

         Hayal insanların renkli dünyalarını içinde sakladıkları renkli çeyiz sandıkları gibidir... Açılıp bakıldıkça renklerine ve sayılarının sınırsızlığına doyulmaz...

         ...

         Dünyanın her yerindeki mezarlar; hayallerinin altında ezilenlerin cesetleriyle doludur... Gençlikte kurduğu hayalleri yaşlılıkta gerçekleştiremeyenler, yaşamış sayılmazlar...

         ...

         Yaşam en büyük hayaldir…Altın tepside sadece bir kez sunulan tek şansımız olan yaşamın en renkli ve eğlenceli  yanı  hayallerimizdir... Bir gün yüzde yüz biteceğinden emin olduğumuz büyük hayalimiz olan yaşamın tadını doya doya çıkartmaya; her saniyesini kıskanarak, coşkulu ve sevinçli biçimde doldurmaya çalışmalıyız...

         ...

         Hayallerimiz bizi sonsuzluğa götürmek için içimizde çırpınan görünmez kanatlarımızdır...

         ...

         Hayalinde çöpçü kral; fahişe evliya; hasta sağlam; politikacı kendisini kral olarak görür; bunda da hiçbir sakınca yoktur...

         ...

         Hayal yaşamın her aşamasında kullanabileceğimiz en güçlü ve sihirli anahtarıdır...

         ...

         Yaşamın zorluklarından, acılarından  kaçarak, sürekli hayaller dünyasında yaşamak; insanı aç, sefil, hatta rezil eder...

         ...

         Hayal gerçeklerden, gerçekler de hayallerden hep nefret eder...

         ...

         İyi dost hayallerimizi bazen yıkarak ayağımızın yere basmasını sağlar; kötü dost ise sürekli kışkırtır, hayallerimizin arttırarak yanlış ve olumsuz yollara gitmemizi, acı çekmemizi, başarısız olmamızı sağlar...

         ...

         Eyleme konulmayan hayal suç değildir…Hayaller sınırsız güzellikleri, zevkleri, erdemleri, doyumları, mutlulukları sunduğu kadar; yasakları, gaspları, suçları, hatta ölümleri de sunar... Çünkü insanın gerçekte elde edemediklerini, hayalleriyle elde etmeye ve gerçekleştirmeye çalışır.... Hayalinde yerine geçemediği patron, kral,devlet adamı, politikacı yoktur... Hatta milyonlarca yıl önce yaşayan, tarihin derinliklerinde kalan kralların, ünlü kişiliklerin, seks sembollerinin, cinsel sapıkların bile yerine geçtiği olur... Ya da cinsel ilişkiye girerek iğfal etmediği canlı kalmaz... İşte kimseye zarar vermeyen bu hayallerden en küçük birisi uygulanmaya konulmaya kalkılsa yer yerinden oynar, cinayetlere neden olur... Hatta devlet yıkılıp, dünya patlayıp, evrene toz zerrecikleri olarak saçılır... O kişi de bu toz zerreciklerinden birisine dönüşür... İşte gerçekleştirildiğinde dünyayı yok edecek boyutlarda olan hayaller, kötülükler, insanın düşünce sınırları içinde kaldığı sürece, eyleme konulmadığı sürece suç değildir...

         ....

         Devletler hayallerle kurulur, yine hayallerle yıkılır...

         ...

         Dünya isimli gezegende görünen ve görünmeyen her şey insanın hayallerin ürünüdür; kural bundan sonrada değişmeyecektir...

         ...

         Hayal, genellikle uygulanandan daha fazla uygulanması olanaksız ve sınırsız seçenekler sunmaktan keyif alır...

         ...

         Hayal en hoş bazen de en boş  umuttur...

         ...

         Hayal dünyası insanın imparatoru olduğu sınırsızlıklar evrenidir...

         ...

         Yaşamın ağırlaşan koşullarının, parasal kaygıların, günlük sıkıntıların hayallerimize sınır koymasına izin vermemeliyiz..

         ...

         Yaşamda mutlu olmak için hayal ettiklerimiz değil, sahip olduklarımızla yetinmeyi başarmalıyız...

         ...

         Ayaklarını yerden kestiği insanı gerçekleştiremeyeceği hayalleri terk edince; kötü biçimde yere çakılıp, aklı başına geç gelir...

         ...

         Büyük hayaller büyük kişilikler yaratır…Tüm siyasi rejimler, ideolojiler önce hayallerde kurulup yaşama geçirilmiştir...

Ancak büyük hayaller, büyük rejimler ve kişilikleri yaratır...

Tarihin derinliklerinde kalan tüm insanlığa mal olan, çağı değiştiren kişilikleri büyük ve kalıcı yapan şey  hayalleridir... Büyük hayali olmayanının, büyük beklentileri de yoktur.. Bu kişiler küçücük dünyalarının küçücük hayallerinin cüce varlıkları olarak yaşamlarını sürdürürler...

         ...

         Aptalların ve delilerin ulaştıkları hedeflere akıllıların hayalleri bile yetmez...

         ...

         Bazen intiharları, ölümleri önleyen hayal; yaşama her zaman şans tanımıştır, kural bundan sonra da değişmeyecektir...

         ....

         Hayallerinde istisnasız herkes biraz sapıktır, delidir, çılgındır, dehadır, uçsuz bucaksız davranan vahşetler işleyen varlıktır...

         ...

         Hayal yaratıcı güçtür...Uygarlıklar başta olmak üzere;  her türlü gelişme hayalcilikle suçlanan mucitler  tarafından gerçekleştirilmiş, insanlığa çağlar atlatan atılımlar, devrimler, tüm yenilikler bu şekilde oluşmuştur... Tüm icatlar, devrimler, uzay yolculuklarının başlangıcında her zaman hayal peşinden koşan insanların yaratıcı gücü vardır...

         ...

         Uygar yaşam varlığını hayale borçludur; ilkellik hayallerin devreye sokulamamasından kaynaklanan geri kalmışlıktır...

         ...

         En büyük özgürlükler hayallerle kurulur ve yaşanır...

         ...

         Hayallerimiz yasaksız dünyaların sınırsız yaşamını sunar; onu kullanmayı başarmak, doyumlarına, mutluluklarına, erdemlerine ulaşmak başarının somut kanıtıdır...

         ...

         İnsan ulaştığı ve gerçekleştirdiği hayalleriyle büyüktür ya da küçüktür; yaşamıştır ya da yaşamamıştır...

 

        

 

 

 

 

     ÖZGÜRLÜK...

         Güneş her zaman özgürlüklerin üstüne doğar; özgür olmayan bireyler, toplumlar, her çağda, güneş olsa bile  karanlıkta, yaşamaya hükümlüdür...

         ...

         En büyük özgürlük henüz ulaşılamayandır...

         ...

         Yaşamın kaynağıdır özgür düşüncedir; özgür düşüncenin olmadığı yerde çağdaş ve üstün uygarlıklar oluşamaz, oluşsa da gelişmez, gelişse de kalıcı uygarlıklar kurulamaz…

         ....

         Belki de sadece ölüm sınırsız özgürlüktür...

         ...

  Özgürlüğü de tutsaklığı da yaratan ve yok eden insan ve toplumların çıkarlarıdır..

         ...

         Özgür düşünmeyi önleyecek güç yoktur; ancak yasaklayıp cezalandırarak tutsak ve edecek çok sayıda gelenek, görenek,  görünmeyen kural ve de uygulanan yasalar vardır...

         ...

         Özgür düşünceler; çağımızda yaşama geçirilmekten daha çok yasaklamak amacıyla üretilirler...

         ...

         Özgür düşüncelerin sınırı, diğer özgür düşüncelerin sınırlarına kadardır...

         ...

         Özgür düşünemeyenler, her çağda özgür düşüncelerin can düşmanı olmuştur ...

         ....

         Özgür düşünülerek ulaşılan çözümlerin yaşama geçirilmesi bazen olanaksız olabilir ama seçenek düşünceler olarak olgunlaştırılmasında ve ileri çağlarda gerekebileceği düşünülerek bir yerlerde saklanmasında da sakınca yoktur... Tarih tehlikeli olarak önce yasakladığı, sonrada insanın  kurtarıcı olarak gördüğü bir zamanlar yasaklanmış ama daha sonra yaşamı aydınlatmış düşünce örnekleriyle doludur...

         ...

         Özgür düşünceler ve özgür düşünenler bazen çağından yüzyıllar sonra anlaşılmıştır...

         ...

         Özgür düşünce ışıktır; onu herkes görüp, yaşamına ve toplumuna sunma yeteneğine ve becerisine sahip değildir... Bunu başaran kişilere filozof deniliyor... Filozoflar da çağlarından yüzyıllar sonra anlaşılabiliyor...

         ...

         Özgür düşünce en değerli madenden, paradan, tüm değerlerden daha  değerlidir... Özgür düşünce ne kadar eski olursa olsun çağların derinliklerinden gönderdiği ışık, sonsuza kadar dünya insanın önünü aydınlatmıştır, bundan sonrada aydınlatmaya devam edecektir...

         ...

         Bu gün sahip olduğumuz uygarlığımız özgür düşüncenin yaşamasına olanak sağlandığı kadardır… Varlığımız ve yaşam kalitemizi arttıran her türlü değer, buluş, icat, araç–gereçler o sınırlarda elde edilip uygulanabilmiştir…

         ...

         Özgür düşünceyi yasaklayanlar aslında özgür düşünemeyenlerdir... Özgür düşünemeyenleri özgür düşünce yakar...

         ...

         Kafasının içinde özgürlük olan kişinin atıldığı zindanın, hücrenin, cezaevinin, hatta asıldığı darağacının bir anlamı ve değeri yoktur...

         ...

         Rüyalara, hayallere nasıl sınır konulamıyorsa, konulamayacaksa; özgür düşüncelere de sınır konulamayacaktır... O beyinlerde gelişmeye, kendisini yenileyip insanların önünü aydınlatacak biçimde özünü şekillendirmeye, her çağda yaşam sahnesinde varlığını sürdürmek için ortaya çıkmaya devam edecektir...

         ....

         Yaratıcılığın, üretimin, erdemlerin birinci koşulu özgürlüktür...

         ...

         Özgürlük her zaman ama en çok da yaşlılıkta gereklidir...

         ...

         Sınırsız özgürlük yaşamın kurallarına kesinlikle aykırıdır… Özgürlükler yerinde, zamanında, yeteri kadar olursa yararlıdır; yoksa her insan kafasındaki her türlü özgürlükleri yaşamaya, uygulamaya  koyarsa yeryüzü cinayetlerden , hırsızlıklardan, sapıklıklardan, savaşlardan geçilmez olur... Toplu yaşam sistemi bozulup insanın kendi neslini yok etme tehlikesi ortaya çıkar... Dünyadaki tüm devlet sistemlerinde birey özgürlüklerinin dozajları kontrol edilip denetlenip, sakıncalı olmadığı anlaşıldıktan sonra verilmiştir, bu sistem sürmektedir... İnsanın onur ve haysiyetine en çok yaraşan özgürlükler sistemi olduğu kabul edilen demokrasi, özgürlüğü en kısıtlı halidir…. Zaten insanın demokrasinin ilerisinde bir sistem gerçekleştirerek özgürlüklerin sınırsız yaşayabilmesi için tüm evrene yayılması, bunun içinde birkaç milyon yıl geçmesi gerekebilir...

         ...

         Özgürlük binlerce yıl dinlense, söylense , yaşansa bile asla bıkıp usanılmayacak en yüce ve en erdemli şarkıdır... Bu şarkıyı kesintisiz söyleme yeteneğine ve erkine sahip olan bireyleri ve toplumları hiçbir güç tarih sahnesinden silip atamamıştır , atamayacaktır... Ama onu söylemek ve dinlemek için  yaşamlarını  ortaya koyamayan halklar ölmeye, ölmese bile korkak, silik, kişiliksiz, tutsak ve aptalca bir yaşam sürdürmeye hükümlüdür... Tarih sahnesinde kalmayı başaranlar  da özgürlüğü, alabildiğince yüksek sesle söyleyip dinleyen ve dinletenlerdir...

         ...

         Yaşamı, özgürlük simgeler; özgürlüğün olmadığı yerde yaşam da yoktur...

         ...

         Özgürlüklerin bedeli çok ağırdır; ama  o bu bedelin karşılığını her zaman, defalarca ödeyen vefalı bir sevgilidir...

         ...

         Yaşam hakkıyla özgürlük birbirlerinden ayrılmazlar; birinin olmadığı yerde diğeri de olmaz, olamaz...

         ...

         Özgürlük ertelenemez, ertelenen özgürlük özgürlük olamaz...

         ...

         Toplumların yüzlerce, binlerce yıl uğraşarak dişleri, tırnaklarıyla her zerresini hak ederek özgürlüğü yaşama biçimi haline getirmeleri gerekir... Aksi halde birisinin himmetiyle, birisinin bağışlamasıyla özgürlükler yarar yerine zarar verebileceği gibi; bu şekilde yaşamaya çalışan toplum ve bireyler yok olur... O nedenle özgürlüğü, onun değerini bilen, saygı duyan, sistemli ve disiplinli biçimde yaşama haline getiren birey ve toplumlar hak edebilir...Üstelik kimse kimseye özgürlük vermez, bağışlamaz, armağan edemez... O yaşam pahasına savaşılarak alınır, uğruna kan dökülüp ölünerek hak edilir ve yaşanır...

         ...

         Yaşama hakkında sonra dünyadaki savaşların en önemli nedeni hiç şüphesiz ki özgürlüktür...

         ...

         Özgürlüğün sınırları politikacıların, bazı inançları temsil eden kişilerin saptadığı yere kadar değil; o kişinin beyninde ve fiziki yaşamında kendisine sağladığı sınırlara kadardır...

         ...

         Özgürlük yitirilmeden insana onun değeri ve önemi anlatılamaz...

         ...

         Yitirilen özgürlük bir daha asla yerine gelmez...   

         ...

         En büyük özgürlük henüz ulaşılamayandır...

         ...

         Evrendeki tüm güzel sanat eserlerinin tamamı hiç şüphesiz ki özgürlük adına yapılmış olanıdır... Özgürlük adına yapılan savaşların bile sanatsal ve estetik yüce tarafları vardır...

         ...

         Özgür aşıkların hep üstün bir yanı olduğu için diğer tüm canlılar onlara saygı duyarlar...

         ...

         Hep daha fazla özgürlük vaat ederek işbaşına gelen politikacıların beceriksizlikleri, hırslarını akıllarının önüne koymaları nedeniyle halkın özgürlükleri zaman zaman ya kökünden ya da kısmen yok olmuştur...

         ...

         Her birey özgür, zengin, her şeyiyle kusursuz bir ülkede bir çağda, zaman diliminde  yaşama başlamak ister; ama bireyin bu yüzyıldı hangi ülkede, hangi cins, dil, ırk, inanç, renkte olacağını önceden saptayamaz; böyle bir özgürlüğe sahip değildir.... Şuna inanıyorum ki; eğer insan istediği yüzyılda, ülkede, cinste, sürede dünyaya gelme özgürlüğüne sahip olsaydı; bu gün yarattığı uygarlığı evrenin her köşesine çoktan  taşımış olurdu.... İnsan sadece dünya gezegeninde değil, evrendeki diğer gezegenler hatta galaksilere de efendi olurdu...

         ...

         Özgürlük her çağda insanın içmek, kaynağını bulup ele geçirmek için sürekli peşinden koştuğu hayat suyudur...

         ...

         Bazı başarısızlıklar, özgürlük yolunda insanı daha çok hırslı hale getirip, daha çok bilemektedir....

         ...

         Tembellik tüm özgürlükleri  öldürür...

         ...

         Özgür doğmak, yaşamak, ölmek her insanın, toplumun yaşamdaki en şaşmaz amacı ve hedefi olmalıdır... Özgür toplumlar ancak özgür bireyler, özgür bireyler de özgür toplumlar yaratabilir...

Özgürlüğü yaşamamış ulusların çocukları da bu kavramdan yoksun kalıp, onun yaşama biçimi haline getiremedikleri için bu uluslar kısa süre sonra diğer devletlerin uşağı-emperyalistlerin sömürgesi konumuna düşerler... Zaten doğada bir süre sonra bu türlü toplumları tarih sahnesinden silip atmaktadır...

         ...

         İş  aş, sevgiye dayalı  özgürlüğün tadına doyum olmaz...

         ...

         Özgürlük insanı ve en çok sevindiren, hasadı sınırsız ve doyumsuz olan bir doğa üstü bir üründür...

         ...

         Yasalar ne kadar acı olursa olsun yanına konulacak bir porsiyon özgürlük ona inanılmaz tatlar katacak, çekilebilir hale getirecektir...

         ...

         Özgürlük güzel insanlar, hayvanlar, bittiler yaratır...

         ...

         Et, kemik, ruh, en fazla da özgürlük dozajının karışımıyla yaşam  sahnesine çıkan insan hep en sonraki özelliğinin peşinden koşmuştur...

Bundan sonra da özgürlüğünü aramaya devam edecektir... Özgürlük uğruna filozoflar, bilim insanları, politikacılar, sanatçılar canlarını seve seve vermişlerdir... İnsanın özgürlük macerası bitmiş değildir; yaşadığı sürece, her çağda, her koşulda artarak daha büyüyen bir istekle özgürlüğünü geliştirmeyi, çoğaltmayı sürdürecektir... Bunun için önüne çıkan tüm engelleri yıkıp, yok edecektir...

         ...

         Özgürlük temsil ettiği kavramından daha da büyüktür…

         ...

         Özgürlük bazen kendisini yaratan uygarlığın tanıdığı sınıra kadardır...

         ...

         Anne babaların verebilecekleri her alandaki özgürlük   olanaklarıyla, ülkelerle, gençler yarının özgür dünyalarını kuracaklardır... Bu yetkileri-olanakları verecek anne–baba ancak gelecekte çocuklarından yeni güzellikleri bekleme haklarına sahiptir...

Aksi takdirde hiçbir şey vermediklerinde hiç bir şey beklememelidirler... Unutmamalıdırlar ki; çocukları dünyaya getirmekten daha da önemlisi onlara özgürlüğü, yaşama biçimi haline getirebilecekleri olanakları vermektir.... Bu olanakları sağlamayı bırakın, varlığından bile habersiz olan anne babaların ise  dünyaya  çocukları getirme hakları yoktur...

         ...

         Gerçek olmasalar bile özgürlüklerle bittiği için tüm masallara bayılırım...

         ...

         Özgürlüğün yarattığı çabalar sonunda ulaşacağı uygarlıklar sayesinde insan diğer yıldızlara galaksilere kesinlikle ulaşacak, yaşamı oralarda başlatarak özgürlüklerle dolu dünyaları oralarda kuracaktır...

         ...

         İnsan bugün ulaştığı uygarlık düzeyini kısıtlı da olsa yaratmayı ve kullanmayı başardığı özgürlüklerine borçludur...

         ...

         Oldukça pahalı ve nadir bulunan her özgürlüğün uzun çileler, savaşlar, ölümlerle dolu bir öyküsü vardır...

         ...

         Her özgürlük kendi öyküsünü kendisi yazar; her özgürlüğün bir öyküsü vardır...

         ...

         Devletlerle bireylerin özgürlük arayışları, yaşama uygulama yöntemleri arasında üç aşağı, beş yukarı fark yoktur...

         ...

         Dünya adı verilen bu gezegende üç bine yakın dilde söylemesi, kalemle yazılması, milyarlarca insanın beyninde düşünmesi en yüce değerdir özgürlük...

         ...

         Özgürlük insanın özünü oluşturan nefes kadar gerekli bir zorunluluktur... Dünya gezegeninde özgürlükleri yaratan insanlar bazen onu aramakta zorlanmışlar, hatta zaman zaman çeşitli tuzaklara düşmüşlerdir... Özellikle krallık, sultanlık, diktatörlük adı verilen monarşi rejimleri özgürlüğü yer yüzünden tamamen silmek istemiş ama başaramamıştır... Tam yok ettiklerini , bütün insanları susturduklarını sandıkları anda özgürlük fışkıran bir volkan gibi yeniden ortaya çıkmıştır... Özgürlük bazen sanat, bazen politika, inanç olarak kendisini güçlü biçimde ortaya koymuştur... Ne kadar unutturulmaya, yok edilmeye çalışılsa da onun kökünü bu gezegenden  söküp atmaya hiç kimsenin gücü yetmemiştir, yetmeyecektir... Dünyadaki son canlı, son insan kalıncaya kadar özgürlük herkese gerekli olacaktır... Hatta yaşamın özünü oluşturan ekmek, su, hava gibi kaçınılmaz bir gereksinimdir... İnsan özgürlüksüz o da insansız asla yapamaz...

         ...

         Özgürlük sadece insanlara değil, tüm canlılara hatta cansız varlıklara bile gereklidir...

         ...

         Özgürlük olmazı olur, çaresizi çareli hale getiren sihirli bir anahtardır... Özgürlük açlıkta etmek-su, tutsaklıkta uçmak için kanat, dağları geçmek için yeraltındaki tünel, acıda tatlı, yoksullukta zenginlik, bazen ölüm bile çaredir;  ilaçtır, türküdür, acil olarak herkese, her iklime  her insana, her devlete hemen şimdi gereklidir...

Özgürlüğün olmadığı yerde yukarıda sayılan diğerlerinin  hiçbir değeri yoktur...

         ...

         Zenginlik özgürlüğün dostu; yoksulluk ise düşmanıdır...

         ...

         Geleceğin üstün uygarlıklarını özgür bireylerden oluşan özgür devletler kuracaktır... Kısıtlı yada özgür olmayan devletler ve toplumlar; diğer devletler ve toplumlar üzerinde yüz yılımızda olduğu gibi egemenliklerini sürdüreceklerdir...

         ...

         Özgürlük ya vardır; ya da yoktur... Üçüncü şık olamaz...

         ...

         İnsanların yeni gelen bir nesile miras olarak bırakabilecekleri en büyük değer şüphesiz ki özgürlüktür...    Ancak bundan daha da önemlisi yeni nesli eğiterek özgürlüğün önemi, değeri, sunduğu güzellikleri  önemle anlatılıp kazanılmasının zorlukları anlatılarak onu yaşama biçimi haline getirmeyi başaracak çağdaş toplumlar yaratmak olmalıdır...

         ...

         Ey özgürlük iyi ki seni tanıdım; yoksa ruhumun derinliklerindeki güzellikleri, özgür kalemimle yazamayacaktım...

         ...

         Özgürlük gerek toplumların, gerek bireylerin sahip olmak istedikleri ancak canla eşdeğer fatura ödemeleri gereken pahalı bir elbisedir...

         ...

         Her özgürlük aslında özgürlük değildir… Özgürlük binlerce, milyonlarca yılda yaşama çalışma deneyimleri sonunda oluşturulan uygarlıkların vazgeçilmez ve en üstün güzelliğidir...Ama onu korumak, oluşturmaktan daha da zordur... İnsanlar özgürlüklerinin sınırlarını, canlarıyla-kanlarıyla olgunlaştırır, dokunulmaz bir yaşama biçimi haline getirirken yaşamlarını ortaya koyar, gerektiğinde her türlü varlıklarını harcarlar ve bunu yaparken de en küçük bir çekinceye, pişmanlığa da düşmezler...

         ...

         Özgürlük giderken yaşama hakkını da yanında götürür; onu yitirenler yaşama haklarını da yitirmiş olurlar...

         ...

         Onurdur, erdemdir, sevdadır, gerektiğinde ölmektir özgürlük, o istediğinde her şeyi fazlasıyla yapmak-yapabilmektir....

         ....

         Yitirilmeyen özgürlüğün tadı ve değeri anlaşılamaz...

         ....

         Parayla gelen özgürlük,  daha çok parayla da gider...

         ...

 

 

 

 

        

         CESARET

         Cesaretin her iki tarafı da keskin bıçaktır...

         ...

         Yaşam cesaretle ölüm arasındaki uzunca süre yapılamayan tercihtir...

         ...

         Korkaklığın karşıtı olan cesaret;  insanı her yüz yılda kendisine çektiği kadar onun korkulu rüyası da olmuştur... Cesareti korkusundan fazla olduğu için insan kendisini  sonsuz geçmişten  bu yüzyıla kadar getirmeyi başarmıştır... Bilinmeyenlerin, bilinenlerden milyar hatta sonsuz sayıda çok olduğu karanlık ve terkedilmiş evrenin bu köşesinde  insan yarattığı cesaretiyle pek çok gizi çözmeyi başarmıştır... Bu yolda  yılmadan, bıkmadan, yıkılmadan  ilerlemesini sürdürmekte olan insan, gelecekte zaman kendisini karanlık – sonsuzlukların ve tüm evrenin gerçek ve tek hakimi ilan edecektir...

         ...

         Cesaret fakirin ekmeği olduğu kadar bazen de ölümüne neden olur...

         ...

         Dünyanın bazı bölgelerinde savaş ve barış varsa bu devlet adamlarının–politikacıların cesaretiyle yapılmakta–yine onların cesaretiyle barışa dönüşmektedir...

         ...     

         Cesaretle ölüme gidenler en yüce insanlardır;  dünya o insanların önünde her çağda eğilmiştir, bundan sonra da eğilmeye devam edecektir...

         ...

         Çoğu insan yaşamı boyunca cesaretle bir kez bile tanışmadığı için korkak, ödlek, pısırık, ürkek yaşar ve ölüp gider... Azıcık cesaret gösteremediği için içindeki cevher keşfedilemeden, insanlarla bunu paylaşamadan yok olup gider...

         ....

         Cesaret pisliğin her türlüsünü silip atan, insanı ayağa kaldıran, dinç tutan bir sihirli ilaçtır...

         ...

         Kahramanları cesaret yaratmıştır ...

         ...

         Gönümüzde yaşam koşullarının zorluğu insanın korkak olmasını zorunlu hale getirmiştir... Ama bu insana fazla yakışmayan bir durumdur; inanıyorum ki insan uyanıp, bu günlük yaşam sıkıntılarından kendisini kurtarıp cesaretle ideal’ a bir gün mutlaka yürüyecektir...

         ...

         Büyük acılar belki küçük cesaretle tatlandırılabilir... Yeter ki küçücük bir cesaret göstermesini başaralım...

         ...

         Cesaret ve ölümle arkadaşlık edenlerin darağacıyla nikahlanması gerekir...

         ...

         Her yüceliğin, her servetin, her başarının, her suçun altında cesaret vardır...

         ...

         İhtiraslar cesareti, cesaretler ihtirasları körükler... Her ikisi zamanını, mekanını, çağını, sırasını  bulduklarında o bireyi zirvelere çıkartabilecekleri gibi ölüme de götürebilirler...

         ...

         Cesaret kendini en çok aptallar ve delilerde gösterir...

         ...

         Küçük cesaretler bazen büyük mutlulukların ve olanakların kapısını açabilen en sihirli anahtar olabilir...

         …

         Yaşamak, beşikten mezara kadar bitmeyen bir cesarettir…

         ...

         Cesaretsizlik gösterilmediği için yaşanmayan sevgilerin sayısı, yaşananlardan daha fazladır... “Seni seviyorum” diyebilmek en çok cesaret gerektiren davranıştır... Nedense insan bu konudaki cesaretini en son gösterir; ama o zaman da genellikle geç kalınmış fırsatlar kaçmış, sevgililer gitmiş bitmiş olur...

         ...

         İnsan; yaşamı boyunca  ne çok şey yapmak ister, biraz daha cesareti olmadığı bir çok şeyden  için vazgeçer....

         ...

         Yaşamımız cesaretimizin; cesaretimiz felsefemizin eseridir…

         ...

         Yaşamak ancak cesaretle mümkündür; cesaretsizlik öldürür…

         …

         Cesaret devrimlerin temel ve tepe taşıdır, gövdesidir, zirvesidir...

         ...

         Cesaret hem iyilikleri, hem de kötülükleri arttıran bir duygu olduğu için kontrollü kullanılması her zaman ön koşuldur...

         ...

         Cesaretin yerini korku alırsa; kötüleri insafsız, gaddar, acımasız, suç makinesine dönüştürür...

         ...

         En büyük cesaret insanın kendisiyle dost olmak için gösterdiğidir...

         ...

         İnsan olanakları, olanaklar cesareti, cesarette savaş ya da barışı yaratır...

         ...

         Geçmişte yaşayan insanların gönümüzde yarattıkları uygarlıkların her zerresinde; büyüklükleri küçüklükleri ölçüsünde cesaret vardır...

         ...

         Korkak yaşamaktansa cesaretle ölmek daha da onurludur...

         ..

         Gereksiz, yersiz kullanılmaya çalışılan kötü cesaret en kötü efendidir...

         ...

         Herkesin bir yaşamı vardır; ama cesaretle, onurla, özgürce, başı dik yaşamak bazı kişilere özgüdür...

         ...

         Cesaret gerektiğinde en sadık arkadaşımız, bazen de düşmanımız olabilir; ayrımını yapmak için bilgece davranmak gerekliliği vardır...

         ...

         Cesaret tüm olayların çevresinde oluştuğu , yaşamı ayakta tutan  merkezi orta direktir...

         ...

         Cesaret iyi ve kötü dosttan kurtardığı kadar bazen  insanı kendisinden de korur...

         ...

         Kullanmasını bilenlere yaşam cesaretin en büyük ve sonsuza dek sürecek eşsiz büyük bir yapıtıdır...

         ...

         Beyefendiliği cesaret nezaketle birlikte yaratır...

         ...

         Her suçun ve üstün başarının altını kazıyın cesareti bulacaksınız...

         ...

         Her türlü zaferlere ve şerefli çözümlere ancak cesaretle ulaşılır...

         ...

         Cesur olmayan özgür değildir; özgürlük cesaretle olanaklıdır...

         ...

         Emeğin cesaretle yoğurup olgunlaştırdığı yaşam meyvesi olan kalıcı eserlerin tadına doyum olmaz..

         ...

         Cesaret barışla daha güzeldir... Cesaretsiz yavaş öldürür…

         ...

         Cesaret yaşamı zorlaştırdığından daha fazla da kolaylaştırır; bazen de kolaylaştırdığından daha çok zorlaştırdığı olur...

         ...

         Cesaret dengeli risktir… Başarıların ve mutlulukların zirvelerine ve insanların bilmedikleri iklimlere yönelmek, oralara ulaşmak, yeni düşüncelere, buluşlara imza atmak için gerektiği kadar cesaretin  dengeli risk haline getirilmesi, insanı hedeflerine daha kolay  ulaştırır... Ancak yerinde, zamanında yeteri kadar kullanılırsa riski başarıya olumluya dönüştürebilme yeteneğine sahiptir...Dozajı iyi ayarlanamayan cesaret yıkım, acı, hayal kırıklıkları, suç ve cezalarla ölümler getirir...

         ...

         Delilerle cesurlar arasında kıl kadar ince bir çizgi vardır... Sürekli delilik cesareti, cesarette deliliği yaratabilir; yine de her deli cesur olabilir ama her cesur deli değildir...

         ...

         Bazen yaşamın karşısında güçlü kayalar gibi duran cesaretler kendisini yok etmek için çarpan kafaları parçalar öldürür...

         ....

         Cesaretle eser şaheser olur...

         ...

         Yaşam adı verilen uzun ince bir yolculukta en büyük arkadaşımız, katığımız, suyumuz, havamız, ekmeğimiz gereksinim duyduğumuz tek ve en önemli şey cesaretimizdir...

         ...

         Zaman, yaşlanır parçalar,öğütür ama; insan zamanın bu kötülüklerine ve hainliklerine da ancak cesaretle oluşturduğu eserler ve yaşama coşkusuyla karşı koyar...

         ...

         Gerçek cesaretle yaratılır, yok edilir; gerçekleri doğruları cesaretle savunan uluslar insanlar çok yücedir... Yarının özgür ve uygar dünyasının yaratıcısı olacak ulusları, insanları tüm insanlığın önünü açacak cesaretlerinden dolayı bu yüzyıldan kutluyorum...

         ...

         Ölüm ancak cesaretle sonsuz ve sınırsız özgürlüğe dönüşür; ama bu özgürlük işe yaramayan özgürlüktür...

         ...

         Cesur olmak önemli değil; önemli olan cesareti yerinde ve gerektiği kadar kullanarak sonuç alma yürekliliği ve bilgisine sahip olmaktır...

         ...

         Kötülerden ve kötülüklerden, kurtulamayanlar cesareti yerinde, zamanında ve yeterince kullanamayan aptallardır...

         ...

         Deliler cesur, aptallar ödlektir; akıllılar ise bu iki uç duygunun farkında bile değildir...

         ...

         Cesaret sihirli anahtardır… Yoksulluğu – zenginliğe, acıyı – tatlıya, karamsarlığı–umudu ezilmişliği tutsaklığı – özgürlüğe dönüştürebilirse cesaret yerinde ve zamanında kullanılmış olur...

Bu şekilde  yola çıkan kişinin elinde sihirli bir değneğe dönüşen cesaret tüm olumsuzlukların kötülüklerin çelikten daha güçlü kalıplarını kırarak, kendisini her alanda başarıya taşıyacak varsıllıklara ulaşır... Her türlü özgürlüğü, sevgiyi, aşkı, yaşama biçimi haline getirmeyi başarır...

         ...

         Kadın cesaretin en güzel çiçeğidir... Erkek ise onu sulayarak üretici hale getiren bahçıvan görevini yerine getirir…

         ...

         Kadın ancak cesaretle  fethedilir, cesaretsiz onun dünyasına girmeye kalkanlar, kuşattıkları kaleyi her zaman fethedemeden yenik dönen yorgun ve bitkin askerlere benzerler...

         ...

         Bazen cesaret mantıktan, mantık da cesaretten nefret eder...

         ...

         Cesaretle çıkılan yoldan eli boş dönülmez; en büyük aşklara, işlere, başarılara, ölümsüz düşüncelere cesaretle varılır; ya da; acılara, pişmanlıklara, hatta ölümlere bazen cesaret götürür…

         ....

         Cesaret ölümle yaşam arasındaki çizgide yürümeyi başarmaktır; unutulmamalıdır ki cesaretin bittiği yerde ölüm başlar...

         ...

         Duygusal davranmak, cesareti yerinde ve zamanında kullanmamaktır... Çünkü duygunun gelişmemiş akıl olduğu somut olarak ispatlanmıştır...

         ...

         Yersiz cesaret kontrolsüz ateş gibi herkesi yakar...

         ...

         Yerinde ve yeterince kullanılabilen cesaret uygarlıktır; yersiz cesaret korkaklık, ilkelliktir...

         ...

         Cesaret bıçağıyla girilen bağdan eli boş çıkılmaz...

         ...

         Korkak olsan bile komşuna, arkadaşlarına, özellikle de düşmanlarına karşı cesur görüntüsü vermenin sayılmayacak kadar yararları vardır...

         ...

         Cesaretin riskine katlanamayanların, cesur olmaya çalışmaları bazen en gülünç kusurdur...

         ...

         Cesaretin bedeli bazen ölümdür… Düşüncelerini cesaretle söyleyenlerin kafaları belki kopartılabilir; yaşamları darağacında, belki de kurşunlarla sonlandırılabilir; ama onların yitirilen yaşamları, akan kanları diğer insanların özgürlüğünü sağlayacak bir güç sihirli bir anahtar oluşturur...İnsanlığın yolunu aydınlatan düşünceler;  cesaretle söylendikleri için kesilen ya da kopartılan kafalardan çıkmıştır...Kural bundan sonra da değişmeyecektir...

         ...

         Cesaretle savaş barışa; barış ta savaşa dönüşür...

         ...

         Mezarlar, cesaretlerini gereksiz, zamansız, yersiz kullandıkları için yok edilen yaşlı, genç insanların cesetleriyle doludur... Cesaret fark edebilirsek kanımız, etimiz, tırnağımız, kemiğimiz  kadar içimizde; kullanmayı bilmesek yıldızlar kadar da uzağımızdadır... Bazen de onu bulmak, göstermek, yaşamak isteyen insanın aradığı her yerdedir...

         ...

         En özgün ve sonsuz düşünceleri-yüzyıllarca kalıcı olan ve insanların yaşam isimli karanlıkta önlerini aydınlatan cesarettir...

         ...

         İnsanı büyük erdem sahibi yapan şey bağışlama cesaretidir...

BARIŞ

         Yaşam barışla olanaklıdır; barışın olmadığı yerde her şey gibi yaşam zarar görür ve de biter....

         ....

         Barışın insan yüzünde yarattığı mutluluğun resmini hiçbir ressam çizemez...

         ...

Barış her çağda, her insanın ve toplumun özlemini çektiği, evrenin en güzel türküsüdür...

         ...

         Barış hem bireyin, hem ülkelerin gelişmesinde motor görevi yapan, doğayla insanın uyum sağlamasını gerçekleştirerek erdemler üretmesini sağlayan sonsuz güzellik kaynağıdır...

         ....

         Barışın en özgür sesi çocuklar ve kuşlardan dinlenebilir…

Barışın ana yurdu, her ülkede ve her toplumda insanların yüreğidir...

Barış çiçeklerin rengini, çocukların en güzel dilini oluşturur... Barışta çiçekler başka güzellikte açar; kuşlar çocuklar başka ve güzel dillerde konuşur... Barış tüm canlı cansızların ruhunu olumlu yönde değiştiren, güzelleştiren, yaşama coşkusuyla dolduran evrensel bir sihirdir... Zaten kendisini gerçekten isteyen, bunun için gerekli savaşı veren, ona gereksinim duyan herkese gelir barış...

         ...

         Barışın başlangıcı sevinç-düğün bayram; bitmesi ise ölümdür...

         ...

         Barış tüm alanlarda tükenmeyen doğa üstü varsıllık kaynağıdır...

         ...

         Barış savaştan daha fazla cesaret, parasal güç, manevi özveriler ister.... Üstelik barışın yarattığı kahramanlar; savaşın yarattıklarından daha da büyüktür ve de yücedir...

         ...

         Barışlar canlı cansız her varlığa, yaşama hakkı tanırken; savaşlar her şeyi öldürür...

         ...

         En sağlıklı gürbüz, kolay kolay hastalanmayan, ölmeyen barış; iyi eğitilmiş erdemlerini hiçbir zaman yitirmeyen, en saygılı, en soylu  bireylerden oluşan toplumlarda bulunur....

         ...

         Tüm barışçıl yollar denendikten sonra hiçbir seçenek kalmamışsa yerine zorunlu olarak( zorunlu olmadıkça bir cinayet olan) savaş seçeneği konulmaktadır... Ancak insanlık; tarihi boyunca barış için tüm koşulların değerlendirmeden duygusal biçimde bazen savaşa giderek hem kendi hem de karşıdaki toplumlara zarar vermiştir ama;  her zaman zararını en büyüğünü  kendisi görmüştür...

         ...

         Savaş barışın hem dostu, hem de düşmandır...

         ...

         Barışı yok ederek ülkesini hızla savaşa sokanlar aynı çabuklukta ülkelerine barışı asla geri getiremezler...

         ...

         Yitirilen barış; asla sağ olarak geri döndürülemez...

         ...

         Tüm barışlar her ülkedeki politikacılar, devlet adamları, toplumumu etkileyen odaklar tarafından savaşa hazırlık aşaması olarak değerlendirilmiştir...Ancak barışın kalıcı hale getirilmesi için yapılması gereken harcamalar özveriler, savaşa hazırlıktan daha ucuz ve kolay üstelik daha da erdemlidir... Ülkelerindeki barışı yitirdikten sonra değerini anlayan bazı acemi politikacılar, acemi devlet adamları ve odaklar yüzünden dünya, insanlık tarihi boyunca savaşla barış arasında yaz–boz tahtasına dönüştürülmüştür... Politikacıların devleti yönetenlerin savaş konusunda karar veren odakların¸ savaşın, ölüm, kan, korku, yokluk, açlık, sefalet,onursuzluk, tecavüz, ilaçsızlık, yaralanmalar, sakatlıklar, ölümler olduğunu; barışın bunların tam tersi; aşk, mutluluk, her alandaki olgunluk, kalkınma, yaşama sevinci, üstün uygarlıklar, onur, erdemler bütünü, olduğunu çok daha iyi anlamaları ve anlatmaları gerekir... Ancak böylece savaşı ya da barışı seçerken doğru kararlar verirler... Ülkeyi savaşa sokarken halkın görüşü alınmadığı için politikacılar devlet adamları ve savaş yetkisinde olan odaklar  her zaman yanılmışlardır...Barışı yok ederek savaşa girenler bilmelidir ki yitirilen değerlerin yeniden yerine konulması, fiziki ve ruhsal yok oluşun yeniden sağlanması için barışın gelmesi artık çok zor hatta imkansızdır ...

         ...

         Barışı isteyenler faturasına katlanmak zorundadır; savaş içinde bu kural geçerlidir...

         ...

         Her savaş dünyayı barışa gebe bırakır ....

         ....

         Barış dünya gezegeninde açan; türü, her geçen gün tükenmekte olan bakıma, sevgiye, korunmaya, muhtaç nadide bir çiçektir... Sevgiyle, şefkatle  açan ve yaşamını sürdüren bu çiçek 365 gün 6 saat boyunca tüm insanlığa yaşama coşkusu, güven, sevinç, aşk, çalışma, üretme, her alandaki erdemlerini çoğaltma her konuda gelişme ve büyüme sihiri verir... Tüm güzelliklerin kaynağını da oluşturarak insanların tamamına yetecek kadar; balların henüz rastlanmayan ve yeryüzünde olmayan türlerini de üreten bu çiçeğin sonsuza kadar sevgiyle, şefkatle  gerekirse savaşla korunup yetiştirilmesi ve sihirini tüm  insanlığa yayması sağlanmalıdır...

         ...

         Barış öğretilir; barışı önerilir; barış tanımlanabilir; barışa gidecek yollar gösterilir; ancak onu yakalayıp, koruyup, yaşama biçimi haline getirebilenler inanılmaz tüm sihirlerinden yararlanırlar...

         ...

         Barış gelecek; gelecek umut;  umut mutluluk; mutluluk mutlu birey ve toplum demektir...

         ...

 

         Savaşla barış aslında birbirinin kardeşidir… Yaşlı gezegenimizde barışlardan daha fazla savaşlar yaşadı; bu gezegende hayat sonsuza kadar yıkılmadı, yılmadı, uygarlıklar yeniden yeniden kuruldu ama barış yoluna devam etti... Üstelik her yüzyıl  gebe kalıp insanın özlediği barışı  sundu...  Her barış savaş isimli kardeşinden beklenenden daha güçlü, daha da gürbüz oldu; savaş biraz  uygun ortam bulup geliştiğinde BARIŞ isimli kardeşini hemen yedi tüketti, katletti, öldürdü... Günümüzde bu iki kardeş arasındaki tartışma ölüm – kalım çekişmesi hala acımasızca sürmektedir...

Ama dünya her defasında BARIŞ’ ı doğurmaktan, büyük mutluluk duyarken, savaşlara da istemeden gebe kaldı; bu iki kardeşin dünyaya gelip gitmesi insanların yaşam serüveni devam ettiği sürece durmayacaktır...

         ...

         Barışın öyküsü savaşın öyküsünden daha uzun ve inanılması olanaksız zorluklarla doludur...

         ...

         Barış sevginin ikiz kardeşidir; arada savaş isimli kardeş bu iki kardeşin arasını açsa da; en kısa zamanda geri dönüp insanlara mutluluklar sunmayı sürdürmektedirler...

         ...

         Özünü oluşturan savaş-barış duygusu yaşam boyunca hiç değişmediği için, hem bireysel, hem de toplumsal çıkarları için insan yaşamı süresince na savaştan, ne de barıştan vazgeçebilmiştir...

Yaşamı boyunca birisini alıp, diğerini bırakmış, diğerini alıp ötekini bırakmıştır... İstediğini, özlediğini ve yaşama biçimi haline getirmekte en küçük bir çekimserlik göstermemiştir.. Doğa da onun ruhuna koyduğu çelişkiler yasası sayesinde tıkır tıkır işlevini sürdürmeyi başarmıştır...

         ...

         Barışsız geçen günler yaşanmamış sayıldığı için insan bu gezegenden her zaman alacaklı ayrılmıştır...

         ...

         Barışta savaş gibi insanlıkla yaşıt ve onun en eski dostudur...

         Geçmişi milyonlarca yıla dayansa bile o her çağda kendisini yenileyen, tazeleyen insanların iştahını kabartan güzel ve hırçın bir sevgilidir...

         ...

         En kötü barış; en başarılı zaferlere dönüşen savaşlardan daha iyidir ...

         ...

         Barış tarihi boyunca insanlığın peşinden koştuğu ama çok az bulabildiği çok az tanıştığı, her an kaçmaya, unutmaya yakın, pahası çok ağır ve hırçın bir sevgili gibidir....

         ....

         Barış uğruna yaşamlarını harcayan kişiler ve milletler yüceliklerin yüceliklerine ulaşmayı başaran örnek ve erdemli varlıklardır...

         ...

         Barış sever ulus olmak; dünyayı yeniden inşa etmekten daha önemlidir...

         ...

         Barış için ölmek; savaş için ölmekten daha da erdemlidir...

         ...

         Barışın yerleştiği yüreklerin ve devletlerin ulaşamayacakları hiçbir hedef yoktur; unutulmamalıdır ki en büyük ve üstün uygarlıklar en uzun barış süreçlerinde yaratılmıştır...

         ...

         Tüm savaşlar gibi barışlar da maalesef ölümlüdür... Her ikisini kontrol etmek, yaşam sürelerini belirlemek insanın bilgisine, deneyimine, becerisine, barış uğruna yapacakları özverilere bağlıdır...

         ...

         Barış karıncalara bile gereklidir; barış onlara bile yaşam coşkusu vererek güzelleştirir...

         ...

         Demokrasinin en yüce tarafı her yolu deneyerek barışı hedefleyen, bunu da gerçekleştiren bir sistem olmasıdır...

         ....

         Savaş profesyonel ordularla nasıl yapılır? Hani taktiklerle, hangi silahlarla yapılırsa başarı sağlanır ? Tarih boyunca yapılan savaşların en ince ayrıntıları, yeni taktikleri, yeni teknolojilere uygulanıp hep öğretilmiştir...Orduların tam teçhizatla savaşa hazır olarak beklemeleri için ulusal bütçelerinden milletler trilyonlarca lira para harcamıştır..

Ama neredeyse savaşın öğretildiği titizlikte, incelikte, araç–gereçlerle hatta aynı zamanda verilen emekle barış öğretilmemiştir... O her zaman yok sayılarak görmezlikten gelinir.... Ama o kendisini her çağda insanlara en iyi biçimde anlatmıştır; anlatmayı, kabul ettirmeyi başarmıştır, onun bu başarısı sürecektir.... Barışı korumanın  okullarda, kışlalarda, tüm ibadet yerlerinde, halka anlatılması-yaşamasının öğretilmesi gerekir...

         ...

         Barışın bedeli savaştan her zaman daha ağırdır...

         ...

         Demokrasi; barışın gelişip, güçleneceği, boy atacağı özgürce büyüyeceği tek sistem olarak karşımızda durmaktadır...

         ...

         Barışın mimarı da katili de politikacılardır… Bir ülkede barışın yok edilmesi, insanların yaşamlarının tehlikeye düşmesinin, savaşa sürüklenmesinin, hatta tarihin sahnesinden silinmesinin tek nedeni bu konuda karar verme erkini her zaman ellerinde bulunduran halkın devletini teslim ettiği politikacılardır... Ancak unutulmamalıdır ki; yok  ettikleri barışı ülkeye getiren,yerleştiren, bu konuda yaşamlarını ortaya koymaktan, ölümü göze almaktan çekinmeyenler de yine politikacılardır...

         ...

         Dünya bir gün kesinlikle yok edilecekse beklide sadece barış uğruna yok edilmelidir...

         ...

         Barışın değerini savaşlar ve ölümler yaratmıştır; barışın önemi ve anlamı her geçen gün daha da yoğun biçimde anlaşılmaktadır...

         ...

         İnsan yaşamından belki vazgeçebilir; ancak barıştan asla vazgeçmemelidir...

         ...

         İnsanlık zaman zaman kesintiye uğramış olsa bile bu gün ulaştığı uygarlığını, kısa ömürlü de olsa yarattığı barış süreçlerine borçludur...

         ...

         Erdemli politikacı liderlerin ömrü barışı korumak, onu bulup ülkeye yerleştirmek için uğraşmakla geçer...    Tarihin saygınlıkla andığı, insanın kendisine yüzyıllardır örnek aldığı ya da dün yaşamış olmasına karşın heykelini diktiği devlet erkini ellerinde bulunduran politikacılar, filozoflar, dürüst ozan ve yazarlar yaşamlarının tamamı  barışı bulmak için harcayan yüce kişilerdir...

         ....

          Barış dünya insanlık ailesinin ortak malıdır; onun korunması için  herkes, her kesim görevini eksiksiz tam ve iyi yapmalıdır...Bazı kişiler ya da  uluslar barışı ortadan kaldırarak kısa sürede küçük belki yararlar sağlayabilirler; ama uzun zamanda yararlarından çok zararlarınadır...Çünkü barışın bozulmasıyla karlı çıkacak kişilerin sayısı bir elin parmakları kadar azdır... Barışın  herkesin sayılmayacak  kadar çok yararları vardır; onun yitirilmesinden ortaya çıkacak zararları hesaplamak olanaksızdır...

         ...

         Örnek, bilge, erdemli insan kendisiyle her zaman ve her ortamda, her koşulda barış içinde olandır...

         ...

         Barışı korumasını bilmeyen uluslar, savaş isimli cinayetlerinin sonuçlarına katlanmak zorundadırlar...

         ...

         Savaş ateş; barış su, çiçek, aş-ekmek, gül bahçesidir; seçim insanındır...

         ...

         Barış yaşamın özünü oluşturan sihirli bir iksirdir ...

         ...

         Evrenin en ulu baş yapıtı şüphesiz; her bireyin, her toplumun , canlı cansız tüm varlıklar arasında yapılabilecek barıştır...

         ...

         Barış insanlığın ortak dilidir… Dünya gezegeninin her yerinde, inancı, cinsi, rengi, dili, dini, ekonomik gücü ne olursa olsun barış insanların yaşamına coşku, sevinç, sevgi, hoşgörü, adalet,  paylaşım, yardımlaşma, erdemler getirir... Hiçbir tercümeye gerek kalmadan barışın oluşturduğu ortak hoşgörü ve güler yüzlü davranış biçimi tüm insanları sevecen yapar...Hatta onurlu bir barış, ölümü bile çekilebilir hale getirir...

         ...

         Barışı yaratma ve yok etme, ya da ona  ömür biçme yetkisinde olanların tüm insanlığa karşı sorumlu olduklarının bilincine vardıklarında bu gezegendeki barış daha da uzun ömürlü olacaktır...

         ...

         Tüm savaşlar barış için; tüm barışlar da yeniden savaşmak için yapılır...

         ...

         Barış; geleceği zamanı, ülkeyi, bireyi çok iyi saptar; gelir istediği kadar kalıp, canının istediğinde de çekip gider... İnsan onu ağırlamakta hiçbir kusur etmemesi, tüm isteklerini fazlasıyla karşılaması gerekir... Hatta öyle ki; onun kalıcı olabilmesi için gerektiğinde canını bile vermekten çekinmemelidir... Barışın terk ettiği ülkedeki ulusun ve bireylerin vay haline ?

         ...

         Günümüzde barışın iskeletini para, kanını petrol, ruhunu da çağımızda hemen hemen iç bulunmayan sevgi oluşturur...

         ...

         İnsan neslinin devam etmesi, tüm savaşların durmasına, en çok ta kadınla erkek arasındaki barışa bağlıdır...

         ...

         Barışı yok etmek isteyenlerin sayısı, onu korumaya çalışanlardan her zaman daha fazladır...

         ...

         Barış yeryüzünde bir gün kesinlikle hakim olacaktır...

         ....

 

 

 

         AŞK...

         Aşk rüzgara karşı söylenmiş bir şarkıdır...

         ...

         Aşk alevlerin içinde yanarken gülümsemeyi başarmaktır...

         ...

         Aşk bazen dikensiz gül; bazen de gülsüz diken bahçesidir...

         ....    

         Aşk bazen delilikler içinde susmaktır...

         ...

         Aşk mutluluklar diyarına uzanan tırabzanların bir tarafı gül, diğer tarafı uçurumlarla dolu olan gökyüzüne doğru uzanan ince, uzun ve sonsuz merdivendir.. Bu merdivenlerden tırmananlar da, tırmanmayanlar da pişmandır..

         ....

         Aşk sevgilinin bir tek saç teline bir ömrü adamaktır...

         ...

         Her şeydir bazen aşk, bazen de hiçbir şeydir...

         ....

         Sevişmek, cinsellik aşkın büyüsünü bozar, hatta öldürür, ama ne yazıktır ki aşkın zirvesi orgazmdır...

         ...

         İnsan canlı-cansız her şeye aşık olabilir, aşkını ona ilan edebilir… Aşkın doğru ya da yanlışları onu yaşayanları ilgilendirir... Can lar istediği aşkı, istediği ve dilediği biçimde yaşama özgürlüğüne sahip olmalıdır... Hiç bir can aşkından dolayı aşağılanmamalı, hor görülmemeli, hatta yargılanmamalıdır...

         ....

         Aşk bazen dikensiz gül; bazen de gülsüz diken bahçesidir...

         ...

         Aşk insan yüreğinin en soylu konuğudur...

         ...

         Aşk tüm uygarlıkların yaratıcısıdır; bazen de inanılmaz yıkıcı, yok edicidir...

         ...

         Aşk mutlu yaşamanın zirvelerine çıkartabildiği gibi; cinayetlere de neden olduğunu insanlık tarihi yazmaktadır…

         …

         Bütün uygarlıklar, savaşlar, barışlar, silahlar, kavgalar, cinayetler, aşkın eseridir...

         ...

         Aşk belki de hiçbir zaman yazılamayacak şiirdir...

         ...

         Aşk evrensel dildir; renk, cins, dil, ırk, ülke sınırları gözetmeden tüm insanların ortak dilidir...

         ...

         Aşk yaşarken kalbimizi bedenimizden söküp, sevdiğimizin avucuna koyabilme cesareti ister...

         ...

         Çöpçü ile kralın aşkı aynıdır; onları harekete geçiren doğal iç dürtüler aynıdır... İki canın aşkını farklı yapan şey makamları, sahip oldukları olanakları, sosyal konumlarıdır...

         ...

         Aşk sevgilinin ciğerlerinden çıkan nefesi emip yutmak, onunla aynı havayı solumak, dilini emmek, vücudunun her hücresini dil ve dudaklarla keşfetme, göğsünün üstünde kulaç atmak, gözlerinde yitmek, ince beline sarılıp orgazmdan sonra da derin uyumaktır...

         ...

         Bana göre evrenin en büyük mucizesidir aşk...

         ...

         Aşk uğruna dökülen gözyaşları kutsaldır; o damlaların her biri dünya denilen gezegende bu güne kadar açan rastlanmamış eşsiz güzellikteki çiçeklerdir...Bu çiçeklerde her zaman aşkın yaratıcı ruhu ve sihrinin  bir rengi görünür...

         ....

         Sevgidir aşkın anahtarı... Sevgi olmadan, sevgilinin kalbinin kilidi açılıp içine girilemez…

         ...

         Aşk bazen ateştir ; ateşte aşktır... Tarafları her an yanmaya hazır biçimde o kapıdan girmeleri gerekir…

         ...

         Aşk asla yazılamayacak; sadece yaşanarak anlaşılacak sihirlerinin sınırı belli olmayan, her türlü iklimi içinde barındıran sonsuz bir öyküdür...

         ...

         Aşk görülebilecek en renkli ama çok kısa süren bir düştür...

         ...

         Aşk sürekli sevinç, aralıksız gönenç, kesintisiz acı ve işkence kaynağıdır...

         ...

         Karşılıksız aşk filozoflaştırır...

         ...

         Büyük ya da küçük her aşk efsanedir; onu yanmadan yaşayan her canlı da kesinlikle kahramandır...

         ...

         Aşk sapıtmaktır;  üstelik sapıttığını haykırmak, kent meydanında binlerce kişinin gözleri önünde toplumun tüm kurallarının ırzına geçmektir...

         ...

         Kendisine köle edecekse aşkı bile istemem...

         ...

         Aşk hiçbir zaman unutmamaktır; unutulan aşk aşk olamaz...

         ...

         Aşk adres sormaz gideceği yeri, gireceği kalbi, içinde kalacağı süreyi kendisi saptar...Kalır ya da gider...

        

 

 

         DELİ

  Delinin rüzgarına bile bulaşmayın...

         ...

         Deliler yaşam isimli sahnenin gerçek oyuncularıdır... Bir delinin rolünü bin akıllı oynayamaz...

         ...

         Deli ile aşık (ozan) kardeştir... Hangisinin deli, hangisinin ozan olduğu her zaman birbirine karıştırılır... Deli nin yazı kışı olmaz... Çünkü deliler her saniye farklı farklı davranarak çevresini şaşırtırlar...

         ....

         Deliler yaşam denilen dünya sahnesinin gerçek oyuncularıdır; bir delinin rolünü bin akıllı bile oynayamaz...

  ...

         Delilik, en son fark edilmesine karşın sürekli inkar ve reddedilen; devamlı yok sayılarak kaçılan, kesinlikle tedavi edilmesi gereken ruhsal bir hastalıktır...

         ...

         Deli aklını sokağa koysa kimse almaz ama bakan olabilir...

         ...

         Çevremiz çoğunluğunu politikacı ve işadamlarının  oluşturduğu  dünyanın kendi çevresinde döndüğünü sanarak insanlara bir lütuf olarak geldiklerine inanan, kendisini dünyanın en akıllısı olarak gören delilerle doludur... Herkesçe  bilinen delilerden daha da tehlikeli olanı bu gizli delilerdir;  en büyük özellikleri de kendilerinin deli olduklarının bilincinde olmadan normal insanların yaşamlarını zehir ederek, onları sürekli olumsuz etkileyip yaşamın tüm dengelerini bozmalarıdır... Çevremize iyi baktığımızda; akıllılardan daha çok gizli delilerle dolu olduğunu somut olarak görebiliriz...

         ...

         Deliliğin ne olduğu tam anlaşılamadığı için genellikle akıllılarla birbirlerine karıştırılırlar... Kesin olan tek şey ise toplumda akıllıların gelmesi gereken tüm makamlar ve ellerinde bulundurması gereken tüm yetkiler kendilerini akıllı sanan delilerce işgal edilmiş ve ele geçirilmiştir...

         ...

         Akademisyenler, kariyerlerini  bir kalkan gibi kullanarak deliliklerini kamufle etmeyi başaran süper zeki, inanılmaz bilgili ve bazen de gizli delilerdir...

         ...

         En iyi deli kendini akıllı sanarak susandır…. ütün deliler kendilerini evrenin merkezi sayarlar... Dünya ve güneş sadece onlar için doğup onların etrafında dönmektedir... Bu delilere uzun zaman dilimlerinde kimse itibar etmez... Deliler uzun süreler toplum tarafından dışlanabilir ama, toplumun kabul ettiği en iyi deli ise kendisini akıllı sanarak susandır...Fikirlerinden yararlanılmasın diye konuşmayandır... En iyi deli kendisini akıllı sanarak susandır...

         ...

         En iyi deli; ölü delidir...

         ...

         Deli nin güldüğüne gülünmez; ağladığına da ağlanmaz..

         ...

        

 

   DOKTORLAR...

 

         Doktorları tanıdıkça; sağlığın bir mucize olduğuna daha çok inanıyorum...

         ...

         Tarih hiçbir doktorun, diğer meslektaşının yaptığı muayeneyi, tedaviyi, doğru bulduğunu bu güne kadar yazmadı , bundan sonra da yazmayacaktır....

         ...

         Doktorlar kendilerini tedavi etmeyi başardıkları gün dünyanın sağlık sorunu büyük ölçüde çözümlenmiş olacaktır… İnanıyorum ki her doktorun başka bir doktorun kontrol ve tedavisine acil gereksinimi vardır...

         ...

         Doktorlar aşırı para kazanma hastalıklarını tedavi edebildikleri gün insanlığa daha çok yararlı olacaklardır...

         ...

         Aristokrat bir sınıf olarak kendilerini toplum üstü, gören doktorlar; geniş halk kitlelerine hep yukarıdan bakmışlardır... Ancak bu sınıfın çok altında, sıradan insandan daha az kültürlü ve bilgisi olan doktorların sayısı da bir hayli fazladır...

         ...

         Ülkelerin sağlık politikalarının tıkanması,karambol yaşanmasının ana nedenlerinden birisi de bu bulanık ortamlardan para kazanmak isteyen doktorlardır...

         ...

         Taş ustaları için tuğla, kasaplar için koyun ne ise; doktorlar için de hasta odur...

         ...

         Doktorlar ilaçların Latince-bilimsel isimlerini tam olarak yazmayı  ömürleri boyunca  öğrenemedikleri için, yazdıkları reçetelerdeki bazı harfleri okunmayacak–kendi cehaletlerini ortaya koymayacak biçimde yazarlar... Zavallı eczacılar doktorların  yazdıkları reçeteleri bulmaca gibi çözmeye ve okumaya çalışırken oldukça zorlanmaktadır..

         ...

         Alkolün–sigaranın zararlarını anlatarak insanları bunlardan vazgeçirmeye çalışan doktorların kendileri bu maddeleri kullandıklarında çok zavallı ve gülünç durum düşerler...

         ...

        

 

 

 

         DENEME

   Denemek iddiasız yaratıcılıktır...

         ...

         Denemek geleneksel olarak kalıplaşan, asla değiştirilmeyen, tüm bilinenlerin ötesindeki yüksekliklere uzanmaya çalışmak, oradaki farklılıkları keşfetmek, güzelliği, erdemleri, kusursuzluğu, bilgiyi elde etmeye çaba harcamaktır... İnanıyorum ki sadece çok deneyen bireyler, toplumlar denemeyenlere göre daha çok gelişir, daha büyük ve ölümsüz eserler-değerler ortaya koyarak, daha kısa zamanda ileri ölçüde uygarlaşırlar... Çünkü denemek bir yerde yaratmaya, daha iyisini, en iyisini hatta üstününü bulmaya çalışmaktır...

         ...

         Denemek aslında yaşamaktır; yaşamakta denemek...Sadece yaşam iki kez denenemez....

         ...

         Dünyada sadece aptallar, deliler; deneme yapmadan, daha üstünü aramadan, gelişmeye, dönüşmeye, değişimeye ayak uyduramadıkları için doğdukları gibi ölürler...

         ...

         Akıl daha iyiyi bulmak için sürekli denemeyi, durmadan denemeyi; icat çıkartmayı, böylece bilinenlerin de ötesindeki bilinmeyenleri elde ederek kusursuzluğa ulaşmayı emreder... Sadece akıllı olanlar bunun bilincine vararak uygulayıp, normalin ötesindeki güzellikleri elde edip yaşamlarına geçirirler...

         ....

         Doğru, yanlışların farkına varılıp geri dönülmesi, tekrarlanmamaya çalışılması; yanlış ise yanlışların sürdürülmesidir... Bize bu sonucu deneme vermektedir...

         ...

 

    DOSTLUK...

   

    Kötü dost milli felakettir...

         ...

         Dostun parası da belası da ortaktır...

         ...

         Bazı dostlukların ömrü çıkarların ömrü kadardır; gerçek dostluklar ise çıkarlar bittikten sonra başlayandır... Bazen gerçek dostluk sadece sözde, kağıtlarda kalan; yaşama asla geçirilmeyen, insanların peşinden sürekli koşup aradıkları en güzel erdemdir...

         ...

         Dostlar kesinlikle dikkatli davranmamız gereken en yakınımızdaki düşmanlarımıza dönüşebileceği için çok dikkatli olmak gerekir…

         ...

         Kötülük yapacağını bildiğimiz için uzağında durduğumuz en güçlü düşmanlarımızdan korunmak,  bazen en yakın dostlarımızdan korunmaktan daha kolaydır...

         ...

         Acımızı paylaşmayan; sadece mutlu günlerimizde bizimle sevinir gibi rol yapan dostlarımız aslında sinsi düşmanlarımızdır...

         ...

         Bazı dostlarımızın yaptıkları kötülükleri, hainlikleri, verdikleri zararları, açtıkları yaraları, uzağımızdaki düşmanlarımız yapamazlar;  ama bazen en yakınımızdaki dostumuzun açtığı yarayı uzağımızdaki düşmanlarımız tedavi edebilir...

         ...

         Sessiz dostlarımız çok konuşanlardan daha fazla tehlikeli ve zararlıdırlar...

         ...

         Seçtiğimiz dostlarımız kişiliğimizin şöyle ya da böyle olduğunu açıkça ortaya koyan en somut kanıtlardır...

         ...

         Sırlarınızı düşmanlarınıza ve sahiplerine anlatacak kadar deli, tonka, aptal, geri zekalı dost seçerseniz, benimde sizin aklınızdan şüphe etme hakkım doğar...

         ....

         Dostsuz kalan, düşmansız da kalır... Fazla dostu olduğunu söyleyenler genellikle dostlarıyla düşmanlarını ayırt edemeyenlerdir...

         ...

         Dostlarınızla paylaşılmayacak sırlarınızın olduğunu bilirseniz , inanın dostluğunuz daha uzun süre devam edecektir...

         ...

         Sonradan olma–görme zenginlikler, 40 yıllık dostluğu bozar...

         ...

         Dostlarını iyi ve dikkatli seçenler; merak etmesinler  düşmanlarını da aynı titizlikle seçmiş olurlar...

         ...

         Kötü dostu olanın düşmana gereksinimi yoktur...

         ...

         Dostunuzun parmağına batan diken, sizin yüreğinize çuvaldız olarak batmadıysa, o dostluk dostluk sayılmaz...

         ...

         Akrabadan, komşudan dost olmaz ...

         ...

         Dostlukları kurmak kadar kırmadan-kırılmadan bitirmek de büyük başarıdır...

         ...

         Yaşamımızın her döneminde dostlarımız kadar düşmanlarımız da kendi eserimizdir...

         ...

         Bazen iyiliklerimiz, kötülüklerimizden daha çok düşman kazandırır...

         ...

         Dostumuz da düşmanımızda aslında iç evrenimizdeki öz kendimizdir...

         ...

         Akıl üzerine kurulmayan dostluklar temelsiz binalar gibi yok olmaya hükümlüdür...

         ...

         İnsanın akılsızı her taşın altında düşmanı olandır...

         İnsanın akıllısı düşman yaratmayandır... İnsanın en akıllısı ise düşmanını dost haline getirmeyi başarandır...

         ...

         Gelecekte karşılaşacakları düşmanlarını görmek isteyenler en yakınlarındaki en yakınlarındaki dostlarına baksınlar... Çünkü en acımasız düşmanlarımız en yakınlarımızdaki dostlarımız arasından çıkacaktır...

         ...

         Yiğidin akıllısı; gücünü düşmanlarıyla mücadele ederek değil; dostlarının sayısını çoğaltmakta kullanır...

         …

         Yaşamları boyunca iyi dostlar biriktirenler; ev, arsa, tarla, bina, otomobil, hisse senedi gibi değerlerden daha da bilinçli ve dengeli davranmış olurlar…

         ...

         Dostlarımızdan karşılığını ödeyebileceğimiz; düşmanlarımızdan ise kopartabileceğimiz kadarını istemeliyiz...

         ....

         Bizi yaşamımızın her anında biraz enerjik, uyanık, mücadeleci, yılmaz ve yıkılmaz, hatta ihtiraslı duygular içinde tuttukları için  düşmanlarımıza teşekkür etmeliyiz...

         ...

         Dost yaşamın, düşman ölümün adıdır;  seçim insanındır...

         ...

         Düşman yaratmak, dost yaratmaktan kolaydır ama dostlukları sürdürmek, düşmanlıkları bitirmekten daha da zordur...

         ....

         Düşmanlarımıza karşı aldığımız önlemlerin daha büyük ve etkilisini dostlarımıza karşı almamışsak, yaşamı tam olarak anlamış sayılmayız...

 

 

 

         FELSEFE...

 

Felsefe düşünüştür, görüştür, bakıştır, anlayıştır, yorumlama ve yazmadır…Felsefe beşikten mezara kadar  bilinçli olarak bilgi sevgisidir; felsefe yaşamın tamamıdır; yaşam tepeden tırnağa felsefedir...

        ...

        Felsefe belli bir bilgiye erişmiş insanın yaşamı sorgulamak yoluyla kendisini sil baştan yeniden programlamayı başarması,  her nefeste defalarca hep taze, hep yeni, hep coşkulu ve yaşamının her anına bilgece ve gülümseyerek bakmasını sağlar... İnsan aklının yarattığı en güzel, en soylu,  en erdemli sihir olan felsefe; her çağda, daha da gelişip güçlenerek insanın gereksinimlerine göre şekil alarak ona hizmet vermeye devam edecektir...

        ...

        Yaşamaya değer en büyük mutluluk bana göre hiç şüphesiz felsefeyle tanışmak; mutsuzluk ise onunla tanışmadan ölüp gitmektir...

        ...

        Hayat karanlık, felsefe ışıktır; insan bu serüvende daha mutlu, daha huzurlu, başarılı, sevgiyle ve coşkuyla yaşayabilmesi için felsefenin aydınlığına gereksinim duyar… Bunu da akıl kendisine sunar; felsefe; kendimiz olmayı, kimsenin desteğine gereksinim duymadan, ayakta durmayı öğretir... Hastalıklara gülerek katlanmayı; acılardan sevinçler yaratmayı; ölüm düşüncesinin oluşturduğu korku tünellerini yok ederek daha özgür yaşamamızı sağlar... Ayrıca; bilgeliğin en somut görüntüsü olan alçak gönüllü olmamız kadar, başarılarımızla da aşırıya kaçmadan övünmemize izin verir...

        ...

        Felsefeyle uğraşmak; yaşamı gereksinim duyduğu bütün amaçlarına  en uygun biçimde kullanarak dünya isimli gezegendeki bu serüveni hatasız, yüzde yüz başarıyla tamamlamaktır...

        ...

        Fikir temelde ne iyidir, ne de kötüdür; ona değer  kazandıran, karşısına konulan boş, anlamsız hatta kötü fikirlerdir... Başka deyişle fikirlerin yüce, eşsiz oldukları karşıtı fikirlerin ortaya koyması, onlarla çatışmasıyla anlaşılır... Felsefe bu görevi başarıyla yerine getirir; aklı kullanmayı, tartışmayı, iyiyi-kötüyü birbirinden ayırma konusunda insanlara yol gösteren baş rol oyuncusudur...

        ...

        Felsefe erdemli, gönençli, dertsiz yaşamayı öğrettiğinden daha çok ölüm korkusunu sorun etmemeyi, hatta onu gülümseyerek karşılamayı, bedenimizin bir organı, doğal bir çiş yapma, hapşırma, acıkma-doyma gibi benimsemeyi de öğretir...

        ...

        Felsefe insanın tarihinden başlayıp, kendi içinde tutsak ettiği paslanmış prangaları açmak için akıl isimli içinde sayısız anahtar bulunan ışığı sunar... Felsefeyle uğraşanlar, içsel prangalarından kurtulmayı başardıkları için daha özgür düşünüp, daha özgür davranıp doğrulara ve gerçeklere hatta özgürlüklere daha fazla dokunurlar; bu yüksek erdemli değerleri yaşama biçimi haline getirebilirler...

        ...

        Felsefe; bireyin düşüncesine gerek kendisi, gerek toplumun koyduğu tüm sınırları kaldırarak; bütünün bir parçası olan insanı her türlü sınırların dışında yaratıcı düşünmesini sağlar... Daha iyiye, sıfır hata, yüzde yüz başarıya yükseltmek için yanıt ararlarken; felsefe yaşamın tamamını kucaklar; insana aklının aydınlığını sınırsızca kullanmasının yolunu gösterir; böylece insan uzayın tüm sonsuzluğunu, bütününü içine alıp sorgular, yanıtlar arar, bulur, iyi ve olumlu yanların uygulayarak mutlu biçimde bilgece tüm zorlukları aşarak varlığını gideceği son noktaya kadar rahatlıkla ve coşku içinde taşımayı başarır…

        ...

        Felsefenin ruhunu olgunlaştırarak, bilinenlerin, bilineceklerin de ötesine taşıyamayacağı insan yoktur...

        ...

        Okumak ruhu aydınlatır; felsefe ise olgunlaştırır, bilgeleştirir; ölümsüz düşüncelerin efendisi yapar...

        ...

       

 

    FUTBOL

    Futbol devasa halk kitlelerini peşinden aptalca sürükleyen içi ve dışı da boş bir sevdadır... Stadyumda 22 kişinin aktif olarak oynadığı futbol peşinden milyarlarca insanı sürükleyen bir sihir–okus/pokus, yani cambaza bak derken insanların cebini boşaltan ulusal ve uluslar arası bir örgüttür…

         ....

         Maçlar, gerek futbolculara, gerek hakemlere,  her seyircinin günlük, haftalık, yıllık stresini küfür ederek attıkları içi boş-soyguncu organizasyondur...

         ...

         Statlar eşlerine, çalışma arkadaşlarına, amirlerine, hatta çocuklarına edemedikleri küfürleri futbolculara, hakemlere haykırmak için gelen, üstelik bu konuda para verip küfür eden küçük insanların büyük taraftar olduğu boş bir uğraştır...

         ....

         Futbol çocuklukta sevda, delikanlılıkta meslek olarak seçildiğinde çoğu kişide hayal kırıklığı yaratır...

        ....

        Çocuklar maçlara fotograflarını gazetelerde gördüğü, televizyonlardan izlediği futbolcuları yakından görmeye, delikanlılar futbolcuların top oynadıkları sırada teknik ve taktiklerini öğrenmeye, ileri yaştakiler erkekler ise yitirdikleri gençliklerini, cinsel diriliklerini, fiziki güçlerini genç futbolcu bedenlerini izleyerek anımsamaya, kadınlar ise yakışıklı futbolcularla hayallerinde bile olsa sevişmek için giderler...

        ....

        Futbolcu ile koşu atları arasında hiç fark yoktur; ikisi de sahiplerine daha çok para kazandırmak için, son dakikaya şampiyon olarak girmek için koşarlar...

        ...

        Futbol bedeni geliştirir, insanların ve bu işi yapan profesyonel futbolcuların düşünme-muhakeme yapma yeteneğini ömürleri boyunca ortadan kaldırır...

        ...

        Futbol sadece gençlikte oynanır, yaşlılıkta izlenir...

       

 

 

 

        GAZETECİ...

   Çağının en büyük tanığı olan gazeteci; yaşadığı dönemi günü gününe yazan, tarihe  zamana ve insanlığa karşı sorumlu olan kişidir...

Akıllı gazeteci de sadece çalıştığı kuruma haber hazırlamayıp, günlük tutup, öz yaşamını da insanlara anlatabilecek erdemlerle dolu bir yaşam çizgisi izleyebilmeli, ayak izlerini-deneyimlerini gelecek yeni kuşaklara belgesel olarak sunabilmelidir…

         ...

         Gazeteci; toplumu, insanı, politikacıyı, hatta dünyayı her zaman kendisinden daha iyi tanır...

         ...

         Gazeteci binlerce kişi arasında yalnız insan; yüzlerce türlü yemeklerle donatılmış sofralar arasında aç, kasalar dolusu paralar karşısında yoksul, devletin tüm yetkilerini elinde bulunduran kişiler arasında yetkisiz kişidir... Gazeteci bazen de soylulardan daha soylu; devlet yetkililerinden daha da yetkili, hatta  hırsızın karşısında polis rolü oynayan kişidir...

         ...

         Gazeteci çok iyi bir dost olduğu kadar; bazen de kusursuz bir düşman haline dönüşebilme potansiyeliyle doludur...

         ...

         Gazeteci başkalarının yaşamlarını izlerken kendi yaşamını unutur...

         ....

         Gazeteci tek başına dünyayı değiştirmeye kalkan; inanılmaz hayaller kurup yaşamaya çalışan duygusal kişidir...

         ....

         Gazeteci öyle çok bilgilere-belgelere ulaşır ki; bazen hiç birisini kamuoyuna açıklamaya cesaret edemediği için çoğunlukla sırlarıyla ölür ...

         ...

         Gazeteci başkalarının yaşamlarını izlerken kendi yaşamını unutan kişidir...

         ...

         Gazeteci olaylar karşısında bazen geri zekalıdan daha geri zekalı, bazen de dahilerden daha dahidir...

         ...

         Gazeteci yasadışı örgütlere, teröre, mafyaya, haksızlıklara, sömürülere tek başına karşı koyacak kadar büyük ve cesur bir yüreğe de sahiptir...

         ...

         Gazetecilik bazen sevgiyle, çoğunlukla da ölümle arkadaşlık etmektir...

         ...

         Gazeteci ünlü olmak için yola çıkan; mesleğinin çekici yanlarına kapılarak yoksulluğuna, her türlü tehditlerine, yıllarca tazminat ve para cezaları istemiyle yargılanmalara, hatta açlığa ve de ölüm risklerine, direnerek genellikle de aç ölen kişidir...

         ...

         Çağının en büyük tanığı olan dürüst ve erdemli gazeteci, yaşadığı dönemi günü gününe yazan, tarihe ve insanlığa karşı sorumlu olan kişidir...

         ...

         Gazetecinin  tek ve en değerli varlığı kalemi ve onurudur...

         ...

         Hangi çağda, hangi kültürde, hangi devlet sınırları içinde yaşarsa yaşasın her gazeteci topluma doğruyu göstermeye hükümlüdür...

         ...

         Gazeteci ünlü olmak isteğiyle yola çıkan, mesleğin çekici yanlarına kapılarak  yoksulluğuna–açlığına–her türlü olumsuzluğuna ömür boyu direnen, meslekten çıkmak yerine  çırpındıkça daha da çok gazeteci olan kişidir...

         ...

         Gazeteci bazen kendinden başka herkese çaredir...

         ...

         Gazeteci sinir sistemi cımbızla alınan her türlü olay karşısında tepki göstermeden–taraf olmadan , tarihe tanıklık yapan kişidir...

 

 

 

 

 

 

   GELECEK...

   Geçmişini yok sayarak  gelece biçim vermeye çalışmak  olanaksızdır... Geçmişten alınan dersler sayesinde gelecek daha az kusurlu, daha çok başarılı ve de mutlu biçimde şekillenecektir...

Çünkü geçmiş yaşam zincirimizin geride kalan halkalarıdır... Kirli, paslı, kopuk, eğri, yaralı, darbeli de olsalar bize aittir... Yerine oturmayan, söküp atmak istediğimiz geçmişte kalan bölümlerini yeniden oluşturma olanağına sahip değiliz...    Yapabileceğimiz tek şey; gramajlarını, atom moleküllerini, pas cinslerini çok iyi bildiğimiz geçmişimizi iyi değerlendirdiğimiz ölçüde daha az kusurlu halkalar yaratıp geleceğimizi daha da yükseklere taşıyabiliriz....

         ....

         Geçmişte gerçekleştirdiğimiz, ya da gerçekleştiremediğimiz hayaller, umutlar, başarılar, tutkular, ihtiraslar geleceğimizi acımasızca tıkar..

         ....

        İnsanın mutlu bir gelecek için, mutsuz bir bedel ödemesi gerekir...

 

        Gelecekle buluştuğunda insan; ne gelecek o gelecektir, ne de insan artık o insandır…

 

        Bazen acı da olsa kaçılamaz gelecekten...

 

        Bilge tüm geçmişinde olduğu gibi geleceğinde de, önüne çıkacak olumsuzluklara bugün olduğu gibi sessizce katlanır…

 

        Hayallerinin boş olduğunu insan geleceğe ulaştığında anlar…

 

        İnsanın ömrü, asla ulaşamayacağı göreceli bir geleceğe koşmakla geçer…

 

        Geleceğini sevgin-hoşgörün-pozitif bakman kadar parlak, güzel ve aydınlık; korkuların ve kötülüklerin kadar da karanlık ve acılı bulacaksın...

 

        Geleceğimize her zaman son noktayı üzerine titrediğimiz ölüm koyar…. Bu öyle bir noktadır ki, ortada ne biz ne de geleceğimiz kalır…

 

        Çok şeyler bekleyerek gelecekte hayal kırıklıklarını yaşamaktansa, hiç bir şey beklemeden yaşamın önümüze koyabileceği bir takım sürpriz olabilecek zenginlikleri bulmak daha güzel olmalı…

 

        Göstereceği çabalarla, kendi geleceğini kralı ya da kölesi olabilir insan...

 

        Gelecekte gül bahçemizi yaratan nedenler, dikenleri de yaratır…

        Akıllı her insan geleceğini titizlikle hazırlar; salaklar tembelce ve uyuşuk biçimde yaşadıkları için sadece bulduklarıyla yetinir…

 

        Geleceğimize en büyük başarılarımızı da götürmek isteriz; başarısızlıklarımız kendiliğinden gelir…

 

        Gelecekte bulacağın sende tüm değerler gibi, bugün ellerinle yarattığından başkası olmayacaktır…

 

        Sabırla şekil veremediğimiz hiçbir gelecek, mutluluk getirmez…

 

        Geleceklerinden endişe edenler aslında bugünlerinde de başarılı olamayanlardır…

 

        Bugün yaptıklarından gelecekte çok az insan pişmanlık duymaz…

 

        Geçmiş zaten yaşanmış, yok olmuş, bitmiştir; insan henüz başlamamış olan geleceğe egemen olmaya çalışmalıdır...

 

        Geçmiş yürünmüş geride kalan yoldur, gelecek ise yürünmesi gereken heyecanlı asfalt-otoyoldur…

 

        İnsan akıllı davranırsa, geçmişinden alamadığı tüm heyecanı geleceğinde yaratabilir…

 

        Geleceğin hayali, her zaman gerçeğinden daha fazla doyum sağlar insana…

 

        Bir tek şu an; yüzlerce yıllık sonsuz gelecekten daha anlamlıdır, değerlidir…

 

        Gönençli bir geleceği kimse getirip sunmayacaktır, dişimizle, tırnağımızla yaşamımızla o bizim kendi eserimiz olacaktır…

 

        Yaşam yolculuğunun iyi organize edilmiş, hoş lezzetler, tatlar ve zevklerle geçmesi için yapılan hazırlığa gelecek diyoruz…

 

        Kusurlarımızı azalttığımız ölçüde, kusurları az bir gelecek düşünebiliriz…

 

        Geleceğin sihrini yaratmanın peşinde koşmaktan, pek çok insan içinde bulunduğu anın değerini anlayamaz...

 

        İyi bir geleceğe dinamik biçimde dönüşerek, devinerek değişerek, gelişerek ulaşırız…

 

        Sadece bilgelerin düşündüğü, olgunlaştırdığı beklediği ve gelecekle buldukları birbirinin aynısıdır…

 

        Geleceğin güzel olabileceğini düşünmek bile, hayallerin en güzelidir…

 

        Yaşlılığımız en büyük ödül, mutlu bir gelecektir. O ödülü kimsenin vermesini beklemeden, yaşamımız boyunca gelecek isimli ödülümüzü sadece biz kendimize vermek için hazırlarız…

 

        Sağlıklı, akıllı, kimseye muhtaç olmadan, kendi ayaklarının üzerinde durarak ulaşılan seksen yaştan daha büyük ödül olabilir mi gelecekte insan için…

 

        Geleceklerinde akıllı olmayı düşünenler, bugün akılsız olduklarını açıklamaktadırlar…

 

        Yanlışlarımız bugünümüz gibi geleceğimizi de elimizden alır.

 

        Her yanılgımız bugün olduğundan daha çok geleceğimize zarar verir…

 

        Geleceğimize doğrularımızdan daha çok yanılgılarımız şekil verir. Bu da bozuk, acılı, hüzünlü bir gelecek anlamını taşır…

 

        Geleceği güzel ve coşkulu bulmanın en güzel yolu insan üstü gayretle çalışmaktır.

 

        Geleceğimize yürürken bugün olduğu gibi yanılgılarımız bizi asla terk etmez. Öyle ki, bazen mezara kadar gölgemiz gibi peşimizden gelirler…

 

        Akıllı davranın insan; geleceğine acı–keder yerine mutluluk ve sevinç taşır…

 

        Akılla biçimlenen gelecek, elbette duygusal olarak hazırlananlardan daha coşkulu, gönençli ve aydınlık olacaktır.

 

        Kendini aşmakla mutlu bir geleceğin anlamları birbirini tamamlayan iki yarım parça gibidir…

 

        Görkemli bir gelecek kendimizin, hatta düşüncelerimizin bile ötesinde bekler. Ancak, kendisini aşabilenler mutlu geleceklerine ulaşabilirler…

 

        Geleceğin mutlu, görkemli olacağına inandığında, başarın kat kat artacaktır. Bir kuşun kanatları sanki acılarının arasından çıkartıp uçarak seni geleceğe taşıyacaktır…

 

        Gelecek isimli avuntu olmasaydı, bugünün acılarına nasıl katlanacaktık?

 

        Aklın geleceği görkemli, mutlu ve başarılı hale getirmesine, duygularımız engel olur. Bazen de koyduğu engellerle bunu üstün ve inanılmaz derecede başarır…

 

        Çelişkiler olmasaydı, geleceği güzelleştirmek kaygısını taşımazdı insan…

 

        Bugünü iyi olmayanın, yarınından iyi bir gelecek beklemesi hayaldir…

 

        Gelecek daha çok hesap hataları ve yanılgılar korosu şeklinde karşılar bizi.

 

        Başarısı, mutluluk sınırları, bilgeliği ne kadar ileri ve üstün düzeyde olursa olsun yanıltmayan gelecek yok gibidir…

 

        Geleceğin umut edilenle bulunanlarının farklı olmasının nedeni pozitif olarak iyi hesaplanamayan olanakların dışında düşünülmesidir…

 

        Karanlık, bataklık, acılardan oluşan yaşamın dar yollarına insan; geleceğin aydınlık çiçekler, sevgiler, sevgililerle dolu hayalleriyle katlanabilir…

 

        Geleceği zengin ve mutlu düşünme-hayal etmek, umutsuzluktan iyidir…

 

        Ömrümüzün tamamına yakını mutlu, görkemli, coşkulu bir geleceği elde etmenin zaferini hayal etmekle geçer…

 

        Geleceği bir beklenti olmaktan çıkartıp; ulaşılan, yaşanan anlardan oluşan bir zafere dönüştürebilen insanlara bilge denir…

 

        Yaşamın gerektirdiği her türlü koşullarını başkalarının belirlemesine izin verirsen, geleceğinden koskocaman bir yenilgi bulacağını unutmamalısın…

 

        Geleceğinin kralı olmak istiyorsan, bugününün çalışmanın, savaşmanın, mücadele etmenin ve emek harcamanın tartışmasızca kölesi olmalısın…

 

        Gelecek hepimizi yanıltır; biz de geleceği. Bunun adı yaşamdır…

 

        Bugünün olduğu gibi geleceğin de içi boştur; insanın ömrü bu boşluğu doldurmaya çalışırken tükenir…

 

        Ne kadar çalışır, hazırlık yaparsak yapalım, her zaman gelecekte ilk defa karşılaşacağımız genellikle de yenileceğimiz çok şeyler olacaktır…

 

        Hiç bir gelecekte mucize aranmamalıdır. En büyük mucize bugünde ve gelecekte insanın kendisine hakim olmasıdır.

 

        Hayatın kendisi başta olmak üzere aslında her insan mucizedir; ama geleceği asla bir mucizeye dönüştüremez…

 

        İyi düşünmek, iyilik yapmak, erdemli davranmak geleceği mucizeye dönüştürmese bile katlanılabilir hale getirir…

 

        İnsanın bugün olduğu gibi gelecekte de en büyük zenginliği yaptığı iyilikleridir…

 

        Yaşam bir koşudur, insan hem rakiplerini hem de kendini geçmek için geleceğine doğru koşan bir yarışçı hatta savaşçıdır…

 

        Gelecek yarışında birinci olman için bugün, her nefesinde, her adımında kendini geçmen gerekecek…

 

        Gelecek de geçmişte olduğu gibi dertlere katlanmaktır…

 

        Geleceğimizi içinde bulunduğumuz bugünden şekillendiririz. Beğenirsek bilgimize, becerimize,  zekamıza mal ederiz, hoşumuza gitmezse de suçu şanssızlığa-başkalarına yükleriz...

 

        İnsan sevemeyeceği geleceği yaratmak için her türlü tedbirsizliği, bilgisizliği, başarısızlığı, tembelliği, dedikoduyu, entrikayı, yalanı hayatına katmaya bayılır…

 

        Bulunan ve yapılmaya çalışılan geleceğin farklı olmasının tek nedeni, insanın olanaklarının ve yeteneklerinin sınırlarının farkında olmamasıdır…

 

        Geleceğimize bizimle birlikte ulaşana korkularımız, aslında yerine olumlu ve güzellikler koymayı başaramadıklarımızdır…

 

        Geleceğe sadece sevgi, dostluk, coşku götürmeliyiz. Korkularımıza, başarısızlıklarımıza, tembelliklerimize çöplüklerde her zaman yer vardır…

 

        Çalışan ve başaran her insanın güzel bir gelecek umut etmeye hakkı vardır…

 

        Mutlu-özünü aşıp eserler vererek ulaştığı geleceğinde, yeniden doğmayı, her nefesinde sil baştan kendini yeniden güncellemeyi  başaran insana bilge denir…

 

        Hastalıksız bir gelecek gelmeyecektir…

 

        Ömrü bittiğinde-yani öldüğünde bile çok kişi geleceğine kavuşamamıştır…

 

        Gelecek sadece özgürlüğün ülkede, kentte, yaşamda, mutluluğun olduğu yerde beklenmelidir…

 

        Çok uzun bir bekleyiş gibi görünen geleceğin hep gelecek olarak kalmasını isteriz. Çünkü hayallar bitecek, umutlar tükenecek, dayanılmaz acılarla karşılaşacaktır insan...

 

        Geleceğinde insan çok değişmiş, çok gelişmiş, inanılmaz eserler ortaya koymuş, dünyadaki en başarılı kişi haline getirmeyi başardığı kendisiyle buluşmak ister. Ancak aradığı kendini bugün ve gelecekte asla bulamaz…

 

        Geleceğimize egemen olmak, bugünümüze egemen olmaktan geçer…

 

        Geleceğimizi elbette çok güzelleştirmek için çabalamalıyız ama bugünlerimizi de dolu dolu yaşamalıyız…

 

        Bu günümüze olduğu gibi geleceğimize de tadını, ölümün acısı verecektir…

 

        Yaşamla vedalaşmadan, geleceğinin içine gir, yaşa, pişman olsan da olmasan da hiçbir şey fark etmeyecek…

 

        Belki de gelecekle uzlaşmanın tek yolu, gelecekle ilgili tüm tasarı ve düşüncelerimizi geleceğe bırakmaktır…

 

        Geçmişte olduğu gibi gelecekte de yanımızda kalacak tek şey yaşamdan aldığımız tatlar olacaktır…

 

        Geleceğimizi, adliye, karakol, tutuk ve ceza evlerimiz yapmamak, en büyük zaferimiz olacaktır…

 

        Geçmişte olduğu gibi gelecekte de mutluluğu insan yaptığı iyiliklerde aramalıdır...

 

        Geleceğimizi başkalarının onayıyla güzelleştirmeye çalışmak onu öldürmektir…

 

        Yanlışların üst üste konulduğu-yaşandığı bir serüvende doğru bir gelecek yoktur…

 

        Geride kalan her geçmişimizle birlikte biz de biteriz;  düşünsel olarak başarabilirsek taze umuttan oluşan bir gelecek beklentisinde yeniden doğarız…

 

        Dünyanın değil, bizim nereye gittiğimiz önemlidir gelecekte.

 

        Gelecekte dünya da zamanda olacak, sadece biz olmayacağız…

 

        Mutlu bir geleceğime inanıyorum, çünkü kendime inanıyorum…

 

 

 

 

 

 

   GENÇLİK...

 

    Geçmişimizi düşündüğümüzde en çok aradığımız şey gençliğimizdir...

         ...

   Geleceğin dünyası verilen olanaklar ölçüsünde gençlerin ellerinde şekillenecektir...

         ...

         Gençlerini iyi eğitmeyen insanların–ulusların yarınları yoktur...

         ...

         Gençlik yaşamın coşkulu, en renkli, en kısa, ama bir daha asla yaşanmayacak mevsimidir; bin gençlikten dokuz yüz doksan dokuz tanesi heba olup gitmiştir; gençliklerini  iyi değerlendirmenin sırrına insanlar genellikle  yaşlılıklarında fark ederler ama yapılacak bir şey kalmamıştır...

         ....    

         Gençlikte ekilen ağaçların meyvesinin tadına yaşlılıkta doyulmaz...

         ...

         İyi yetiştirilen genç; iyi toplum, iyi yarın, mutlu gelecek, mutlu dünya demektir...

         ...

         Gençlik yaydan fırlayan okun havada kaldığı süre kadar kısadır...

Ok  yaydan fırlamadan önce iyi nişan alındığında hedefin tam ortasına  saplanır; iyi nişan alınamayan ok nasıl çirkefe düşüp saplanarak yok olursa; iyi eğitilmeyen, iyi yönetilemeyen, iyi yönlendirilemeyen gençlik içinde bu kural geçerlidir...

         ...

 

         YALNIZLIK ....

    Yalnızlık dünya isimli sahnede sergilenen tek kişilik oyundur... Senaryo yazarı, oyuncusu, ışıkçısı, perdecisi, kostümcüsü, uygulayıcısı da  yalnızın kendisidir...

         ...

    Tek umudu ve umutsuzluğu yalnızın kendisidir...

         ...

         Yalnızlık yaşamın izlerini havaya kazımaya çalışma inadıdır...

         ...

         Yalnızlık insanın kendisinde asla çözemediği kördüğüm olmasıdır; varlığının sonuna kadar öyle yaşamasıdır...

         ..

         Yalnız kendi dünyasının bazen korkak, bazen de kahraman imparatorudur...

         ...

         Yalnızlık yaşam sahnesinde kişinin sadece kendi hamallığına katlanabilmesi, bazen de o yükün altında kalarak ezilmesidir...

         ...

         Yalnızlık her ülkede, aynı dili konuşan dünya yurttaşıdır...

         ...

         Yalnızlık insanın acınacak yanının, çaresizliğinin, görülebilir halde yaşam isimli sahnede sergilenmesidir...

         ...

         Yalnızlık insanın içindeki sonsuz evrende yitmesidir… Yalnız insanın içindeki dipsiz karanlık kuyulara ışık hızıyla durmadan düşmesi, çok istemesine rağmen asla geriye dönememesi; sonsuz  ve yaşam boyu süren yolculuktur... Ve yalnız her zaman kendisini bekler, kendisini özler, kendisine gider, kendisinden döner, kendisinden kaçar, kendisine sığınır...

         …

         Yalnız bir türlü kavuşamadığı özüne hasret, kendi sevgilisidir... Her yalnız kendi öyküsünün kahramanı, çöpçüsü, baykuşu, efendisi, kölesi, yaratıcısı, inancı ve yok edicisidir...

         ...

         Yalnız kişinin kendi kendine verdiği ölümüne kadar tek kalma, ısrarla ve körlemesine yalnız yaşama cezasıdır...

         ...

         Yalnızlık hayal kırıklıklarından oluşan çöplüğün altında kalan ve çıkartılmaya çalışılan kirlenmiş ve boşa gittiği var sayılan bir yaşamdır...

         ...

         Yalnız hem kendisini  kendisinden kurtaramadığı; hem de ölemediği için yaşamını zorunlu olarak devam ettiren kişidir...

         ...

         Yalnızlık insanın soğukkanlı yaratılması değil; hayatın önüne koyduğu karşılaştığı sorunlar, haksızlıklar, üç kağıtçılıklar, yasadışı uygulamalar, yalanlar, üç kağıtçılıklar, hileler, entrikalar karşısında ruhunu yaşamdan soğutmasıdır... Bu davranışı geliştirmesi, yaşamı böyle görmesidir...

         ...

         Yalnızlık gündüz yaşanan ışıksız, yağmurlu, bulutlu, zifiri karanlık gök yüzlü bitmeyen hep aynı kalan sürekli  bir gecedir...

         ...

         Yalnızlık yaşam boyu aynı noktaya bıkıp usanmadan bakmaktır...

         ...

         Yalnızlık insanın tüm duyu organlarını dış dünyaya kapatarak yaşam süresinin dolmasını-ölümünün kendisini bulmasını kör, sağır, dilsiz, topal, çaresiz  beklemesidir...

         ...

         Yalnızlık yazılamaz… Çünkü onun tarifi yoktur… O sadece yaşanarak anlaşılır ve anlatılamaz... Özelliği ululuğu yada öldürücü yanı bilinmezliğinden gelmektedir....

         ...

         Yalnız olmadığını iddia edenler; yalnızlıklarının bilincinde olmayanlardır...

         ..

         Küçük ruhlara göre değildir yalnızlık… Sadece aptallar, deliler, filozoflar ve bir de dahiler yaşama biçimi haline getirdikleri yalnızlıklıyla; ne kadar bilge, kahraman, üstün  insana yakın varlıklar olduklarını kanıtlarlar... Akıllılar yalnızlığa yakalanmamak için özgürlükleri başta olmak üzere ekonomi,onurları başta olmak üzere, her türlü özgürlüklerinden ödünler vererek çoğul yaşamayı başaran evcil yaratıklardır... Öyle ki bu duygudan korktukları için kendilerinden daha az eğitilmiş daha az gelişmiş, daha az çağdaş daha az zekalı kişilere köle olarak her şeyleriyle onlara bağımlı halde yaşarlar... Akıllıları bırakın yalnız yaşamayı, bu düşüncenin geçtiği beyinlerinden bile korkarlar ,günlerce , aylarca uykularını kaçırarak yaşam dengelerinin alt üst olmasına neden olurlar... Zaten yalnız yaşamak da korkak, ödleklere göre değildir...O büyük ruhların büyüklüklerini kanıtlamak için doğanın ortaya koyduğu olağanüstü bir sihir ölçüsüdür...

         ...

         Yalnızlık resim yapılmamış boş, beyaz, lekesiz bir tual’ dir...

Ve yalnız gün gün, nefes nefes yaşamıyla o tuali dolduran, dünyadaki canlılık süresince yaşadığı serüvenleri oraya aktaran kişidir...

         ...

         Yalnızlık yaşamla kişi arasında giderilmesi olanaksız, asla sağlanamayan iletişim kopukluğu, kapatılamaz uçurum, aydınlatılamaz sonsuz karanlıktır...

         ...

         Yalnızlık bir tür yaşamdan istifa ederek, ölüme geçmek için krizli ve acılı bölgedeki yaşamın uzun süren halidir...

         ...

         Yalnızlık yaşamın iddiasız denemesidir...

         ...

         Yalnızlık her günü, her anı, her saniyesi yaşamla yazılmaya çalışılan bir öyküdür...

         ...

         Tamamı altından daha da değerli varlıklarla ölçülebilecek kadar değerli mucize zamanlardan oluşan tek yaşamaya yalnızlık deniliyor...

         ....

         Yalnızlık dürüstlüktür…Yalnızlığı herkes değil sadece onurlu, dürüst, yalandan uzak, erdemli insanlar yaşama şekli haline getirebilirler…Çünkü onlar kendisini yaşayan maske takma gereği duymayan, kendisini seven, ruhuyla bedeni birbirleriyle barışık değerlerinden ödün vermeyen kişilerdir.. Bu onurlu kişiler ancak yaşamlarında yalnızlığın tüm yükünü kaldırabilirler...

         ...

         Yalnızlık sıcak yaz güneşinin altında bile görünmeyen içsel yağmurlarla sırılsıklam ıslanmaktır...

         ...

         Dışarıdan bakıldığında kapalı bir kutu görüntüsü veren yalnız;

İçini sadece kendisine açan, olağanüstü zenginlikler, çoğul yaşayan insanlardan daha coşkulu, renkli bir kişidir... Ama onun sahip olduğu bu üstünlükler, üzüntüyle belirtmeliyim ki; kendisi dışında hiç kimse tarafından keşfedilemeyecektir; çünkü yalnız buna izin vermeyecek, diğer insanlarla paylaşmayacağı için de bu değerlerini mezarına taşıyacak, hepsinden daha da kötüsü toprağa gömülüp o zenginliklerle dolu benzersiz define yalnızla birlikte yok olacaktır…

         ...

         Yalnızlık çağında da anlaşılmamaktır...

         ...

         Yalnızlık insanın iç ve dış evreninin kaşifliğini yaparken kendisiyle yetinmesi; kendisinde sadece kendisiyle yaşama özgürlüğüdür...

         ...

         Yalnızlık kendi değerlerinin hakimi ve kralı olduğu tek kişilik sessiz dünyadır...

         ...

         Yalnızlık yaşamla ölümü eşitler...

         ...

         Yalnızlıktan kurtulan; aslında kendinden kurtulur...

         ...

         Yalnızlık tek kişilik parti, politika, iktidar,muhalefet, lider; istediğinde kendisini ömür boyu hapse mahkum eder; istediğinde beraat ettiren tek kişilik mahkemeden oluşan gizemli dünyadır...

         ...

         Yalnız ömrünü, varlığını, sadece kendisine adayan kişidir...

         ...

         Her yalnız diğer insanların fark edemediği tek kişilik sonsuz ve çok büyük ve çok zenginlikler içeren inanılmaz bir definedir;  yalnız  her çağda kendisinin keşfedilmesini sabırla beklemektedir... Keşfedildiğinde inanılmazlıklarla dolu ve çok renkli bir dünya olduğu saptanır… Ama ölümüne kadar fark edilemese yok olup gitmektedir...

         ...

         Yalnız isteyerek ya da istemeyerek girilen düşünce dünyasında ısrarla sürdürülen dış dünyaya kapalı bir yaşamdır...

         ...

         Yalnız sadece dünyasının yalnız imparatorudur… O yalnız öz dünyasına, sadece kendisine hükmederek yönetir, eşsiz ve erişilmez dünyalar kurar,  kendi içinde; bu dünyalardan istediğine imparator olur; istediğinde  keyfine uygun yeni dünyalar yaratır oraların seçeneksiz imparatoru olur.... Kendini evrenin rakipsiz imparatoru olan yalnızları kurtarmaya çalışmak, onu, yarattığı eşsiz dünyalarını, imparatorluklarını elinden almaya, yok etmeye kalkışmaktır... Bırakın  tek başına yaşasın; kendi hayaller dünyasını kurup, yıkmayı, kendisini o dünyaların imparatoru ve çöpçüsü olarak düşlemeyle yetinsin; yalnızı dünyasından çekip çıkartmaya çalışmak cinayettir...

         ...

         Yalnızlık kurtuluşu olmayan içsel tutsaklıktır...

         ...

         Yalnızlığı  sadece sağlıklı, ekonomik olarak güçlü geçirilen dönemler toplamı değil; aynı zamanda  hasta, yoksul, yaralı, hatta deli olarak da sürdürme cesareti ister...

         ...

         Yalnızlık insanı her gün yeniden doğurup, yeniden yoğurup, her sabah baştan yaratır...

         ...

         Yalnız önce aptalca parçalayıp dağıttığı dünyasını yeniden toparlamaya çalışan ama bunu  başaramadığı için de tek başına da olsa bari kendisini kurtarmaya çalışarak varlığını sürdüren, bu arayışı devam ettirirken de yok olup giden kişidir..

         ...

         Yalnızlık yaşamın en uzun, renkli, vazgeçilmez ama tek başına görülen rüyasıdır...

         ...

         Yalnızlık kişinin kendi kendisine yönelttiği tehlikeli, bazen de öldürücü olan güçlü bir silahtır...

         ...

         Yalnızlık gizemli bir dünyadır… Yalnızlığın sadece başlangıcı vardır;  bitişi ve çıkış noktası yoktur... Ölüm sessizliği olan yalnızlığın suskunluğunu kimse bozamaz; buna ona izin vermez...O bazen girilemeyen ve çıkılamayan dünyanın kralıdır.. Bazen  iki yanı da keskin bir bıçak arasında yaratılan düşünceler dünyasından çıkamamak, tutuklu halin orada sürmesidir...

         ...

         Yalnız ömür boyunca nefesiyle olşuturduğu, tek kişilik sevgi devletinde  kendisini kimseyle paylaşmak istemeyen kıskanç imparatorudur..

         ....

         Yalnızlığın tarihi insan tarihiyle, tarifi de insan sayısıyla eşittir...Ve yalnızlık insanın en eski, en soylu, en iyi tanıdığı, en kıdemli dostudur...

         ...

         İnsan kendi türlerinin çokluğu içinde  çoğul yaşadığı için evrendeki yalnızlığının bilincine yavaş yavaş varmaktadır.. İnsan yalnızlığını tam olarak anladığında çok büyük acılar çekecek, evreni daha ciddi boyutlarda araştıracaktır... Ancak büyük ölçekli yıllar ve zamanlar sonunda diğer galaxilerdeki varsa kendi soyuna, yoksa o noktalara ulaşacak, dünyadaki yaşamını oralara taşıyacaktır...

         ....

         Yalnızlık  fiziki eşsizlik, ruhsal varsıllıktır...

         ...

         Bilgi yalnızlığın acısını arttırır...

         ...

         Yalnız tüm evreni, yaşamı iyi gözlemleyen, hatta çoğu zamanda kendi içinde kendisini nefes nefes arayan, özünü bulmak isterken kendinde yiten varlıktır...

         ....

         Yalnız insan aslında çok büyüktür... Yalnız korku, endişe, şüphelerini yenmeyi, onların üstüne çıkmayı başardığı, diğer insanların çoğul biçimde savaştığı olaylara tek  başına karşı koyduğu için büyüktür... Dünyada en büyük insan kimdir diye sorsalardı? Ne dahiler, ne devlet başkanları, ne ulusal kahramanlar, ne krallar, ne de imparatorları gösterirdim.. Bana göre dünyanın en büyük insanı tüm engelleri aşarak bilginin ve bilgeliğin arayışında olan, kendini ve iç-dış evrenini çözmek için gözlemler yapan,  kendisini gerçekleştirmek için tüm zamanını ve tüm varlığını bu yolda harcayan ve  bunu başaran yalnızların olduğunu söylerdim...

         ...

         Yalnız tek bir çiçek gibi açtıktan sonra; yine tek bir çiçek gibi yok olup gitmek için girilen dönüşsüz yaşamın tek çıkış  yoludur...

         ...

         Yalnız toplumun klasik dünyasıyla yetinmeyen; yeni bir boyut, yeni dünya arayışlarında olan ama genellikle de boşa kürek çekiyormuş izlenimi veren evrendeki belki de en akıllı insandır...

         ...

         Yalnızlık filozoflaştırır; filozofluk da yalnızlaştırır…

         ...

         Yalnızlık kötülük, yanlış yapma, yalan söyleme, aldatma, hırsızlık yapma, sahtekarlık, emek sömürme, döneklik, ilkellik,  suç işleme, topluma-devletine-insana zarar verme gibi tüm olumsuz duygularını aşarak zararı ve yararı sadece  kendisine ait olan bireysel bir yaşam seçeneğidir... Ve sadece sözcüklerde kalan “ONUR” u oradan çıkartarak yaşama biçimi haline getirmeyi başarma kahramanlığıdır...

         ...

         Yalnızlık; sonsuzlukta, sonsuz olma isteğidir...

         ...

         Bazı dostlar dokunmazlar ama, bazı dostlar yalnızlığı arttırır...

         ...

         Yalnız milli kahramandır… Yalnızlık herkese teni kadar yakın, nefesi kadar içinde, kanı kadar damarlarında dolaşmaktadır... Her insan yaşamının her aşamasında şöyle ya da böyle yalnızlığının bilincine varabilir onu tadabilir... Onu ancak hak edenler, saygıyla yaklaşabilenler, istediği her türlü özveriyi gösterebilenler yaşama ayrıcalığına ve seçkinliğine ulaşabilenler; bu niteliklerinden dolayı, yalnızlığı yaşamayı başardıkları için milli kahraman ilan edilmesi gerekir...

         ...

         Doğru seçilen yalnızlık yoktur... Yanlış seçilen de yalnızlık olamaz…

         ...

         Yalnızlık dünyanın en yaşlı  yurttaşıdır...

         ...

         Yalnızlık bireyin yaşamla karşılıklı olarak yaptığı ama tetiği çekerek bitiremediği bir düellodur..

         ...

         Yalnızlık yaşamın görünmeyen ama hissedildiğinde asla vazgeçilemeyecek kadar doyumlar sunan, doğaüstü ışığıdır...

         ...

         Yalnızlığın tadını sadece yaşayanlar bilir... O tadı da başkalarıyla paylaşmaya yanaşmadıkları içinde yalnız yaşamlarını sürdürürler…

         ...

         Yalnızlık tek başına yaratılan, bazen ilkellik gibi görünse de aslında bazı insanların henüz farkına bile varamadığı  üstün uygarlıktır...

         ...

         Yalnızlık sadece bir kez tanınan, yaşama şansını, zamanı, tüm olanaklarını  insanın kendisine bencilce kullanması, çevresine, toplumla paylaşma fırsatı tanımaması,  nlara zaman ayırmamasıdır..

         ...

         Yalnızlık öyle bireysel bir iyiliktir ki tüm kötülüklerden korunmak için kişiyi çoğul yaşamdan alıp yalıtır... Onu anlamsız içi boş bekleyen kötülüklerden ve kötülerden koruyarak kısa zamanda olgunlaşmasını, bilgeleşerek eserler vermesini sağlar ve bunu gayet güzel başarır... Çünkü yalnızlık bilgelik sunan tek ve yüce bir duygudur...

         ...

         Yalnızlığı tanıyan; yalnız olmaktan şikayet etmez...

         ...

         Yalnızlıktan korkmayan ölümden de korkmaz...

         ...

         Yalnızlık içteki saf ben’ ini, yaşamın ortaya çıkartacağı, yozlaştıracağı, yok edeceği çirkinliklerden, pisliklerden koruma savaşıdır... Zaten yaşam sahnesinde ben’ nin farkında olanların sayısı da çok az olduğu için yalnızlık seçkinlikte sayılmalıdır...

         ...

         Yalnızlık bilgeliğe ve onun da ötesindeki filozofluğa giden belki de en doğru, en kestirme yoldur...

         ...

         Felsefeyi ancak yalnızlığı özgürce sürdürebilenler yaratıp yaşamışlardır; kural bundan sonra da değişmeyecektir...

         ...

         Filozoflar yalnızlığa, yalnızlar da filozofluğa çok şey katar...

         ...

         Yalnızlık yolunda başarılı olanların  yaşamın tüm aşamalarında da üstün ve yüce başarılar bekler...

         ...

         En büyük sanatçılar, düşünürler, mucitler,  yazarlar, iş adamları, evrensel ödüller kazanan tıp insanları, sanayiciler, dahi komutanlar hep yalnızlığın eseridir...

         ...

         Yalnızlık bazen insanın çevresinden ve toplumdan kaçarken kendi içindeki düşünce evreninin çıkılamayacak en derinliklerine düşmesi, orada kaybolduğunun uzun yıllar bunun farkına varamaması, bilincine ulaştığında ise çıkış umutlarının ve olanakların yok olması, böylece bireyin yalnız ve tek başına kalmasıdır...

         ...

         Yalnızlık bazen çok gerekli, bazen gereksizdir... Bunu belirleme, yaşama uygulama, insanın anlayış biçimine, içinde bulunduğu topluma kişisel bilgi ve yeteneklerine göre değişir...

         ...

         Yalnızlık bazen de kıskançlığın görünen acısıdır...

         …

         Yalnızlık rolü oynayanlarla ; gerçek yalnızlar sürekli birbirlerine karıştırılır...

         ...

         Yalnızlık yürekte saplı hançerdir; yalnız insanın içini durmadan kanatır...

         ...

         Yalnızlık yalnızlıktır; önemli olan onu yaşamayı başarmaktır...

         ...

         En kötü yalnızlık; en iyi karşılıksız aşktan daha da iyidir...

         ...

         Yalnızlık, gençlikte şaka, orta yaşta gerçek , yaşlılıkta ölüme eşdeğerdir...

         ...

         Yalnız sadece kendisini dinleyen ve durmadan kendini besteleyen bir müzisyendir...

         ...     

         Akıllılar ve deliler yalnızlardan çok şey öğrenirler; çünkü yalnızlar bazen deliler dünyasının en akıllısı; bazen akıllılar dünyasının da en delisidir...

         ...

         Her yalnızlığın başında, ortasında, sonunda sevgisiz ve acılar içinde geçirilmiş bir çocukluğun; ömür boyu bitmeyen hesaplaşması yatar...

         ...

         Yalnızlık yokluk, açlık, aşağılık kompleksleri  içinde sefaletle geçirilmiş ve zedelenmiş bir ruhun; o bireyi kendinden- toplumdan kopartmasıdır... Zedeli bilinçaltının bireyin yaşamın tamamına egemen olmasıdır...

         ....

         Yalnızlık davetsiz bir konuktur; bazen iyi huylu olup insanı belki de yaratıcı yapar; bazen onu krizden krizlere, hatta intihara ve ölüme sürükler...

         ...

         Yalnızlık yaşamın iniş–yokuş bataklık uçurumlarına karşı tek kişilik sorun ve tek kişilik çözümdür...

         ...

         Yalnızlık insanın kendisine uyguladığı bitmeyen bireysel işkencedir...

         ...

         Yalnızlık koskocaman bir devletin ve onun getirdiği tüm sistemini bir tek bireyde oluşturma çabasıdır...

         ....

         Yalnızlık asla sonuçlanamayan, düşünsel spordur; bazen de taşları ve oyun alanı olmayan satranç oyunudur...

         ...

         Sevgi yalnızlığın en sihirli anahtarıdır...

         ...

         Yalnızlık kişinin kendi kendine ve evrene tek başına direnmesidir...

         ...

         Yalnızlık dünyanın en renkli  ekranıdır... O ekrana kişi sadece kendisini koyar, kendisini izler, kendisini dener, kendisine zaman ayırır...

         ....

         Bazı kişilerin ancak yalnız yaşamayı başardıklarında dünyayı değiştirmek, insanlığa hizmet için  yola çıktıkları daha çok inandırıcı olur...

         ...

         Yalnızlık bazen doyulmayan zevk, bazen de işkenceler toplamıdır...

         ...

         Yalnızlık bilinmeyen sonsuzu, sonsuzca bekleme kahramanlığıdır...

         ...

         Yalnızlığın sonu hiçtir; çoğul yaşamda olduğu gibi....

         ...

         Yalnızlık en gelişmiş olan bilgisayardan daha güçlü ve daha sınırsız olan insan beyninde çoğul yaşama programına yer verilmemesidir...

         ....

         Yalnızlık yaşamın bitmeyen ve tek başına çıkılmaya çalışılan , çalışıldıkça  patenaj edilen keskin virajlar , dipsiz uçurumlardan oluşan bir yolculuktur...

         ...

         Yalnızlık insanın kendi avuçlarında, göz bebeklerinde, vücudunun her tarafında dolaşan küçücük bir kuyruk darbesiyle soktuğunda sonucu yüzde yüz ölümle bitecek olan tehlikeli bir akrep  gibidir... Bu akrebin sokmaması için insanın kendisiyle tek kişilik olarak anlaşma  yapmalıdır...Ve yaşamı akreple dost, arkadaş olarak tamamlamaya çalışmalıdır..

         ...

         Yalnızlık doğanın bazen en büyük lütfu, belki de ihanetidir... İnsanlık henüz bu konuda bir karara varamamıştır...

         ...

         Tüm bireysel ölümsüz sanat eserleri yalnızlığın da eseridir…         ...

         Yalnızlık dünya gezegenindeki tüm dağları insanın yüklenip, yaşam boyu sırtında taşıması kadar ağırdır...

         ...

         Yalnızlık ucu çok ince, sivri, acıtan, hatta iç kanamalara neden olan uzunca bir kazıktır...

         ...

         Yalnızlık bazen belki de gizli bir deliliktir...

         ...

         Yalnızlık  içinde sonsuz zenginliklerin bulunabileceği, hayal edilen içi boşaltılmış, boş bir define çukurunu boşuna kazmaktır...

         ...

         Yalnızlık insanın tüm duygularına hükmederek onları bastıran, yaşamlarına asla izin vermeyerek kendisini ön plana çıkartan lider duygudur...

         ...

         Yalnızlık insan isimli mucize varlığın yaşamının en büyük destanıdır; ama henüz tam olarak yazılmamıştır–yazılamayacaktır... Çünkü yalnızlık yaşanmadan bilinemez; yaşayanlar da onu zaten yazamaz...

         ...

         Yalnız yaşamın tüm renklerinin dışında kalan , sadece yaşanarak öğrenilebilen doğa üstü bir tonudur...

         ...

         Yalnız kendinin filozofudur…Yalnız sürekli yaşamı sorgulayan, toplumsal ve kişisel değerleri eleştiren, bunları yaparken de bilginin kaynağına inerek derinleşen, çok çeşitli boyutlara ulaşarak yaşamın yeni gizemlerini ve renklerini tadan, toplumsal kurallarının yerine kendi kural ve değerlerini yaratacak kadar bilge, zeki; gözlem ve pratik yapma yeteneğine sahip olan filozoftur... Bu filozof toplumun köhneleşmiş, kokuşmuşluğundan kaçarak, her köşesi onurla gerçekleştirilen, üstün değerlerin süslediği, dünyanın rakipsiz imparatorudur... Bu sihrin bozulmaması için yalnızlığını sürdüren herkesten kıskanan kişidir...

         ....

         Yaşamın yalnızlıkla geçirilmesi, büyük yürek,cesaret, sabır, hatta kahramanlık gerektirir...

         ...

         Yalnızlıktan boşalan yeri sadece ölüm doldurabilir...

         ...

         Yalnızlık insanın kendini kendi içine kelepçelenmesi, anahtarını okyanuslara atması, böylece kendi kendine mutluluk duyarak yaşadığı tutsaklığından kurtulamamasıdır...

         ...

         Yalnız insanın kendisine ve doğaya belki de ihanetidir...

         ...

         Yalnız ne kadar bağırırsa bağırsın; söylediği şarkıyı, sesini kendisinden başka kimseye duyuramayan kişidir...

         ...

         Yalnızlık yaşamla tek başına sürdürülen, ölümüne yapılan uzun ve sonu gelmeyecek olan yarıştır...

         ...

         Yalnızlık ruhun beden, bedenin de ruha aykırı olarak yaratılması sonucu doyurulamayan–tatmin edilemeyen duyguların toplumdan ve çevreden kaçırılmaya çalışırken ömrün sonuna gelinmesidir... Ve yaşam süresince doğaya, fiziği, matematiği, tüm bilim kurallarına karşı aykırı davranmaktır...

         ...

         Yalnızlık altın kalemle dünyayı tek başına yaşamı kazımaya çalışma cesaretidir...

         ...

         Yalnızlık bilgeliktir; onu yaşayan insan bilgeliğin doruklarına tırmanıp orada fildişi kulesinde yaşamayı başaran üstün bir varlık konumuna yükselir...

         ...

         Yalnızlık öğrencilerini bir türlü mezun etmeyen tek kişilik üniversitedir; insan burada yaşamı hep öğrenci olarak sürdürür bundan da asla yakınmaz...

         ...

         Yalnız üstün yaratıcılık isteyen; en yüce sanattır... Bunu herkes başaramaz; başaran akıllı insanlara da filozof deniliyor..

         ...

         Yalnızlık bazen zenginlik, bazen de sessizliklerin efendisi olan ölümün avucundaki bireysel yaşamdır...

         ....

         Yalnızlık insanın kendi içindeki hayvan yanını örtmeye, unutmaya, uyutmaya çalışarak,  evrimleşmesini tamamlaya çalışan  insanın yüzyılımızdan, binlerce yıl sonra ortaya çıkacak olan ÜSTÜN İNSAN yanını bularak yaşama ve  ortaya koymaya çalışmasıdır… Tüm insanlık adına çıkılan bu yoldan genellikle eli boş dönülebilinir...

Ancak yalnız bu yolla ÜSTÜN İNSAN nın olduğu sınıra kadar yaklaşarak onun,  yürek atışlarını, nefesini, vermeye çalıştığı mesajlarını keşfeder... Bu mesajlar yalnızın öyle hoşuna gider, öyle bağlanır ki;  ÜSTÜN İNSAN olma yolunun yalnız insan olmaktan geçtiğini kişisel yaşamıyla tüm evrene kanıtlamak için yalnızlık yoluna daha büyük istekle, hırsla, savaşarak devam eder.... Yalnızın evrimleşmesini tamamlayan üstün insanı ararken, yalnız kalmasının derinliklerdeki boyutu da budur...

         ....

         Yalnızlıkla akıl birbirine bazen tapar; bazen de nefret eder...

         ...

         Yalnızlık dünyaya hiç gelmemiş gibi  yaşamın en uç duygusal gel-gitlerine aldırış etmeden yaşamaya çalışmaktır... Yaşamın gerekli gördüğü zorunluluklara, gereksinimlere, doğal iç dürtülere,  gözleri, kulakları, ağzını kapatmaktır... Yalnızlık iç evreninde bir gün mutlaka bulacağına inandığı ruhsal inanılmaz definelerin rüyasına gönüllü yatan insandır...

         ...

         Yalnızlık özseverliktir... Özünü başka birileriyle paylaşmama inadıdır…

         ..

         Ölülerin yeniden dirilmeyeceği gibi yalnızların da çoğul yaşaması olanaksızdır; yalnızları çoğul yaşamaya zorlamak, öldürmekle eş değerdedir...

         ...

         Yalnızlık yaşama tek başına karşı koymaktır… Yaşamı boyunca tek başına  mücadele etme yürekliliğini göstererek bunda başarılı olmaktır... Böylece ruhun aydınlanması, kişinin derinlik ve bazı güzelliklere ulaşması, bunu ortaya çıkartmasıdır...İnsan bu yönüyle diğer insanlarda ayrılarak, ÜSTÜN İNSAN’ nın bazı üstün özelliklerine daha çok yaklaşabilmektedir... Bu savaşı da kazanan birey bilgelik derecesine ulaşır ve yaşama gülümseyerek bakmayı başarır... Böylece evrimleşme yolunda kendisi diğer insanlardan daha da ileriye geçmiş olur...

         ...

         Büyük ya da küçükte olsa bütün yalnızlıklar güzeldir ve de yücedir...

         ...

         Yalnızlık tek kişilik hücrede kaçınılmaz olan ölümü, sessiz sedasız beklerken yaşam ve ÜSTÜN İNSAN’ a ve onun bazı özelliklerine ulaşmanın yollarını aramak, kısacası bu konuda kendi üzerinde sık sık ve durmadan gözlemler yapma sürecidir...

         ...

         Yalnızlık sevilemez, ancak aşık olunur...

         ...

         Yalnızlık denizin dibinde yürümek, üstünde koşmak, kayalıklar üzerinde kürek çekmek, dağ başlarında kulaç atıp yüzmek, karanlıkla güneş resmi yapmaktır; işin daha da garibi bütün bunları başarmaktır...

         ...

         Yalnızlığı herkes her saniye yaşar ama; aydınlık ve bilge ruha sahip olanlar onun farkına varıp, geliştirip, derinleştirerek, yaşama biçimi haline getirip içindeki ÜSTÜN İNSAN a ve onun üstün özelliklerine ulaşarak örnek insan olmaya çalışır... Karşılığı yaşamın tümü olan bu faturayı göze alabilenler yalnızlığın gizemli boyutlarına, sonsuz doyumlarına ulaşarak onu yaşama biçimi haline getirerek doğa üstü bir güç olduklarını kanıtlarlar...

         ...

         Yalnızlar önce kendilerini, sonra da dünyayı değiştirmeyi isterler... İşe önce kendilerinden başladıkları için bu değiştirmeyi yapmanın ne kadar zor olduğunu geçte olsa anlarlar... Tüm yaşamlarını kendilerini değiştirmeye ÜSTÜN İNSAN a ulaşmaya adadıkları için, dünyayı değiştirmeyle ilgilenecek zamanları ve fırsatları kalmaz; böylece yaşamlarını tek başlarına tamamlarlar...

         ...

         Yalnız yalnızdır...

         ...

         Yaşamı süresince kişinin kendi içinde; daha iyi, daha kusursuz, daha üstünlüklere ulaşmak amacıyla yaptığı ve hiçbir zaman tamamlayamayacağı bir operasyonun adıdır yalnızlık..

         ...

         Yalnızlık bazen bitmeyen ölümdür…Yalnızlık mezar sessizliğinde yıkkın, küskün, sinirli, kindar, ölümcül, tek başına bir sürdürülmeye çalışılan yaşamdır...Bu sessizlikte bazen yaratıcı olabilen insan yalnızlığın zehriyle yaşamını bal’a çevirerek önce kendisine, sonra da tüm insanlığa çare olabilecek güzellikler ve erdemler de üretir yaratır... Yaşamı boyunca hassas bir bilim adamı gibi kendi içsel laboratuarı, deneği, gözlemcisi, filozofu, askeri, sivil operatörü, kralı olarak öz kadavrası üzerinde incelemelere dalarak insanlığın yolunu aydınlatacak bilgilere ulaşıp, onları dünyaya sunarak yüce bir varlık olduğunu kanıtlar...

         ...

         Yalnızlık; alıcısı da satıcısı da insanın  kendisi olduğu , toplumsal ve ülkelerarası hiçbir manevi pahası olmayan kişisel bir durumdur...

         ...

         Yalnızlık en büyük içsel ve kişisel devrimler bütünüdür... Öz lerinde bu devrimi yapanlar sessiz kahraman oldukları için yalnızdırlar...

         ...

         En büyük ve en zor sınavı kendisine karşı sık sık veren yalnız; her olayda en zorda kendisini inandıran kişidir... Anlattığı ve asla sonu gelmeyecek olan yaşam öyküsünün sonuna doğru hızla koşarken de yaşamını tamamlar...

         ...

         Yalnızlığın tüm gizemi ve sihirli tadı ancak bireysel yaşandığında fark edilebilen içsel sonsuz güzellikler pınarıdır...

         ...

         Yalnızın kapısı sadece ölüme açıktır…Yalnız kişinin kendi bilinmezliklerindeki sonsuz ve dipsiz mağaralarında sadece ölümün bulabileceği izi bırakarak, bunu çevresine, dünyaya fark ettirmeyen, dış dünyada yaşar görünmesine karşın kendi içine saklanmasıdır...

Ve yaşamı boyunca kendi sırdaşı olarak dünyaya pencerelerinin tamamını kapatarak canlılık sürecini tamamlamaya çalışmasıdır... Zaman zaman bu mağaradan sisler dünyasından kurtulmak için çıkış yolu bulsa bile insanlar arasında gördüğü ilkel ve vahşi acımasızlıklardan tiksinerek; geldiği mağaraya sislerden oluşan kendi içsel sınırlarına hızla yeniden çekilerek orada içinde bulunduğu boyutlarda yitmesidir..

         ...

         Yalnızlık insanın dünya içindeki tek kişilik evrenidir...

         ...

         Yalnızlık içsel özgürlüğün kölesi olmaktır; yaşam boyunca ondan kurtulamamaktır...

         ...

         Yalnızlık yaşamın her aşamasıyla bencilce doyuma ulaşmaya çabalamak, doyumların zirvesine tek başına ulaşmak, oradaki tadı, mutluluğu, güzelliği, tatmini kimseyle paylaşmama kıskançlığıdır...

         ...

         En kötü yalnızlık cahil kişilerle çoğul yaşamaktan daha erdemlidir...

         ...

         Mantık yalnızlığı, yalnızlık da mantığı sürekli reddeder...

         ...

         Yalnızlık kişinin kendisiyle yaptığı tek kişilik savaş ve nadiren de imzaladığı barıştır…Yalnızlık kişinin beyninde ve iç dünyasında başlayan ve bir türlü sonuçlanamayan hatta bazen de ölüme kadar bitmeyecek olan uzun bir savaştır... Yeneni ve yenilenin genellikle belli olmamasına karşın, yaşam boyu devam eder...Nadiren de olsa bazen ufak–tefek barışların yaşadığı görülür ; ama yalnızın  yaşamında genellikle içsel savaş hüküm sürer...

         ...

         Yalnızlık yaşamın karmaşası ve acımasızlığına karşın en son seçilen bireysel zor bir çözümdür...

         ...

         Çoğu yalnızlar yalnız olduğunun bilincine asla varamazlar...

         ...

         Yalnız sadece kendisinin efendisi ve uşağıdır...

         ...

         Yalnızlık en büyük adalettir…En büyük huzur; adalet, barış, sevgi, mutluluklara ancak yalnızlıkla varılır-tadılır ve yaşanır-vazgeçilmeyecek biçimde bağlanılır...

         Çoğul yaşamda ulaşılamayan içsel ve evrensel zenginliklere tek kişilik dünyayla rahatlıkla ulaşılır… Her türlü sistem kurulur, barış, adalet, huzur, gönenç tek kişilik olarak sağlanır... Karmaşalarla dolu, insanların birbirlerini parçalayarak yok ettiği dünyada tek kişilik huzurlu evrendir yalnızlık...

         ...

         Yalnızlık yaşamın onarılamayacak biçimde ortadan kırılmasıdır...

         ...

         Yalnızlık bireysel ve çoğul yaşama arasında yok edilemeyen engeldir..

         ...

         Yalnız sadece kendi sevgilisi, kendi arkadaşı, kendi dostu, kendi efendisi, kendi kölesi ve kendi düşmanıdır...

         ...

         Yalnızlık yaşamda kişinin sadece kendisine karşı sağladığı tek kişilik ruhsal ve bedensel uyumluluğudur...

         ...

         Yalnızlık aslında her alanda özel olmaktır...

         ...

         Yalnız yaşam isimli bu sahnede kendi hastası, çaresi, ilacı,  doktoru, sevgilisi, idamı ve beraatıdır...

         ...

         Yalnızlık bireyin üzerindeki aile, çevre, toplum, her türlü baskısını hatta tüm değerlerini kaldırıp atma cesaretidir...Kendi değerlerini oluşturma, kimseye minnet etmeden varlığını sürdürme inadıdır… Yalnızlık sonu yüzde yüz ölümle bitecek olan yaşama baş kaldırışıdır...

         ...

         Yalnızlık her saniyesi nefesle oya oya işlenen, üreticisinin de tüketicisinin de yalnızın kendisi olduğu üstün ve canlı bir sanat yaratısıdır...

         ...

         Yalnızlık bazen belki de insanın kendi kendine yapmaktan onur duyduğu ve belki de böylece doyumlara ulaştığı bir seri işkencedir...

         ...

         Bazen her yalnızlığın altında cesaretle işlenmiş, bilinemeyen, asla da çözülemeyecek olan gizli bir suçta yatar...

         ...

         Yalnız kendi denizi, limanı, gemisi, tayfası, korsanı, rüzgarı, yelkenidir...

         ...

         Yalnızlık fethedilemeyen, asla girilemeyen tek kişinin sığabileceği biçimde sadece kendisine açık tek kişilik bir dünyadır..

         ...

         Yalnız kendisini yiye yiye bitiremez...

         ...

         Yalnızlık insanın kendisine kaçması; kendisine sığınması; kendisinde yok olmasıdır...

         ...

         Tüm zorluklarına karşın yalnızlık yücedir... Çünkü yalnızlık insanın sadece kendisinde kendisini yaşaması, bir çok gizemlere, çözümlere, doyumlara ulaşmasıdır... Sadece yaşanarak anlaşılan bu güzellikler ya da zorlukları başkasına anlatmak, tarif etmek olanaksız olduğu için yalnızın etrafı, yalnızlığı katletmek, bozmak isteyen, insanlarla doludur... Çünkü insanların yoğunluğu çoğul yaşadığı için yalnızın bu bireysel zenginlikleri kıskanır...Herkesin kendileri gibi çoğul yaşayıp, bir koyun örneğinde olduğu gibi hiçbir etkinlik yapamadan, sürü psikolojisiyle içindeki üstün insanın bilincine varmadan ölüp gitmesini isterler... Genellikle çoğul yaşayan kümes hayvanlarından farkları olmayan çoğu insanlar, yalnızların yaşadıkları  inanılmazlıkları hayal bile edemedikleri için onu sürekli kıskanıp yok etmeye çalışırlar; ama asla başarılı olamazlar...

         ...

         Yalnızlık insanı ele vermeyen, sırlarını yaşarken ve öldükten sonra da saklayan en iyi sırdaş, sadık dost, en değerli ve asla vazgeçilemeyen vefalı arkadaştır...

         ...

         Yalnızlık yüksek dağlara aniden çıkmaya benzer... Çarpıcı, yakıcı, yıkıcı, hatta öldürücü özelliklere sahiptir... O ancak kendisini sevenlere, kendisiyle anlaşabilenlere, kendisine yar olabilenlere sınırsız doyumlar, mutluluklar sunan, bazen hırçın, bazen inanılmaz uyumlu, bazen de kendini zorla sevdiren yaramaz bir sevgili gibidir... Ancak kendisiyle dost ve arkadaş olabilmek için önce ona layık olmak, saygıyla yaklaşmak gerekir...Aslında kötülemeye çalışanlar da yalnızlığın erdemlerine ulaşamayanlardır... Yalnızlığın erdemlerine ondan kaçarak değil, tarzını yaşama biçimi haline getirerek ulaşılabilir...

         ...

         Yalnızın en büyük yararı da zararı da her zaman kendisinedir...

         ...

         Yalnızlık yemli oltayı çölün ortasından akan masmavi ırmağın yerine, yanındaki kumlara atıp bir gün balık tutacağına inanmaktır...

Oradan balık tutanların bunu defalarca kanıtlamalarına, ısrarlarına karşın ucu yemli olan oltayı su yerine kumların üstüne atarak balık gelmesini ömür boyu inatla beklemektir...

         ...

         Yalnızlık dolu dolu yaşamı asla gelmeyecek olan yarınlara, sürekli yarınlara bırakma ısrarıdır...

         ...

         Yalnızlık insanın uyumlu yarının militan yanına teslim olmasıdır; ya da militan yanının ılımlı yanını teslim almasıdır...

         ...

         Yalnızlık ancak uygun yerde ve zamanda gerektiği ölçüde gerektiği kadar kullanıldığında daha çok erdemler, inanılmaz üstün doyumlar sağlayarak bireyi yaratıcı-her alanda inanılmaz yapan bir sihirdir...

         ...

         Yalnızlık “HAYIR” larla geçen “EVET” siz bir yaşamdır....

         ...

         Yalnızlık bireyin kendi işgalinden kendisini kurtaramamasıdır...

         ...

         Yalnızlık üretilen duygusal yetersizliğin,  endişelerin yaşamı karmaşık hale getirmesi, bireyin bu karmaşa içinde hapis olmasıdır...

         ...

         Yalnızlık insanın kendisine;  yaşama; bazı  doyumlara  her konuda geç kalmasıdır...

         ...

         Yalnızlık bireyin kendisine uyguladığı, kendinden intikam almaya yönelik kişisel baskısıdır...

         ...

         Yalnızlık yaşamı seyirci locasından izlemek–onun içine girmeye zaman ayırmamak, bu zamanı asla bulamamaktır...Zamanı bulduğunda da her şeyin geçip gitmiş bitmiş olması ve geç kalmasıdır...

         ...

         Yalnızlık 7 milyar insanın yaşadığı bu gezegende ölüme her zaman birinci sırada aday olmaktır...

         ....

         Yalnızlık bireyin ölüme gitmeye karar verdikten sonraki kendisiyle uzlaşma aradığı ve yaşama tutunmaya çalıştığı son duraktır... Belki de uygulamaya konulan intihar saatlerince çekilen acıların uzatılmasıdır...

         ...

         Çoğunluk içinde yalnızlığı yaşanların sayısı hayli fazladır...

         ...

         Yalnızlık yaşam sahnesinde oynanan tek kişilik dramdır...

         ...

         Yalnızlık içimizde bize her zaman “EVET” diyen dostumuz olduğu kadar aynı, hatta daha fazla duyarlılıkta düşmanımızdır...

         ...

         Yalnız kendine idam hükmü veren yargıç gibidir; ve bu hükmün yerine getirilmeden önce ölümle yaşam arasında geçen acılarla dolu sürenin yaşam boyunca devam etmesidir..

         ...

         Yalnız elsiz, ayaksız, başsız, yarı bedenle sürdürülmeye çalışılan sürekli parçalanıp ufalanmalar serüvenidir...

         ...

         Yalnızlık toplumun, doğanın bağlayıcı ve belirleyici kurallarından koparak kendi iç dünyasının özgürlüklerinde sonsuz mutluluklar, sevgiler, güzellikler ülkesine uçmaktır... Bazen de burun üstü yere çakılmanın adıdır...

         ...

         Yalnızlık sadece alıcı frekansları çalışan; hiçbir çağrıya yanıt vermeden hep dinlemede kalan yarı ölü  ve yarı canlı bir serüvendir...

         ...

         Yalnız sadece kendisini yaşar...

         ...

         Yalnız kendisiyle arkadaş, sırdaş olarak önce kendisiyle, sonra yaşamın ortaya koyduğu her şeyle dertleşip, dersler çıkartarak düşüncelerini zenginleştirerek, yaşamın daha renkli ve bilinmeyen tonlarını yaşayan bir candır... Elde ettiği zenginliği kimseyle paylaşmayacak kadar cimri olduğu için de bu zenginlikleri sadece kendisi yaşar, kendisine saklar...

         ....

         Yalnızlık insanın kendisini evrenin ses vermeyen derinliklerinden geleceğini umut gizemli ve sırlar getireceğine inandığı sesi beklemesidir...

         ...

         Yalnızlık yanlış yön, yanlış davranış, yanlış yaşama bile olsa; girilen yoldan asla geri dönmemek, ileride bir şeylerin bulunacağı kesin olarak bilinmese bile ısrarla yolun sonuna kadar yürümektir...

         ...

         Kendimi, itilmiş–kakılmış, emeği sömürülen, suiistimal edilen dünya isimli tiyatro sahnesinde rolünü çok iyi oynamasına karşın hakkını alamayan bir aktör olarak düşündüğüm anlarda bile övündüğüm tek erdemim, yaşamayı ve derinliklerini keşfetmeyi başardığım, onun yüceliklerinde inanılmaz renklere ve doyumlara ulaştığıma inandığım yalnızlığımdır... Ve onu yaşama biçimi haline getirerek beni taşıyabileceği erdemlere ulaşmış olmam; bu zenginliğimin bana sunduğu en büyük erdemlerden birisidir... İkincisi yaşam boyunca işçisi olmak ve işçisi  olmakla övündüğüm felsefedir...

         ...

         Yalnızlık evrensel renkler taşıyan düşünceler denizinin doyulmaz tadını alanların ondan kurtulması, kurtulmak istemesi, ya da kurtarılması olanaksızdır...Yalnızlığa yapılacak en büyük yardım; onu bir kişilik dünyasında tek başına yaşamasını kolaylaştırmaya çalışmaktır... Yalnızı çoğul hale getirmeye çalışmak onu öldürmektir...

         ...

         Yalnız yaşamını kimseyle paylaşmayı düşünmeden, buna değer insan olmadığına inanarak onu  sadece kendisine adayan kişidir...

         ...

         Yalnızlık bir yanı ölüm sessizliği, diğer yanı uçurumlarla dolu olan yolda tek başına ömür boyu yürüme cesaretidir...

         ...

         Yalnızlık tüm yaşamsal sorgulamalara, sorunlara karşı insanın sadece kendisini savunma hazırlığıdır...

         ...

         Yalnızlık evrenin mucizesi olan insana, bilinçli ve akıllı insana özgüdür... Diğer canlılar düşünme, algılama, yorumlama, yargılama, gülme, gibi niteliklere sahip değillerdir... Evren adını verdiğimiz bu sonsuz ve bilinmez boşluktaki gezegenlerden birisi olan dünyanın tek mucize varlığı olan insan ancak yukarıda sayılan özelliklere sahiptir... 

VİCDAN

 

         Vicdan bin defa uyarır… İçimizde oturan bilge olan vicdan bizi, hatalarımıza, yanlışlarımıza, insafsızlığımıza, adaletsizliklerimize, hile ve yalanlarımıza karşı sürekli uyarır yol gösterir, öğütler verir; ancak insanların çoğu  onun sesini dinlemez ve böylece hata üstüne hata yaparak, hem kendisine, hem de topluma karşı yaşamını hatalarını sürdürerek varlığını acılar denizine çevirir... İçimizdeki bilge olan vicdanın sesini dinleyip, duyabilirsek, sözlerine uyumlu biçimde hareket edebilirsek, hatalarımızı sıfıra indirip, yaşamımız mutluluk ve başarılar denizine dönecektir...

         ...

         Dinlemesini bilenler için vicdanın sesi tüm seslerden daha çok uyarıcı, daha doğru, daha erdemli ve de etkilidir;  iyi bir vicdan en etkili yasalardan daha da koruma ve yaşam verme gücüne sahiptir...

         ...

         Vicdanıyla dost olmayı başaranlar, ömür boyu kendilerine doğruyu, gerçeği, erdemi söyleyecek, hata yapmasını önleyecek güvenli ve sadık bir dosta ulaşmış olurlar...

         ...

         Vicdanını ayaklarının altına alan kişinin yapabileceği kötülüklerin ve ihanetlerin sınırı yoktur… Vicdanını çıkartıp çöpe atan, ya da onun öldüren, yok eden bir kişiyi durdurabilecek, yapabileceği kötülüklerin önüne geçebilecek bir başka güç ve engel asla yoktur... Bu kişiler tehlikeli bir yılan, deliren bir fil, aç kalan bir aslan, avlarını parçalayan kurttan farkları yoktur.... Ayrıca bu kişiler tüm dünyayı yok etmek için eline ölümcül silah geçiren bir deli gibi davranırlar... Bu kişinin kendine, topluma karşı duyarlılığı, ahlak anlayışı, kendini kontrol edebilme sorumluluğu kalmamıştır ama topluma insanlığa verebileceği kötülüklerin-ülkesine-toplumuna yapabileceği ihanetlerin de sınırı yoktur....

         ...

         Vicdan içi boş bir çuvala benzer; içine her şey sığabilir ama kullanırken insaflı olmak, seçici ve erdemli davranmak gerekir...

         ...

         Vicdanın tartamadığı, onay vermediği her olay kötüdür; uzak durulması erdem sayılmalıdır...

         ...

         Kara vicdan kötü vicdandır...

         ...

         Doğanın kuralı olarak hiçbir vicdan diğerine benzemez; anne kız, baba oğlunun vicdan ölçüleri arasında dağlarca fark vardır...

         ...

         İddia ediyorum ki; yoksulların vicdanları zenginlerinkinden daha da duyarlı, daha doğru tartan, daha güzellikleri işaret eden ve erdemlerle dolu insaflıdır...

         ...

         Ağlatmayı da güldürmeyi de çok iyi bilen insanı bu konuda sürekli uyaran, ömür boyu da yaşam okulundan mezun etmeyen, içimizde bizi sürekli konuşarak uyaran vicdan, huysuz ama insan isimli öğrencisinin her zaman iyiliğini ve başarısı isteyen bilge bir öğretmen gibidir...

         ...

         Yoksulluklar iyi duyarlı bir vicdan oluşmasını engelleyici nedendir; ama esas belirleyici etken olamaz...

         ...

         İyi bir vicdana sahip olamayanların sahip olduğu diğer tüm değerlerin hiç bir anlamı ve önemi yoktur...

         ...

         Herkeste vicdan vardır; ama herkesin iyi bir vicdanı yoktur...

         ...

         Vicdanın doğruyu söyleyip söylemediğini anlayabilmek için doğru düşünerek olayları onun imbiğinden geçirip iyi damıtarak sonuca ulaşmak gerekir... Eğri düşünenlerin doğru vicdanları olamaz..

          ...

         Yoksul sürekli uyaran içindeki vicdanının sesini dinlediği için yoksul; zengin de vicdanının sesini dinlediği için zengin olmuştur...

         ...

         Vicdan alçak gönüllü kişiyi sevdiği için onların yüreklerinde barınır.... Alçak gönüllü kişilerde en güzel, en adaletli, üstün, barışçıl, dostluklarla dolu, yardımlaşma erdemleriyle dolu vicdanlar bulunur...

         ...

         Vicdan içimizdeki tarafsız ve en büyük yargıçtır…En büyük hesaplaşma; başımızı yastığı koyduğumuzda kendi kendimizle yani vicdanımızla yaptığımız hesaplaşmadır... İçimizdeki bu yargıçla yaptığımız bu muhasebe sırasında eğer aklanamayacak olursak; aklanmayı isteyebileceğimiz başka hiçbir makam yoktur... İntiharların altında yatan gerçek ise kişinin kendi vicdanıyla yaptığı hesaplaşmada özünde aklanamaması sonucu ölümü seçmek zorunda kalmasıdır...

Aslında insan yaşamı boyunca iyi ya da kötü ama sürekli uyaran vicdanın sesinden kurtulamaz... Onu dinlese de dinlemese de uyarıları sürecektir...Onun sesini duymazlıktan  gelip yok saymak kadar rahatsız edici de olsa bizi uyarabilecek ve durdurabilecek başka ses yoktur... En doğrusu onunla dost olacak biçimde hareket etmektir; belki de vicdanımız insanı insan yapan en yüce değerlerin birinci sırasında gelmektedir...

         ...

         Kötü, çirkin, bataklık  dünyalarda yaşayıp pırıl pırıl bir vicdana sahip olanlarla; ulu ve erişilmez insan kılığında görünüp kötü

vicdanlı insanların olduğu unutulmamalıdır...

         ...

         Vicdanın algılama derinliği ve yorumlama gücü o kişinin yaşam deneyimi ve dünya görüşü kadardır...

         ...

         İnsanlık tarihi boyunca iyi vicdan, kötü vicdana karşı hep galip gelmiştir...     

         ...

        

 

 

    ÖLÜM...

   Ölüm yenilemez ...

         ...

         Öleceğini bile bile yaşayan tek canlıdır insan… İlk bakışta bunu kendisine doğanın bir ihaneti olarak görebilir... Sadece ölümü yenebilmek için tarihi boyunca ölümsüzlüğün peşinden koşan insan onu ararken, bu günkü uygarlığı yaratmıştır... Yine  ölümsüz sanat yapıtları bu duygunun ortaya çıkarttığı, insanı ÜSTÜN İNSAN yapan somut ürünlerdir... Diğer canlıların hiç birisinde ölüm bilinci olmadığı için yaşamlarında kaygısız, tembel, sadece iç dürtüleriyle hareket ettikleri için, kaygıları yoktur ve oldukça rahattırlar..Aslında  insan bu bilincin korkusu olmasa bu günkü uygarlığı yaratamaz, uzaya adım dahi atamaz, kendisini eğitip ÜSTÜN İNSAN ve ölümsüz düşüncelerin peşinden koşmayacağı için de çağdaşlaşamayacaktı...

         ...

         Ölüm yaşamın finalini oynayan tüm canlıların buluştuğu, zamanın en derin ve acılarla dolu vadisidir...

         ...

         Ölüm her yaşta en yakın, her yaşta en uzaktır... Önemli olan kendine onu dost edinerek varlığını kabul ederek yaşayabilmektir...

Ancak böylece kendini ölüme karşı ikna eder; o geldiğinde bilgece kabul ederek onun korkusunu yenip, komik durumlara düşmekten kurtulur... Üstelik, ölüm geldiğinde insan gitmiş olacağı ve onunla asla karşılaşmayacağı için sorun da yoktur...

         ...

         Ölüm kapıyı çaldığı an; yaşı kaç olursa olsun ölecek kişi için zaman hep erkendir... Daha yaşaması gereken milyarlarca duygu, bir o kadar tadılmamış lezzet, yapması gereken dolu işler listesi çıkar karşısına... Ama ölüm bunların hiç birisini dinlemeden gerekeni yapar... İşte o an gelmeden, her duyguyu dolu dolu yaşamak ve yaşamın sunduğu her lezzetin tadına bakmak, dolu dolu yaşamak için her saniyemizi iyi değerlendirmek gerekir... Ölüme sevgiyle, saygıyla yaklaşarak, onu bir arkadaş, gelmesi gerekli olan bir misafir olarak düşünmek, her zaman hazırlıklı olmak insanı yüce ve erdemli bir varlık haline dönüştürür...

         ....

         Doğduğumuz andan itibaren, her yaşımızda, her nefesimizde ölüme aldırmadan yürümek, hayalini kurduğumuz  hedeflere büyük ölçüde ulaştırır...Ve başarı ölüme-ölüm korkusuna rağmen yaratılandır...

         ...

         Ölüm bazen ödül bile olacak kadar onurludur...

         ...

         Ölüm insan için, yeme içme, sindirim, boşaltım, açlık – susuzluk  gibi doğal bir gereksinimdir... Bu gereksinime karşı çıkmak, korkmak, acıkan insanın karnını doyurmamasına, büyük ve küçük çiş yapmak isteyen insana engel olmak kadar mantıksızlıktır...

         ...

         Ölüm kaygısı altında ezilen yaşamlar; ölümden değil sadece korkusundan korkarak yitip gitmektedirler... Bu kaygıyı kaldırıp atanlar, özgür, gönençli, coşkulu yaşamayı başarmışlardır...      

         ...

         Ölüm korkusu ve kaygısını olumluya çevirme başarısı gösterebilirsek o zaman  yaşama daha sıkı sarılırız... Ancak o zaman bu olayın kendisinden daha çok korkusundan korkmayız... Böylece  yaşamımızı daha yükseklere taşıyıp , kendimizi ÜSTÜN İNSAN’ nın bazı özelliklerine ulaşarak yaşama konumuna getirebiliriz...

         ...

         Ölüm korkusu ve kaygısıyla yaşamak; aslında hiç yaşamamaktır...

         ...

         Ölenleri kıskanıyorum; çünkü onlar yaşamlarının finali olan yok oluşu oynayarak doğmadan önceki HİÇ’ liğe dönerek, sıralarını savmış oluyorlar... Ben de diğer tüm ölenler gibi kendi ölümümüm olan yaşamımın finalini göremeyeceğim; bakalım kimler bunun tadını çıkartacak? Merak ediyorum...

         ...

         Ölüm anında insanın hafıza isimli kusursuz bilgi sayarın kayıt ettiği her şeyi silip atarken,  insanın yaşamını da o anda sona erdirmektedir......

         ...

         Öleceğime değil; ama ölümün yaşayanlara karşı bazen büyük haksızlık ettiğine müthiş üzülüyorum...

         ...

         Ölüm; aslında dolu dolu ve gerektiği kadar yaşadığına inanan için benimsenen, istenen bir sonsuz uyku-sonsuz özgürlüktür...

         ....

         Bana göre ölmek;  doğmadan önceki HİÇ’ liğe dönmektir...

         ...

         Ölüm doğumla başlayan, zamanımızın tamamlandığı noktadır... Doğmadan önceki zaman gibi ölümden sonraki zaman da bizi ilgilendirmeyecektir...

         ...

         Ölüm hariç yaşam isimli bu serüvende tatmadığımız hiçbir tat kalmamalıdır... Ölümün lezzeti mi? o pek önemli değildir; çünkü o geldiğinde biz gitmiş-bitmiş olacağımız için ölüm kendi tadını bize tattıramayacağı için nasıl olduğunu da soramayacaktır...

         ...

         Bir gün beni de bulacağını kesinlikle biliyorum; ama ne ölümden korkuyorum ne nefret ediyorum; ne de ona ulaşmak için can atıyorum... Yaşamımın her saniyesini dolu dolu okuyarak, düşünerek,  yorumlayarak, yazarak, üreterek, kalıcı olduğuna inandığım eserler ortaya koyarak değerlendirmeye çalışıyorum... Bu davranışımla hem ölüme kafa tutuyorum; hem de o her an gelecekmiş gibi hazırlıklarımı yapıyorum...

         ...

         Kimsenin öldüğüne sevinmiyorum; kimse de benim öldüğüme sevinmesin... Çünkü bu finali tüm canlılar yaşamlarının sonunda oynayacaklardır.... Kimi rolünü bin yıl önce, kimi de dün oynamıştı, kimi şimdi oynuyor, kimi yarın oynayacaktır; biliyorum, görüyorum, sonsuzdan sonsuza akan, bana ait zaman nehrimde finale doğru akıp gidiyorum...

         ...

         Ölümü düşünmemek için ancak ölmek gerekir...

         ...

         Bütün ölümler erkendir...

         ....

         Ölüm yaşama ve yok olma nedenleri arasında geçen bahanelerin tümünden kurtulma erdemidir...

         ....

         Ölümden korkanlar; yaşları kaç olursa olsun henüz yaşama gerçeğini tam olarak çözemeyen, olgunlaşmamış, aklı kıt zavallılardır...

         ...

         Onuruyla yaşlanmayı başaranların, korkmadan ölümü kabul etme erdemi göstermeleri gerekir...

         ...

         Bilgeler ölümden korkmaz; onu büyük – küçük çiş yapmak – terlemek, terlemek, öksürmek, uyumak gibi doğal olarak karşılarlar...

         ...

         Ölüm ve onun insanda yarattığı korku, bana göre sadece sanat ve felsefenin gücüyle ile aşılır...

        ...

        Bir yanım sevgiye dayalı, bir yanım ölüm benim…

 

        Anne babanın sevgisinin görüntüsü olarak yaşama çıkar her insan, ama sevgilerde ölümlüdür…

 

        Mutluluk ve insan ölüme karşı birbirlerini yaratan iki mucize…

 

        Ölüm düşüncesiyle üzüleceğine, yaşadığın için sevinmelisin…

 

        Ölüm için söylenecek tek söz; yaşamak çok güzel ve de doyumsuzdur...

 

        Ne iyidir ölüm ne de kötü. Ama gereklidir. Kimi ondan kaçar, bazıları da koşarak ona gider…

 

        Düşmanlarımızı yakıştırırız ölümü; yakınlarımızda çirkinleştiğini görürüz; bize gelmesini ise hiç istemediğimiz konuktur…

 

        Yaşamdaki tek gerçektir ölüm; kimse gerçeği bilmek, duymak, öğrenmek ve görmek istemez…

 

        Her ölüm içinde sınırsız evrenler taşıyan, doğanın en büyük mucizesi olan insanı yok eder; aradaki boşluğu kapatmak için yeni evrenler, taşıyan yeni insanları yaşama çıkartmakta acele eder…

 

        İnsanın merak etmesine gerek yok; çünkü doğa yaşamın olduğu gibi ölüm nedenlerini de kendisi hazırlar ve uygular insanın…

 

        Cesaretsiz yaşam ölümden farksızdır; ölebilmek için bile cesarete gereksinim duyarız…

 

        Cesurlar ölürken bile saygıdeğerdir…

 

        Yaşamının kralı olabilenlere köledir ölüm…

 

        Ölüm, sadece ölüm paylaşılmaz…

 

        Ölüm insanı hep aşılmaz bir dağ gibi görünmüştür; öldüğünde ise o dağı aştığının bilincinde bile değildir…

 

        Denilebilir ki; bazı durumlarda yaşamdan daha değerlidir ölüm…

 

        Ölüm paylaşılamaz ama, kalanların acılarına ortak olmak gerekir…

       

        Sadece çok iyi düşünen bilgeler ölümün gerekliliğini, vazgeçilmezliğini çok somut biçimde anlar…

 

        Ölüme hazırlıklı olmak aslında iyi ve doğru bir yaşama da hazırlıklı olmaktır…

 

        Her gün yaşar bir gün de ölürüz ve bununda asla farkında olmayacağız…

 

        Yaşamı verirken korkmadılar anne babalarımız, öleceğimizden niçin korkuyorlar…

 

        Kendini ve yaşamını hoş görürsen ölümü de hoş göreceksin…

 

        Yaşayanların yararınadır aslında ölüm; ama ölenler bunu anlayamaz…

 

        Günümüzdeki insanlar hayatı benim yaşamım, ama başkalarının ölümü şeklinde anlamaktadır...

 

        Ölümü doğru anladığında insan kendini de doğru anlayacaktır insan…

 

        Ölümü önemseyenler, yaşamlarında inanılmaz hatalar yaparlar…

 

        Sevgilerimizi-sevişmelerimizi saklayıp, kavgalarla varlığımızı anlattığımız sürece yaşama da ölüme de hiç bir şey katamayız…

 

        Nasıl yaşarsak yaşayalım, ölüm bize hep borçlu kalacak...

 

        Her insan yaşamı gibi, ölümünün de haini ve kahramanıdır…

 

        Her ölen kendi ölümünü de götürür; her doğan can kendi ölümünü getirir…

 

        İnsan doğarken, yaşarken, ölürken hep şaheserdir. Ölüm isimli varış insanı asla küçük düşüremez…

 

        Ölüm yaşam isimli kum saatindeki son kum taneciğinin düşerek bittiği andır. Ve gitmiş olacağımızdan ne saati ne de son kum tanesinin düştüğünü asla göremeyeceğiz…

 

        Herkes ölecek, ama her ölüm herkese dost olmayacak…

 

        Denilebilir ki yaşam ölümün eseridir…

 

        Ölüm budayıp yenilemeseydi, yaşam isimli ağaç her zaman taze, çekici, güzel, gönençli, genç, coşkulu sevgiyle dolup taşamayacaktı…

 

        Ölümle bitecek olan aslında bizim öz varlığımızdır; sonsuzdan gelip, sonsuza giden yaşam var olmaya devam edecektir…

 

        Her yaş, her gün, her saat ölüm için uygundur. İnsanın kendisinin hazır olup olmaması ölümün umurun da bile değildir…

 

        Ölümden çok yaşama yönelmeseydi insan yaşayamazdı.

 

        Yaşamımızın uzun ya da kısalığı önemli değildir, asıl olan mutluluğumuzun doyumlarımızın, coşkularımızın süresidir…

 

        Ölümü hak edecek kadar uzun değildir yaşam. O nedenle insan kaç yaşında ölürse ölsün yaşamdan hep alacaklı kalır…

 

        Her yaşam onu yaşayanın rengini alır ve tüm renkler bittiği içinde ölüm simsiyah karanlık kalır…

 

        Tek doğrudur yaşamak, ölüm ise şaşmaz gerçek…

 

        En güzel ölüm dönülebilendir… En güzel yaşamda bittiğini sandığımız-anda yeniden başlaması-sağlığımızın yeniden yerine gelmesidir…

 

        İnsan yaşamla ölüm arasında çabalar durur, zaman zaman her ikisine de yenilse de arada bir de yendiği olur…

 

        Zorunluluktur ölüm; bazı yaşlarda zaman zaman seçenek haline gelir…

 

        Isıları  bile farklıdır; yaşam sıcak ölüm ise soğuktur...

 

        Yaşam ölümün kötü bir işbirlikçisidir. İnsanlığın her çağında bu kural değişmeyecektir.

 

        Kendisine yük olup taşıyamayacaklarını ölüme teslim etmekten bir  an  bile çekinmeyen yaşam, yoluna sağlıklı ve taşıyabilecekleriyle devam edecek kadar da bencildir…Bir gün bizi teslim etmek için yaşam sürekli koynunda saklar ölümü. Çünkü her canlı yaşamında bir gün ona gereksinim duyacaktır…

 

        Ey insan ölümü değil aslında özünü anlayamadığın için kendine kızmalısın… 

 

        Ölümü sevme ya da sevmeme zorunluluğu yoktur. O vardır, gerçektir ve bir gün bizi alacaktır işte hepsi bu

 

        Tek başına hiç bir anlamı yoktur, ölüme anlamını biz veririz.

 

        Hiç bir yaşam bedel olarak ölümü ödenmesini gerektirecek kadar dolu dolu yaşanmamıştır…

 

        Ölümün de yaşam gibi ödül olduğunu düşünüyorum bazen...

 

        Herkese yakışmaz ölüm bazılarını ise gerdeğe giriyormuşçasına, tazeler, renklendirir, dayanılmayacak kadar  güzelleştirir…

 

        Aslında yaşam gibi anlaşılmak ölümün de hakkıdır …

 

        Yaşarken elde etmeyi başardığımız mutluluklarımız, sevinçlerimiz, ortaya koyduğumuz kalıcı eserler aslında ölümün elinden kurtarabilmeyi başardıklarımızdır…

 

        Yaşamımızın hesabını ölüm kapatır ne hesabımızın sonunu ne de ölümü asla göremeyiz…

 

        Sanatın gerçek gücü kendisini gerçekleştirebilenlere ölümsüzlük sunmasıdır…

 

        Ölüm aslında kolaydır acı olan sonsuza kadar yok olarak  unutulmaktır…

 

        Her ölüm bir doğmadan önce bulunduğumuz ülkeye yani evimize dönüşse, oraya bizden önce giden sevdiklerimizle buluşma olanağımız varsa ölmek önemsizdir.Tamamen tersi olsa da  önemli olmayacaktır…Belki de gerçek şudur ki; yaşam gurbet, ölüm sonsuz ve gerçek evimize boyut değiştirerek dönmek…

 

        Ölümü nasıl olsa değiştiremeyeceğimize göre bari ölümle ilgili düşüncelerimizi değiştirerek rahatlayabiliriz…

 

        Başkalarınınkini  izleyerek ölümle ilgili bilgi sahibi olsak bile sadece kendi yerimize ölürüz…

 

        Kısa bir düş olan yaşamın son ve geride kalanlar için biraz da acıklı olan son perdesidir ölüm…

 

        Bugün ölümsüz eserleriyle anılanlar ölümün verdiği dersi iyi öğrenip ölümsüzlüğü yakalamayı başarmışlardır…

 

        Her ölümsüz eser bir ölümlünündür… Ölüm ölümsüz eserler vermemiz için bizi kışkırtarak kendisini biraz olsun affettirir…

 

        Bilinçaltımızı nasıl programlarsak genellikle öyle ölürüz.Çöldeki insan su da boğulup ölebilir mi?Düşüncesini böyle programlarsa neden olmasın?

 

        Yaşamla birlikte ödünç aldığımız her şeyi geri vermeye ölüm diyoruz...

 

        İstediği gibi yaşayamaz insan, asla istediği gibi de ölemez… Bu çok az bilgenin ulaşabileceği bilinmez bir sırdır…

 

İstediğimiz yaşam gibi ölüm kavramımız da saniye saniye değişeceği için asla düşündüğümüz gibi yaşamla ve ölümle karşılaşamayacağız…

 

        Yaşamının ne olduğu sorusuna verdiği yanıt insanın ölüme verdiği yanıttır aslında. Bu iki konuda da doğru ve doyurucu yanıt henüz bulunamamıştır…

 

        Ağır hastalığı ve yaşı itibarıyla kesinleşenlerle onu aklının ucundan bile geçirmeyenlere eşit uzaklıktadır ölüm. Ve bu doğal piyangonun önce kime çıkacağı kesinlikle belirsizdir…

 

        Ölümle birlikte mutluluklar, zenginlikler,doyumların yanında; hastalık,yoksulluk acılar,olanaksızlıkların da sona ereceğini düşünerek sevinebilme hakkı vardır insanın..

 

        Büyük ya da küçük çiş yapacağına insan ne kadar üzülüyorsa, öleceğine de o kadar üzülmelidir. Çiş ve ölüm kadar rahatlık sunan ne vardır ki yaşamda?

 

        Kiracıları sürekli değişen yaşamda ölüm her zaman gerçek ev sahibidir...

 

        Her günlerini son günleriymiş gibi yaşayabilenler, yaşamdan daha  az alacaklı ayrılırlar…

 

        Yaşam oyun insan oyuncu, ölüm tek kişilik seyirci. Ölümün yaşam koltuğundan kalkmaması için yaşam isimli oyunumuzu kusursuz, onu oyalayacak ve hoşuna gidecek biçimde sergilememiz gerekir. Ölümü seyirci koltuğunda ne kadar uzun oturtmayı başarırsak o kadar uzun yaşarız…

 

        Büyük başarı ölüme karşı yaşamı sağlıklı-mutlu biçimde sürdürerek kazanılandır…

 

        Yaşamak suçum değildir ki, ölümümden suçlu ve sorumlu olacağım…

 

        Yaşam ölmeyi öğretmez, koşulları biz hazırlarız, o ölüme teslim eder…

 

        Ölüm isimli öğretmenin eski  öğrencilerinden hiç birisi bu gün yaşamamaktadır... Ama bugünkü öğrencilerde gelecekte yaşamadıklarını da asla bilmeyeceklerdir…

 

        Ölümle birlikte sonsuza gittiğimizin bilincinde olmayacağımız için kendimizi çok şanslı saymalıyız…

 

        Övgülerimizi cenaze törenlerinde, sövgülerimizi de o kişi yaşarken yüzüne karşı yapacak kadar çok yüzlü davranırız…

 

        Evrenin en mucize varlığı olan yaşam isimli sihirli gücün doğarken de ölürken de oyuncağıdır…

 

        Yaşama sarsılmaz bağlarla bağlanmak salaklıktır, en küçük ihanetinde ondan vazgeçerek ölüme yönelmek ise aptallık…

 

        Yaşam  hainliğini örtmek için  doğarken ve ölürken bilincimizi kasıtlı olarak devre dışı bırakarak bize iyilik etmeye çalışmakta böylece de kendisini affettireceğini sanmaktadır.

 

        Bir yandan ihanet eden yaşam, diğer yandan pusuda bekleyen ölüm. İnsan hangisine gideceğinin kaygı, endişe içinde beklerken geçen zamana yaşam deniliyor.

 

        Kapısında ölümün beklediği insanın yaşamında boşa geçirilecek bir tek saniyesi bile yoktur…

 

        Cenazemde yaşarken iyi davrananların kenarda köşede sessiz kalacaklarına, kötü haince davrananların ise kendi kendilerini affettirmek için sahneye çıkıp güzel sözlerle önce beni, sonra da kendilerini övmeye çalışacaklarını ve bunu da inanılmaz biçimde başaracaklarını biliyorum. Yaşamımda bana iyi davrananların ölümümde cenazemde hakkımda  konuşmaya hakları vardır. Kötü, hain, art niyetli davrananların söyleyecekleri güzel sözlerini reddediyorum ve kendilerine iade ediyorum…

 

        Ölüm kaçınılmaz olduğuna göre mutlu olmamız kesin ve tartışmasız olarak zorunluluktur…

 

        Ölüm nasıl olsa her yönden çıkar karşımıza. Mutluluğun yönünü bulup peşinden koşmamız gerekir…

 

        Ey akıl sahibi insan ölüm gibi yok edici bir garantin varken yaşamı mutlu geçirmemek için salak olmalısın…

 

        Çaresiz hastalıklara sonsuz tedavi sunan olağanüstü bir ilaçtır bazen ölüm…

 

        Her insan kendinin yaşama ve ölüm biçimidir…

 

        İnsanın ömrü mutlu bir yaşamı aramak ölüm şeklini bulmaya çalışmakla da geçer.

 

        Bir insan doğar dünya yeniden doğar, bir insanla dünya yeniden ölür…

 

        Yaşamın değerinin dünyadaki hiçbir maddi-manevi varlıkla ölçülemeyeceğini, inanılmaz ve eşsiz bir armağan ve sadece bir kez değerlendirme şansı olduğunu insan ölüme yaklaşmadan anlayamaz insan…

 

        Yaşarken her alanda kendimizi aşmamız, yapmamız gereken işleri sıfır hata yüzde yüz şekilde başarmaya zorunluyuz.. Ölünce böyle bir sorumluluğumuz sonsuza dek olmayacak nasılsa…

 

        Hiç hastalanmasam der insan hastalanır, yaşlanmasam der yaşlanır, ölmesem der ölür insan…

 

        Ölmekten korkmak doğmaktan korkmak kadar komiktir. Doğduğumuzu anımsıyor muyuz ki öldüğümüzün bilincinde olacağız?

 

        Akıllı insan bir kez denediği yaşamının her saniyesinde düşünsel bile olsa sonsuz yaşamlar yaşayabilir ama bir kez ölecektir…

 

        Benimsesek de reddetsek de ölüm yaşamdaki son sahnemizdir; öyle bir oynayalım ki, düşmanlarımız kadar dostlarımız da bizi alkışlasın…

 

        Ölümler ödünç alınmaz, verilemez, iptal edilemez, tasarruf edilemez, satılamaz, satın alınamaz, herkesin kendisine gereken sadece bir tek ölümü vardır…

 

        İnsan ölümle hep köşe kapmaca oynar, ölüm hep kazanır.

 

 

 

 

 

 

 

 

   2.BÖLÜM...

     KEREM VE   EMREYE

    MEKTUPLAR...

        

 

         ÖNSÖZ...

         Bu gün taslak yasılabilecek yaşamında insan kendisini yeterince tanımıyor; yeteneklerinin bilincinde değil; düşünce yeteneğinin  zenginliğinin sınırlarını bilmiyor... İşin daha da garibi, bunları arama gereği, kaygısı, sıkıntısı duymuyor, sancısını yaşamıyor.... Oysa insan evrimleşme, olgunlaşmaya doğru ilerlerken kendisini tanıyıp bu yeteneklerini geliştirdiği sürece ÜSTÜN İNSAN nın bazı özelliklerini bulmaya daha hızlı yürüyecektir... Ve kendisini tanıdığı sürece ancak içsel dünyasının sınırsız zenginliğini, sonsuzluğunu keşfettiğinde adı henüz konulmamış yeni yeni boyutlara, yeni yeteneklere, inanılmaz düşüncelere ulaşarak daha hızlı evrimleşerek, ÜSTÜN İNSAN  a daha çabuk ve hızlı adımlarla koşacaktır...

         Günümüzde sayıları sınırla da olsa ( ki belki milyonda bir kişi ) ÜSTÜN İNSAN nın içindeki kalp atışlarının farkına varıp, onu keşfetmek ve  yaklaşıp, bir takım frekanslarını yakalayıp, yaşamına renklerini katmaktadır... Bunların bir kısmı da; ulaştıkları, yaşamlarına renklerini kattıkları böyle bir üstünlüğün bilincinde değildir...

Bilincinde olanlar da bunu diğer insanlara iletip,  diğer insanların da bu özelliklerden yararlanması konusunda bilgi sahibi değildir...

         Tahsin Abimin oğlu KEREM ile  Meryem Ablamın oğlu EMRE , insanın geleceği olduğu için bu evrimleşme süreçlerinde onlardan yola çıkarak tüm gençlere, insanlara ÜSTÜN İNSAN a yürüyüşlerini sürdürürken; kendi deneyimlerimden yola çıkarak, edindiğim bazı değerleri, onların da önlerine çıkacak olan engelleri gösterip bunlardan kurtulmanın, çıkış yollarını anlatmaya çalıştım...İnsanın kendisini aşmaya çalışırken yaslanması gereken içsel güç ve düşünce kaynaklarını tanımlayıp bir bir göstermeye çalıştım... İzlediğim yöntemle de önemli bulduğum konuların önce SÖZLÜK tanımını  “Çünkü” Başlığıyla  anlattım. Daha sonra  konuyla ilgili yaşam deneyimlerimi de ortaya koyarak yorumumu ve öğütlerimi ekledim...

Anlattıklarımın akılda kolay kalması için de, metindeki görüşlerimi UNUTMA başlığı halinde özetledim... KEREM VE EMREYE MEKTUPLAR, aslında tüm insanlara, insanlığa iletmeye çalıştığım benim ulaştığım yaşama biçimi haline getirdiğim, doğruluğuna kesinlikle inandığım somut değerlerimdir...

         Türkiye , Adana , 1997 ABDULKADİR KAÇAR...

 

 

 

 

         ....

 

         AĞLAMA ACİZLİĞİNE DÜŞME...

         Çünkü; gözyaşı dökmek olarak tanımlanan ağlamak; insanın acizliğini, çaresizliğini, aklını kullanamadığı için yaşamın önüne çıkardığı her türlü soruna yenildiğini, zavallılığını kanıtı-fotoğrafıdır...

Ağlamak seni ve tüm insanları küçülterek  gülünç duruma düşürür...

Yaşam isimli serüvenin önüne çıkarttığı sorunları, engelleri göz yaşlarıyla değil; sadece aklını kullanarak, kendini geliştirerek, emek vererek, ortaya koyduğun değerlerinle çözebilirsin...

         Dünya isimli bu gezegene gelmiş olmakla beşikten mezara kadar sonsuz sayıda sorunlarla karşılaşacağını aklına iyice kazı... Doğa sana sorunlarla birlikte bunları çözecek yetenek, düşünce, fiziksel üstünlük, alet yapma, sembolleri kullanma gibi hepsinden önemlisi akıl vermiştir... İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli yönünde akıldır...

İnsan yaşamla savaştığı sürece, onun tüm sorunlarını aşabilecek yeteneğine, düşünme sistemine, alet yapma kapasitesine sahiptir....

Sorunların cinsi, türü, sınırları, etkileyeceği alanını, sayısı ne olursa olsun; insan bunları çözebilecek, bunların içinden çıkabilecek her yolu, her koşulda yaratabilmiştir...Geliştirdiği aletler, cihazlar, sağlığını düzenleyecek bir takım ilaçlar ve tıbbı müdahalelere ve uygarlığımızı buna borçluyuz... Sende bunların bilincinde olarak, ağlayarak, çirkinleşeceğine, ya da gülünç duruma düşeceğine; sorunlarının nedenini sapta, aklını kullanarak bunları çözmeye aşmaya çalış... Göreceksin ki; böyle davrandığında inanılmaz başarılara ulaşacak ve daha çok rahatlayacaksın...Üstelik göz yaşlarını haklı gösterecek bir tek neden bilmiyorum ve hiç birisini de kabul etmiyorum...

 

 

         UNUTMA; ağlayıp aciz, zavallı kalacağın yerde ; çağdaş bilgilerle süsleyip geliştirdiğin, keskinleştirdiğin aklını bir silah gibi kullanarak yaşamın tüm engelleriyle savaşıp yenebilirsin...

Önüne çıkacak tüm engelleri aydın hale getirdiğin akıl isimli silahınla yok edebilirsin... Ve yaşamın tüm sihiri, tüm gizemini öğrenmek istiyorsan, ona gülümseyerek bakıp, önüne çıkarttığı olumlu olumsuz tüm sorunları erdemli biçimde kabul edip çözmeye çalışmalısın… Ölümü kabullenmek, mutlu yaşamak istiyorsan, bilgiyle süslediğin, eğittiğin, geliştirdiğin, diğer insanlardan daha çok kullanma yeteneğine ulaşabileceğin aklınla yapacaksın... Sadece deliler ve aptallar akıllarını kullanmak bir yana, onun varlığının bilincinde değildir...

 

         ...

 

         EĞER KULLANABİLİRSEN AKLINEN İYİ ANAHTARDIR...

          Çünkü; insanın düşünme, anlama, önlem alma yetisi olarak tanımlanan akıl; seni diğer  220 milyon tür canlıdan ayırıp ileri çıkartarak üstün bir varlık konumuna getirir... Onun sayesinde yargılama, düşünme, iyiyi görme, yorumlama, yaratma, gülme gibi fonksiyonları sağlarsın... Aklını sadece seni yüceltecek erdemlerini çoğaltacak güzelliklere ve ÜSTÜN İNSAN a hatta inanılmaz  yüceliklere taşıyacak konulara yönelterek kullanmalısın... Eğer aklını, çok iyi eğittiysen, çok keskinleştirmişsen, çağının da ötesindeki bilgilerle süslemeyi başardıysan, onu iyi kullanabilirsen aklın  her şeyi açan sihirli bir anahtar olarak sana kusursuz ve sınırsız hizmet sunacaktır...

       Yaşam kötülükleri kadar  iyilikleri de sunar; kötü engeller kadar, başarmamız için olumlu engelleri de önümüze çıkartıp koyar...

Bunların bilincinde olarak gideceğin yönü seçme yeteneğini akıl sana gösterir verir...İşte bu aşamada sende etkin ve güçlü hale getirmeyi, doğru kullanmayı başarmışsan aklına hükmetmelisin... Ve aklını iyi kullanabildiğin, sihirli bir anahtar haline getirmeyi başardığında:  o seni daha da ilerilere götürecek, her sorununu çözen, önüne çıkan her engelli aşan sihirli bir anahtar olmanın ötesinde uçan bir halıya dönüşecektir... Seni istediği mutluluklara, doyumlara, zenginliklere taşıyacak, rengarenk bir yaşam sürmeni sağlayacaktır... Ancak aklını iyi eğitip, bilgeleşemediysen; kötülüklerin çoğalması, insanların acılarını arttıracak biçimde kullanacak olursan zamanını boşa geçirmiş, aklını olumsuz kullanmış olursun...

         Doğrulara ve gerçeklere en yakın güzellikleri bulmak , üstün yaratılar ortaya koymak, yaşamda gönençli ve başarılı olmak istiyorsan; bunu yapmanın bir tek koşulu vardır, aklını eğitip,bilgeleşerek iyi kullanmaktır... Aklını diğer insanlardan daha etkili, derin, sihirli kullanmanın yolları da; çağdaş ve çağın ilerisini gösteren, oralara yönelen bilgilerle süslemen, geliştirmen, kendini olumlu konulara programlamanla olanaklıdır... Aklını ancak bu hale getirebilirsen, yaşamın boyunca gereksinim duyduğun tüm konularda en büyük kurtarıcın, yardımcın o olacaktır....

 

         UNUTMA; doğru gözlemlerle, doğru bilgilerle şekillenen akılın seni taşıyamayacağı, güzellik, mutluluk, başarı, doyum yoktur...Yeter

ki aklını geliştirip, düşüncelerini her nefeste yeniden yeniden programlamayı başararak sihirli bir anahtar haline getirip doğru kullanmayı başar...

         ....

 

 

 

 

         YÜKSEKLERE ALÇAK GÖNÜLLÜLÜKLE ULAŞ...

         Çünkü; daha aşağı olanları kendisiyle eşit tutan; kendi değerini olduğundan aşağı gösteren, mütevazi insan  olarak tanımlanan  alçak gönüllülük; insanın olgunluğunun, erdemliliğinin, hoş görülü olmasının en somut göstergesidir... Alçak gönüllülükle yüksek yerlere ulaşabilmeyi bu anlayışı yaşama biçimi haline dönüştürdüğünde; çevrendeki iletişim kurduğun, tüm insanların seni daha çok onaylayıp, takdir edeceklerini unutma... Alçak gönüllülük; seni yükseltecek, ruhunu olgunlaştıracak, örnek bir insan haline getirerek toplumun diğer bireylerinin sana olumlu yaklaşmalarını, sevmelerini, saygı duymalarını, mutlu yaşaman için her alanda sana yardımcı olmalarını sağlayacaktır... Bu nedenle insanları mal, mülk, politik düşünce, sosyal sınıf, cins, inanç, dil, farklılıkları nedeniyle ayırma, onları farklı görme, hor görme, aşağılık yanlarını örtücü, başarılı yanlarını övücü davran... Her insanı ayrım yapmadan 7 milyarlık dünya insanlık ailesinin bireyi olarak değerlendir…Yaşamındaki her türlü eksikliklerini hızla tamamla, onların yalanlarını yüzüne vurma, gereksinimlerini olanakların ölçüsünde gidermeye çalış; çirkinliklerini yok say, görmezlikten gel ...Hep yüce ve güzel yanlarını ön plana çıkart, o yönleriyle görmeye değerlendirmeye çalış... Kendine layık gördüğün tüm güzellikleri bütün dünya insanlık ailesinin her bireyine de layık gör...Kendine layık görmediklerini onlara da layık görme, onları bu olumsuzluklara karşı koru... Herkesin, her insanının  hatalarının, yanlışlıklarının olabileceğini aklından çıkartma... Böylece yaşamına kendiliğinden coşkuların katıldığını, herkesin seni mutlu etmek için el ele verdiğini göreceksin... Ancak alçak gönüllülük gösterirken  aptallaşıp, yaşamının  iplerini başkalarının da eline kaptırma... Kullanılan insan olma...Yoksa erdemin ve yüce duygun insanlar tarafından kötü amaçlarla kullanılır, zarar verici boyutlara ulaşır... O zaman önce kendine sonrada tüm yakınlarına ve dünya insanlık ailesine zararlı olursun...

        

         UNUTMA; alçak gönüllü ol ama aptal olma; ancak hedefine ulaşan alçak gönüllülük en yüce erdemdir...

         ....

 

 

        

         ASIL ZENGİNLİK VE MUTLULUK  SAHİP OLDUKLARINLA YETİNMEYİ BAŞARMAKTIR...

         Çünkü; malda, mülkte, para da, eşya da, her türlü varlıkta sınırsız sonsuzluk  olarak tanımlanan  zenginlik; insanı doyumsuz, hedeflerine ulaşmak için vahşi bir varlık haline getirir... İnsanların yaşamlarında sahip oldukları maddi ve manevi değerlerinin göstergesi ne olursa olsun, bu duygusunu doyuma ulaştıramaz… Her zaman daha çok, fazla, gözünün gördüğü, elinin yettiği her şeyi ve onların da daha ötekilerini ister... İnsanın kendisini bu konuda durdurabileceği hiçbir sınır yoktur... Ona yaşadığı apartmanı verin, mahalleyi ister, mahallesini verin ülkeyi, dünyayı, ayı, güneşi, tüm evreni alsa da yine tatmin olmayacaktır... İşte bu duyguda bir sınır olmadığına göre en büyük zenginlik insanın azda olsa , sınırlı kaynakta olsa elindekilerle yetinmesidir... Bu konuda  ruhsal doyuma ulaşmak için önce bilgini, becerini, erdemlerini, cesaretini, tok gözlülüğünü arttırmalısın... Kendine gerekli olacak kadarla yetinmeyi başararak mutluluğu yakalamalısın... Ancak aklını bilgiyle aydınlatıp, geliştirip, dönüştürüp, yeni programlarla değiştirip, bilgiyle süsleyebilirsen, onu keskin bir bıçak gibi kullanabilirsen, maddi değerlerin fazlasının gereksiz olduğuna inanabilir; kendine bu duygunu tatmin sınırı doyabilir,  sahip olduklarınla yetinmeyi başararak, en büyük sevinci, mutlulukları yaşayabilirsin... Peki en büyük yoksulluk nedir? O da insanın sahip olduğu mal, mülk, para, beceri, bilgi kaynaklarının bilincinde olmaması, onları göz ardı ederek yenilerinin peşinden koşmaya çalışmasıdır... Böylece olanaklarıyla mutlululuğu yakalamak yerine, mutsuz olmasıdır...

 

         UNUTMA; Sahip olduklarınla yetinme duygunu  olgunlaştırmanın peşinde, çabası içinde ol; onu yakala, yaşama biçimi haline getir... Ancak böylece hem kendini, hem de toplumu ve yaşamı hatta tüm evreni sahip olduklarınla daha çok sevecek; yaşamdan kimselerin alamadığı tadı alacaksın... Zaten sahip olduğun genlerin bunu sana fazlasıyla sağlayacaktır yeter ki iste…

        

         ....

 

 

         AŞK VE SEVGİDE CÖMERT OL....

         Çünkü; Aşırı bağlılık  tutkusu, sevi olarak tanımlanan aşk ve sevgi insanı insan yapan önemli duygudur…  Bu iki duyguyu yaşarken de olabildiğince cömert ol... Dağıtmakla bitmeyecek, hatta zaman içinde artarak katlanarak sana geri dönecek, isteyen herkese, dilediğinden fazlasını vermekten çekinme..... Aşkta ve sevgide ulaşabileceğin sınırsızlığın, seni kendini baştan baştan yaratmanı, yenilemeni, içinde yürek atışlarını duyduğun ÜSTÜN İNSAN a daha rahat koşmana ve onun bazı üstün özelliklerini alıp yaşamına katmana inanılmaz biçimde yardımcı olacaktır…İnsanları diğer varlıklardan ayıran aşk ve sevgisini sesle ifade edebilme ve uygulama yeteneği ruhunda sonsuz ve sınırsız biçimde bulunmaktadır... Üstelik bunlar herhangi bir karşılık, çaba gerektirmeden işleyebileceğin sınırsız madenlerindir.... Korkma, çekinme, cimri davranma, özgür ol, başka  iklimlere, başka dünyalara ancak aşk ve sevgiyle ulaşabilirsin...Çünkü insan insan olduğunu ancak sevince, aşık olduğu zaman anlar... İşte sana bu kadar yüce erdemi tattıran duygularını, tüm insanlarla cömertçe paylaş... Sınırsız ve sonsuz kaynağı sende bulunan bu güzelliklerini verirken ataların gibi sınırsızca ve oldukça da cömert davran...

 

         UNUTMA; ilerleyen yaşında geriye dönüp baktığında, yaşamın dökümünü yaptığında, aşk ve sevgini dağıtıp insanlarla paylaşmaktan karlı çıkan taraf hep sen olmalısın... En zengin ve en mutlu insan bu duygularını cömertçe dolu dolu yaşamayı başarandır...

         ...

 

 

         BAKMAKLA YETİNME; GÖRMEYE DE ÇALIŞ...

         Çünkü; bir şeyin nitelik, nicelik, neden–sonuç ilişkisi olayların başlangıç ve sonucuna göre önlem anlamına gelen görme; günümüz insanın en büyük sorunudur... Çünkü herkes her şeye bakmakta ama görenlerin sayısı bir elini parmaklarının sayısını geçmemektedir...İşte sen bir elin parmakları sayısınca olan gören nitelikli ÜSTÜN İNSAN a yürüyenlerin arasında, hatta en başında ol... Ancak görerek yaşamı sıradan insanlara göre daha iyi algılar, üstün, herkesin takdir ettiği, onayladığı  isabetli yorumlara ulaşıp sağlıklı kararlar alabilirsin...

Böylece dünya isimli bu sahnede daha mutlu-rahat, bilgece yaşar, örnek ve ÜSTÜN İNSAN a doğru daha hızlı adımlarla yürürsün...

         Görme konusuna gelince; eğer bu bakılan sanat yapıtı olursa, herkesin fark edemediklerini görüp, farklı boyutları yakalayabilirsin...

Ve insanlara hepsinin baktığı şeyi öyle boyutlarıyla anlatır ve gösterirsin ki; onlar da şaşırıp kalır ve senin safında yer alırlar...

Eğer bu politika olursa gelecekteki olayları önceden tahmin edebilirsin anlatabilirsin; sana çevresindekilere hatta devlete daha az zarar verecek biçimde geçişmesini sağlayabilirsin... Sana diğer insanlarda asla olmayan bulunmayacak olan yetenekleri kazandıracaktır görmek...O nedenle sadece bakmakla yetinme,  olayların objelerin derinliklerindekini, arkasındaki gerçek nedenleri de görebilecek akılcı bir bakış oluştur, bilgiyle-bilgece bak; diğerlerinin görmediklerini gör insanlara göster onlarla doğruları ve olumlu değerlerini sınırsızca paylaş...

        

         UNUTMA; Gören kişi her zaman; bakandan daha akıllıdır ve üstündür... Bu yetenek onu çağları aşacak görüşler ve kalıcı eserler oluşturmasını sağlayacak, içindeki bir cevherdir…

 

         ....

 

 

 

         BAŞLAMAK BİTİRMENİN YARISIDIR...

         Çünkü; bir işe girişmek, işi yürür duruma getirmek  anlamına gelen; başlamak bitirmenin yarısıdır... Ama iyilere, olumlu ve güzelliklere, adaletli davranmaya, çare olmaya, hastaları iyileştirmeye, insanları başarılara götürmeye başlamak kadar; kötülüklere, insanlara acı ve ölüm getirecek olumsuzluklara başlamak da olanaklıdır...

İnsan bu konudaki şansı yüzde elli ellidir... Sen her zaman iyiden, güzelden, erdemden, olumludan, onurludan, insana yararı dokunacak güzel konulara başlamalısın–bitirmelisin.... Böyle davranmayı başardığında, iyi, sevgiyi, yaşama sevincini, aşkları, her türlü doyumları, hoşgörüyü, adaleti başlatan ve yayan kişi olarak saygıyla sevgiyle anılırsın... Senin güzellikleri, yaratmanda, olumlu ve erdemli düşünen tüm insanları yanında ve yardımcıların, hizmetkarların olarak  bulacaksın... Bu kişiler sana destek verecek, güzellikleri arttırman konusunda teşvikçin ve yardımcıların olacaktır...Böylece davrananların sayısı da arttıkça, dünya isimli bu gezegende yüzde yüz ölümle sonuçlanacak geçici yaşam daha da güzel, mutlu ve çekilebilir ve  doyumlar sunan tatlı bir serüvene dönüşecektir... Bu güzellikler, erdemleri, sadece yüce ruhlu, soylular başlatarak zirvelere taşıyabilirler... Zaten kalıcı yapıtlar, ölümsüz  düşünceler, ölümsüz eserleri ortaya koyanlar, yüzyıllar boyunca unutulmayanlar, hep iyileri başlatmaktan korkmayanlarca oluşturulmuştur... Başlattığın ve yaşamın boyunca sürdürdüğün her iyilik, erdem, önüne tadına doyulmayan güzellikler meyvesi olarak sana geri dönecektir...

Bundan daha da büyük bir hizmet ve başarı zaten olamaz...

        

         UNUTMA; kötülükleri başlatmayı, kötü insan olmayı düşünüyorsan bu sadece düşüncende kalmalı, kimseye söylememeden hemen bir daha seni rahatsız etmeyecek biçimde bilinçaltından silip atmalısın...         Ama güzellik, erdem, iyilik, adalet, hoşgörü, paylaşmayı başlatmak istiyorsan da bir an önce elini çabuk tutmalısın...

 

         ...

        

 

 

         DOGMALARI İNSAN BEYNİ YARATTI....

         Çünkü; kesinliğine ve dokunulmazlığına inanılan düşünce anlamına gelen; dogmalar; yaşamın önünde ÜSTÜN İNSAN a gidiş yolunu tıkayan, onu sınırlayan, kafasının üstünde her an inecek bir balyoz gibi duran en büyük engellerdir... Üstelik ayakta pranga, eldeki kelepçedir.... İnsanlık  tarihi boyunca yaratılan, korunan, asla değişmez ve olan dogmalarla fazla uğraşma... Onlar dokunulmazdır… Çocukken kafana konulanlardan da biran önce kurtulma çabası içinde ol... Bunun için aklını çok iyi eğit, çok güzel ve çağın ilerisindeki bilgilerle doldurmaya çalış.... Dogmaların sınırsız olan düşünce sisteminin önünü kapatıp, seni sınırlamasına izin verme... Her yaşında daha özgür, ileri nitelikli, aydın, coşkulu, sınırsızlıklara doğru koşarken; mutlu olacaksın… İnan bana bu dogmalardan  kurtulduğunda kendini daha özgür ve düşüncendeki sınırsızlığın peşinden giderken daha rahat, bu güne kadar bilinmeyenleri keşfedeceksin, sınırsız ve evrensel düşüncelere ulaştığında her insandan çok ileride ve olumlu düşünen, bilge kişi sen olacaksın...  Evrendeki tek değerin, her şeyiyle mucize şeklinde varlığını sürdüren insan olduğunu anlayacaksın... İçinde kendisini keşfetmen için çırpınan, nefes alışlarını hissettiğin ÜSTÜN İNSAN a ancak dogmalardan kurtularak yükselebileceksin...

 

         UNUTMA; dogmalar insanın kendisini aşmasını engeller...

Dogmalardan kendini koruduğun sürece kendini keşfedecek, kendin olacak ve içindeki yeni ben’ lerini bulup yaşayan bilge insan sen olacaksın,  içine bakıp  düşüncelerinin sınırsızlıklarında ÜSTÜN İNSAN ı bulabilmek için daha devasa adımlarla koşacaksın...

 

         ....

         BİLİNÇALTIN İÇİNDEKİ DÜŞMANINDIR...

         Çünkü; bilince ulaşmamış olguların bulunduğu var sayılan zihin bölgesi anlamına gelen; bilinçaltını eğer dost ve kontrol edinemezsen, içindeki en büyük düşmanın haline dönüşecektir... İyi şeyleri genellikle görmezlikten gelerek; kötü, olumsuz, acı, ruhu yaralayan, örseleyen, kin ve nefret, karamsarlık duygularını yaşamanı sağlayacaktır… Çünkü bu duygularını kayıt eden bilinçaltı; yaşamın boyunca, olumlu-güzel-başarılara doğru yapacağın her hamlede önünü tıkayacaktır; başarı grafiğini yükselteceğin, en büyük başarı hamlesini yapacağın  her zaman önüne  aşılamaz  en büyük engel olarak çıkartacaktır... O güne kadar yaptığı tüm olumsuz kayıtlarını , set yaparak senin önüne yığarak aşmanı, ilerlemeni engelleyecektir...

Bu şekilde  bir bilinç altıyla kendini aşman, aydın ve bilge birisi olarak, ileriye doğru büyük adımlarla ilerlemen, başarılara ve mutluluklara imza atman olanaksızdır....

         Kontrol edip, egemen olamadığımızda içimizdeki bir tür düşman da diyebileceğimiz bu duygumuzun efendisi olmamız için  ona öncelikle hükmetmemiz, egemenliğimiz altına almamız gerekiyor...

Bunu başarabilmek için, durmadan, her nefeste kendimizi geliştirmemiz, okumamız, gözlemlememiz, bilinmeyeni bilmeye, görünmeyeni görmeye, duyulmayanı duymaya çalışarak kendimizi durmadan yeniden yeniden programlamalıyız… Yavaş yavaş kontrolümüzü kabul etmeye yaklaşan bilinçaltımızla anlaşmamız , oturup karşılıklı çözümler üretmemiz, yapabiliyorsak dost olmamız gerekir.. Onunla yaptığımız bu anlaşmaları, özümüzde yaptığımız devinim, değişim, dönüşüm başkalaşımla kendimizde oluşturduğumuz yeni programlar eklemekle daha da etkin hale gelebilecektir… Ona göstereceğimiz sevgi saygı, hoşgörü, bağışlama, gibi erdemler anlaşmamızı sağlamak için temel verileri oluşturur... Bilinçaltını yendiğinde, yaşamının önüne çıkartabileceği görünen-görünmeyen tüm engelleri de yenersin; istediğin hedeflere ulaşmak için istediği hamleleri, başarılı girişimleri yapabilirsin... Ancak önce onu keşfetmen, tanıman, tanımlaman, hükmetmen, anlaşman ve dost olman gerekecek… Bunu başardığında mutluluklar adasına doğru devasa başarılı kulaçlarıyla ulaşacaksın...

 

         UNUTMA; Başarının da, başarısızlığının da sınırlarını bilinçaltıyla kurduğun dostluktan ya da çatışmaların belirleyecektir...

 

 

         ...

 

 

         BİLGİN ÖLÇÜSÜNDE SONSUZLUĞA AÇILABİLİRSİN...

         Çünkü;iş ya da bir konu üzerinde bilinen her şey anlamına gelen;

bilgi, bilme, öğrenme, onu kullanma yeteneği 200 milyon tür olduğu var sayılan canlılar arasında  sadece insana özgü bir yetenek, bir davranıştır... Yine insanın hafıza, bilgi aktarma, bilgi toplama, bilgi oluşturma, bilgiyi kullanarak güzeli arama, uygarlıklar kurma, evrene hakim olma gibi yetenekleri sayesinde bu gün bilgi birikimi sınırları zorlayacak konuma  ulaşmıştır... Sen de yaşamının her aşamasında bilginin peşinde ol, onu oluşturabilmek, alabilmek için ruhunu sürekli bilgiye ve öğrenmeye her yaşında açık ve öğrenci olarak tut... Bilgiyi en fazla da kendini, yani insanı öğrenmek ve öğretmek için kullan... Sonsuz evrenin bir küçük modeli olan mucize insan kendine hükmetmek, evrenin sınırlarını öğrenmek için yanar tutuşur... Bunu nasıl yapacağını arar; evreni öğrenmek istiyorsan, işe önce bilgilerinle kendini keşfetmek ve öğrenmekle başlamalısın... Yaşamın her aşamasında yüzde yüz gerekli olan bilgi en fazla da kendini çözmen için gereklidir, bunu bilmelisin... Yaşın kaç olursa olsun, hayata seni bağlayan, en önemli ip bilgi-bilmek-kullanmak, onu öğrenmek, yani hayatının her alanında bilgili olmaktır... Bilgiyle kimsenin yıkamayacağı, sarsamayacağı, içinde sadece senin imparatoru olacağın dünyalar kurabilirsin... Bilgiyle; herkesin karşısında hüngür hüngür ağlayıp korktuğu olayları gülümseyerek karşılayacak ve onları bir bir aşacaksın... Herkesin ulaşamayacağı başarılara sen bilgiyle ulaşacaksın... Pırıl pırıl çiçekli yaşam coşkulu dünyalar yaratman, ölsen bile arkandan yüzyıllarca seni hatırlatacak kalıcı eserler oluşturup bırakabilmen ancak bilgiyle olacaktır... Bilginin peşinde olman işte bu özlemlerini hep canlı tutmalı ,peşinden koşmalısın...

Yaşamı bilerek, isteyerek, bilinçli olarak, coşkuyla, sevmelisin, onun tüm sırlarını bilgiyle öğrenmeli ve öğretmelisin…  

 

         UNUTMA; sadece insana özgü olan öğrenmek, bilgi edinme, bilgiyle uygarlıklar oluşturma yeteneğiyle kendini aşarak sonsuza doğru açılıp ÜSTÜN İNSAN ın bazı yönlerini yaşamına katabilirsin...

Bütünün bir parçası olduğunu sana bilgi öğretecektir...Yaşamın tüm sırlarına da ancak bilgiyle ulaşabilirsin....

        

 

 

         ....

        

         ÇAĞININ İLERİSİNDE DÜŞÜN VE YAŞAMAYA ÇALIŞ...

         Çünkü; zaman parçası anlamına gelen; çağlar her zaman yeni bilgiler, yeni keşifler, yeni aletler, yeni icatlar, yeni düşünceler, bakımından birbirinden farklı, ancak hep birbirinden ileride özellikler taşır... Bu kural bundan sonra da hızla işleyecektir... Bu nedenle sen her zaman çağının ilerisinde düşün ve yaşamaya çalış; yeniliklerin peşinde ol, yarını düşün, 20 yıl sonraki geleceğe bıkmadan usanmadan kafa yor, çözümler-üret, çözümler ara... Her yaşında, her yeniliğe açık ol; yeniliklere uyum göstermekten çekinme... Hayat isimli okulda kendini hep öğrenci olarak bilgiye açık tut... İnsanların tamamına yakın bölümü içinde bulunduğu çağı ileriyi hiç düşünmeden, hayaller kurmadan, yeni umutlar oluşturup onların peşinden koşma gereği bile duymadan,  koyunlar gibi beslenip, küçük ve büyük abdestini yapıp, cinsel ilişkilerini kusursuzca sürdürüp sonra ölüp giderler.... Oysa insan bu değildir; yaşam bu kadar sıradan ve basit olmamalıdır... Daha ileriyi, daha güzeli  görmeye çalışmalı araştırmalıdır... Bu gün ulaştığımız uygarlığın yaşamımızı kolaylaştıran buluşları araç – gereçleri,  ürünleri, sürekli gelişen, değişen, akıllı insanların ortaya koyduğu, somut kanıtlardır... İnsan ancak bu gün kendisini hayrete düşüren ürünleri, icatları bir sonraki çağda çöpe atacaktır, yerine daha ileride, daha güzel, daha geliştirdiği, daha yeni, çağın ilerisinde olanları koyacaktı , koymuştur... İşte bu bilince hemen ulaş; çağında yaşamını kolaylaştıran  kullandığın ya da kullanmadığın araç gereçlerle, ürünlerle yetinme… Hep çağın ilerisinde düşün bin yıl iki bin yıl 5 bin yıl  bir milyon yıl sonraki yaşamı hayal et... O yıllarda insan nasıl, nerelerde, hangi gezegenlere ulaşıp, hangi galaksilerde yaşayacak? Nelere sahip olacak ? Nelerden vazgeçecek? Bu gün kullandığı hangi araç–gereçler o yıllarda da  nasıl olacak?Nasıl beslenecekler? Cinsel gereksinimlerini nasıl karşılayacaklar ? Hangi sanat yapıtlarını beğenecekler? Bunları bu günden düşünerek  tasarlamaya çalış... Hazırlıklarını bu günden yapabilecek yeni düşüncelere ulaşıp, ortaya düşünsel olarak bir şeyler koymaya çalış....

Kendini çağın ilerisine göre programladığında, içinde yaşadığın zaman diliminde anlaşılmayabilirsin ama bunu kendine dert edinme....

İleri çağlarda kesinlikle seni anlayanlar olacak, gelecek kuşaklarca anlaşılacağını düşünerek ortaya kalıcı eserlerinde yer alan ölümsüz düşüncelerini de koyarak rahatlayabilirsin... Zaten büyük düşünürler , ünlü bilgeler, dehalar, büyük sanatçılar çağlarında değil de ölümlerinden yüzyıllarca sonra anlaşılan insanlardır... Eğer ileriyi hedefleyen, yaşamında yarattığın fikir, sanat yapıtları, keşifler, icatlar, ortaya koyabilirsen o zaman bu çağda ilerlemiş örnek ve bilge bir kişi olursun... Üstelik senden sonra yaşama gelecek olan insanların önünü aydınlatarak onların evrimleşmesini hızlandırmış olursun... Böylece bu gezegende yaşam olduğu sürece, anımsanır, ölümsüz yapıtlar , düşünsel ve bedensel ürünleri ortaya koyarak çağın ilerisinde düşünüp, konuşup, kalıcı yapıtlar veren insan olarak ölümsüzlüğü hak edersin...

                 

         ÇÜNKÜ; şu anda kullandığın, yaşamını kolaylaştıran uygarlığın her türlü ürünleri, geçmiş çağlarda yaşayan, akıllı kaşifler, mucitler, sanatçılar  tarafından yaratılmıştır... Sende istersen hem gününün, hem de geleceğin akıllı insanlarından birisi olabilirsin...

 

 

         ....

 

         DİLİNİN SİHİRBAZI OL...

         Çünkü; duygularını, düşüncelerini, bir başkasına kendilerini, evreni ifade edebilecekleri anlamına gelen; dil eğer iyi kullanabilirsen insanı diğer canlılardan ayırıp bir adım ileriye çıkartan bu gücü en doğru biçimde kullanabilirsin... Dilini her yaşında iyi kullan, onun tüm sihirli, çarpıcı, vurucu, etkin yöntemlerini iyice öğrenerek yaşamına uygulamaya çalış... Kıvrak zekanla bunu öyle bir geliştir, öyle etkin ve güçlü hale getir ki; insanlarla konuşurken yıllarını bu işe veren düşünürleri, gazetecileri, filozofları , laf ebeleri olan hatipleri, yazarları, edebiyatçıları geride bırak... Ağzından sözler bal gibi aksın; hep olumlu, bakmaya, düşünmeye, konuşmaya, anlatmaya çalış...

İnsanları ikna ederken, dehanla birleştirdiğin sözcüklerle kendi düşüncelerini kabul ettirebilirsin... Bunu sağlayacağın tek organın,  binlerce yıldan beri gelişerek kendini yıkayıp, durulayıp, arıtıp yoluna devam eden dili iyi kullandığında, onun tüm derinliklerini saptadığında önündeki tüm kapıların hepsini açan sihirli altından daha da değerli bir anahtar olduğunu görüp, yapabildiklerine tanık oldukça sen de şaşıracak, gözlerine inanamayacaksın... Uygar insan dilini her türlü olanaklarını çok iyi saptayıp, sihrinin gizemini çözüp ona ulaşıp, onu kullanabilendir... ÜSTÜN İNSAN insanın bazı özelliklerini yaşama biçimi haline getirenler dilinden, davranışına kadar her çağda diğer insanlardan daha ileride yaşayan yarını bu günden gelecek yüzyılları içinde bulunduğu yüzyılda şekillendiren far yaratan varlıktır...

        

         UNUTMA; dilini iyi kullanamayan kişi; yaşamındaki en etkili silahtan yoksun kalmış olan aptaldır.... Dilini en etkili biçimde kullanabilen kişiler altından daha değerli, her kapıyı açan bir anahtara sahip olurlar…

 

         ....

 

 

 

         DÜŞÜNCELERİN AĞZINDAN ÇIKMADIĞI SÜRECE SENİNDİR...

         Çünkü; dış dünyanın insan zihnine yansıması anlamına gelen; düşünceler; ne kadar tehlikeli, zararlı, yakıcı, yıkıcı, imha edici,  olumsuz, kötü, olurlarsa olsunlar; ayrıca çağa;  geleneklere-göreneklere, ne kadar aykırı olurlarsa olsunlar, ne kadar çelişirlerse çelişsinler; ağzından söz olup çıkmadıkları sürece, yazı olup kağıda dökmediğin sürece sana hiçbir zararı yoktur... İçeriği  kötü ya da iyi de olsa; söz olup söylendiğinde, yazı olup yayınlandığında artık senin olmaktan çıkmış; toplumun, insanlığın, evrenin malı olmuştur; onların hafızalarına kazınmıştır... Bu aşamadan sonra düşüncelerinin  sana zarar vermesini önlemen, önüne geçmen olanaksızdır...       Ya da tam tersi; taraftar bulmaya, seni sevenlerin sayısını çoğaltmaya başlamasına engel olamazsın... Bu nedenle düşüncelerinin hedeflerini, içeriğini, vuracağı noktayı çok iyi hesaplayarak, sözlerini söylemeden, yazıya dökmeden önce çok iyi ölç tart; vereceği zararların  sınırları ya da getireceği yararlarının analizlerini çok iyi ve kusursuz yaptıktan sonra  ağzından çıkart, ya da yazı olarak yayınla... Ulu orta, rast gele, konuşma; kontrolünün dışında düşüncelerinin ağzından çıkmasına izin verme... Bazı kötü niyetli, vatana-millete-insanlığa zarar vermeyi hedefleyen, yıkıcı -bölücü-yakıcı gurupların sözcüsü olma; onların seni ve düşüncelerini, kalemini kullanmasına izin verme...Ne söyleyeceğine, sadece sen kendin karar ver;  ağzından çıkanlardan sonra asla pişmanlık duyma… Söylemeyeceklerin için de bu sistemi uygula... Bu yeteneklerin sende fazlasıyla bulunduğunu söylememe gerek yok...

 

         UNUTMA; Kontrolsüz söylediğin bir söz, yazdığın bir yazı, sana dosttan fazla düşman kazandıracaktır... Aynı düşüncelerini başka şekilde söylediğinde sana sayısız taraftar, dost kazandıracaktır…

 

         ....

        

 

         EN BÜYÜK YETENEK SENSİN...

         Çünkü; bir şeyi yapabilme gücü  anlamına gelen; yetenek seninle başlar ve seninle biter... Yaşam isimli serüvendeki zaman dilimleri boyunca tüm insanlar her alandaki yeteneklerini gösterme konusunda birbirleriyle ölürcesine yarış içindedirler... Bu ölümüne yarış sonunda başarılı fikirler, baş yapıtlar, icatçılar, inanılmaz emekler harcayarak kalıcı eserler  ortaya koyarlar... Sende bu ve benzer her konuda yarışa gireceksin biliyorum; o nedenle bu üstün nitelikli yeteneklerini ortaya koymaya çalışırken gereksinim duyacağın her türlü yetenek, kabiliyet, beceri ham şekliyle içinde cevher olarak sonsuzca bulunmaktadır; bunları işleyip etkin hale getirmen için beyin bilgiye gereksinim duyar... O nedenle üstün kabiliyetleriyle çalışıp, senden önce ya da seninle aynı kuşakta sanat, iş, icat, olağanüstü fikir yaratanların ortaya koyduğu görüş-yapıt ve tüm eserlerini oluştururken çalıştıkları dünyalarından yararlan....Onların neler yaptıklarını, nasıl yaptıklarını iyice öğren... Ancak o kişilere aşırı hayranlık duyma ama beğenmezlikte etme; sadece  duyacağın hayranlığın sınırlarını aklınla belirle… Ancak her zaman önce kendine inanıp yola çıktığında iç dünyanın-evrenin bilgilerine en kısa zamanda ulaşmaya çalış, onları yakalayıp yaşamına uygulamak için emek ve zaman harca... Göreceksin ki  hayranı olduğun pek çok kişiden daha kusursuz çalışmalar yapacak, ya da sanat ürünleri, icatlar, ölümsüz düşünceler ortaya koyacaksın... Bunun için bana ve sadece kendine güven...

Üstelik yaşamını başkalarının yeteneklerine  hayran olarak geçirme; onların yaratılarıyla, yapıtlarıyla ilgilen, bilgileri alıp  kendi bilgilerin ve deneyimlerinle birleştirerek daha da ilerilere  hedefleyerek yorulmadan, bıkmadan, usanmadan yılmadan yürüdüğünde daha üstün eserler-işler ortaya koyabilirsin... Dünyanın en üstün, en yetenekli varlığı sensin; kusursuz, fikir–sanat–ölümsüz düşüncelerin yer aldığı yapıtları ortaya koyabilirsin... Bunu disiplinli sistemli, tekrar tekrar yapacağın çalışmalarla başaracak, ortaya koyacaksın... Bunun en basit formülü de şudur; çalışma, sanat, aşk, diğer tüm alanlardaki yeteneklerini geliştirmen için kendini çok iyi tanıman, çok sağlam – çağın ilerisini hedefleyen bilgilere ulaşman, bunun için kendini durmadan geliştirmek için iç dünyanın sınırsızlıklarının bilincine vararak onların keşfini tamamlaman, bilinçaltına egemen olarak orada oluşturduğun her yeni programlarla kendini her nefeste sıfırdan güncelleyip yeniden formatlama çalışmalarını ömür boyu sürdürmen; bunları bir an önce alıp yaşamına uygulaman koşuldur.... Kendini tanıyıp anladığında en büyük başarıya ulaşman için inanılmaz sihirli bir anahtarı eline geçirmiş olacaksın; öyle ki ölümsüz yapıtları üstün ve inanılmaz bir başarıyla ortaya koyacaksın...

 

         UNUTMA; tüm yetenekleri takdir et-saygı duy; ama hiç kimseyi kendinden üstün görme... Her alandaki tüm yeteneklerin çok üstündeki yeteneklerin sende doğuştan, iç evrenin orijinin de bulunduğuna inan; onu keşfedip, ölümsüz eserler ortaya koymanın çabası ve inanılmaz çalışması içinde ol...

 

         ....

 

         EVLENMEDEN ÖNCE DÜŞÜN...

         Çünkü; erkekle–kadının aile kurmak için yasaların uygun gördüğü yoldan bir araya gelerek nikah kıymaları anlamına gelen; evlilik; insan yaşamının en önemli ve dönüm noktasıdır...Ancak evlilik sözcüğü tanımındaki kadar kolay, sıradan, basit, çapsız bir uğraşı değildir... Evlenirken kendine hedefler koymalısın; Bir defa neden evlenmek istediğini düşünmelisin...

         -Gencim, cinselliğimin zirvesindeyim evlenip keyfime bakayım... Ya da ;

         -Malım mülküm var; onları ben öldükten sonra yabancılar almasın çocuklarıma kalsın... Ya da,

         -Yarın bir gün yaşlanacağım; param da, malım da yok; hastalandığımda  bana baksınlar diye çocukları dünyaya getirmek istiyorum ... Ya da,

         -Benim hiçbir şeyim yok; her şeyimi çalışarak kazandım,

dünyaya getireceğim çocuklarım da aynı şekilde çalışıp kendi yaşamlarını kursunlar mı? Bu soruların sayısını binlerce arttırmak olası... Ama  aklından şunları da çıkartma; evlendiğinde çocuklarına, eşine verebileceğin; güzel bir yaşam, güzel bir gelecek, mal, mülk,  bilgi ve benzeri zenginliğin varsa; çocuklarını iyi bir eğitimden geçirme ve insanlığa yararlı birey yapma olanağın varsa; evlenmende hiçbir sakınca yoktur...  Böylece onlar yaşam isimli bu serüvende çok gönençli, sevgiyle dolu, coşkulu biçimde yaşarlar... Ölüm düşüncesini de kolaylıkla benimseyebilirler; ölüme karşın mutluluklarını yaratıp inanılmaz başarılı bir serüven izlerler... Ancak, aç, evsiz, yoksul, çaresiz, eğitimsiz çocuklar dünyaya getirip sokağa bırakmayı düşünüyorsan; onları terk edip kaçıp kaybolmayı hedefliyorsan; evlilik gibi bir düşünceyi kafandan çıkartıp atman gerekir... Çünkü evlendiğinde eşine, çocuklarına sadece acı, sefalet, yoksulluk, aşağılık duygusu, kötü insan olmanın yollarını öğrenecekleri kötülük yapmış olursun... O da insan denilen mucizeler ötesindeki akıllı bir canlıya yakışmayacak bir davranıştır... Bilinçsiz, alt yapısız, hazırlıksız evlenmekle büyük ya da küçük çişini yapmak arasında hiçbir fark kalmaz...

 

         UNUTMA; evlilik önce karının, sonra da çocuklarının kölesi olmaktır...Onun acı meyvesi olan çocukları büyütüp, olgunlaştırıp topluma sunabilmek en büyük başarıdır... Evliliğe karar vermeden önce çok kere ama çok iyi düşün; başkaları ya da toplum istiyor diye değil; özgür iradenle kararını ver ve kendine güvenebiliyorsan; kendin bu işi gerçekten akılcı olarak istiyorsan evlenmelisin; ya da evlenmemelisin...

 

         ....

 

         EVİNİN EN GÜZEL KÖŞESİNİ KENDİNE LAYIK GÖR...

         Çünkü; bir kimsenin içinde yaşadığı yer anlamına gelen; ev  senin bin bir çaba ve emekle ortaya koyduğun bir yaratındır... Evinin tek amacı da sana hizmet etmek, senin güzel ve rahat yaşamanı sağlamak, yaşamını sürdürmen için sana hizmet etmektir... O evi emeğinle oluşturan kişi olarak en fazla sen yararlanma hakkına sahipsin... Evinin en güzel köşesinde sen olur; orasını kendine layık gör... En güzel halını, yemek takımlarımı, yatak takımlarını, örtülerini, vazonu, kullan ki tüm eşyaların sana hizmet etsin... Bunları bir araya getiren  kişi sen olduğun için onlardan en fazla sen yararlanmalısın...

Hepsinden daha da önemlisi; bunları senin kendine layık görmen gerekir; senin kendine layık görmediğin bir şeyi kimsenin, sana evin de olsa layık görmesini bekleme... Bu arada konuklarına ya da diğer aile bireyleriyle de bu eşyalarını güzellikleri cömertçe paylaşmayı bilmelisin...

 

         UNUTMA; tüm bunları uygularken de asla bencil olmamalısın... Senin her türlü sırlarını, varlılığını, yoksulluğunu saklayan evini iyi ve bakımlı temiz biçimde kullanmalısın...

         ....

        

 

         GELECEK SENSİN ...

         Çünkü; zaman bakımından ileri olması, gerçekleşmesi beklenen anlamını taşıyan; gelecek sadece ve sadece sensin... Gelecekte sadece sen varsın, gelecek sensin... Evrendeki her şey seninle ilgili, evrenin özü sensin… Sen evrenin aklısın, düşüncesisin, gözü, kulağı, dilisin… Evren seninle kendisini açıklar, ortaya koyar… Bu kısacık ömründe geleceğe yönelik, seni olmadığın dünyada gelecek kuşaklara tanıtabilecek kalıcı eserler ortaya koymak için dev adımlar at... Kendini bilgiye açık tut; tüm  yaşamını  daha çok geliştirmeye, uygarlığın üstündeki yüksekliklere, onu layık olduğu yere taşımanın bilgiyle olacağını unutma bunun çabası ve savaşımı içinde ol...      İçinde geleceğin ÜSTÜN İNSAN nın bazı özelliklerine  ulaşmanın yoğun coşkusunu yarat... Geleceğin insanını bu günden içinde temellendir; yaşayabiliyorsan onun üstünlüklerinden bazılarını yaşamına uygulamaya çalışarak örnek insan olmaya çalış...Gelecekte ortaya çıkacak; şu anda senin içinde kalp atışlarını duyduğun ve ortaya çıkmak için çırpınan, ÜSTÜN İNSAN nın nefesini duy, ona layık olmaya çalış.... Senin başarın insanın başarısıdır... Buluşun insanın geleceğinde yaşam kalitesini yükseltecek olan buluşun olacaktır... Geçmişteki insandan aldığın gen halkalarıyla taşıdığın geleceğe Gen lerini iyi kullan, görevini tam anlamıyla yapan kişi ol... Gelecek her şeyiyle senin ellerinde şekillenecektir çünkü gelecek sensin...

 

         UNUTMA; dün olduğu gibi gelecek senin becerin, bilgin, aklınla şekillenecektir...Gelecek sonsuz zamanda sahnede yerini alacak ÜSTÜN İNSAN ı içinde şimdiden sen oluşturmaya çalış...

 

         ....

 

         GERÇEĞİN OLMADIĞINI BİL; AMA ARAMAKTAN VAZGEÇME...

         Çünkü; doğru olan, yalan olmayan anlamındaki; gerçek felsefeye göre hiç yoktur, olmamıştır, olmayacaktır... Sadece gerçeğe yakın, doğrulara yakın olanlar vardır... Üstelik bu gerçeklere , doğrulara yakınlık her ülkede, her çağda, her koşulda, farklı ortamlarda değişikliğe uğramış genellikle farklı farklı uygulanmıştır...Ancak gerçeğin olmadığını bilmen onu aramana engel olmamalıdır... Gerçek yoksa da; gerçeğe en yakın olanını bulup yaşama biçimi haline getirmekten asla vazgeçme... Çünkü gerçeğe en yakın olan seni sen yapacak; ayaklarının üstünde durmanı sağlayacak, en büyük erdemdir... Bu erdem kendini her alanda aşmaya ÜSTÜN İNSAN nın bazı özelliklerini elde edip onu hayatına uygulamana yarayacaktır...

Seni yükseltecek, evrensel düşünmeni, evrensel bakmanı sağlayacak bir ulaşılmaz merdivene dönüşüp seni yükseklere taşıyacaktır... Onu bulup  uyguladığın oranda her alanda kendini aşabilecek, özgüven, cesaret, çalışma, üretme, kalıcı eserlere imza atma yeteneğini kazanacaksın...

 

         UNUTMA; bazı değişiklikler olsa da gerçek insanın yüzyıllardır peşinden koştuğu; sonsuza kadar da aramaktan vazgeçmeyeceği; yakalamak istediği en üstün değerler bütünüdür... Üstelik bu değerleri bulduğunda insan ÜSTÜN İNSAN nın bazı özelliklerini yaşamına uygulama giibi bir yüceliğe ve doğa üstülüğe ulaşacaksın; insan iyilikler, hoşgörüler, bağışlamalar, adaletli davranmalar gibi erdemlerin bütününe dönüşecektir...  Sen de bunun peşinden ayrılma...

 

 

         ....

 

 

         HATALARINI DÜZELTMEK ERDEMİNİ GÖSTERMEKTEN ÇEKİNME...

         Çünkü; istenmeden, bilmeden yapılan kusur anlamına gelen; hatalar; senin örnek ve ÜSTÜN İNSAN a yürürken yaşamının önündeki en büyük engellerdir... Hatalarla dolu yaşamı çizgisinde onları gidermeden yürümeye ısrar edersen, karşına giderilmesi olanaksız, daha büyük ve onarılmaz olanları çıkacak ve hedeflerine giderken yolunu acımasızca kapatacaklardır... Başka deyişle; ya hatalarını ortadan kaldırıp ÜSTÜN İNSAN a yürüyeceksin; ya da hatalarının altında kalıp  onların engellerini aşamadan basit, kendini  yönetemez sıradan ölümlü bir varlık haline dönüşeceksin... Hatalarını aslında hiç yapmamalısın, bunun içinde inanılmaz dikkatli davranmalı, sınırsız emek harcamalısın; yaptınsa da gidermeye, yinelememeye çalış; bunun gayreti içinde  ol... Bunun yolu çok aydın, bilge ve bilgili bir insan olmandan, çok okumandan, felsefe yapmandan her alanda zenginleşmenden geçer... Bilerek yapacağın hatalardan dönmek için zamanın ve fırsatın her zaman vardır; yeter ki onlara bakmayı bil.... Bu yeteneğini geliştirmek için de çok çaba harca... Böylece kendini temiz örnek, bilge ve ÜSTÜN İNSAN yapma konusunda önemli adımlar atmış olursun... Hatalarından ders alarak  kendini doğrulara yöneltmek için gereksinim duyacağın her şey yüreğinde gen’ lerinde fazlasıyla vardır... Yeter ki kendinle barış içinde ol, yeter ki kendini sev; özünün dostluğunu kazan; özüne severek içinin derinliklerine bakmayı ve inmeyi başar... Oradaki sınırsız varsıllıklarının bilincine vardığında, keşfettiğinde önündeki tüm güzellik ve varsıllık kapılarının açıldığını hayretle göreceksin....

        

         UNUTMA; bilerek hatanı düzeltmen seni iki defa karlı çıkartacaktır... Daha verimli, daha erdemli, daha coşkulu, daha bilge,yaşamı sanat haline getiren örnek insan olacaksın...

 

         .,..

        

 

         HER ZAMAN BAĞIŞLAYICI OL...

         Çünkü; herhangi bir kötü davranışı olmamış sayarak ceza vermekten vazgeçmek anlamına gelen; Bağışlamayı ancak olgun, ÜSTÜN İNSAN a yürümeye çalışan üstün ruh taşıyan insanlar gösterebilirler... Tüm insanları  sınırsızca sev; renk, cins, din, dil, tip, mezhep, sosyal statü, siyasi güç gibi ayrım yapma... Onların kusurlarını ört, iyi yanlarını ortaya koyarak herkesin dikkatine ve yararına sun... Hatalarında iyiliklerin de insanın ve yaşamın doğası gereği olduğunu: her konuda bağışlama soyluluğun somut kanıtıdır... Herkes her koşulda, her ülkede, her çağda ceza verebilir; ama bağışlayıcı olmak ayrıcalıklı ruhlara, bilge ve yüce kişilere uygun bir davranıştır... Onlar ki kendilerini aşan YÜKSEK  İNSAN a koşmakta olan, yükseklere doğru yol alan bilge insanlardır... Bağışlamanın seni hem kendi, hem de diğer insanların gözünde büyüttüğünü aklından çıkartma... Olgunlaştırdığın ruhuna bağışlamak seni daha erdemli, yüreği sevgiyle dolu bir varlığa dönüştürecektir... Yaşamının efendisi yapacaktır…

 

         UNUTMA; bağışlayan her zaman bağışlananlardan daha da üstündür...

 

         ....

        

         HER YAŞINDA BİLGE OL...

         Çünkü; çok sağlam bilen, bildiklerini kendisi ve toplum için kullanan kişi anlamına gelen; Bilgelik yaşamın önüne koyduğu tüm sorunlarını aşmanda, bilgiye, erdeme, iyiliğe ve iyilikçiliğe ulaşmanda en büyük yardımcın olacaktır... Bilgece yaşam  sahnesindeki rolünü kusursuz oynayacaksın; yaşın ve konumun ne olursa olsun; her dönemde, her yaşında, her zaman bilgece davranmaya çalış; bilge olan kişi huzur içinde, gönençli, sürekli gülümseyen, her şeyi hoş gören  temiz, akıllı, keskin zekalı, düşünerek herkesin bilemeyeceği bilen,  göremeyeceğini gören bilgi ve deneyimlerin derinliklerine kavuşandır... Ve her insanların aklına gereksinim duyup, her zaman her konuda fikir danışacakları kişidir... Yaşam bilgece  gülümseyerek yaklaş; toplumun binlerce, hatta on binlerce yıldır oluşturduğu tabuların bilgeliğe yürürken önünde engel olmasına izin verme...Yön gösterici, erdemlerinle örnek, insanları iyiliğe çağıran bir kişi ol...İnsanların düşüncelerinde yeni kapılar aç; tek değerin insan olduğunu insanlara anlat.. Tabuların bazılarının, art niyetli emperyalist güçler tarafından, sömürü planlarının bir parçası şeklinde ve genellikle diğer devletlerin gelişmelerine engel olmak için insanlarca yaratıldığını;  insanın aydın aklı sayesinde bir gün bu tabuları anlayarak aynı şekilde ortadan kaldıracağını aklından çıkartma ve herkese anlat... Kendi kendine inan; kendine güven; çünkü tek gerçek sensin; kendini tüm insanlığın mutluluğuna, başarılı olmasına, onların bazı engelleri aşarak içlerinde bulunan, ÜSTÜN İNSAN a yürümeleri konularında yönlendir…Önce bu soruları ve değerlerin getirip-götürdüklerini kendine; sonra da topluma  sınırsızca yardımcı ol...

        

         UNUTMA; bilgeliği yakalayabilirsen; topluma, tutabileceğin sonsuz bir ışığı elde etmiş olursun... Bu ışık tüm çağları delerek  sonsuza kadar insanın önünü aydınlatma da, ebedi yol gösterici olarak kalacaktır.. Bu yaydığın ışığın kaynağı olarak ve sonsuza kadar yaşayacağın için mutlu olmalısın olmalısın...

 

         ...

        

         HEP LİDER OL...

         Çünkü; baş, başkan, öncü, önder, yönetici anlamına gelen; kendini çağdaş, modern, bilgileri, becerilerle doldurup; ilerisini gören, yetenekli, aklını en verimli biçimde kullanabilirsen lider bilge olabilirsin… Ayrıca yaşamını özgürce, kimsenin müdahale etmesine izin vermeden, en sağlıklı, en verimli, en güzel biçimde eserler vererek sürdürebilirsin…. Ayrıca bazı yetkileri eline geçirebilir, yardım isteyen her insana olanakların ölçüsünde yardım etmenin onurunu ve doyumunu yaşarsın… Her zaman karar verici, her alanda  inisiyatifi  kullanan kişi, yanlışlara engel olup, doğruları ortaya koyma, hem öz yaşımda, hem de toplumun seninle iletişim içinde olan kişilerine yardım eden kişi olursun… Hayatının her aşamasında çok akıllı ol, aklını çağın ilerisini gösteren bilgilerle süsle, programla liderce davran; yaşamın boyunca hep öyle kal... En basit günlük işlerinden en yaşamsal kararlarında hep liderce davran... Çevrendeki insanlara bunu kabul ettir, hissettir, onların da düşüncelerini alarak ince bir politikayla her şeyin senin çevrende dönüp, yararlarının sende toplanıp, dağıtan kişi ve her konuda etkili ol...Sorumluluk almaktan korkma, çekinme, sonuçlar olumsuz çıkarsa vakur olmaktan asla vazgeçme... Oluşacak tüm en büyük başarılara ya da olumsuzluklara, acılara karşı göstereceğin davranışın çevrendeki insanların senin liderliğini daha fazla kabul etme ya da reddetmelerini sağlayacaktır… Çevrende dostlarına, insanlara senin liderlik özelliğini iyi anlamalarını, öğrenmelerini her hareketinle hissettir ve de sağla...

Ters harekette bulunmak isteyenleri sadece baş başa kaldığında ve liderce uyar... En son konuşan, en doğru, en isabetli kararı veren kişi her zaman sen ol... Yaptığın öneriler, gösterdiğin yolda gidenler pişman olmamalıdır; zarara uğrayanların uğradığı zararları karşıla... Bu olaylarda başarılı sonuçlar alacak olursan, doya doya övün, başarının tadını çıkar, sonuçlarını herkese her zaman, her koşulda anlatmaktan-sergilemekten çekinme... Çevrendeki kişilerden daha akıllı, daha bilgili, daha ileri görüşlü, tahminleri her zaman doğru çıkan kişi olduğunu her koşulda hissettir; tüm eylemlerin, düşüncelerin, yol göstericiliğinle bunu kanıtla...

        

         UNUTMA; lider yaşamındaki riskleri önceden gören; gerekirse bunlara göğüs geren, önlem alan, sonuçları acı da tatlı da olsa gerektiğinde bu yola başına koyan kişidir... Yaşamında lider olmak isterken yasadışı oyunlara sokulan, kullanılan ucuz kişi olma... Lider kendisinin belirlediği iyi ya da kötü işler arasında kıl kadar ince bir fark olan; bu hat üzerinde otoritesini kuran bilge ve erdemli kişidir...

         ....

 

 

         HEP ŞAİR(OZAN) OL...

         Çünkü; ince, duyarlı, duygusal, pırıltılı bir ruha sahip olan kişi anlamına gelen;söz ve dilin ustası olan şair(ozan) normal insanın duyamayacağını duyar,  hissedemeyeceği derin şeyleri hisseder, yaşar, anlar, şiirlerine koyarak insanlara bu güzellikleri anlatır, paylaşır...

         O duygular dünyasının tek imparatoru;  söz sanatının en yüce ve eşsiz ustasıdır... Duyguların hep derinlerinde yaşar, ellerini hep geleceğe  daha yükseklere uzatır; insanlara ışıltılı aklı, doğru ve erdemlerle dolu özgün yaşamıyla, yapıtlarıyla örnek olur... Ancak böylece duyarlı bir yapıya sahip olduğu için normal kişilerin önündedir; ışıklı ve pırıltılı bir ruha sahiptir... Her biri lider görüş, düşünce, yorumlama, tahmin etme, anlatma coşkusuna yakalar... Olaylara hiç kimsenin bakmadığı duyarlılık ve doğrulukla bakar, onların göremedikleri boyutları görür, anlatamayacağı biçimde anlatır... Sen de diğer insanlardan daha ileriye çıkmak, farklı ve mutlu olmak; çağı, zamanını doğru ve gelecekte de söylediklerinin hükmünü yitirmesini istemiyorsan, dilin sihri taşıyan sözleri kullanmak istiyorsan; kesinlikle şair-ozan olmaya çalışmalısın... Olayların  ve gerçeklerin özünü derinden kavrama, ince düşünme, yaşamı derinden hissetme kavrama, ince düşünme yönünde derinlemesine ozanca yaklaşmalısın...

 

         UNUTMA; şair(ozan)olursan yaşama daha dikkatli, daha derinden  iyi gözlemleyebilir; daha doğru tanılar koyup, sorunlarını daha rahat çözebilir, yarattığın mutluluk ve güzellik dağları sana , yakınlarına ve tüm topluma hatta tüm insanlığa yetecek kadar büyük ve sonsuz evrensel boyutlara ulaşır...

 

         ....

 

 

         İYİ ARKADAŞ; AYNI ZAMANDA İYİ DE DÜŞMAN OLABİLİR...

         Çünkü; bir işte birlikte olunanlardan her biri; karşılıklı sevgi ve anlayış gösteren kişiler anlamında olan; arkadaşların bazen sana anne, baba, kardeş, akrabalarından daha yakın durur... Yaşamının her aşamasında kesin olarak damgasını vurup, ayrılmaz bir parçan haline gelebilir... O nedenle her zaman, erdemli, kahraman, yiğit, sır saklamasını bilen, olmadığın yerde seni savunan, soylu, görgülü, erdemlerini defalarca test ettiğin kişileri önce arkadaş olarak defalarca sonra dostun olarak gör... Laubali, geveze, şımarık, sözünü bilmeyen-tonka, haddini her zaman aşan, soysuz, anormal davranışlarda bulunan, sözleri ve davranışlarıyla toplumca dışlanmış kişilerle sakın arkadaş olma... Eğer olmak zorunda kalırsan da bir gün kişinin zarar vererek seni satacağından emin ol.. En yakınındaki arkadaşının, aynı zamanda çıkarları bittiğinde en yakınındaki düşmanında olabileceğini, öyle ki sırtından bile hançerleyebileceğini aklından çıkartma...

Çünkü bir arkadaşın en iyi dostun olduğu kadar en yakınındaki potansiyel düşmanın da olabilir... Bunun bilincinde ol, tüm sırlarını  ona verme; kendinde kalması gereken sırlarını,  sadece kendinin bilmesi gereken hareketlerinin olacağını da aklından çıkartma..

Her şeye güvendiğinden fazla denediğin ve soylu–erdemli arkadaşına güven;  hiçbir düşmana karşı almadığın önlemlerin daha da ağır olanını arkadaşına  karşı al... Her an onun kazık atabileceği zararlardan  etkilendiğinde nasıl kurtulacağını iyi hesapla... Ondan bir zarar gördüğünde asla hayal kırıklığına uğrama... Her an her arkadaşından her şeyi beklememeye alış... Sürekli uyanık ol; kendini en yakın arkadaşından bile koru... Arkadaşının en yakınındaki en iyi dostun kadar; en acımasız düşmanına da dönüşebileceğini aklından çıkarmadan hareket edersen daha az hayal kırıklıkları yaşarsın...

        

         UNUTMA; ulaşacağın her zaferde, ya da düşebileceğin her türlü kötülük çukurunda annenden, babandan, kardeşlerinden daha fazla arkadaşlarının payı olacaktır...

         ...

 

 

         ÜSTÜN İNSAN OLMANIN PEŞİNDEN KOŞ...

         Çünkü; düşüncenin tasarlayabileceği her şeyi üstünde toparlayan kusursuz olan kişi anlamına gelen; ÜSTÜN İNSAN başkalarına yardımcı olur; dünya insanlık ailesinin yolunu aydınlatır, başkalarının sorunlarını, acısını, kendisinin gibi kabul ederek onları çözmeye yardım etmeye çalışır... Düşüncelerin de yüzyıllar sonra geleceği bu günden görür, doğayı severek saygı duyar, ona zarar vermeden yararlanmasını bilir... Gelişmeye, bilgilerini geliştirerek kendisini değiştirmeye ve yüceliklere taşımaya adar tüm ömrünü, beynindeki doğmaları değiştirmek için uğraşır, gücünü oluşturduğunda da söküp atıp onlardan kurtulur; yerine çağın, modern insanlığın getirdiği değerleri koyar ve o şekilde yaşamını sürdürür… O kendisiyle,

evrenle, tüm canlı cansız bütün varlıklarla barış içinde yaşar… Düşünceleriyle bilgeliğe ulaşıp onu yaşadığı için tüm insanlığın önündeki önceden,  düşünür, evrensel yaşamı doğru analiz ederek diğer insanlara bu güzellikleri hiçbir karşılık beklemeden sunar… Işıklarını hiçbir koşula bağlı kalmadan dünya insanlarını renk, cins, dil, din, mezhep, inanç, ekonomik, sosyal konum ve siyasi gücüne bakmadan  aydınlatmakta hiçbir beklentisi olmadan, güneş gibi cömert davranır... Düşünce boyutunda-hızında hareket etme hızına ulaşmış, zaman ve mekan sorununu çözmüştür... O tüm insanlığın sevgilisidir, sırdaşıdır, dostudur, idolüdür.. bu üstünlükleri ve ulaşılması zor olan yücelikleri kendinde yarat, yaşamına uygula, dünya insanlık ailesine karşılıksız olarak sun... Hep daha iyi niyetli ol; yaşamını iyiliklerle süsle...Bağışlayıcı ol, barışçıl ol, anlayışlı ol, adaletli hoşgörülü ol, öyle düşün, öyle yaşamaya devam et... Öyle bir yaşam çizgisi izle ki tüm insanlık seni örnek almalı, önünde eğilmelidir... Ama oraya giden yolun ÜSTÜN İNSAN’ nın özelliklerine ulaşıp, yaşamına uygulayıp örnek insan olmaktan geçtiğini unutma…

        

         UNUTMA; tüm bu üstünlüklere ulaşan, insanları kendi evinin bireyleri olarak görmeyi başaran, onların mutluluğunu, kendini aşmasını, yüksek ve ileri düzeyde uygarlıklar kurması için çalışan kişi en üstün ve en soylu insandır...

         ....

 

 

         HEP İLERİYİ DÜŞÜN, HEP İLERİYE KOŞ...

         Çünkü; bir şeyin ulaşılacak yönü, geleceği önde bulunan, benzerlerini geride bırakmış anlamında olan; ileri seni hep farklı, ileride ve üstün yapacak, örnek insan haline getirecektir... İleriye doğru yaptığın ve yapacağın her hamle seni daha soylu, nitelikli, üstün bir kişi konumuna getirecektir... Bu  niteliklere hamle yaparak ulaşman, ilerlemenin yolu ve anahtarları, kültürünü, bilgini, erdemlerini arttırmandan geçer... Bu değerler seni yükselmen için üstüne basabileceğin merdivende basamakları oluşturacaktır...

Alışılan hep boş düşüncelerin ve tüm değerlerin üstüne çıkartacaktır…

Seni farklı, ileride, daha da yükseltecek olan değerlerini kendin oluştur onlara ulaş uygula ve güzelliklerini gör... Düşüncelerini asla hiçbir şeyle sınırlama; hep kendinin ötesinde aşılması gereken, koyun sürüsü gibi insanlar tarafından asla düşünülemeyen yerlere yönel... ÜSTÜN İNSAN nın bazı özelliklerine ancak bu şekilde ulaşabilirsin...

Aşamadığın her engel senin içindeki öze  ÜSTÜN İNSAN a  ulaşmanı acımasızca engelleyecektir... Buna asla izin verme; her şeyi alışılmışın  dışında gör hep geleceğe daha derinliklere, sonsuzluklara bak. Bilmiyorsan öğren kendini daha yükseklere, ilerilere gelecek sonsuzluğa programlayarak Samanyolu galaksisinin ötesindeki gök adalara ulaşmaya çaba harca... Oralara koş, düşünce boyutunda bile olsa oralara uzanmaktan korkma, tembellik etme; bir gün o hedeflerin avuçlarının içinde olduğunu göreceksin, hedeflerinin gerçekleşmesine inanılmaz biçimde sevineceksin...

        

         UNUTMA; ÜSTÜN İNSAN her zaman diğerlerinden ileridedir; toplumdan yükseklerdedir, kutup yıldızı gibi diğer insanlara yol gösterir... Sen de içindeki ÜSTÜN İNSAN ın farkına var, onun yürek atışlarını dinle, nefes alışlarına tanıklık et...Oraya ulaşma çabasında ve sancısı içinde ol; inanıyorum ki kesin başaracaksın...

         ...

 

        

         KAVGA İLKELLİĞİNİ RUHUNDA BARINDIRMA...

         Çünkü; düşmanca davranış ya da sözlerle ortaya çıkan tartışma, dövüş anlamına gelen; kavga aklın ve zekanın devre dışı bırakıldığı,  yerlerde iki kişi arasında başlayan en ilkel vuruşma, kabul edilemez vahşi bir davranıştır... Bu şekildeki bir davranış seni çirkinleştirip, hayvansal yanını en açık biçimde ortaya çıkartarak, basit ve sıradan, hatta sıranın altında bir varlık haline getirir... Bu özellikleri taşıyan insanlardan da kesinlikle uzak dur; günümüzde bu çirkinlik bireyler ve devletler arasında hala sürmektedir... Oysa aklın  yenemeyeceği, konuşarak çözemeyeceği hiçbir kavga ve savaş nedeni-sorun yoktur… Bir defa kavga ederek çözebileceğin sorunlar oluşturma, oluşmuşsa da hepsini aklınla çözmeye çalış; en güçlü silah olan akılını doğru ve etkin kullandığında kavga etmen için hiçbir neden kalmayacaktır...

Ama öncelikle aklını , tüm sorunlarını çözebilecek biçimde eğit, bilgilerle geliştirip incelt, keskinleştir, yeteneklerini bu konuda en etkili yöntem olmalıdır... O zaman  çirkinleşmene gerek kalmayacaktır; bu ilkel davranıştan kaçtığın, bu şekilde davranan insanlardan uzak durduğun ölçüde uygarlaşıp ileri varlık olma yönünde hızla gelişecek ,güçlenecek , erdemler bütünü olacaksın...

İlkel toplumlarda cesaret örneği ve alkışlanan bir davranış olan kavgaların nedeni ne olursa olsun, aklın karşısında yok olup giderler...

Kavga isimli tuzağa düşmemen için aklını kullanmalısın; kavga gibi bu ilkel duyguyu ruhunda asla barındırma... En büyük başarı; beyefendilikle tüm sorunlarını çözebilmektir...

        

         UNUTMA; gözlerini kullanmayacak kadar kör; kulaklarını kullanmayacak kadar sağır; akıllarını kullanmayacak kadar akılsız insanların kalkışabileceği kavga en ilkel ve reddedilmesi gereken bir davranıştır... İnsan aklını iyi kullandığında bunların tamamını aşacaktır...

        

         ....

 

        

 

         KENDİNLE ANLAŞ...

         Çünkü; kendi içinde, kendi kendine, kendinden anlamına gelen; kendi özünü çözmen, sevmen, dost olman, yaşamını paylaştığın kendinle yapacağın uzun süreli anlaşmaya – barışa bağlıdır...

İşte bu süreçte, hatta beşikten mezara kadar her zaman en yakınında, sen kendin olacaksın, özünle baş başa kalacaksın... O nedenle diğer insanlarla, toplumla, doğayla anlaşman, barış içinde yaşamını mutlu biçimde sürdürebilmen ve örnek olman çok önemlidir; ancak bunlardan daha da önemlisi tüm zaman ve olumsuzluklarının arasından sıyrılıp, mutluluklar, doyumlar, sevinçlere ulaşman için kendinle anlaşman gerekir... Bunun için de gözlerini, burnunu, bacaklarının uzunluğunu, dudaklarını, saçının rengini, fiziki görüntünü, cinsel kimliğini, nefesinin kokusunu,  kısacası  her zaman ve her koşulda  kendini sevmeye zorunlusun... Hasta da olsan, doğuştan ya da sonradan özürlü de olsan, kendinle her konuda anlaşma yapmalısın... Üstelik değiştiremeyeceğin yapısal kusurların, değerlerin, düşüncelerini değiştirmek için çaba harcaman gerekirse bu konuda gerektiğinde özünle savaşmalısın... Ama bana inan ki;  insan kendiyle mutlulukları, acıları, güzellikleri, coşkularını paylaştığında dünyanın en rahat en  güzel, en akıllı, en üretken, kalıcı eserler veren olağanüstü insanı haline  dönüşecektir... Yaşamın tüm sırlarına  kendinle anlaştığında çözmeyi de başardığında  bilge bir kişi konumuna yükselecek acılarını, başarısızlıklarını azaltacak, mutluluklarını çoğaltan lider konumuna geleceksin... İnsanlar senin duygularını, düşüncelerini, ulaştığın ve yaşama biçimi haline getirmeyi başardığı tüm mutluluklarının sırlarını öğrenmek için birbirleriyle yarışacaklardır... Kendini anladığında, evreni de anlayacaksın; kendinle anlaştığında yaşamın tüm aşamalarıyla anlaşacaksın... Tüm bunları başardığında da içindeki  ÜSTÜN İNSAN ın seni beklediğini fark edecek ve acılarının tüm kaynağını yok ederek, mutluluklarına mutluluklar katacaksın...       

        

         UNUTMA; kendisini anlamayan, kusurlu da olsa fiziki ve düşünce yapısını beğenmeyen, özünü sevmeyen kişinin önce kendisiyle, sonrada yaşamla anlaşması, mutlu birey olarak yaşaması olanaksızdır... Kendinle anlaşarak, yaşamın tümüyle, dünya insanlık ailesiyle, anlaşmış olacaksın... Anlaşmak gönençli yaşamak; özünle çatışıp acı çekerek yaşamaktan daha da üstündür...

         ....    

 

 

        

        

         KENDİNİ CEZALARIN ÜSTÜNDEKİ BİR DÜNYAYA TAŞI...

         Çünkü; uygun görülmeyen tepki ve davranışları önlemek amacıyla acı veren uygulama anlamına gelen, ceza insanın yarattığı  ve yine evrenin en üstün varlığı olan insana yakışmayan bir olumsuz davranıştır... Ceza insanı, hem kendi gözünde, hem de toplumun önünde küçük düşürerek aşağılar, acı çektirir, gururunu kırar, onurunu zedeler... Sen hiçbir konuda cezalandırıcı olma; dünyanı cezaların üstündeki bir yerlere taşı oraya kur... Kendini sevebileceğin kadar yükselt, hep orada kalmaya çalış... Kendini öv, takdir et, sev, her şeyin en iyisine layık olduğunu, çoğunlukla da kendini ödüllendirmeyi aklından çıkarma... Cezalardan uzak, erdemlere dayalı, erdemlerle dolu dünyanı kur... Öyle erdemli davranışlarla dolu yerlere ulaş ki seni hiçbir şey cezalandıramasın ; Çünkü  sana yakışan, insana yakışacak olan davranış budur... Yerini hep cezaların üstünde olduğu için olanakların ölçüsünde kendini iyi yetiştirerek korkmadan ileriye doğru, onurlu, vakur, coşkulu biçimde yürü... Kendini asla aciz, zavallı, basit, akılsız cezalandırılacak bir varlık olarak görme aptallığına düşme ... Kimseden hiçbir şekilde af isteme, af dileme.. Kendini cezaların üstündeki yere layık gördüğün sürece en büyük mutlulukları yakalayabilir  o şekilde yaşayabilirsin, insan düşündüğü hayatı, hayal ettiği ölçüde yaşar...

 

         UNUTMA; cezalandırmak, cezalanmak evrenin en soylu, en güzel en onurlu, eşsiz ve muhteşem varlığı olan insana yakışmayan bir davranıştır... Bu yanını bilerek cezalara yaklaş ya da cezalardan uzaklaş... Cezayı kendine ve evrendeki hiçbir varlığa layık görme... Cezalandırıcı şekilde davrananlardan, suça yönelten kişilerden  kesinlikle uzak dur, onlarla komşuluk ve arkadaşlık etme...

 

         ....

 

         KENDİNE GÜLMEYİ BAŞARI...

         Çünkü; hoşa giden tuhaf olgular karşısında sesli biçimde duyguyu açığa vurmak anlamına gelen, gülmek insanı inanılmaz biçimde rahatlatır; vücuda etin vereceğinden daha fazla vitamin sağladığı söyleyin… Ve gülmek tüm duygularına pozitif olarak enerjiler yükler, kan dolaşımını rahatlatır, insanı sağlıklı yapar ve güzelleştirir... Doğada 200 milyon tür canlıdan sadece insana özgü olan gülme yeteneği, düşünme devrelerini onarıp, sinir sistemini güçlendirir, stresten uzaklaştırır, yaşama coşkusu kazandırır... Düzenli ve belli ölçülerde gülmeyi ihmal etme… Hatta kendi kendine gülmeyi başarabilirsen daha da olgun bir ruha ulaştığını kanıtlamış olursun... Eğer kendine gülmenin ne olduğunu hala bilmiyorsan , öğrenmemişsen; şu andan itibaren kendinle dalga geçip gülmeye çalış... Kendine gülmen demek, kendini eleştirmen, değiştirmeye, olumsuz yönlerini özünle dalga geçerek düzeltmek anlamına da gelmektedir.... Ayrıca  sadece bilge insanların olgun ruhların özleriyle dalga geçerek bazen de kendine gülmeyi başardığını düşünerek sende onların sınıfında yerini alırsın... Kendine gülerek en büyük eğlenceyi gerçekleştirmiş olursun; yaşamına coşkular katılır, hatalarını başkalarının göstermesine gerek kalmadan sen seni görüp düzeltirsin... Gülümseme penceresinden kendini izleyerek olumsuz tüm yönlerini yenilersin...

 

         UNUTMA; kendini yenilemek, stresini atmak, psikolojik ve duygusal rahatlığa kavuşmak istiyorsan, bunun formülü önce kendinle dalga geçip, gülmeyi  özünü düzeltmeyi başarmak olmalıdır...

 

         ...

 

 

         KENDİNİ  ÖVMEKTEN KORKMA...

         Çünkü; bir kimsenin ya da bir şeyin iyiliklerini söyleyerek, değerini arttırmak anlamına gelen övmeyi, övünmeyi kendine de layık gör... Kendini takdir etmekten, iyi yanlarını yüceltmekte çekinme, korkma, geri durma... Sen seni övmesen ağzınla kuş tutsan da  kimsenin seni övmesini bekleme... Kendini ancak överek, onurlandırarak, barış içinde özünü severek, hatta hayran olarak daha iyiye ve yüce davranışlar göstermeye programlayabilirsin... İnsanın ulaşacağı en yüce hedeflere ulaşmanın anahtarlarından birisini böylece eline geçirmiş olursun... Kendini her konumda takdir et, gurur duyduğunu söyle, hayran ol ama eleştirecek yanların varsa da onları ortaya koyup kendinle dalga geçmekten korkma... Bir takım yanlış öğretilerin, alışkanlıkların, değerlerin getirdiği kendini aciz ve zavallı görme aptal ve hor görme deliliğine sakın düşme... Sen kendinden nefret edecek, aciz görecek, aşağılayacak, ne yaptın ki bunları istiyorsun? Bunun için de hiçbir neden yoktur olmaz, olmayacaktır, olamaz... Ama kendini överek takdir ederek, çalışma, ürün verme, daha çok üretme motivesi kazanarak kendini daha çok yükseklere taşıyabilir, farklı erdemlere ulaşabilir, bilge bir insan olabilirsin... ÜSTÜN İNSAN olma yolunda hızlı adımlarla ilerlersin... O nedenle ulaşıp, ÜSTÜN İNSAN olma yolunda ilerlerken övme ve övünme konusunda çekimser davranma...

 

         ÇÜNKÜ; kendini övmeyi başardığında, başarı motorun da tüm gücüyle daha da hızlı çalışıp, seni yukarılara , en büyük iyiliklere, daha yükseklere taşıyacaktır…Önündeki hiçbir güç senin başarılı, erdemli, yüce ve onurlu olmanı önleyemeyecektir...

        

 

         .....

 

 

 

         KENDİNİ SINIRSIZ SEVMELİSİN...

         Çünkü; aşk ile bağlanmak, hoşlanmak, okşamak anlamına gelen, sevmek; insanı diğer canlılardan ayırıp üstün ve ulu bir varlık haline getiren bir duygudur... Bu sevgi duygusunu önce özüne karşı duymalısın; özünü severek uygulamalısın...         Ancak kendini sevebilirsen; dünyadaki diğer tüm canlıları hatta cansız varlıkları da  severek, evrene yararlı bir varlık olur; tüm varlıklara zarar vermezsin... Ancak kendini  aşmanın yollarına ulaşabilirsin, kendini seversen mutlu olursun; yaşamla ve evrenle hepsinden önemlisi kendinle barışı bu şekilde kurabilirsin... Mutluluklarını oluşturup yaşama biçimi haline sevgiyle getirebilirsin... Dünya da sevgi pınarı olmanın; tüm insanlara sevgi sunman kendini sevmekle başlayıp; uzun çileli, bazen mutlu, çoğunlukla çileli, arada bir de  çiçeklerle mutluluklar dolu uzun bir maraton olduğunu unutmamalısın...

 

         ÇÜNKÜ; her şey kendini sevmekle başlar ve biter... Kendini seven insan evreni de sever, inanılmaz ölçüde erdemleri çoktur; kendini seven canlı cansız tüm varlıkları sever... Kendisini sevemeyenden hiçbir sevgi belirtisi beklenemez... Bu kişilerin değil evrene, özlerine bile yararları yoktur...

 

         ...

 

         KENDİNİ YENİLEMEYİ BAŞAR...

         Çünkü; kullanılmamış o zamana kadar söylenmemiş, düşünülmemiş, gösterilmemiş, görülmemiş olan anlamına gelen, yenilik seni hep ileriye, daha iyiye, daha güzele, daha bilinmez erdemlere, daha üstün bilgilere ve ÜSTÜN İNSAN’ nın özelliklerine doğru hızla taşıyacaktır... Kendini tepeden tırnağa yenilemeyi, değiştirmeyi, geliştirmeyi, inanılmaz erdemlere ulaşırsın...Yaşın, fiziki, ruhsal ve sosyal durumun ne olursa olsun; içinde bulunduğun koşullarını zorlayarak kendini her koşulda değiştirme, dönüştürme, farklılaştırma, daha ilerideki bilgilerle, bilinçaltında oluşturduğu yeni programlarla yenileme, gücünü hep canlı tutmalısın; oraya doğru ısrarla yürümeli, hatta koşmalısın... Her şey herkes hızla değişip bir saniye öncesine göre farklı olurken, senin değişmemiş, kendini yenilememiş olman, kabuğunun dışına çıkmamış olman, seni geriletecek yaşama ve derinleşmeye ayak uyduramayan basit ölümlü, sıradan bir varlık haline getirecektir... Kendini değiştiremeyen ya da değiştirmenin olanaksız olduğuna sadece salaklar ve aptallar inanır; bu konuda kıllarını bile kıpırdatmadan, buldukları kendileriyle ölüme kadar ilerlerler... Kendini yeniliklere açtığında, bilgilerle, yeni gelişimlere göre, değişimlere, dönüşümlere, farklılaşma ve başkalaşımlara uygun biçimde  programladığında önünde tüm sınırları yok saydığında, hedeflediğin ÜSTÜN İNSAN ının üstün özelliklerine doğru yürüyeceksin, ilerleyeceksin... Her şeyden önce kendini yenileme, öğrenmeye ve bilgiye açık tutma, öğrenci kalma yönlerini geliştirip uygulamalısın...

 

         UNUTMA; evrendeki tüm canlıların içinde sadece insan kendisini bilgi, beceri, deneyimlerle daha ileriye taşıma yeteneğine sahiptir... Bunun yarattığı günümüz uygarlıklarıyla kanıtlayan insan, bu galaksiye ve evrenin dışındaki diğer evrenler ve galaksilere hakim olacak, orada yaşamı başlatacak kabiliyettedir... Sende bunun sancısını çekenlerden ve sınırsızca başaranlardan ol...

 

         ....

         MASKESİZ YAŞAMIN SIRRINA ULAŞ...

         Çünkü; insanların karşısındakini kandırmak için çeşitli maddelerden yapılan yüz anlamına gelen, maske; günümüz insanının arkasına en çok saklandığı alettir...İnsanlar kullandıkları maskelerin sayısı ve fazlalığı oranında, mutsuz, kişiliksiz, kimliksiz, zavallı, sahtekar, yalancı, hilekar, üç kağıtçı, yardıma muhtaç aptal konumuna gelir...Yaşı, makamı, varlığı, sosyal konumu ne olursa olsun insanlar yüzlerine taktıkları maskeyle ortaya koydukları davranışlarının tamamen tersini yaparlar...Çünkü maske takmaları, hem kendilerinden, hem de toplumdan gizlemeye çalıştıkları, bir suç, bir sır, bir hile ve yalanlarının olduğunun kanıtıdır… Bu şekilde davranmak hem kendisine, bireye, hem topluma gösterdikleri yüzle maskelerinin arkasına sakladıkları yaşamları yüzde yüz zıttır.... Mutluluk maskesiyle her sorununu çözdüğünü, hallettiğini sergilemeye çalışan insanlar tepeden tırnaklarına kadar mutsuzdur... Sevinç maskesini takanlar en büyük acıları çekerler... Mutsuz görünenler de neden mutsuz olduklarını ve bu maskeyle neden dolaştıklarını ve değiştirmeleri gerektiğini, düşünemeyecek kadar bilgi ve becerilerden yoksundur... İnsanların tamamı günde yüzlerce, belki binlerce maske kullanmaktadır; onların maskelerini indirmeyi başardığında, maskesiz olarak yüzlerini görme yeteneğine ulaştığında; korkabileceğin, hiç görmediğin, hesaplamadığın, düşünemediğin, tahmin bile edemediğin korkunç yüzleriyle karşılaşabilirsin... İyi ve kusursuz bildiğin insanların gerçek yüzü seni rahatsız, şoke edecek durumdadır genellikle... Sende insansın, sende zaman zaman maske takacaksın; ama karşındaki insanın aldatıcı görünüş olan yüzündeki ifadelerini ve çok maske kullandığında zor görürsün... Buradan yola çıkarak;  hiç maske takmamanı öneririm... Bilge, saf, temiz, dürüst, cesur, yiğit, erdemli, paylaşımcı, adaletli yüzünü göstermekten asla korkmamalısın… Sıradan ve ölümlü olanların sayısız, belki de binlerce kullandığı bir dünyada sen ancak maskesiz dolaşmayı başardığında  ÜSTÜN İNSAN a doğru  daha çok yaklaştığını fark edeceksin... Maskesiz dolaştığında  belki yoksullaşabileceksin ama doğrulara ve gerçeklere en yakın konumda o zaman olacaksın... Mutluluklarını arttırarak, erdemlerini çoğaltarak, insanlara dürüstçe, erdemli ve doğrulara yakın davranış biçimlerini çekinmeden sunabilirsin... Aslında ÜSTÜN İNSAN nın bazı üstün özelliklerinden birisi de maskesiz yaşamayı başarabilmektir....

 

         UNUTMA; sen maskesiz yaşamayı, ya da mümkün olduğunca saklayacak-gizleyecek hiçbir sırrının olmadığını, olamayacağını, yaşam çizginle ortaya koyduğunda en az maskeyle yaşamayı başarabilirsin… Hep kendin ol, hep kendin gibi görün...

Yaşam isimli bu serüvende mutluluğun en büyük ve en geçerli asla eskimeyen tek formülü kendin olmaktır; kendin gibi davranmak, maskesiz yüzünle yaşamayı seçmelisin...

 

 

 

         .....

 

 

         OLAYLARIN ARKASINI GÖRMEYE ÇALIŞ...

         Çünkü; oluşan bir durum anlamına gelen, olay olmadan, aylar, öncesinden tahmin etmeli; hatta bazen yıllar önceden hazırlık yapmalı geldiğinde de uygulamaya koymalısın... Çevremizle bilinçli, kurgulu, kurgusuz, bize zarar verecek, ya da yarar sağlayacak olaylar her an başlayıp bitmekte, olup değişip, dönüşüp, başkalaşıp durmaktadır... Bu olaylar bizim dünümüzü olduğu kadar bu günümüzü, yarınımızı da etkileyecektir... Olayların önüne geçip; mutluluklarımızı arttıracak, acılarımızı çözebilecek, ileri hamle yapmamızda motor görevi yapabilecek-daha çok enerji verebilecek bir hale getirmek için çok uyanık olmak durumundayız... Aniden gelişip sonuçlanan olaylar da bu kuralı genellikle bozamaz... Sen olayların olduğu ve yüzeyde görünen bölümlerini değil, derinlemesine bakıp onları hazırlayan neden ve sonuçlara kadar inmelisin... Üzerinde yoğunlaşmaya, perde arkasındakileri anlamanın çabası içinde ol... Bunu yaparken de asla duygusal ve alıngan düşünme... Bulduğun verileri, nesnel olarak değerlendirerek, doğrulara ulaşmaya ve onları istediğin ve yarar sağlayacağın biçimi alması için çok çalış... Eğer yüzeysel basit yorumlarla günlük bakış açısıyla konuları çözmeye çalışırsan sağlıklı bir karara varma olasılığın oldukça güçtür... Neden? Nasıl? Niçin? Ne zaman? Kim? sorularının üzerinde derinlemesine durmalısın... Üstelik bu sorulara verilen yanıtlarla yetinme den, kökenine inmeye çalış... Bunu başardığında yaşamını olumsuz etkileyecek sorunları zaten kendiliğinden de çözümlenmiş olacaksın, onun perde arkasındaki nedenlerini bulmuş etkisiz hale getirmiş olacaksın...

 

         UNUTMA; bunun için sürekli bilgilerini sürekli güncelle, sıfırdan yeni programlarınla düşüncelerini çağın ilerisini de görebilecek biçimde arttır, felsefeyi öğren, günlük olarak kullandığın yeteneklerinin üstüne çıkmaya uğraş... Bu yeteneklerin sende fazlasıyla olduğunu görünce şaşıracaksın... Yaşamınla ilgili oluşan, oluşmakta olan, oluşacak tüm olaylara müdahale edip en kestirme yoldan onların zararını yok ederek, kendi yararına gelişmesini sağlayıp, mutluluklarını çoğaltacak duruma getirebilirsin...

 

         ...

 

        

         ÖFKELENMEYE YETECEK ZAMANIN YOK...

         Çünkü; bir kimseye ya da bir davranışa kızmak ve kızan kişide oluşan şiddet duygusu anlamına gelen, öfkeye asla kapılma; senin  ve tüm insanlık hatta evren için en zararlı ve yanlışlara götüren ilkel bir duygu olduğunu aklından çıkartma... Öfke, kin, nefret, intikam gibi ilkel duyguların, insanı vahşileştirdiğini unutma; insanı zavallı hale getirecek olan bu duyguların kenarından bile geçme; bu duyguların oyuncağı olma, bu basitliklerin senin gibi akıllı bir varlığı yolundan çıkartmasına asla izin verme... Çünkü, hayat göründüğünden daha da kısa ve her saniyesi dolu dolu olumlu olarak değerlendirmeyi bekler… Bu tür olumsuz duygulara ayıracak zamanın yok; bir gün yüzde yüz biteceğini bilerek yaşamında güzellikleri, uyumu, sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, adaleti, paylaşmayı, kardeşliği, iyi huyluluğu arttırmanın kendinle yarışı içinde ol... Hep olumlu bakan, olumlu düşünen, olumlu davranan mutlu insanlarla birlikte olmaya çalış; örneğin aşık ol; sevgililerin olsun; gül, oyna, gönençler içinde şarkılar söyle, hep sevgiyle mutluluklarla dolu bir yüz ifadenle hayatın her anına gülümseyerek bak... Her anından her şeyinden lezzet almaya çalış...

Sadece bir kez deneme şansın olan yaşamını zenginleştir, yücelt coşkularla süsle... Öfkeli insanların önce kendisine, sonra tüm evrene, insanlığa sayılmayacak kadar zararlı olduklarını iyice belle... Bu nedenlerden, önce olaylar karşısında kendi tepki ve davranışlarını, daha sonra da yaşamının önünde oluşabilecek olayları iyi gözlemle, iyi tahmin et; olaylardan ders alarak, insana yaraşır erdemlere ÜSTÜN İNSAN a doğru yürümenin çabası içinde ol...

 

         UNUTMA; öfkesine sahip olanların ve sakin davrananların dostları, arkadaşları çok olacağı için tüm sorunlarını çözümleyenler hiçbir zaman darda kalmazlar... Öfkesini kontrol edemeyenlerin yolu mutlaka, karakollara, adliyelere, ceza evelerine-yani zindanlara düşecek, ömrünün bir bölümünü de oralarda harcamak durumunda kalmaktan kurtulamayacaktır… Öfke insanı çılgınlaştırır, saldırganlaştırır, kavgacı, geçimsiz, dedikoducu,  yaparak canavarlaştırır; hayvanlara hakaret olacak ama hayvanlaştırır. Ondan uzak kalabildiğin ölçüde erdemlere yakın olacaksın...

         ....

 

 

 

         “SENİ SEVİYORUM”DEMEKTEN KORKMA ...

         Çünkü; hoşlanmak, okşamak anlamına gelen, sevmek her insanın yaşamında en çok duymak istediği hatta bu uğurda her şeyini feda edebileceği sihirli bir tümcedir... Yaşamın tüm gizemi bu iki anahtar sözcükte saklıdır... Ruhsal ve bedensel doyumun zenginliğine ulaşmak istiyorsan, coşkulu, dolu dolu yaşamı hedefliyorsan, karşılaştığın ya da karşılaşacağın tüm sorunları çözmek istiyorsan, bunların başına ve sonuna iletişim kurduğum insanlara ”SENİ SEVİYORUM…” tümcesini anahtar olarak  koymayı unutma... Bir gün yüzde yüz bitecek yaşamında, öldükten sonra seni kalplerinde yaşatıp, sonsuzlaştıracak kişiler işte  yüzlerine karşı “SENİ SEVİYORUM” demeyi başardığın kişiler arasından çıkacaktır... Ve bu kişiler sana yaşamın bilinen ve bilinmeyen tüm lezzetlerini tattıracaklardır...

Yaşamın boyunca, her zaman sevginin merkezi sen ol; karşılıksız olarak dağıtacağın her defasında sende daha da çok artacak olan şey sevgidir, paylaştığın ölçüde büyüyecektir... Sevgi sözünün geçtiği her yerde akıllara sen gel  “SENİ SEVİYORUM” tümcesini sık sık kullan... Yaşamda başardığın ve başaracağın en yüce değerler sınırsız ve çok çeşitlidir ama “SENİ SEVİYORUM”  sihriyle inanılmazları başardığını görecek ve şaşıracaksın...

        

         UNUTMA; evrenin çevrensinde döndüğü yaşamı şekillendirdiği bu sözcüğü kullandığın sürece insanlar senin önünde saygıyla eğileceklerdir... Üstelik bu iki sözcük ulaşacağın tüm güzelliklere çıkacağın bir sihirli merdiven olacaktır...

 

         ....

 

 

        

         SORUMLULUK ALMAKTAN KORKMA...

         Çünkü;bir kimsenin üstüne aldığı, ya da yapmak zorunda bulunduğu işlerden gerektiğinde hesap sorulması durumu anlamına gelen, sorumluluktan asla korkma; yaşamında elde edeceğin mutlulukların aldığın sorumluluklarını yerine getirdiğin ölçüde olacaktır... Bu nedenle alacağın sorumlulukları kendini-topluma yakınlarına , hatta kendi kanıtlamak için sana tanınmış, ya da eline geçirdiğin bulunmaz bir fırsat olarak düşün... İyi çözümlere ulaştırmanın çabası içinde ol; niteliği ne olursa olsun tüm sorumluluklarını yerine getirirken olağanüstü özverili davranarak işin gerektirdiğinden daha üstün bir gayretle çalış; daha üstün mücadeleler koy ortaya... Yaşamak aslında bir yerde alınan sorumluluklar zincirinin hiç bitmeyen tükenmeyen halkalarının  yerine getirilmesidir... Başka deyişle aldığın sorumlulukları çözüme ulaştırdığın ölçüde kendini dünyanın  mutluluklarını da mutsuzluklarını da yaratmış olacaksın… Aynı ölçüde de kendini ÜSTÜN İNSAN a daha da yakınlaştıracak mutluluklar, başarılar, doyumlar grafiğini yükselteceksin... Yaşamın aslında baştan sonuna kadar sorumluluklar bütünü olduğunu aklından çıkartma; onları da yerine getirirken ihmalkar davranma; sorumluluklarına karşı gösterdiğin ilgi, saygı, sevgiyi, önce kendine sonra yakınlarına, ülkene, devletine, ulusuna göstermiş olursun...

 

         UNUTMA; en büyük sorumluluğun da içinde çırpınan, senin görmeni, duymanı, hissetmeni, yaşamına katmak istedikleri üstünlüklerini sunmaya çalışan ÜSTÜN İNSAN’ a da kulak vermendir…  Kendisini fark etmen için seni sürekli yönlendirmeye çalışan ÜSTÜN İNSAN nın sana ulaşması isteyen ona yardımcı olman, hak ettiği yerlere taşımaya çalış... Bu yaşamın boyunca yüklendiğin en yüce sorumluluğundur...

 

 

         ...

 

 

         SUSMAYIDA KONUŞMAYI DA ÖĞRENİR...

         Çünkü; konuşmayı kesmek, kaçınmak, ses çıkartmamak anlamına gelen, susmayı öğrenmek, konuşmayı öğrenmekten her zaman ve her koşulda daha zordur... Yaşamları boyunca tüm insanlar her zaman çok konuşmayı, hem de en etkili konuşmayı, hatipliği, kusursuz konuşmayı öğrenmek için dersler alırlar... Her konuşmacı etkili konuşmalarıyla  karşısındaki rakibini  susturmak, yenmek,  bitirmek, onu işe yaramaz hale getirmek, toplum gözünde küçültmek  için büyük çabalar harcar...  Ama aynı  insanların susmayı öğrenme konusunda bu güne kadar aldıkları ders, susmayı öneren bir kişiye uydukları görülmemiştir...  Hatta herkes konuşmakta birbirleriyle yarış ederken, susmanın en büyük politika, en büyük erdem olduğunu hiç kimse bilmez, bilse de söylemez ve sessiz kalmayı seçerler... Susanlar günümüzde ve her koşulda her ülkede aptal, geri zekalı yerine  konulmaktadır... Oysa susmak; seni  bazı yerlerde daha etkili, fikir sorulan, bir bilen konumuna getirir... İnsan bazen susarak anlatacağı şeyler konuşarak anlatacaklarından daha da etkili olacaktır...   Ya da şöyle denilebilir; susmak en büyük erdemdir; zaten bilge insan da konuşarak değil, susarak çok şeyi anlatmayı başaran kişidir...

Susmak bilgelik düzeyinin somut bir kanıtıdır... Susarak ölümlerden, idamlardan, iftiralardan kurtulursun, hatta beraat edersin... Susarak karşındaki insana konuşacağından daha iyi biçimde kendini anlatır ve kanıtlarsın...

 

         UNUTMA; yerine göre konuşmak-susmaktan;  susmak da, konuşmaktan daha üstündür... Bu ayrımın bilincinde olman için kendini çok iyi geliştirmelisin; çok iyi okumalı, araştırmalı, düşünmeli, felsefeyle uğraşmalısın... Bu ayrımın bilincinde olmayanlar sadece deliler ve aptallardır...

 

 

         ....

 

         POLİTİKADA  SEYİRCİ KOLTUĞUNDA OTUR...

         Çünkü: çok yüzlülük anlamına gelen, politika, kendisiyle uğraşanlardan çoğunlukla da onursuzluk yapmasını, suç işlemesini, iktidara ulaşması için bası yasadışı, olumsuz davranışlarda bulunarak devlet ve kişi haklarını ele geçirmeni isteyerek, bu yönde insanları motive eder... Politika genellikle  küçük çıkar peşinden koşan küçük adamcıklar haline sokarak  insanları suç ve yalan makinesi haline getirir... Politikacılar hedeflerine yürürken de her türlü suiistimal ,  yapmaya, yasaların dışına çıkmaya, yetim hakkını yemeye, devletin malını kendi malı haline getirmeye yatkın yapıdaki kişiler oldukları için; sen politikayı her zaman uzaktan, hatta sadece seyirci koltuğundan izle-asla içine girmeye çalışma; asla profesyonel  meslek haline getirme, sahaya inme ... Seni her dönemde oraya çekmek, itmek, zekandan ve sosyal konumundan yararlanabilmek amacıyla oraya bulaştırmak isteyenler hep olacaktır; bu kötü ve kurnaz tuzaklara asla düşme... Yani profesyonel politikacıları hep uzaktan izle; onların yüz yüze kaldığı onursuzluklara, aşağılık davranışlarına, çıkar guruplarının kavgalarına girme, taraf tutma aptallığı gösterme; seni kullanmalarına asla izin verme; üstüne basmalarına razı olma... Beşikten mezada kadar yaşamın her aşamasına sinmiş olan politikadan ayrı kalmak belki olanaksızdır ama profesyonelce politika yapmamak bana göre de en büyük erdemdir...

        

         UNUTMA; politikacı ve erdem birbirlerinden nefret eder...

ÜSTÜN İNSAN a koşan bir kişi olarak politika çamuruna bulaşma, kirlenme, çirkefinin kenarından bile geçme...Asla erdemli olmayan politikacılar yüce ve ÜSTÜN İNSAN olma yolunda bir milim bile ilerleyemeyen varlıklardır... Hatta normal insanın altına düşme konusunda asla çekinmeyen, suç ve suistimal makineleridir...

         ....

          

 

 

         TEK DOSTUN YALNIZ KENDİNSİN...

         Çünkü; sevilen, aranan, güvenilen, yakın arkadaş anlamını taşıyan, gerçek dostlarla yaşamın boyunca ya çok az, ya da hiç karşılaşmayacaksın... Çünkü  dünya isimli bu gezegendeki tüm dostluklar çıkarla başlar ve çıkarlar boyunca büyür ya da küçülür, çıkarların sona ermesiyle de biter... Dostlukların ömrü genellikle ve her zaman çıkarlar kadardır... En büyük düşmanlarının da  en yakın dostlarının arasında çıkacağını düşüncene iyice yerleştir...Sana hiçbir koşulda kazık atmayacak, hep iyi olmanı isteyecek, isteklerin hepsini bir emir kabul edecek, sınırsız fedakarlıklar yapacak, asla arkandan hançerlemeyecek, verdiği mutluluğu kendi mutluluğu sayacak ve kabul edecek tek varlık ve dünyadaki edinebilirsen tek dostun sadece ve sadece kendinsin... Yaşam süresince nereye gidersen git  seninle ağlayıp, seninle gülecek, acısını kendi acısı bilecek tek dostun yine kendinsin... Gerçek dostu dışarıda başka yerlerde, başka kentlerde başka bedenlerde değil kendinde aramalı ve bulmalısın... Özünle dost olmayı başarırsan emin ol başka dostlara gereksinim duymayacaksın… Böylece kendinle arandaki sınırları kaldırmış-beden ve ruhunla iletişimini daha da çok arttırmış, özüne daha çok yakınlaşmış olursun: kendinle dost olduğun ölçüde onlara kendine güvendiğin kadar güvenmeyeceksin...

 

         UNUTMA; yaşam serüveninde çıkara dayanmayan, her şeyini paylaştığın tek ve en büyük yardımcın en son nefesine kadar yanından ayrılmayacak, tek dostun edinebilirsen sadece kendinsin....Kendini sev, kendini kendine dost edinmenin yollarını geliştirmeye çalış...

 

         ....

 

 

         YALNIZ KENDİNİ ARA , KENDİNİN PEŞİNDE OL...

         Çünkü; kendi içinde, kendi kendinde, kendinden anlamına gelen, kendinden en büyük yararı, en büyük sevgiyi bulacaksın… ÜSTÜN İNSAN a yürüyen kişi olarak sadece kendinde kendini ara, her an  kendinin peşinde ol;  Başkalarının büyüklüğü, erişilmez kutsallığı, senin kendini büyütmende, kendini arayıp bulup geliştirmende engel oluşturmasın... Ortaya güzel ahlaklar, davranışlar, yapıtlar koymanın araştırması ve çabası içinde ol… Büyük ve erdemli  insan kendi peşinde olan, kendisini arayan, içindeki ÜSTÜN İNSAN ın üstün yönlerini bulup yaşamaya çalışmanın bilinciyle hareket edendir... Bu insan uludur, yaşama  gülümseyerek bakması nedeniyle özüyle ve tüm evrenle barış içinde olur... Kendine, diğer insanlara ve tüm evrene adaletli davranır, erdemlerini çoğaltmaya çalışması da bunun en somut kanıtıdır... Sende başkalarını da gözlemle ama en büyük yararı göreceğin, asla zarar vermeyecek olan içindeki  kendinin peşinde ol; özünü sev, özünle barış içinde ol; gönençlerini arttırmanın, iç huzurunu geliştirmenin, çoğaltmanın, özünü her an yeniden daha üstün ve güzelliklere programlamanın ve sürekli sevgili haline getirmenin çabası içinde ol... Ancak o zaman yüksek değerlere, bilinmeyen ve keşfedilmeyi bekleyen büyük erdemlere doğru gidersin; doğruluktan ayrılmadan yürüyeceğin erdemli, aydınlık ve ışıklı yolu bulup açtığında, bu yoldan kendine ulaştığında, milyonlarca insanın seni takip ederek, lider olarak seçtiklerini ve peşinden geldiklerini göreceksin... Ve insan evrenin her köşesinde gerçekten layık olduğu yaşamı başlatacak olan ÜSTÜN İNSAN nın bazı özelliklerine ulaşma ve onların bazılarını alıp yaşamına uygulama yolunda kendilerine seni örnek alarak evrimleşmelerini daha da hızlandıracaktır...

 

         UNUTMA; kendi peşinde olursan, en büyük yardımı göreceğin kişiyi de dost edinmiş olacaksın…

 

         ...

 

 

         YAŞININ İNSANI OL...

         Çünkü; doğuştan başlayan ve yıl birikimiyle ölçülen zaman anlamına gelen, yaşın insanlar tarafından tam olarak anlaşılıp değerlendiği söylenemez... Kendisi için sınırlı olan sürenin bir gün kesinlikle biteceğini bilenler, kendilerini gerçekleştirmek, olgunlaştırmak, kalıcı eserlere imza atmak için nefes nefese bir koşuşturmaca içindedir... İnsanlar bazen normal yaşının gerektirdiği gibi hareket yerine rast gele sağa–sola anlamsızca koşuşturdukları bilinir... Kimi dede görünür ruhen çocuktur; kimi çocuk görünür ruhen bilge, yaşlıdır, bazıları da çocukken tükenmiştir... Sen her zaman yaşının insanı ol; hep göründüğün yaşının gerektirdiği biçimde davran, her karanın, hayata bakışın her zaman olumlu olsun… Böylece hem saygın hem erdemli davranmayı sürdürürsen çevrende görünmeyen sevgi denizleri oluşacaktır... Her yaşın kendine özgü güzellikleri ve lezzetleri olduğunu aklından çıkartma... Ayrıca her yaşın güzelliklerinin yanında sorunlar ve riskleri de getirdiğini peşinen kabullen... Yaşamın boyunca ağarttığın saçların senin onur nişanındır; onlardan utanma; onlarla gurur duy, bu varlığın senin yaşam isimli serüveni her koşulda, sürdürebildiğinin, hayatın önüne çıkarttığı tüm sorunlarını çözmeyi başararak varlığını kahramanca sürdürmenin en somut ve onur kanıtlarıdır... Yaşının insanı olarak; onun istediği davranışları geliştirerek uygulayabilecek zekaya, beceriye fazlasıyla sahipsin... Bu konuda gereksinim duyduğun her şeyi kendinde fazlasıyla bulacaksın...Bir şairin dediği ;

         -HEY BANA DEDE DİYEN ÇOCUK/ BEN SENDEN DE ÇOCUĞUM ÇOCUK...

         Bu şiirdeki gibi ne dedeyken çocuk, ne de çocukken dede olma... Her zaman yaşının insanı ol; onun istediği biçimde davranmaya çalış...

 

         UNUTMA; İç evrenine bakmayı, kendini tanımayı başardığında  her şey senin istediğin biçimde çözümlenecektir...Ve ancak kendini tanımayı başardığında, yaşına göre davrandığın önce kendi yaşamını düzenleyip mutlu olacaksın, sonra da topluma ışık olup yol göstereceksin...Önder olmak için bilgini arttır, kendini aş, erdemli davran, inan bana gerisi kendiliğinden gelecektir...

 

         .....

 

 

 

          EN BÜYÜK HİZMETİ VE İYİLİĞİ KENDİNE LAYIK GÖR...

         Çünkü; nitelikleri açısından bir şeyi hak etmiş sayılan kimseye layık görmek anlamına gelen, hizmetlerin e tüm iyilikleri kendine layık görmen ÜSTÜN İNSAN a yürürken, özüne karşı göstereceğin saygının en somut kanıtıdır...Yaşamın tek gerçek ve anlamısın... Dolayısıyla en üstün, en iyi hizmet, her şeyin güzeline layık olan tek varlıkta sensin... Sahip olduğun güzelliklerini değerlendirip, lezzetler haline getirip sunabileceğin tek makam ve en üstün varlık sensin...Her şeyin merkezisin, anlamısın, sen olduğun için güneşin çevresinde dönüyor... Sen olduğun için dünyanın bir önemi ve anlamı vardır...

İçinde bulunduğun güzellikleri toplayan , değerlendiren, anlamlandıran, kişi olarak en büyük hizmeti kendine layık gör...

Kendini her zaman başkalarından daha çok sev... Sahip olduğun tüm güzelliklerden önce sen tat, keyfine var... Kendine karşı olan sorumluluklarını yerine getirmekte duraksama... Hizmete değer tek varlığın kendin olduğunu aklında çıkartma... Senin kendine layık görmediğin hiçbir davranış başkası tarafından sana layık görülebileceğini düşünme... Kendine layık görmediğin iyilikleri, hizmetleri başkasına layık gör ama önceliği her zaman kendine ver…

 

         UNUTMA; tüm bunları yaparken de bencil davranma, olanaklarını, sahip olduğun değerleri, tatları ve iyilikleri diğer insanlarla paylaşarak erdemlerini arttır...

 

         ....

 

 

 

        

         YAŞAM EN BAŞARILI OLMAN GEREKEN DERSİNDİR...

         Çünkü; canlılığını sürdürmek, sağ kalmak anlamına gelen, yaşamın bu gezegende senin başarı olman gereken ve tek en önemli dersin ve ödevindir... Derslerine iyi çalışıp, ödevlerini iyi yap; her hareketinden kendine olumlu puan verebilecek davranışlarda bulunma erdemine bir an önce ulaş... Öğrendiklerini, deneyimlerini, insanlığa öğretmenin yüce bir erdem olduğunu aklından çıkartma... Yaşam mesleğin, sosyal ve kültürel hatta politik ve toplumsal konumun ne olursa olsun, yeni yeni şeyler öğrenmeye, özünü bilgiye, kendini öğrenmeye ve yeniliklere her zaman açık tut... Değişen, gelişen dünya koşullarına uygun olarak yaratılan yeni yeni bilgilerin peşinde ol, öğrendiğin her türlü yeniliği alıp yaşamına uygula ve onu yaşayarak insanlara örnek ol... O yeni bilgilerden aldığın güçle kendini  yükseltmenin ve değerini  yukarılara taşımanın uğraşı içinde ol...

Bilgilerinle yarattığın yaşamın seni diğerin sanlardan daha öne çıkartıp, örnek insan haline getirsin... Bilgeliğe ancak böylece ulaşıp ÜSTÜN İNSAN’ nın bazı özelliklerine daha hızlı yükselirsin... Yaşam senin bu evrende başarılı olman her yaşta ve sınıfta daha da geliştirip yukarılara taşıman gereken en önemli dersindir...

 

         ÇÜNKÜ; yaşam dersinde ve ödevinde başarılı olamayanların, diğer alanlarındaki başarılarının anlam ve değeri hatta önemi yoktur...

         ....

 

 

         YAŞAMAN GEREKEN SADECE BİR GÜNÜN VAR...

         Çünkü; yaşın, makamın, sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik konumun ve sınıfın ne olursa olsun; hangi ülkede, hangi kültürde hangi yüzyılda yaşarsan yaşa; yaşaman ve tadına varman gereken zaman dilimi içinde yaşadığın(an) gündür... Çünkü kuantum felsefesine göre geçmiş ve gelecek yoktur; geçmiş geçmiş-yaşanmış bitmiştir… Geleceğin gelip gelmeyeceği bilinmemektedir… Nakit olarak kullanmamız gereken tek zaman dilimi içinde bulunduğumuz,  yaşadığımız içinde bulunduğumuz sonsuz an vardır… Onun kıymetini iyi bil, üstüne titre, her saniyesini dolu dolu değerlendirmenin çabası içinde ol...        Ölümün de sana şah damarından ve bir nefes kadar yakın olduğunu düşünerek yapman gereken tek şey yaşayabildiğin  tek gününü iyi değerlendirmelisin... Bunun için uyanık ol, bilinçli davran, sağlığını koru... Ve gününü dolu dolu yaşamanı hiç kimsenin engellemesine izin verme... Günün doyumuna var, sunacağı tüm tatları geri çevirme... Elbette uzun vadeli planlar, programlar, yatırımlar yap... Geniş düşünerek yaşamının taşlarını yerine oturtman şarttır...

Ancak dolu dolu yaşaman gereken sadece bir günün vardır... Üstelik yarınını yaşayabileceğini de, bu gezegendeki hiçbir güç garanti edemez...

        

         UNUTMA; ben im sadece bir tek günüm var, onu yaşıyorum, elimden kimsenin almasına izin vermiyorum... Bu günün getireceği tüm olumsuzluklara, yüceliklere, erdemlere, hazırım kabul ediyorum diyebilmelisin...

 

         ....

 

 

         YAŞAMLA ANLAŞMAK BÜYÜK KAHRAMANLIKTIR...

         Çünkü; canlılarda doğumdan ölüme kadar olan etkinliği sağlayan olgular bütünü anlamına gelen, yaşamla dost olup, iyi anlaşabilirsen; onun önüne koyacağı tüm olumsuzlukları aşabilecek hale gelebilirsen;

Her şeyi çözüp rahatlarsın; sevgiler, sevdalar, aşklar yaşayarak canlılık sürecini gönençli biçimde tamamlayabilirsin... Bana göre yaşamla anlaşmak, anlaşabilmek en büyük kahramanlıktır... Aksi takdirde yaşam iğneli bir beşik gibi sana sürekli işkenceler yapar, kaçacak delik ararken olumsuz koşulların altında ezilerek yok olursun... Yaşam değiştirebileceğin ve değiştiremeyeceğin koşullardan oluşur; seni ona bağlayacak, mutluluklarını arttıracak, gücünün yettiği koşulları değiştirmek için çaba harcamalısın... Bunun için gece gündüz çalışmalı, çok okumalı, çok düşünmeli, çok üretmeli, bilgiye açık olmalısın... Kendini çağın istediği tüm beceri ve yeteneklere göre programlayıp, bu niteliklerini her zaman daha da arttıracak boyutlarda çalışmalısın....Değiştirebileceğin  olayların, yaşamını zindan eden konularla olumsuzluklarla da savaşmalısın...Olumsuzlukları kendi yararına çevirmenin çabası içinde olmalısı ; değiştiremeyeceğin konularda özünü değiştirip, olayları olduğu şekliyle kabul etme erdemini göstererek;  hepsinden önemlisi yaşam sahnesinde kalarak, kendini yenileyip, eğiterek, yaşamın  akışına uyum sağlamalısın...

         Yaşamla her alanda, sürekli anlaşmak, ona uyum sağlamak en büyük meydan savaşlarındaki kahramanlıklardan daha da önemlidir...

Üstelik yaşam sadece senin anlamlandırdığın, iki nefes arasında geçen küçücük bir kımıldama sürecidir... Yaşamla anlaştığın sürece kendinle de, dünyayla ve de evrenle de anlaşmış olursun… Sadece bir kez deneme şansın olan acılar, mutsuzluklar, hatta ölümler destesinden oluşan yaşama kızma, alınganlık gösterme; onu her koşulda sev, dost ol, anlaş, aşık ol; onun sevmediğin yanlarının, milyarlarca yıldan beri uyguladığı geleneksel alışkanlıkları ve yasası olduğunu kabul et…

Senin istediğin gibi davranmasa bile  sen onun her durumunu kabul ederek yaşlılık sürecine doğru sağlıklı biçimde varlığını sürdürmeye çalış...

 

         UNUTMA; mutluluk yaşamla her alanda, tartışmasızca, yapılan uyumlara anlaşmasıdır...

 

 

 

         ...

         YÜREĞİNDE KİN BARINDIRMA...

         Çünkü; öç almayı amaçlayan gizli düşmanlık anlamına gelen, kin seni mutsuz eder, huzursuz eder, yaşamını zehir haline getirir, bedenen ve ruhen seni oldukça çirkinleştirir, dünyanı karartır , insan olmaktan çıkartıp suç işleyerek kıymetsiz ,değersiz ,basit bir ölümlü varlık haline dönüştürür...Üstelik bunlarla da kalmaz; seni gözünü karartarak suç makinesi haline getirir... Bir günde üst üste işlediğin kininden kaynaklanan suçların altında kalarak yok olabilirsin...

Yüreğindeki bu ilkel duyguyu, hatta onun kırıntılarını bile söküp atmak için şu andan uygun zaman olamaz... Kinden kurtulmayı başardığında daha üstünlük, hafiflik, hissederek coşkuların, mutlulukların zirvesine çıkacaksın inan bana... Böylece önünde seni bekleyen ÜSTÜN İNSAN a gitmeye hak kazanacaksın.Yaşamın tüm mutluluk kapıları senin önünde açılacak, oralara elini kolunu sallayarak ulaşacaksın... Huzurlu, aşklarla, sevgilerle, erdemlerle dolu yaşam seni kinden uzak ortamlarda daha da mutlu edecektir...

Sende bunları gerçekleştirecek güç, birikim ve soyluluk her zaman fazlasıyla olacaktır...

 

 

         UNUTMA; kin, kötülüklere giden yol, hatta oraya  açılan karanlık ve içerisi kötülüklerle dolu kapıdır... İlkel duygudan kurtul, kendini onun üstündeki erdemler, hoşgörüler, anlayışlar özgürlüklerle dolu adaletli davranabileceğin bir dünyaya taşı... Kinden kurtularak yaşama coşkusunu yakala... Ruhun kinin altında kalmayacak kadar büyüktür, yücedir, sınırsızdır, güçlüdür... Bu ilkel duygudan kurtulduğunda yaşamın boyunca gözüne taktığın dünyayı  hep olumsuz, karanlık, acı, sorunlarla yaşanmaz olarak gösteren gözlük yerini daha güzel ve pembe olanına bırakacaktır...

 

         ....

 

 

 

 

        

 

         ZAMAN SONSUZ DEĞİLDİR...

         Çünkü; bir eylemin içinde geçtiği, geçeceği, ya da geçmekte olduğu süre anlamına gelen, zaman senin içinde sınırsız değildir... Onu kullanırken bir gün yüzde yüz biteceğinin bilincinde ol...

Onu çok titiz, çok dikkatli ve çok iyi kullan; her saniyesine kendini kazımanın, kalıcı eserler üretmenin, ölümsüz düşüncelere ulaşmanın ve insanlara sunmanın çabası, heyecanı içinde ol... Zamana kendini nefes nefes nakış nakış işle; tüm sayfalarını şiirsel estetiklerle doldur...

Bir tek sayfasının bir tek satırını, hatta harfinin bile yerini eksik bırakmayacak biçimde çalış... Son nefesin, son günün, son ışığın çağrısına, son nefesine. zamanın son zerresine kadar yaşamından asla vazgeçme. Geriye doğru adım atma; insanların hiç bitmeyecekmiş gibi kullandıkları, yitirilmeden değerini anlayamadıkları zamanı harcarken en az hata yapmaya çalış... Sıradan insanlar gibi zamanının hiç bitmeyecekmiş saçıp savurma onu öldürme... Zamanla dost ol, onu sev, söylediklerini iyi anlamaya çalış, iyi gözlemle, hem kendinle, hem çevrenle, hem de zamanla mutluluk içinde olursun... Ancak onunla dostluğun sayesinde de zaman sana kendini yararlı kullanmanda yardımcı olacaktır... Kendinle dost olmak istediğinde önce kendinle dost olmayı başar... Onun kendi yasa ve kurallarına uyarak her saniyesini iyi ve yararlı işlerde kullanıp, tutumlu biçimde değerlendirmeyi öğrendiğinde karlı çıkan taraf sen olacaksın...Geriye dönüp baktığında değerlendirmeden boşa akıp giden zamanın olduğunu anlayınca her şeyden daha çok üzüleceksin... Çünkü yeniden dönüp yaşama olanağın olmadığı için de o senin için yitirilmiş  yaşanmamış, boşa akıp giden nehir suyu konumuna dönüşecektir..

Zamana kızma, ağlama, hor görme, nefret etme; onun her an kaçabilecek, seni terk edebilecek hırçın,  huysuz, şımarık bir sevgili olduğunu düşünerek her defasında daha fazla yararlanmanın çabası içinde ol...

 

         UNUTMA; mutlu yaşamanı önce kendine, sonra zamanla dost olmaktan, onu önce anlamaktan, sonra da sevmekten, sarılıp aşık olmaktan geçtiğini aklından çıkartma... Zamanı kullanırken de her zaman üstün akıllı ve tutumlu davran...

 

 

         .....

         YAŞLANMAKTAN KORKMA ...

         Çünkü; ihtiyarlık anlamına gelen, yaşlılık  her canlının yaşamı süresince önüne çıkacak, da yaşayabileceği ömrünün son mevsimidir... Aslında yaşlanıncaya kadar yaşayabilmek büyük şanstır…Doğanın yasasına göre her insan doğar, bebek, çocuk , genç , yetişkin, olgun ve yaşlı olarak yaşamını tamamlar... Çocukluğundan başlamak üzere, yaşamının son mevsimi olan yaşlılığa adım adım kendini alıştır... Yaşlılığını değerlendirirken onun güzel ve seni üstün konuma getiren yanlarını görmeye, ondan olabildiğince yararlanmaya, ikinci bahar olarak değerlendirmeye çalış... Örneğin, senden daha hızlı yaşlanan, aynı yılda doğmuş olmanıza karşın senden önce  ölen yada bedensel zihinsel yeteneklerini yitirenlere karşı yaşlanabildiğin için 

kendini şanslı say... Diğer yaşıtlarından önce bu fonksiyonlarını yitirsen de doğanın yanılmaz yasasına, kaçınılmaz sonucuna bağla...

Yaşlılıkla değiştiremeyeceğin, geciktiremeyeceğin, asla önüne geçemeyeceğin olayları kesinlikle kafana takma... Hatta yaşlanmanın bilgeleşmek, saygıya layık olmak en sağlıklı ve çok yönlü düşünerek çevreye ve topluma akıl hocası olmanın zirvesi, saygınlıklarla dolu bir dönem olduğunu unutma... Huzurlu olmanın zirvesinin yaşlanmak  olduğunu aklından çıkartma... Üstelik ağaran saçlar, yaşam isimli serüvenin, insanın başına taktığı altından taçtır diye düşün… Üstelik tüm meyvelerin en tatlı mevsiminin olgunluk olduğunu yaşlandığında bu olgunluk çağının zirvesi olduğunu anımsayarak rahatla... Sağlıklı yaşlanabilirsen, sağlıklı olarak delikanlılık çağlarında sürdüremediğin pek çok etkinliği, çevrenden inanılmaz saygı görerek, ömrünün bu döneminde gerçekleştirebilirsin...

 

         UNUTMA; her şeyiyle rastlantılar bütünü olan bu macerada yaşlanabilecek kadar uzun yaşamın ulaşılamaz büyük bir şans, doğanın bir lütfu, şık eşsiz bir ödül ve çoğu kişinin ulaşamadığı bir zenginlik olduğunu unutma...

 

         ....

 

 

         ÇOCUĞUNA YAŞAMLA, ÖLÜMÜ DE VERİYORSUN...

         Çünkü; küçük yaştaki kız ya da oğlan çocuğu anlamına gelen,

çocuklar geleceğin güvencesi, simgesi, hatta garantisidir... Evliliğin çoğunlukla tatlı bazen de acı meyvesi olan çocuğu dünyaya getirirken hep iyilikler, mutluluklar, güzellikler, düşünülür... Anne babanın yapamadığını onun gerçekleştirmesini bekler, ulaşamadığı doyumları onun yaşamasını ister, kısacası hayal üstüne hayaller kurar... Her anne-baba çocuğunun sonsuza kadar yaşayacağına inanır, hep birlikte olacağını sanır; tüm sorunlarını kendinin çözeceğini, onun sorunsuz, acısız, hastalıksız, hayatın hiçbir engeliyle karşılaşmadan  ölümsüzlük anıtı olarak görür... Ama gün gelip yaşlanıp ölürsen ya da bir beklenmeyen kazada yaşamını yitirirsen onu yalnız, yapa yalnız, aşsız, ekmeksiz, eğitimsiz birikimsiz, bırakıp çekip gidersin... Etiyle, kemiğiyle, her şeyiyle canından can ve senin bir kopyan olan çocuğuna tüm iyiliklerin yanı sıra kötülükleri, olumsuzlukları da birlikte verdiğini biliyor musun? Aşkın yanında ayrılık acısını, zenginliğin yanında yoksulluğu,  mutlulukların yanında mutsuzlukları, çareli çaresiz hastalıkları, bedensel zihinsel sakatlıkları, yetersizlikleri, güzelliklerle birlikte çirkinlikleri de veriyorsun... Hatta senin yaşadığın tüm acıları yaraları, sevinçleri, açılıklarını, intiharları, cinayetleri, tüm bedensel yoksunlukları, kavgaları, cinayetleri, adliyelerde yargılanmayı, cezaevlerinde zindanlara düşme şansını da birlikte veriyorsun... Tüm bunların da ötesinde yaşamı verirken çocuğuna ölümü de birlikte vermiş oluyorsun...

        

         UNUTMA; senin karşısında hüngür hüngür ağladığın, kaçış ve kurtuluşunun  olanaksız olduğu ölümü de sunuyorsun...Sen çocuğunu seviyorsan, onu sonsuza kadar seni yaşatmasını istiyorsan, ölümü neden ona veriyorsun; ölümden korkmadığını söylüyorsan neden onun karşısında ağlayıp aciz ve acınacak duruma düşüyorsun...

        

 

 

 

         DURMAK ÖLMEKTİR...

         Çünkü; ilerlemez olmak, işlemez olmak, dinmek, kesilmek anlamına gelen, durmak başka deyişle ölmektir... Ancak her alanda çabaların sürdüğü ölçüde ruhunu aydınlatır ve kendini aşarsın, güzelliklere, erdemlere ulaşır, yenidünyalar kurarsın... Yine bu çabalar, savaşımlar, emekler, mücadeleler ölçüsünde kendini ve yaşamı ÜSTÜN İNSAN a doğru taşıyabilirsin... İşte bu yoldaki çabalarında durmak değil, daha da arttırarak, daha yüksek bir enerjiyle, daha ileriye koşmalısın, yaşadığını bu gezegenden geçtiğini herkese kanıtlayacak kalıcı eserler şekline getirdiğin izler biçiminde  bırakmalısın... Durmak her şeyden vazgeçmek ve bir yerde ölmektir...

Durma ölme koş daha ileriye, daha güçlü, daha kusursuz, daha etkin, daha çok bilgiyle, bilinçaltında oluşturduğun daha çağdaş programlarla sil baştan yenilediğin düşüncelerinle daha yükseklere uzan, oraları elde et, görüp-tadabildiğin, hatta tadamadığın güzellikleri de yaşamına geçirerek tüm insanlara örnek ol... İnsana durmak değil; doğası gereği çok çalışmak, hep ileriye, daha ileriye koşarak kendini aşmak, gelişmek, ölümsüz eserler vermek, yaşamda elde ettiği deneyimleri kalıcı eserler haline getirip, daha sonra yaşama çıkacak insan nesline ücretsiz olarak sunmayı başarmasıdır…

 

         UNUTMA; fiziki olarak olmasa bile kendini geliştirmediği için, düşüncelerinde bir milim ilerleyemediği için olduğu yerde duran, yaşarmış gibi insanların, cesetleriyle doludur evren... Her şeyden vazgeçmek, yaşamaktan vazgeçmektir... Sen yaşayarak ÜSTÜN İNSAN olmaya çalış...

         …

 

 

 

         ÖLÜMDEN SONRASINI DÜŞÜNME...

         Çünkü; canlılığın sona ermesi anlamına gelen, ölüm sonrasıyla ilgili söylencelere kafanı yorma; yaşamın gizemini çözemeyen insanın ölümden sonrasıyla ilgili düşüncelerinin kenarından geç... Yaşam senin için bir doğumla nasıl başladıysa, ölümünle de öylece bitecektir... Doğduğunu anımsamadığın gibi ölümünü de bilmeyeceksin... Sen bütünün parçası olarak yok olman gerektiği için öleceksin... Bir kelebek, ipek böceği, sarı çiçek, mor menekşe, serçe, sivrisinek,  neden ölüyorsa yok oluyorsa sende o şekilde yok olacaksın... Bu konu üzerinde düşünmeye bile değmez... Bırak ölümden sonrasını, hatta yarını; sen şimdi şu anda içinde bulunduğu anı yaşamaya çalış... Doya doya seviş, koş, zıpla, hobilerini gerçekleştir, aşklarını yaşamanın çabası ve savaşımı içinde ol... Sanatla, felsefeyle ilgilenerek düşünce boyutlarının sınırlarını sonsuzlaştırmanın peşinde ol... Şuna kesinlikle inan; öldüğünde hiç yaşamamış olarak dünyadan çekilip, doğmadan önceki konumuna gideceksin... Bir deve, timsah, solucan uç uç böceği  koyun, öldükten sonra ne olacaksa, sende öyle olacaksın... Sıradan basit ve ölümlü bir insan olmaman için felsefe yapıp, aklındaki tüm sorularına yanıtlar bulman gerekiyor, bu da senin kişisel başarınla , çabalarında gerçekleşecektir...

 

         UNUTMA; doğduğundan itibaren geriye saymaya başlayan sana ait zamanını anlamsız boş şeylere kafa yorarak geçirme...Her saniyesi altından da değerli olan, zamanında kendini geliştirip, bilgiye ulaşarak gelişerek, değişerek, yaşam izlerini ölümsüz düşüncelere ve eserler ortaya koyarak  kullanmaya çalış... Kendin için harcadığın para, zaman, her şey en doğru yaptığın davranışlarındır...

         ...

 

 

 

 

 

         İSTEDİĞİN KADAR YAŞA...

         Çünkü; canlılardan doğumdan ölüme kadar etkinliği sağlayan olgular bütünü anlamına gelen, yaşamak olumlu güzellikler, varsıllıklar, renkli dünyalar, pembe ufuklar, doyumsuz tatlar kadar;

yoksulluklar, acılar, hastalıklar, sakatlıklar, zamansız ölümler ve inanılmaz olumsuzluklarla da karşılaşacaksın... Haytaysan acı çekiyorsan;  heyecanını ve yaşama umudunu yitirmişsen, üstelik hiçbir beklentin kalmamışsa, bu aşamada oturup gerekli kararını vermen gerekir... 1- Ya koşullarını yeniden sil baştan iyileştirmek için düzenleme, tüm acılara, hastalıklara, alabildiğince katlanıp yaşayabildiğin kadar yaşaman için her şeye sıfırdan başlarsın...

2-Ya da yaşamın dışına çıkma kararını verebilirsin... Her durumda da birinci maddeyi seçmeni öneririm... Her koşulda yaşam yeni baştan kurulabilir, gittiği son noktaya kadar taşınmaya çalışabilir... Ve her isteğin biçimde davranarak istediğin şekilde davranma toleransını doğa her zaman insana sunar...İkinci maddeye gelince;

Eğer ölümün gelip seni bulmasını beklersen, bu olumsuzluklarının daha da artacağını, daha fazla ezileceğini, onursuzlaşıp, basit, kendine yetemeyen, bakıma ve yardıma düşkün acınası  bir dilenci konumuna düşersen çok onursuz bir yaşam sürdürebilirsin... Bunu iyice hesaplayarak kararını vermelisin... Bunların hepsinden de önemlisi yaşamı hak ettiğinden daha fazla ortaya koyduğun çalışmalar, sanat eserleri,  ölümsüz düşüncelerin, işlerin, dört dörtlük sergilediğin bir serüven izleyerek ölümü hak ettiğine inanıyorsan; bu konuda gerekli olan yaşamın dışına çıkma konusunda gerekli  kararı sen vermelisin...

Çünkü bana göre hak etmeden ölmek yanlıştır; hatta ölümü hak etmek, yaşamayı hak etmekten daha da zor kazanılır...   

 

         UNUTMA; yaşam her zaman ölüme tercih edilmeli , onun istediği ve anladığı dilden ve aynı yöntemlerle savaşılmalıdır...

O zaman yüzde yüz başarılı olursun... Toprağın üstü, altından her zaman daha iyidir...

         …

 

        

 

         ÖLÜMÜ KABUL ETME  ERDEMİNE ULAŞ...

         Çünkü; canlılığın sona ermesi; can vermek, yaşamaz olmak anlamına gelen, ölüm bilinmeyenden gelip bilinmeyenle bitecek iki nokta arasında kısa bir süre olarak görülen düşten oluşan yaşam; bir gün yüzde yüz sona erecektir... Bunun örneklerini ölen kişileri izleyerek çok yaşadın; o nedenle ölümü ret etmek korkmak, salaklık, aptallıktır... Yaşı, hastalığı, sağlığı, zenginliği, sosyal ve siyasal konumu ne olursa olsun insan ölümü kendisine yakın hissetmeye başladığında korkarak, ağlayarak isyan eder... Tüm yaşadığı güzellikleri, doyumları yok sayma aptallığına kapılır... Sen böyle düşünme... En iyi yaşam henüz yaşanmamıştır, yaşanmamaktadır, yaşanmayacaktır... Çünkü en iyi yoktur; en iyiye, en güzele yakın olan değerler vardı... Yapabileceklerini olanakların ölçüsünde gerçekleştir... Fiziki ve ruhsal yapının olanaklarından  parasal kaynaklarından sonuna kadar yararlan... Kendini çözümleyip, rol yapmadan, samimi olarak sadakatle hep kendini oynamaya başar...

Yoksulluklardan, sıkıntılardan alnının akıyla çıkmak için savaş...

Olabildiğince erdemli davranmaya çalış, yaşamdan zevk alma oranlarını arttırabildiğince arttır... Yaşadığın aşklar, mutluluklar, iyilikler damak tatları bu yaşama gelmene değecek boyutlara ulaşsın...

Sonsuza dek zaten yaşamayı isteme; böyle bir isteğin olamaz zaten... Olsa da bu olanaksızdır…Artık sağlığın da bir dönemden sonra ihanet edip, acıların ağrıların artar... Tüm canlılar için olduğu gibi yaşamın yüzde yüz bitecek ölüm seni bulacaktır... Artık herkesin sonu olan bu finali korkmadan ağlamadan kabul etmen gerekiyor... Ölümü candan sevgili gibi kucaklamanın erdemini göster... Ona hazır olduğunu hissettir ; eğer o seni bulamasa, sorunlarına son vermek için gerekirse sen ona koşarak da gitmelisin...

 

         UNUTMA; yaşamınla yetinip ölümü kabullenme erdemi seni daha ulu ve ÜSTÜN İNSAN konumuna getirecektir... Zaten reddederek, korkarak ondan kurtulman da söz konusu olmayacağı için; ödlek davranarak gülünç durumlara düşmemek için onu kabul etme erdemini ve kahramanlığını göster.... Yaşamında olduğu gibi ölümün karşısında da akıllı davran...

 

         ....

 

 

         HASTALIKLARDAN KORKMA ; ÖLÜM DÖŞEĞİNDE AĞLAMA...

         Çünkü; organizmada bir takım değişikliklerin çıkmasıyla oluşan bozukluk anlamına gelen, hastalık insanın bu gezegende her zaman ve her koşulda karşısına çıkabilecek, yaşamdan alıp götürebilecek büyük riskler ve acı engellerden birisidir... Türü  ve tehlikesi ne olursa olsun; hastalığını aklınla yenmeye çalış-tüm tıbbi yardımları alman gerekebilir… Daha da önemlisi  hasta olmamak için gerekli tüm bilgi ve becerileri yaşamın boyunca edinerek uygulamaya çalış... Doğru beslen, vücudunun istediği-gereksinim duyduğu, seni sağlıklı yaşatacak olan sporları yap…Yaşamının nedeni olan anne – babanın; kendilerinin karşısında korktuğu, hastalıklar ve ölümlere karşın seni yaşama getirdikleri için onlara kızma, onları suçlama... Aksine onları saygıyla, sevgiyle, hürmetle, minnetle, özlemle an, her nefesinde onlara teşekkür etmeyi unutma…Hastalıklar, ölümler karşısında üstelik ağlamak, korkmak, yaşın, konumun, sosyal ve sınıfsal kültürel eğitimin ne olursa olsun ham, olgunlaşmamış cahil bir kişi gibi davranma... Sosyal biri varlık olan insan hastalık ve düştüğü zorluklardan kurtulmanın çabası sırasında elbette çevresinden ilgi, yardım, anlayış, hoşgörü, merhamet, sevgi bekleyecektir... Hastayken sana bunlar gösterilmese bile yakınlarına, dostlarına, arkadaşlarına bu davranışlarından dolayı küsme, sitem etme, darılma, kırılma, tavır alma, onları övücü olmaya, her konuda onurlandırmaya devam et...

Hastaysan insanların günlük yaşamlarının akışını ve düzenini değiştirecek, rahatlıklarından özveride bulunacak derecede

onlardan yardım anlayış, sevgi, hoşgörü bekleme... Ölümün sonsuz rahatlık, sonsuz uyku, hatta sonsuz huzur olarak düşün, öyle kabullen...Yüzde yüz öleceğinden emin olsan da moralini son saniyeye kadar hep yüksek tutarak diğer insanlara örnek ol... Asla duygusal, ağlayan, acılı yüzlerden merhamet isteyen bir görünüme sokma kendini... Bir gün yeniden uyanmayacak olacağını yüzde yüz bilsen de; bu gezegende yaptığın en iyi yapıtların,  kitaplarını, resimlerini, çocuklarının, ortaya koyduğun, her türlü çabanın seni  ölümünden sonra da  yaşatacağını düşün... Böyle bir çalışman yoksa şu andan itibaren bu çalışmaya giriş…       En önemlisi sen de bir zamanlar ölenleri  ölüm yatağında son nefesini verirken  diğer insanlarla  birlikte izlemiştin..O zaman seyirci koltuğundaydın; şimdi sahnede oyuncusun, o yatakta sen varsın, şimdi izleniyorsun...Bu gün seni izleyenleri de yarın başka genç kuşaklar izleyecektir.. Sen ölürken yaşamını sağlıklı, varlıklı, mutlu, hatta genç biçimde sürdüren insanları kıskanma; onları korkutma aksine öv, sürekli yüceltici şeyler olumlu ve onurlandıran sözler söyle... Çünkü hiçbir insan sonsuza kadar yaşamayacaktır... Bu yaşına kadar hep ölenin senin hakkında düşündüklerini bu gün senin de arkanda kalanlar senin için düşünecektir...

 

         UNUTMA; doğa yaşam ve ölümle tüm canlılara ne adil biçimde davranmıştır... Sen de bunlardan sadece bir cansın...Doğanın yasalarına uygun olarak bu sahneye çıktın, yine aynı yasalarda bu sahneden ineceksin... Senin bu yasaların dışında kalman zaten olanaksızdır... Üstelik seni ölüme götürecek hastalıkla sonsuza kadar yaşamanın acısını duymak da istemezsin… Eğer bu yasanın dışında kalmış olsaydın o zaman üzüntün daha sonsuz olabilirdi , olmalıydı...

Ölümle sen gerekeni yapmış olmanın mutluluğunu duymaya çalışmalısın...             

        

 

         ....

 

 

 

 

 

          3.Bölüm...

      İNSANIN ÖTESİNDE

      (çözümlemeler...)

 

        İLK SÖZ

      Yaşam isimle rüyam sırasında bilinçaltı dünyamın sonsuzluğunda düşünce hızına ulaşmayı başararak “ÇÖZÜMLEMELER”  adı altında bir deneme yaptım... Çocukluğumdan beri sürdürdüğüm, içsel evrenimdeki gezilerimi , gözlemlerimi, yaşamın öğrettiklerini, yorumlarımı seanslar biçimde yazdım... Bunları yaparken de yaşamının acımasız yerçekimi koşullarından kurtulup, bu güne kadar edindiğim deneyimlerimin de üstüne basarak daha yükseklere uzanmaya çalıştım... Günümüz insanın düşünemeyeceği sonsuzluklara, yüksekliklere, yani kendimin ötesine dokunmayı başardığımı söyleyebilirim... Başka deyişle; ilkellikten ÜSTÜN İNSAN nın bazı özelliklerine koşan ölümlü bir varlık olarak; gelecek binlerce yıl sonra insanın ulaşacağı zamansızlık, mekansızlığı düşünsel boyutlarda yaratarak, insanın ötesindeki üstünlüklere yaptığım içsel gezilerim ve gözlemlerimi ortaya koydum...Çok değişik dalga boyutlarında yaptığım bu gezilerim, yaşamımın değerini gözümde daha da çok arttırdı... Uzun sayfalar halinde yıllarca titizlikle yazdığım denememi okura şiirsel bir dille sunuyorum... 2006 Abdulkadir Kaçar...

 

 

         1.SEANS

         Yaşam sahnesinde rastlantı sonucu bulunuyorum...

 

         2.SEANS

         Yaşam uzun ince bir canlı masal; başrolündeki insan eşsiz, muazzam, erişilmez nitelikleriyle dolu; ve içinde yürek atışlarını hissettiği üstünlüğe koşan bir ölümlü...

        

         3.SEANS

         İşim gücüm kendimi düşünmek;  içgüdülerimi incelemek, olaylar karşısında öz tepkilerimi ölçmek, yaşamı her yönüyle sorgulamak...  Bu nedenle asla işsizlik çekmiyorum; kendimin laboratuarı, deneği, rüyası, ozanı, filozofuyum....

 

         4.SEANS

         Ayağımın altındaki karıncaya karşı DEV’ im; sınırsız evrende bir karınca bile değilim...

 

         5.SEANS

         Aslında sorum da özümüm içimde; durmadan kendime koşuyor   

         6.SEANS

         İçimin derin sonsuzluğu! Heyyyyy !!!!!!!!

 

         7.SEANS

         İçimdeki sonsuzluktan sonsuzluğa, ufku olmayan boşlukta üstünlüğe doğru koşuyorum...

        

         8.SEANS

         Ulaşmak istediğim tek hedef benim...Yürek atışlarını, nefesini içinde hissettiğim; içimdeki ÜSTÜN İNSAN bekle sana geliyorum...

 

         9.SEANS

         Ahhhh !!!!

 

         10.SEANS

         Ben atomlarımla evrende hep olacağım...

        

         11.SEANS

         Varlığım yontu sessizliğinde... Kendimi dinliyorum...

 

         12.SEANS

         Yaşamın tamamı felsefe… Felsefenin aydınlığında yaşıyorum...

 

         13.SEANS

         Ey karanlıkların ötelerindeki gök adalar duyun sesimi...

        

         14.SEANS

         Zamansız açan yaban çiçeğiyim... Bazen de çağının milyonlarca yıl ilerisine düşünsel olarak geçebiliyorum... İçimdeki ÜSTÜN İNSAN’ ı arıyorum, ona koşuyorum...

 

         15.SEANS

         Kendimi dinliyorum...

         Yine dinliyorum, durmadan dinliyorum, hep dinliyorum...

 

         16.SEANS

         Yaşam geri dönülmez bir yol; tersine akmayan nehir...

Bu yolda ilerlerken kendimi seviyorum...

 

         17.SEANS

         Ölüm basit bir HİÇ lik kapısı.. Korkusundan korkmadan ondan özgürce, yiğitçe, cesurca ve kahramanca geçeceğim…

        

         18.SEANS

         Ben de bu gün okum sanki...

        

         19.SEANS

         Yiğitseniz kendi oluşturduğunuz öz değerlerinizde arayın kendinizi... Ben bunu yapıyorum ve de kendimi kendi değerlerimde buluyorum…

        

         20.SEANS

         Her şey tartışmasız ben’ im...

        

         21.SEANS

         Sevdayım, çiçeğim, selim, ben benim...

        

         22.SEANS

         İçimdeki tüm  kalın duvarları yıkıyorum... ÜSTÜN İNSAN a koşuyorum...

 

         23.SEANS

         Tek ideolojim ben’ im... Sistem benim…

 

         24.SEANS

         Kendime giderken çiçek yağmurlarının arasından geçiyorum...

        

         25.SEANS

         Yağmaya hazır bulutların gizemi de çözüm de BEN’ im...

 

         26.SEANS

          Tüm yasakları kendime yasaklıyorum; tüm sınırları kaldırıyorum... ÜSTÜN İNSAN a giden tüm yolları kendime açıyorum...

 

         27.SEANS

         Benim içimde ulaşıp yaşamak istediğim yüksek, yüce, bilge, filozofluğunda ötesinde  ÜSTÜN İNSAN var... Onu arıyorum…

 

         28.SEANS

         Felsefe; yaşamın tüm estetiği...

 

         29.SEANS

         Hiç’ liklerin arasından HİÇ olarak geçiyorum…

 

         30.SEANS

         Sevgiyim... Barışım… Huzurum… Mutluluğum… Adilim…

        

         31.SEANS

         Aşk benim; sevgilim benim, sevginin sonsuz kaynağı da bendedir...

 

         32.SEANS

         Yaşamım da ölümüm de öz be öz ben’ im..

 

         34.SEANS

         Tüm değerlerin de üstünde en ulu ve erişilmez değerim...

 

         35.SEANS

         Ben’ im...

        

         36.SEANS

         Bilgeyim, firariyim, tutukluyum ben’ im...

        

         37.SEANS

         Sarı çiçek, mor menekşe, sivrisinek, insan; bu varlıkları  birbirinden ayıran tek şey insanın düşüncesi-beyni...

 

         38.SEANS

         Geçmiş ben’ im, gelecek de şekillenecektir...

 

         39.SEANS

         Evrenim... Yazıyım, öyküyüm, yazarım, düşünürüm, eser verenim…

        

         40.SEANS

         Evren benim...

        

         41.SEANS

         Tüm değerler, küçüklüğümde yutturulmuş birer hap… Kurtuluyorum Üstün İnsan’ a giderken....

         ...

         42.SEANS

         Yaklaşıyorum ...Yaklaşıyorum...

 

         43.SEANS

         Ey güç!!!

 

         44.SEANS

         Benim...

 

         45.SEANS

         Sevincim, kavgam ben’ im..

        

         46.SEANS

         Rol yapanları saymasam, mutluluk yok... Ama ben mutluyum…

 

         47.SEANS

         Mevsim mevsimi çağırıyor; ÜSTÜN İNSAN beni...

 

         48.SEANS

         Düşündüklerimi yaşama biçimim haline getirme yeteneğime kavuştum...Ohhhhh...

 

         49.SEANS

         Her an kendimi değiştirmeye, yeniden yeniden programlamaya, özüme şekil vermeye ömrüm boyunca devam edeceğim...

 

         50.SEANS

         Kendimim...

        

         51.SEANS

         Ben’ imin kralıyım… Kral benim…

        

         52.SEANS

         Tüm yanlışlara darağacı kuruyorum...

 

         53.SEANS

         Yaşasın özgürlük...

 

         54.SEANS

         Ölüme karşı ölümsüzlüğü istiyorum...

 

         55.SEANS

         Yaşamım  savaş meydanım ;  hep kendime karşı  zaferler kazanıyorum...

 

         56.SEANS

         İçim dışım Üstün İNSAN ...

 

         57.SEANS

         Tek anlam, tek değerdir insan...

 

         58.SEANS

         İçimdeki ÜSTÜN İNSAN ı keşfetmek,  evreni keşfetmekten daha da mutluluk verici...

 

         59,SEANS

         Tüm maskelerden, hilelerden, entrikalardan, yalanlardan uzak;  erdemli ve dürüstçe içimde kendimi  yaşıyorum...

        

         60.SEANS

         Hem karanlığım, hem de ışık ben’ im...

 

         61.SEANS

         Tek övündüğüm varlık benim...

        

         62.SEANS

         Özgürlük ben’ im; özgürlüğüme koşuyorum; Ve yaşıyorum... Nefes alıp-veriyorum… Mutluyum, sağlıklıyım…

 

         63.SEANS

         Gizemi oluşturan, ondan korkan da ben im..

        

         64.SEANS

         ÜSTÜN İNSAN’ ı içimde daha derinliklerimde arıyorum; içimin derinliklerinde onun sesini, nefesini, kalp atışlarını izliyorum, O beni, ben de onu istiyorum...

 

         65.SEANS

         Varlığımın tek kanıtıyım...

 

         66.SEANS

         İçimdeki ÜSTÜN İNSAN, yaşamımın en yüce yanıdır; nefes nefese ona koşuyorum...

 

         67.SEANS

         Ey büyük mutluluk… Senin adın ÜSTÜN İNSAN ...

        

         68.SEANS

         Tüm değerlerimin mimarıyım...  

        

         69.SEANS,        

         Tek akıllı seyircim ben’ im; senaryomun yazarıyım, eleştirmen, yönetmen, yaşam isimli bu sahnede başrol oyuncusuyum… İçimdeki ÜSTÜN İNSAN ın yılmaz takipçisi ve kaşifiyim...

 

         70.SEANS

         Her şeyi hak etmeye çalışıyorum, ölümü bile başardığıma  inanmıyorum...

        

         71.SEANS

         Doğmadan önceki konumuma ilerliyorum lütfen sessizlik....

 

         72.SEANS

         ilkem; ödünsüz, yalansız, erdemlerle dolu mutlu yaşamak...

Başarıyorum...

 

         73.SEANS

         Karanlıkta bir kıvılcımım; çevremi, iç ve dış evrenimin tamamını aydınlatmaya çalışıyorum...

 

         74.SEANS

         En büyük sorunum da, çözümüm de ben’ im, ÜSTÜN İNSAN…

 

         75.SEANS

         Ben’ imin ötesinde–zamanın milyonlarca yıl, çağlarca ilerisinde yaşıyorum...

 

         76.SEAN

         Kendimi paylaşacak insan olmadığı için  ben’ imi kendimle  cömertçe paylaşıyorum... Adım adım ÜSTÜN İNSAN ı buluyorum...

 

         77.SEANS

         En büyük zenginliğimdir yalnızlığım... Biliyorum, anlıyorum, anlatıyorum…

 

         78.SEANS

         Çatışmalarımı, çıkmazlarımı, sonsuz karanlıklara  gömmeyi başarıyorum, ÜSTÜN İNSAN a gidiyorum...

        

         79.SEANS

         Bu sahnede ölümle yarışmaktan korkmuyorum... Ölümün adıyım…

 

         80.SEANS

         Yaşam filmi inan bana seni çok sevdim...

 

         81.SEANS

         Ben’ imle başladığını sandığım her şey; milyonlarca yıldır vardı... Ölümümden sonra da olmaya devam edecek...

 

         82.SEANS

         Bedenim ruhuma dar geliyor... Çık artık içimdeki ÜSTÜN İNSAN… Çok yordun beni…

        

         83.SEANS

         Bilinmezden gelip, bilinmeze  uzanan zaman  diliminde; kendini geliştirerek aşarak, ÜSTÜN İNSAN a ulaşmak için savaşıyorum...

         Rakibim sadece ben’im..

 

         84.SEANS

         Yalnızım... Büyük ve sonsuz, sınırsız, sayısız kez yalnız… Eser ben’im… Çare ben’im… ÜSTÜN İNSAN’ nın içimden çıkartıp, sahnelemek istiyorum…

        

         85.SEANS

         Bu sahneyi, bu senaryoyu, yaşım isimli filmim hepsini rastlantılara borçluyum...

        

         86.SEANS

         En büyük savaş kendimle yaptığım; kazandığım en büyük zaferimde kendime karşı kazandığımdır...

 

         87.SEANS

         Kendime giden yolum... Ben’ hep ben’im…

 

         88.SEANS

         En akıllı varlık olarak kendimi yeniden düzenliyorum; yeniden programlıyorum; yolum her an ÜSTÜN İNSAN’ a doğru yürüyorum...

 

         89.SEANS

         Kendime yaslanıyorum yorulduğumda... İç limanlarımda dinleniyorum… Her an sırtımı dönebileceğim tek varlık BEN im..

 

         90.SEANS

         Daha yükseği, hep daha ötelerdeki ÜSTÜN İNSAN a gidiyorum....

 

         91.SEANS

         Kendimi her nefeste dönüşüm, başkalaşım, devinimle değiştirme yeteneğimin en üst sınırındayım... Tüm olumsuz sorulara cevap veriyorum…Ben ÜSTÜN İNSAN’ ı hissediyorum..

 

         92.SEANS

         Zaman sonsuz; sonu olan benim, insan...

 

         93.SEANS

         Anne–babamın içgüdüsüyle başlayan yaşamımı nitelikli, yüce hale getirmem kaçınılmazdı.... ÜSTÜN İNSAN ’a yürürken bunu başardığımı biliyorum….

 

         94.SEANS

         Hiçbir şeye hayret etmiyorum... Her şeyleri kabul ediyorum… Ölüme bile asla şaşırmıyorum… O yaşları çok geride bıraktım… Artık özgürüm…

 

         95.SEANS

         Dostluklar arıyorum; uğruna ölebileceğim dostluklar...

 

         96.SEANS

         Kendimin bilgesiyim(filozofuyum)... ÜSTÜN İNSAN’ ım…

 

         97.SEANS

         Kendimi güncelliyorum, sil baştan düzeltiyorum, yontuyorum, kalıplara döküp yeni baştan kendimi her an tekrar tekrar yaratıyorum...

ÜSTÜN İNSAN böyle istiyor...

 

         98.SEANS

         Hep kendimi yenileyerek yeniden doğacağım her nefesimde...

        

         99.SEANS

         Kendime çok yakınım-içimdeyim;  ÜSTÜN İNSAN la birlikte yaşıyorum; kesin ulaşacağım, ortaya çıkartacağım...

 

         100.SEANS

         Sonsuzluk içinde ne kadar sonlu olduğumu düşündükçe kan kendime daha hızlı, daha bilinçli, değişerek, dönüşerek, devinerek, başkalaşarak, bilinçaltımda oluşturduğum yeni programlarımla düşüncelerimi sil baştan düzenliyorum, özüme, içime koşuyorum; çalışıp daha  yukarılara Ölümsüz ÜSTÜN İNSAN a  ulaşmaya çalışıyorum...

 

         101.SEANS

         Minik patikayım kendi içimde; bazen sonsuz galaksi...

 

         102.SEANS

         Her şeyin başlangıcı ve sonu ben’ im...

 

         103.SEANS

         Zamanı tüm yitirdiklerimi unutuyorum...

 

         104.SEANS

         Kendimin ustasıyım; üstünlüklerim, kusursuzluklarımı yaratıp yaşayanım…

        

         105.SEANS

         Bazen kırık bir heykel, tamamlanmamış bir tablo; genellikle de eşi bulunmayan  bir başyapıtım...

        

         106.SEANS

         Tepeden tırnağıma kadar hoşgörüyüm...

 

         107.SEANS

         Öfke, sana çok öfkeleniyorum....

        

         108.SEANS

         Dünyamdaki güneşim, ayım... Onlara anlam veren anlamım…

 

         109.SEANS

         Efendisiyim hayatımın...

 

         110.SEANS

         En yüksek yargılayıcım olan vicdanım da tüm davaları kazanıyorum....

        

         111.SEANS

         Kendimi her nefesimde baştan yeniden programlıyorum; ben böyle yaşıyorum...

 

         112.SEANS

         Konfüçyüs  arkadaşım; MONTAİGNE baş danışmanım…

Tüm filozoflar benim beş bin yıllık arkadaşım...

        

         113.SEANS

         Tek istediğim, hedefim, yöneldiğim yer ÜSTÜN İNSAN...

        

         114.SEANS

         Yittiğim yer kendimdir; kendimi bulduğum yer de BEN im...

        

         115.SEANS

         Yaşam isimli serüvende eğilen gölgeme  kızıyorum...

 

         116.SEANS

         Yaşamım bir garip sonuçtur... Bitmesini hiç istemediğim başlangıç…

 

         117.SEANS

         İçimde kalacağım: yaşama devam edeceğim...

 

         118.SEANS

         Yaşamımın her saniyesi dünyanın tüm altınlarından paralarından daha da çok değerli bir hazinemdir... Her saniyesini kimse alamaz-pahası, gücü yetmez…

 

         119.SEANS

         En yüce değer be’ im...

 

         120.SEANS

         Doğduğumdan beri içimde oturan bilge, ÜSTÜN İNSAN  seni tanıyorum… Biliyorum, sana geliyorum...

 

         121.SEANS

         Ülkem de, ulusum da ben’ im...

 

         122.SEANS

         Aklım beni, ben de ÜSTÜN İNSAN ı oluşturduk...

 

         123.SEANS

         Bu sahnenin tam adıdır rastlantı...

 

         124.SEANS

         Ben’ i yaratıcı yapan şey ateş parçası ruhumdur; o parça çağlar boyu ruhumdan başka ruhlara geçecek asla sönmeyecektir...

 

         125.SEANS

         Barış isimli tek aşkım...

 

         126.SEANS

         Temizim, masumum, duruyum, arıyım ÜSTÜN İNSAN a giden  yolda, kusursuzum...

 

         127.SEANS

         Aradığım en iyi arkadaşım  ÜSTÜN İNSAN dır ....

        

         128.SEANS

         Boşluklarla dolu yaşamımdaki tek anlam ben’ im...

                  

         129.SEANS

         Yücelmek, ululaştırmak istiyorum;  ÜSTÜN İNSAN la  ona koşuyorum... Kendimi ona adıyorum… O benim, ben de o…

 

         130.SEANS

         Öz ümü yoğurarak yeniden, yeniden programlama yeteneğine ulaştım....

 

         131.SEANS

         En büyük kavgam-barış, savaş-anlaşma ben’ im...

 

         132.SEANS

         Hazinem ben’ im...

 

         133.SEANS

         Yasım da şenliğim de BEN im...

 

         134.SEANS

         Bitişim de başlangıcım da BEN im..

 

         135.SEANS

         Sıradanlaştıran ağlar sizi tanıyorum... Kenarınızdan bile geçmiyorum…

 

         136.SEANS

         Diğer galaksilerdeki yaşamla bir gün elbet buluşacağız, bunu biliyorum, hissediyorum, görüyorum...

 

         137.SEANS

         Yaşam isimli oyundan başka oyununa inanmadım, öğrenmedim, bilmiyorum...

 

         138.SEANS

         En doğru zamanlar; içimdeki ÜSTÜN İNSAN ı keşfetmek için yaptığım çalışmalarımdır...

 

         139.SEANS

         İç ve dış evrenimi şekillendiriyorum...

 

         140.SEANS

         Diğer insanların hayal bile edemedikleri ÜSTÜN İNSAN a  ışık hızıyla yaklaşıyorum...

        

         141.SEANS

         Sevinçle sürdürdüğüm; yüzde yüz bitecek varlığım tükenmeden önce ÜSTÜN İNSAN içimden çıkartarak yaşamak  istiyorum...

 

         142.SEANS

         Erdemlerimin sunduğu hakkımı sınırsızca sunuyor...

 

         143.SEANS

         Yüzde yüz ölümsüzlük ÜSTÜN İNSAN ı keşfedip yaşamakla olanaklıdır... Bunu  kanıtlamaya çalışıyorum...

 

         144.SEANS

         Öz olmalıyım; özümün de özünü damıtıyorum...

 

         145.SEANS

         ÜSTÜN İNSAN ı bana verecek olan Özümleyim... Acelem var, onunda acele etmesini istiyorum… Daha hızlı koşuyorum…

 

         146.SEANS

         Kan terleyinceye kadar, ateş soluyuncaya kadar koşmaya devam edeceğim...

 

         147.SEANS

         Tek yol göstericim aklım...

 

         148.SEANS

         Her nefesimde kendimi yeniden, daha hızlı düşünmeye, daha üretici, daha kalıcı eserler vermek için durmadan yeniliyorum, güncelliyorum, tekrar en baştan programlıyorum.... Ölümsüz düşüncelerin kaynağı olan içimdeki  ÜSTÜN İNSAN’ a ışık hızıyla gidiyorum...

 

         149.SEANS

         Hiçbir makam sığabileceğim kadar büyük değil; hiçbir makam beni içimdeki ÜSTÜN İNSAN a ulaşmak kadar mutlu etmeyecektir...

 

         150.SEANS

         Beni ÜSTÜN İNSAN diğer galaksilere götürecek; bu gezegende  konuğum...

 

         151.SEANS

         Görülmemiş düşlerimi göreceğim... Göstereceğim…

 

         152.SEANS

         Hiçbir şey gerçek değil; yaşamım da, bende evrende...

 

         153.SEANS

         Özgürlüğüm, evrene yayılan yaşamımın en özgün sesidir...

        

         154.SEANS

         Bilgi zenginiyim tepeden tırnağa...

 

         155.SEANS

         İçimdeki, ÜSTÜN İNSAN ona ulaşmam için, yorulmadan, ona koşuyorum...

 

         156.SEANS

         Ben’ imden çıkıp sonsuz evrene yayılan ışık benim...

 

         157.SEANS

         ÜSTÜN İNSAN a giden yolumda kabıma sığmıyorum...

 

         158.SEANS

         Baştan başa iyiliğim; dürüstlüğüm; erdem benim…

 

         159.SEANS

         Hep ÜSTÜN İNSAN ı ,onu istiyorum...

 

         160.SEANS

         İçsel sınırsızlıklarımın en zenginiyim...

 

         161.SEANS

         Doğru  ben’ im... Yanlışım sıfırdır…

        

         162.SEANS

         İçimdeki bilge ÜSTÜN İNSAN a yürümeye devam etmekten başka işim-gücüm yok; her işim sadece kendimle...

 

         163.SEANS

         Ruhumun mimarı ben’ im... Mimar benim…

 

         164.SEANS

         Ölümle dost olmayı kusursuzca yerine getiriyorum..

 

         166.SEANS

         Gidişim, dönüşüm ben’ imedir...

 

         167.SEANS

         Yaşamla anlaşıyorum ÜSTÜN İNSAN a giden yolda daha hızlanıyorum..

        

         168.SEANS

         Değişimim, dönüşümüm, başkalaşımım, dinamizmim öyle tez ve ani ışık hızıyla oluyor ki; yaşamdaki tüm hızlar bana yetişmiyor...

 

         169.SEANS

         Evrensel geleceğimi beynim tasarlıyor; gözlerim görüyor, ellerim şekillendiriyor... Ben sadece ÜSTÜN İNSAN’ a yöneliyorum…

 

         170.SEANS

         İyilik ve üstünlük yanıma hep sevdalıyım

 

         171.SEANS

         Özgürlük uğruna duvarları bile geçtim ÜSTÜM İNSAN a  giderken...

 

         172.SEANS

         Yöneldiğim tek değer kendimim... İç evrenimdeki ÜSTÜN İNSAN’ ımdır…

        

         173.SEANS

         Tepeden tırnağa sınırsız, sonsuz, evrenler kadar yoğun ve türü-rengi-cinsi nedeni belli olmayan tam hoşgörüyüm...

 

         174.SEANS

         Kimsenin hayal bile edemeyeceği yerlere tek başıma yürüyorum...

 

         175.SEANS

         Bazen milyarlarca yaşında hissediyorum  kendimi; bazen henüz doğmamış bir cenin... Bazen coşkulu, umutlu, sevinçlerle, neşelerle dolu bir genç... Her nefeste bazen milyarlarca yıl yaşlanıyorum; düşünsel anlamda bazen milyarlarca kez ölüp yeniden doğmayı başarıyorum; her nefesimde milyarlarca kez kendimi güncelleyip yeniden programlıyorum...

 

         176.SEANS

         İçimde oturan bilge her koşulda her nefeste kendimi yeniden programlamayı, özümü aşmayı,ÜSTÜN İNSAN’ a yürümeyi öğretti...

 

         177.SEANS

         İçimdeki bilgenin  öğütlerini yerine getiriyorum... Mutluluklarım çoğalıyor....

 

         178.SEANS

         Bilgeliğimin en somut göstergesi kesintisiz gülümsememin sihri; olanaklarımı aşan, asla gerçekleştiremeyeceğim aptalca isteklerden kurtarmış olmam....

 

         179.SEANS

         Beynimden çıkan ışıltılı düşüncelerimin uzunca bir gelecekte tüm evreni aydınlatarak tüm insanlığa bir gün ulaşacağını biliyorum... Işık ben’im...

        

         180.SEANS

         Bilgim,  hoşgörüm, yaşamın her saniyesine sevgiyle bakmam…

 

         181.SEANS

         İçimde her an yürek atışlarını sürdüren ÜSTÜN İNSAN ı hissediyorum... O ne muhteşem şey...

        

         182.SEANS

         Sevgi Ben im... Nefretler bana yaklaşamaz…

 

         183.SEANS

         Her yaşımda, her koşulda ve her ortamda, her yaşımda kendime yetenim…

 

         184.SEANS

         Tek sığınağım-sığınağım içimde yaşadıklarım......

 

         185.SEANS

         Söylediklerim tepeden tırnağa yiğitçedir...

        

         186.SEANS

         İçimdeki ÜSTÜN İNSAN’ a giden yorulmaz yolcusuyum...

 

         187.SEANS

         İlk insandan beri, atalarımın hafızalarında kayıt ettikleri, anne-babanın genleri aracılığıyla çocuklarına geçen, iç ve dış evrenimdeki tüm bilgileri biriktirerek bana sunan; içimdeki ÜSTÜN İNSAN ı bana tanıtan bilgeme  teşekkür ediyorum..

 

         188.SEANS

         Beni her an koruyan iç huzurum… ÜSTÜN İNSAN a taşıyan en yüce makamım, en büyük güç kaynağım...

 

         189.SEANS

         Yüreğim evrenin atan nabzıdır, dilim dili, gözüm gözü... Yanlışları,  hileleri, onursuzlukları yok ederek doğrularla yaşamı güzelleştirmenin kaşifi ve savaşçısıyım...Ben’ im insanın  doğru sırrı, ben’ im okyanusum kıtam, ben’im anlayan – anlatan – konuşan... Ben ‘im sorum – yanıtım, yarışım... Ben’ im her şeyi yerine koyan denge, düşünen damıtan, sunan,  açılan kapı ışıklı pencere… Ben’im özürüm – bağışlamam, şekil vermek istediğim çamurum,  çiçeğim ruhum, kozmik dünyam, tek tarifim, kaşifim, tek yönüm…Ben’im kendimi değiştirmeye ÜSTÜN İNSANA giden can, hasretim–kavuşmam,  paylaştığım – paylaşamadığım, uygarlığım – ilkelliğim,  ay, yıldız, güneş galaksim ben’im  ben...

 

         190.SEANS

         En iyi bildiğim; en iyi yaptığım; kendime gitmek, durmadan kendimi yenilemek, yenilemek, yenilemek... ÜSTÜN İNSAN gibi coşkunca sonsuzdan sonsuza akan ıramak, onun özelliklerini yaşamaya çalışmak...

 

         191.SEANS

         Sürdükçe büyüyen, büyüdükçe artan, arttıkça sonsuzlaşan vazgeçilmez bir tattır yalnızlığım...     

        

         192.SEANS

         Dökülmesini istemediğim için göz yaşlarımın; ağlamayı kendime yasakladım...

        

         193.SEANS

         Geçmiş ben’ im; gelecekte ben...

 

         194.SEANS

         Ey doğa! Ortaya koyacağım kalıcı ve ölümsüz düşüncelerimin yer aldığı eserlerimle seni yeneceğim...

 

         195.SEANS

         İnsanın ve evrenin  milyarlarca yıllık belleği bendedir… Bellek ben’im…

 

         196.SEANS

         Çukurova doğuruyor  ben’ i; inanılmaz doğum sancıları çekiyor...

 

         197.SEANS

         Hedefim durmadan, beklemeden, yorulmadan, kırılmadan, incinmeden, incitmeden ÜSTÜN İNSAN’ dır…

 

         198.SEANS

         Düşüncelerim zamanı aşıyor; beni milyonlarca yıl geleceğe taşıyor...

 

         199.SEANS

         Ey sessiz ve hain hırsız zaman; ötelerine yürüyorum, seni geçiyorum... Haberin var mı?

 

         200.SEANS

         İyilik elbiselerimi giyip, erdem kuşağımı kuşanıyorum... İyilik ben’im…

 

         201.SEANS

         Evrendeki düşüncelerimin içinde kendimi seyrediyorum; Ben’ im kozmos, benim evrendeki sınırsız boşluk...

 

         202.SEANS

         Yalnızlığım; en büyük, en sonsuz, beni hayata bağlayan, üretici yapan, tükenmeyen enerjilerimi sunan diriliğimdir...

 

         203.SEANS

         Hafifliyorum, hafifliyorum, tüm ağırlıklarımı atıp; yükseliyorum; damlanın denize ulaşması gibi bütüne ulaşıyorum....

         Ben’ ime, içimdeki ÜSTÜN İNSAN yaklaşıyorum…  

 

         204.SEANS

         Ölümsüzlüğe giden yol Ben’ im...

 

         205.SEANS

         Evrenim... Dünyayım… Yaşamım… İnsanım… Ama üstünlüğe yürüyen ölümlü varlığım…

 

         206.SEANS

         Haydi BEN’ imle gelin...

 

         207.SEANS

         Çareyim... İlacım… Sevgiyim… Sargı beziyim… Neşterim… Doktorum… Hikayeyim… Senaryoyum… Cesaretim… Yaşamım…

 

         208.SEANS

         Uzun yaşamak acılarımı,  sıkıntılarımı,  sorunlarımı, sıkıntılarımı, sevinçlerimden, mutluluklarımdan daha fazla çoğaltacağını biliyorum ve ben yeterince yaşayacağım...

 

         209.SEANS

         Cesaretim... Sonsuzdan sonsuza akan zamanın ortaya çıkarttığı düşünce deviyim…

 

         210.SEANS

         Dün yaşandı-bitti-geçti-gitti; yarının olup olmayacağı asla belli değil; şu anı, içinde bulunduğum nakit zamanı harcıyorum...

 

         211.SEANS

         Peşinden gittiğim; bulduğumda sevindiğim tek adres BEN’ im...

 

         212.SEANS

         Her şey değişiyor; ben daha hızlı, ışık hızından daha çabuk kendimi yeniden yeniden değiştiriyorum...

 

         213.SEANS

         Sevgi, hoşgörü, adaletli davranma, erdemlerimden oluşturduğum sihirli anahtarımla, gülen yüzümle karşıma çıkan, açılmaz sanılan her kapıyı açıyorum....

 

         214.SEANS

         Santim santim, hücre hücre, gen gen, kendimi tanıyorum ÜSTÜN İNSAN a  giden yolda…

 

         215.SEANS

         İçimde oturan bilge tut ellerimden; sonsuzluğa içimin derinliklerine yürüyorum..

 

         216.SEANS

          ÜSTÜN İNSAN’ ı hissediyorum, istiyorum, yaşıyorum...

 

         217.SEANS

         Kucaklıyorum ben’imi gökyüzünü cebime koyup düşünce  hızıyla kendi iklimlerime gidiyorum...

 

         218.SEANS

         Fırlatıp atıyorum karanlıkları; yerine ÜSTÜN İNSAN ın  aydınlıklarını  koyuyorum...

        

         219.SEANS

         Tüm gerçeklerin kalıplarının dışından bakıyorum… Evrenin  sınırlarını böylece aşıyorum; teşekkürler içimdeki ÜSTÜN İNSAN....

 

         220.SEANS

         İçimdeki ÜSTÜN İNSAN’ nın bana sunduğu bazı özelliklerini bu gün de yoğurup, her nefeste milyonlarca kez kalıba döktüm; kendimi baştan yeniden güncelleyip, formatlayıp sıfırdan ÜSTÜN İNSAN’ doğru programladım...

        

         221.SEANS

         Kendime yeten bilgeyim…

 

         222.SEANS

         Tek hedefim ÜSTÜN İNSAN’ nın da  ötesine yürümektir… Onu da başaracağıma inanıyorum…

 

         223.SEANS

         Büyük ve ulaşılamaz görüntüsü veren insanların küçük yanlarını görüp; halkı nasıl kandırıp, şaşırttıklarını gördükçe kendi kendime gülüyorum; tüm insanlara acıyorum... Ben’imin masumluğunu, dürüstlüğünü, erdemlerini seviyorum, onunla övünüyor, kendimle gurur duyuyorum...

 

         224.SEANS

         Okyanuslarcasına derinim ve özgünüm...

        

         225.SEANS

         Ben’ im  için yaşamaya çaba harcamaya, savaşmaya, barışlar yapmaya, erdemlerimi arttırmaya  devam ediyorum...

 

         226.SEANS

         Geleceğimi her nefesimle yeniden programlayarak, sil baştan daha üstün ve daha iyilere ÜSTÜN İNSAN’ a doğru şekillendiriyorum...

 

         227.SEANS

         İçimin ruhumun zenginliklerini-sınırsızlıklarını-muhteşemliklerini keşfettiğimde dışımdaki dünyanın daha çok sahte değerlerle dolu olduğunu somut biçimde görüyorum...

 

         228.SEANS

         Doğan her gün ÜSTÜN İNSAN’ a gitmemde öz su görevi yapan doğal destek...

 

         229.SEANS

         Tüm sınırları kaldırıyorum; ötenin daha da ötelerine gidiyorum...Yeni ben, yeni yaşam, yeni program, her şeyimle yeni kendimler  programlıyorum...

 

         230.SEANS

         Yakıyor, pişiriyor, eritiyor, yeni kalıplara döküp kendimden yeni ben’ ler çıkartıyorum, dolu dolu yaşarken yönüm hep yukarıya, ÜSTÜN’ lüğe dönüyor…

 

         231.SEANS

         İçimde oturan BİLGEM, insanın milyonlarca yıllık belleğiyle sınırsızca besliyor, sonsuz pınarlarını, sınırsızca sunuyor... Beni yönetiyor, yönlendiriyor, olgunlaştırıyor, yukarılara çıkmam için uğraşıyor…

        

         232.SEANS

         Ruhun bazen henüz doğmamış bir ateş parçası oluyor...

 

         233.SEANS

         Hep doğruyum...

 

         234.SEANS

         Kendimi kendimle paylaşıyorum...

 

         235.SEANS

         Ben’ i benden öteyi biliyorum, orayı istiyorum, aradaki ÜSTÜN İNSAN a koşuyorum...

 

         236.SEANS

         Evrenin çözümüyüm...

 

         237.SEANS

         Ululuğun yoluyum...

        

         238.SEANS

         Ben’ im evrende bitmeyen ışık..

 

         239.SEANS

         100 yaşımın bilgeliğini de hiçbir şeye değişmem doğrusu...

 

         240.SEANS

         Ben’ im için evren, evren için de sadece BEN varım...İçimde ÜSTÜN İNSAN la ölümsüzlüğü yürüyen ölümlü canım...

                  

         241.SEANS

         Kendimi çok seviyorum; bedenim ve ruhum birbirine aşık; özümü hor görme cahilliğine, aptallığına kapılmıyorum....

 

         242.SEANS

         Hangi yöne yelken açtığımı biliyor; en küçük bir yeli bile yaşamımı daha iyi yönlendirmek için kullanarak, ÜSTÜN İNSAN ı hissediyorum...

 

         243.SEANS

         Aşkın, sevginin sonsuz pınarıyım; sonsuz mutluluğum…

 

         244.SEANS

         Doğru BEN’im..

 

         245.SEANS

         Ete  kemiğe bürünmüş en somut gerçek, inanılacak tek görüntüyüm...

 

         246.SEANS

         Dünyaya ne kadar uzağım, kendime  ne kadar yakınım...

 

         247.SEANS

         Kim başkasını anlatırsa yanlış anlatır; tüm cevherler ben’ imde var... En kolay Ben’ imi sever, özler çözer, karıştırır, tanır, tanıtırım...

Kendini keşfedemeden,  tanıyamadan, anlamadan, başkalarını anlatmaya, yazmaya, yapılandırmaya çalışmam yanlıştır...Böyle durumlarda hemen  kendime, en yakın tanıdığım olan özüme koşuyorum, içimdeki bilge ye sığınıyorum, ÜSTÜN İNSAN ın özelliklerine yaklaşarak varlığımı rahatlatmaya kendi erdemlerimle yaşama yeni baştan başlamaya  çalışıyordum...

 

         248.SEANS

         Basamak basamak bazen de en aşağılarıma içime iniyorum; kendimi dinliyorum; içsel dünyamın o bölümlerini keşfediyorum

 

         249.SEANS

         İçimdeki bilge ÜSTÜN İNSAN’ a ulaşabileceğim mesajları veriyor...

 

         250.SEANS

         Benimle başladı evren; ben de bitecek... Başka deyişle, ben varsam, evren var; yoksam o da yok… Evrene anlam verenim…

 

         251.SEANS

         Sırtlayıp yaşamımı içimdeki ÜSTÜN İNSAN’ a gidiyorum...

 

         252.SEANS

         Sonsuzdan sonsuza akan yaşam isimli okyanustaki  noktalardaki atomlardan biriyim ...

 

         253.SEANS

         ÜSTÜN İNSAN a yürümeye, yüreğimdeki on binlerce yaşındaki hafızasını bana sunan bilgeme ÜSTÜN İNSAN’ a yürümeye devam edeceğim...

 

         254.SEANS

         Gizemler içindeki en büyük gizemim..

 

         255.SEANS

         Vazoda, ondaki çiçekte benim...

 

         256.SEANS

         Yaşamamım bir gün yüzde yüz bitecek; bunun uzun süren bir düş olduğunu biliyorum...Gocunmuyorum... Durmadan kendimi geliştirmeye, yenilemeye, yükselmeye yönümü üstünlüğü dönük olarak ışık hızıyla ilerlemeye devam ediyorum…

        

         257.SEANS

         İçimdeki  ÜSTÜN İNSAN’ a ulaşmak için koşmam yaşamımın özünü oluşturuyor...

 

         258.SEANS

         En mutlu canım; basit varlıktan, kusursuz, ölümsüz ÜSTÜN İNSAN’ a koşuyorum... Ne büyük mutluluk benim ve tüm insanlık için…

 

         259.SEANS

         Sonraki hedefim ÜSTÜN İNSAN a ulaşıp  onun bazı özelliklerini yaşamak ve diğer insanlara örnek olmak...

 

         260.SEANS

         Yazdıklarım, anlattıklarım, sonsuzdan sonsuza akan zaman nehrinde herkese yetecek-düşünsel olarak dünya insan ailesini besleyecek, durmadan kendisini üreten balıklarımdır...

 

         261.SEANS

         Yaşam sahnesinde başka rolleri kabul etmediğim, onlara asla sığmadığım için sadece kendi rolümü oynuyorum...

 

         262.SEANS

         Zamanın  örsünde,  olayların çekiciyle BEN imi dövüyor, ısıtıyor, parçalara ayırıp dövüyor, dövüyor, yeniden şekil veriyor, olgunlaştırıyorum... Ateşten parça  olan ruhumu damıttıkça damıtıyor , iyiliklere,  ÜSTÜN İNSAN a  ulaşmak  için tüm kötülerden ve kötülüklerden arınıyorum...

        

         263.SEANS

         Ben gerçeğim...

 

         264.SEANS

         Ben aklımı, aklım da ben’imi yarattı; ikisi de birleşerek ÜSTÜN İNSAN a giden yolu göstererek, oraya yönelmemi sağladı…

 

         265.SEANS

         Ruhumu araştırma, kendimi yenileme, yeniden programlama kusursuzluğuna taşımanın savaşçısıyım...

 

         266.SEANS

         Bilgeliğin ötesindeki ÜSTÜN İNSAN a gidiyorum...

 

         267.SEANS

         Ben’ imle barış ve özgürlük içinde, en  iyi şekilde yaşamak istiyorum...

        

         268.SEANS

         Tüm filozofların düşüncelerinin altına imzamı atıyorum…

 

         269.SEANS

         Öyle büyük, öyle sınırsız, öyle erdemlerle, coşkularla, sevinçlerle, sevdalarla, aşklarla doluyum ki; insanlar  hiç durmadan yazsalar da anlatamayacaklar... Bu doluluk beni ÜSTÜN İNSAN’ yükseltiyor….

 

         270.SEANS

         Kaçırdığımı sandığım bazı yaşamsal fırsatlar ,ÜSTÜN İNSAN’ a  ime giden yolda, yatağımı derinleştirmeme, yeniden programlayıp, şekillendirmeme ve kutlu yola ulaşmama yardımcı oluyor...

 

         271.SEANS

         Ey ölüm! Sana hazırım: senin korkunu yendiğim için beni asla korkutamayacaksın... Sen geldiğinde zaten ben beden isimli evimden çoktan çıkıp gitmiş olacağım... Hiç karşılaşmayacağımız için bu konuda en küçük bir çekince duymuyorum....

 

         272.SEANS

         Tarih öncesi vardım; sonrasında da olacağım...

 

         273.SEANS

         Benim evrenin geçmişteki, şimdiki, gelecekteki tek ve en üstün varlığı...

 

         274.SEANS

         Ey içimde oturan BİLGE daha yükseklere, ÜSTÜN İNSAN a hazırım...

 

         275.SEANS

         Tükeniyor yaşam; o bitmeden oraya koşmak, ÜSTÜN İNSAN’ nın yüksekliğine ulaşmak, ölümsüzlüğün ötesinin ötesine geçmeye gidiyorum...  

 

         276.SEANS

         Zaman düşüncelerimi daha da bileyip keskinleştiriyor; ben’ imi dünden daha kolay yeniden istediğim her nefesimde defalarca silip yeniden programlıyorum...

 

         277.SEANS

         Zaman benim ...

 

         278.SEANS

         Düzen benim;  doğruyu tartan tek terazi de BEN....

 

         279.SEANS

         Anahtarı da, kilidi de ben açarım: sonsuzluğa ve özgürlüğü giden yolum...

 

         280.SEANS

         Ben’ im dışıma çıkıp kaçıncı seyrediyorum evreni, kendimi...

 

         281.SEANS

         Suskunluğum ben’ imi dinlememdendir...

        

         282.SEANS

         Sonsuzluktaki son; sondaki sonsuzluk ben’ im...

 

         283.SEANS

         İçimdeki bilge, binlerce yıllık hafızasını bana sunuyor... ÜSTÜN İNSAN’ a koş diyor, koşuyorum , koşuyorum...

 

         284.SEANS

         Dışıma çıkıp evrene, dünyaya, yaşama, kendime, zamanın akışına bakıyorum... Film şeridi gibi ışık hızıyla geçiyor her şey.... Ayaklarımın altında kalıyor her şey....

 

         285.SEANS

         Görülmeyeni göstermek, tadılmayanı tattırmak, bilinmeyi öğretmektir görevim...

 

         286.SEANS

         Her şeyden arınıp yükseliyorum ÜSTÜN İNSAN’ a ... Ohhh...

 

         287.SEANS

         Ben’ im en anlamlı değerim, ben’ im tüm değerlerden daha anlamlı ve parıltılı-sonsuz ışık...

 

         288.SEANS

         Ne çok bilgiye ulaştım? Ne kadar sevgiyle doluyum? Sadece ilginin ve sevginin tüm evrene yetecek kadar sonsuz kaynağıyım...

 

         289.SEANS

         Yüzde yüz öleceğim... Savaşım, çabam olağanüstülüklerle dolu olan içimdeki ÜSTÜN İNSAN a ulaşmaktır...

        

         290.SEANS

         Yaşamın  her zerresini dolu dolu yaşayıp ölümü hak edecek biçimde var olmaya çalışıyorum....

        

         291.SEANS

          Yaşamım baştan sona kadar ÜSTÜN İNSAN a ulaşmak için koştuğum denemeler bütünüdür...

        

         292.SEANS      

         Tabu ben’ im… Ben tabuyum…

 

         293.SEANS

         Zamanların ötesindeki mühür ben’im....

 

         294.SEANS

         Düşüncelerimi her çağda daha da çok  parlayacak biliyorum;  insanların düşüncelerini daha çok bileyen sihirli güçüm....

 

         295.SEANS

         Tüm örtüleri açıyorum; tüm sırları görüyorum, gülüyorum... Bir nefeste hepsinin ötesine geçiyorum...

 

         296.SEANS

         Yükseliyorum... ÜSTÜN İNSAN’ a gidiyorum...

 

         297.SEANS

         Ben’ im  tek değerim, tek anlam, pırıltı, ÜSTÜN İNSAN a giden can...

 

         298.SEANS

         Çabam savaşım içimdeki ÜSTÜN İNSAN’ a ulaşmaktır....

 

         299.SEANS

         Yaşamım gibi ölümü hak edecek biçimde davranıyorum...

 

         300.SEANS

         İçimde oturan bilge; binlerce yıllık hafızasını sunuyor bana...

         Bilgem şöyle diyor; Ey insan; kendini zavallı, aciz, aşağılık, hor görme, nefret etme; kendinden sevgini esirgeme... Kendini küçük görmekten vazgeçersen, kurtulabilirsen daha çok yücelecek,ÜSTÜN İNSAN olarak evreni avuçlarının içine alacaksın...

        

         301.SEANS

         Aydınlığın peşindeyim; aydınlığın sunduğu ÜSTÜN İNSAN’ a ışıklar içinde gidiyorum...

 

         302.SEANS

         İrkileceğim sınıra yaklaşıyorum ...ÜSTÜN İNSAN beni bekliyor... Onunla sınırsızlığa akacağım; içimdeki bilge, içimdeki ben’ im tut elimden haydi...

 

         303.SEANS

         Her nefesimde düşünsel boyutta milyonlarca kez doğup, milyonlarca kez ölüyorum: her ölümümde daha geniş kapılar açıyorum, her doğumumda yeni bir can, taze bir umut, ölümsüz düşüncelere daha yakınlaşıyorum... Onları tutuyorum, yaşamıma aktarıyorum, kağıt, kalem, bilgisayar tuşlarıyla yaşamımın izlerini evrene kazıyarak belgeselleştiriyorum...

 

         304.SEANS

         İçimde milyarlarca evrenler, dünyalar oluşuyor; ÜSTÜN İNSAN nın gözüyle bakıyorum... Evrenin üstündeyim, ayaklarımın altındaki evreni ilgiyle izliyorum...

 

         305.SEANS

         Ben’im kendime en büyük armağan...

 

         306.SEANS

         Yüreğim ışık topuna dönüşüyor, büyük ve sonsuz güneş gibi selamlıyor beni ÜSTÜN İNSAN...

 

         307.SEANS

         ÜSTÜN İNSAN beni sarıp sarmalıyor...

 

         308.SEANS

         Delip gökyüzünü ışık ışık akıyorum zamanın içinden zamandan hızlı, zamanın ötesindeki ÜSTÜN İNSAN’ a...

        

         309.SEANS

         Daha ileri, daha yukarılara daha derinlere yürüyorum; kan ter içinde ÜSTÜN İNSAN’ la ...

        

         310.SEANS

         Duru kan sıcağında aydınlıklarımda geziyorum.... Boyuttan boyuta düşünce hızıyla geçiyorum...Bilinenlerin, görünenlerin ötesindeyim...

 

         311.SEANS

         İçimdeki milyarlarca evrenime sığmıyorum;  hiçbir evren taşıyamıyor BEN ‘imin büyüklüğünü...

 

         312.SEANS

         İnanılmazlıkların, sınırsız bilinmeyen boyutların ötesindeyim...

         Zamansızlık, mekansızlık, boyutsuzluk kapısını açıyorum, ÜSTÜN İNSAN la…

 

         313.SEANS

         -Ohhhh....

 

         314.SEANS

         En yüce mektup benim..

 

         314.SEANS

         ÜSTÜN İNSAN...

        

         315.SEANS

         Yepyeniyim, pırıl pırılım; dünyaya, yaşama, evrene yeni gözle bakıyorum....

         316.SEANS

         Daha ileri, daha yüksek, daha hızlı, daha diri, daha kararlı, daha özgürüm...

 

         317.SEANS

         Akışım da, yatağım da ben’ im...

 

         318.SEANS

         Ben başlıyorum her şeyin bittiği yerde...

 

         319.SEANS

         Ey ben’ im aydınlık denizim,  bir damla su gibi sonsuzluğuna karışmaya sana geldim...

 

         320.SEANS

         Gökler seriliyor ayaklarımın altına... Başım yıldızlardan daha da yüksek…

 

         321.SEANS

         Her zamankinden daha çok olgunum ...

 

         322.SEANS

         ÜSTÜN İNSAN ..

 

 

         323.SEANS

         İçimin güneşi; ruhumun eşi ben geldim...

 

         324.SEANS

         Özgürüm...

        

         325.SEANS

         Bin ömrüm olsa; hepsini bu yolda harcarım...

 

         326.SEANS

         Bilgelik benim yolum.....Tüm örtüleri kaldırıyor, net açık, somut olarak her şeyi gösteriyor ve yaşatıyor....

        

         327.SEANS

         İnsanın damarlarında yürüyen kanım...

 

         328.SEANS

         Güneşim...

 

         329.SEANS

         Uyuyan zamanın kolları arasından sıyrılıp, her nefeste gecesiz yıldızların ötesindeki boyutlara yumuşakça geçiş yapıyorum....

                 

         330.SEANS

         Ben’ imin gizemli dalga boyutları tüm sırlarını açıyor, gösteriyor bana artık...

 

         331.SEANS

         Gecesiz, gündüzsüz boyutlardayım; ölümün ötesindeki boyutlarda beni bekleyen ÜSTÜN İNSAN’ layım....

 

         332.SEANS

         -Ben’ imin çizdiği doğru rotasındayım...

 

         333.SEANS

         -Ohhhhh....

 

         334.SEANS

         -Heyyy!! Duyun beni… Artık yükseklerdeyim..

 

         335.SEANS

         Tüm karanlıklar bitiyor; her yer ışık, her yerde sayısız güneş...

         ÜSTÜN İNSAN ı buldum, göstereceğim tüm insanlığa..

 

         336.SEANS

         Enerjiyim, sonsuzlukta...

 

         337.SEANS

         İçimdeki evrenlerimdeyim...

 

         338.SEANS

         Ben’ imin sonsuzluğundayım...

 

         339.SEANS

         Heyyy!!!!

 

         340.SEANS

         Her nefeste milyarlarca kez kendimi yeniliyorum, programlıyorum... Tüm dünyasal çekimlerinden kurtuluyorum...

 

         341.SEANS

         Işık olup ışığa akıyorum... Her şeyi açıkça görüyorum; ulaşılmaz geleceklere ayak izlerimi bırakıyorum…

 

         342.SEANS

         Karanlıklar eriyor ışığımdan...

 

         343.SEANS

         Sınırım, sorunum, yok; evrenim...

 

         344.SEANS

         Her şeye ruh veriyorum...

        

         345.SEANS

         Zamanın rüzgarına yüklüyorum sesimi; sonsuz geleceğe gönderiyorum...

 

         346.SEANS

         Işık ben’ im..

 

         347.SEANS

         Ey doğa! Beni yani insanı oyuncak olarak yarattın kendine; şimdi ulaştığım kusursuzluğumdan korkuyorsun, ÜSTÜN İNSAN’ dan  kaçıyorsun... Yarattığın insan isimli  bu oyuncağın başına bir gün dert olacağını, yarattığın tüm yasaların dışına çıkacağını düşünmedin, hesaplayamadın değil mi? Bana katlanacaksın başka şansın yok...

 

         348.SEANS

         Tüm evren benim  ÜSTÜN İNSAN ‘ım artık...

 

         349.SEANS

         Tek hakim ben’im...

 

         350.SEANS

         Aydınlıklara akıp, aydınlıklarca çoğalıyorum...

 

         351.SEANS

         Kırılan zamandan sonsuzluğa koşuyorum; uçuyorum, ışıkların kaynağı olan ÜSTÜN İNSAN’ ım..

 

         352.SEANS

         Ben’ imle ışık deniziyiz; sonsuzluktan sonsuzluğa akan...

        

         Düşünce hızıyla değişen, gelişen, yenilenen, hareket eden beyaz, sarı, kırmızı, eflatun, mavi, gökkuşağı renklerinde ben’ im...

 

         353.SEANS

         Tüm boyutlarda ben varım... Tüm dalga boyutlarında olacağım...

 

         354.SEANS

         Kutlu zamanlardaki ışıklar denizinden, ışık olup sonsuzdan sonsuza zamanın önünde akıyorum...

 

         355.SEANS

         Dev ateş dağları, okyanusları arasından yürüyerek geçmeyi başarıyorum; ÜSTÜN İNSAN’ nım...

 

         356.SEANS

         Ölçüm, tartım, değerim kimse olamaz... Kimseyle eş tutulamam... Kimseye benzetilmek istemiyorum… Artık ben ÜSTÜN İNSAN’ ım ...

        

         357.SEANS

         Çevremdeki yörüngemde dönüyor tüm evren...

 

         358.SEANS

         Boyutları değiştiriyorum; yaşanmamış hayatlar sunuyorum ; kendimi yeniden yeniden programlıyorum; geliştiriyorum; sonsuz gelecekte de değiştirilmeyecek kusursuzluğa yürüyorum...

 

         359.SEANS

          Sığmıyorum evrene ; evren benim avuçlarımda...

 

         360.SEANS

         Söyleyeceklerim artıyor ; daha da derinleşiyorum...

 

         361.SEANS

         Dinliyorum kendimi ; evreni ; içimdeki ÜSTÜN İNSAN ın sesini...

 

         362.SEANS

         Özgürüüüüüüüm!!!!!!

 

         363.SEANS

         Gören gönüllere görünüyorum...

 

         364.SEANS

         Ben’ i dinleyen kendini anlar, beni gören kendini görür...

 

         365.SEANS

         Sevginin sınırsızlığındayım...

 

         366.SEANS

         Nehirlerle okyanusların buluştuğu gibi ÜSTÜN İNSAN’ ım.....

 

         367.SEANS

         Şimşekler avucumun içinde, gök gürültülerinin arasından süzülerek Ben im şefkatine, bilgeliğine ulaşıyorum...

 

         368.SEANS

         İnsan sıkı dur...

 

         369.SEANS

         Bedenimi ısımı, bedenimi, nefesimi, her şeyi bırakıp ulaşıyorum içimdeki ÜSTÜN İNSAN a ... 

 

         370.SEANS

         Galaksilerim benim; sonsuzluktaki bilinmezlikler benim; insanın ayaklarının altına seriyorum... Evrenleri bir hücreme bir genime sığacak kadar görüyorum...

 

         371.SEANS

         Geçmişi geçiyorum; geleceği gökyüzünün olmadığı yerlerdeki EVRENİM’ imin evrenine giriyorum...

 

         372.SEANS

         İnsanın binlerce yıllık bellek kayıtları bende uyandı, görünür hale geldi, anlamlandı, vücut buldu, düşünce ve yaratma boyutu kazandı...

         Söz olup söyledim...Yazı  olup yazdım...Sonsuz zamanlardan tatlara uzanıp onları yakalayıp yaşadım...

 

         373.SEANS

         Yeni boyutları keşfettim; keşfedeceklere yeni yol gösterdim, rehberlik yaptım...

 

         374.SEANS

         Sancıların en büyüğünü çektim...ÜSTÜN İNSAN’ a  ulaşırken...

        

         375.SEANS

         İçimdeki her şeyden kurtuldum... Düşünce hızıma ulaştım; her şeyi gördüm, dokundum, anladım, çözdüm....

        

         376.SEANS

         Mutluluk, sevinç, doyum, aşk... Ohhhhh!!!!

 

         377.SEANS

         Artık kendimleyim; beklediğim, binlerce yıldır özlediğim mutluluklara ulaştım... Düşünce hızıyla ona kavuştum, zamanın ötesine geçtim: istediğim, beklediğim an işte buydu...Tüm zamanların üstünde; tüm değerlerin ötesinde koşarak Ben’ ime ulaşmanın coşkusu tüm evrene yetecek bir ışıktır.... Ben’ imi tüm evrene, tüm insanlığa sunuyorum.... Ölümümün de ötesine geçtim ... Ateşten ruhum, hep  üstün düşüncelere ulaşmak beyaz, temiz, arı- duru, pırıl pırıl bir yaşama kavuştum artık... Işık ışık oldum... Her şeyi, her gizemi maskesiz gördüm... Her şeyin üstünde zirvelerin zirvesindeyim artık...Yeni galaksiler yaratıp, yeni nesil insanlara örnek olmaya devam edeceğim... ÜSTÜN İNSAN ı yaşamaya , örnek olmaya  devam ediyorum... Aslında aradığım da bulduğumda bendim, kendimdim…  Abdulkadir kaçar, Adana, Türkiye…

 

 

 

SON FİLOZOF KİTABININ ARKA KAPAINDAKİ ABDULKADİR KAÇAR’LA İLGİLİ YAZILANLAR;

 

Abdulkadir Kaçar’ın filozofluğu tartışılmaz

(Y.Sinan Tanyıldız Gazeteci/yazar)

 

Abdulkadir Kaçar bu kitabı yazarak filozof olmayı hak etmiştir…

(M.Demirel Babacanoğlu eğitimci-şair-yazar)

 

Yunus’tan Platon’a, Galile’ den Descartes’ea Freud’ sevecenliğiyle insan olmanın düşünsel erdemini yaşama geçiriyor Abdulkadir Kaçar

(Cumali Karataş araştırmacı-şair)

 

O bir filozoftur

(M.Demirel Babacanoğlu eğitimci-şair-yazar)

 

Bir filozoftan başka hiç kimse bu düşüncelere ulaşamaz

(Ahmet Dokuzoğlu, şair-yazar)

 

Aramızda yaşayan büyük bir adamdır Abdulkadir Kaçar… Keşfedilmemiş büyük bir hazinedir o…

(Hasan Artuk, araştırmacı-yazar)

 

Abdulkadir Kaçar kelimenin tam anlamıyla mutluluk adamıdır…

(Polyanna Succi)

 

Çocuk oldun mu Abdulkadir? Olmadıysan şöyle bir saatliğine çocuk ol; bundan sonra nereye gideceksin? Bakacaksın filzofla buluşacak bu çocuk

(M.Demirel Babacanoğlu Eğitimci-şair-yazar)

 

…/Kaçar yazça bizden küçüktür ama aklen büyüktür…

(Battal Pehlivan, eğitimci-yazar) 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder