“SON FİLOZOF ABDULKADİR
KAÇAR…”
ABDULKADİR KAÇAR 2006
ÖN SÖZ-1
Sevgili Okur;
Bu güne kadar pek çok kitabım yayınlandı; gazetelerde
haberlerim, köşe yazılarım yer aldı; televizyonlarda binlerle ifade edilebilen
programlar yaptım; konuşmalar, tartışmalar yorumlar, gerçekleştirdim ...
Sizi temin ederim ki; yazdığım her harf, koyduğum her nokta
– her virgül ağzımdan çıkan her sözcük tamamen olumlu düşüncelere ve erdemlere
dayandı...
Yaşamım boyunca
bırakın yalan söylemeyi; yalanı düşünceme bile sokmadım; yalancıların
yakınında bulunmadın, yalan söyleyenlerden öldürücü hastalıklardan kaçar gibi
uzaklaştım..
Çünkü hiçbir zaman yalan söylemeye, yalancı tutum izlemeye
gereksinim duymadım... Hele hele siz saygıdeğer okurları aldatma, yanıltma gibi
bir davranışım olamazdı olmadı, olmayacaktır... Eğer olsaydı; bunu yaşamımın en
büyük utancı sayar bu gezegeni terk etmek için yaşamın dışına cesurca
çıkartım...
Şu anda elinizde tuttuğunuz kitabım; yalansız, hilesiz,
yapaylıktan uzak, erdemlerle dolu olduğuna inandığım yaşamımın kısa bir
özetidir... Buradaki görüşlerime katılır ya da katılmayabilirsiniz; hatta
hakaret de edebilirsiniz...Ama denemelerim samimiyetle söylemeliyim ki; iyi
değerlendirdiğime inandığım bu yaşam serüvenimde benim yarattığım öz değerlerimdir...
Bu nedenle her zaman her yerde yaşamım bedeline yazdığım her
harfi, noktayı, virgülü ve fikirlerimi savururum, bedelini ödemeye de her zaman
hazırım...
Sizden bir tek dileğim vardır ; tamamen öz yaşamımdan süzülen kristalleşen
tamamen erdemli deneyimlerimi kapsayan
bu değerlerimi – özdeyiş denemelerimi yarım – eksik- yalnız kullanarak
bozmayın...
Kitaptaki metinlerin bir
bölümü ya da belirtilen süredeki yazılar bir konuyu tam ve eksiksiz halde ifade
etmektedir....
Abdulkadir Kaçar... 2006…
ÖNSÖZ-2
SON FİLOZOF…
Kaçar; bana göre 21.yüzyılın son
filozofudur…
Çukurova antik dönemden
itibaren sayısız filozoflar yetiştirmiştir… Bu filozofluk geleneğin gönümüzdeki
son halkası da tartışmasız Abdulkadir Kaçar’ dır…
Kendisini tanıdığım günden beri yazdığı
kitaplarındaki, özlü sözler, sayıları on binlerle ifade edilebilen denemeleri
ölümsüz düşünceleri içermektedir…
İnanıyorum ki; dünya durdukça
Abdulkadir Kaçar’ ın ölümsüz düşünceleri insanlığın yolunu aydınlatmaya devam
edecektir…
Çukurova da yerelden başlayıp evrensele
ulaşan filozofluğun günümüzdeki son halkasını oluşturan Abdulkadir KAÇAR yolun
açık olsun…
Aytekin
GEZİCİ
(Gazeteci-yazar)
İlk baskısı (BÜYÜK KİTAP) olarak yayınlanan bu çalışmamın 1.Baskısı
için neler dediler ?
..../ böyle bir
denemeyi şimdiye kadar kimler us etmiştir bilemiyorum.... Zıddı söylenmedikçe
böyle bir denemenin bulucusu Abdulkadir Kaçar’ dır...
M.Demirel Babacanoğlu (ozan-eğitmen)
....
.../ Bir akli yükselişin ve tırmanışın göstergesidir
DENEMELER isimli kitap....
.../Kaçar ı kutlarım, Çukurovalıları da kutlarım.../ Çünkü
yeni ve geleceği kucaklayan bir kalem doğuyor Çukurova da...
.../Giderek ortak malımız oluyor Kaçar ın kalemi...
Edebiyatımızın zenginliğine kaynaklık yapmış olan Çukurova
bu yeni dostunu şafaklar gibi kucaklamalıdır...Kültür ve sanat adı altında bir
süre uydurmacılık yapanlar dönüp Kaçar’ a baksınlar...
.../Çağdaş MONTAİGNE’ miz olma yolunda ciddi adımlar atan Abdulkadir Kaçar
kardeşimizi nice başarılara yolcu etmek isterim...
.../Çukurova nın şafakları çok güzelliğe gebedir... Orhan
Kemal’ ler, Yaşar Kemal’ ler ve hatta Karacaoğlan’ lar ve daha nice ustanın
doğum yeri olan Çukurova sevgili Kaçar’ ı neden doğurmasın? Bana göre ha doğdu
ha doğacak ...
Hasan Artuk ( Gazeteci-politikacı)
...
.... Kaçar ın denemelerinin özdeyiş benzerliği yönünden
MONTAİGNE’ nin yanında yer alması gerekir…
Yunus sevgisinden PLATON’ a, erdeme uzanan
çizgi anımsatmakta hem de böyle bir zamanda…
Galile’den Descartes’e, Freud sevecenliğiyle insan olmanın düşünsel
erdemini yaşama geçiriyor Abdulkadir Kaçar…
...
.../Bu çocuk bir pınar; tanığı olduğu uzam zamanda bütün
gelmiş – geçmiş çağların belleğini de koruyarak;
Tıpkı yavaş yavaş, bazen de hızlı yağışların ana kara
tarafından emilerek – imbiklenerek, pınarlar, yaşamın iksiri olmuşsa; işte bu
çocuk da böyle bir pınar...
Bizler için sizler için cömertlikle hazinelerini açan ve
saçan içimizden birisi...
.../ Kırk yılın sayısız betiklerinden özümsediği ve bizlere
sunduğu DENEMELER peteği çağa tutunmak isteyen her ele gerekli...
Ethem Aydın ( Filozof- ressam )
....
..../İyi kadın erkeğini mutlu eder; kötü kadın ise filozof
eder diye bir söz vardır...
Sevgisizlik, nefretin, aymazlık, sahteciliğin, taklitçilik
ve basitliğin yüzeysellik ve yalanın yükselen değerler haline geldiği SEVİLMEYEN
İNSANLARIN meydana getirdiği toplumumuzda neden filozofların yok denecek kadar
az çıktığını öteden beri düşünür dururdum....
İşte sen böyle bir dönemde sanki bana nispet yaparcasına bu
eseri ortaya koyarak bir çok eleştirmen gibi beni de şaşırttın...
Umarım bize dayatılan sözde değerler ile bir lokma ekmek
peşine düşme gel- gitleri arasında bocalayan yüz binlerin en az birkaç bini bu
başyapıtı okuyarak aslında bilip de unuttuğu
doğruları yeniden yaratır...
.../ Seninle gurur duyuyorum...
Bahadır Dalgıç ( memur-kitap kurdu )
....
Bilgilerini felsefeyle yoğurarak VECİZ SÖZLER haline
getirebilmek, düşünürler için oldukça zor bir olaydır...
.../ Sayın Kaçar denemeleri yayınladığında yıllar süren
heyecanlarını, duygu ve düşüncelerini özlü sözlerle, kısa kısa anlatma
başarısına ulaşıyor... Düşünce üretmek, düşünceleri toplumla paylaşmak için
Kaçar’ ın dünya görüş yer eden en büyük
amaç...
.../ Başarının çeşitli şekillerde ödülü olur: gördüğüm
kadarıyla Kaçar ın başarısının en büyük ödüllendiren onun yazdıklarının bir
çırpıda okuyup – yazarın ebediyen yaşaması denilen olay bu olsa gerek...
Cezmi Yurtsever ( Tarihçi – eğitimci )
...
.../ Kaçar bizden yaşça küçüktür ama aklen büyüktür...
Battal Pehlivan (Yazar – eğitimci )
...
.../Normal bir insanın beş yüz senede ( eğer yaşasaydı )
kazanacağı deneyimler bunlar...Hayattan alınanların ne eksiği var ne de
fazlası... Değerlendirmeler hedefine ulaşan ve hep on ikiden vuran oklar
gibi... Biz insanların ya da okurların beş yüz sene yaşamasına gerek yok; bu
eseri okumamız yeterli... Abdulkadir Kaçar Bey bu eseriyle bize zaman
kazandırmış; okuyanın ömrünü uzatıyor...
Burhan Yetkil(Edebiyat Öğretmeni)
...
.../Gerek televizyonda, gerekse basın dalında; Çukurova
Medyası içerisinde sen bir yıldızsın... Cesur ve başarılı bir gazetecisin...
.../Kitabını düşünerek okudum...
Kudret Sönmez ( ressam )
....
.../Kaçar eli kalem tutan herkesin yapması gerekeni
yapıyor...
.../Hedef sonuç ilişkilerini daha iyi kavramak için yararlı
bir çalışma ile karşı karşıya bulunuyoruz..
Mustafa Emre (Ozan-Araştırmacı)
....
.../Duyarlı bir yüreğin, aydınlık ve zeki bir us un ürünleriyle
ışıltılı denemeler...
F.Kadri Gül(Ozan – eğitimci )
...
.../ Denemeler yaşadığımız hayatın bir parçası–özeti...
Her okuduğumda biraz daha kendimi bulacağım...
Daha doğrusu okuyunca insan kendisini arıyor; araması,
sorması , düşünmesi gerekiyor...
.../Altın kalemin varsın öyle kalsın...
Turgay Kaytancı ( Fotograf sanatçısı )
....
YAŞAM
Çözdüğümü sandığımda
yaşam birden daha karmaşık hale geliyor; karmaşıklığını kabul ettiğimde ise oldukça
basitleştiğini görüyor hayret ediyorum...
....
İyi, doyumlu, mutlu yaşamak; hayallerin en az gerçekleşen
ama peşinden en çok koşulan kısmıdır...
...
Yaşamın istediği bilgi, becerilerle kendisini yetiştiremeyenler
doğru ya da yanlış; başkalarının aklına göre hareket etmekten – onlara kukla olmaktan- kurtulamaz... Tıpkı
onlar gibi güler, ağlar, eğlenir, dinlenir, çalışırlar; kısacası öz
benliklerini ortaya çıkartamadıkları için de bireysel gönençlerini yaratıp
yaşayamazlar... Bu davranış şekilleri sürü psikolojisini oluşturur…
....
Yaşam konusunda hep ikilem içinde kalan insan dünya isimli
sahneye gelmeyi hiç istemediğini söyler; ama gitmeyi de istemez...Gelmek elinde
olmamasına karşın gitmesi için önünde sınırsız seçenek vardır...Bunlardan
kaçar, yok sayar, görmezlikten geldiği için çelişkiler stresle dolu geçen
kararsızlık süresine ömür der...
...
Yaşam özet olarak hem bal ve zehirden oluşur; özgür insan
kendisine verilen ya da verilmeyen olanaklar; ortaya koyduğu ya da koyamadığı
çabalar ölçüsünde; ya bal’ a (mutluluklara, sevinçlere, doyumlara, coşkulara, erdemlere,
pozitif davranış ve düşünceleriyle sevgilere ) ya da zehre ( yoksulluk, acı,
sefalet, çirkeflik, kavga, suç, yaralama cinayet vb ) ulaşır... aşam isimli bu
sahnede kaldığı sürece bunlardan birisini yaşama biçimi haline getirir... Zaman
zaman ikisi birbirine karışsa bile yoğun çabalarla ortaya koyduğu her zaman
ağır basar ve kişinin yaşama biçimi
haline gelir.... Kişinin bal a ve zehre ulaşma olasılığı yüzde ellidir...
...
Yaşam isimli işimi tam olarak başardığımda tüm işlerimi de başaracağımı
biliyorum.....
....
Yaşam rastlantıların yarattığı bahaneler destesidir...
...
Yaşam yaşanmamış ama itiraf da edilmemiş iç dürtüler,
hayaller ve duygular bütünüdür...
...
Yaşama heyecanını-umutlarını yitirenlerin yitirecek başka
şeyleri kalmamıştır...
...
Yaşamla salata;
renkleri, türleri, lezzetleri, farklılıkları yönünden birbirlerine çok
benzer...
...
Yaşamın her aşamasında acıdır ki; hayaller her zaman
nesnelliklere tercih edilir...
...
Yaşam yasaklar, olanaksızlıklar, acılar, işkenceler, ihanet
ve bazen de ulaşılmak istenen ama sevgi telleriyle çevrilmiş; bazen bal
bahçesidir...
...
Erdem çağımızda gizlenmiştir; insana hep sahtekarlık, yalan,
vurgunculuk, kısa yoldan köşe dönücülük, kısa zamanda zengin olma,diğer
insanları sömürme, ülkesine, yaşadığı topraklara ihanet etme, hainlerle
işbirliği yapma gibi hileler öğreti olarak sunulmaktadır… İnanıyorum ki; insan
erdemleri; yukarıda sayılan olumsuzluklar kadar savunmuş olsaydı; evren ve
dünya isimli gezegen daha güzel, yaşam daha çok hoşgörü, kardeşlik, paylaşma,
adalet ve sevgiyle dolar her birey mutluluktan uçardı...
Günümüzde sadece filozofların ulaşmayı ve yaşamayı
başardıkları erdemler ve bunları
yaşayanların sayısı oldukça azdır... Üzülerek belirtmeliyim ki;
günümüzde hala politikacıların yarattıkları sahte değerler, hakim güçlerce
insanlara yayılmaya, benimsetilmeye, yaşama biçimi haline getirilmeye, bunun
içinde gerekli baskılar yapılmaya devam edilmektedir... Çözüm; filozofların ve
onlara inananların sayılarını arttırmaktır...
...
İstemi dışında yaşam adı verilen bu sahneye getirilerek
acılarla ve olumsuzluklarla baş başa bırakılmasına kısacası bir cinayete kurban
gittiğine sadece aptallar ve de deliler kızmaz...
...
Yaşamak ömrün sınırlı süresini; sülük gibi emen patronlara
adayarak; onlar için nefes almak, yemek yemek, su içmek, tuvalete gitmek,
sevişmek, onlar için çalışacak ve emeğini sömürecekleri çocuk yapıp köle olarak
yetiştirmektir....Öyle ki günümüzdeki yaşam kapital sahibi ve egemen güç olan patronların
yaptıkları haksızlıkların karşısında susmak, kanımızı daha rahat nasıl
emebileceklerini kolaylaştıracak pozisyonlarda altlarına yatmaya devam
etmektir...
...
Yaşam her şeyin bastırılamayan açlık dürtüsünün etrafında
dönüp dolaştığı akıl almaz bir okyanustur...
...
Yaşam; adaletsizlik, sahtekarlık, dengesizlik, sömürülere,
atılacak kazıklara dayanabilmek için önce kendimizi psikolojik olarak ikna edip
özümüzü yenerek başlayıp-sürdüreceğimiz; çelişkilerden oluşan ortamda kendimizi
atılacak kazıkların acılarına dayanmaya ikna
kandırmacasıdır...
Daha da ötesi; kendini yenmek diye yutturulmaya
çalışılan insanın özünü bu şekilde bir
kalıba sokması; yani her türlü sömürüye,
suistimallere ses çıkartmaması, toplum tarafından zafer, kahramanlık, özveri,
uyum, iyi yurttaşlık olarak değerlendirilmektedir... Bu şekilde davranmayı binlerce
yıldan beri geçerli değer olarak oluşturan ve sürdüren halklar da yüzlerce
yıldan beri kendisini aldatmaktadır...
...
Yaşam bazı efendilere köle; bazı kölelere efendi yetiştirilen insanlık bahçesidir...
...
Yaşam herkesin her şeyi kendi akıl terazisiyle tartıp;
yanlış ya da doğru şeklinde kararlar verdiği; ancak bazı taşların ömür boyu
yerine oturmadığı deneyler toplamıdır...
....
Her çağda; her koşulda; her ulusta; yaşamın her aşamasında
ölçü olarak kabul ettiğimiz her şey; insan yaratısı olduğu için görecelidir...Doğru her zaman doğru; yanlış da
yanlış değildir...
...
Yaşam yitirilmiş ve bir daha yaşanması olanaksız olan
geçmişten; gizemli ve asla bilinmeyecek geleceğe doğru uyanık ve bilinç
yerindeyken nefes nefes, adım adım yapılan günlük yolculuklar adını verdiğimiz
zincirlerden oluşan bir serüvendir.. O zincirin halkalarının oluşturulması
genellikle insan etkisi ve yetkisi dışındaki rastlantı olaylardan meydana gelir...Ve
sonuçta insan iyi ya da kötü gerçekleştirilen yaşam isimli bu zinciri kabul
etmek ve sahibi olmak zorundadır...
...
Yaşam yükselişlerden daha çok düşüşlerin yaşandığı dengesiz
bir tahterevallidir... Yükseliş ve düşüşleri de her zaman egemen güçler belirler…
....
Yaşam düşündüğü gibi konuşmayan; konuştuğu gibi düşünmeyen
sinsi ve çıkarcı insanların meydana getirdiği toplumlardan oluşur... Düşündüğü
gibi konuşan , ya da konuştuğu gibi düşünenler sadece filozoflardır....Onlar da
yaşadıklarında değil; hep öldüklerinden sonra anlaşılırlar...
...
Tartışmasız bir gerçektir ki; her insan yaşam serüveni
boyunca şöyle ya da böyle biraz
sahtekardır...
...
İyi ahlak; onur, yiğitlik, dürüstlük sunarak aç bırakır;
kötü ahlak varsıllıklar başta olmak üzere her türlü mucizeler oluşturur...
İstediğinizi seçmek insana
kalmıştır...
...
Yaşamda çoğunlukla en
büyük var olma-dürtülerini doyuma ulaştırma savaşı; arada bir de insanın
kendisiyle yaptığı barıştır...
...
İnsan yaşam sahnesinde geçmiş ve geleceğin mengenesi
arasında sıkışıp kalmış; güçsüz, zavallı, çaresiz, bazen de acınacak bir
varlıktır...
...
Yaşam geçmişten geleceğe doğumları ve ölümleriyle akan
devasa bir nehirdir...
...
Yaşam rastlantılar toplamından başlayıp, sonucu yüzde yüz
ölüm olan sıfıra doğru koşulan uzun bir maratondur...
....
Yaşam yapılan her türlü haksızlığa, sömürüye, hileye,
üçkağıtçılığa, gaspa, hırsızlığa iyimser bir kılıp bulup geçirme
sihirbazlığıdır...
...
Yaşamın şans olduğu kadar;
içildikçe kanılmayan su, asla
doyulmayan sevgilidir....
...
Yaşamın tamamına yakın bölümü başkalarının sorunlarına çözüm
arayıp bulmakla; başkalarının mutluluklarını çoğaltmaya başkalarının
gereksinimlerini karşılamaya çalışmakla geçer....Her şeyi yoluna koyduğumuzu
düşündüğümüz anda ise; çalışmalarımızın ödülünü almaya, mutluluklarını,
doyumlarına ulaşmaya çalışırken biter gider...İşin tek teselli edici yanı;
insanın yaşamının bittiğinin bilincinde olmamasıdır...
...
Her saniyesinden lezzet alınıp, mutluluklarla dolu olarak değerlendirilen yaşam; sadece hayalde,
filmlerde, romanlarda bulunur…
...
Hiçlikler içinde yaşamın hiçliğini gördükçe; kendimi daha
iyi ifade edebilmek, deneyimlerimi daha çok insana aktarmak, ulaştığım erdemli
sonuçlarımı kağıtlara ve evrene kazımak ölümsüz düşüncelere ulaşmak için kaleme
kağıda daha çok sarılıyorum...
...
Tamamlanmış yaşam yoktur; yaşam nasıl yaşanırsa yaşansın bir
tarafı her zaman eksik kalır...
...
Yaşamın tamamı senindir; istediğin biçimde kullan; rahatın için
çaba harca, kendini eğit, her türlü
lezzeti tat... Ancak ne yaparsan yap; hemen ve hiç durmadan çok acele et....Çünkü
onun sana gelen, kısa süreli bir konuk olduğunu; ağırlamakta-karşılamakta hata
yaparsan bir saniye bile beklemeden seni terk ederek gideceğini-kaybedeceğini
asla unutma...
...
Beyaz ve eşsiz bir
küheylan olan yaşam; bazen insanı sırtında mutluluklardan mutluluklara,
ufuklardan ufuklara sonsuza kadar taşır; bazen de bir tekmesiyle canını alıp
mezara gömer...
...
Yaşamdan istediğimiz zaman ayrılmamıza–onu terk etmemize
olanak ve sınırsız çıkış kapıları ve fırsatları tanıdığı için doğaya teşekkür
etmeliyiz...
...
Her hasta olduğumda yaşamın sonuna geldiğimi; her
iyileştiğimde de dünyaya sanki yeniden gelmiş gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyorum...
...
Yaşamı özgürlüklerden daha fazla tutsaklıklar üzerine kurulu
olan insan; nelere köle olduğunu tam olarak bilseydi varlığını asla
sürdüremezdi...
...
Yaşam çocukların oynadığı evcilik oyunu gibi kısa, oyalayıcı;
ama başlangıcı insanın elinde olmayan bitişine her an insanın karar
verebileceği, ama doğal yollardan sonuçlandırılmasının en akılcı olduğu ilginç
bir serüvendir...
...
Yaşam bazen kocaman bir sıfır; bazen de asla vazgeçilemeyen
eşsiz bir sevgilidir... Ve insan bu ikilem arasındaki canlılık çizgisini ve genellikle
farkında olmadan tamamlar...
...
Bir sabah uyandığında 60 yaşında olacaksın; belki yoksul, aç,
belki aç hasta... O nedenle bedenen ve ruhen sağlıklı olduğun her gününü son
günün; her saniyeni de son saniyenmiş gibi düşünerek değerlendirirsen, yaşamdan
zevk hatta intikam almış olursun...
...
Yaşam her aşamasında asla gözde büyütülmeye değmeyecek kadar
küçük ve basitte olabilir...
...
Üşengeçlik-tembellik yüzde yüz ölümle sonuçlanacak olan;
yaşamda elde edebileceğimiz en iyi ve en kötü şeyi geciktirir...
....
Fikirlerimiz yaşamımızın temelini ve tepesini oluşturan yapı
taşlarımızdır... Ancak korkmadan onların
iyilerini seçip cesurca kullandığımız sürece uygar, yiğit, yüce ve erdemli
insan oluruz...
...
Yaşamak bazen gizemli bir aynadan kendimizi izlemektir...
...
Pırıltılı, en büyük erdem kimseye gereksinim duymadan
yaşamak, sahip olduklarınla yetinmek, isteklerini olanaklarına göre ayarlamak
ve aldığından daha fazlasını vermeyi
başarmaktır...
...
Yaşam geçmişte özlemi çekilen günleri asla geri getirememek;
gelecekte ne olacağını asla bilemeden, iki ayrı zaman dilimi arasında asılı
kalırken geçen bazen ufak mutluluk kırıntıları olsa bile genellikle işkencelerle dolu acı günler toplamıdır...
....
İnsan doğanın kendisini oyalamak için yarattığı; en gelişmiş,
en üstün nitelikli, en orijinal aklı, inanılmaz duyguları ve düşünceleri olan
mobil bir oyuncağıdır...
...
Mutluluk insanın kendisi, çevresi, toplum, evren ve tüm
insanlığa acıma hesaplaşmalarından galip çıktıktan sonra; arta kalan küçük
sevinç kırıntıların oluşturduğu minicik teselli armağanıdır ...
...
Her yaşam başladığı gibi bir gün yüzde yüz bitecektir;
önemli olan insanın biteceğini bilerek yaşama hak ettiği biçimde saygılı-
sevecen hoşgörü – anlayışla davranarak onu yükseklere taşımanın bilincinde
hareket etmesidir...
...
Ne kadar gösterişli, varsıl, mutluymuş gibi bir serüven de
izlense; insan yaşam isimli serüvenden her zaman alacaklı gider...
...
Yaşam hiç birisi asla gerçekleştirilemeyecek hayaller–düşler
– beklentiler –umutlar üzerine kurulan aldatıcı renkli bir oyalanma
sürecidir...
...
Yaşamak her biri insan ruhunda ve fiziki yapısında silinmez
ve derin izler bırakan sabır tozlarından bir dağ oluşturma başarısıdır...
...
İnsan yaşamda ya mutludur; ya da filozof...
...
Yaşama onurla yenilmek, bazen kazanmaktan daha da
üstünlüktür...
...
Yaşamını dolu ve mutlu geçirdiğini; yaptıklarından yüzde yüz doyuma ulaştığı
duygularıyla bu sahneden ayrılacağını söyleyenler sadece deliler ve
aptallardır...
...
Doğa yaşamla; yaşam insanla; insanda her ikisiyle aslında
dalga geçmektedir...
...
İnsana-insanların, insana devletin, ya da başka kurumlarca
yapılan haksızlıkların devlet eliyle önlemesi olan adalet anlayışı; ülkeden
ülkeye, uygulayan insandan insana sürekli değişim gösterir... Her zaman
varsılların emrinde olan adaletin yoksullara uğradığı pek görülmemiştir...
Günümüzde her şeyin yerini alan adaletsizlik genellikle parayla alınıp satılan
değere dönüşmüştür...Çok ince bakılırsa dünya adını verdiğimiz bu sahnede
adalete pek rastlanmadığı açıkça görülmektedir... Yaşamdaki adalet; bizim
komşumuzun kızının adı olarak kalmaya devam edecektir...
....
Yaşam insanın boyunu yüzlerce kat aşan acılar denizinin
dibinden inci çıkartmaya çalışmasıdır...
...
Yaşam varoluş ve yok oluş arasında kıpırdanma saniyesidir...
....
Yaşamın bazen efendisi olabilen insan; öyle bencildir
ki; tüm evrende, dünya isimli bu sahnede
saptadığı ve saptayabileceği tüm değerleri, doğal varlıkları hizmetine almıştır;
bu gezegeni yok edinceye kadar da bunda sınır tanımayacaktır...
...
Yaşam sahnesinin gerçek komedyenleri olan politikacılar; onu
daha renkli ve çekilebilir, hatta gülmeye değer hale getirdikleri, insanları
oyaladıkları için katlanılabilen varlıklardır...
....
Yaşamak insanın toprak olmadan önceki son aşamasıdır; üstüne
bastığımız, bizden önceki yaşayanların
tozlarının karıştığı toprağa daha
da çok saygı göstermeli; yaşam isimli bu rüyayı bu boyutuyla da düşünerek–saygıyla
yaşamalıyız...
...
Aşk ve yaşam birbirlerini sürekli gebe bırakan, ihanetçi ve
huysuz sevgililer gibidir...
...
Yoksulluk ve varsıllık; her iki değerde gerçekleşirken
sorunlar, olumsuz duygular, acılar, kaygılarla; mutluluklar, başarıları, bazen
de güzellikleri beraberlerinde getirdikleri
için aralarında hiçbir fark yoktur denilebilir...
...
Yaşam bir yerde haksızlıklara her gün ivme kazanan yaşamın
attığı kazıklara, olumsuzluklara dayanma ve acılara katlanarak varlığı sürdürme serüveninin toplamıdır...
...
Yaşam ticareti yapılamayacak tek ve en yüce değerdir...
...
Evrendeki varlığımız; görebildiğimiz, güneş, ay, tüm yıldızlar hatta Samanyolu
galaksi; dünyadaki sonsuz kilometrelerce
uzayan asfalt yollardaki, denizlerin hepsinin kenarlarındaki bir kum
zerreciğinden daha büyük değildir...
...
Yaşam insanı her zaman; insan da yaşamı bazen şaşırtır...
...
Bilinmezlikler denklemi içinde yapılan bilinmez yolculuktur
yaşam....Ve yaşam bu yolculuk sırasında kendisini değiştirip–güzelleştirerek –
sürekli geliştiği için insana çok şey borçludur...
...
Yaşamın en dik ve aşılması en zor yokuşu olan yaşlılık ;
gençlikte oluşturulan olanaklarla daha kolay aşılabilir... Bu olanakları
hazırlamadan o yokuşa tırmananların vay haline...
...
Hastaneler yaşam
serüvenimiz sırasında bedenimizin bakım, onarım, yıkama, yağlama, parça
değiştirme gibi işlemlerin yapıldığı tamirhaneler, doktorlar da insan
tamircileridir...
....
Yaşamın tamamının ya da bir önemli bölümünde fedakarlık
ge-rektiren evlilik gemisini yürütebilenlerin evrensel kahraman ilan
edilmelerini öneriyorum...
...
Işıltılı ve üstün ruha sahip olan gerçek sanatçılar; İnsan
soyuna sanat eserleri, felsefi yapıtlar gibi kalıcı değerler üreterek sınırsız
hizmet sunmuş olurlar...
...
Yaşamın sınırsız olmadığının bilincine ulaşan insan; onu
daha da güzelleştirmenin, zenginleştirmenin, geliştirmenin, ondan aldığı
tatları arttırmanın çabası ve uğraşı içindedir... Aslında bu bilince ulaşan
kişi bilgeliğe de ulaşan yüce bir varlık haline dönüşür...
....
Gizemini çözebilenler için yaşam her zaman taze; kendisini
yenileyen, zengin, eğlenceler, başarılar, mutluluklar, zaferlerle doyumsuz
tatlarla dolu bitmesini asla istemedikleri bir rüya bahçesidir... Çözemeyenler
için de altında sürekli alevli ateşler yanan bir kaynar kazanda pişmektir... Acıyı
bal’a, hastalığı sağlığa , üzüntüyü sevince çevirebilmek insanın ulaşabileceği
en büyük başarısıdır...
....
Yaşamı iyi gözlemleyenler mutluluklara giden yolu eninde
sonunda bulur...
...
Yaşam insana iki seçenek sunar; 1- Erdemlere ulaşmaya, yaşam izlerini evrene kazımaya yönelik
eserler çalış der... Ya da 2- Paranın
(zenginliğin) peşinden koş; onun kölesi ol, başının üstünde taşı, der...
Birinci seçeneğin peşinden gidenler için; yaşamın maddesel
hiçbir anlamı ve değeri yoktur...Onlar sadece erdemin, onurun, barışın,
sevginin, kardeşliğin,ÜSTÜN İNSAN olmanın, deneyimlerini ve yaşam izlerini
kendinden sonra gelecek kuşakların yararlanması için eserler verebilmenin
peşinden koşarlar... Sürekli arttırdıkları bilgilerden ve erdemlerden
oluşturdukları dünyanın seçeneksiz kralı olurlar... Böylece de insanlığın
geleceğini aydınlatacak bilgilere, ölümsüz düşünceler ulaşırlar ve bu
güzellikleri insanlara sunarlar...Bu şekilde davrananlar için ölümsüzlük gibi
bir değere ulaşırlar...
İkinci seçeneğin peşinden gidenler için; Parasal getirisi
yüksek çalışmalara yönelirler... Güç olarak sadece paraya inanırlar, menkul,
gayrimenkulun peşinden koşarlar… Zekalarını fazla kullanmadan varsıllığın bazı
aşamalarına ulaşabilirler... Paranın peşinden gidenlerin ölümü, yaşamın
geçiciliğini düşünmeye zamanları yoktur... Bu kişiler her zaman paranın
tutsağıdır; efendileri para olan bu paragözlerin ölümsüzlüğe ulaşacak eserler
ortaya koymaları olanaksızdır… İşin daha da ilginç yanına gelince; her iki
guruptakilerde kendi yaptıklarının doğru olduğunu; defalarca yaşama tekrar
gelseler aynı hataları, aynı başarıları yineleyeceklerini söylerler...
.....
Yaşamın aşağı olan yanları; yüce olan yanlarından her zaman
daha fazladır... Ancak insanın hedefi her zaman onu daha da yüce ve erdemli
yanlarını çoğaltarak yaşamak olmalıdır...
...
Yaşamak insanın her alanda kendisini sınırsızca kandırmaya
çalışması; bazen de ulaşılması mümkün olmayan asla gerçekleşmeyecek hayallerin
peşinde, mutlu olduğu konusunda özünü ikna etmesidir...
...
Bilgisi, varsıllığı, makamı, şöhreti, unvanının sınırları ne
olursa olsun hiç kimse yaşamın “HİÇ EDİCİ”
kurallarından kendisini kurtaramaz...
....
Acı verip etkileyen sürprizler yaşamda her zaman en son
aklımıza gelenlerdir....Mutlu insanlar ise bu değerleri çok önce düşünerek
ulaşıp yaşamayı başaranlardır...
....
Yaşam herkes için acı sürprizler bataklığıdır; kimisi genç,
kimisi ömrünün sonunda bu bataklığa düşerek yok
olmaktan kurtulamaz...
....
Aniden ve aniden karşılaştığımız bazı yoksulluklar,
hastalıklar, engel sürprizler doğanın yasası ve yaşamın acı gerçekleridir...
Kabul ya da, ret etsek de kural değişmeyecektir... Yaşamın acı sürprizleriyle
karşılaşarak, olanlardan etkilenecek, yüzde yüz tutsağı olarak sıkıntılara
düşecek çocuklar yetiştirmek… Yaşamın en acı sürprizi acı sürprizler yaşamak
zorunda bırakılacak bireyleri dünyaya getirmektir…
...
Para bazen yaşam gücünden daha fazla da ölüm gücünü taşır...
...
Yaşam uzayın bu bölümündeki bir gezegende; hiçlerden ve
tamamen rastlantılar yumağından oluşan anaforlar içinde bir varmış–bir
yokmuşçasına; bir yandan doğup öte yandan ölüp hiç olmaktır...
...
Yaşamak tüm canlılar için kesinlikle risktir; zordur;
inanılmaz engellerle doludur; bir saniye sonrası asla bilinmeyen ve sonu yüzde yüz ölümle
bitecek, bazen de taşınması–anlaşılması çok ağır bir yüktür... Akıl, bilgi,
yetenek, eğitim, deneyim, geçmişten ders almak, olayları doğru
gözlemlemek doğru yorumlamak, yaşamı kolaylaştırarak çekici hale getiren en
önemli belki de sihirli
anahtarlardır...Ama insan bu anahtarlardan ya bir kaçını kullanabilir ; ya da hiç birisini kullanmayı başaramaz; ya
da bu anahtarlara ulaştığında yaşlanmış ve tüm fırsatları kaçırmış olur...
...
Yaşam sahnesine geliş olan doğum gibi; insan ölürken de
kesinlikle bilincinde olmayacaktır... Doğduğunu anımsamayan insan öldüğünün de
bilincinde olmayacaktır...
...
Yağmur doğanın belki de kendisine döktüğü gözyaşıdır ; ancak
o yaşlarla tüm canlılar uyanır, doğar, hayat bulur ve yeniden ölmek için
büyür...
...
Yaşama heyecanlarını, umutlarını, hayallerini yitirenlerin
yitirecek başka şeyleri kalmamıştır...
...
Yaşam çok ses çıkartan bir tür içi boş bir fıçıdır; eteklerinden başlayarak kan ter içinde
ölürcesine yuvarlayarak yaşam isimli dağın tepesine çıkarttığımızı
hissettiğimiz anda; aniden vadilerin derinliklerine yeniden düşer… Bu fıçıyı
tabanla zirve arasında taşırken insan yaşamının nasıl geçip gittiğinin, hatta
öldüğünün bile farkında değildir...
...
Şunu asla unutmayın yaşam boyunca hırsızlık, sahtekarlık, hile, yağma, soygun,
üç kağıtçılık, onursuzluk yapmak istediğinizde çevrenizde size yardımcı olmak
bu olumsuzluklarınızı arttırmak isteyen
inanılmaz insanlar bulursunuz...Yine bu insanlar sizin yasadışı ve
soysuzca yollardan sağlayacağınız
çıkarlarınızı paylaşabilmek için inanılmaz yalakalık yaparlar..
Ancak aynı insan gurubu; onurlu, adaletli, erdemli, yüce
etik değerlere bağlı kalarak tüm insanlığı kurtarmak amacıyla yola çıkmak
istediğinizde hiç birisi yanınızda olmayacaktır… Bu yolunuzda tek başınıza kalıp,
savaşlarınızı tek başınıza vereceksiniz demektir...
Bunların da ötesinde; aynı insan gurubu sizin onurlu,
adaletli, erdemli, yüce etik değerlere bağlı kalarak belki de tüm insanlığı
kurtarma çalışmalarınıza inanılmaz engeller koyacaklar, her türlü başarınıza
kulplar takıp aşağılayacaklar; kendileri
gibi olmanız için ellerinden geleni yapacaklardır... Ancak değerinizin,
gittiğiniz yolun yüce ve erdemlerle dolu olduğunu öldüğünüzde anlayacaklar;
heykelinizi dikerek gönüllerini rahatlatmaya çalışacaklardır...
İşte iki yol; istediğinizi seçmek size kalmıştır...
...
Yaşam sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe doğumları ve
ölümleriyle akan devasa bir nehirdir...
...
Ölmek için doğdum, ölmek için yaşıyorum: öleceğini bile bile
canlıların yaşam sahnesine çıkmasına aracılık etmiyorum, edenleri de saygıyla
karşılıyorum…
...
Yaşamın tamamına yakın bölümü başkalarının sorunlarına çözüm
arayıp bulmakla; başkalarının mutluluklarını çoğaltmaya çalışmak için;
başkalarının gereksinimlerini karşılamaya çalışmakla geçer... Her şeyi yoluna koyduğumuzu
düşündüğümüz, çalışmalarımızın ödülünü almaya, hak ettiğimiz mutlulukların
doyumlarını yaşamaya çalışırken; yaşam biter gider... İşin tek teselli edici
yanı, yaşamın bittiğinin bilincinde olmamamızdır...
...
Hiçlikler içindeki yaşamın hiçliğini gördükçe; kendimi daha
iyi ifade edebilmek, deneyimlerimi daha çok insana aktarmak, ulaştığım erdemli
sonuçlarımı kağıtlara kazımak ve ölümsüz düşüncelere ulaşmak için kaleme kağıda
daha çok sarılıyorum...
...
Yaşamın tamamı senindir; istediğin biçimde kullan; rahatın için
çaba harca, kendini eğit, her türlü
lezzeti tat... Ancak ne yaparsan yap; çok acele et....Çünkü onun sana
gelen, kısa süreli bir konuk olduğunu ; ağırlamakta- karşılamakta hata yaparsan
bir saniye bile beklemeden seni terk ederek gideceğini unutma...
...
Yaşam tam olarak ne iyidir, ne de
kötüdür...Ona anlam veren ve güzellikler ve kalıcı eserlerle tarz haline
getiren insanın kendisidir...
...
Yaşam bir mevsim kadar kısadır;
sıcağına, soğuğuna, alışıncaya kadar bir bakarsınız geçip gitmiş...Ve işin
güzel tarafı bittiğini asla anlamazsınız...
....
Geçmişlerine aşırı özlem duyup orada yaşayanlar, aslında geleceklerini
güzelleştirmek için yeterince çaba harcamayan tembellerdir...
...
Yaşam bazen diğer galaksilere-gezegenlere
taşınmaya değecek kadar, yüce, değerli ve ulaşılmazdır....Bazen de çöpe
atılacak kadar çekilmez, kirli, sıradan, acılarla dolu rahatsız edicidir...Ona
hak ettiği değeri yaşayanlar verecektir...
....
Yaşamda vazgeçemeyeceğimiz değerleri yaratır-onlara
tutsak olursak, onursuz yaşamayı da göze almış oluruz...
...
Yaşamın çirkin, iğrenç, hainlikler,
cinayetler, adaletsizlikler, haksızlıklar ihanetlerle örülü derinliklerini
gördükçe, doğmamanın ve yaşamamın daha iyi olduğunu düşünüyorum...
...
Yok etme, ihanet etme, gücümüz, her zaman yarattıklarımızdan daha da
fazladır...
...
İnsanlar intihar etme cesaretlerini;
yaşamlarını düzenleyip güzelleştirmek için kullanabilselerdi, hiç kimse canına
kıymazdı... Üstelik yaşam bu günkünden daha da yükseklerde ve erdemlerle dolu
olurdu...
...
Yaşam ciddi ve ciddi olmayan iki çizgi
arasında oynanan çelik – çomak oyunudur...
....
Yaşamak aslında ölmek için
büyümektir...
....
Yaşamak aslında ölüme koşmaktır...
...
Yaşam küçük çocukların evcilik oyunu gibi kısa, oyalayıcı;
ama başlangıcı insanın elinde olmayan adi bir serüvendir...
....
Yaşamın öteki ucu olan ölüme varmadan; o son gün; o son
saniye; son nefese dayanmadan; aşık ol, zevk al- zevk ver...
Mutlulukların, sevinçlerinin,
güzelliklerin, coşkuların, kaynağı ol; eğlenerek ve eğlendirerek yaşamdan
intikam alabilirsin...
...
Ölümü düşünmeyenler için yaşam; acılar ve sevinçlerin
göbeğinde; gidiş zamanı belli olmayan bilinmek de istemeyen bir türlü
oyalanmadır...
....
Dünya; yaşamla ölümün kuyruklarından birbirine kördüğümle
bağlandığı bir gezegendir...
...
Bir sabah uyandığında 60 yaşında olacaksın; yoksul, aç,
belki aç hasta olacaksın...O nedenle her gününü son günün; her saniyeni de son
saniyenmiş gibi düşünerek değerlendirirsen yaşamdan zevk hatta intikam almış
olursun...
...
Yaşlılık aslında yaşamdan ölüme geçişte bir süre beklenen
son duraktır...
...
Yaşamak gizemli bir aynadan kendimizi izlemektir...
...
Yaşam, bedeli ölüm olan eşsiz ve de bir güzel armağandır;
yaşamın değerini artıran, hatta onu şölen haline getiren de ölümün
kendisidir... Doğa kurduğu tuzaklarla, beyninde salgıladığı hormonlarla insanı
tezgahında bu şekillere sokup, kıs kıs gülmekte ve bundan mutlu olmaktadır....
...
Yaşamın en gerçek yasası olan ölüme çare bulunması sadece
masallarda, filmlerde, romanlarda kalacaktır....
....
Yaşamın aşamaları, merdivene benzer; her basamak bir
sonrakini başlatıp bir öncekini sonlandırır;
Basamaklar
genel hatlarıyla şöyledir;
1-GENÇLİKTE YAŞAM; keşfedilmeyi bekleyen güzelliklerden,
sınırsız hayallerden alabildiğince yararlanılması gereken; renkli gelecekler,
renkli beklentiler düşler mevsimidir... Enerjinin, cinselliğin, orgazmın
sınırsız olduğu; hatta bitmeyeceği sanılan bir mevsimdir..
2-YETİŞKİNLERDE YAŞAM; aklın olgunlaştığı, yaşamın ve
olayların daha net yorumlanabildiği bir
dönemdir; elde edilen olanaklar ölçüsünde yaratılmaya çalışılan gönençler
mevsimidir...
Sağlığın ve cinselliğin yer
yer kayıplara uğradığı ama yaşlılığa önemli hazırlıkların yapılması gereken ara
dönemdir...
3-YAŞLILIKTA YAŞAM; çeşitli hastalıkların her cepheden aynı
anda saldırdığı, bedenin ölen parçalarının devre dışı kaldığı; bir organın yerine
diğeriyle idare edildiği; vücudun her
türlü tıbbi müdahaleye “HAYIR” yanıtını verdiği
bir dönemdir...Dayanılmaz acılar, hastalıklar, sorunların zirveye
çıktığı; ancak yaşamdan ayrılmanın çok zor olduğu için olabildiğince uzatılması
için her türlü çarenin aranıp bulunmak için çırpınıldığı bir dönemdir..
Bu son dönemde hiçbir güç insanı yeniden birinci ve ikinci
dönemdeki enerjisine sağlığına döndüremez...Geri dönülmeyeceği için de zamanı
geldiğinde yaşlı kişi sessiz sedasız ölüme teslim olacaktır...Teselli edici
boyutu; öldüğünün bilincinde olmamasıdır...
...
Ne kadar gösterişli, zengin, mutlu bir serüven de izlense de;
insan yaşamdan her zaman alacaklı gider...
...
Dünyada tanık olduğumuz her ölüm yaşamın yüzde yüz geçici
olduğunun somut kanıtı olmasına karşın;
hiçbir ölümden de tam ve kalıcı olarak kendimizi olgunlaştıracak dersler
çıkartamayız...Bunu başaranlara da filozof deniliyor...
...
Yaşamak çevremizdeki milyonlarca canlı cansız varlığın
ürettiği milyonlarca sorumu çözmeye çalışırken zamanın nasıl geçip gittiğinin
ve ölümün farkına varmamaktır...
...
Yaşamak toprak olmadan önceki son aşamadır; doğanın en kesin
yasası olan ölümün ululuğu ve kusursuzluğu karşısında tüm başlar eğilir; onun
büyüklüğüne herkes saygı duyar...
...
Cinsellik; yaşamdan-ölüme
koşarken; insanların hoşça ve boşça vakit geçirip üremesini, doğanın sinsi
isteği-tuzağı olan türünün geleceğini garanti altına almasını sağlayan fiziki
ve ruhsal doyumdur...
...
Yaşam şudur ki; bir ömürle sınırlı zamanın hemen hemen tüm
bölümleri insanın kontrolünün dışında
rast geleliklerle geçer...
Çalışma ve üretme
zamanlarının dışında kalan zamanlarda insan sadece ölümü bekleyen bir
varlıktır...
...
Yaşamın tatlı ama öldürücü zehridir alkol; bu zehrin santim
santim pençesine düşünler genellikle ölümün nefesini enselerinde
hissettiklerinde geriye dönmek isteseler de artık olanaksızdır... Alkol
kendisine bağladığı kişileri yüzde yüz kendisi öldürür...
...
Adaletsizlik, ihanet, yasaklar, kötülükler, ölümler, çok az
da sevgi kırıntılarının birbirine karıştırılmasıyla oluşan aşureye yaşam
deniliyor...
...
Bazen ölüm; yaşamın kurallarına uymayanların acımasızca
çarptırıldıkları kesin ve en son cezadır...
....
Yaşamak; her nefes alış–verişte ölüme koşmaktır...
...
Yaşamı sürekli ve aşırı vazgeçilmez bulanlar; aslında
korktukları ölüme bahaneler arayan, ödleklerdir...
...
Bilgisi, zenginliği, makamı-yetkisi, şöhreti, mal varlığı
siyasal unvanının sınırları ne olursa olsun hiç kimse yaşamın “HİÇ EDİCİ” kurallarından kendisini kurtaramaz...
...
Yaşam sadece ölülere
acı sürprizler hazırlayamaz...
...
Yaşamın acı sürprizlerine hazır olmak aslında biraz da ölüme
hazır olmaktır... Şüphesiz yaşamın en acı sürprizidir ölüm...
...
Yaşam herkes için acı sürprizler bataklığıdır; kimisi genç,
kimisi ömrünün sonunda bu bataklığa düşerek yok
olmaktan kurtulamazlar...
...
İNSAN
İnsanın kendisini
aldatması; dünyayı aldatmasından daha kötüdür...
....
Ey insan! Ah çekme; oku, düşün, öğren, her nefesinde kendini
yenile, erdemlerle süsle, çalış; yükseklere koş örnek insan olmaya çalış ve
oraya ulaşmak için savaş...
...
İnsan korktuğu olaylardan daha çok onun belleğine işleyen
olumsuz düşüncesinden acı duyar...
...
Kıskanç, cimri, aptallar; bu duygularını sürekli reddeden
insanlar arasından çıkar...
...
Sadece insana özgü olan konuşmak, bazen boş boğazlık bazen
gevezelik şekline dönüşür... Susmak ve çok iyi dinlemek ise bilgeliğin
belirtisidir...
...
Çevrelerine bir şeyler kanıtlama çabası içine giren insanlar;
olgun ve kendilerinden emin değillerse, inanılmaz biçimde gülünç duruma düşüp,
alay konusu olurlar...
Sadece kendilerinden
emin, bilgili, bilge olanlar çevrelerindeki diğer insanlara hiçbir şey
kanıtlamak zorunda olmadıklarının bilinciyle hareket ettikleri için, kararlı,
rahat, kendilerinden emin olurlar...
....
Öyle bencildir ki insan; kişisel rahatını sağlayabilmek için
tüm canlılarıyla birlikte evreni yok etmeyi göze alabilir...
...
Bazı insanlarla zenginliğin sorumluluğunu taşımak; eşeğin yükünü
taşıması gibi ağır, hantal, anlamsız, hatta zor gelir; varlığının altında
ezilip yok olur...
...
Dürüstlük, yiğitlik, cesaret her çağda, her ülkede ve
toplumda acımasızca cezalandırılarak insanlar bilinçli biçimde; sahtekarlığa,
hileye, üçkağıtçılığa, itilmektedir...
....
Ey insan! Evreni-dünyayı-yaşamı düzeltmek istiyorsan; işe
kendini düzelterek başlamalısın...
...
Sürekli ve her koşul altında sürekli gülümsemek; bilge bir
ruhun insan yüzüne yansımasıdır...
...
Küfür cehaletin toplum içinde sesli halde açıklanmasıdır ..Hiç
bir davranışı insanın cahilliğini, ilkelliğini, görgüsüzlüğünü, basitliğini,
çağın gerisinde kalmışlığını, küfürden daha somut olarak anlatamaz...
...
Ey insan! Sürekli mutlu olmanı gerektiren hiçbir neden
olmadığı gibi; sürekli mutsuz olmanı gerektiren nedende yoktur...
...
Sahtekar insanlarla köpekler birbirlerine çok benzerler;
sahiplerine yaranmak için ayaklarının altını yalarlar...
...
Ey insan! Sen kendini önemseyip, ödüllendirmesen; kimsenin
seni önemsemesini bekleme...
...
Ey insan! Kendini sevmeyi başarırsan dünyayı da seversin ;
Kendini geliştirirsen dünyanın gelişimine katkı koyarsın,
Kendine saygı duyarsan dünyaya da saygı duyarsın,
Kendine küsersen dünyaya da küsersin,
Kendine ihanet edersen dünyaya da ihanet edersin...
....
Konuşmak doğru- yanlış her şeyi söylemektir; dinlemek ise konuşulanlardan
sadece doğruları seçip alıp, insanın ruhunun aydınlamasında ışık görevi yapar;
dinlemek konuşmaktan her zaman daha karlıdır denilebilir...
...
Ne kadar yaşanırsa yaşansın, ömrün sonuna ne kadar gidilirse
gidilsin; açlık dönüp dolaşıp insanı yakalayan, asla kurtuluşu olmayan zoraki
dosttur...
...
Zaman insanı dövüp kalıptan kalıba dökerek şekil verir... Bu
aşamalardan sürekli geçerek değişmesine karşın insan mutlu olmaktan daha çok
mutsuz olur, acı çeker… Zamanın ise böyle bir sorunu yok ama; demek ki insan
zamanın ve onun söylediklerini bazen yanlış anlar...
...
Ey insan!Gerçek düşünürün çağında anlaşılmasını beklemek;
bir duvarın konuşmasını beklemek kadar yanlıştır... Onun fikirleri geleceğe
yönelik ve insanın yarınını aydınlatıp şekillendireceği için yaşadığı dönemde onun
anlaşılmasının beklenmesi yanlıştır...
Ölümünden 100, 200 yıl sonra
belki ne söylemek istediklerini o çağda yaşayacak olan daha akıllı insanlar
anlayacaktır...Ancak zaten ölümsüz düşüncelere ulaşıp bu kadar uzak bir
geleceği göremeyen düşünüre de bilge denilemez...
...
Aslında günler birbirlerinin aynısıdır; değişen, gelişen tek
şey insandır...
...
Her insan dener; sadece bazıları başarır...
...
Hedef olumlu ya da olumsuz seçilmiş bile olsa insanın
hayalleriyle ulaşamayacağı hiçbir nokta yoktur...
...
Ey insan! Hiçbir şeye olmadığı kadar kendini tanımaya,
özünle dost olmaya, kısacık ömründe kendinle barış içinde yaşamaya meraklı-iddialı-cesur
ve yiğit ol...
...
Her alanda olduğu gibi sınırlarını saptama yeteneğine sahip
olan insan mutluluğu da mutsuzluğu da kısa zamanda bulup yaşayabilir...
Mutluluğu gibi acıları da insanın
kendi eseridir...
...
Her çağda, her toplumda neyin peşinde olduklarını bilen
insanların sayısı; neyin peşinde olduklarını bilmeyenlerden daha azdır...
...
Hikayenin en ilginç yanı; yönetenlerin her zaman yönetilenlerin
gözünde olağanüstü–doğaüstü insan görüntüsü vermesi; üstelik bunu bir sihirbaz
yeteneğinde başarmasıdır...Oysa yönetilenler onur, özgürlük, barış, tarafsızlık,
hoşgörü, doğrulara ulaşma, erdemli davranma gibi nitelikler bakımından
yönetenlerden her zaman daha üstün ve özgürdürler...
....
Eğitilmemiş insan kördür; eğitildikleri halde bu körlükten
kurtulamayanların sayısı da kurtulanlardan her zaman fazladır...
...
En büyük espri; insanın kendi kendine gülmeyi
başarmasıdır...
...
Fiziki olarak evrende bir tek atom kadar bir varlığa sahip
olmayan insan ortaya koyduğu düşüncesi ve eylemleriyle büyür ya da küçülür...
...
Ey insan eskiden yarattığın değerlerin cinsi, miktarı,
ağırlığı, günlük yaşamına kattığı anlamları ne olursa olsun; onları atıp yerine
yeni değerler yaratma yeteneğine sahipsin....Önünü açarak seni evrenin tek
efendisi yapacak, diğer galaxilerde yaşamı başlatacak, şu anda içinde
bulunduğun hoş, korkutucu, ürkütücü, suç işlemeye yönelten, kendine zarar veren
ellerini kollarını bağlayıp düşüncene sınır koyan tüm değerlerini ayaklarının
altına alıp çiğneyerek yok etmen gerekir... Sana ÜSTÜN İNSAN olmanın yolunu açacak
seni o taraflara götürecek, yükseltecek, evrenin gerçek hakimi ve efendisi yapacak
akılcı, nesnel değerlerini yaratmalısın... Çünkü güce sahip tek
canlısın...
...
Ey insan!Diğer tüm canlılardan daha farklı olarak doğayı
değiştirme, kendi yararına kullanma, yönetme, hükmetme yeteneklerine sahip olan
doğanın en gelişmiş ve kendini aşma yeteneğindeki en kısmetli üstün parçası
sensin....
...
Ey insan! Geçmiş güzeldir ama bu gün, içinde bulunduğun şu
an, yani şimdi tüm geçmişinden de güzeldir; geleceğinin güzel olması da bu
günün iyi değerlendirilmesine bağlıdır...
...
Ey insan! Gülmek istersen kendine gül, ağlamak istersen
kendine ağla… Çünkü uğruna ağlamaya ve gülmeye layık tek değer, tek varlık sadece sensin...
...
Cahilliğini kabul eden insan olgunlaşma yolunda bir basamak
ilerlemiştir...
...
Ey insan! Düşünceni derinleşip, bilgin ve becerilerin
arttıkça; peşinden koştuğun, hayalinde ancak ulaşabildiğin; iyi, güzel, hatta
olanaksız diye tanımladığın pek çok değer ayaklarının altına serilerek
seni kendilerine seni efendi
yapacaktır...
...
Doğa bildiği yolda ağır alır kendisini devindirip,
dönüştürüp, değiştirip yeniden programlayıp hep genç kalarak yoluna bilgece devam
etmektedir... ÜSTÜN İNSAN’ da bu
değişimi gün gün saat saat, hatta saniye saniye izleyerek kendi yaşamlarına
uygulamayı başaranlar arasından çıkacaktır...
....
Üzerinde yaşadığımız ve dünya adını verdiğimiz bu gezegen
aslında konukevidir... Çünkü insanın bu gezegendeki ömrü, konuk olarak gittiği
bir evde geçen süre kadardır; azdır,
kısadır, yetersizdir, oldukça sınırlıdır... Bilgeliğe ve olgunluğa eriştiğinde
insanın yaşama hakkı doğa tarafından elinden alınmaktadır...
Konuk gittiği evde insan ne kadar şeyi öğrenebiliyor, ne
kadar mutlu olabiliyorsa; yaşam isimli bu kısa süreçte de aynı sınırlı, kısıtlı
şeyleri öğrenip öğretebiliyor... Bu gün ulaşılan uygarlık, bir kişinin değil,
insan atalarının kuşaklar boyunca elde ettiği bilgilerin, genler aracılığıyla
anne-babasından çocuklara geçen kayıtların üst üste konulup biriktirilmesi ve
gelecek kuşaklara aktarılmasıyla gerçekleştirilmiştir...
...
Dünyayı keşfetmeye kendini keşfederek başlayabilirsin...
...
Düşünmek yaşamın tamamıdır;
insanın düşünerek ulaşamayacağı hiçbir hedef, elde edemeyeceği hiçbir
başarı yoktur....
...
İnsan yaşamının en uzun süren ve en büyük rolünü evlendiğinde eşine karşı oynamaya
başlar ve ölünceye kadar da sürdürür...
...
İnsanların çoğu yaşamının
tamamına yakın bölümü dünyaya–çevresine
bakarak ama hiçbir şey görmeden, anlayamadan tamamlar....
Görmeyi ve göstermeyi
başaranlara filozof ya da sanatçı
deniliyor...
...
İnsan çok meraklı olmasına karşın; içindeki iç evrenindeki düşünce
dünyasına çok az bakan, onun boyutlarıyla ya hiç ilgilenmeyen, ya da çok az
ilgilenen varlıktır... Zaten bu gün ulaştıklarını da çok az da olsa bu çok az
düşünme yeteneğinden aldığı kıvılcımların yarattığı fikirlerine borçludur...
İnanıyorum ki; insan, içsel sınırsızlığını ve yaratıcılığındaki kusursuzluğu
daha iyi anladığında evrenin tüm sırlarını çözecek ve onun hakimi ve efendisi
olacaktır...
...
İnsan uygarlık alanında bu güne kadar yaptıklarında daha
üstün ve sınırsız olanları bir gün ortaya koyacaktır... Ama aynı oranda
acıları, sorunları, mutsuzlukları, yaratarak yalnızlığı daha da çok
artacaktır...
....
Yaşamıyla evrende kendisine her an daha çok geliştirdiği,
kendini aşan, tartışmasız bir sistem kuran insan; bu gün doğaya hükmediyor;
uzayın derinliklerine adım atıyor... Görünen ve bundan sonra da evrende
yaratılacak tüm uygarlıkların yaratıcısı olacak insan aynı aynı zamanda tüm
iyilikler gibi tüm kötülüklerin de kaynağını oluşturmaktadır...Evrenin
etrafında döndüğü bu harika canlı her
şeye anlam vere, evrenin de özüdür... Ve bu güzel varlığı yani insanı çıkarttığımızda evrenin anlamı,
değeri, ortadan kalkıp yok olur...
....
İnsanın dünya isimli gezegenin üstündeki
konumu, saniyede 30 bin metre hızla giden bir uçağın pervanesinin ucunda
akrobasi yapmasına benzer...
...
Bazı insanlardaki fiziki yetersizlik;
seçenek değil zorunluluktan ortaya çıkmıştır...
...
Doğruların ve gerçeklerin ağırlığını taşımayan
insanlar; çoğu zaman yalan, sahte, yapay, yüzeysel değerlerin üstüne kurdukları
sahte dünyalarının sahte dünyalarının ödlek kahramanlarıdır.
...
İnsanlardan hoşuna gitmeyen bir şey
duymak istemiyorsan; onların hoşuna gitmeyecek şeyler söyleme...
...
İnsanlar ne olmadıklarını-ne
olamadıklarını bilirlerse; ne olacaklarına daha kolay karar verebilirler...
...
İnsan eğer başarabilirse ki; bu her
zaman mümkündür, en büyük iyiliği de kötülüğü de kendisine yapar...
...
Zavallı insan, minik mutluluk damlaları
bulabilmek için ne kadar büyük acı dağları ve çölleri aşmak zorunda kalır...
....
Yarattığı gönenci kabullenerek onur
duyan insan; nedense mutsuzluğunun hep başkalarından kaynaklandığından yakınır
durur... Erdem ikisinin de kendisinden kaynaklandığını insanın kendisine ve çevresine itiraf
etmesidir....
...
Bütün insanlar ya bazı değerlerin,
bazen şöyle ya da böyle birisinin tutsağıdır...
...
Akıllarını bilgi çiçekleriyle
süsleyemeyen insanlar kendilerini acı çöllerinden-dipsiz ve karanlık kuyularda
bulmaktan kurtaramazlar...
...
Uygar, aydın, bilinçli insan ilkeli
insandır...
....
Kendimizi sevdiğimiz sürece dünyanın
bizi sevip sevmemesini önememeliyiz...
...
Bu gezegende ulaştığı tüm uygarlıkların yaratıcısı olan
insan bir gün yine kendi elleriyle onu yok edecektir...
...
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği düşünme
yeteneğidir; Ancak insanla diğer canlılar arasındaki bu farkı kilometrelerce
açan fark da insanın aklını bilemesi, eğitmesi, geliştirmesi ve
yenilemesidir...
...
Bazı insanların yaşamı yaptıklarından daha fazla şeyleri
bozup; yok edip, çevresine, devletine, kendi özüne zarar vermekle geçer...
Toplum yapıcı olanı kızmakta, hatta aşağılamakta, görmezlikten gelmektedir...
Oysa her çağda yıkanı, hırsızlık yapanı,
devleti soyanı, diğer insanlara zarar
vereni, suç işleyeni, bazen cinayet işleyeni alkışlamaktadır ve bu kural daha
uzun yıllar değişmeyeceğe benzemektedir...
...
İnsan nedense; kendisini seveni saygı duyanı yaşamının en
sonunda öğrenir...
....
İnsan eğer edinebilirse tek ve gerçek dostu yalnız ve sadece
kendisidir...
...
Kendisi zengin ama ruhen fakir olanlar bana çok zavallı
gelir... İnsan; sadece aklını kullanarak varlıkta olduğu kadar ruhen de
zenginliğe ulaşırsa ancak kusursuzluğun hatta olağanüstü mutlulukların anahtarlarını
elde etmiş olur...
...
Para yaşamı kolaylaştırmasından daha fazla insana efendi
olmaktan hoşlanır... Kendisine efendi olan insanlarla da arasına mesafe koymaya
bayılır…
...
Devletleri çökertenler; her zaman hak etmedikleri
yükseklikteki makamları ellerine geçirmeyi başaran küçük insanlardır...
...
Çirkin yaratılmış olmak seçenek değil; katlanılması gereken
doğal bir sonuçtur... Bedensel çirkinlikler belki giderilemez ama ruhtaki
çirkinlikleri yok etmek, hatta çiçek ve bal bahçesine çevirmek insanın kendi
elindedir...
...
Yaşamın tamamına yakın bölümünde sadece açlık ve cinsellik içgüdüsünü
bastırma uğraşı içinde olan insan, sahip olduğu doğaüstü yanlarını bulup ortaya
çıkarmakta çok tembel-bilinçsiz davranır; hatta bu yüce tarafını görmezlikten
gelir... Oysa insan açlık ve cinsellik içgüdüsünü bastırmaktan daha da ötelerde;
kendi güçlerini, soylu ve büyük yanlarını keşfetmenin uğraşı içinde
olmalıdır...
...
Ey insan! Evrende tek başınasın... Çarende-çaresizliğin de
sadece sensin… Aklını kullanmakta geç kalma… Uyan, içindeki ÜSTÜN İNSAN’ nın
üstünlüklerini elde edip, yaşamına katmaya çalış… İnsanın evrimleşmesinde,
kendini aşıp ÜSTÜN İNSANA gitmesindeki en büyük engel yine kendisidir... Bu
gelişmeyi, atılım yapmasını engelleyen için oluşturduğu yasaklar, ayıplar,
çekingenliklerden oluşan duvarlardır… En büyük zaferi bu duvarları yıkmayı
başaranlar kazanmıştır, kazanmayı sürdürecektir...
...
Yalan erdemin bittiği yerde başlar; insan en aşağılık
davranışlarını, ihanetlerini, hırsızlıklarını, gasp ve cinayetlerini yalan
söylediği zamanlarda sergiler... Yalan insanın en iğrenç ve tehlikeli maskesidir...
....
İnsanlar yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdiklerinde,
tedavi edilmesi zorunlu olan bir hastalığa da yakalanmış olurlar…
…
İleri, çağdaş insanı aşmaya yönelik düşüncelerle beyinlerini
aydınlatamayanların sahip olduğu diğer değerlerin hiçbir anlamı, ağırlığı ve
etkinliğinden söz edilemez... Sahip olduğu zenginlikler: ne kadar çok, cilalı,
gösterişli, lüks, çekici, eşsiz de olsa; insanın kafasının içindeki
karanlıkları gidermesine yetmeyecektir...
...
Yaşama dair yasaları insanlar yaptığı için; eğilir, bükülür,
farklı yorumlanır, yüzde yüz ters kararlar alınmasını sağlar, hatta yok
sayılarak yakılarak hükmünü yitirdiği için imha edilebilir...
Ancak herkes için görünen, asla ertelenmeyen, yok
sayılmayan, eğilip bükülmeyen, farklı yorumlanamayan, tek yasa doğa
yasasıdır... Doğa bu yasaları milyarlarca yıldan beri tüm canlı ve cansızlara
eşit ve acımasızlı uygulamaktadır.....
...
Bilinmeyenin bilinene dönüşeceği gün çok yakındır ; ve insan çözeceği tüm gizemlerle kendi
evrimi konusunda bir adım daha atmış olacaktır...
...
İnsan kontrol edemediği düşüncesinin ortaya koyduğu olumlu
ya da olumsuz duyguların her zaman tutsağıdır... Bilincini yükseltmesi,
düşüncelerine egemen olmasıyla birlikte erdemli davranışlara, nesnel değerlere,
ulaşması halinde her insan kendini daha çok aşacaktır…
Aksi takdirde aydınlık
çağların içinde karanlıklarda yaşayarak ilkel varlık olmaktan kendisini kurtaramayacaktır...
...
En açık insan olduğunu söyleyenler, aslında eleştiriye,
öğütlere en fazla kapalı olanlardır...
....
Özde her insan iyidir, saftır, dürüsttür, temizdir, yiğittir
her türlü olumlu şekli almaya uygun ve hazırdır; onu kötü ve bencil yapan şey
içinde bulunduğu toplum, yaşamın acımasız koşulları ve doğanın şaşmaz
yasalarıdır...
....
İnsanın bu gezegendeki sınırsız istekleri, çalışma
yöntemleri, düşüncelerini gerçekleştirme, sınırsız ve doyum isteyen iç
dürtüleri; İnsanın gözünü diğer gezegenlere, diğer gökadalara dikecek, böylece
oralara ulaşabilecek yöntemleri bulduğunda da onu gelecekte evrenin efendisi
yapacak; diğer galaksilere de yaşamı taşıyacaktır...
...
İnsan için yanlış yapmamak yanlıştır; insanın yaptığı her
doğru kadar hatta daha fazla yanlış yapmaya hakkı olduğuna inanıyorum... Zaten
yaşam serüveninde bu tablo somut olarak görülür…
....
Yaşamının ana akış yatağını oluşturduğu için insan hayalinde
umduğunu ve düşündüğünü er geç bulup yaşar...
...
Aç bir aslanın zavallı ve çaresiz bir Antilop’u daha
yaşarken arka kalçalarından, cinsel organlarından yemeye başlaması bana insanın
olaylar karşısındaki vahşiliğini, saldırganlığını ve de çaresizliğini
hatırlatır... Aslanın Antilop’ u ölmeden
yemesiyle, yaşamın sert, acımasız, vahşi koşullarının insanı yok etmesi
arasında fazla bir fark yoktur... İnsanı yaşarken yok edenler de aç bir aslan
tıpkı antilop’ u yediğindeki aldığı zevki duyar...
...
İnsan; yaşaması ve olması gereken şeylerle genellikle geç
tanışır; geciken acılar belki biraz sevindirir; ama geç kalan mutluluklar ise
acıya dönüşür...
...
İnsan genellikle sınırsız şeyler istediğinde, neyi arzulayıp
arzulamadığını tam olarak bilemez...Yaşamda ulaşamadıklarımız, hedefimizi tam
olarak belirleyememekten, istemeyi, bilemememizden kaynaklanır...
....
Kendi içinde yarattığı geleneksel kalıplardan dışarıya
çıkamayan ve kendi özel değerlerini oluşturamadığı için ruhuna tutsak olan
insanların; sahip olduğu diğer özgürlüklerin hiçbir anlamı yoktur...
....
Her yüzyılda şikayet ettiği,
kurbanı olduğu tüm tehlikeleri, kavgaları, savaşları, kötülükleri, insanın kendisi yaratarak
altında kalmıştır… Acı çekmiş, sıkıntılara düşmüş, canına kıymıştır; benzer dram ve trajediler insan var olduğu
sürece devam edecektir...
...
İnsan bazen çaresiz zavallı bir varlık; bazen de uzayın
karanlıklarını yırtarak onun sonsuzluklarına açılmayı başaran olağanüstü bir
varlıktır...
...
Tanıma yeteneğim ve yaşam deneyimim arttıkça insanların
birbirlerine, istisnalar hariç kendine bile asla dost olamayacaklarını; ama her
türlü düşmanlığı yapabileceklerini daha iyi anladım....
Ve insanın bu gezegende eğer başarabilirse tek ve en yakın
dostunun sadece ve sadece kendisinin olduğuna bu gün dünden daha çok
inanıyorum...
...
Çok şey bilen insan; çok acı çeken insandır...
...
Genellikle bilgesel düşüncesinde yoksun ve kendisini bir
türlü aşamayan insanlar; giyimlerine aşırı derecede önem vererek renkli, parlak,
gösterişli, pahalı, marka giysilerle çevrelerine kendilerini kabul ettirmenin
yolunu ararlar...
...
Köle ruhlu insanlar ve uluslar; her çağda, her ülkede,
kendilerine efendi yaratmakta oldukça uzmanlaşmışlardır...
....
Aşağılık kompleksi insanın her alandaki yaratıcılığını,
girişimciliğini, başarısını, ulaşacağı gönençleri olumsuz etkileyerek normal insanın aşağısına düşüren bir duygudur… Türü, boyutu ne olursa olsun bu duygusunu
teşhis ve tedavi ederek ya da ettirerek normal insana yükselmesi-başarabilirse
yükselebilmesi insan için en büyük erdemdir...
....
Acılarımız aslında tatlandırmayı başaramadığımız, geri dönüp
bir daha yaşayamayacağımız asla kullanamayacağımız yitik ve zamanlarımızdır... Oysa
mutluluklarla dolduramayacağımız, tatlandıramayacağımız, olumluya
çeviremeyeceğimiz hiçbir acı olduğuna
ben kişisel olarak inanmıyorum... Yeter ki insan, kendisiyle dost olup yaşamın
sihrini çözmeye çalışsın, yaşamı iyi gözlemlesin, onu iyi anlasın, iyi
yorumlasın; bilgilere ulaşıp acılarını bal’ a çevirmeyi başaracaktır...
...
Yaşamda temeli hayal üzerine kurulmayan hiçbir şey yoktur....
İnsan önce hayal eder, sonra
gerçekleştirmek için girişim lerde bulunur; başarılı ya da başarısız da olsa
bunda hayallerin büyük ölçüde payı vardır... Hayal etmeyen zaten elde edemez;
hayal etmek yaşamaktır…
...
İnsanı evrendeki
diğer galaksilere taşıyacak oranında efendisi yapacak olan tek güç hayalleri ve
bilgileri olacaktır...
...
Rakamlar üzerine kurulan hayaller önce varsıl, sonrada
paraya tutsak eder...
....
İnsan hayal ettiği ölçüde elde eder; hayal edilmeden elde
edilemez...
....
İnsanları diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği
düşünebilmesi, düşünce üretebilmesidir... Düşünce üretemeyen, düşündüklerini
özgürce yaşama geçiremeyen, ifade edemeyen insanla diğer ilkel varlıklar
arasında hiçbir fark yoktur...
...
Akıllarını en doğru biçimde kullanabilme yeteneğine sahip
olmayan insan; kişilikli, özgür, girişimci, yaratıcı, sosyal ve başarılı
olamaz...Ne kadar çabalarsa çabalasın komik duruma düşmekten, hatta başkaları
tarafından kullanılmaktan kurtulamaz...
...
Her insan güneş’ in , ay’ ın
yıldızların kendisi için doğup battığını; incir, nar, hurma, üzüm, muz,
portakal, zeytin ve diğer bitkilerin
kendisi için oluştuğunu-meyveler verdiğini; çiçeklerin kendisi için
açtığını; yararlandığı ve yararlanamadığı tüm canlı cansız varlıkların kendisi
için olduğunu düşünerek yanılır...Halbuki bu varlıklar insanı hizmet için değil
var oldukları için vardır... Ve insan yetenekleri sayesinde bunlardan
yararlanmaktadır...Doğa da insan için hiçbir şey yoktur; sadece sahiplendikleri
vardır...
...
Bazı insanları çirkinleştirerek bazen de komik duruma
düşüren şarkı ya da türkü söylemek belki binde bir kişiye yakışır... Ama bunun
bilincinde olmayan, haddini bilmeyen bazı insanlar ısrarla şarkı ya da türkü
söyleyerek, sahneye çıkarak gülünç duruma düştüklerini anlamadan bu gezegenden
göçüp giderler...
....
PARTİ, POLİTİKA,
POLİTİKACI...
Yalan politika kimine
seçimi kazandırır; kimini de darağacına gönderir...
....
Darağacına rakiplerini göndermek isteyen; bunun için her
türlü entrika ve manevrayı yapan politikacılar genellikle darağacına gitmek
zorunda da kalabilirler...
...
Politika çamurun üstüne oturarak şarkı ve türkü söyleme
cesaretidir...
...
Politikacılar; güç, para, siyasi itibar kazanmak için bazı
insanları yok edercesine ezerek geçebilecek kadar acımasızdırlar..
....
Bilge politikacının efendisi halktır; üçkağıtçı, ham, sahte
politikacı ise kendisini halkın efendisi olarak görür...
....
Demokrasi çarkını işletmek için halktan alınan yetkiler, her
zaman kişisel çıkarlar, kişisel zenginleşmeler
için kullanılır...
...
Politika gerçeği saptırma; öz çıkarları yönünde ve
isteklerine göre değiştirme sihirbazlığıdır...
...
Yaptıkları adaletsiz ve dengesiz uygulamalarla, yakınlarını
kayırmakla politikacı toplum vicdanını her zaman kanatır...
...
Partiler içinde devlet mallarının pişirilip dağıtıldığı,
akrabalarına tanıdıklarına sınırsızca ikramların yapıldığı politika marka
kazanlardır...
...
Partilere uzaktan bakıldığında içleri boş, oradaki insanlar
erdemli, akıllı, aydın, hoş gibi görünebilir....Oysa bu kurumların
labirentlerine gerildikçe içlerinin tıka-basa entrikalarla dolu olduğu
görülür...
İnsanları, en baştan partili olan ve olmayanlar diye ayrım
yapılır; tüm etnik kökenler öne çıkartılarak(renk, cins, dil, din, mezhep,
ekonomik, siyasal güç,)politika sahnesinde pazarlık konusu yapılır... Diğer partileri harcama yerine kendi
çıkarlarına hizmet edecek olanları yanlarına çekmek için-her türlü
entrikalar(rüşvet-tehdit-şantaj) programlarının uygulandığı cadı kazanlarıdır...
Her partide karşı partilere verilecek en büyük zararlar,
onların karınlarının en ince yerleri tahmin edilir, hesaplanır bulunur hemen
eyleme konulur… Oysa kendilerinin devlet malından elde edeceği yararlar,
vurgunlar, ihaleler, haksız atama gibi yasalara uygun olmayan davranış
şekilleri kısa zamanda zenginleşmenin yolları konuşulur hesaplanır, uygulanır...
Rakip partilerdeki Milletvekilleri, Belediye Başkanları,
diğer tüm yetkililerin başarısız olması için yapılması gereken engellemeler , ayak
oyunları, senaryolar hileler, tuzaklar, skandallar acımasızca sahnelenir…
Kurdukları her tuzak hedefine ulaşıp, rakip partiler zarar gördüğünde,
politikacılar kahkahalarla, göbeklerini oynata oynata güler zevk alırlar… Hükümetlerin
partilerde kurulup orada devrilmesi ise sıradan iştir...
....
Politikacı burnunun ucunu bile başkalarının, danışmanlarının
gözüyle görmeye alışan, alıştırılan ilginç varlıktır...
....
Politikacıya sır verilmez; çünkü oya çeviremeyecekleri
hiçbir sır yoktur...
...
Politika vırt–zırt parti değiştirme değil; çıkarların kesin
ve büyük olduğu olduğu partiyi iyi saptayıp oradan seçilme uğraşıdır...
...
Politika boş söz söyleme ve başarma uğraşıdır...
...
Politika bazen densizliktir; kendi yaşamında en küçük bir
değişikliği yapamayan sıradan insanların; devletin ve toplumun tepesine çıkıp–sırtına
binip bunları değiştirmeye kalkma dengesizliğidir...
...
Politika; ayrım yapmadan birinci derecedeki yakınları da
içinde olmak üzere; tüm insanları kişisel kinleri, intikamları, ihtirasları,
entrikaları, hırsları, çıkarları uğruna kullanma becerisidir...
....
Politikada tek gerçek yalandır; yalanı doğru hale getirerek
topluma nasıl yutturduklarına, onların kişisel saflıklarını kendi çıkarlarına
nasıl alet ederek varsıllaştıklarına politikacıların kendisi de hayret eder...
...
Politikacı; beynini partisine teslim eden; yaşamının tüm
aşamalarında, beynini ve düşünme yeteneğini kullanmayan buna da hiçbir zaman
gereksinim duymayan kişidir...
...
Akıllı insan politikacıya sır vermez; gerekirse ondan en
büyük sırları alır...
....
Her politikacı asalaktır; çünkü hiç birisi kendi ayakları
üstünde durmaz duramaz... Kendi ayakları üstünde duruyor görüntüsü veren
politikacılar da aslında halkın ve aşağıdaki insanların omuzlarına basmak zorundadır...
...
Politikacı her şeyi vaat ettiği için sürekli mucize yaratması
beklenen ama bunu başaramayan, başaramayacak olan sıradan bir zekaya sahip
küçücük insandır...
...
Gazeteci politikacının elinde, dilinde, tabanının altında,
ak ciğerinin derinliklerinde, göz bebeğinde sürekli kımıldayan, onu sık sık
uyaran kötü huylu bir diken gibidir....
...
Politikacının kendisini olduğundan fazla ve büyük göstermeyi
başararak onları yanlışlığa , uçurumlara götüren dalkavuklar tarih boyunca
politikacıların en feci sonunu hazırlamışlardır... Kural bugün de etkili
biçimde işlemektedir; yarın da devam edecektir…
...
Politikacı tek başına iyi ya da kötü huylu değildir; onun bu
şekilde davranmasını halk belirler; her politikacı içinden çıktığı halkının verdiği
şekli alır... Defolu, defosuz da olsa politikacı halkın yarattığı, sık sık
kullandığı; işi bittikten ve kullandıktan sonra attığı kukladır... Ayrıca
devletin yada ülkenin içinde bulunduğu koşullar onlara iyi ya kötü olanaklar
yaratarak politikacının başarılı ya da başarısız olmasını belirler...
...
Politikacı; her an halktan oy, anlayış, prim, alkış
beklemeye;
Halk da politikacılara bunları vermeye;
Politikacı her an halkı aldatmaya, hayal kırıklıklarına
uğratmaya;
Halk da her an halay kırıklığına uğramaya koşullanmıştır...
Ayrıca; her yüzyılda politikacı aldatacak kadar zeki;
Halk da aldatılacak kadar aptal-saf insan rolünü oynamaya
bayılır...
.....
Politikacı her türlü seçim kaybetme başarısızlığına;
başarılarından daha büyük ve daha iyi kılıf uyduran zeki kişidir...
...
Hemen her çağda politikanın zirveleri; bulundukları yere
hayalleri bile yetmeyecek küçük kişiler tarafından işgal edilmiştir...
....
Politikacı dürüst olamaz; dürüst insan da zaten politikacı
olamaz...
...
Politikacılar halka hiçbir zaman gerçekleştiremeyecekleri,
onlara hayallerinin bile yetmeyeceği yeni ve renkli ufuklar, sınırsız
zenginlikler vaat ettikleri için gündemde kalmayı başarırlar...
...
Politikacılar hem korkak, hem cesur, hem onurlu, hem de her
çağda fiyatların verilirse satılık kişilerdir...
...
Yalanlarının uşakları olan bazı politikacılar hiçbir zaman
yüce ve saygıdeğer varlık olamazlar...
...
Politika sıradan, basit, işi gücü olmayan, zeka düzeyleri
düşük sıradan kişilerin belli bir makamı
ele geçirdikten sonra aristokrat sınıfa atlamak için giriştikleri ve
mevzilerini her türlü yolu kullanarak ölümüne korudukları cesaret gerektiren
bir uğraştır... Ancak bu uğraşlarıyla politikacılar hiçbir zaman aristokratlar
olamazlar... Bazen devlet yetkisiyle aristokrat sınıfı etkileyecek kararlar alabilecek
makamlara kadar yükselebilirler; böylece onların sınıflarının üstüne çıktıkları
görüntüsünü sadece kısa süreliğine de olsa verirler...
Devletin yetkisini ellerinde bulundurdukları ölçüde bu güçlü
ve doğaüstü görüntüyü veren politikacı; o yetkileri yitirdiğinde rüzgar hızıyla
ait oldukları, zavallı, kişiliksiz, kimliksiz en alt sınıflarına hızla geri düşerler ve bu düşüşte kötü biçimde yaralanırlar…
Denizden çıkmış balığa dönerler... Döndükleri sınıflarında maske takmadıkları
için politikacıların gerçek kimlikleri hakkında sağlıklı bilgiler doğal
ortamlarında elde edilebilir... Ancak politikacılar aynı makama yeniden seçimle
ya da tayinle geldiklerinde aniden doğa üstü gücün görünümünü sergileyen
maskelerini yüzlerine hızla takarlar... İşte bu yükselişler ve düşüşler arasında
gel-git’ lerle başlayan bocalayan politikacılar her zaman gerçek sınıflarının
hangisi olduğuna bir türlü karar veremezler..
Politika virüsü taşıdıkları için de oturmamış, değişebilir
şahsiyete sahip olan insanlar çıkarları yönüne doğru her an eğilebilen bir
küçük kişilikler biçiminde yaşarlar...
Politikacı devletin gücünü elinden bir türlü bırakmak istemediği
gibi o gücü korumak; yerini başkalarına kaptırmamak, ya da o makama talip
olanları bu isteklerinden vazgeçirmek için; tehditçi kavgacı, zorba, saldırgan,
entrikacı, senaryolar yazar ve acımadan uygulayarak karşı tarafı yok edecek
davranışlarda bulunurlar...
Böyle çok çelişkili, çok seçenekli her an değişip-dönüşüp
farklılaşan ve oturmayan bir kimlik ve kişilik sergiledikleri için gerek yukarıya
çıktıklarında ya da doğal sınıflarına indiklerinde her zaman farklı maskeler
kullanırlar…Farklı ve sayısız kişilikler sergiledikleri için politikacılar hiçbir zaman saygıdeğer olmayan olmayacak özürlü,
geçimsiz, varlıklar olarak yaşamlarını sürdürürler...
Tarihin mezarlığı iktidar hırsına kapılık, nerede durması
gerektiğini saptayamayan politikacıların cesetleriyle doludur...
...
Politikada en büyük gerçek yalandır... Yalanı doğru hale
getirerek topluma nasıl başarıyla yutturduklarına en fazla da politikacıların
kendisi hayret eder...
...
Hiçbir politika ve hiçbir politikacı vazgeçilmez değildir...
Ancak ürettikleri politikalarını yaşama biçimi haline getirdikleri ve
varlıklarını bu şekilde sürdürmek zorunda kaldıkları için bunu politikacılar anlayamaz...
...
Biraz o, biraz bu, biraz şu, biraz ötekidir politikacı; ama
hiçbir zaman kendi özgün benliğini ortaya koyup, dürüstçe yaşayamaz... Çünkü
dürüstlük politikaya yüzde yüz terstir…
...
Politika ve politikacı mutlaka tedavi edilmesi gereken bir
virüssel hastalıktır nokta…
…
Tüm partilerin içinde demokrasi yoktur; lidere itirazsız
biat şarttır… Böyle olduğu için tüm liderler diktatördür… Ve politikacılar
sözde demokrasiyi savunurken de, uygularken de diktatörce davranır....
....
İki yüzünden birisi demokrat, diğeri diktatör olan
politikacıların liderleri dahi tüm yetkilileri parti programlarını halklara
anlatırken güler yüzlü, sevgiyle dolu, aşırı demokrattır...
Ama iktidarı ele geçirip işi uygulamaya koyduklarında
alabildiğince sert, diktatör ‘Ben bilirim’ ci şeklinde davranmalarını kimseler
engelleyemez...Halka, medyaya her zaman sabır, güleç yüz, anlayışlı, ÜSTÜN
İNSAN olma erdemlerini gösteren politikacılar gerek örgüt içinde gerek halka
kapalı toplantılarda sayısız maskelerle yaşadıkları için diktatörden daha
diktatör olan gerçek yüzleri orada ortaya çıkar... Ama halktan sürekli
gizledikleri gerçek yüzlerini her zaman dört duvar arasına gösterirler… Sadece
yakınında hareminde bulunan çalışma arkadaşları tüm hilelerini, maskesiz
yüzlerini çok yakından tanır ve bilirler… Ve onlarda sustukları için; her
politikacı kendini kamuya kurtarıcı ve doğa üstü bir güç olarak tanıtır....
…
Her politikacı kendini politikalarıyla tarif eder, bazıları
da kendilerini tarihe bu şekilde yazdırırlar…
…
Politikacı rakiplerini silindir gibi eserken asla acımaz…
…
Rakibini yenmeyi aklından geçirmeyen, entrika, hile, yalan,
üç kağıt gibi yollara baş vurmayan politikacıyı tarih ve zaman isimli iki bilge
asla kayıt etmez-silip atarlar…
...
Politikacıya tüm yasaları ayaklarının altına aldıran, yok
saydıran şey; eline geçirdiğinde kendi yararına kullanmaktan alıkonulacağı
sınırsız olanaklar sahip devleti yönetme ve kendisini zenginleştirme düşüncesidir...
....
Politika halkın umudunu sıcak, canlı tutarak sırtında
oturmayı, onları yönetmeyi başarmak; bu sırada kendi çıkarları için çalışmak,
devletin kaynaklarını kendi kaynaklarına aktararak rüyasında bile göremeyeceği
varsıllığı ulaşmaktır....
...
Üstün erdemli ve bilge lider halkı aydınlığa götürmez;
güneşi onlara getirir...
...
Herhangi bir partide politika yapmak demek; aynı görüşte
olanlarla, diğer partidekileri ve partisi olmayan geniş halk kitlelerini
karşısına almak demektir... Bilge ve akıllı insanının bir partiye girmesi,
geniş halk kitlelerini karşısına alması olanaksızdır....Bu nedenle politika
sıradan zekalı insanların uğraşı ve savaştığı alan haline dönmüştür...
....
Belirleyici çevreler; kişilikli, yumruğunu masaya vuran,
dürüst, çalışkan, yiğit, adaleti savunan ve uygulayan,erdemli kişileri kendi
çıkarları doğrultusunda kullanamayacakları için onlardan uzak dururlar… Her
zaman kullanabilecekleri, hem bilgisiz, hem eğitimsiz, hep korkak, küçük kişileri,
hatta ödlekleri parti örgütlerinin tepesine yerleştirerek işlerini
yürütürler...
...
Bencil bir yapısı olduğu için politikacılar kendisi
zenginse, halkı da zengin, kendisi toksa halkı da tok, kendisi özgürse haklıda
özgür, kendisi konuşuyorsa haklıda konuşuyor sayarlar... Ama her zaman bu
konularda bile bile yanılırlar; yanıldıklarının bilinmesini de asla
istemezler...
....
Seçmenin oyunu verdiği tek politikacı; politikacının oyunu
aldığı yüz binlerce, hatta milyonlarca seçmen vardır... Bu açıdan bakıldığında
halk mı politikacıyı, politikacı mı halkı kandırıyor?Kararınızı kendiniz
verin...
....
Tüm politikacılar; kendilerini evrenin merkezi sanmak gibi
bir saplantıyı politika olarak anlamakta ve halkı bu şekilde kabul ettirip,
politika yapmaktadırlar... Hiç bir politikacının yeri doldurulamaz değildir...
...
Giden politikacı geleni kesinlikle aratır...
...
Her ülke başına yeteri kadar sorun oluşturacak sayıda
politikacı yetiştirerek bununla övünür...
...
Yalanın tarihiyle eşit olan politikanın ve politikacının
insanı kandırma, oyalama, onun sırtına binme, onun olanaklarını kendi
olanakları haline dönüştürme yöntemi binlerce yıldan beri değişmemiştir...Politikacı
her çağda aynı yöntemleri kullanarak halkın ve devletin tepesine oturmuştur...
Kural bundan sonra da devam edecektir…
...
Politikacı içi boş lafla kahraman olmak için hitabet
sanatını kusursuz biçimde öğrenip uygular....Ama dünyanın hiçbir yerinde lafla
kahraman olunamayacağı için her zaman kötü birer edebiyatçı olarak kalırlar...
....
Politikacılar kişisel küçük çıkarları için; devlet
hazinesini inanılmaz biçimde zarara uğratıp kişisel yarar sağlarlar.... Çıkarları için kocaman
devleti küçücük düşürdüklerine de defalarca tanık olunmuştur...
...
İdeoloji, zeki politikacıların kişisel çıkarlarını
geliştirmek, güçlendirmek, zenginleştirmek, devleti ele geçirerek rahat yaşamak
ve taraftarlar oluşturarak onların sırtından geçinmek amacıyla yarattıkları öz
çıkarlarına hizmet etmeye yönelik kurnazca düşüncelerdir...
...
Demokrasi, politikacılar tarafından erdemleri tarif edilen,
rengi kokusu hissedilen, ancak bu çağdaki insanın bir türlü ulaşamadığı, ulaşamayacağı dünya gezegeninde görünmeyen, bilinmeyen
yerlerde açtığı ileri sürüden nadide çiçektir...
...
Bazı politikacılar bireysel çıkarlarının peşinde koşmayı,
devlet kaynaklarını kendi hesaplarına aktarmayı politika olarak anladıkları
için hiçbir zaman evrensel olamazlar...
...
Erdemli politika; yürek, bilek, cesaret, yiğitlik ve
hepsinden öte de para işidir...
....
Politikacılar, ulusların kendi elleriyle yarattıkları yaşam
boyunca kurtulamadıkları ve kurtulamayacakları zararlı haşarı-zararlılar
gibidir; toplumları kendi çıkarları yönünde ikna ve suistimal etmeye devam
ederler...
...
Partiler demokrasinin olmasa olmaz kusurlarıdır...
...
Politikacıların hırsları, kinleri, yaşamlarının sonuna doğru daha da çok artacağı için; rakipleriyle
yaşamla, en önemlisi de kendileriyle asla uzlaşamadan kin, nefret, hırsları
içinde ölüp giderler...
....
Politika devlet hazinelerini yasal yoldan ele geçirmek için
izlenen yasal yollardır...
...
Politikacıların en büyük palavrası da kendilerinin bile
inanmadıkları demokrasiyi bir gün mutlaka kuracaklarıdır...
...
İnsandaki; savaş- barış, iyilik - kötülük gibi uç duyguların
sahneye konulmasında başrol oynama cesareti gösteren politikacıların iyi ya da
kötü niyetli olması dünya gezegenindeki insanların yaşama biçimi, değiştirecek
boyuttadır... İnsanların ömrü onların oynadıkları oyunları seyirci
sandalyesinde izlemekle geçer..
....
Uyuşmazlık saplantısından kurtuldukları gün politikacılar
ülkelerine, kendilerine, hatta insanlığa daha çok yararlı olacaklardır...
...
Politikacılar ne kadar genç ve yeni olurlarsa olsunlar; eski
yasalar, eski iç tüzükler, çağı geçmiş geleneklerle partilerini ve devleti
yönetirler... Çünkü yıllar önce kendisinden daha ilkel düşünen, kişisel olarak
devlet olanaklarından daha kısa zamanda daha çok zenginleşen kendisinden önceki
meslektaşların, ipleri hep kendi ellerinde tutmak amacıyla daha bencil biçimde
hazırladıkları yasalar ve tüzükler uygulamaları sayesinde tek yetkili, partide
tek belirleyici kendileri olurlar... Bu olanakları kişisel hırslarını doyuma
ulaştırmada, devletin çıkarlarını kendi çıkarlarına uygun kullanmakta, partide tek yetkili olarak her
şeyin kendi iki dudakları arasında olmasını
sağlarlar...
...
Çağlar değişir, yasalar değişir, gelenekler değişir,
politika ve de politikacı asla değişmez... Değiştiklerini, değiştireceklerini
söyleyenler aslında doğruyu söylemezler…
...
En başarılı politikacı; devletin çıkarlarını en kısa zamanda
kendine kullanan; devlet kaynaklarıyla en kısa zamanda zenginleşen politikacıdır...
...
Partinin, politikacının politikanın olmadığı bir dünya asla
gerçekleşmeyecektir...
...
Erdem ve politika hiçbir zaman bir arada bulunmaz, biri
gelirken diğeri kaçar; çünkü birbirlerinden nefret eder kaçarlar…
...
Halkın gereksinimlerinin yıllarca gerisinden gelen politikacıların
ortaya koyduğu ideoloji halkın gereksinimlerine tam olarak yanıt
veremez....Zaten politikacılar da yüzde yüz kişisel çıkarlarına hizmet etmek için
sinsice ideoloji denilen kendi
düşüncelerini oluşturmuşlardır...
...
Seçimlerde partinin tepesindeki kişinin-liderin işaretiyle
seçilenler halkın değil; liderin iradesini yansıtırlar... Bu kişiler başarılı
olurlarsa ödülünü lider alır; başarısız olursa acı faturasını her zaman halk
öder...
...
Politikacıların
özgürlük ve demokrasi anlayışları her ülkede ve her çağda kendi
kafalarının içinde yarattıkları biçim ve sınırlara kadardır...
...
Yasaları bile delip geçen politikacı suistimallerinin
sınırlarının nerede biteceğini, nerede durması gerektiğini, nerede durursa
kendisine zarar vermeyeceğini asla bilemez... Ancak belli sınırlar içinde
duramayan, kendisini durduramayan politikacıları darbeler, dar ağaçları,
nadiren de seçimler durdurur...
...
Politikacının aldığı kararlarla yaşam çizgisinin gidişini ve
sonunu da saptar... Öyle ki bu kararlar onu zirvelere taşıyabileceği gibi
yaşamını darağacında da sonlandırır...
...
Saf doğrulara–dürüstlüğe ve güzelliklere hatta erdemlere; politikanın
dışındaki uğraşlar ve değerlerle ulaşıldığına göre insan ya politikayı ya da
saf erdemleri ve dürüstlüğü seçmelidir..
...
Erdemli politikacı bazen yoktan var ederek mucizeler yaratır;
ortaya koyduğu performans, hizmet ve sevgisiyle oyunu aldığı insanları
şaşırtır...
...
Bazı politikacılar bu gezegendeki doğanın en büyük hatasıdır...
...
En iyi, en zararsız, hatta en yararlı politikacı ölü
politikacıdır...
...
Akıllı kişi; kendisi seyirci koltuğunda oturarak;
politikanın çözeceği konularda parasını ve politikacıyı kullanır...Her akıllı
kişinin birden çok partisi, milletvekili, politikacısı vardır; ama her
politikacının bir partisi olmak zorundadır...
...
Politikacının bir elinde bal, diğer elinde zehir tabağı
bulunur... Yandaşlarına bal, rakiplerine acımadan zehir sunar... Halkın ne
yiyip içtiği, yaşama koşullarının iyiliği ve kötülüğü onlar için hiçbir anlam ve önem taşımaz.. Hatta
yoksullarla asla iletişime girmeyen, onlardan köşe bucak kaçan politikacılar,
dostlarını genellikle zenginlerden seçmeye özen gösterirler... Ancak zenginler
de politikacıların kendilerini sürekli soyduğunu, para kasası olarak gördüğünü
anladığı için sadece kişisel çıkarlarına hizmet ettiği sürece politikacılara
yakınmış gibi davranıp böyle bir görüntü verir...Politikacıyla işi biten varsıl
onun uzağından bile geçmez... Çıkar sağladıkları gurupları saymayacak olursak
politikacının dostu yoktur...
Tüm çabası devletin olanaklarını sunduğu yandaşlarına,
rakiplerini yok ettirmek, yandaşlarını onlara karşı örgütlemektir... Halk bazı politikacılar
için hiçbir anlam, hiçbir değer, hiçbir şey ifade etmez… Politikacı halkı geri
zekalı, aptal, zavallı, asalak, işe yaramaz yığınlar, dünyaya boşa gelmiş,
sadece oy deposu olarak görür ve kullanır...
…
Esen her rüzgara göre her çağda yön değiştiren
politikacıları her saniye, her saat başı, her gün, her hafta, her ay yeniden
tanımlanmaya ölçütler oluşturmaya gereksinim vardır...
...
Çıkar söz konusu olduğunda politikacı baba oğlunu,
politikacı oğlu da babasını tanımaz olur...
...
Politikacılara yaranmak için önlerinde eğilmenin sınırı da
yoktur...
...
Halkın görmediği, bilmediği, tanımadığı; görmeyeceği, asla
bilmeyeceği, asla tanıyamayacağı demokrasiyi yeryüzüne kendilerinin getirdiğini
iddia eden, öyle bir görüntü veren, öyle sanan politikacılar ‘DEMOKRASİ ‘ ,
‘POLİTİKA’ , ‘İDEOLOJİ ‘ sözcüklerinin sözlük tanımını asla bilmezler,
bilemezler, işin garibi anlamlarını öğrenmek de istemezler… Çünkü sözlük
tanımlarıyla kafalarındaki bu değerlerin tanımı çelişirse sudan çıkmış balığa
döneceklerini bilirler ve bu durumdan sürekli korktukları için hep uzak
dururlar...
Politikanın en tepesinden en aşağısına kadar olan
bölümünde bu değerlerin tanımları
konusunda kimsenin hiçbir fikri yoktur... Ama bu kavramları konuşurken de, anlatırken
de, “ÇOK BİLMİŞ” , “BİLGE ‘‘EN BÜYÜK HATİP” görüntüsü verirler... Böylece
bilmedikleri ve asla öğrenmek istemedikleri Demokrasi, politika, İdeolojinin
tanımları konusunda önce kendilerini sonra da halk kitlelerini kandırmakta
ustalaşmışlardır...
...
Politikacıyı, politikadan alıkoymak; topluma ve kendisine
yanlış politika üreterek vereceği zararlardan daha fazla zarar vermesine neden olacağı için; önüne bu konuda sınır koymamak gerekir... Çünkü
politikacı bazen hırsından kendisini bile yiyip bitiren insandır...
...
Her politikacı biraz delidir...
...
Politika-kumar; bazı politikacı da kumarbazdır...
...
Erdemli ve iyi politikacı bazen sihirbazdır...
...
Politikacı, gerilmiş TEL’
e bile gereksinim duymadan boşlukta yürüme yeteneğini göstermeye çalışan; bunu
yaparken de bazen tepetaklak düşen, bazen idam sehpasındaki ipi boynuna geçiren
insandır...
...
Politikacı alkışın
gelişine göre yön değiştiren; rüzgar gülüne benzer...
...
Politikacı en büyük uğraşı olarak yaşamını adadığı politik hayalini
büyük finalini hiçbir zaman yaşayamaz... Uğraşı gereği çevresindeki
çıkar gurupları buna asla izin vermezler... Aslında çok istemesine, yaşamını bu
yola adamış olmasına karşın düşüncesinde yarattığı, kendisine en çok yakışan
büyük finali oynayamadan, seçim
düşüncesi, yeniden devleti ele geçirme hırsları içinde yaşamı sona erer...
...
Politikada aptallar ve deliler her zaman dahilerin yerini
alır...
...
Deliler, çılgınların
yüzünden, politikada akıllılara,
bilgelere,
hatta dahilere hiçbir zaman
sıra gelmez... Oysa akıllılar;
politikacı, çılgın hatta delilerin yaptığı hataları örtmeye çalışarak
onları ikna ederek bulundukları yerden indirmek, bir gün o makama yerleşmenin
hayaliyle yaşarlar...
Hatta onların bit kadar başarısını deve yaparak büyüterek
anlatırlar, onları olağanüstü olduklarını kanıtlayıp artık tarihe mal
olduklarını, gönül rahatlığıyla halkın içine geri dönebileceklerini anlatmaya
ikna etmeye boşuna çalışırlar... Oysa politikacı deliler, çılgınlar her geçen
gün daha büyük görerek, bırakın yerlerinden inmeyi, makamlarını akıllılara
bırakmayı, hiçbir şeye bağlanmadıkları kadar bağlandıkları koltuklarından bir
santim bile kımıldamazlar... Sadece ölüm oradan ayırabilir… Ve sahnedeki
rollerini asla akıllılara, dahilere, bilgelere bırakmazlar... Aslında orada
olmamaları gereken akıllılar da partilerde; konu mankeni ve bu delilerin her
zaman figüranı olmaktan kurtulamazlar...
...
Toplumsal her suçun altında; ihtirasların karşı koyamayan,
tüm yasaları çiğneyerek hedefine ulaşmak isteyen politikacılar ve haksızlık
yapmaya yönelmiş politika çıkar...
...
Politikaya soyunmak cesaret, yürek, bilgelik ister... Çünkü
soyunmanın nereye kadar gideceği belli değildir...
...
Bazı politikacının makamının büyüklüğüne, havasına,
giyinişlerine, cüssesine aldanmayın; çünkü onlar bir çocuktan daha küçük
şeylerle uğraşıp düşünüp, ikna olmaya yatkın küçük ruhlu insanlardır…
...
Partiler her türlü özel, resmi sırların–belgelerin alım–satımının
yapıldığı alınıp-satıldığı; her türlü vurgun, yağma, suiistimal, üç kağıtçılık
oyunlarının organize edildiği, gerektiğinde her an kullanılmak için hazır
bekletildiği ve arşivlendiği, açık ya da
gizli çalışan yasal ajanlık örgütleridir... Öyle ki; kimin ne zaman, nerede, ne yaptığı, devlet
pastasını nasıl ele geçirdiği, yağmalanma operasyonlarında muhaliflerin suiistimallerinin,
vurgun, talan, yağmanın günü gününe izlenip belgelendiği yerlerdir...
Ve bu bilgi izleme, elde etme, belgelere ulaşma, resmi
belgeleri arşivleme işlemleri kusursuzca yapılır ve saklanır... Yeri ve zamanı geldiğinde
politikacılar, partisinin
rezervlerindeki sırlardan hangisi daha güçlüyse, rakibini hangisi daha
kısa zamanda yok ederek iktidarın yolunu kendisine açacaksa o belgeyi, bilgiyi
sırrı çekinmeden zevk alarak kullanır.. Üstelik bu davranışını kamu oyuna verdiği zarar, milli çıkarlara
ters düşüp düşmemesi, devletin ve ülkenin birlik bütünlüğünü zora sokması gibi
konularda bir an bile tereddüt etmeden kullanırlar... Bu yönleriyle partiler
yasal ajanlık örgütleri şeklinde çalışırlar...
Bazen Politika hiçbir şey yapmadan dünyayı kurtarma
görüntüsü vermek, en büyük özgürlükleri getirmeyi vaat etmek, yandaş insanları
zenginleştirmeye-devlet olanaklarını onlara sunmaya söz vermek ama; vaatlerden hiç
birisini yapmadan hatta kılını kıpırdatmadan halkı buna inandırmak alkış ve
takdir toplama başarısıdır...
...
Politikacının büyüklüğü, kendisini iktidara taşıyanlara
avanta sağlaması ve devlet olanaklarını onlara sunma boyutuyla ölçülür... En
iyi ve en büyük politikacı da devlet hazinesini en fazla soyan–soğana
çevirendir...
...
Çevresindekilere her zaman gönençli, sevinçli, her işini
halletmiş, neşeli, coşkulu ve yeryüzünün tek gücü olarak görünmeye çalışan
politikacı, aslında kendisiyle her zaman küs olan bir varlıktır...
Taktığı maskelerle zedeli ve asla olgunlaşmayan kişiliğini
sürekli saklayarak yok saymayı başarır... Ama arka bahçeleri her zaman suçlarla,
olayları istediği biçimde çevresine sunmak için inanılmaz suistimallerle, suçlarla, doludur...
Gazeteciler de politikacıların taktıkları bu maskeyi
indirmeyi başararak arka bahçelerindeki suç mezarlarının üstünü zaman zaman
açarak halka göstermeyi başaran adsız politikanın olmasa olmaz kahramanlardır...
Bu boyuttan bakıldığında gazeteciler- medya çalışanları politikanın ve politikacıların
bazen dostu , bazen de düşmanı rolünü oynarlar...
...
Politikacılar her şeyi aslında lafta kalan, renkli dünya
resimleri satan umut tacirleridir...
...
Politikacı en kötü yenilgisinden bile kendisine zafer
çığlıkları attırabilecek payı bulup çıkartmayı başaran kişidir...
...
Politika bir ucunda zirve, diğerinde darağacı olan
tahterevalli, politikacı da bu iki uç arasında dengeyi sağlamaya çalışmak için
oynayan cambazdır.... Darağacı yönüne doğru kayıp daha sonra kurtulanlar olduğu gibi, zirvedeyken
devletin tepesindeyken idam sehpalarına gidenler de görülür... Aslında darağacı
politikacıyı milli, evrensel kahraman yapabileceği gibi, bazen de yok edecek
unutturur... Politikacının zirve ya da
darağacına gitme oranı yüzde ellidir..
...
Tarihte binlerce yıl geçmesine karşın unutulmayan politikacılar; inançları ve
düşünceleri uğruna gözünü kırpmadan dar ağacına giden; ya da idam edilirken
bile vakurluğunu koruyandır...
...
Politikacının lügatinde halka acıma, paylaşma, adaletle
yönetme, hoşgörü gibi erdemlere rastlanmaz...
…
Yapmadığı hizmetleri yapmış gibi gösteren; pireyi deve gibi
yapıp anlatan politikacılar halkı aldatma konusunda tam bir sihirbaz gibi
davranır…
...
Politikacılar her zaman ne yapmak istediklerini bilmezler;
onları kendilerinden daha az akıllı olan çevresindeki insanlar yönlendirir ve
yönetirler... Üstelik politikacılar kendilerini yönettirmekten ve
yönlendirilmesinden inanılmaz haz duyarlar...
...
Politikanın tavandaki ve tabandaki de kısmen delidir...
...
Kısa vadeli ekonomik itibar, koltuk yararlarını kendisi için;
dürüstlük mirasını da çocukları için yaratmaya çalışan politikacılar;
genellikle çocuklarına kötü bir miras bırakırlar...
Çünkü politikacıların büyük kısmını iktidarları dönemlerinde
kişisel doyumsuzluklarını bir türlü
gideremeyecekleri için
dürüstlüklerini koruyamayacak
kadar kirlenirler..
...
Bazı politikacılar dünyada en itibarsız, en az güvenilen
insanlar sınıfına girmelerine karşın; bu kişilere içinde malımız, canımız,
namusumuz, geçmişimiz, geleceğimiz olan devleti teslim ederek ne kadar aptalca
davrandığımızı tüm dünyaya kanıtlamış oluruz...
...
Politikada dostluk ve düşmanlık yoktur; sadece çıkar
vardır...
...
Devlet yönetimini ele geçirdiklerinde staj yapar konuma
yükselen politikacılar ömürleri boyunca bu okuldan asla mezun olamadıkları için
hep kötü birer öğrenci olarak kalırlar...
...
Politika rüzgarlı umutların, zaman nehirlerinde yitip
gitmesinden sonra arkasında ölümü bekleyen yaşlı bir kişi bırakır...
...
Politikacılar kezzap kuyularına itip canlı canlı yok etme
yerine, insanları bu kuyulardan çıkartmaya, kurtarmaya çalışsalardı evren daha
fazla barış ve sevgiyle dolardı..
...
Herkes ister ama; başaranlar politikada–partinin en
zirvelerine yükselip devletin kaynaklarını ele geçirip yönetir ve
zenginleşirler...
....
Uygar toplumlar ilkel, ilkel toplumlar da uygar politikacı
yaratamazlar... Her kaba girmeyi başaran politikacılar her çağda içinden
çıktıkları toplumun şeklini alırlar...
...
Kişisel işinde başarılı olamayan ve
maddi ve manevi her türlü kredisini yitiren kişilerin son durağıdır
partiye girmek ve politika yapmak...
...
Politikacılar havanda su döverek halkı, helva yaptığına
inandıran, yalanlarıyla avutan sihirbazlardır...
...
Her politikacı bulunduğu makama kesinlikle başkalarının
oyları ve başkalarının akıyla-parası ve gücüyle gelmiştir...
...
Kendisini kurtaramayanların dünyayı ülkeyi kurtarmaya
cesaret edebilecekleri, üstelik kendisine inanan yandaşlar bulabilecekleri tek
yerdir partiler...
...
Politikacılar kendi söylediklerine gerçekten inandıklarında,
insanlık evrim yolunda önemli bir adım daha atmayı gerçekleştirmiş olacaktır...
....
Bazı politikacıların görüşlerine, iddialarına, düşüncelerine
sakın aldanmayın; çünkü görüntüleriyle gerçek yaşamları arasında her zaman
yüzde yüz zıtlık gösterirler... Örneğin oldukça demokrat görünen politikacı, kapalı kapılar arkasında,
ikili ilişkilerinde, parti çalışmalarında her zaman kesinlikle diktatördür... Sosyal
demokrat havalarında gecenler dindar; dindar görünenler radikal dinci, Komünist görünenler kesin kapitalisttir... Politikacıların
vermeye çalıştıkları görüntüleriyle özel
yaşamları, icraatları ve kapalı kapılar arkasındaki görüntüleriyle halka gösterdikleri yüzleri her çağda olduğu
gibi farklı farklı olmaya devam edecektir... Zaten politikacılar bu şekildeki
yapay görüntü ve davranışlarıyla da sürekli halkı şaşırtmaktadırlar... Böylece
onların oylarını alıp, devletin imkanlarını kendi çıkarlarına ve yandaşlarına
kullanma konusunda profesyonelleşmişlerdir…
...
Sade yurttaş, devlet isimli ineğin sütünden birkaç damla
yararlanma çabası içindeyken; politikacılar bu ineği ceplerine sığdırmaya
çalışıp götürmeye heveslenen, buna da kalkışan insanlardır...
...
Seçimle işbaşına gelen politikacılar her zaman seçkin
olamazlar...
...
Beşikten mezara kadar toplumla ilgili tüm kararları veren,
devletin tüm yetkilerini ellerline geçiren politikacılar; savaş ve barış
konusundaki davranışlarıyla ya vatan haini ya da ulusal kahraman ilan edilecek
noktalarda bulunurlar...
...
Politikacıların devleti soymaya kalkışmalarının birinci
nedeni; devleti babalarının çiftliği olarak görmelerinden kaynaklanır...
...
Politika bana göre her
yüzyıldan daha çok bu yüzyıldaki en büyük yutturmacalar-kandırmacalar-yalanlar
arasında ilk sırada yer alır...
....
Gönümüzde lider hırsını aklının önüne koyduğu;
anlaşmazlıkları boyutlarını bilerek ve kasıtlı olarak büyüttüğü, kaprisi,
kişisel çıkarlarını partinin ve devletin çıkarlarının üstünde tuttuğu oranda
büyük politikacı olarak değerlendirilmektedir..
...
Politikacılar iç politikadaki başarısızlıklarını,
tutarsızlıklarını, her zaman dış politikayla dengelemeye çalışan bir türlü
dengesini sağlayan amatör cambazlardır... Politikacılar ülke içindeki başarısızlıklarını, yeteneksizliklerini
unutturmak için devletin tüm olanaklarını milyonlarca halkı savaşa götürmekten,
katledilmelerine neden olmaktan çekinmezler... Tüm savaşları her yüz yılda
politikacılar başlatmış ve politikacılar sonlandırmıştır... Ama ölenler her zaman politikacıya hizmet eden, oylarıyla
ona devletini teslim eden masum insanlar olmuştur... Zaten politikacıların
yumruklaştığı, birbirlerinin gırtlağına sarıldıkları, en kötü savaşlarda, hatta
cephelerde bile görülmemiştir, bundan sonra da görülmeyecektir...
...
Liderler bazen
cümlenin ilk ve en büyük harfi; bazen de en sonundaki nokta olurlar...
...
Toplumda cesaret olarak nitelendirilen DELİ’ lerin
kendilerine sığınak bulabilecekleri tek yer partilerdir-politikadır...
...
Boş ve asla gerçekleşmeyecek umut üretmekte politikacıların
üstüne yoktur...
...
Politikada suçlara ve başarılara ortak olarak yürünür; sonuç
başarılı olursa liderlere mal edilir; başarısızsa partili birinin ya da halkın
üstüne atılır...
...
Politikanın en ön saflarında kullanılmak üzere hep aklı
biraz kıt insanlara rastlanır... Biraz akıllılar onların arkasında en geride de
her an ve her zaman öne çıkabilecek biçimde akıllılar bulunur... Ama delilerden
fırsat kalmadığı ve kalmayacağı için akıllıların ön plana çıkması ya unutulur;
ya da hiçbir zaman gerçekleşmez...
...
Günümüzdeki bazı politikacılar dünyayla alay etmeyi meslek
haline getiren; yaşamın komedyenliğine soyunanlardır...
...
Politikacı aklı ve düşüncesinde kendisine hayran olan
kişidir...
Her politikacı vitrinine olumlu, çarpıcı, varsa erdemli ve üstün taraflarını sergiler... Bilenmeyen olumsuzluklarını
ve karanlık soğuk depolarının derinliklerinde, sadece çevresinde birkaç kişinin
bildiği olumsuz yanlarını saklar...
...
Politik ahlak her zaman çağın ve toplumun gereksinimlerinin
gerisinde kaldığı için erozyona uğramaya devam etmektedir...
...
Politikacı evrende gözün görebildiği her şeye hükmetmek,
sahip olmak, gibi ütopya peşinden ömür boyu koşmaktan yorulmayan insandır...
Her politikacı gün gelip evrenin tek sahibi ve hakimi olacağına kesinlikle
inanır...Ev evreni bir gün tek başına yönetmenin hayalleriyle yanar tutuşur... Hatta
o zamanın gelmesini sabırla beklese de buna ömrü yetmeyecektir..
...
Politika her yüzyılda çok ciddi iş ve uğraş olmasına karşın
hep arsız, bazen de yarı deli hatta
ciddi olmayan insanların eline geçtiği defalarca kanıtlanmıştır....Zaten
günümüzde de politika da komedi çağının yaşanmasına devam edilmektedir....
...
Politika amaca uygun olduğu sürece yücedir; ama
kişiselleştirildiği, bireysel çıkarlara hizmete dönüştürüldüğünde ise
iğrençleşir, basitleşir, çirkinleşir, bataklık çukura dönüşür...
...
Seçimler devlet pastasının etrafında 5 yıl çöreklenerek
karınlarını tıka basa doyuran milletvekili kadrolarının bir bölümlerinin
sofradan uzaklaşması; onların yerine yenilerinin gelip oturması için
yapılır.... Gelen her yeni vekillerde kendilerinin, yakınlarının, kendilerini
iktidara taşıyanların karınlarını iyice doyurduktan sonra pastanın artan
kısımlarını, kırıntılarını da geniş halk kitlelerine dağıtılmasına ses
çıkartmazlar...
...
Politikada akıllılar tartışır; aptallar karar verir; deliler
uygular... Sonuç başarılı olursa lidere, kötü olursa da halka mal edilir...
...
Politikacı hangi makama ulaşırsa ulaşsın; çocuğuna
bırakabileceği miras kirlenmiştir...
...
Akıllı bir yurttaşın politikası tüm partiler, tüm
ideolojilerdir...
...
Politikacı önce kendi
yalanlarının ve hayallerinin, sonra da partisinin genel başkanının uşağı ve
kölesidir... Genel başkanlarda hakim güçlerle, dışarıdaki güçlü dünya
devletlerinin kuklasıdır...
...
İdeolojiler önce kendisini iktidara taşıyan politikacıların
kellesini kopartır; sıra halka geldiğinde artık geri dönülmez karanlık ve
çalkantılı, kabuslarla dolu bir dönem başlar; belki de bir ulus tarihten
silinir... İdeolojiler derinlikleri bilinmeyen karanlık dipsiz kuyulardır...Tüm
insanlığı kurtaracağını vadeden politikacıların büyük bölümü o karanlık kuyu
tarafından yutularak yok edilir...
...
Cinayet işlemeyen ve işletmeyen ideoloji yoktur.
...
Politika yalanlanmak ve doğrulanmak için üretilir: hangi
görüşü savunanlar daha kültürlü, daha deneyimli, daha başarılıysa; öteki görüşü
yener... Böylece temelde ve tepede yanlış olan fikirler bazen doğru, bazen
doğru fikirlerde yanlış olarak uygulanır... Böylece halk yaz- boz tahtasına
dönüşerek hırpalanır, ezilir, yaralanır, acı çeker, devlette bundan her zaman
görür...
...
Politikada özgürlük örgütün partinin tek hakimi ve kralı
olan genel başkanın istediği sınıra kadardır... Genel başkanların tamamı da
diktatörlük rolünü kimselere kaptırmadıkları için, makamlarından sadece ölümle
ayrılırlar…
...
Bir ülkedeki geri kalmışlığın, yoksulluğun, savaşın, barışın,
üstün uygarlığın sorumluları sadece ve sadece politikacılardır...
...
Politika insanı okşayıp yüzünü gülerek, hatta överek
kazıklama uğraşıdır... Karşı taraf bunu gönüllü olarak kabul ettiği, alan razı
satan razı olduğu için de politikacının bunda fazlaca sorumluluğu yoktur...
Kazığı yedikten sonra anlayan, bu aşamadan
sonra politikacıya yapabileceği fazla
şey yoktur... Ayrıca atılan kazığın davası da olmaz...
...
İyi ahlak ve politika aynı bünyeye sığmaz...
...
Politikacı yaşamı boyunca ya iyi ahlakı, ya da politikayı
tercih etmelidir...
...
Politika çelişkili ifadelerle gerçeği istenilen şekilde
gizlemeyi başarma uğraşıdır...
...
Politika diken üstüne çıkan kişinin orada kalabilmek için
her türlü manevralar, kıvranışlar, acı çekerken kahkahalar arasında göbek
atıyormuşçasına çevreye neşeli görünmek ve halkı her koşulda oyalama ve
kandırmaya çalışma uğraşıdır...
...
Her politikacı kendi yalanına inanır...
...
Yüce erdem sahiplerinin politikaya girdikleri görülmemiştir;
yanlışlıkla politikaya bulaşanlar da
gördükleri ilk pislik ürkerek hızla geriye dönmüşlerdir.. Orada kalanlar
ise kirlenmeyi ve kirletmeyi göze alan kişilerdir...Zaten pislik ve çirkefleri
içine sindiren kişiler de yüksek erdemlerini yitirmiştir... Politikanın
labirentleri yitirdikleri erdemleri
arayanların cesetleriyle doludur...
...
Hukuk sistemi iyi ve uygar işleyen devletler de
politikacıların ömrünün yarısı yaptığı suiistimallerin, vurgunların, talanların
hesabını vermek için adliyelere gidip – gelmekle geçer... Yolu adliyeden, zindanlardan
geçmeyen politikacıya günümüzde olgunlaşmamış ham ve yeteneksiz insan gözüyle
bakılıyor... Hatta öyle ki bazı politikacıların ömrü yaptığı suiistimalleri,
yağma, vurgun, talanların hesabını vermeye, cezasını zindanlarda çekmeye
yetmez...
...
Politikacının hareminde, emrinde kadın ve erkeklerden oluşan
bir kullar ordusu bulunur....Ancak bu hareme girmek, orada kalmak isteyenlerle
peşinen şunu anımsatmak gerekir ki; eğer erkekseniz kadınlarınızı, eğer
kadınsanız kocalarınızı unuttuktan sonra oraya girin.... Çünkü canınız, kanınız,
kocanız bedeni ve fikri her türlü üretiminizle politikacı sizi ömür boyu
hizmetçisi ve kulu olarak kullanacaktır... Üstelik politikacının hareminde kalma
süresinin hiç önemi yoktur; çünkü oradan çıkan kadın ve erkeklerin ne
kendilerine ne de topluma artık hiçbir yararı olmayacak kadar kirlenmiş, yıpranmış
eskitilmiş, tüketilmiş, her türlü suça bulaştırılmış, çamurlaştırılmış
bitirilmişlerdir... Çünkü bu kişiler sadece hareminde görev yaptıkları
politikacının işine ve isteğine uygun bir nitelik kazanmışlardır...
...
Politikacı halkı yalanla doyuran; barışı, kardeşliği, hoşgörüyü, hep sözde
gerçekleştiren hayal tacirleridir...
...
Seçim denilince her politikacının sadece kendisini seçtirmek
amacıyla rakiplerine karşı yaptığı her türlü yöntemin, ayak oyunlarının geçerli
olduğu, halkı kandırma–yutturma–uyuşturma – ayakta uyutma uğraşı aklıma
geliyor....
...
Politikacı hak etmediği, her zaman devlet bütçesinden
kendine yonttuğu servet biriktirme; parayı kendisine efendi yapma her çağda
tedavi edilemez boyutlarda ağır seyreden bir hastalıktır...
...
Bilim ve bilim adamları politikacının kişisel çıkarlarına yasal
ve bilimsel kılıf uydurmak için kullandıkları satranç taşlarıdır...
...
Politika hayaller ülkesinde olmayan imparatorluğa soyunma
hevesidir...
...
Politikacı kendisinin ve kamunun vicdanında hiçbir zaman
aklanamayan, zararlı bir varlıktır...
...
Politikacıları zararları dokunmayacak sınıra kadar sevmenin
bir sakıncası yoktur; sınırı aşan, sonuçlarına da katlanacak demektir...
...
Politikacının bir türlü kabul etmediği başka bir olay da;
yoksulluktan gelip, politika yaptığı sürenin sonunda zenginleşmesidir... Çünkü hiçbir politikacının mal varlığı seçilmeden
öncesi ve sonrasında kesinlikle aynı olamaz... Devletin bir makamını ele
geçiren politikacının mal varlığı kesinlikle yüzlerce, binlerce milyonlarca kat
artar... Zaten günümüzde, yüzyılımızda devleti yöneterek mal varlığı artmayan,
politikacıya da aptal gözüyle bakılmaktadır...
...
Bazı politikacılar gerçeğin katili; yalanın yılmaz ve
ölümüne savunucularıdır...
...
Acıdır ama politika çoklu yalandır...
...
Politika ve politikacı denilince aklıma her şeyin; sahtesi,
yalanı, abartılmışı, olumsuzu, hilelisi, çirkini, eskitilmişi, yıpratılmışı,
suçlanmış ve kirletilmişi geliyor...Politika denilince yine sorunların çözümlerinin anahtarlarını
ellerinde tutan, en basit olayı bile çözülemez hale sokarak kendisini vazgeçilmez sorun çözücü
olarak kabul ettiren, yapay kişiler aklıma geliyor...
...
Öyle ilginçtir ki; bu dünyada politikacıların yerini
doldurabilecek-tutabilecek başka bir güç, farklı bir madde yoktur..
...
Politika, liderin yüzde yüz yanlış olduğuna inandığı
düşüncelerini, daha alt kademelerin uygulamaya çalışmak için verdiği uğraşlar
bütünüdür...
...
Politikacı bazen kafasını bile bile kayaya çarpan, yumruğunu
isteyerek taşa vuran insandır... Üstelik bunları yaparken de gülmeyi ve
güldürmeyi başaran, çevresindekileri de kahraman olduğuna inandırma yeteneğine
sahiptir....
...
Düşman komşu ülkelerin tek istedikleri, tek aradıkları şey;
başarısız ve kötü politikacıların devleti yönetmesidir… Bir ülkenin
politikacılarını, düşman ve komşu bir ülkenin beceriksiz ve aptal
politikacıları görmekten daha çok sevindirecek
başka bir değer yoktur...
...
Politikada seçimler ve güçlü kadrolar oluşturmak için yapılsa da bu
iş bir türlü hedefine tam olarak ulaşmaz.. Çünkü her seçimde daha önce işe
yaramayan, eskiyen, yüzde yüz değiştirilmesi gereken politika cambazları her
türlü numaraya başvurarak yeniden seçilir..
Böylece lider politikacılar
düşündükleri güçlü, taze, yıpranmamış, eskimemiş kadrolara bir türlü
ulaşamazlar.... Böylece devleti yönetmek için düşündükleri erk‘e bir türlü ulaşamazlar...
Politikacıların bu kurnazlığı
lider konumundaki politikacıları her zaman engellemiştir...Bundan sonra da bu
kural işlemeyi sürdürecektir... İşte başarısız olan politikacıların faturasını
her zaman halk ödemiştir, ödemeye devam edecektir...
...
Politikacı aynı konuda; sabah, öğle, ikindi, akşam, hatta
her dakika başında farklı farklı düşünür; farklı davranır... Bazen bu değişim
dakikalar ve saniyeler içinde de kendini somut olarak gösterebilir…
...
Bazı politikacıların
kendisini göstermeyi çok seven, hatta kendisine tapan (narsist) bir yanı
vardır... Her zaman, her yerde kendisini sergileme hastalığının canlı tuttuğu
sürece politikacı politikasına ve yaşamaya devam eder...
...
Politikacılar yasaların acımasız yanlarını yaptırımlarını
hep halka ve rakip partiler üzerinde uygulanmasını, kendilerine ise rahat,
kolay, kişisel çıkar sağlayabilecek yönlerinin bulunarak uygulanmasını, bu
yönlerinden yararlanmayı düşünürler ve de bu şekilde uygularlar... Sadece bu
düşüncesi bile politikacının ne kadar bencil olduğunu somut biçim de ortaya
koyar...
...
Politika perdesi sadece bir kez açılan; ölünceye kadarda
asla kapanmayan bir tiyatro oyunu gibidir... Bazı politikacılar da burada rol
yapan profesyonel komedyenlerdir... Sahnelediği
oyunlarıyla güldüren, düşündüren, ağlatan, tüm bunları yaparken da malı
götüren, halkı ve devletin malını sömüren gerçek kişi rolünü oynar.. Üstelik her politikacı binlerce fıkraya
konu olacak kadar renklidir... Zaten doğanın yarattığı zengin ve renkli varlık
olmasalardı peşlerinden milyonlarca kişileri sürükleyemez lerdi... Ve politika
her zaman oyun içinde oyundur...
...
Uğraşları-hobileri–işleri ve kişilikleri gereği
politikacılar yaşamlarının hiçbir aşamasında huzur bulamamış-huzur içinde
ölememiş ilginç varlıklardır...
...
Huzur sadece bilgelikledir...
...
Acı vermek, kandırmak, yutturmak, hile yapmak, kazık atmak,
soygun yapmak, halkı aldatmak politikacıların en belirgin karakter özelliğini
oluşturur... Bu nitelikleri taşımayan
politikacıların da politikacılıkla ilgisi yoktur, aslında o kişi sadece
kendisini kandırmaktadır...
...
Politikacılar görünürde halkı yaşatmak, devlet imkanlarını
büyütmek, korumak, geliştirmek, bunları yaşama
biçimi ve kültürü haline getirmek için demokrasinin temel taşı olduklarını
söyleseler de; fırsatını buldukları her saniye de demokrasiyi yok etmenin,
diktatörce davranarak makamlarında ölünceye kadar kalmanın çarelerini ararlar
bulurlar ve de uygularlar... Zaten demokrasi
politikacıların saldırısı, örselemesinden kurtulabildiği ölçüde yaşamayı
başaran nadide bir çiçektir...
...
Politika yapısı gereği;
her yüzyılda halkın temsilcisi olduğunu söyleyen, demokrasinin erdem ve
kurallarından söz etmesine karşın onu her zaman öldürmeye çalışan palyaço kılıklı
insanları her çağda bolca üretir...
...
Politikacılar kafaları karıştırmak için bu gezegende bulunan
insanın kendi kendine yarattığı en zararlı varlıklardır...
...
Politikacı yaşamının her aşamasında kullandığı ve kullanacağı
tüm doğruları kendisi yaratır, inanır, uygular.... Milyonlarca yıldır insanın
yarattığı doğruların, ahlaki değerlerin, yiğitliğin, cesaretin onun için hiçbir
anlamı ve önemi yoktur...Politikacıya göre toplumun inandığı her şey hatalı,
kusurlu, gereksiz ve yanlıştır... Dünyada sadece onun etrafında dönmektedir;
uyguladığı değerlerin başarısının ödülünü
her zaman kendisine, zararlarını da hep halkın sırtına yükler...
...
Politikacı profesyonelleştiği ya da piştiği ölçüde hayal
dünyalarını kurma becerisi ve insanlara
içi boş hayaller üretip satma yeteneği
kazanır... Daha ileri yaşlarda; yani daha da yetkinleştiğinde; her saniye bir çok hayal yaratıp yıkarak halkı ve çevrelerindekileri
hep bu dünyalarla oyalarken asla istemeden gözü her zaman makamında kalarak
yaşamından ayrılır...
...
Politikanın labirentleri, orada yiten, suçlu, beceriksiz,
belki de masum ama halkı aldatmaya çalışırken aldanan politikacıların
cesetleriyle doludur...
...
Politikada herkes lider olmak için yola çıkar ama;
işkenceler, darbeler, ölüm tehlikeleri,
darağaçları, kurşunlarla dolu sınavlardan
geçmesini başaran 70-80 milyon
insandan ancak bir elin parmakları sayısı kadar kişi liderlik makamına
ulaşabilir...
...
Bir el, bir tek dudak hareketiyle devletin kademelerinde
istediğini yaptırma gücünü eline geçiren politikacı kafeslerindeki kuşlar gibi
sinip oturan bürokratlarla kedi–fare gibi oynar... İşin daha da garibi
politikacıların kedi-fare oyununa hiçbir bürokrat ses çıkartmadan makamlarında oturarak zamanın
ve verilecek rolü belirten resmi yazının kendisine gelmesini bekler; diğer
deyişle bürokratlar kedi fare oyununda bazen gönüllü–bazen de zorunlu rol
alırlar... Her iktidar değişikliği; bu oyunu tekrar tekrar sergiler...
...
Kendisini milyonlarca insan gözlemesine karşın; her türlü topluma kazık atma, işine geldiği gibi davranma,
kişisel çıkar sağlama gibi davranışlarda bulunan politikacı izlenmediğine
inandığında dünyayı bile satardı....
...
Zeki insanlar ve bilgeler politikacılara her baktıklarında,
onların maskesiz ve doğal yüzlerini görmeyi başardıkları için politikadan ve
politikacıdan asla hoşlanmazlar....Ama politikacı hiç seçilmese de ısrarla
halka bayılan, onu sağılacak inek, sıkılacak bir limon gibi yağlayıp tava
getirmeyi çalışan aşık bir insan rolünü çekinmeden oynar-ve başarırlar...
...
Toplum olarak bizlere düşen tek görev; politikacıyı kendi
çıkarlarımız devlet ve ülke yararları konusunda çalışmaya motive etmek,
yaptıkları başarılı çalışmalarda alkışlamak, övücü olmaktır... Yanlış yapanlara
ise hiçbir zaman oy vermeden cezalandırmaktır…
...
Politikacı toplumu her zaman yanlış, karanlık, sonsuz
labirentlere götürerek çözümler elinde tutarak; kendisini aranan çözüm üreten
insan haline getirmeyi başaran bir insandır...
...
Politikacı karşılığını kat kat alamayacağı hiçbir alana
yatırım yapmaz, parasını harcamaz; hiçbir ortamda bulunmaz hiçbir partiye üye
olmaz–hiç kimseyi partisine üye yapmaz... İtibarını boş yere harcamaz; bir yere en küçük bir katkıda bulunduğunda
onun karşılığını yüzlerce, binlerce kat almayı garanti ettikten sonra o işe ve ortama girer ve tüm ipleri her zaman kendi ellerine tutar...
...
Politikada sevginin ve erdemin yerini her yüz yılda
defalarca zorbalık zorlama, tehdit, entrika, pislik almıştır ve kural şaşmadan
işlemeye devam etmektedir...
...
Tarihin mezarlığı ülkelerini, milletlerini aydınlığa götürme
iddiasıyla onları karanlık bataklıklarda yok eden lider örnekleriyle doludur...
...
Eline fırsat geçiren politikacı babasına-evladına bile
acımaz...
...
Politikacı rüyalar ve hayallerin adamı olduğu için
seçimlerde oy kullanıp sandıklar açılıp sonuçları alındığında, eğer yitirmişse
balonun patlaması gibi hayalleri rüyaları yok olup gider... Politikacıyı ayakta
tutan, rüyaları ve asla gerçekleşmeyecek olan hayalleridir...
...
Halk en alttaki politikacıların, politikacılar liderin, lider de dünyadaki ve
ülkedeki hakim güçlerin figüranı olmakta kurtulamazlar...
...
Seçimi yitiren politikacıların gözyaşlarının altında
devletlerin , milletlerine, ülkelerine hizmet edememek değil devlet isimli pastanın kenarına bir daha asla
yaklaşamayacaklarının acısıdır...
...
Liderlerin bilgeleşerek devletlerine milletlerine, ülkelerine ve kendilerine yararlı
olabilecekleri sürede tüm yaşamlarında ve politik uğraşlarında 5-6 yıl gibi
kısa süredir...
O dönemde politikacı devletin önemli bir yerinde bulunuyorsa
ülkesine, devletine, milletine ülkesine yardımlarda bulunur, daha yukarılara
taşır; ama o sıralarda önemli bir yerde bulunmuyorsa, hatta muhalefetteyse, kimse
varlığından haberdar bile olamaz...Hırsları, kinleri, entrikalarına boğularak
ölüp gider...
...
Tarih oyla yazılır ; oy çaredir ; oy çözümdür ; iktidarları
belirleyen , değiştiren tek sihir ve mutlak güçtür...
...
Politikacı hep talep eden, hep alan, asla doymayan; toplumu
ve devleti kendi çıkarlarına göre acımasızca kullanandır...
...
Politikacı düşünür olamaz; çünkü onun düşüncesi halk ve
devleti yönetirken kişisel çıkar sağlama üzerine kurulduğu için; daha çok
haksız para, daha çok zaman, daha çok
iktidar hırsları arasında geçip gider ömrü...
...
Politikacılar dünya sahnesindeki insan yaşamın hem gülü; hem
de dikenidir...
...
İnsanlara lütuf olarak dünyaya geldiklerine inanan politikacılar
seçimden önce normal insan, seçilip makamlarına geldiklerinde de kendilerini
yüce güç olarak görürler; herkesin kendilerine tapınmasını isterler...
...
Seçimlerdeki barajlar politikadaki hakim güçlerin devlet
pastasını daha fazla kişiye paylaştırmamak için koydukları bilinçli ve yasal
engellerdir...
...
Politika da bir yerlere tamamen rastlantılar hatta kazalar
sonunda gelinir; bazen de aynı yollarla geri gidilir... Normal yolla bir
yerlere gelinip–bireyin kendi isteğiyle gittiği genellikle görülmemiştir...
Görülmeyecektir...
...
Politikacı bulunduğu her başarısını savaşta elde ettiği bir
cephe*, olarak düşünür; orayı yitirmemek için, gerekirse topla, tüfekle, parayla,
oyla, tehdit ve şantajla, itibarla,
entrikayla , saldırganlıkla korur ve kimselere kaptırmak istemez...
...
Kendileri temiz olmadıkları için; bazı politikacılar vaad
ettikleri temiz toplumu asla yaratamazlar... Temiz toplum için politika
üretmeye ve uygulamalar yapmaya kalkıştıklarında de çok gülünç duruma düşerler...
...
Don değiştirmekten daha sık parti değiştiren bazı politikacıların
değiştiremeyecekleri tek şey kafa yapılarıdır... Her politikacı çağının ,
halkın gereksinimlerinin yüzlerce yıl gerisinden gelir... Böylece her çağda,
her zaman kendisine yararlı olmasının dışında bu güne kadar topluma ve tüm
insanlığa yararları genellikle görülmemiştir... Kafa yapılarını değiştirmeyi
bırakın onun bilincinde olmamaları bile
normal karşılanmalıdır...
...
Koskocaman bir ülkedeki politika bir elin parmaklarından
daha da az sayıdaki lider görünümündeki kişilerin kaprisi, çıkarı, koltuk
hırsı, kişisel kavgası, laf ebeliği, entrikalarının çevresinde devinir,
şekillenir, biçim alır ...
Bu yarış lider yaşadığı sürece hiçbir zaman tam olarak
sonuçlanamaz... Bu devinimler sırasında o ülkedeki tüm insanlar da partide başrol
verdikleri liderin gönüllü figüranları rolünü üstlenirler... Lider de
halkta kendi rolünden genellikle
mutludur... Çünkü her lider rastlantı olarak esen rüzgarın etkisiyle partisinin
zirvesine çıkar orada kalır...
Hiçbir liderin partisinin zirvesinden kendi isteğiyle
indiği, oylarla demokratik biçimde ayrıldığı görülmemiştir... Kurultaylar da
partisinin başından ayrılmak zorunda bırakılan liderler de partisini kişisel
kin, hırs, intikamı uğruna birkaç
parçaya bölüp; büyük parçalarını ya da
yine kendi işine yarayacak biçimde alıp götürmüştür... Bu oyun hep
sürecektir...
...
Yiğitçe, erdemlice yapılan politikaya doyulmaz...
...
Borsa gibi politikada her seansta değişik güçler sahneye çıkar, dengelerin,
odakların, sivil toplum ve siyasi lobilerin sürekli başka noktalara doğru
kaymasını ve ivme kazanmasını sağlar... Usta politikacı da bu güç odakları
üzerinde parti gemisini batırmadan götüren kaptandır...
....
Günümüzde politika devletin hazinelerini yasal yollardan
kendi çıkarına uygun şekilde sömürme başarısıdır...
...
İyi ki politikacılar var; halk canı sıkıldığında, morali
bozulduğunda, stresini atmak istediğinde, yaşamın dayanılmaz ve acımasız koşulları
yüzünden bağırıp çağırma, küfür etme gereksinimlerini nasıl karşılardı yoksa? Çare insan rolünü oynamaya çalışan
politikacı toplumun bu yönde
rahatlamasını sağlarken de; kişisel çıkarları için yapamayacağı, aldatmaca,
kandırmaca, yutturmaca, soyma hatta atamayacağı kazık yoktur...
...
Politikacı işini bilen, kendi gemisini yürüten adam rolünü
oynasa bile; her zaman kendi yalan ve
yanlışlarının, hile ve entrikalarının altında kalmaya neden olacak hatalar
yapar... Böyle politikacıların sayısı da bu şekilde davranmayacakların
sayısından daha fazladır... Politikanın mezarlığı bu kişilerin cesetleriyle
doludur....
...
Politikacı yüzde yüz kendisine çalışmasına karşın, fedakar,
cefakar, yiğit, kahraman, halkın dili, gözü , kulağı görüntüsünü ustaca vermeyi
başararak onları kandırıp kendisine sihirli biçimde bağlayan insandır...
...
Pek çok insan; temiz, pırıl pırıl, idealist bir duyguyla
politikaya başlar, ya da başkaları tarafından oraya itilir... Ancak çıktığında pislik çukurundan
çıkmış gibi kirlenmiş, lekelenmiş, eskimiş, yıpranmış, inandırıcılığını tamamen
yitirmiş, hepsinden öte can düşmanları
kazanmıştır...
...
Politikacı her zaman aklını arayan insandır... Bulduğunda da
onu yiyen ve hep başkasının aklıyla yaşamını sürdüren hiçbir zaman kendisi
olamayan bir varlıktır...
....
Politikacı önce kendisini, sonra çevresini, halkını,
devletini, boş olduğuna yüzdü yüz inandığı gereksiz fikirleriyle aldatan
insandır...
...
İyi lider; iyi de bir kahindir..
...
Aktif politika yapanlar kendilerine, eşlerine, çocuklarına, özüne
zaman ayıramadıkları gibi, gazete dergi, kitap okuyup; televizyon – radyo
dinleme ve izleme fırsatları da yakalayamazlar.. Böylece asla bilge olamayan
politikacılar hayatların en büyük hatası yaparlar... Ne zaman ki bir ihtilalle karşılaşırlar, zindana düşürlerse
işte orada kendi yaşamını, politikasını, dünya görüşünü bol bol değerlendirme
fırsatı yakalamış olurlar...
Liderler ne kadar cahil, sığ olurlarsa olsunlar; zindanlarda
ulaştığı bilgiler, yaptığı yorumlar, yaşama hesapları, okumaları , kendilerini
ve başkalarını hatta dünyayı keşfetmeleri sonunda; cahil de girseler zından dan
filozoflaşarak çıkarlar... Zaten dünyaca ünlü liderlerin yolları mutlaka ve
kesinlikle zindanlar dan geçmiştir- geçecektir... Zindan görmeyen lider yaşamının
ve politikanın zorluğuyla henüz
karşılaşmamış, onun çemberinden geçmediği içinde henüz olgunlaşamamış
demektir...
...
Politikacılar kendilerine uygun–inanan- peşlerinden gelecek
kitlelere evrendeki tüm yıldızları vaat edecek kadar hayal dünyaları yaratmayı
başaran kötü sihirbazlardır... Onlara inanan ve peşlerinden giden halkında
kendisini sorgulaması gerekir...
....
Politikacı eşine, çocuklarına, hatta kendisine bile politika
yaparak oyalayan sadece ölüme karşı bu yeteneğini kullanamayan yarı sihirbaz
olan kişidir....Politikacılar eğer ölüme karşı politika yapmayı başarsalardı
dünyada asla ölmeyecek varlıklar olarak yaşamlarını sonsuza dek
sürdürürlerdi...
...
Politikacının hayal kırıklıkları her zaman başarılarından
fazladır...
...
Binlerce yılda oluşturulan politikanın şaşmaz evrensel
kuralları ve formülü her koşulda
politikacıyı ayakta tutabileceği gibi bu kuraldan uzaklaştığında da onu yok
etme riskini birlikte taşımaktadır...
Politikacı politikanın bu evrensel kurallarını, kaypak formüllerini tam
olarak uyguladığı sürece “YALANCI” damgasını yiyebilir ama; sürekli sahnede
kalmaya, politika yapmaya, hatta başarılı olmaya, iktidarları ele geçirmeye
devam eder.. Bu acımasız ilkel, vahşi kurallar uygulanmaktan vazgeçip
duygusal davrandığında ise belki bu
damgasından kurtulur ama bu kez de
kurtlar sofrasında kızarmış ve yenen kuzu haline dönüşür... Politikacı olsanız,
siz hangisini seçerdiniz...Bu konudaki kararınız sizin kimliğinizi de açıkça
ortaya koyacaktır...
...
Politika şöyle ya da böyle dev halk kitleleriyle iletişim
kurarak onları yönetmeye ikna etme başarısıdır...
...
İktidarı sırasında kötü de yapsa politikacıyı herkes
savunur; ancak iktidarını yitirdiğinde politikacı sadece kendi kendini
savunur...
...
Politikacıyı halk kitleleri arasından çıkartarak sahnedeki
tüm ışıkların üzerine çevrilmesini onu merkez olmasını, zirveye oturmasını
sağlayan; ya da geldiği geniş halk
kitlelerinin arasına bir daha çıkmamak için üzere gömen yok eden tek güç oylarıyla
önce halk, sonra da onu izleyen medyadır..
...
Politikacı halk, ülke ve dünya gerçeklerini gördüğü kadar
kendi gerçeğini göremeyen insandır...
...
Politikacı bazen kişisel çıkarlarının peşinden koşarken
onurunu yitiren insandır...
...
Politika kazanmak için hamle üstüne hamle gerçekleştirmesine
karşın bir türlü tamamlanamayan , galip gelinemeyen satranç oyunudur..
...
Politikada yeni ufuklara bu yola daha önce çıkan insanların
cesetleri çiğnenerek koşulur...
...
En güzel politika anılarda kalan, en güzel politikacı da
yaşamayandır.....
...
Politikanın her aşamasında yaşam dahil her şeyi pazarlık
konusu yapılır, alınır–kiralanır–satılır devredilir, tehdit edilir, yok edilir,
yakılır,yıkılır...
...
Uğruna ömür dahil her şeyin harcanabildiği vazgeçilmez bir
tutku olan politikanın neresinde bulunursa bulunulsun geriye dönmek için karar
verenler hep geç kalmıştır...
...
Politika ne kadar ışıltılı, pırıltılı, eşsiz olsa da kendi
düşüncelerini asla kullanmadan; başkalarının fikirlerine hapis olmaktır...
...
Politikayı yaratan insan istese de onu artık yok
edemeyecektir...
O nedenle burada yapılması gereken tek şey yarattığı
politikayı ve politikacıyı yaşamı daha da kolaylaştıracak; kendisine uyum
sağlayacak hale getirmeye ikna etmeyi başarma ve gerçekleştirme
çalışmasıdır.... Bunu gerçekleştirdiği ölçüde de politikacı ve politika insanı
daha büyük iyiliklere ve erdemlere taşıyacaktır... Yoksa vay halkın haline?
...
Politikacı ve halk her an aldatmaya ve aldanmaya-aldatılmaya
yatkındır… Hem politikacı hem de halk her zaman aldattığı için aldanandır...
Politika aldatır; aldanır...
...
Politikacı rakiplerinden alacağı intikam günün gelmesini hırsla beklerken farkında olmadan
uzun yaşayan insandır... Çünkü hırsı, kini, intikam duygusu politikacıyı normal
insanlardan daha uzun süre yaşatır...
...
Her politikacı normal
insandan daha çok hırsına yenilebilen
insandır...
...
Politikacılar yasaları uygulamak için değil; bozmak suiistimal
etmek, öz çıkarlarına-yararlarına kullanmak için bilerek kasıtlı olarak hileli
yaparlar...
...
İfade güçlüğü çeken bazı politikacılar kendilerini toplumun,
bilgi değer ve yargılarının dışındaki
boyutlardan anlatarak onları şaşırttıkları için iktidarı ellerine geçirerek
devleti yönetirler; böylece hileyle halkın tepesine otururlar...
...
Politikacı sorulanı değil; her zaman istediğini söyleme
becerisi gösterir....
...
Bazı politikacılar laf sihirbazı; hizmet fakiridir...
...
Politikacıların dövülecek yanı, övülecek yanından daha
çoktur...
...
Sıradan insanın yaptığı sadece kendisine, politikacının
yaptıkları hareketler ise tüm topluma ve insanlığa zarar verir...
...
Yargıdan korktukları
kadar yargılanacak işler yapmaktan korkmayan politikacılardan bazıları bu
davranışlarını yaşamlarıyla öderler...
...
Kötüler ve kötülüklerden korkanlar politikaya
girmemelidir... Ama maalesef her dönemde bu kural gerçekleşmektedir…
...
Bir dostun, diğer dostuna yapabileceği en yüce iyilik ve en
büyük kötülük onun politikaya girmesini sağlamasıdır...
...
Bazen yılan kadar tehlikeli olan bazı politikacılar halkı
sadece denize atar; sonra da kendisine sarılmasını ister... Denize düşen halk
kendisine sarıldığında da gereğini yapar, işini bitir...
...
Toplumsal yaşamın her aşamasındaki istikrar ne yazık ki;
bazı değerlerini yitiren politik istikrara bağladır...
...
Liderler ölmedikleri sürece partilerinin başında kalmaya
gelirler; liderleri oradan ancak ölüm ayırır...
...
Politikacılar bu gezegendeki tüm ülkelerde aynı dili konuşan,
hemen hemen aynı manevraları yapan evrensel sihirbazlar ve bazen de
komedyenlerdir...
...
Bir ülkede
partilerin, politikacıların olması; o ülkede demokrasinin olduğunu, saydamlığın
yaşama biçimi haline geldiğini kanıtlamaz... Sadece o ülkede demokrasinin
doğması, yaşaması şansını güçlendirir o
kadar...Çünkü politikacı liderlerin tamamı diktatör olduğu için doğmak üzere
olan demokrasiyi, kendi çıkarlarına hizmet etmeyeceğini anladığı için ana
rahminde her zaman bilerek, isteyerek, tasarlayarak yok ederek kendi
iktidarlarını kurmuş, korumuş ve de sürdürmüştür...
...
Politika bazen ölülerin üstünden bile çıkar sağlama
becerisini gerektirir...
...
Politika sonu asla kestirilemeyen, çiçeklerle, devlet
pastalarıyla, silahlarla, darağaçlarıyla, bazen de ölümlerden oluşan uzunca bir
maratondur...
...
Politikadaki evrensel ve egemen güçler gereksinim duydukları
çağlarda ve ülkelerde, bazı
komedyenleri, palyaçoları, her yüzyılda,
her ülkede ortaya koyarak; dünyayı ve insanlığı hep şaşırtır...
...
Politikacılar devleti yönetirken de, politika isimli bıçağı
kullanırken de, her zaman kendi çıkarlarını gözettikleri için toplumun vicdanında
kapanmayan yaralar açarlar... İçinde bulundukları topluma acı verirler, kin ve nefret tohumları saçarak
kitleleri böler ve birbirine düşürürken; iktidar iplerini ellerinden bırakmamak
için hep tek taraflı hareket ederler...
...
Politika da değil bir saat; bir saniye sonra bile ne
olacağı, zamanın ne getirip ne götüreceği belli değildir... Günümüz politikası
da söz borsası gibidir...
...
Politika her şeye karşın insanı ve kitleleri yönetme
başarısıdır...
...
Duyguların hep ön plana çıktığı ve sürekli duygusal
davrandığı için politikacı aklına genellikle gereksinim duymayan kişidir...
...
Politika bazı dönemlerde, bazı parlamenterlerinin nakit paralarla alınıp
satıldığı, ticaretin en pahalı biç imde yapıldığı çağdaş insan borsalarıdır...
...
Politika ya öldürmek için yaşamak; yada yaşamak için
öldürmeyi gerektiren; evrensel ağır
yasaların olduğu bir uğraştır...
...
Üzülerek söylüyorum ki; yaşam tüm boyutlarıyla başlı başına
uzun ve ince bir politikadır...
...
Politikacılar çıkarlarına doğru sürekli yön değiştiren
rüzgar gülleridir...
...
Politika kişinin fikrini, bedenini, her türlü mal ve can
varlığını kayıtsız şartsız liderine teslim etmesidir... Dünyaya ve olaylara
liderlerinin gözünden bakıp görmeye çalışması; onun kulağıyla dinlemesi,
diliyle anlatmasıdır... Kısacası
lidere; fizik ve düşünsel olarak iltica etmesidir..
...
Politika erdemlerle yüzsüzlük her zaman birbirine
karıştırılır...
...
Bazen de en tepedeki politikacılar hırs, kapris, hırs,
kişisel çıkarlarını düşünme ve onları
yeterince doyuma ulaştırma konularında
bazı hırslarını yitirdikleri;
intikam alma ve entrika
yapma yeteneklerini kısmen de olsa
yitirdikleri için ya da bu
duyguları topluma ve kendisine zarar vermeyecek boyutlara indiği azaldığı
için liderlik makamına yükseltilirler...
...
Toplumda eskimiş, yıpranmış, değerini yitirmiş, hatta tutarsız olanların, saygınlık ve yitirdikleri
onurlarını yeniden kazanmak için
gittikleri son duraktır politika...
...
Politikacı özünde çözümsüzlük yaratma, sorun çıkarma için
üretilen yalanlar destesidir... Bunu hem halk, hem de politikacılar sesli
olarak dile getirmektedirler... Politikacıların çözüme dayalı gerçeğe uygun
politika ürettikleri görülmemiştir... Ayrıca politikacılar sorunları çözmek
yerine sorun yaratmaktan, çözüm yollarını tıkamakta, sorunların düğümü ve
çözümünü de kendi ellerinde tutmaktan büyük mutluluk duyarlar... Ancak bunu
şekilde vazgeçilmezliklerini uzun yıllar sürdürebilmektedirler...
...
Mantıkla politika sürekli
birbirlerini aldattıkları, suiistimal ettikleri için hiçbir zaman aralarında
kalıcı barış yapamazlar...
...
Politika ağlamak, gülmek, oynamak, dövünmek, övünmek gibi
tüm çelişkileri aynı anda yapmayı zorunlu hale getiren sahne oyunudur...
...
Politikacılar söylem sanatını yalanlarına alet ettikleri
için edebiyatı da kendi çıkarları için kullanan en kötü edebiyatçılardır...
...
Politika tahmin edilemeyen, gerçekleştirilemeyen, hatta
düşünülmesi bile olanaksız üstün ideallere ulaştırma açlığının duyulması, o
yönde çaba harcanması, yaşamın o boş hayaller içinde tamamlanmasıdır...
...
Bazı politikacılar, her çağda, her yerde, her ülkede
yasalara uygun suiistimal yaparak devletten ve toplumdan çıkar sağlamayı meslek
haline getirip, hesap vermekten sürekli kaçan kişidir.... Üstelik politikacılar
kişisel küçük çıkarları uğruna yüce devletin ve onun kurumlarını her zaman
küçük düşürüp zedelemeye en yatkın kişilerdir...
...
Politikacının her gülüşü, hep öpüşü, genellikle sahte; her
tokalaşması maskeli, her davranışı yapay, her hareketinde oy beklentisi çıkarı
ve kaygısı vardır...
...
Dün söylediklerini bu
gün unutan politikacılar her zaman tükürdüğünü yalayan kişilerdir... Bu eylemi
günde defalarca yaptıkları için önerim; lütfen temiz yerlere tükürsünler... Çünkü
nasıl olsa biraz sonra geri yalayacaksınız..
...
Politika yalanlar dizisinden oluşan çorba düzenbazlığıdır...
Sistemin taşlarının yerine oturmamasından, toplumun kargaşaya sürüklenmesinden,
karanlıkta yaşaması noktasından itibaren başlar politikacının çıkarı...
...
Her zaman ve her koşulda; politikacı kendisini gereksinim
duyulacak kişileri oluşturmayı başaran sihirbazdır...
...
Politikacı kendisine bile çare olamayan, hatta tuvaleti bile
doğru kullanamayan, dişini fırçalamasını bilmeyen, insanların dünyayı değiştirmeye
kalkma densizliğidir...
...
Politikacıların farkında olmadıkları bir başka yönleri de
acilen psikolojik tedavisine
gereksinimlerinin olduğudur... Politikada belli birkaç dönem geçirip, belli yol
alan kişilere de psikolojik tedavinin de hiçbir yararı olmayacaktır...
...
Milletin başına bazen felaketler yağarken; devletin–halkın
yağmalanmasına, mallarının ve paralarının yönetenler tarafından cebe
indirilmesine günümüzde üstün politika deniliyor...
...
Politika yanlışı doğru; doğruyu yanlış gösterme
sihirbazlığıdır...
...
Politikacı normal insan ölçülerine uymadığı, toplumun
değerlerini kullanmadığı için yaptığı işlerdeki yanılma payı yüzde doksan
dokuzdur.. Yüzde birli doğruluk payını da kendi işine gelmediği için bilerek ters kullandığı için ;
politikanın yüzde yüzü yanlıştır; politikacı her çağda yanlış insandır diye
nitelendirmenin de hiç bir sakıncası
yok...
...
Politikacıların ömrü milletin yarısından fazlasını
karşısına; bir bölümünü de yanına almakla geçer... Politikacıya bu hareketinden
dolayı bölücüdür denilmesinde hiçbir sakınca yoktur...
..
Politikacılar özgürlüğünü
kendilerinden başka kimseye layık görmedikleri için iktidar ERK’ leriyle
birlikte; yanlarında zincir, kelepçe, zindan, pranga hatta darağaçları da
taşımaları gerekir...
...
Politika yapmak isteyen gençler lütfen bir kenarda
onurunuzla bekler görünün.... Kişisel ve okul yaşamınız da işinizde başarılı
olduğunu sürece nasıl olsa bir gün birileri sizi politika denizinin içine ya
atacaktır, ya da çekecektir... O zaman belki de sahneye çıkartılmak için aranan
kişi olursunuz; ama birisinin sizi itmesini istediğinizi de hissettirmeniz
gerekebilir... Aksi takdirde politika denizine kendiliğinizden atlarsanız
itibarınız fazla olmaz; aranan, sorun ve çözüm üreten kişi olamaz, o görüntüyü
veremezsiniz...
...
Politikacı kendinin de, toplumunda asla dostu olamaz...
…
Her politikacı kendini toplumun-devletin-kişilerin çözümü
olarak sadece kendisinde görür… Sorunun kendisi olduğunu unutarak, her zaman
çare olduğunu topluma anlatmaya-ikna etmeye çalışır ve de inanılmaz biçimde
bunu başarır…
...
Erdemli politikacı gerçek bir kurtarıcıdır...
...
Politikacılar özel yaşamlarında çoğunlukla iktidara
gelemezler... Aile yaşamlarında her zaman iktidar eşlerinin ellerinde
bulunmaktadır çünkü...
...
Onları kendi doğal çevrelerinde olduğu gibi kabul ettiğimiz
sürece politikacıların hayret edilecek, şaşılacak, şoke edecek yanları
yoktur... Ancak politikacıyı değiştirmeye kalkmak dünyayı değiştirmeye kalkmak
kadar zor olduğu için onların kısa ömürlerinde hoşgörülü davranmalıyız... Onları
anlamasak bile anlıyormuş gibi
görünmemizde hiçbir sakınca yoktur...
...
Politikacı her an farklı davranışlarıyla önce kendisini,
sonra çevresindekileri, sonra halkı, sonra doğayı şaşırtan, her nefesinde kendi
çıkarları doğrultusunda sürpriz yapmaktan hoşlanan bir varlıktır...
....
Politika toplumun her alandaki umuduyla yapılan doyuma
ulaşamayan bir tür mastürbasyondur...
...
Politika devleti yönetenlerin halkla oynadığı tavşan tazı, kedi–fare
oyunudur...
...
Politika akıllıların akılsızları sahneye sürerek
alabildiğine kullandığı acımasız bir kukla oyunudur... Perde arkasından
politikacıyı yöneten güç, her zaman ondan daha güçlü ve yönlendirendir…
Politikacı kullanıldığını anlasa da anlamazlıktan gelir…
...
Politikacı halkın her alanda kendisine inanıp güvendiği
kadar; kendisine inanıp güvenmeyen kişidir...
...
Politika görünmez-havadaki düşsel sahadaki söz maçıdır...
...
Politikacı her zaman devletten, halktan kendisini alacaklı
çıkartan kötü bir patron, bencil bir muhasebecidir...
...
Politika halkın önüne zorla yemesi için konulan seçeneksiz
bir yemektir... Politikacı bu yemeği öyle bir şekilde hazırlamıştır ki zavallı
halk yese de yemese de zararınadır... Halkın
kötü yemeği yemesinden ve yememesinden her zaman iki taraflı da karlı çıkan
politikacılardır...
...
Ülke ekonomisinin kötüye gitmesinden; iflas etmesinden;
halkın ekmek bulamamasından; adaletsiz gelir dağılımından, her türlü toplumsal
yozlaşmadan, yani beşikten-mezara kadar politikacılar sorumludur... Her ülkede
ahlak bunalımından kutsal ve yüce değerlerin ayakları altına alınarak
aşınmasından; insanların kötü ve soysuz davranışlarının tek sorumlusu,
yaşamının her aşamasında geniş halk kitlelerine kötü örnek olan politikacılardır...
....
Zeka düzeyi, yaşı, makamı, cinsiyeti, yetkisi ne olursa
olsun her politikacının başka bir politikacının karşı fikrine her zaman
gereksinimi vardır...
...
Politikacının koltuğunu yitirme korkusu, ölüm korkusundan
daha ağırdır...Üstelik bu korkunun koltuğun korunmasında hiçbir etkisi
olmamasına karşın, oraya her oturduğunda politikacı bu korkuyu son gün, son
saniye kadar acı biçimde tüm hücrelerinde hissederek inanılmaz ve de dayanılmaz
acılar çeker...
...
Duygularını normal sözlerle anlatma yeteneği olmayanlar
politikanın anlaşılmaz sözcüklerinden oluşan kültürüne sığınırlar... Halk da
onların kendilerini daha iyi anlatması için seçtiğine de pişman olur....
...
Tüm politikacıların masum tarafları vardır; ancak bunu
sadece özlerine saklarlar... Bu nedenle en hırçın, devlete, ülkeye, millete, en
çok zarar veren politikacılar bile bu
masum yönlerini anlatmaya fırsat bulamadan ölüp gider...
...
Politikacı içinde ve başrolünü kendisinin oynadığı rüyayı ve masalını halka
anlatarak yutturan kişidir...
...
Politikacı sürekli aşık olduğunu söylediği halka hizmet
yapmadan onun sırtında gezmekten hoşlanır...
..
Tüm politikacılar genel başkanlarının söylediklerine “EVET”
diyen bir türlü büyüyemeyen çocuklar gibidir...
...
Politika fırsatlar denizinde balık tutmayı başarmaktır...
...
Politikanın getirdiği para, şan, şöhret onur, varlık hak
edilmeden elde edildiği için hiçbir politikacıda, hiçbir zaman kalıcı olamaz...
...
Politikanın renkli, ballı, aynı zamanda zehirli bir çiçek ;
öldürücü bir varlık olduğu unutulmamalıdır...
...
Politikacının en
tehlikelisi; hem kendisini, hem devleti, milleti, uçurumun kenarına getirdiğini anlamayanıdır...
...
Politika kendi partisinden olana hizmet-olmayana eziyet etme
uğraşıdır...
...
Politikacının ömrü partisinde birinci sınıf adam olmak için
düşündüğü uygulamaya çalıştığı; ancak çok az kişinin başarılı olduğu
entrikaları uygulamaya çalışmakla geçer...
...
Politikacılar hiçbir zaman evrensel olamazlar; çünkü onların
görüş alanları liderlerinin çizdiği sınırda biter...
...
Lider, kendisine körü körüne bağlı milyonlarca kölelerinden(
partililerden ) oluşturduğu partisinin tepedeki tek ve vazgeçilmez
efendisidir...
...
Tüm amacı oy alarak yetkili bir makama gelmek olan
politikacı; o koltuğu ve yetkiyi ele geçirinceye kadar halka ve konuştuğu
herkese
“EMREDERSİNİZ”, “BAŞIMIN ÜSTÜNDE YERİNİZ VAR” , “BAŞKA BİR
EMRİNİZ VAR MI”? şeklinde konuşan çok centilmen, çok dalkavuk bir görüntü
çizer...Ancak hedefine ulaştığı ilk saniyelerden itibaren sadece ve sadece kendi
çıkarları, kişisel parasını, cebini, midesini düşünen, onun için yaşayan –
çalışan, bazen tehlikeli ve kontrol edilemeyen, çok tehlikeli yakıcı-yıkıcı,
ülkesini savaşa sürükleyici hırslı ve yenilemez olumsuz ve kötü bir varlığa dönüşür...
Çünkü politikacıyı hem seçimde ulaştığı
başarı hemde bulunduğu makamının
gücü değiştirdiği için tanımak oldukça
zordur... Üstelik her nefesinde çok kişilik değiştiren pek çok rolü aynı anda
oynadığı için; makamda oturduğu sürece
onu tanımak neredeyse olanaksızdır... Halk kendisinden emirler alan, ancak
koltuğa oturduktan sonra yüzde yüz politikacıyı
tanımakta zorlanır ama daha da önemlisi politikacının seçimi kazanmadan önceki
haliyle, kazandıktan sonra ortaya koyduğu davranışlarını tanımamanın hayal
kırıklığı içinde, küskün, solgun çiçekler gibi bir dahaki seçimin gelmesini;
ondan hesap soracağı günü beklemeye başlar... Sonuç olarak; politikacı seçimden
önce, seçimden sonra; makamdayken – makamını yitirdikten sonra, hatta yaşamının
tüm aşamalarında kendisini tanımayan-halk tarafından da kişiliği tam olarak
tanımlanamayan gizemli bir insandır...
...
Seçimiş olmasına karşın bazı politikacı asla yüce ve erdemli
bir kişinin göstermesi ve gösterdiği davranışları gösteremez... Sadece erdemli
politikacılar için ki onlar da belki on binde bir kişidir; bu kural geçerli
değildir...
...
Politika kıvırmak, direksiyonu kendi çıkarları yönüne doğru
çevirmek, bunları yaparken de kişisel çıkarları her türlü çıkarın üstünde
tutarak övülmeyi ve yükselmeyi, alkışlanmayı isteme uğraşıdır...
...
Liderler ülke gemisinin güvertesinde, onu idare eden
kaptanlardır… İsterse gemiyi karaya da oturtur ; isterse dar ve tehlikeli boğazlardan
ustaca geçirerek zaferlere de taşır...
...
Politikacı her alanda ölümüne iştah taşıdığı için bazen
kendisini frenleyemeyerek; kendisini ancak darağacına kadar götürebilecek
suçlar dizisi işler...
...
Politika kendi
okulundan bir türlü mezun edemediği,
bazen de karnesi zayıflarla dolu, kendi yaşamını düzenleyemeyen, öyle ki dişlerini bile fırçalamaktan aciz,
kundurasını boyayamayan, kravat
bağlamasını bilmeyen, öz yaşamına yön vermekten aciz, öğrencilerine toplumu
yönettirerek insanlığa hep zarar verir...
...
Politikacının intikamı diğer sıradan insanlarınkinden daha
acı, ağrı, sızı ve de inanılmaz verir, unutulmaz izler bırakır... Çünkü
politikacı rakibine, örgütlü biçimde pek çok yönden aynı anda saldırdığı için
tehlikeli terör örgütünün verdiği acıdan ve zarardan fazlasını verir... Rakibini
her alanda tamamen etkisiz hale getirip yok edinceye, nefesini kesinceye, hatta
onun yakınlarını da etkisiz hali getirinceye kadar saldırılarına sistemli
biçimde devam eder... Her zaman hırsı aklının önüne geçen politikacıyı öç alma
peşindeyken durdurabilecek hiçbir güç yoktur...O intikam alırken doğanın en
acımasız, en vahşi, en yırtıcı, en tehlikeli varlığının şeklini alır... Politikacı
intikam aldığı rakibini bitirirken hem kendisine hem de topluma oldukça fazla
zarar verir... Politikacının intikamının çekim alanından girmemek, oldukça uzak
durmak en doğru olanıdır...
...
Gerçek ve erdemli lider filozoftur...
...
Politikada toplum, ülke, vatan çıkarları, devletin ve
hizmetin devamlılığı gibi erdemli kavramlar yoktur... Hep ben, sadece ben, daha
çok ben, yalnız ben vardır ...Bu kurala uygun davranmayan politikacılar bir gün
politika oyunun dışına atılırlar...
....
Toplum ve ülke yararları için hep çıkmaz ve dolambaçlı
yolları kullanan politikacı kendi çıkarları için her zaman ve en doğrudan, en
kısa yolu seçerek hedefine ulaşan kişidir...Halk sürekli hata yaptığı için
gerçek lideri tarih saptar...
...
Liderlerin bilgeleşerek ülke ve toplum yararına karar
alabilmeleri için üstünden darbelerin, tankların geçmesi, darağacının
gölgesinde oturması gerekir.. Gerçi bu deneylerden geçip lider olamayanlarda
vardır... Zaten toplumda politika sahnesindeki kişilerin lider mi, değil mi
tartışmasıyla yoğun biçimde ilgilense de bir sonuca ulaşamaz... Çünkü büyük
küçük tüm politikacılar lider havasına büründükleri için halkın zihninde
çelişki oluştururlar; halk normal ölçülerini bir türlü kullanamaz... Tarih
inatları , kinleri, hırsları, entrikaları, intikamları yüzünden devletin başında
oturmasına karşı liderleşemeyen kişilerle doludur... Gerçek lider yaşarken
anlaşılamaz; o ölümünden sonra çalışmalarına, ülkeye, devlete, millete,
insanlara yaptığı çalışmaların olumlu sonuçlarına bakılarak bu kararı tarih verir... Kısacası; büyük
rastlantılar, şans, tarihin lütfu ve kazalarla
devletin başına geçmek o kişinin lider olduğunu göstermez...
...
Politikacı nadiren de olsa mucizeler yaratan bir
sihirbazdır...
...
Politikacıları her gördüğümde yaşamın bir tiyatro,
insanların da bazen gönüllü, bazen de zoraki aktör ya da figüran olduklarını
daha iyi anlıyorum...
...
Politikacı yüzü olmayan insanların oynadığı oyundur…
...
Politikacılar; rol
yaptıkları yaşam sahnesinde herkesin gözü önünde toplumdan tekme üstüne
tekme yemelerine karşın; rollerini ısrarla, kusursuzca sürdürmeye çalışan
oyunculardır... Öyle ki onların rolleri ellerini kolay kolay kimse alamaz...Ya
darbeler, ya nadiren de seçimlerde
yeniden aynı göreve gelecekleri konusunda ikna edilerek sahneden
indirilirler...
...
Kişisel çıkarları için devleti soymaya gerekli zemin ve
zaman bulamayan bazı politikacılarda zorunlu olarak namuslu ve ideal insan
görüntüsü verirler...
...
Politikayı bir araç olarak kullanıp kendisini yükseltmek,
üstün çıkarlar sağlamak isteyenleri;
politika daha da acımasızca kullanmaktadır... Üstelik politikanın
kullanamayacağı politikacı da yoktur...
...
Politikadan hiçbir şey beklemem diyenler; aslında beklediklerini
elde edemedikleri; ya da ona
ulaşamayacaklarını konusunda beceriksizliklerini, aptallıklarını itiraf
edenlerdir...
...
Çevremiz yalan söyleyenlerle doludur; ama olur ya canınız
dumanı üstünde taze, kendinizi de kandıracak sıcak yalanlar duymak , hayaller
okyanusunda kulaç atmak isterseniz; o zaman hemen bir politikacının söylevini
dinlemenizi öneririm...
...
Politikayı bilmeden konuşmak; boş konuşmaktır... Dolu
konuşan politikacı çok azdır; onlara da rastlamak tamamen şans işidir...
...
Dünyayı anlayanın da anlamayanın da çok rahat fikir
yürüterek konuştuğu tek konudur politika...
...
İnanıyorum ki; yeni
dünyalar, mutlu ülkeler, ancak çağının ilerisini gören, derinliği olan, her
zaman akılcı hareket eden liderlerle yaratılır...
...
İyi ahlak, en çok politikacılara gereklidir; anca bazı
politikacılar bunu anlamaktan yoksundurlar...
...
Politikacıların dostluğunu kazanmak için iyi, üstün ahlak
sahibi olmaya gerek yoktur; çünkü bazı politikacıların dürüst ahlaklı dosta gereksinimi yoktur...
...
Politikacı her zaman aklını arayan, ama asla bulamadığı
içinde başkalarının aklıyla idare eden adamdır...
...
Politikacılarla deliler hayal peşinden koşup, hayal içinde
yaşadıkları için birbirlerine çok benzerler...
...
Politika ders alabilenlere en güzel yaşam okuludur; ancak
bazen niteliksiz, arsız, yüzsüz insanlardan, normal insanlara asla sıra
gelmez...
...
Politika tek başına kirli değildir; politikayı kirleten de
erdemli hale getirenler de politikacılardır...
...
Politikada her zaman soyulan halk ve devlettir; soygun sırasında
her ikisinin öncelik sırası hep değişiklik gösterir ama soyulma oranları hemen
hemen eşittir...
...
Politikanın önemli bir maddesini oluşturan kaypaklığı–kalleşliği yapan bazı politikacıları insanlar affetse
bile tarih ve zaman isimli iki bilge asla affetmeyecektir...
...
Adam olmayanlar genellikle günümüzde politikacı olmaya
soyunuyorlar...
...
Politikacılar yasa yapıcı olmalarına karşın onu en fazla
suistimal eden, eğip–büken kişisel çıkarlarına hizmet edecek şekilde çıkartan
kişilerdir...
...
Politikacılara sık sık işi düşenler; üç aşağı, beş yukarı onlarla
aynı değere sahip olanlardır; politikacıların devletten ve halktan aldıkları
pastalardan bir parça isteyen kişilerdir
denilebilir..
...
Bir ülkeyi politikacılarla ortaklık kuran–karanlık–aydınlık
güçler katleder...
...,
Ulaştığı yetkilerle tarafsız, nesnel, doğru bir yönetim
sergileyen politikacı beni müthiş etkiler... Onu hep iyilik eden, yüceliklerle
dolu, ulaşılması olanaksız, doğa üstü bir güç olarak izlerim... Bu ne zamana
kadar sürer? Yapacağı ilk hataya, kişisel hırslarıyla devleti, milleti soymaya
kalkıp ilk pisliğe bulaşıncaya kadar ona karşı sevgim saygım, hayranlığım
eksilmez... Ve onu yüreğimin en saf sevgi ve hayratlık duygularımın kaynağında
tutarım..
...
“BENDEN BÜYÜK YOK” diyen politikacılar, genellikle
yetkilerini, kişisel çıkarları için kullanan, hırslarına yenilerek suçüstüne
suç işleyen, kamu oyunda taşınma süresine giren, eskiyenler arasından çıkar...
“BENDEN BÜYÜK YOK” diyenler aslında küçüldüklerinin
bilincine vararak bu şekilde davranıp, prim yapıp, blöfleriyle halkı kandırarak, yok olma süreçlerini kendi
yararlarına çevirmeye çalışan, bunu başarmak için de çırpındıkça daha çok
eriyip küçülen, suçlarının altında yok olan kişilerdir...
...
Politikacılar dertlerin de, çarelerin de kaynağıdır...
...
Politikacılar iyi ve kötü tüm davranışlarına bilerek şaka
karıştırırlar... Yolsuzluğu, yüzsüzlüğü fark edildiğinde “ŞAKA YAPTIM” diye
işin içinden sıyrılırlar... Fark edilmediğinde de gerçekten bu suistimalleriyle
kendilerine yarar sağlarlar...
...
Evrensel, ulusal ve yerel anılarımızın en onurlu ve en
onursuz yerlerinde hep politikacıların damgası vardır...
....
Politikacı dilinin sihiriyle yarattığı
güneşleri istediği yere doğdurur...
...
Parti, politika, politikacıda doğru
aramak deliliktir...
...
Liderler, oyuncular, figüranlar değişse
bile, politika asla değişmeyecek, bitmeyecek, çok maskeyle oynanan sürekli
televizyon dizisi gibi sergilenen, arkası yarın denilen bir oyundur...
...
Politika yüzsüz oyuncuların rol aldığı
bir tiyatrodur...
...
Akıllı lider halkını aydınlığa götürmez,
güneşi onların ayağına getirir...
...
Politika da bazen solucanlarla insanlar
aynı sırada yer alır...
...
İnsan ya akıllıdır; ya da
politikacıdır...
....
Kağıt kahramanlardan oluşan çağımızın
politikacılarının düşünceleri daha ağızlarından çıkarken çürüyüp, eskiyip
hükmünü yitirerek yerlere dökülür...
...
Politikada erdemle ihanet aynı çizgi
üzerinde bulunur...
....
PATRON
Bazı Patronları masum
insanları kanının son damlasına kadar sömürme duygusundan sadece ölüm
kurtarır..
...
Çalışanlarından aldığı gücünü işkence aracı olarak
kullandığı parası ve malını yitiren
patronun tavuktan; ödlek zavallı miskin, bitkin, yardıma muhtaç bir dilenciye
dönüştüğü çok görülmüştür...
...
Patronu acımasız, vahşi, ilkel, saldırgan, yırtıcı yapan
şey; dünya adı verilen bu gezegende para kazanmak için insanın yarattığı
acımasız kurallar ve değerlerdir... Patron olabilmek için bu kurallar uyanlar
da; tüm insani değer ve erdemlerden ışık hızıyla uzaklaşarak, yaşamları boyunca
sadece diğer insanların kanını emerek yaşamayı kendisine ilke haline getirir...
Patronlar yaşamları boyunca; inanılmaz biçimde bencil, acımasız, saldırgan,
yırtıcı, yok edici, saldırgan, sadece kendisine yaşama hakkı tanıyan tarihteki
en vahşi, en ilkel varlığa dönüşür... Genellikle alt ve yoksul kesimlerden
gelen patronları acımasız yapan başka bir duygu da bilinçaltındaki çocukluğunda
çektiği yoksulluk, sefalet, ezilmişlik, acılarla dolu yaşamıdır... Patronlar
ölünceye dek bu duygulardan kurtulamadıkları gibi, 10-15 göbek gelecek
soylarına yetecek miktarda para biriktirse de yine de kanılarını psikolojik
olarak doyuramazlar aç yaşarlar... Ruhsal olarak asla doyuma ulaştıramadıkları
açlık, yoksulluk, sefalet, acı çekme, başkalarına işkence yapmaktan keyif alma
duygularının harmanında ölüp giderler... Tarih bunun örnekleriyle doludur...
...
Bazı patronların daha fazla para; daha fazla kazanç uğruna
katlanamayacağı-yapamayacağı onursuzluk, veremeyeceği ödün , başının üstünde
gezdirir görünmesine karşın tuvalete atamayacağı kutsal değer yoktur...
...
Dünyadaki patronlar ve fahişeler para kazanmak için
çalışırlar ve insan çalıştırarak emeklerini sömürerek kendi
imparatorluklarını-rahat hayatlarını kurarlar... Kazançlarında, kan, emek,
gözyaşı, masum insanların sadakatine saygısızlıkları bulunur…
...
Patronların erdemlerinden her zaman şüphe ederek, her zaman
haklı çıkmam beni çok üzüyor...
...
Patronlar içinde yaşadıkları ülkelerin yasalarıyla
ilgilenmezler; yasalarını tanımazlar; Devlet güçlerinin onlar için hiçbir
anlamı ve değeri yoktur... Patronların bir tek yasaları vardır; o da paranın
evrensel yasasıdır... Her patron kendine özgü vahşi, yırtıcı, sınır tanımaz
doğa yasalarını inandıkları tek güç olan
paranın yasasını oluşturur...
...
Paranın yarattığı sülükler olan patronlar insanların kanını
emdiği, emeğini çaldığı, çalışanların sosyal haklarını vermediği, onların
sırtından paralar elde ettiği oranda işini büyütür, şişmanlar semirir, gelişir,
malını–mülkünü–parasını arttırır... Emrinde çalışanlar ise her gün sömürüldüğü için daha da zayıflar, sıskalaşır açlıktan ve
yoksulluktan ölür... Patronun parasal olarak şişmanlarken; işçilerin parasal
olarak ve fiziki olarak açlıktan ve yoksulluktan ölmesinin adı da
kapitalizmdir...
...
Parasının gücü patronu her zaman haklı çıkartır...
...
Çalışan filozof, patronu çöpçü de olsa; onun parasına değil,
girişimci ve risk alma ruhuna saygı duyulabilir...
...
Her zaman söylerim–yazarım; en namuslu patron devlettir... Ancak
devlet de bürokrasinin hantallığından, özel sektörün “S” sine bile yetişemediği
için; hep zayıflar, emperyalist güçlerin kurduğu sivil toplum örgütleri
aracılığıyla yeteneksizleştirilir gittikçe yoksullaşır...
...
Her patron önce parası, sonra kendisi için yaşar;
mutluluğunu insanların kanları ve gözyaşlarıyla suladıkları emeklerinin üstüne
kurar...
...
Patronların bazen zehrinin türü, rengi, kokusu belli
olmayan, ne zaman ısırarak yok edeceği bilinmeyen tehlikeli engerek yılan
görüntüsü verdikleri de çok olur...
...
Onur parayla satılsaydı; dünyanın en onurlu insanları
patronlar olurdu; ancak o zaman da onur onur olmaktan çıkardı...
...
Patron sözü bana, vahşi, saldırgan, yasa tanımayan, her
canlıyı ezip yok eden, çalışanların alın terini emerek şişmanlayan emek
sülüğünü hatırlatıyor...
...
Bazı patronlar doğrulamayacak kadar eğridir...
...
Onurlu çalışan olmak; her zaman onursuz patron olmaktan
üstündür...
...
Patronlar sadece emirlerinde ve haremlerinde çalışanlarına
hükmettikleri sürece orgazm olurlar...
...
Erdemli patronun önünde saygı ile eğilmek; patrona, paraya
gösterilmesi gereken en değerli saygıdır...
...
Dünya adını verdiğimiz bu gezegende insanların
çoğu patronlara köle olmak için doğar-büyür-eğitim alır-patronun kanını emdiği
verimli bir varlığa dönüşür; ben patronlara-kapitalizme köle yetiştirmemek için
yaşama çocuk getirmedim-bu konuda aracılık etmediğim için onurlu ve mutluyum...
...
Kölelerle patronların dünyaya geliş biçimleri, doğanın
onlara tanıdığı yaşama şansı eşit ve aynı olmasına karşın; gerek ülkenin, gerek
ailenin içinde bulunduğu farklı koşullar nedeniyle kimisi işçi – kimisi de
patronluk yollarında ilerlerler... Gelecek ve alt yapılarını hazırlanmadan
dünyaya çocuk getiren her anne–baba patronlara güzel birer köle yetiştirmiş
olurlar... Şöyle sokaklara çıkıp bir baktığınızda özellikle okullar
dağıldığında, on binlerce çocuk köle bir elin sayısı kadar azınlıktaki çocukta
onların patronu olacaktır... Bu adaletsizlik ne ilktir; ne de son olacaktır...
İnsan bu gezegende yaşadığı sürece bu kurallar hep devam edecektir…
...
Patronlar sarsılmaz duvarlarını kendi paralarıyla
yaptırdıkları iş yerleri isimli modern cezaevlerinde ömür hapse hükümlü
tutsaklardır...
...
Patronların kölelik anlayışı yer yüzünden asla yok
edilemeyecektir…
...
Herkesten gebe kalmaya yatkın olan bazı politikacıları en
çok da patronlar gebe bırakır ve onları tutsakları haline getirip acımasızca
çekinmeden tepe tepe hoyratça kullanırlar...
...
Hangi mesleği yapıyor, hangi alanda çalışır, sosyal sınıfı
ve düzeyi ne olursa olsun, her patron üstündeki fiyat yaftalarıyla satılmaya
hazır bekler... Bedeli ödendiğinde her patron satın alınamayacak patron yoktur...
...
Patronlar en büyük ilhamlarını; yakınlarında, sürekli
bulundurdukları aptallar, salaklar biraz da delilerden alırlar...
Aptallar onun yeryüzüne bir
lütuf olarak geldiğine; en erdemli kişi olduğuna inanıp taptıkları için; patronlar
bundan büyük zevk alırlar...
Deliler patronun çılgınca karar vermesinde ölçü
olurlar...Böylece çevresindeki aptalların kendisine uygun gördüğü yönleriyle
övünen patronlar, delilerinin cesaretiyle de cesaret sahibi olup yaşam isimli
sahnede rollerini yaparlar...
...
İflas etmiş patrona acıdığım kadar; yeryüzünde başka hiçbir canlı-cansız varlığa acımam...
...
Patronlar topluma kötü huylu bireyler yetiştiren zorba
öğretmenlerdir... Onların dünyalarında tek amacı olan para kazanmanın yolları,
hırsı, insanları kazıklanma modelleri her zaman çağın getirdiği en son
bilgilerle sil başta baştan düzenlenerek; uygun hale getirilip yeni patron
adaylarına anlatılır...
...
Patron hakkını alacağı kişileri tüm ilkel ve çağdaş yöntemleri
kullanarak dize getirerek, baş eğdiren, her türlü yolu kullanarak almayı
başaran vahşi ve ilkel bezirganlardır...
...
Paranın evrensel yasası; vahşi doğada yaşayan yırtıcı, leş
yiyici, saldırgan, çalıcı, öldürücü hayvanların yasalarının aynısıdır... Kim
daha çok vahşi ve acımasız davranırsa o patron daha zenginleşir, işlerini daha
da büyütür...
...
Derinlemesine bakıldığında patronların ve maydanozların
yaşamları birbirlerine çok benzer.. Her ikisi de bazı yönlerden ot olarak
gelmiş, ot olarak yaşamış ve ot olarak öleceklerdir...
....
Patron isimli canavarı insanın doymak bilmeyen hırsları,
ihtirasları, yırtıcılığı, vahşiliği, ilkelliği yarattı; onu paranın tutsağı
yaptı; sonra da dünyanın başına bela etti...
...
Hırsını, çıkarını,
para tutkusunu aklının her zaman
önüne koyan, kendi çıkarları için alçalabildikleri kadar alçalıp insanın
onursuzluğunun hangi dereceye kadar inebileceğinin en güzel ölçüsünü verdikleri
için, yaşamlarıyla bize bunu kanıtladıkları için bazı patronlara teşekkür etmeliyiz...
...
Parasının gücüyle yüce bir varlık görüntüsü verse de bazı patronlar, kendi dünyalarının korkak,
ödlek, çirkin yaratıkları olarak varlıklarını stresli biçimde sürdürürler...
...
Paralarının eksilmemesi, daha da artması, daha çok artması
için rakiplerinden daha fazla kazanmak uğruna kimseden kazık yememek için
sürekli uyanık ve diken üstünde yaşayan patronların mutlu oldukları
görülmemiştir görülmeyecektir.. İşte bu olumsuzluk duygularıyla çalkalanırken,
mutluluk sözcüğünü bile tanımaya fırsat bulamadan, hatta telaffuz bile edemeden
yok olup giderler....
...
Bazı patronlar paralarının gücüyle ördükleri ve sergiledikleri
yapay itibar görüntüleri sahte dünyalarının ürkek baykuşlarından farkları
yoktur...
...
Her patron ne kadar zengin olursa olsun, her zaman aç, yoksul
aşar ve de parasını harcayamadan yoksulluk içinde ölür…İnsanlık tarihi hiçbir
patronun kazandığı parasının tamamını ya da bir bölümünü kendi zevki için
harcadığını bu güne kadar yazmadı bundan sonra da yazmayacaktır...Paralarının
ve kazançlarının miktarı ne olursa olsun, her patron, en fakir kişinin bile
yiyeceğinden daha fazlasını asla yemez, yiyemez... Çünkü çalışma ruhu, ahlak
anlayışı, geliştirdiği ticari davranışlar ve tutsağı olduğu paranın evrensel
yasaları buna izin vermez... Patronların kazandıkları paraları genellikle yakın
akrabaları, çocukları, kendisinden sonra gelecek kuşaklar savurganca
bitirirler... Para harcama gibi bir alışkanlığı, yoktur; harcadıkları her
kuruşları sanki etlerinden et kesilmesi olarak değerlendiren patronlar oldukça
cimri davranırlar...Milyarlar, trilyonlar, hatta katrilyonluk paralarının
arasında aç, sefil yaşayıp, doğru düzgün giyinemeden de ölüp giderler...
...
Patronlar para kazanma sırrını öğrendikleri kadar harcamayı
da öğrenselerdi asla zengin olamazlardı....
...
Patronların yürekleri para kazanma hırsıyla dolu olduğu için
diğer duygulara hiçbir zaman yer olmaz... Günlük yaşamlarını sürdürebilecek
kadar zeka sahibi olan patronlar varsıllıklarını cesaret, girişimci ruhlarına
ve aldıkları doğru risklere borçludurlar...
...
İnsanlığın yüce onur ve erdemlerine ulaşamayanlar, yaşamlarını genellikle patron olarak
sürdürmeye yönelip yaşam sürelerini böylece tamamlarlar...
...
Bazı politikacılar patronların; patronlar da politikacıların
genellikle uşağıdır...
...
Herkesin elinin kirini taşısa bile para bazı patronlardan
daha da temizdir...
...
Patronlar kendi küçük çıkarları için kocaman dünyayı
çekinmeden yakabilecek bir anlayışa sahip olan insanlardır...
...
Her patron politikanın kaypak, yalan, hile, entrika
kurallarını uygulama konusunda; profesyonel politikacıları oldukça geride
bırakırlar; ancak her patronun politikacı olmasına karşın , her politikacı
patron olmayabilir...
...
Parasız bir patron aç bir kurttan her zaman daha çok
tehlikelidir...
...
Patronlar bazen toplumun
para kaynaklarını oluşturan ve onu büyüterek koruyucusu olan cesur insan
görüntüsü de verirler...
...
Önceki işlerinde patronlarca emeği sömürülen çalışanlar;
yeni bir patron bulduklarında daha öncekisinden daha dürüst daha onurlu daha erdemli
olduğunu ısrarla düşünür, kendilerini bu konuda zorlar ve inandırmaya
çalışırlar... Ama bir süre sonra yeni patronlarının öncekinden daha fazla emek
sülüğü olduğunu hayretler içinde görerek hayal kırıklıklarına uğrar... Emeğini
satarak geçinenlerin ömürlerinin
neredeyse tamamı, asla bulamayacakları, dürüst, onurlu, erdemli patronları
aramakla geçer...
....
Emeğini çaldığı işçinin alın teriyle zenginleştikçe
zenginleşen ama çalışanın hakkını-emeğinin gücünü vermeyen patron en ilkel en
vahşi saygı duyulmayan yaratıktır...
...
Patron daha fazla para kazanmak için esen yel, yağan
yağmurun kokusunun geldiği yönün etkisinde kalarak, öz çıkarları uğruna renk,
cins, dil, tip, mezhep, ırk değiştiren garip canlıdır...
...
Paranın gücünü kullanmakta sihirbaz ustalığına ulaşan patronun
sözünü geçiremeyeceği makam, sonucunu değiştiremeyeceği adalet, temizleyemeyeceği kir ve kan lekesi yoktur...
...
Yüzsüzlük, arsızlık, çalıp–çırpmakla elde ettikleri
makamlara başka kimseyi layık görmeyen bazı patronlar, anca kendilerinin
yaptığı onursuzluğun daha fazlasını yapan, verdiği ödünden daha fazlasını
verenlerin o makama çıkmasına , hatta kendi makamlarını, ellerine geçirmesine
ses çıkartmazlar...
...
Patron insan terbiyecisidir; insanların onurunu kırmak,
özgürlüklerini yok etmek, onları her türlü aşağılayıcı davranışlarıyla terbiye
ederek kendisine midesinden bağımlı kişiler haline getirmeyi başaran kişiler
evrimleşmesi kesinlikle duran bazı patronlardır...
Üstelik bu vahşi yönetimi
insanı kalıplara sokup terbiye ederken kullanır... İnsanı aşağılayıcı kurallarını uygularken taktığı çirkin
maskeye bakarak zaman zaman insan görüntüsünde olmasına karşın patronlar
gerçekten insan mı yoksa başka yaratık mı oldukları konusunda sürekli şüphe
yaratırlar...
...
Paralarının sayesinde onurun, adaletin, barışın, sevginin
temsilcisi gibi gülümseyen yapay bir
görüntü veren patronların sihirleri her an bozulma tehlikesiyle karşı
karşıyadır; her maskeleri düşerek
görünecek çirkin yüzleri her an ortaya çıkacak gibi duran acemi ve kötü
sihirbazlarıdır..
...
Yalan söyleme, hile yapma, hedeflerine ulaşma için karşı
tarafı etkisiz hale getirmenin yollarını uygulama konusunda patronlar,
politikacıları her zaman geride bırakırlar...
...
Paranın olduğu gibi patronun da milliyeti, ülkesi, rengi,
ırkı, cinsi, sınırları yoktur... Her ikisi yani para ve patron dünyanın tüm
ülkelerinde ortak ve aynı dili konuşur...
...
Bilgi ve para yan yana konulduğunda patronlar hep ikincisine
yönelirler... Birincisinin açlığını ikincisiyle kapatmaya çalışırlar ama
başarılı olamazlar...
...
Her patron emrinde çalıştırdığı, emeğini sömürdüğü kişileri,
kendi öz malı, bu dünyaya kendine hizmet etmek için gelen varlığı olarak gördük için onların eti, kemiği, yediği
lokmaları, dünyaya getirdiği çocukları ve eşleri üzerinde hep gözü vardır, her zaman bu
konularda hak iddia ederler... Patron
havlatmadan asla para vermez; patronuna bu şekilde yanaşmayı,
yakınlaşmayı başaranlar da onun haremindeki yerini alır...
...
Patronlar kendi paralarını ve varlıklarını sayacak kadar
zeki olmadıkları için bu işleri emeklerini sömürerek egemenlikleri altına
aldıkları kişilere yaptırırlar....
...
Ruhları sadece kendisini sevmek, özüne tapınmak, para
kazanmak için programlanan patronlar;
emeklerini sömürdükleri insanlara bir
lütuf olarak yer yüzüne geldiklerine inanırlar... Kendilerine, zekalarına,
paralarına hiçbir şeye bağlanmadıkları kadar bağlanır, taparlar... Dünya gezegenindeki kendi dışlarında var olan her şey anlamsız, değersiz, anlamsız, gereksiz
ve de boştur… Onlar kendilerine o kadar hayrandırlar ki; öz dünyalarında
kendilerinden başka görüntüye yer yoktur; diğer insanların hepsi sadece bok
fabrikaları ve bok çuvalıdır...
...
Patronların parasını, tüm varlığını riske atacak kadar
girişimci ve cesur olmaları, belki de takdire değer tek yanlarıdır... Bu
yanları atılırsa kalan diğer yanlarının hiçbir anlam ve önemi kalmaz...
...
Patron evrimleşmesini asla tamamlamayan, tamamlayacak olan
canlıdır… Yaşam sahnesinde en çok maske kullanan kişi olan patronun içinde
binlerce, farklı kişilik yaşar ama bunlardan hiç birisi kendisi değildir... Çünkü
her saniye yüzündeki maskeyi çıkartıp yeni yeni maskeler takan patronlar hiçbir
zaman kendileri gibi olmayı ve saf ve erdemli davranmayı başaramazlar... Onlar
kendisi olup olamamanın ne demek olduğunun bile bilincinde değillerdir... Hatta
böyle bir isteklerinin olup olmadığının farkında değillerdir... Çünkü patronlar
evrimleşmesi tamamlanmayan, tamamlanamayacak olan en ilkel canlılardır...
...
Kadın patronlar erkeklerden daha acımasız, entrikacı,
dedikoducu, her türlü hileye daha çok ve sık başvurup daha çok maske
kullanabilecek bir yapıya sahiptir... Çünkü kadın olmanın ezikliğiyle erkeklerin egemen olduğu dünyada onlardan
daha üstün görünebilmek uğruna her türlü acımasızlığı çekinmeden uygularlar...
Sadece erkekleri yenebilmek bile onlardan daha üstün olduklarını kanıtlamak
hevesi uğruna kadın patronların yapmayacakları entrika ve kötülük yoktur...
...
Patronların politik yanları erdemlerinden hep daha
fazladır...
...
Politikacılar patronların uşağıdır…Ticaret yaşamında birinci
sınıf politika uygulayarak bu yönlerini doyuma ulaştıran patronlar; devlet,
millet, toplumla olan ilişkilerinde parasının gücüyle istediği her sınıftan,
her partiden, her tipteki politikacıları istediği yönde kullanarak tüm yasadışı
işlerini yaptırırlar... Patronların
politikanın çirkefinde kirlenmek istememelerinin tek nedeni, toplumun bütün
kesimlerine, parti, ideoloji ayrımı gözetmeden ticaret yapıp daha fazla para
kazanmak uğruna insan kaybetmemektir... Politika da kirlenen patronun ticari
yaşamı biteceği için bu işe girişmezler... Devletleri politikacılardan daha
fazla patronlar yönetir ama sahnede görünenler patronların uşakları olan bazı
politikacılardır... Devlet isimli geminin gördüğü ve göreceği her türlü
tahribattan, hasardan, aşınmadan, yıpranmadan, zarar görmesinden, yoksullaşmadan,
belki de sistemin yıkılma aşamasına gelmesinden politikacılardan daha önce
patronlar sorumludur... Ama hep perde arkasında kaldıkları için onları kimse
göremez, kendilerini çok iyi biçimde kamufle etmesini bilirler... Bu yüzden
topluma hiçbir zaman hesap vermezler... Politikacılar patronların yerine kendi
adlarına sözde hesap verilir görülseler bile bu yüzeysel bir yaklaşımdır...
...
Patronlar ya doğru oturup eğri; ya da eğri oturup doğru
konuşurlar... Doğru oturup doğru konuşan bir tek patrona rastlamadım...
...
Patronlar parasal gücün temsilcisi oldukları için doğrular
her zaman onlardan yanadır... Para tarih yazdırır; tarihi de her çağda
patronlar yazdırır...
...
Patronların dünyası cebi, midesi, cinsel organından oluşan
üç temel üzerine kurulmuştur... Üçüncü
madde bazı patronlar için geçerli olmayabilir...Çünkü paranın ve
ticaretini yaptığı malların kölesi olan onların altında ezilen patronların
cinsel organlarının işlevini tam olarak yerine getirmeyi unuttuğu da olur... Cinsel
isteklerini; daha çok para kazanarak
doyuma ulaştırmak için bir türlü duygusal mastürbasyon yaparak giderirler..
...
Patronun para hırsı-iştahı sadece mezarda biter; paraya
karşı sonsuz ve sınırsız iştahı ve doyumsuz açgözlülüğe sahip olan patronları
doyurabilecek bir madde ve bir güç yoktur... Bulunduğu
firmanın fabrikalarının yüzlercesini de verseniz mahalleyi ister, mahalleyi
verseniz kenti ister, kenti verseniz ülkeyi ister, ülkeyi verseniz dünyayı
ister, dünyayı verseniz evreni görünen görünmeyen tüm galaksileri ister tüm
bunları alsa da aç gözlülüğü gitmeyecektir...
İşte bu iştahı, sınırsız aç
gözlülüğü bir türlü yatıştırılamayan patronlar dünyanın yaşamlar incelenmesi
gereken ilginç varlıklarıdır… Öleceğini hiçbir zaman ve asla düşünmeyen, bunu
kabul etmeyen patronlar paraları ve varlığıyla sonsuza dek insanların emeklerini sömürerek yaşayacağını
sanırlar... Ölümün ilk belirtisi olan hastalık kapılarını çaldığında aptallaşır,
ödlekleşir, kişiliksizleşir, korkak bir varlığa dönüşüverirler… O aşamaya kadar
parasının üstünde oturan patron ölmemek için tüm parasını ortaya koyar ama
ölümü durdurmaya gücü yetmeyeceği için üzüntü ve sıkıntılarla, küfürler lanetlerle
istemeyerek öteki tarafa yolcu olur...
...
ŞAİRLER VE YAZARLAR
Beynini temsil eden kalemini satan şair ve yazarların
satabilecekleri başka bir şeyleri-değerleri kalmamıştır...
...
Onurlu erdemli, şair–yazarlar uluslarını daha da ileriye
götürecek, daha üstün uygarlıklara ulaştıracak hedefleri gösteren ışıkları asla
söyleyen, ölümlerinden sonra da üstünlükleri gösteren işaret fenerleridir... Çünkü onlar çağlarından yüzlerce, yıl
ilerisini bu günden düşünüp, görüp, yorumlayarak, yaşadıkları çağdaki insanlara
geleceği işaret ederek; çağdaş yüzyıllara geleceklere, kalemleriyle
fikirleriyle hazırlayan kahramanlardır...
...
İnsan dünya gezegenindeki tarihi kayıt eden, yüksek onurlu
şair ve yazarlara çok şey borçludur... Toplum
affetse bile satılmış şair ve yazarları tarih ve zaman isimli iki bilge asla
affetmeyecektir... Satın alınan ve satılan şair ve yazarlar yaşamın gerçek
savaş alanından kaçarak, rast gele basit ve bir sözde ideolojinin savunuculuğunu üstlenen korkak ve sefil
farelerdir...
...
İnsan yüzlerce milyon yılda, on binlerce alet yaparak
yaşamını kolaylaştıracak uygarlıklar oluşturmuştur... Ama insanın en önemli buluşu hiç şüphesiz ki yazılar-semboller,
sanat ve rakamlardır... İşte bunlarla geleceğe – uygarlığa yürüyen uzun süreler
sonunda evrene hakim olacaktır… İşte düşünceyi, yazıyı, rakamları en iyi
kullanan şair ve yazarlar topluma gösterdikleri hedefler doğrultusunda bu
devrim gerçekleşecektir... İyi huylu şair ve yazarları çok olursa toplum daha
iyiye, büyük ve üstün başarıya, mutluluğa, mevcut uygarlıkların da ötesine
yürüyecek tarihe altın harflerle yazdıracağı başarılar sağlayacaktır ;
kötü huylu şair ve yazarları
çoğunluktaysa da çıkmazlara girecek ve belki de tarih sahnesinden
silinecektir...
...
İyi huylu, yüksek onurlu, özünü seven şair ve yazarlar önce
kendisinin, sonra evrenin yılmaz kaşifleridir... Bu gün insanların ulaştığı ve
bundan sonra tüm engellemelere karşın ulaşacağı uygarlıkların altında,
kişilikli, sevecen, erdemli, hoşgörülü, insanlık uğruna çalışan ve toplumu
aydınlatan şair ve yazarların imzası olacaktır...
...
Satılık şair ve yazarlar aslında yaşayan ölülerdir; ancak
kendilerini farklı göstermeyi başardıkları için bizler onları zirvede ulaşılmaz
olarak görürüz...
...
Yazdıklarının ve düşündüklerinin kendisini yetiştirme
yeteneği ve becerisi olmayan yazarlar ereksiyona ulaşarak defalarca
sevişmelerine karşın orgazm olamayan, doyumsuz, hırçın, huysuz, kimseyi
bulamasa kendisiyle kavgalı, saldırgan, toplumsal değerlerin hepsinin üstüne
basan hatta mutsuz kişiler olarak yaşamlarını sürdürürler... Yapıtlarında hep
başkalarının verdiği sahte rollerini üstlenip, oynadıkları ve anlattıkları için
de hep kendilerinin uzaklarında kalarak başkalarının kendilerinden daha iyi
tanırlar...
Yerel, ulusal,evrensel
yazarların büyük bir bölümü; kendilerine
uzak kalan, kendilerinin-yaşadıklarının bile bilincinde olmayan, aşırı doyumsuz,
huysuz kişilerdir… Sadece filozoflar önce kendileri bulup erdemli ve doyumlu
biçimde yaşarlar; sonra da insana doğruyu, ya da doğruya en yakın gerçeği,
erdemi, göstermeye çalışan, bunu başaran, sırf bu yönleriyle bile alkışlanacak
birinci sınıf okuyan – yorumlayan – düşünen yazan namuslu aydın, bu gezegende
yaşayanların geleceklerine düşünceleriyle yön veren seçkin ve üstün vasıflı
insanlardır...
...
Satılık şair ve yazarların topluma enjekte etmeye
çalıştıkları bölücü ve yıkıcı hareketleri yaptıkları hala düşündüklerinden az
olduğu için, bu konuda yetersiz kaldıkları için; insanlar günümüzde belli
sınırları içinde devlet, millet, ülke, aile toplulukları şeklinde yaşamlarını
sürdürmektedir... Eğer bu satılık şair ve yazarlar, bu sefil fareler ve kurbağalar her düşündüğü olumsuzluğu topluma uygulamayı
başarmış olsalardı; ortada ne devlet, ne sistem, ne aile, ne birlik bütünlük, ne yurt kalırdı;
çünkü bu hainlerin zehirleri başarılı olsaydı her şey ama her şey bozulur,yıkılır,
yok olup giderdi...
İşte kendi düzenini
çelişkiler üstüne kuran doğa, bu satılık tiplerin beyinlerinin düşünme kapasitelerine belli bir süre sonra sınır getirerek, doğal
düzenin bu satılık tiplerin eline geçmesini engellemektedir... Böylece de doğru,
onurlu, şerefli yazarlarla devletin birliği-bütünlüğü, sınırları, toplum ayakta
kalmaya çalışmakta ve bunu başarmaktadır...
...
Topluma aykırı olan şair ve yazarlar bu gezegende yaşaması
gereken yüzlerce, hatta milyonlarca yıl geç geldikleri için; çağdışı kalmış
dinozorlardır denilebilir... Dünyaya geç geldiği için de geride kalmış
duygularını doyuma ulaştırmak için kalemini, beynini satan bu yaratıklar,
yazdıkları, düşündüklerinde yüzyıllar öncesini özlemini çeker, yaşar, yazar
yaymaya çalışırlar... Böylece topluma ileriyi değil geriyi, güzellikleri değil
çirkinlikleri-ihtiraslarını, doyuma ulaşmayan duygularını ısrarla
gösterirler... Hatta öyle ki, bu karanlık düşünceli zavallılar milyarlarca
insanı kendi kişisel kin, nefret, intikamları için değiştirmeye, kendi karanlık
dünyalarının kör kuyularla dolu olumsuz saflarına çekmeye çalışırlar... Halbuki
geç de olsa geldikleri yüzyılda toplum yerine kendilerini değiştirerek onlara
uyum sağlamaya çalışsalar daha akıllı hareket etmiş olurlar; kötü-karamsar ve
olumsuz düşünceleriyle bir yere geldikleri izlenimi verseler bile bunların
fikirlerinin ve yapıtlarının ömürleri
insanın yellenmesi kadar kısa sürer, pis kokar, geçicidir... Tarihin gömütlüğü
böyle satılık şair ve yazarların fosilleriyle doludur...
...
Bu satılık şair ve yazarlar; içlerinde bulundukları bu acılı
durumu yenmeye çalışsalar da asla kurtulamazlar... Bunun için halka tepeden
bakıyor rolleri yaparak yenmeye çalışsalar da bir türlü özlerine ulaşıp
kendilerini sergileyemezler… Bu satılık şair ve yazarlar politikacıların ve savundukları ideolojinin
fahişeliğini yapan zincirli köleleridir... Geniş halk kitlelerine daha farklı
görüntü vermeye çalışsalar da, maskesiz olarak yüzlerinin ve gerçek
şekillerinin görüntüleri bu durumdadır... Genç şair ve yazar adaylarının bu
profesyonel fahişelerden uzak durmalarını, aslında hiç yaklaşmamalarını, onların
tüm olanaklarını reddederek, zehirlerinden ve bozuk kişiliklerinden
etkilenmemelerini öneriyorum...
...
Satın alınmayan, iyi huylu, onurlu, erdemli şair ve yazarlar
karanlıkta halklarının önünü ve gelecek
çağları da aydınlatan sonsuz ışıktır...
...
Satılık olmayan iyi huylu şair ve yazarların yerini; en
büyük ve vazgeçilmez imparatoru oldukları insanın düşünce dünyalarındaki
tahtlarını kimse sarsamaz-satın alamaz... Her bireyin hayal dünyasının en büyük kahramanlarından bir kaçı bu şair ve
yazarlardır... Bazı insanlar zaman zaman
onları gerçek eşlerinden daha iyi tanırlar..
Kadınlar ise kocalarından çok
daha fazla bilgiye sahiptirler şair ve yazarlar hakkında ... İşte yaşamımıza bu kadar derinlemesine girerek beynimizi ele geçiren
onurlu-erdemli şair–yazarlar kötü huylu olduklarında insanların beyninde patlamaya
hazır, fünyesi çekilmiş bombalar kadar tehlikelidir... Onurlu iyi huylu,
erdemli olanlar ise patladığında etrafı sevin, neşe , aşk sevgi saçacak
bombalardır...
...
Cesaret şair ve yazarları zirveye taşırken, bazen sonu
ölümle bitecek girişimlere de sürükleyebilir... Ama onurlu, erdemli şair ve
yazarlar ölseler bile eserleri kuşaklar boyunca okunmaya devam edecektir…
....
Erdemli şair ve yazarlar davası uğruna ölebilendir...
Erdemli, saf, dürüst, onurlu şair ve yazanlar doğuştan gelen orijinal, ölümsüz,
her çağda yıldız gibi parlayan kalıcı düşünceleri halka yayar topluma daha doğru ve vurucu biçimde
anlatarak; düşüncelerini kabul ettirmekle kalmaz; ölümlerinden sonra da
düşünceleriyle yaşamayı başarırlar... Başka bir yönü de; erdemli şair ve yazarlar
düşüncesi ve davası uğruna gerektiğinde ölümü göze alabilendir...
...
Bazı satılık şair ve yazarlar politikacıların
ideolojilerinin piyonlarıdır… Genellikle kendileriyle aynı davranışı gösterecek
şair ve yazarlar yoldaş edinerek onları da
kendilerine benzetirler... Sırası geldiğinde de onların kendileriyle
aynı davranışı göstermelerini isterler: satılık
ve onursuz şair ve yazarlar bunu
da gururla yaparlar, diğerlerine yaptırırlar... Genç şair ve yazarlar için en büyük tehlike bu şekilde davranan kişiliksiz,
satılık tipleri iyi tanımaları, bunlardan uzak durmaları, onurlarını
korumalarıdır...
....
Saltık şair ve
yazarların çaldıkları, ya da sahtekarca savundukları düşüncelerinin ömrü,
savundukları ideolojiyle birlikte biter...
...
Ünlü olmak uğruna; vatan ve milletin aleyhinde yazı yazan,
çağına kötülüğü dokunan satılık şair ve yazarları tarih de, vicdanlar da asla
affetmemiştir, affetmeyecektir... Kendinden bile kaçan, kişisel özürlü olan
bazı şair ve yazarlar yapıtlarından emin olmadıkları, bir yere ulaşmalarının
olanaksız olduğunu bildikleri için; ihanetleri doğrultusunda kin, nefret,
bölücülük tohumlarını saçarlar...Bu hainlerin
saf insanların beyinlerinde
açtığı bu türlü tahribatlar, ur ve yaralara dönüşerek yüzyıllarca kuşaktan
kuşağa geçer ve tedavi edilemez...Yanlış-doğru kabul edilir; bu nedenle bu gün
dünya sahnesinde ilkel kalan , gelişemeyen, millet olamayan toplumların yaratılmasında politikacılardan daha çok satılık şair ve yazarların rolleri
vardır...
...
Kalem ya satılır, ya kırılır; üçüncü şık yoktur...Tarih
yaşadığı dönemde bunu halka çöpten ideolojileri yutturan, öldükten sonra da
maskesi düşen sahtekarların varlığına defalarca tanıklık etmiştir... Bunların
sayısı her yüzyılda bir önceki göre daha çok artmıştır , artamaya devam
edecektir...
...
Engerek yılanından daha da zehirli yaratıklar olan satılık
şair ve yazarlar, ısıracak ya da sokacak birilerini bulamadıklarında
kendilerini ısırarak veya sokarak öldürürler... İnsanlık satılık yazarların,
şairlerin salgıladığı zehirlerle yüzlerce yıldan beri zehirlenmiştir,
zehirlenmeye devam etmektedir... Her çağ kendi satılık şair ve yazarını ustaca
yaratıp; tüm insanlığın başına bela etmiştir, kural bundan sonra da
değişmeyecektir...
...
Bilge, onurlu şair ve
yazarların kalemi yürekler sevgi, aşk, muhabbet, dostluk, iyilik, umut, adalet,
hoşgörü,yaşama sevinci yerleştirir... Hainlerin kalemlerinden; kin, nefret, kan,
ayrımcılık, cinayet, katliam, vatan hainliği tohumları fışkırır...
...
ŞİİR...
Şiirin yüzde doksan dokuzu yaşanır,
sadece yüzde birisi yazılır...
Aksini
söyleyenler sahtekardır...
...
Şiir bazen kendinden kaçmak; çoğunlukla da kendine
sığınmaktır...
...
Şiir bazen deha ve de giderilemez deliliktir...
...
Şiir insanın kendisinde yitmesi; bir daha da bulamamasıdır...
...
Şair ruhun derinliklerindeki mağaralarda gizli bir sürgünü
yaşadığını tüm evrene haykırmaktır...
...
Bazı şairler şiir formundaki sözcükler dünyasının
imparatorluğudur...
...
Şiir yaşamın noktalara, virgüllere, harflere satırlara bölünmesidir...
...
Şiir yardır; bazen yar da şiirdir...
...
Şiir insanın kendisini–kendisinde aramak amacıyla iç
evreninde uzun yolculuklara çıkması; çoğunluklada
kendinde kaybolmasıdır...
...
Yaşamın noktalara, virgüllere, harflere, satırlara, dizelere
bölünmesine şiir diyoruz...
...
Bazen süper zekalılık, arada bir de deliliktir şiir ..
...
Yalnız ruhların, kendi içlerinde yarattıkları ve orada
varlıklarını sürdürmek için sığınmaya çalıştıkları bir dost bahçesidir...
ULUS (HALK)
Uluslar iyilikleri ve
uygarlıkları kadar, hatta daha da fazla kötülükleri de yaratıp besleyen
sonsuzdan gelip sonsuza akan canlı dev nehirlerdir...
...
Barış her ulusu güzelleştirir...
...
Barış seven, onu yaşama biçimi haline getiren, bozulmaması
için savaşan ulus, erdemli ulustur…
....
Üretime, çağdaşlığa, yeni teknolojilere, verimliliğe, yeni hedeflere kendisini sürekli açık tutan, yeniliklere kendisini
sürekli programlayamayan uluslar boşa
akan nehirler gibidir...
....
Ulusların dostları gerçekte sadece kendileridir… Dost
görünen ulusların birbirlerine vereceği
zararlar, düşman görünenlerden daha fazladır...Çünkü ulusların kendilerinden başka dostları yoktur olmaz,
olamaz...Çünkü çıkarlar tüm ulusları her koşulda karşı karşıya getirir,
gerektiğinde de savaştırır... O nedenle ulusların birlikte hareket etme, ortak değerler, ortak
çıkarlar etrafında, duygu da, düşüncede, tasada, sevinçte, kıvançta ,
bilinçlenmede, aydınlanma dönemlerinde disiplinli ve sistemli bir uyumlu
olmaları, ortak hareket etmeleri onları ayakta tutan, sımsıkı bir kale haline
getirecektir... Önlerine çıkan tüm tehlikeler rüzgarın kayaya çarpıp yok olması
gibi; birbirine kenetlenen uluslara çarpıp yok olacak, onları olumsuz
etkileyemeyecek, tarihten silip atamayacaktır...
...
Uluslar her yüzyılda kendi yarattığı kahramanlarına ve
değerlerine tapmıştır...
...
Uluslar her çağda soytarısı gibi bilgesini de kendisi
yaratır...
...
Dürüstlük-cesaret-girişimcilik bir ulusun başarısının ve
gelişmesinin hatta uygarlığının da ölçüsünü oluşturur...
...
Düşünürlerini yaratamayan uluslar; kendisini yenileme,
değiştirme, baştan programlama, baştan yaratma, yeni ufukları belirleyip
oralara yönelme ve diğer uluslardan ileride olma gibi üstünlüklere, yeni
uygarlıklara ulaşamazlar...
Savaşlarda doğal afetlerde, tüm kötü günlerde bir vücut tek
yumruk olamadıkları için sorunlarının altından kalkma, yaşamlarına kaldığı
yerden devam etme becerisini gösteremezler... Böylece Ulus olma niteliğini taşımadıkları için, geleceği
önceden görme, yeni stratejiler belirleme yeteneklerdi yoktur...Bu ulusların tarih
sahnesindeki yaşamları ve etkinlikleri sınırlı olduğu için hiçbir zaman birinci
sınıf devletler kuramazlar; toplu yaşamanın sorumluluğunu ve bilincini
yeterince yerine getiremedikleri için her an yok olmayı beklerler... Zaten
tarihin kayıt etmeye bile değer bulmadığı bu uluslar yaşamın sahnesinden
silinip atılır ya da yaşamlarını başka ulusların egemenliğinde kimliksiz
biçimde sürdürürler...
Oysa ; günümüzde pek çok örneği görüldüğü gibi büyük düşünürler
(filozoflar ) yetiştiren uluslar, tarih boyunca bilgesini yetiştiremeyen bu uluslardan daha ileride olmuşlar, yeni yeni uygarlıklar,
teknolojiler kurmuşlar, mutluluklarını arttırıp, tarihteki uzun yıllar yaşama
şansını yakalamışlardır...
Çünkü düşünürleri, bilge kişileri yaşamdan edindikleri
bilgiler ve doğru yorumlarıyla halkı bir heykeltıraş gibi yontup, olağanüstü
şekiller verip, üstün fikirlerin daha da
ötesine doğru, daha uygar ufuklara, daha çağdaş hedeflere yönlendirmişler oraya
taşımışlardır...
....
Ulus birlik; birlikte güçtür… En büyük gücü oluşturan Ulusun
birliği kolay kolay bozulmaz; bozulursa da yeniden bir araya gelmesi, eski
sağlamlığına ve devamlılığına kavuşması çok zor, hatta olanaksızdır... Bir ulusun
diğer bir ulusun birliğini bozması yıllar
sürebilir; bunun için devlet bütçeleri gerekir... Aynı zamanda, sistemin
bozulması için harcanan paralar yeniden kullanılsa o bölünüp, parçalanan ulusun
birliğinin yeniden kurulması olanaksız ve de her zaman oldukça güçtür... Ulusun
birliğini sağlam tutabilmek için her türlü
özveriyi göstermesi gerekir; üst akılın yeni ve çağdaş bilgileri araması,
bulması, uygulamaya koyması gerekir; modernleşmesi, her çağın gereklerine göre
davranması gerekir; iç ve dış tehlikelere karşın sürekli koruma zırhları
oluşturması kaçınılmazdır... Ulusların bu birliğini oluşturup, onlara fikir
babalığı yapması gereken; çağın ötesini hedef gösteren dehalar ve
bilgelerdir... Bilgesi çok olan halk yıkılmaz; yıkılan ve yok olan uluslar bilgesizliklerinin faturasını yaşamlarıyla
ödemişlerdir...
....
Haksız yere, zorunlu olmadıkça yapılan savaşlar ulusların
ortaklaşa işledikleri cinayetlerdir...
...
Uygar, çağdaş, yıkılmayan, bölünmeyen ulusların
düşmanlarının dışarıdan saldırısı sonuç vermez; düşmanları bu ulusları içeriden
çökertme planlarını yüzlerce yıllardan beri kusursuz biçimde uygulamışlardır,
çağımızda da uygulamayı sürdürmektedirler...
...
Uluslar sürekli çalışan, 24 saat üretim yapan canlı bir
organizma gibi devasa bir makinedir; makinenin yarısı uyusa bile diğer yarısı
sürekli uyanık kalır, bir yandan mutluluğu,
coşkuyu, doyumu, sevinci; diğer yandan acıyı, kederi, ölümü üretir... Yaşamın
diğer alanlarını kapsayan üretimler içinde bu kural geçerlidir...
...
Uluslar kendileri oluşturup yazmalarına karşın tarihlerinden
genellikle hiçbir zaman ders alamadıkları için dünya gezegenindeki savaşlar kör
inadı gibi aralıksız sürmektedir...
...
Ulusların sorunlarını çözmek; çözümleri de yeniden sorun
haline getirmek için insan üstü gayret gösterdikleri de olur...
...
Bu gezegendeki en büyük ve tek güç, en örgütlü, eğitilmiş,
bilinçli, çağdaş, uygar halkların kurduğu devlet isimle dev organizmadır...
...
Bazıları ulusun yararına olduğunu savunsalar bile; içlerinden
çıkarttıkları bazı politikacılar kişisel hırs, yetersizlik, inatları yüzünden
halkı savaşa sokarlar; ama politikacıların birbirleriyle savaştıkları görülmemiştir...
...
Ulus sonsuzdan gelip,
sonsuza giden; her yaş, cins, dil, ırk, inançlarını da kapsayan canlı ve sonsuz
bir kaynaktır...
...
Gücünü ulustan almayan hiçbir sistem, ideoloji, örgüt, makam
kalıcı olamaz...
...
Tarihi uluslar yaratır; uluslar da tarihi yazar…
...
Diğer uluslara saygılı olduğu, uygarlıklar oluşturarak günlük
yaşamları, davranışlarıyla soyunu koruyup yücelttiği ölçüde uluslar saygı
değer, ulu ve bitmeyen güzellikler bahçesidir...
...
Ulus ürettiği sorundan daha fazla da çözümdür bazen...
...
Eğitilip sağlam örgütlenerek kontrol edilebilen halk iyi
yönlendirildiğinde en ileri uygarlıkları kurabilir; dünya da eğitilmemiş,
ilkel, her türlü akıma açık ulustan daha tehlikeli bir güç yoktur...
...
Ulusun binlerce yılda
oluşturduğu doğrular ve yanlışlar ancak yüzlerce yılda geri yok edilebilir...
...
Ulus önüne çıkan tüm engelleri, her türlü olumsuzlukları yıkıp
atacak yeteneğe sahip olan doğanın en üstün organize olmuş canlı gücüdür...
...
Para ulusun pusulasıdır; ulus paraya göre uygarlıklarını,
savaş ve barışını oluşturur...
....
Her ulus aldatılmaya-kandırılmaya çok yatkındır…Hafızaları
tahmin edilebilenden daha da zayıf olan uluslar; felaketleri, savaşları, ulusal
yıkımları, acıları unutup, kendilerini bu felaketlere sürükleyen politikacıların
peşlerine takılırlar… Ulusların hafızanın güçlü olması tek başına da yeterli
değildir; iyi eğitilmiş, soylu kaliteli, daha ileriyi görebilen düşünürler, politikacılarını da yetiştirmesi
gerekir... Çünkü ulusların ileriye, yeni
aydınlık ufuklara, çağdaş geleceklere taşıdığı gibi; karanlıklara, çıkmazlara,
bataklıklara da götüren liderlerdir... Cesur liderlerin önderliğine her zaman
gereksinim duyan uluslar; lidersiz kaldıklarında kurtlara yem olmak için
dağılan kuzular gibidir... Liderini iyi yaratan ulusların ulaşamayacağı hedef
yoktur; kuramayacağı uygarlık yoktur; ulus bir sürü olarak düşünüldüğünde lider
de onların gönüllü, hatta seçimle gelen çobanlarıdır...
…
İyi işlemeyen devletlerde adaletin ulusa verdiği hastalıklar
asla tedavi edilemez...
...
Ulusların özgür, bağımsız, yurtlarında egemen olarak
varlıklarını sürdürebilmeleri için bu uğurda gerektiğinde ölmeyi bilmeleri de
gerekir... Bağımsızlık ve özgürlük uğruna ölmeyi bilemeyen uluslar; tarihten
silinip yok olmayı da hak etmiş sayılırlar... Özgürlükleri, bağımsızlıkları, barış uğruna ölmeyi başardıkları oranda,
egemenliklerini kazanıp tarih sahnesinde
özgürce yaşamayı hak ederler...Her çağda her ulusun özgürlüğünün bedeli ölüm olmuştur...
...
Her ulusun tarihinde facialar, hayal kırıklıkları; çok az da
zaferler, mutluluklar, egemenlikler vardır... Ulusların yaşamları bir yerde
bireylerin yaşamlarının büyük örnekleri gibidir...
...
Büyük uygarlıklar kuran ulusların düşmanları gibi dostları
da çoktur...
...
Politikacısı kötü olan ulusların başka düşmana
gereksinimleri yoktur...
...
HAYAL
Hayal edilemeyen elde edilemez... Büyük hayali olmayanların
büyük işler başarması olanaksızdır...
...
Hayali kötü kullanmak demek; diğer insanlara zarar verecek, onların
yaşamlarını, özgürlüklerini çıkarlarını olumsuz etkileyecek biçimde gerçekleşme
anlamındadır...
...
Hayal açken tok;
parasızken zengin; yalnızken sevgililer sunan; kısacası olmaya olduran
bir duygudur...
...
Hayallerini çekinmeden ortaya koyanlar; iyilikler, erdemler,
sevinçler, coşkular kadar kötülükleri de karşılarına almış olurlar; o nedenle
tüm sonuçlarına katlanmak gerekir...
...
Hayaller gizli kaldığı sürece kimseye zarar vermez; yerli
yersiz anlatılan hayaller sahiplerini zor duruma düşürür, gerçekleşmediklerinde
ise alay konusu yapılır...
...
Hayaller yaşamımızın renklerinin sınırlarını da belirler...
...
Vaktinden önce gerçekleştirilmeye çalışılan hayaller zamansız doğan çocuklar gibi yaşayamazlar;
geç kalan hayaller ise işe yaramaz... Tam zamanında, yerinde, düğmeye basmak,
fotoğrafın içinde olmak; mutluluklarımıza mutluluk kattığı gibi; bazen de
acılarımızı arttırır...
....
İnsan fikri sorulmadan getirildiği dünya, kırık dökük
hayaller kurduğu, basit bir salıncaktır... Bir gün yüzde yüz o salıncaktan ineceğimizin
bilincinde olarak; hayallerimizin de yüzde yüz biteceğinden emin olarak hızlı
yaşamalıyız..
...
Başarılarımızın
olduğu kadar başarısızlıklarımızın sınırlarını da hayallerimiz
belirler...
...
İnsan ölüme giderken bile hayallerinden asla vazgeçmez...
...
Yüce sandığımız insanların hayalleri düşünemeyeceğimiz kadar
basit, küçük, sıradan olabilir... Ve
hayallerin bile ulaşamayacağı yerde bulunan bu insanlar tamamen rastlantılar
sonucu oraya ulaşmışlardır...
...
En basit hayal; bazen en keskin bıçaktan daha etkili,
silahtan daha da öldürücü özellikler taşıyabilir...
....
Hayallerini aklının yenmesine izin verenler, sonu ölümle
noktalanan bir maceraya hazır olmalıdır...
....
Savaş, aşk, hayal, birbirlerine çok benzerler... Tek
farkları aşk ve savaş karşılıklı iki güç
gerektirirken; hayali bir tek kişi istediği sayıda ve sonsuzca oluşturabilir...
...
Ömrümüz hemen hemen hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğimiz
hayalleri kurmakla geçer...
...
Hayal kurmak; bazen uçurumların kenarında ölüme randevu
verip onunla dansa hazırlanmak gibi tehlikeli de olabilir…
...
Hayaller unutmak ve anlaşılmamak için de kurulur...
...
İnsan hayali, hayal de insanı yarattı...
...
Gerçekleştirilebilen hayalleriyle insan övünmelidir… İçimizdeki
evrenin sonsuzluklarını keşfetmenin hatta biraz da ütopya yapmanın tek yolu hayal kurmaktır... Gerçekleştirmek
için ya da iş olsun diye milyarlar, kurulan
hayallerin bir yaşam boyunca peşinden koşulanlarının tamamına yakını boş,
anlamsız, beynimizden bir milimetre bile uzağa gidemezler... Ancak yaşamı
boyunca kurduğu sonsuz hayallerden sadece bir kaçını gerçekleştirebilme şansını
yakalayanlar olduğu gibi, bunların bir tekini bile gerçekleştiremeden yok olup
giden insanların sayısı bir hayli fazladır... Hayallerini küçük de olsa gerçekleştirebilen insanlar,
bunu başarabilme yüksekliğine ulaşabilenler; kendileriyle övünmelidir... Ama doğru olan şudur ki; insanın kurduğu sınırsız hayallerinde ay, yıldız, diğer
galaksilere ulaşma isteği olduğu gibi; çiçekler, sevgiler bulunduğu kadar; intiharlar, ölümler, dipsiz uçurumlar, dipsiz
kuyular vardır... İşte insan bu zıtlıklardan oluşan bir dünyada yaşamayı
başaran, ilginç varlıktır....
İstediğinizi seçmek size kalmıştır..
....
Kimse kimsenin yerine hayal kuramaz; hayallerini
gerçekleştirmeye çalışamaz...
...
Hayalinde oluşturduklarını yaşama geçirmeyi başaranlar
kahramandır...
...
Hayallerdeki gerçeküstülükler aptalların, hatta delilerin
bile ağzını sulandırır...
...
Hayal bazen içimizde görünmeyen ama teslim alan bir
silahtır...
...
En yüce bağışlama erdemiyle, en acımasız eylemlerin altında
her zaman hayaller vardır...
....
Hayal her an içine düşün çıkamadığımız sonsuz–dipsiz bir
kuyudur... Onun çevresinde dolaşıp ayağı kayarak içine düşünlerin, geri
dönüşleri asla yoktur... Onun çevresinde dolaşıp arada sırada bir miktarını alıp yaşama
katmanın da hiçbir zararı yoktur... Çünkü hayaller yaşamın en vazgeçilmez
rengini oluşturur...
...
Hayallerinde her insan çeşitli cinayetler işleyen,
hırsızlıklar yapan, fuhuşların sınırsızlarını gerçekleştiren, tüm yasaları ve
bir takım değerlerin ırzına geçen bir
olağanüstü suç makinesinidir...
Ancak bu yaptıkları sadece
hayallerinde kaldığı için suçlu sayılmayan;
tutuklanmayan, yargılanmayan,
diğer insanların arasında yaşamını sürdüren bir sakin varlık görüntüsüyle
hayatını sürdürür...
...
Hayaller inatla uygulanır; mücadeleyle gerçekleştirir,
olanaklarla yüceleşerek bazen de evrenselleşir...
...
Hem tüm erdemlerin,
hem de tüm suçların altında hayaller yatar.l..
...
Hayalleri insanın içinde onu sürekli suç işlemeye yönelten
bilgisayar programı gibidir... İnsan hayallerine hükmedebildiği ölçüde
yaşamının tüm aşamalarını da kontrol altına alıp hükmedebilir...
...
Hayal bazen düşüncenin en özgür salıncağıdır...
...
Hayal insanların renkli dünyalarını içinde sakladıkları
renkli çeyiz sandıkları gibidir... Açılıp bakıldıkça renklerine ve sayılarının
sınırsızlığına doyulmaz...
...
Dünyanın her yerindeki mezarlar; hayallerinin altında
ezilenlerin cesetleriyle doludur... Gençlikte kurduğu hayalleri yaşlılıkta
gerçekleştiremeyenler, yaşamış sayılmazlar...
...
Yaşam en büyük hayaldir…Altın tepside sadece bir kez sunulan
tek şansımız olan yaşamın en renkli ve eğlenceli yanı
hayallerimizdir... Bir gün yüzde yüz biteceğinden emin olduğumuz büyük
hayalimiz olan yaşamın tadını doya doya çıkartmaya; her saniyesini kıskanarak,
coşkulu ve sevinçli biçimde doldurmaya çalışmalıyız...
...
Hayallerimiz bizi sonsuzluğa götürmek için içimizde çırpınan
görünmez kanatlarımızdır...
...
Hayalinde çöpçü kral; fahişe evliya; hasta sağlam; politikacı
kendisini kral olarak görür; bunda da hiçbir sakınca yoktur...
...
Hayal yaşamın her aşamasında kullanabileceğimiz en güçlü ve
sihirli anahtarıdır...
...
Yaşamın zorluklarından, acılarından kaçarak, sürekli hayaller dünyasında yaşamak;
insanı aç, sefil, hatta rezil eder...
...
Hayal gerçeklerden, gerçekler de hayallerden hep nefret
eder...
...
İyi dost hayallerimizi bazen yıkarak ayağımızın yere
basmasını sağlar; kötü dost ise sürekli kışkırtır, hayallerimizin arttırarak
yanlış ve olumsuz yollara gitmemizi, acı çekmemizi, başarısız olmamızı
sağlar...
...
Eyleme konulmayan hayal suç değildir…Hayaller sınırsız
güzellikleri, zevkleri, erdemleri, doyumları, mutlulukları sunduğu kadar;
yasakları, gaspları, suçları, hatta ölümleri de sunar... Çünkü insanın gerçekte
elde edemediklerini, hayalleriyle elde etmeye ve gerçekleştirmeye çalışır.... Hayalinde
yerine geçemediği patron, kral,devlet adamı, politikacı yoktur... Hatta
milyonlarca yıl önce yaşayan, tarihin derinliklerinde kalan kralların, ünlü
kişiliklerin, seks sembollerinin, cinsel sapıkların bile yerine geçtiği olur...
Ya da cinsel ilişkiye girerek iğfal etmediği canlı kalmaz... İşte kimseye zarar
vermeyen bu hayallerden en küçük birisi uygulanmaya konulmaya kalkılsa yer
yerinden oynar, cinayetlere neden olur... Hatta devlet yıkılıp, dünya patlayıp,
evrene toz zerrecikleri olarak saçılır... O kişi de bu toz zerreciklerinden
birisine dönüşür... İşte gerçekleştirildiğinde dünyayı yok edecek boyutlarda
olan hayaller, kötülükler, insanın düşünce sınırları içinde kaldığı sürece,
eyleme konulmadığı sürece suç değildir...
....
Devletler hayallerle kurulur, yine hayallerle yıkılır...
...
Dünya isimli gezegende görünen ve görünmeyen her şey insanın
hayallerin ürünüdür; kural bundan sonrada değişmeyecektir...
...
Hayal, genellikle uygulanandan daha fazla uygulanması
olanaksız ve sınırsız seçenekler sunmaktan keyif alır...
...
Hayal en hoş bazen de en boş
umuttur...
...
Hayal dünyası insanın imparatoru olduğu sınırsızlıklar
evrenidir...
...
Yaşamın ağırlaşan koşullarının, parasal kaygıların, günlük
sıkıntıların hayallerimize sınır koymasına izin vermemeliyiz..
...
Yaşamda mutlu olmak için hayal ettiklerimiz değil, sahip
olduklarımızla yetinmeyi başarmalıyız...
...
Ayaklarını yerden kestiği insanı gerçekleştiremeyeceği
hayalleri terk edince; kötü biçimde yere çakılıp, aklı başına geç gelir...
...
Büyük hayaller büyük kişilikler yaratır…Tüm siyasi rejimler,
ideolojiler önce hayallerde kurulup yaşama geçirilmiştir...
Ancak büyük hayaller, büyük
rejimler ve kişilikleri yaratır...
Tarihin derinliklerinde kalan
tüm insanlığa mal olan, çağı değiştiren kişilikleri büyük ve kalıcı yapan
şey hayalleridir... Büyük hayali
olmayanının, büyük beklentileri de yoktur.. Bu kişiler küçücük dünyalarının
küçücük hayallerinin cüce varlıkları olarak yaşamlarını sürdürürler...
...
Aptalların ve delilerin ulaştıkları hedeflere akıllıların
hayalleri bile yetmez...
...
Bazen intiharları, ölümleri önleyen hayal; yaşama her zaman
şans tanımıştır, kural bundan sonra da değişmeyecektir...
....
Hayallerinde istisnasız herkes biraz sapıktır, delidir,
çılgındır, dehadır, uçsuz bucaksız davranan vahşetler işleyen varlıktır...
...
Hayal yaratıcı güçtür...Uygarlıklar başta olmak üzere; her türlü gelişme hayalcilikle suçlanan
mucitler tarafından gerçekleştirilmiş, insanlığa
çağlar atlatan atılımlar, devrimler, tüm yenilikler bu şekilde oluşmuştur... Tüm
icatlar, devrimler, uzay yolculuklarının başlangıcında her zaman hayal peşinden
koşan insanların yaratıcı gücü vardır...
...
Uygar yaşam varlığını hayale borçludur; ilkellik hayallerin
devreye sokulamamasından kaynaklanan geri kalmışlıktır...
...
En büyük özgürlükler hayallerle kurulur ve yaşanır...
...
Hayallerimiz yasaksız dünyaların sınırsız yaşamını sunar;
onu kullanmayı başarmak, doyumlarına, mutluluklarına, erdemlerine ulaşmak
başarının somut kanıtıdır...
...
İnsan ulaştığı ve gerçekleştirdiği hayalleriyle büyüktür ya
da küçüktür; yaşamıştır ya da yaşamamıştır...
ÖZGÜRLÜK...
Güneş her zaman özgürlüklerin üstüne doğar; özgür olmayan
bireyler, toplumlar, her çağda, güneş olsa bile
karanlıkta, yaşamaya hükümlüdür...
...
En büyük özgürlük henüz ulaşılamayandır...
...
Yaşamın kaynağıdır özgür düşüncedir; özgür düşüncenin
olmadığı yerde çağdaş ve üstün uygarlıklar oluşamaz, oluşsa da gelişmez, gelişse
de kalıcı uygarlıklar kurulamaz…
....
Belki de sadece ölüm sınırsız özgürlüktür...
...
Özgürlüğü de tutsaklığı da
yaratan ve yok eden insan ve toplumların çıkarlarıdır..
...
Özgür düşünmeyi önleyecek güç yoktur; ancak yasaklayıp
cezalandırarak tutsak ve edecek çok sayıda gelenek, görenek, görünmeyen kural ve de uygulanan yasalar
vardır...
...
Özgür düşünceler; çağımızda yaşama geçirilmekten daha çok
yasaklamak amacıyla üretilirler...
...
Özgür düşüncelerin sınırı, diğer özgür düşüncelerin sınırlarına
kadardır...
...
Özgür düşünemeyenler, her çağda özgür düşüncelerin can
düşmanı olmuştur ...
....
Özgür düşünülerek ulaşılan çözümlerin yaşama geçirilmesi
bazen olanaksız olabilir ama seçenek düşünceler olarak olgunlaştırılmasında ve
ileri çağlarda gerekebileceği düşünülerek bir yerlerde saklanmasında da sakınca
yoktur... Tarih tehlikeli olarak önce yasakladığı, sonrada insanın kurtarıcı olarak gördüğü bir zamanlar
yasaklanmış ama daha sonra yaşamı aydınlatmış düşünce örnekleriyle doludur...
...
Özgür düşünceler ve özgür düşünenler bazen çağından
yüzyıllar sonra anlaşılmıştır...
...
Özgür düşünce ışıktır; onu herkes görüp, yaşamına ve toplumuna
sunma yeteneğine ve becerisine sahip değildir... Bunu başaran kişilere filozof
deniliyor... Filozoflar da çağlarından yüzyıllar sonra anlaşılabiliyor...
...
Özgür düşünce en değerli madenden, paradan, tüm değerlerden
daha değerlidir... Özgür düşünce ne
kadar eski olursa olsun çağların derinliklerinden gönderdiği ışık, sonsuza
kadar dünya insanın önünü aydınlatmıştır, bundan sonrada aydınlatmaya devam
edecektir...
...
Bu gün sahip olduğumuz uygarlığımız özgür düşüncenin
yaşamasına olanak sağlandığı kadardır… Varlığımız ve yaşam kalitemizi arttıran
her türlü değer, buluş, icat, araç–gereçler o sınırlarda elde edilip
uygulanabilmiştir…
...
Özgür düşünceyi yasaklayanlar aslında özgür
düşünemeyenlerdir... Özgür düşünemeyenleri özgür düşünce yakar...
...
Kafasının içinde özgürlük olan kişinin atıldığı zindanın,
hücrenin, cezaevinin, hatta asıldığı darağacının bir anlamı ve değeri yoktur...
...
Rüyalara, hayallere nasıl sınır konulamıyorsa,
konulamayacaksa; özgür düşüncelere de sınır konulamayacaktır... O beyinlerde
gelişmeye, kendisini yenileyip insanların önünü aydınlatacak biçimde özünü
şekillendirmeye, her çağda yaşam sahnesinde varlığını sürdürmek için ortaya
çıkmaya devam edecektir...
....
Yaratıcılığın, üretimin, erdemlerin birinci koşulu
özgürlüktür...
...
Özgürlük her zaman ama en çok da yaşlılıkta gereklidir...
...
Sınırsız özgürlük yaşamın kurallarına kesinlikle aykırıdır…
Özgürlükler yerinde, zamanında, yeteri kadar olursa yararlıdır; yoksa her insan
kafasındaki her türlü özgürlükleri yaşamaya, uygulamaya koyarsa yeryüzü cinayetlerden ,
hırsızlıklardan, sapıklıklardan, savaşlardan geçilmez olur... Toplu yaşam
sistemi bozulup insanın kendi neslini yok etme tehlikesi ortaya çıkar... Dünyadaki
tüm devlet sistemlerinde birey özgürlüklerinin dozajları kontrol edilip
denetlenip, sakıncalı olmadığı anlaşıldıktan sonra verilmiştir, bu sistem sürmektedir...
İnsanın onur ve haysiyetine en çok yaraşan özgürlükler sistemi olduğu kabul
edilen demokrasi, özgürlüğü en kısıtlı halidir…. Zaten insanın demokrasinin
ilerisinde bir sistem gerçekleştirerek özgürlüklerin sınırsız yaşayabilmesi
için tüm evrene yayılması, bunun içinde birkaç milyon yıl geçmesi
gerekebilir...
...
Özgürlük binlerce yıl dinlense, söylense , yaşansa bile asla
bıkıp usanılmayacak en yüce ve en erdemli şarkıdır... Bu şarkıyı kesintisiz
söyleme yeteneğine ve erkine sahip olan bireyleri ve toplumları hiçbir güç
tarih sahnesinden silip atamamıştır , atamayacaktır... Ama onu söylemek ve
dinlemek için yaşamlarını ortaya koyamayan halklar ölmeye, ölmese bile
korkak, silik, kişiliksiz, tutsak ve aptalca bir yaşam sürdürmeye hükümlüdür...
Tarih sahnesinde kalmayı başaranlar da
özgürlüğü, alabildiğince yüksek sesle söyleyip dinleyen ve dinletenlerdir...
...
Yaşamı, özgürlük simgeler; özgürlüğün olmadığı yerde yaşam
da yoktur...
...
Özgürlüklerin bedeli çok ağırdır; ama o bu bedelin karşılığını her zaman, defalarca
ödeyen vefalı bir sevgilidir...
...
Yaşam hakkıyla özgürlük birbirlerinden ayrılmazlar; birinin
olmadığı yerde diğeri de olmaz, olamaz...
...
Özgürlük ertelenemez, ertelenen özgürlük özgürlük olamaz...
...
Toplumların yüzlerce, binlerce yıl uğraşarak dişleri,
tırnaklarıyla her zerresini hak ederek özgürlüğü yaşama biçimi haline
getirmeleri gerekir... Aksi halde birisinin himmetiyle, birisinin
bağışlamasıyla özgürlükler yarar yerine zarar verebileceği gibi; bu şekilde
yaşamaya çalışan toplum ve bireyler yok olur... O nedenle özgürlüğü, onun
değerini bilen, saygı duyan, sistemli ve disiplinli biçimde yaşama haline
getiren birey ve toplumlar hak edebilir...Üstelik kimse kimseye özgürlük
vermez, bağışlamaz, armağan edemez... O
yaşam pahasına savaşılarak alınır, uğruna kan dökülüp ölünerek hak edilir ve
yaşanır...
...
Yaşama hakkında sonra dünyadaki savaşların en önemli nedeni
hiç şüphesiz ki özgürlüktür...
...
Özgürlüğün sınırları politikacıların, bazı inançları temsil
eden kişilerin saptadığı yere kadar değil; o kişinin beyninde ve fiziki
yaşamında kendisine sağladığı sınırlara kadardır...
...
Özgürlük yitirilmeden insana onun değeri ve önemi
anlatılamaz...
...
Yitirilen özgürlük bir daha asla yerine gelmez...
...
En büyük özgürlük henüz ulaşılamayandır...
...
Evrendeki tüm güzel sanat eserlerinin tamamı hiç şüphesiz ki
özgürlük adına yapılmış olanıdır... Özgürlük adına yapılan savaşların bile
sanatsal ve estetik yüce tarafları vardır...
...
Özgür aşıkların hep üstün bir yanı olduğu için diğer tüm
canlılar onlara saygı duyarlar...
...
Hep daha fazla özgürlük vaat ederek işbaşına gelen politikacıların
beceriksizlikleri, hırslarını akıllarının önüne koymaları nedeniyle halkın
özgürlükleri zaman zaman ya kökünden ya da kısmen yok olmuştur...
...
Her birey özgür, zengin, her şeyiyle kusursuz bir ülkede bir
çağda, zaman diliminde yaşama başlamak
ister; ama bireyin bu yüzyıldı hangi ülkede, hangi cins, dil, ırk, inanç, renkte
olacağını önceden saptayamaz; böyle bir özgürlüğe sahip değildir.... Şuna
inanıyorum ki; eğer insan istediği yüzyılda, ülkede, cinste, sürede dünyaya gelme
özgürlüğüne sahip olsaydı; bu gün yarattığı uygarlığı evrenin her köşesine
çoktan taşımış olurdu.... İnsan sadece
dünya gezegeninde değil, evrendeki diğer gezegenler hatta galaksilere de efendi
olurdu...
...
Özgürlük her çağda insanın içmek, kaynağını bulup ele
geçirmek için sürekli peşinden koştuğu hayat suyudur...
...
Bazı başarısızlıklar, özgürlük yolunda insanı daha çok
hırslı hale getirip, daha çok bilemektedir....
...
Tembellik tüm özgürlükleri
öldürür...
...
Özgür doğmak, yaşamak, ölmek her insanın, toplumun yaşamdaki
en şaşmaz amacı ve hedefi olmalıdır... Özgür toplumlar ancak özgür bireyler,
özgür bireyler de özgür toplumlar yaratabilir...
Özgürlüğü yaşamamış ulusların
çocukları da bu kavramdan yoksun kalıp, onun yaşama biçimi haline
getiremedikleri için bu uluslar kısa süre sonra diğer devletlerin uşağı-emperyalistlerin
sömürgesi konumuna düşerler... Zaten doğada bir süre sonra bu türlü toplumları
tarih sahnesinden silip atmaktadır...
...
İş aş, sevgiye
dayalı özgürlüğün tadına doyum olmaz...
...
Özgürlük insanı ve en çok sevindiren, hasadı sınırsız ve
doyumsuz olan bir doğa üstü bir üründür...
...
Yasalar ne kadar acı olursa olsun yanına konulacak bir
porsiyon özgürlük ona inanılmaz tatlar katacak, çekilebilir hale
getirecektir...
...
Özgürlük güzel insanlar, hayvanlar, bittiler yaratır...
...
Et, kemik, ruh, en fazla da özgürlük dozajının karışımıyla
yaşam sahnesine çıkan insan hep en
sonraki özelliğinin peşinden koşmuştur...
Bundan sonra da özgürlüğünü
aramaya devam edecektir... Özgürlük uğruna filozoflar, bilim insanları,
politikacılar, sanatçılar canlarını seve seve vermişlerdir... İnsanın özgürlük
macerası bitmiş değildir; yaşadığı sürece, her çağda, her koşulda artarak daha
büyüyen bir istekle özgürlüğünü geliştirmeyi, çoğaltmayı sürdürecektir... Bunun
için önüne çıkan tüm engelleri yıkıp, yok edecektir...
...
Özgürlük temsil ettiği kavramından daha da büyüktür…
...
Özgürlük bazen kendisini yaratan uygarlığın tanıdığı sınıra
kadardır...
...
Anne babaların verebilecekleri her alandaki özgürlük olanaklarıyla, ülkelerle, gençler yarının
özgür dünyalarını kuracaklardır... Bu yetkileri-olanakları verecek anne–baba
ancak gelecekte çocuklarından yeni güzellikleri bekleme haklarına sahiptir...
Aksi takdirde hiçbir şey
vermediklerinde hiç bir şey beklememelidirler... Unutmamalıdırlar ki; çocukları
dünyaya getirmekten daha da önemlisi onlara özgürlüğü, yaşama biçimi haline
getirebilecekleri olanakları vermektir.... Bu olanakları sağlamayı bırakın,
varlığından bile habersiz olan anne babaların ise dünyaya
çocukları getirme hakları yoktur...
...
Gerçek olmasalar bile özgürlüklerle bittiği için tüm
masallara bayılırım...
...
Özgürlüğün yarattığı çabalar sonunda ulaşacağı uygarlıklar
sayesinde insan diğer yıldızlara galaksilere kesinlikle ulaşacak, yaşamı
oralarda başlatarak özgürlüklerle dolu dünyaları oralarda kuracaktır...
...
İnsan bugün ulaştığı uygarlık düzeyini kısıtlı da olsa
yaratmayı ve kullanmayı başardığı özgürlüklerine borçludur...
...
Oldukça pahalı ve nadir bulunan her özgürlüğün uzun çileler,
savaşlar, ölümlerle dolu bir öyküsü vardır...
...
Her özgürlük kendi öyküsünü kendisi yazar; her özgürlüğün
bir öyküsü vardır...
...
Devletlerle bireylerin özgürlük arayışları, yaşama uygulama
yöntemleri arasında üç aşağı, beş yukarı fark yoktur...
...
Dünya adı verilen bu gezegende üç bine yakın dilde söylemesi,
kalemle yazılması, milyarlarca insanın beyninde düşünmesi en yüce değerdir
özgürlük...
...
Özgürlük insanın özünü oluşturan nefes kadar gerekli bir
zorunluluktur... Dünya gezegeninde özgürlükleri yaratan insanlar bazen onu
aramakta zorlanmışlar, hatta zaman zaman çeşitli tuzaklara düşmüşlerdir... Özellikle
krallık, sultanlık, diktatörlük adı verilen monarşi rejimleri özgürlüğü yer yüzünden
tamamen silmek istemiş ama başaramamıştır... Tam yok ettiklerini , bütün
insanları susturduklarını sandıkları anda özgürlük fışkıran bir volkan gibi
yeniden ortaya çıkmıştır... Özgürlük bazen sanat, bazen politika, inanç olarak
kendisini güçlü biçimde ortaya koymuştur... Ne kadar unutturulmaya, yok
edilmeye çalışılsa da onun kökünü bu gezegenden
söküp atmaya hiç kimsenin gücü yetmemiştir, yetmeyecektir... Dünyadaki
son canlı, son insan kalıncaya kadar özgürlük herkese gerekli olacaktır... Hatta
yaşamın özünü oluşturan ekmek, su, hava gibi kaçınılmaz bir gereksinimdir... İnsan
özgürlüksüz o da insansız asla yapamaz...
...
Özgürlük sadece insanlara değil, tüm canlılara hatta cansız
varlıklara bile gereklidir...
...
Özgürlük olmazı olur, çaresizi çareli hale getiren sihirli
bir anahtardır... Özgürlük açlıkta etmek-su, tutsaklıkta uçmak için kanat,
dağları geçmek için yeraltındaki tünel, acıda tatlı, yoksullukta zenginlik,
bazen ölüm bile çaredir; ilaçtır,
türküdür, acil olarak herkese, her iklime
her insana, her devlete hemen şimdi gereklidir...
Özgürlüğün olmadığı yerde
yukarıda sayılan diğerlerinin hiçbir
değeri yoktur...
...
Zenginlik özgürlüğün dostu; yoksulluk ise düşmanıdır...
...
Geleceğin üstün uygarlıklarını özgür bireylerden oluşan
özgür devletler kuracaktır... Kısıtlı yada özgür olmayan devletler ve toplumlar;
diğer devletler ve toplumlar üzerinde yüz yılımızda olduğu gibi egemenliklerini
sürdüreceklerdir...
...
Özgürlük ya vardır; ya da yoktur... Üçüncü şık olamaz...
...
İnsanların yeni gelen bir nesile miras olarak
bırakabilecekleri en büyük değer şüphesiz ki özgürlüktür... Ancak bundan daha da önemlisi yeni nesli eğiterek
özgürlüğün önemi, değeri, sunduğu güzellikleri
önemle anlatılıp kazanılmasının zorlukları anlatılarak onu yaşama biçimi
haline getirmeyi başaracak çağdaş toplumlar yaratmak olmalıdır...
...
Ey özgürlük iyi ki seni tanıdım; yoksa ruhumun
derinliklerindeki güzellikleri, özgür kalemimle yazamayacaktım...
...
Özgürlük gerek toplumların, gerek bireylerin sahip olmak
istedikleri ancak canla eşdeğer fatura ödemeleri gereken pahalı bir
elbisedir...
...
Her özgürlük aslında özgürlük değildir… Özgürlük binlerce,
milyonlarca yılda yaşama çalışma deneyimleri sonunda oluşturulan uygarlıkların
vazgeçilmez ve en üstün güzelliğidir...Ama onu korumak, oluşturmaktan daha da
zordur... İnsanlar özgürlüklerinin sınırlarını, canlarıyla-kanlarıyla
olgunlaştırır, dokunulmaz bir yaşama biçimi haline getirirken yaşamlarını
ortaya koyar, gerektiğinde her türlü varlıklarını harcarlar ve bunu yaparken de
en küçük bir çekinceye, pişmanlığa da düşmezler...
...
Özgürlük giderken yaşama hakkını da yanında götürür; onu
yitirenler yaşama haklarını da yitirmiş olurlar...
...
Onurdur, erdemdir, sevdadır, gerektiğinde ölmektir özgürlük,
o istediğinde her şeyi fazlasıyla yapmak-yapabilmektir....
....
Yitirilmeyen özgürlüğün tadı ve değeri anlaşılamaz...
....
Parayla gelen özgürlük,
daha çok parayla da gider...
...
CESARET
Cesaretin her iki tarafı da keskin bıçaktır...
...
Yaşam cesaretle ölüm arasındaki uzunca süre yapılamayan
tercihtir...
...
Korkaklığın karşıtı olan cesaret; insanı her yüz yılda kendisine çektiği kadar
onun korkulu rüyası da olmuştur... Cesareti korkusundan fazla olduğu için insan
kendisini sonsuz geçmişten bu yüzyıla kadar getirmeyi başarmıştır...
Bilinmeyenlerin, bilinenlerden milyar hatta sonsuz sayıda çok olduğu karanlık
ve terkedilmiş evrenin bu köşesinde insan
yarattığı cesaretiyle pek çok gizi çözmeyi başarmıştır... Bu yolda yılmadan, bıkmadan, yıkılmadan ilerlemesini sürdürmekte olan insan,
gelecekte zaman kendisini karanlık – sonsuzlukların ve tüm evrenin gerçek ve
tek hakimi ilan edecektir...
...
Cesaret fakirin ekmeği olduğu kadar bazen de ölümüne neden
olur...
...
Dünyanın bazı bölgelerinde savaş ve barış varsa bu devlet
adamlarının–politikacıların cesaretiyle yapılmakta–yine onların cesaretiyle
barışa dönüşmektedir...
...
Cesaretle ölüme gidenler en yüce insanlardır; dünya o insanların önünde her çağda
eğilmiştir, bundan sonra da eğilmeye devam edecektir...
...
Çoğu insan yaşamı boyunca cesaretle bir kez bile tanışmadığı
için korkak, ödlek, pısırık, ürkek yaşar ve ölüp gider... Azıcık cesaret gösteremediği
için içindeki cevher keşfedilemeden, insanlarla bunu paylaşamadan yok olup
gider...
....
Cesaret pisliğin her türlüsünü silip atan, insanı ayağa
kaldıran, dinç tutan bir sihirli ilaçtır...
...
Kahramanları cesaret yaratmıştır ...
...
Gönümüzde yaşam koşullarının zorluğu insanın korkak olmasını
zorunlu hale getirmiştir... Ama bu insana fazla yakışmayan bir durumdur;
inanıyorum ki insan uyanıp, bu günlük yaşam sıkıntılarından kendisini kurtarıp
cesaretle ideal’ a bir gün mutlaka yürüyecektir...
...
Büyük acılar belki küçük cesaretle tatlandırılabilir... Yeter
ki küçücük bir cesaret göstermesini başaralım...
...
Cesaret ve ölümle arkadaşlık edenlerin darağacıyla
nikahlanması gerekir...
...
Her yüceliğin, her servetin, her başarının, her suçun
altında cesaret vardır...
...
İhtiraslar cesareti, cesaretler ihtirasları körükler... Her
ikisi zamanını, mekanını, çağını, sırasını bulduklarında o bireyi zirvelere
çıkartabilecekleri gibi ölüme de götürebilirler...
...
Cesaret kendini en çok aptallar ve delilerde gösterir...
...
Küçük cesaretler bazen büyük mutlulukların ve olanakların
kapısını açabilen en sihirli anahtar olabilir...
…
Yaşamak, beşikten mezara kadar bitmeyen bir cesarettir…
...
Cesaretsizlik gösterilmediği için yaşanmayan sevgilerin
sayısı, yaşananlardan daha fazladır... “Seni seviyorum” diyebilmek en çok
cesaret gerektiren davranıştır... Nedense insan bu konudaki cesaretini en son
gösterir; ama o zaman da genellikle geç kalınmış fırsatlar kaçmış, sevgililer
gitmiş bitmiş olur...
...
İnsan; yaşamı boyunca
ne çok şey yapmak ister, biraz daha cesareti olmadığı bir çok
şeyden için vazgeçer....
...
Yaşamımız cesaretimizin; cesaretimiz felsefemizin eseridir…
...
Yaşamak ancak cesaretle mümkündür; cesaretsizlik öldürür…
…
Cesaret devrimlerin temel ve tepe taşıdır, gövdesidir,
zirvesidir...
...
Cesaret hem iyilikleri, hem de kötülükleri arttıran bir
duygu olduğu için kontrollü kullanılması her zaman ön koşuldur...
...
Cesaretin yerini korku alırsa; kötüleri insafsız, gaddar,
acımasız, suç makinesine dönüştürür...
...
En büyük cesaret insanın kendisiyle dost olmak için
gösterdiğidir...
...
İnsan olanakları, olanaklar cesareti, cesarette savaş ya da
barışı yaratır...
...
Geçmişte yaşayan insanların gönümüzde yarattıkları
uygarlıkların her zerresinde; büyüklükleri küçüklükleri ölçüsünde cesaret
vardır...
...
Korkak yaşamaktansa cesaretle ölmek daha da onurludur...
..
Gereksiz, yersiz kullanılmaya çalışılan kötü cesaret en kötü
efendidir...
...
Herkesin bir yaşamı vardır; ama cesaretle, onurla, özgürce,
başı dik yaşamak bazı kişilere özgüdür...
...
Cesaret gerektiğinde en sadık arkadaşımız, bazen de
düşmanımız olabilir; ayrımını yapmak için bilgece davranmak gerekliliği
vardır...
...
Cesaret tüm olayların çevresinde oluştuğu , yaşamı ayakta
tutan merkezi orta direktir...
...
Cesaret iyi ve kötü dosttan kurtardığı kadar bazen insanı kendisinden de korur...
...
Kullanmasını bilenlere yaşam cesaretin en büyük ve sonsuza
dek sürecek eşsiz büyük bir yapıtıdır...
...
Beyefendiliği cesaret nezaketle birlikte yaratır...
...
Her suçun ve üstün başarının altını kazıyın cesareti
bulacaksınız...
...
Her türlü zaferlere ve şerefli çözümlere ancak cesaretle
ulaşılır...
...
Cesur olmayan özgür değildir; özgürlük cesaretle
olanaklıdır...
...
Emeğin cesaretle yoğurup olgunlaştırdığı yaşam meyvesi olan
kalıcı eserlerin tadına doyum olmaz..
...
Cesaret barışla daha güzeldir... Cesaretsiz yavaş öldürür…
...
Cesaret yaşamı zorlaştırdığından daha fazla da kolaylaştırır;
bazen de kolaylaştırdığından daha çok zorlaştırdığı olur...
...
Cesaret dengeli risktir… Başarıların ve mutlulukların zirvelerine
ve insanların bilmedikleri iklimlere yönelmek, oralara ulaşmak, yeni
düşüncelere, buluşlara imza atmak için gerektiği kadar cesaretin dengeli risk haline getirilmesi, insanı
hedeflerine daha kolay ulaştırır... Ancak
yerinde, zamanında yeteri kadar kullanılırsa riski başarıya olumluya
dönüştürebilme yeteneğine sahiptir...Dozajı iyi ayarlanamayan cesaret yıkım,
acı, hayal kırıklıkları, suç ve cezalarla ölümler getirir...
...
Delilerle cesurlar arasında kıl kadar ince bir çizgi
vardır... Sürekli delilik cesareti, cesarette deliliği yaratabilir; yine de her
deli cesur olabilir ama her cesur deli değildir...
...
Bazen yaşamın karşısında güçlü kayalar gibi duran cesaretler
kendisini yok etmek için çarpan kafaları parçalar öldürür...
....
Cesaretle eser şaheser olur...
...
Yaşam adı verilen uzun ince bir yolculukta en büyük
arkadaşımız, katığımız, suyumuz, havamız, ekmeğimiz gereksinim duyduğumuz tek
ve en önemli şey cesaretimizdir...
...
Zaman, yaşlanır parçalar,öğütür ama; insan zamanın bu
kötülüklerine ve hainliklerine da ancak cesaretle oluşturduğu eserler ve yaşama
coşkusuyla karşı koyar...
...
Gerçek cesaretle yaratılır, yok edilir; gerçekleri doğruları
cesaretle savunan uluslar insanlar çok yücedir... Yarının özgür ve uygar
dünyasının yaratıcısı olacak ulusları, insanları tüm insanlığın önünü açacak
cesaretlerinden dolayı bu yüzyıldan kutluyorum...
...
Ölüm ancak cesaretle sonsuz ve sınırsız özgürlüğe dönüşür;
ama bu özgürlük işe yaramayan özgürlüktür...
...
Cesur olmak önemli değil; önemli olan cesareti yerinde ve
gerektiği kadar kullanarak sonuç alma yürekliliği ve bilgisine sahip
olmaktır...
...
Kötülerden ve kötülüklerden, kurtulamayanlar cesareti
yerinde, zamanında ve yeterince kullanamayan aptallardır...
...
Deliler cesur, aptallar ödlektir; akıllılar ise bu iki uç
duygunun farkında bile değildir...
...
Cesaret sihirli anahtardır… Yoksulluğu
– zenginliğe, acıyı – tatlıya, karamsarlığı–umudu ezilmişliği tutsaklığı –
özgürlüğe dönüştürebilirse cesaret yerinde ve zamanında kullanılmış olur...
Bu şekilde yola çıkan kişinin elinde sihirli bir değneğe
dönüşen cesaret tüm olumsuzlukların kötülüklerin çelikten daha güçlü
kalıplarını kırarak, kendisini her alanda başarıya taşıyacak varsıllıklara
ulaşır... Her türlü özgürlüğü, sevgiyi, aşkı, yaşama biçimi haline getirmeyi
başarır...
...
Kadın cesaretin en güzel çiçeğidir... Erkek ise onu
sulayarak üretici hale getiren bahçıvan görevini yerine getirir…
...
Kadın ancak cesaretle
fethedilir, cesaretsiz onun dünyasına girmeye kalkanlar, kuşattıkları
kaleyi her zaman fethedemeden yenik dönen yorgun ve bitkin askerlere
benzerler...
...
Bazen cesaret mantıktan, mantık da cesaretten nefret eder...
...
Cesaretle çıkılan yoldan eli boş dönülmez; en büyük aşklara,
işlere, başarılara, ölümsüz düşüncelere cesaretle varılır; ya da; acılara,
pişmanlıklara, hatta ölümlere bazen cesaret götürür…
....
Cesaret ölümle yaşam arasındaki çizgide yürümeyi
başarmaktır; unutulmamalıdır ki cesaretin bittiği yerde ölüm başlar...
...
Duygusal davranmak, cesareti yerinde ve zamanında
kullanmamaktır... Çünkü duygunun gelişmemiş akıl olduğu somut olarak
ispatlanmıştır...
...
Yersiz cesaret kontrolsüz ateş gibi herkesi yakar...
...
Yerinde ve yeterince kullanılabilen cesaret uygarlıktır;
yersiz cesaret korkaklık, ilkelliktir...
...
Cesaret bıçağıyla girilen bağdan eli boş çıkılmaz...
...
Korkak olsan bile komşuna, arkadaşlarına, özellikle de
düşmanlarına karşı cesur görüntüsü vermenin sayılmayacak kadar yararları
vardır...
...
Cesaretin riskine katlanamayanların, cesur olmaya
çalışmaları bazen en gülünç kusurdur...
...
Cesaretin bedeli bazen ölümdür… Düşüncelerini cesaretle
söyleyenlerin kafaları belki kopartılabilir; yaşamları darağacında, belki de
kurşunlarla sonlandırılabilir; ama onların yitirilen yaşamları, akan kanları
diğer insanların özgürlüğünü sağlayacak bir güç sihirli bir anahtar
oluşturur...İnsanlığın yolunu aydınlatan düşünceler; cesaretle söylendikleri için kesilen ya da
kopartılan kafalardan çıkmıştır...Kural bundan sonra da değişmeyecektir...
...
Cesaretle savaş barışa; barış ta savaşa dönüşür...
...
Mezarlar, cesaretlerini gereksiz, zamansız, yersiz
kullandıkları için yok edilen yaşlı, genç insanların cesetleriyle doludur... Cesaret
fark edebilirsek kanımız, etimiz, tırnağımız, kemiğimiz kadar içimizde; kullanmayı bilmesek yıldızlar
kadar da uzağımızdadır... Bazen de onu bulmak, göstermek, yaşamak isteyen
insanın aradığı her yerdedir...
...
En özgün ve sonsuz düşünceleri-yüzyıllarca kalıcı olan ve
insanların yaşam isimli karanlıkta önlerini aydınlatan cesarettir...
...
İnsanı büyük erdem sahibi yapan şey bağışlama cesaretidir...
BARIŞ
Yaşam barışla olanaklıdır; barışın olmadığı yerde her şey
gibi yaşam zarar görür ve de biter....
....
Barışın insan yüzünde yarattığı mutluluğun resmini hiçbir
ressam çizemez...
...
Barış
her çağda, her insanın ve toplumun özlemini çektiği, evrenin en güzel
türküsüdür...
...
Barış hem bireyin, hem ülkelerin
gelişmesinde motor görevi yapan, doğayla insanın uyum sağlamasını
gerçekleştirerek erdemler üretmesini sağlayan sonsuz güzellik kaynağıdır...
....
Barışın en özgür sesi çocuklar ve
kuşlardan dinlenebilir…
Barışın
ana yurdu, her ülkede ve her toplumda insanların yüreğidir...
Barış çiçeklerin
rengini, çocukların en güzel dilini oluşturur... Barışta çiçekler başka
güzellikte açar; kuşlar çocuklar başka ve güzel dillerde konuşur... Barış tüm
canlı cansızların ruhunu olumlu yönde değiştiren, güzelleştiren, yaşama
coşkusuyla dolduran evrensel bir sihirdir... Zaten kendisini gerçekten isteyen,
bunun için gerekli savaşı veren, ona gereksinim duyan herkese gelir barış...
...
Barışın başlangıcı sevinç-düğün bayram;
bitmesi ise ölümdür...
...
Barış tüm alanlarda tükenmeyen doğa
üstü varsıllık kaynağıdır...
...
Barış savaştan daha fazla cesaret,
parasal güç, manevi özveriler ister.... Üstelik barışın yarattığı kahramanlar;
savaşın yarattıklarından daha da büyüktür ve de yücedir...
...
Barışlar canlı cansız her varlığa,
yaşama hakkı tanırken; savaşlar her şeyi öldürür...
...
En sağlıklı gürbüz, kolay kolay
hastalanmayan, ölmeyen barış; iyi eğitilmiş erdemlerini hiçbir zaman
yitirmeyen, en saygılı, en soylu
bireylerden oluşan toplumlarda bulunur....
...
Tüm barışçıl yollar denendikten sonra
hiçbir seçenek kalmamışsa yerine zorunlu olarak( zorunlu olmadıkça bir cinayet
olan) savaş seçeneği konulmaktadır... Ancak insanlık; tarihi boyunca barış için
tüm koşulların değerlendirmeden duygusal biçimde bazen savaşa giderek hem kendi
hem de karşıdaki toplumlara zarar vermiştir ama; her zaman zararını en büyüğünü kendisi görmüştür...
...
Savaş barışın hem dostu, hem de
düşmandır...
...
Barışı yok ederek ülkesini hızla savaşa
sokanlar aynı çabuklukta ülkelerine barışı asla geri getiremezler...
...
Yitirilen barış; asla sağ olarak geri
döndürülemez...
...
Tüm barışlar her ülkedeki
politikacılar, devlet adamları, toplumumu etkileyen odaklar tarafından savaşa
hazırlık aşaması olarak değerlendirilmiştir...Ancak barışın kalıcı hale
getirilmesi için yapılması gereken harcamalar özveriler, savaşa hazırlıktan
daha ucuz ve kolay üstelik daha da erdemlidir... Ülkelerindeki barışı
yitirdikten sonra değerini anlayan bazı acemi politikacılar, acemi devlet
adamları ve odaklar yüzünden dünya, insanlık tarihi boyunca savaşla barış
arasında yaz–boz tahtasına dönüştürülmüştür... Politikacıların devleti
yönetenlerin savaş konusunda karar veren odakların¸ savaşın, ölüm, kan, korku,
yokluk, açlık, sefalet,onursuzluk, tecavüz, ilaçsızlık, yaralanmalar, sakatlıklar,
ölümler olduğunu; barışın bunların tam tersi; aşk, mutluluk, her alandaki
olgunluk, kalkınma, yaşama sevinci, üstün uygarlıklar, onur, erdemler bütünü, olduğunu
çok daha iyi anlamaları ve anlatmaları gerekir... Ancak böylece savaşı ya da
barışı seçerken doğru kararlar verirler... Ülkeyi savaşa sokarken halkın görüşü
alınmadığı için politikacılar devlet adamları ve savaş yetkisinde olan
odaklar her zaman yanılmışlardır...Barışı
yok ederek savaşa girenler bilmelidir ki yitirilen değerlerin yeniden yerine
konulması, fiziki ve ruhsal yok oluşun yeniden sağlanması için barışın gelmesi
artık çok zor hatta imkansızdır ...
...
Barışı isteyenler faturasına katlanmak
zorundadır; savaş içinde bu kural geçerlidir...
...
Her savaş dünyayı barışa gebe bırakır
....
....
Barış dünya gezegeninde açan; türü, her
geçen gün tükenmekte olan bakıma, sevgiye, korunmaya, muhtaç nadide bir
çiçektir... Sevgiyle, şefkatle açan ve
yaşamını sürdüren bu çiçek 365 gün 6 saat boyunca tüm insanlığa yaşama coşkusu,
güven, sevinç, aşk, çalışma, üretme, her alandaki erdemlerini çoğaltma her
konuda gelişme ve büyüme sihiri verir... Tüm güzelliklerin kaynağını da
oluşturarak insanların tamamına yetecek kadar; balların henüz rastlanmayan ve
yeryüzünde olmayan türlerini de üreten bu çiçeğin sonsuza kadar sevgiyle,
şefkatle gerekirse savaşla korunup
yetiştirilmesi ve sihirini tüm insanlığa
yayması sağlanmalıdır...
...
Barış öğretilir; barışı önerilir; barış
tanımlanabilir; barışa gidecek yollar gösterilir; ancak onu yakalayıp, koruyup,
yaşama biçimi haline getirebilenler inanılmaz tüm sihirlerinden
yararlanırlar...
...
Barış gelecek; gelecek umut; umut mutluluk; mutluluk mutlu birey ve toplum
demektir...
...
Savaşla barış aslında birbirinin
kardeşidir… Yaşlı gezegenimizde barışlardan
daha fazla savaşlar yaşadı; bu gezegende hayat sonsuza kadar yıkılmadı,
yılmadı, uygarlıklar yeniden yeniden kuruldu ama barış yoluna devam etti... Üstelik
her yüzyıl gebe kalıp insanın özlediği
barışı sundu... Her barış savaş isimli kardeşinden beklenenden
daha güçlü, daha da gürbüz oldu; savaş biraz
uygun ortam bulup geliştiğinde BARIŞ isimli kardeşini hemen yedi
tüketti, katletti, öldürdü... Günümüzde bu iki kardeş arasındaki tartışma ölüm
– kalım çekişmesi hala acımasızca sürmektedir...
Ama
dünya her defasında BARIŞ’ ı doğurmaktan, büyük mutluluk duyarken, savaşlara da
istemeden gebe kaldı; bu iki kardeşin dünyaya gelip gitmesi insanların yaşam
serüveni devam ettiği sürece durmayacaktır...
...
Barışın öyküsü savaşın öyküsünden daha
uzun ve inanılması olanaksız zorluklarla doludur...
...
Barış sevginin ikiz kardeşidir; arada
savaş isimli kardeş bu iki kardeşin arasını açsa da; en kısa zamanda geri dönüp
insanlara mutluluklar sunmayı sürdürmektedirler...
...
Özünü oluşturan savaş-barış duygusu
yaşam boyunca hiç değişmediği için, hem bireysel, hem de toplumsal çıkarları
için insan yaşamı süresince na savaştan, ne de barıştan vazgeçebilmiştir...
Yaşamı
boyunca birisini alıp, diğerini bırakmış, diğerini alıp ötekini bırakmıştır... İstediğini,
özlediğini ve yaşama biçimi haline getirmekte en küçük bir çekimserlik
göstermemiştir.. Doğa da onun ruhuna koyduğu çelişkiler yasası sayesinde tıkır
tıkır işlevini sürdürmeyi başarmıştır...
...
Barışsız geçen günler yaşanmamış
sayıldığı için insan bu gezegenden her zaman alacaklı ayrılmıştır...
...
Barışta savaş gibi insanlıkla yaşıt ve
onun en eski dostudur...
Geçmişi milyonlarca yıla dayansa bile o
her çağda kendisini yenileyen, tazeleyen insanların iştahını kabartan güzel ve
hırçın bir sevgilidir...
...
En kötü barış; en başarılı zaferlere
dönüşen savaşlardan daha iyidir ...
...
Barış tarihi boyunca insanlığın
peşinden koştuğu ama çok az bulabildiği çok az tanıştığı, her an kaçmaya,
unutmaya yakın, pahası çok ağır ve hırçın bir sevgili gibidir....
....
Barış uğruna yaşamlarını harcayan
kişiler ve milletler yüceliklerin yüceliklerine ulaşmayı başaran örnek ve
erdemli varlıklardır...
...
Barış sever ulus olmak; dünyayı yeniden
inşa etmekten daha önemlidir...
...
Barış için ölmek; savaş için ölmekten
daha da erdemlidir...
...
Barışın yerleştiği yüreklerin ve
devletlerin ulaşamayacakları hiçbir hedef yoktur; unutulmamalıdır ki en büyük
ve üstün uygarlıklar en uzun barış süreçlerinde yaratılmıştır...
...
Tüm savaşlar gibi barışlar da maalesef
ölümlüdür... Her ikisini kontrol etmek, yaşam sürelerini belirlemek insanın
bilgisine, deneyimine, becerisine, barış uğruna yapacakları özverilere
bağlıdır...
...
Barış karıncalara bile gereklidir;
barış onlara bile yaşam coşkusu vererek güzelleştirir...
...
Demokrasinin en yüce tarafı her yolu
deneyerek barışı hedefleyen, bunu da gerçekleştiren bir sistem olmasıdır...
....
Savaş profesyonel ordularla nasıl yapılır?
Hani taktiklerle, hangi silahlarla yapılırsa başarı sağlanır ? Tarih boyunca
yapılan savaşların en ince ayrıntıları, yeni taktikleri, yeni teknolojilere
uygulanıp hep öğretilmiştir...Orduların tam teçhizatla savaşa hazır olarak
beklemeleri için ulusal bütçelerinden milletler trilyonlarca lira para
harcamıştır..
Ama
neredeyse savaşın öğretildiği titizlikte, incelikte, araç–gereçlerle hatta aynı
zamanda verilen emekle barış öğretilmemiştir... O her zaman yok sayılarak
görmezlikten gelinir.... Ama o kendisini her çağda insanlara en iyi biçimde
anlatmıştır; anlatmayı, kabul ettirmeyi başarmıştır, onun bu başarısı
sürecektir.... Barışı korumanın
okullarda, kışlalarda, tüm ibadet yerlerinde, halka anlatılması-yaşamasının
öğretilmesi gerekir...
...
Barışın bedeli savaştan her zaman daha
ağırdır...
...
Demokrasi; barışın gelişip,
güçleneceği, boy atacağı özgürce büyüyeceği tek sistem olarak karşımızda
durmaktadır...
...
Barışın mimarı da katili de
politikacılardır… Bir ülkede barışın yok edilmesi, insanların yaşamlarının
tehlikeye düşmesinin, savaşa sürüklenmesinin, hatta tarihin sahnesinden
silinmesinin tek nedeni bu konuda karar verme erkini her zaman ellerinde
bulunduran halkın devletini teslim ettiği politikacılardır... Ancak
unutulmamalıdır ki; yok ettikleri barışı
ülkeye getiren,yerleştiren, bu konuda yaşamlarını ortaya koymaktan, ölümü göze
almaktan çekinmeyenler de yine politikacılardır...
...
Dünya bir gün kesinlikle yok edilecekse
beklide sadece barış uğruna yok edilmelidir...
...
Barışın değerini savaşlar ve ölümler
yaratmıştır; barışın önemi ve anlamı her geçen gün daha da yoğun biçimde
anlaşılmaktadır...
...
İnsan yaşamından belki vazgeçebilir;
ancak barıştan asla vazgeçmemelidir...
...
İnsanlık zaman zaman kesintiye uğramış
olsa bile bu gün ulaştığı uygarlığını, kısa ömürlü de olsa yarattığı barış
süreçlerine borçludur...
...
Erdemli politikacı liderlerin ömrü
barışı korumak, onu bulup ülkeye yerleştirmek için uğraşmakla geçer... Tarihin saygınlıkla andığı, insanın kendisine
yüzyıllardır örnek aldığı ya da dün yaşamış olmasına karşın heykelini diktiği
devlet erkini ellerinde bulunduran politikacılar, filozoflar, dürüst ozan ve
yazarlar yaşamlarının tamamı barışı
bulmak için harcayan yüce kişilerdir...
....
Barış dünya insanlık ailesinin ortak malıdır;
onun korunması için herkes, her kesim
görevini eksiksiz tam ve iyi yapmalıdır...Bazı kişiler ya da uluslar barışı ortadan kaldırarak kısa sürede
küçük belki yararlar sağlayabilirler; ama uzun zamanda yararlarından çok
zararlarınadır...Çünkü barışın bozulmasıyla karlı çıkacak kişilerin sayısı bir
elin parmakları kadar azdır... Barışın
herkesin sayılmayacak kadar çok
yararları vardır; onun yitirilmesinden ortaya çıkacak zararları hesaplamak
olanaksızdır...
...
Örnek, bilge, erdemli insan kendisiyle
her zaman ve her ortamda, her koşulda barış içinde olandır...
...
Barışı korumasını bilmeyen uluslar,
savaş isimli cinayetlerinin sonuçlarına katlanmak zorundadırlar...
...
Savaş ateş; barış su, çiçek, aş-ekmek,
gül bahçesidir; seçim insanındır...
...
Barış yaşamın özünü oluşturan sihirli
bir iksirdir ...
...
Evrenin en ulu baş yapıtı şüphesiz; her
bireyin, her toplumun , canlı cansız tüm varlıklar arasında yapılabilecek
barıştır...
...
Barış insanlığın ortak dilidir… Dünya
gezegeninin her yerinde, inancı, cinsi, rengi, dili, dini, ekonomik gücü ne
olursa olsun barış insanların yaşamına coşku, sevinç, sevgi, hoşgörü, adalet, paylaşım, yardımlaşma, erdemler getirir... Hiçbir
tercümeye gerek kalmadan barışın oluşturduğu ortak hoşgörü ve güler yüzlü
davranış biçimi tüm insanları sevecen yapar...Hatta onurlu bir barış, ölümü
bile çekilebilir hale getirir...
...
Barışı yaratma ve yok etme, ya da ona ömür biçme yetkisinde olanların tüm insanlığa
karşı sorumlu olduklarının bilincine vardıklarında bu gezegendeki barış daha da
uzun ömürlü olacaktır...
...
Tüm savaşlar barış için; tüm barışlar
da yeniden savaşmak için yapılır...
...
Barış; geleceği zamanı, ülkeyi, bireyi
çok iyi saptar; gelir istediği kadar kalıp, canının istediğinde de çekip gider...
İnsan onu ağırlamakta hiçbir kusur etmemesi, tüm isteklerini fazlasıyla
karşılaması gerekir... Hatta öyle ki; onun kalıcı olabilmesi için gerektiğinde
canını bile vermekten çekinmemelidir... Barışın terk ettiği ülkedeki ulusun ve
bireylerin vay haline ?
...
Günümüzde barışın iskeletini para,
kanını petrol, ruhunu da çağımızda hemen hemen iç bulunmayan sevgi oluşturur...
...
İnsan neslinin devam etmesi, tüm
savaşların durmasına, en çok ta kadınla erkek arasındaki barışa bağlıdır...
...
Barışı yok etmek isteyenlerin sayısı,
onu korumaya çalışanlardan her zaman daha fazladır...
...
Barış yeryüzünde bir gün kesinlikle
hakim olacaktır...
....
AŞK...
Aşk rüzgara karşı söylenmiş bir
şarkıdır...
...
Aşk alevlerin içinde yanarken
gülümsemeyi başarmaktır...
...
Aşk bazen dikensiz gül; bazen de gülsüz
diken bahçesidir...
....
Aşk bazen delilikler içinde
susmaktır...
...
Aşk mutluluklar diyarına uzanan tırabzanların
bir tarafı gül, diğer tarafı uçurumlarla dolu olan gökyüzüne doğru uzanan ince,
uzun ve sonsuz merdivendir.. Bu merdivenlerden tırmananlar da, tırmanmayanlar
da pişmandır..
....
Aşk sevgilinin bir tek saç teline bir
ömrü adamaktır...
...
Her şeydir bazen aşk, bazen de hiçbir
şeydir...
....
Sevişmek, cinsellik aşkın büyüsünü
bozar, hatta öldürür, ama ne yazıktır ki aşkın zirvesi orgazmdır...
...
İnsan canlı-cansız her şeye aşık
olabilir, aşkını ona ilan edebilir… Aşkın doğru ya da yanlışları onu
yaşayanları ilgilendirir... Can lar istediği aşkı, istediği ve dilediği biçimde
yaşama özgürlüğüne sahip olmalıdır... Hiç bir can aşkından dolayı
aşağılanmamalı, hor görülmemeli, hatta yargılanmamalıdır...
....
Aşk bazen dikensiz gül; bazen de gülsüz
diken bahçesidir...
...
Aşk insan yüreğinin en soylu
konuğudur...
...
Aşk tüm uygarlıkların yaratıcısıdır;
bazen de inanılmaz yıkıcı, yok edicidir...
...
Aşk mutlu yaşamanın zirvelerine
çıkartabildiği gibi; cinayetlere de neden olduğunu insanlık tarihi yazmaktadır…
…
Bütün uygarlıklar, savaşlar, barışlar,
silahlar, kavgalar, cinayetler, aşkın eseridir...
...
Aşk belki de hiçbir zaman yazılamayacak
şiirdir...
...
Aşk evrensel dildir; renk, cins, dil,
ırk, ülke sınırları gözetmeden tüm insanların ortak dilidir...
...
Aşk yaşarken kalbimizi bedenimizden
söküp, sevdiğimizin avucuna koyabilme cesareti ister...
...
Çöpçü ile kralın aşkı aynıdır; onları
harekete geçiren doğal iç dürtüler aynıdır... İki canın aşkını farklı yapan şey
makamları, sahip oldukları olanakları, sosyal konumlarıdır...
...
Aşk sevgilinin ciğerlerinden çıkan
nefesi emip yutmak, onunla aynı havayı solumak, dilini emmek, vücudunun her
hücresini dil ve dudaklarla keşfetme, göğsünün üstünde kulaç atmak, gözlerinde
yitmek, ince beline sarılıp orgazmdan sonra da derin uyumaktır...
...
Bana göre evrenin en büyük mucizesidir
aşk...
...
Aşk uğruna dökülen gözyaşları
kutsaldır; o damlaların her biri dünya denilen gezegende bu güne kadar açan
rastlanmamış eşsiz güzellikteki çiçeklerdir...Bu çiçeklerde her zaman aşkın
yaratıcı ruhu ve sihrinin bir rengi
görünür...
....
Sevgidir aşkın anahtarı... Sevgi
olmadan, sevgilinin kalbinin kilidi açılıp içine girilemez…
...
Aşk bazen ateştir ; ateşte aşktır...
Tarafları her an yanmaya hazır biçimde o kapıdan girmeleri gerekir…
...
Aşk asla yazılamayacak; sadece yaşanarak
anlaşılacak sihirlerinin sınırı belli olmayan, her türlü iklimi içinde
barındıran sonsuz bir öyküdür...
...
Aşk görülebilecek en renkli ama çok
kısa süren bir düştür...
...
Aşk sürekli sevinç, aralıksız gönenç,
kesintisiz acı ve işkence kaynağıdır...
...
Karşılıksız aşk filozoflaştırır...
...
Büyük ya da küçük her aşk efsanedir;
onu yanmadan yaşayan her canlı da kesinlikle kahramandır...
...
Aşk sapıtmaktır; üstelik sapıttığını haykırmak, kent
meydanında binlerce kişinin gözleri önünde toplumun tüm kurallarının ırzına
geçmektir...
...
Kendisine köle edecekse aşkı bile
istemem...
...
Aşk hiçbir zaman unutmamaktır; unutulan
aşk aşk olamaz...
...
Aşk adres sormaz gideceği yeri,
gireceği kalbi, içinde kalacağı süreyi kendisi saptar...Kalır ya da gider...
DELİ
Delinin
rüzgarına bile bulaşmayın...
...
Deliler yaşam isimli sahnenin gerçek
oyuncularıdır... Bir delinin rolünü bin akıllı oynayamaz...
...
Deli ile aşık (ozan) kardeştir...
Hangisinin deli, hangisinin ozan olduğu her zaman birbirine karıştırılır... Deli
nin yazı kışı olmaz... Çünkü deliler her saniye farklı farklı davranarak
çevresini şaşırtırlar...
....
Deliler yaşam denilen dünya sahnesinin
gerçek oyuncularıdır; bir delinin rolünü bin akıllı bile oynayamaz...
...
Delilik, en son fark edilmesine karşın
sürekli inkar ve reddedilen; devamlı yok sayılarak kaçılan, kesinlikle tedavi
edilmesi gereken ruhsal bir hastalıktır...
...
Deli aklını sokağa koysa kimse almaz
ama bakan olabilir...
...
Çevremiz çoğunluğunu politikacı ve
işadamlarının oluşturduğu dünyanın kendi çevresinde döndüğünü sanarak
insanlara bir lütuf olarak geldiklerine inanan, kendisini dünyanın en akıllısı
olarak gören delilerle doludur... Herkesçe
bilinen delilerden daha da tehlikeli olanı bu gizli delilerdir; en büyük özellikleri de kendilerinin deli
olduklarının bilincinde olmadan normal insanların yaşamlarını zehir ederek,
onları sürekli olumsuz etkileyip yaşamın tüm dengelerini bozmalarıdır... Çevremize
iyi baktığımızda; akıllılardan daha çok gizli delilerle dolu olduğunu somut
olarak görebiliriz...
...
Deliliğin ne olduğu tam anlaşılamadığı
için genellikle akıllılarla birbirlerine karıştırılırlar... Kesin olan tek şey
ise toplumda akıllıların gelmesi gereken tüm makamlar ve ellerinde bulundurması
gereken tüm yetkiler kendilerini akıllı sanan delilerce işgal edilmiş ve ele
geçirilmiştir...
...
Akademisyenler, kariyerlerini bir kalkan gibi kullanarak deliliklerini
kamufle etmeyi başaran süper zeki, inanılmaz bilgili ve bazen de gizli
delilerdir...
...
En iyi deli kendini akıllı sanarak
susandır…. ütün deliler kendilerini evrenin merkezi sayarlar... Dünya ve güneş
sadece onlar için doğup onların etrafında dönmektedir... Bu delilere uzun zaman
dilimlerinde kimse itibar etmez... Deliler uzun süreler toplum tarafından
dışlanabilir ama, toplumun kabul ettiği en iyi deli ise kendisini akıllı
sanarak susandır...Fikirlerinden yararlanılmasın diye konuşmayandır... En iyi
deli kendisini akıllı sanarak susandır...
...
En iyi deli; ölü delidir...
...
Deli nin güldüğüne gülünmez; ağladığına
da ağlanmaz..
...
DOKTORLAR...
Doktorları tanıdıkça; sağlığın bir
mucize olduğuna daha çok inanıyorum...
...
Tarih hiçbir doktorun, diğer
meslektaşının yaptığı muayeneyi, tedaviyi, doğru bulduğunu bu güne kadar yazmadı
, bundan sonra da yazmayacaktır....
...
Doktorlar kendilerini tedavi etmeyi
başardıkları gün dünyanın sağlık sorunu büyük ölçüde çözümlenmiş olacaktır…
İnanıyorum ki her doktorun başka bir doktorun kontrol ve tedavisine acil
gereksinimi vardır...
...
Doktorlar aşırı para kazanma
hastalıklarını tedavi edebildikleri gün insanlığa daha çok yararlı
olacaklardır...
...
Aristokrat bir sınıf olarak kendilerini
toplum üstü, gören doktorlar; geniş halk kitlelerine hep yukarıdan
bakmışlardır... Ancak bu sınıfın çok altında, sıradan insandan daha az kültürlü
ve bilgisi olan doktorların sayısı da bir hayli fazladır...
...
Ülkelerin sağlık politikalarının
tıkanması,karambol yaşanmasının ana nedenlerinden birisi de bu bulanık
ortamlardan para kazanmak isteyen doktorlardır...
...
Taş ustaları için tuğla, kasaplar için
koyun ne ise; doktorlar için de hasta odur...
...
Doktorlar ilaçların Latince-bilimsel
isimlerini tam olarak yazmayı ömürleri
boyunca öğrenemedikleri için, yazdıkları
reçetelerdeki bazı harfleri okunmayacak–kendi cehaletlerini ortaya koymayacak
biçimde yazarlar... Zavallı eczacılar doktorların yazdıkları reçeteleri bulmaca gibi çözmeye ve
okumaya çalışırken oldukça zorlanmaktadır..
...
Alkolün–sigaranın zararlarını anlatarak
insanları bunlardan vazgeçirmeye çalışan doktorların kendileri bu maddeleri
kullandıklarında çok zavallı ve gülünç durum düşerler...
...
DENEME
Denemek
iddiasız yaratıcılıktır...
...
Denemek geleneksel olarak kalıplaşan,
asla değiştirilmeyen, tüm bilinenlerin ötesindeki yüksekliklere uzanmaya
çalışmak, oradaki farklılıkları keşfetmek, güzelliği, erdemleri, kusursuzluğu,
bilgiyi elde etmeye çaba harcamaktır... İnanıyorum ki sadece çok deneyen
bireyler, toplumlar denemeyenlere göre daha çok gelişir, daha büyük ve ölümsüz
eserler-değerler ortaya koyarak, daha kısa zamanda ileri ölçüde uygarlaşırlar...
Çünkü denemek bir yerde yaratmaya, daha iyisini, en iyisini hatta üstününü
bulmaya çalışmaktır...
...
Denemek aslında yaşamaktır; yaşamakta
denemek...Sadece yaşam iki kez denenemez....
...
Dünyada sadece aptallar, deliler;
deneme yapmadan, daha üstünü aramadan, gelişmeye, dönüşmeye, değişimeye ayak
uyduramadıkları için doğdukları gibi ölürler...
...
Akıl daha iyiyi bulmak için sürekli
denemeyi, durmadan denemeyi; icat çıkartmayı, böylece bilinenlerin de
ötesindeki bilinmeyenleri elde ederek kusursuzluğa ulaşmayı emreder... Sadece
akıllı olanlar bunun bilincine vararak uygulayıp, normalin ötesindeki
güzellikleri elde edip yaşamlarına geçirirler...
....
Doğru, yanlışların farkına varılıp geri
dönülmesi, tekrarlanmamaya çalışılması; yanlış ise yanlışların
sürdürülmesidir... Bize bu sonucu deneme vermektedir...
...
DOSTLUK...
Kötü
dost milli felakettir...
...
Dostun parası da belası da ortaktır...
...
Bazı dostlukların ömrü çıkarların ömrü
kadardır; gerçek dostluklar ise çıkarlar bittikten sonra başlayandır... Bazen
gerçek dostluk sadece sözde, kağıtlarda kalan; yaşama asla geçirilmeyen,
insanların peşinden sürekli koşup aradıkları en güzel erdemdir...
...
Dostlar kesinlikle dikkatli davranmamız
gereken en yakınımızdaki düşmanlarımıza dönüşebileceği için çok dikkatli olmak
gerekir…
...
Kötülük yapacağını bildiğimiz için
uzağında durduğumuz en güçlü düşmanlarımızdan korunmak, bazen en yakın dostlarımızdan korunmaktan
daha kolaydır...
...
Acımızı paylaşmayan; sadece mutlu
günlerimizde bizimle sevinir gibi rol yapan dostlarımız aslında sinsi
düşmanlarımızdır...
...
Bazı dostlarımızın yaptıkları
kötülükleri, hainlikleri, verdikleri zararları, açtıkları yaraları, uzağımızdaki
düşmanlarımız yapamazlar; ama bazen en
yakınımızdaki dostumuzun açtığı yarayı uzağımızdaki düşmanlarımız tedavi
edebilir...
...
Sessiz dostlarımız çok konuşanlardan
daha fazla tehlikeli ve zararlıdırlar...
...
Seçtiğimiz dostlarımız kişiliğimizin
şöyle ya da böyle olduğunu açıkça ortaya koyan en somut kanıtlardır...
...
Sırlarınızı düşmanlarınıza ve sahiplerine
anlatacak kadar deli, tonka, aptal, geri zekalı dost seçerseniz, benimde sizin
aklınızdan şüphe etme hakkım doğar...
....
Dostsuz kalan, düşmansız da kalır... Fazla
dostu olduğunu söyleyenler genellikle dostlarıyla düşmanlarını ayırt
edemeyenlerdir...
...
Dostlarınızla paylaşılmayacak
sırlarınızın olduğunu bilirseniz , inanın dostluğunuz daha uzun süre devam
edecektir...
...
Sonradan olma–görme zenginlikler, 40
yıllık dostluğu bozar...
...
Dostlarını iyi ve dikkatli seçenler;
merak etmesinler düşmanlarını da aynı
titizlikle seçmiş olurlar...
...
Kötü dostu olanın düşmana gereksinimi
yoktur...
...
Dostunuzun parmağına batan diken, sizin
yüreğinize çuvaldız olarak batmadıysa, o dostluk dostluk sayılmaz...
...
Akrabadan, komşudan dost olmaz ...
...
Dostlukları kurmak kadar
kırmadan-kırılmadan bitirmek de büyük başarıdır...
...
Yaşamımızın her döneminde dostlarımız
kadar düşmanlarımız da kendi eserimizdir...
...
Bazen iyiliklerimiz, kötülüklerimizden
daha çok düşman kazandırır...
...
Dostumuz da düşmanımızda aslında iç
evrenimizdeki öz kendimizdir...
...
Akıl üzerine kurulmayan dostluklar
temelsiz binalar gibi yok olmaya hükümlüdür...
...
İnsanın akılsızı her taşın altında
düşmanı olandır...
İnsanın akıllısı düşman
yaratmayandır... İnsanın en akıllısı ise düşmanını dost haline getirmeyi
başarandır...
...
Gelecekte karşılaşacakları düşmanlarını
görmek isteyenler en yakınlarındaki en yakınlarındaki dostlarına baksınlar... Çünkü
en acımasız düşmanlarımız en yakınlarımızdaki dostlarımız arasından
çıkacaktır...
...
Yiğidin akıllısı; gücünü düşmanlarıyla
mücadele ederek değil; dostlarının sayısını çoğaltmakta kullanır...
…
Yaşamları boyunca iyi dostlar
biriktirenler; ev, arsa, tarla, bina, otomobil, hisse senedi gibi değerlerden
daha da bilinçli ve dengeli davranmış olurlar…
...
Dostlarımızdan karşılığını
ödeyebileceğimiz; düşmanlarımızdan ise kopartabileceğimiz kadarını
istemeliyiz...
....
Bizi yaşamımızın her anında biraz
enerjik, uyanık, mücadeleci, yılmaz ve yıkılmaz, hatta ihtiraslı duygular
içinde tuttukları için düşmanlarımıza
teşekkür etmeliyiz...
...
Dost yaşamın, düşman ölümün
adıdır; seçim insanındır...
...
Düşman yaratmak, dost yaratmaktan kolaydır
ama dostlukları sürdürmek, düşmanlıkları bitirmekten daha da zordur...
....
Düşmanlarımıza karşı aldığımız
önlemlerin daha büyük ve etkilisini dostlarımıza karşı almamışsak, yaşamı tam olarak
anlamış sayılmayız...
FELSEFE...
Felsefe
düşünüştür, görüştür, bakıştır, anlayıştır, yorumlama ve yazmadır…Felsefe
beşikten mezara kadar bilinçli olarak
bilgi sevgisidir; felsefe yaşamın tamamıdır; yaşam tepeden tırnağa
felsefedir...
...
Felsefe belli bir bilgiye erişmiş insanın yaşamı sorgulamak
yoluyla kendisini sil baştan yeniden programlamayı başarması, her nefeste defalarca hep taze, hep yeni, hep
coşkulu ve yaşamının her anına bilgece ve gülümseyerek bakmasını sağlar...
İnsan aklının yarattığı en güzel, en soylu,
en erdemli sihir olan felsefe; her çağda, daha da gelişip güçlenerek
insanın gereksinimlerine göre şekil alarak ona hizmet vermeye devam
edecektir...
...
Yaşamaya değer en büyük mutluluk bana göre hiç şüphesiz
felsefeyle tanışmak; mutsuzluk ise onunla tanışmadan ölüp gitmektir...
...
Hayat karanlık, felsefe ışıktır; insan bu serüvende daha
mutlu, daha huzurlu, başarılı, sevgiyle ve coşkuyla yaşayabilmesi için
felsefenin aydınlığına gereksinim duyar… Bunu da akıl kendisine sunar; felsefe;
kendimiz olmayı, kimsenin desteğine gereksinim duymadan, ayakta durmayı
öğretir... Hastalıklara gülerek katlanmayı; acılardan sevinçler yaratmayı; ölüm
düşüncesinin oluşturduğu korku tünellerini yok ederek daha özgür yaşamamızı
sağlar... Ayrıca; bilgeliğin en somut görüntüsü olan alçak gönüllü olmamız
kadar, başarılarımızla da aşırıya kaçmadan övünmemize izin verir...
...
Felsefeyle uğraşmak; yaşamı gereksinim duyduğu bütün
amaçlarına en uygun biçimde kullanarak
dünya isimli gezegendeki bu serüveni hatasız, yüzde yüz başarıyla
tamamlamaktır...
...
Fikir temelde ne iyidir, ne de kötüdür; ona değer kazandıran, karşısına konulan boş, anlamsız
hatta kötü fikirlerdir... Başka deyişle fikirlerin yüce, eşsiz oldukları karşıtı
fikirlerin ortaya koyması, onlarla çatışmasıyla anlaşılır... Felsefe bu görevi
başarıyla yerine getirir; aklı kullanmayı, tartışmayı, iyiyi-kötüyü birbirinden
ayırma konusunda insanlara yol gösteren baş rol oyuncusudur...
...
Felsefe erdemli, gönençli, dertsiz yaşamayı öğrettiğinden
daha çok ölüm korkusunu sorun etmemeyi, hatta onu gülümseyerek karşılamayı,
bedenimizin bir organı, doğal bir çiş yapma, hapşırma, acıkma-doyma gibi
benimsemeyi de öğretir...
...
Felsefe insanın tarihinden başlayıp, kendi içinde tutsak
ettiği paslanmış prangaları açmak için akıl isimli içinde sayısız anahtar
bulunan ışığı sunar... Felsefeyle uğraşanlar, içsel prangalarından kurtulmayı
başardıkları için daha özgür düşünüp, daha özgür davranıp doğrulara ve
gerçeklere hatta özgürlüklere daha fazla dokunurlar; bu yüksek erdemli değerleri
yaşama biçimi haline getirebilirler...
...
Felsefe; bireyin düşüncesine gerek kendisi, gerek toplumun koyduğu
tüm sınırları kaldırarak; bütünün bir parçası olan insanı her türlü sınırların
dışında yaratıcı düşünmesini sağlar... Daha iyiye, sıfır hata, yüzde yüz
başarıya yükseltmek için yanıt ararlarken; felsefe yaşamın tamamını kucaklar; insana
aklının aydınlığını sınırsızca kullanmasının yolunu gösterir; böylece insan
uzayın tüm sonsuzluğunu, bütününü içine alıp sorgular, yanıtlar arar, bulur,
iyi ve olumlu yanların uygulayarak mutlu biçimde bilgece tüm zorlukları aşarak
varlığını gideceği son noktaya kadar rahatlıkla ve coşku içinde taşımayı
başarır…
...
Felsefenin ruhunu olgunlaştırarak, bilinenlerin, bilineceklerin
de ötesine taşıyamayacağı insan yoktur...
...
Okumak ruhu aydınlatır; felsefe ise olgunlaştırır,
bilgeleştirir; ölümsüz düşüncelerin efendisi yapar...
...
FUTBOL
Futbol devasa halk
kitlelerini peşinden aptalca sürükleyen içi ve dışı da boş bir sevdadır...
Stadyumda 22 kişinin aktif olarak oynadığı futbol peşinden milyarlarca insanı
sürükleyen bir sihir–okus/pokus, yani cambaza bak derken insanların cebini
boşaltan ulusal ve uluslar arası bir örgüttür…
....
Maçlar, gerek futbolculara, gerek hakemlere, her seyircinin günlük, haftalık, yıllık
stresini küfür ederek attıkları içi boş-soyguncu organizasyondur...
...
Statlar eşlerine, çalışma arkadaşlarına, amirlerine, hatta
çocuklarına edemedikleri küfürleri futbolculara, hakemlere haykırmak için
gelen, üstelik bu konuda para verip küfür eden küçük insanların büyük taraftar
olduğu boş bir uğraştır...
....
Futbol çocuklukta sevda, delikanlılıkta meslek olarak
seçildiğinde çoğu kişide hayal kırıklığı yaratır...
....
Çocuklar maçlara fotograflarını gazetelerde gördüğü,
televizyonlardan izlediği futbolcuları yakından görmeye, delikanlılar
futbolcuların top oynadıkları sırada teknik ve taktiklerini öğrenmeye, ileri
yaştakiler erkekler ise yitirdikleri gençliklerini, cinsel diriliklerini,
fiziki güçlerini genç futbolcu bedenlerini izleyerek anımsamaya, kadınlar ise
yakışıklı futbolcularla hayallerinde bile olsa sevişmek için giderler...
....
Futbolcu ile koşu atları arasında hiç fark yoktur; ikisi de
sahiplerine daha çok para kazandırmak için, son dakikaya şampiyon olarak girmek
için koşarlar...
...
Futbol bedeni geliştirir, insanların ve bu işi yapan
profesyonel futbolcuların düşünme-muhakeme yapma yeteneğini ömürleri boyunca
ortadan kaldırır...
...
Futbol sadece gençlikte oynanır, yaşlılıkta izlenir...
GAZETECİ...
Çağının en büyük tanığı olan
gazeteci; yaşadığı dönemi günü gününe yazan, tarihe zamana ve insanlığa karşı sorumlu olan
kişidir...
Akıllı gazeteci de sadece
çalıştığı kuruma haber hazırlamayıp, günlük tutup, öz yaşamını da insanlara
anlatabilecek erdemlerle dolu bir yaşam çizgisi izleyebilmeli, ayak
izlerini-deneyimlerini gelecek yeni kuşaklara belgesel olarak sunabilmelidir…
...
Gazeteci; toplumu, insanı, politikacıyı, hatta dünyayı her
zaman kendisinden daha iyi tanır...
...
Gazeteci binlerce kişi arasında yalnız insan; yüzlerce türlü
yemeklerle donatılmış sofralar arasında aç, kasalar dolusu paralar karşısında
yoksul, devletin tüm yetkilerini elinde bulunduran kişiler arasında yetkisiz
kişidir... Gazeteci bazen de soylulardan daha soylu; devlet yetkililerinden
daha da yetkili, hatta hırsızın
karşısında polis rolü oynayan kişidir...
...
Gazeteci çok iyi bir dost olduğu kadar; bazen de kusursuz
bir düşman haline dönüşebilme potansiyeliyle doludur...
...
Gazeteci başkalarının yaşamlarını izlerken kendi yaşamını
unutur...
....
Gazeteci tek başına dünyayı değiştirmeye kalkan; inanılmaz
hayaller kurup yaşamaya çalışan duygusal kişidir...
....
Gazeteci öyle çok bilgilere-belgelere ulaşır ki; bazen hiç
birisini kamuoyuna açıklamaya cesaret edemediği için çoğunlukla sırlarıyla ölür
...
...
Gazeteci başkalarının yaşamlarını izlerken kendi yaşamını
unutan kişidir...
...
Gazeteci olaylar karşısında bazen geri zekalıdan daha geri
zekalı, bazen de dahilerden daha dahidir...
...
Gazeteci yasadışı örgütlere, teröre, mafyaya, haksızlıklara,
sömürülere tek başına karşı koyacak kadar büyük ve cesur bir yüreğe de
sahiptir...
...
Gazetecilik bazen sevgiyle, çoğunlukla da ölümle arkadaşlık
etmektir...
...
Gazeteci ünlü olmak için yola çıkan; mesleğinin çekici yanlarına
kapılarak yoksulluğuna, her türlü tehditlerine, yıllarca tazminat ve para
cezaları istemiyle yargılanmalara, hatta açlığa ve de ölüm risklerine, direnerek
genellikle de aç ölen kişidir...
...
Çağının en büyük tanığı olan dürüst ve erdemli gazeteci,
yaşadığı dönemi günü gününe yazan, tarihe ve insanlığa karşı sorumlu olan
kişidir...
...
Gazetecinin tek ve en
değerli varlığı kalemi ve onurudur...
...
Hangi çağda, hangi kültürde, hangi devlet sınırları içinde yaşarsa
yaşasın her gazeteci topluma doğruyu göstermeye hükümlüdür...
...
Gazeteci ünlü olmak isteğiyle yola çıkan, mesleğin çekici yanlarına
kapılarak yoksulluğuna–açlığına–her
türlü olumsuzluğuna ömür boyu direnen, meslekten çıkmak yerine çırpındıkça daha da çok gazeteci olan
kişidir...
...
Gazeteci bazen kendinden başka herkese çaredir...
...
Gazeteci sinir sistemi cımbızla alınan her türlü olay
karşısında tepki göstermeden–taraf olmadan , tarihe tanıklık yapan kişidir...
GELECEK...
Geçmişini yok sayarak gelece biçim vermeye çalışmak olanaksızdır... Geçmişten alınan dersler sayesinde
gelecek daha az kusurlu, daha çok başarılı ve de mutlu biçimde şekillenecektir...
Çünkü geçmiş yaşam
zincirimizin geride kalan halkalarıdır... Kirli, paslı, kopuk, eğri, yaralı,
darbeli de olsalar bize aittir... Yerine oturmayan, söküp atmak istediğimiz geçmişte
kalan bölümlerini yeniden oluşturma olanağına sahip değiliz... Yapabileceğimiz tek şey; gramajlarını, atom
moleküllerini, pas cinslerini çok iyi bildiğimiz geçmişimizi iyi
değerlendirdiğimiz ölçüde daha az kusurlu halkalar yaratıp geleceğimizi daha da
yükseklere taşıyabiliriz....
....
Geçmişte gerçekleştirdiğimiz, ya da gerçekleştiremediğimiz
hayaller, umutlar, başarılar, tutkular, ihtiraslar geleceğimizi acımasızca
tıkar..
....
İnsanın mutlu bir gelecek için, mutsuz bir bedel ödemesi
gerekir...
Gelecekle buluştuğunda insan; ne gelecek o gelecektir, ne de
insan artık o insandır…
Bazen acı da olsa kaçılamaz gelecekten...
Bilge tüm geçmişinde olduğu gibi geleceğinde de, önüne
çıkacak olumsuzluklara bugün olduğu gibi sessizce katlanır…
Hayallerinin boş olduğunu insan geleceğe ulaştığında anlar…
İnsanın ömrü, asla ulaşamayacağı göreceli bir geleceğe
koşmakla geçer…
Geleceğini sevgin-hoşgörün-pozitif bakman kadar parlak, güzel
ve aydınlık; korkuların ve kötülüklerin kadar da karanlık ve acılı bulacaksın...
Geleceğimize her zaman son noktayı üzerine titrediğimiz ölüm
koyar…. Bu öyle bir noktadır ki, ortada ne biz ne de geleceğimiz kalır…
Çok şeyler bekleyerek gelecekte hayal kırıklıklarını
yaşamaktansa, hiç bir şey beklemeden yaşamın önümüze koyabileceği bir takım sürpriz
olabilecek zenginlikleri bulmak daha güzel olmalı…
Göstereceği çabalarla, kendi geleceğini kralı ya da kölesi
olabilir insan...
Gelecekte gül bahçemizi yaratan nedenler, dikenleri de
yaratır…
Akıllı her insan geleceğini titizlikle hazırlar; salaklar
tembelce ve uyuşuk biçimde yaşadıkları için sadece bulduklarıyla yetinir…
Geleceğimize en büyük başarılarımızı da götürmek isteriz;
başarısızlıklarımız kendiliğinden gelir…
Gelecekte bulacağın sende tüm değerler gibi, bugün ellerinle
yarattığından başkası olmayacaktır…
Sabırla şekil veremediğimiz hiçbir gelecek, mutluluk getirmez…
Geleceklerinden endişe edenler aslında bugünlerinde de
başarılı olamayanlardır…
Bugün yaptıklarından gelecekte çok az insan pişmanlık duymaz…
Geçmiş zaten yaşanmış, yok olmuş, bitmiştir; insan henüz
başlamamış olan geleceğe egemen olmaya çalışmalıdır...
Geçmiş yürünmüş geride kalan yoldur, gelecek ise yürünmesi
gereken heyecanlı asfalt-otoyoldur…
İnsan akıllı davranırsa, geçmişinden alamadığı tüm heyecanı
geleceğinde yaratabilir…
Geleceğin hayali, her zaman gerçeğinden daha fazla doyum
sağlar insana…
Bir tek şu an; yüzlerce yıllık sonsuz gelecekten daha
anlamlıdır, değerlidir…
Gönençli bir geleceği kimse getirip sunmayacaktır, dişimizle,
tırnağımızla yaşamımızla o bizim kendi eserimiz olacaktır…
Yaşam yolculuğunun iyi organize edilmiş, hoş lezzetler,
tatlar ve zevklerle geçmesi için yapılan hazırlığa gelecek diyoruz…
Kusurlarımızı azalttığımız ölçüde, kusurları az bir gelecek
düşünebiliriz…
Geleceğin sihrini yaratmanın peşinde koşmaktan, pek çok insan
içinde bulunduğu anın değerini anlayamaz...
İyi bir geleceğe dinamik biçimde dönüşerek, devinerek
değişerek, gelişerek ulaşırız…
Sadece bilgelerin düşündüğü, olgunlaştırdığı beklediği ve
gelecekle buldukları birbirinin aynısıdır…
Geleceğin güzel olabileceğini düşünmek bile, hayallerin en
güzelidir…
Yaşlılığımız en büyük ödül, mutlu bir gelecektir. O ödülü
kimsenin vermesini beklemeden, yaşamımız boyunca gelecek isimli ödülümüzü
sadece biz kendimize vermek için hazırlarız…
Sağlıklı, akıllı, kimseye muhtaç olmadan, kendi ayaklarının
üzerinde durarak ulaşılan seksen yaştan daha büyük ödül olabilir mi gelecekte
insan için…
Geleceklerinde akıllı olmayı düşünenler, bugün akılsız
olduklarını açıklamaktadırlar…
Yanlışlarımız bugünümüz gibi geleceğimizi de elimizden alır.
Her yanılgımız bugün olduğundan daha çok geleceğimize zarar
verir…
Geleceğimize doğrularımızdan daha çok yanılgılarımız şekil
verir. Bu da bozuk, acılı, hüzünlü bir gelecek anlamını taşır…
Geleceği güzel ve coşkulu bulmanın en güzel yolu insan üstü
gayretle çalışmaktır.
Geleceğimize yürürken bugün olduğu gibi yanılgılarımız bizi
asla terk etmez. Öyle ki, bazen mezara kadar gölgemiz gibi peşimizden gelirler…
Akıllı davranın insan; geleceğine acı–keder yerine mutluluk
ve sevinç taşır…
Akılla biçimlenen gelecek, elbette duygusal olarak
hazırlananlardan daha coşkulu, gönençli ve aydınlık olacaktır.
Kendini aşmakla mutlu bir geleceğin anlamları birbirini
tamamlayan iki yarım parça gibidir…
Görkemli bir gelecek kendimizin, hatta düşüncelerimizin bile
ötesinde bekler. Ancak, kendisini aşabilenler mutlu geleceklerine ulaşabilirler…
Geleceğin mutlu, görkemli olacağına inandığında, başarın kat
kat artacaktır. Bir kuşun kanatları sanki acılarının arasından çıkartıp uçarak
seni geleceğe taşıyacaktır…
Gelecek isimli avuntu olmasaydı, bugünün acılarına nasıl
katlanacaktık?
Aklın geleceği görkemli, mutlu ve başarılı hale getirmesine,
duygularımız engel olur. Bazen de koyduğu engellerle bunu üstün ve inanılmaz
derecede başarır…
Çelişkiler olmasaydı, geleceği güzelleştirmek kaygısını
taşımazdı insan…
Bugünü iyi olmayanın, yarınından iyi bir gelecek beklemesi
hayaldir…
Gelecek daha çok hesap hataları ve yanılgılar korosu şeklinde
karşılar bizi.
Başarısı, mutluluk sınırları, bilgeliği ne kadar ileri ve
üstün düzeyde olursa olsun yanıltmayan gelecek yok gibidir…
Geleceğin umut edilenle bulunanlarının farklı olmasının
nedeni pozitif olarak iyi hesaplanamayan olanakların dışında düşünülmesidir…
Karanlık, bataklık, acılardan oluşan yaşamın dar yollarına
insan; geleceğin aydınlık çiçekler, sevgiler, sevgililerle dolu hayalleriyle
katlanabilir…
Geleceği zengin ve mutlu düşünme-hayal etmek, umutsuzluktan
iyidir…
Ömrümüzün tamamına yakını mutlu, görkemli, coşkulu bir
geleceği elde etmenin zaferini hayal etmekle geçer…
Geleceği bir beklenti olmaktan çıkartıp; ulaşılan, yaşanan
anlardan oluşan bir zafere dönüştürebilen insanlara bilge denir…
Yaşamın gerektirdiği her türlü koşullarını başkalarının
belirlemesine izin verirsen, geleceğinden koskocaman bir yenilgi bulacağını
unutmamalısın…
Geleceğinin kralı olmak istiyorsan, bugününün çalışmanın,
savaşmanın, mücadele etmenin ve emek harcamanın tartışmasızca kölesi olmalısın…
Gelecek hepimizi yanıltır; biz de geleceği. Bunun adı
yaşamdır…
Bugünün olduğu gibi geleceğin de içi boştur; insanın ömrü bu
boşluğu doldurmaya çalışırken tükenir…
Ne kadar çalışır, hazırlık yaparsak yapalım, her zaman
gelecekte ilk defa karşılaşacağımız genellikle de yenileceğimiz çok şeyler
olacaktır…
Hiç bir gelecekte mucize aranmamalıdır. En büyük mucize
bugünde ve gelecekte insanın kendisine hakim olmasıdır.
Hayatın kendisi başta olmak üzere aslında her insan
mucizedir; ama geleceği asla bir mucizeye dönüştüremez…
İyi düşünmek, iyilik yapmak, erdemli davranmak geleceği
mucizeye dönüştürmese bile katlanılabilir hale getirir…
İnsanın bugün olduğu gibi gelecekte de en büyük zenginliği
yaptığı iyilikleridir…
Yaşam bir koşudur, insan hem rakiplerini hem de kendini
geçmek için geleceğine doğru koşan bir yarışçı hatta savaşçıdır…
Gelecek yarışında birinci olman için bugün, her nefesinde,
her adımında kendini geçmen gerekecek…
Gelecek de geçmişte olduğu gibi dertlere katlanmaktır…
Geleceğimizi içinde bulunduğumuz bugünden şekillendiririz.
Beğenirsek bilgimize, becerimize, zekamıza mal ederiz, hoşumuza gitmezse de suçu
şanssızlığa-başkalarına yükleriz...
İnsan sevemeyeceği geleceği yaratmak için her türlü
tedbirsizliği, bilgisizliği, başarısızlığı, tembelliği, dedikoduyu, entrikayı,
yalanı hayatına katmaya bayılır…
Bulunan ve yapılmaya çalışılan geleceğin farklı olmasının tek
nedeni, insanın olanaklarının ve yeteneklerinin sınırlarının farkında
olmamasıdır…
Geleceğimize bizimle birlikte ulaşana korkularımız, aslında yerine
olumlu ve güzellikler koymayı başaramadıklarımızdır…
Geleceğe sadece sevgi, dostluk, coşku götürmeliyiz.
Korkularımıza, başarısızlıklarımıza, tembelliklerimize çöplüklerde her zaman
yer vardır…
Çalışan ve başaran her insanın güzel bir gelecek umut etmeye
hakkı vardır…
Mutlu-özünü aşıp eserler vererek ulaştığı geleceğinde,
yeniden doğmayı, her nefesinde sil baştan kendini yeniden güncellemeyi başaran insana bilge denir…
Hastalıksız bir gelecek gelmeyecektir…
Ömrü bittiğinde-yani öldüğünde bile çok kişi geleceğine
kavuşamamıştır…
Gelecek sadece özgürlüğün ülkede, kentte, yaşamda, mutluluğun
olduğu yerde beklenmelidir…
Çok uzun bir bekleyiş gibi görünen geleceğin hep gelecek
olarak kalmasını isteriz. Çünkü hayallar bitecek, umutlar tükenecek, dayanılmaz
acılarla karşılaşacaktır insan...
Geleceğinde insan çok değişmiş, çok gelişmiş, inanılmaz
eserler ortaya koymuş, dünyadaki en başarılı kişi haline getirmeyi başardığı kendisiyle
buluşmak ister. Ancak aradığı kendini bugün ve gelecekte asla bulamaz…
Geleceğimize egemen olmak, bugünümüze egemen olmaktan geçer…
Geleceğimizi elbette çok güzelleştirmek için çabalamalıyız
ama bugünlerimizi de dolu dolu yaşamalıyız…
Bu günümüze olduğu gibi geleceğimize de tadını, ölümün acısı
verecektir…
Yaşamla vedalaşmadan, geleceğinin içine gir, yaşa, pişman
olsan da olmasan da hiçbir şey fark etmeyecek…
Belki de gelecekle uzlaşmanın tek yolu, gelecekle ilgili tüm
tasarı ve düşüncelerimizi geleceğe bırakmaktır…
Geçmişte olduğu gibi gelecekte de yanımızda kalacak tek şey
yaşamdan aldığımız tatlar olacaktır…
Geleceğimizi, adliye, karakol, tutuk ve ceza evlerimiz
yapmamak, en büyük zaferimiz olacaktır…
Geçmişte olduğu gibi gelecekte de mutluluğu insan yaptığı iyiliklerde
aramalıdır...
Geleceğimizi başkalarının onayıyla güzelleştirmeye çalışmak
onu öldürmektir…
Yanlışların üst üste konulduğu-yaşandığı bir serüvende doğru
bir gelecek yoktur…
Geride kalan her geçmişimizle birlikte biz de biteriz; düşünsel olarak başarabilirsek taze umuttan
oluşan bir gelecek beklentisinde yeniden doğarız…
Dünyanın değil, bizim nereye gittiğimiz önemlidir gelecekte.
Gelecekte dünya da zamanda olacak, sadece biz olmayacağız…
Mutlu bir geleceğime inanıyorum, çünkü kendime inanıyorum…
GENÇLİK...
Geçmişimizi düşündüğümüzde
en çok aradığımız şey gençliğimizdir...
...
Geleceğin dünyası verilen
olanaklar ölçüsünde gençlerin ellerinde şekillenecektir...
...
Gençlerini iyi eğitmeyen insanların–ulusların yarınları
yoktur...
...
Gençlik yaşamın coşkulu, en renkli, en kısa, ama bir daha
asla yaşanmayacak mevsimidir; bin gençlikten dokuz yüz doksan dokuz tanesi heba
olup gitmiştir; gençliklerini iyi
değerlendirmenin sırrına insanlar genellikle
yaşlılıklarında fark ederler ama yapılacak bir şey kalmamıştır...
....
Gençlikte ekilen ağaçların meyvesinin tadına yaşlılıkta
doyulmaz...
...
İyi yetiştirilen genç; iyi toplum, iyi yarın, mutlu gelecek,
mutlu dünya demektir...
...
Gençlik yaydan fırlayan okun havada kaldığı süre kadar
kısadır...
Ok yaydan fırlamadan önce iyi nişan alındığında hedefin
tam ortasına saplanır; iyi nişan
alınamayan ok nasıl çirkefe düşüp saplanarak yok olursa; iyi eğitilmeyen, iyi
yönetilemeyen, iyi yönlendirilemeyen gençlik içinde bu kural geçerlidir...
...
YALNIZLIK ....
Yalnızlık dünya isimli
sahnede sergilenen tek kişilik oyundur... Senaryo yazarı, oyuncusu, ışıkçısı,
perdecisi, kostümcüsü, uygulayıcısı da yalnızın kendisidir...
...
Tek umudu ve umutsuzluğu
yalnızın kendisidir...
...
Yalnızlık yaşamın izlerini havaya kazımaya çalışma
inadıdır...
...
Yalnızlık insanın kendisinde asla çözemediği kördüğüm
olmasıdır; varlığının sonuna kadar öyle yaşamasıdır...
..
Yalnız kendi dünyasının bazen korkak, bazen de kahraman
imparatorudur...
...
Yalnızlık yaşam sahnesinde kişinin sadece kendi hamallığına
katlanabilmesi, bazen de o yükün altında kalarak ezilmesidir...
...
Yalnızlık her ülkede, aynı dili konuşan dünya yurttaşıdır...
...
Yalnızlık insanın acınacak yanının, çaresizliğinin,
görülebilir halde yaşam isimli sahnede sergilenmesidir...
...
Yalnızlık insanın içindeki sonsuz evrende yitmesidir… Yalnız
insanın içindeki dipsiz karanlık kuyulara ışık hızıyla durmadan düşmesi, çok
istemesine rağmen asla geriye dönememesi; sonsuz ve yaşam boyu süren yolculuktur... Ve yalnız
her zaman kendisini bekler, kendisini özler, kendisine gider, kendisinden
döner, kendisinden kaçar, kendisine sığınır...
…
Yalnız bir türlü kavuşamadığı özüne hasret, kendi
sevgilisidir... Her yalnız kendi öyküsünün kahramanı, çöpçüsü, baykuşu,
efendisi, kölesi, yaratıcısı, inancı ve yok edicisidir...
...
Yalnız kişinin kendi kendine verdiği ölümüne kadar tek kalma,
ısrarla ve körlemesine yalnız yaşama cezasıdır...
...
Yalnızlık hayal kırıklıklarından oluşan çöplüğün altında
kalan ve çıkartılmaya çalışılan kirlenmiş ve boşa gittiği var sayılan bir
yaşamdır...
...
Yalnız hem kendisini
kendisinden kurtaramadığı; hem de ölemediği için yaşamını zorunlu olarak
devam ettiren kişidir...
...
Yalnızlık insanın soğukkanlı yaratılması değil; hayatın
önüne koyduğu karşılaştığı sorunlar, haksızlıklar, üç kağıtçılıklar, yasadışı
uygulamalar, yalanlar, üç kağıtçılıklar, hileler, entrikalar karşısında ruhunu
yaşamdan soğutmasıdır... Bu davranışı geliştirmesi, yaşamı böyle görmesidir...
...
Yalnızlık gündüz yaşanan ışıksız, yağmurlu, bulutlu, zifiri
karanlık gök yüzlü bitmeyen hep aynı kalan sürekli bir gecedir...
...
Yalnızlık yaşam boyu aynı noktaya bıkıp usanmadan
bakmaktır...
...
Yalnızlık insanın tüm duyu organlarını dış dünyaya kapatarak
yaşam süresinin dolmasını-ölümünün kendisini bulmasını kör, sağır, dilsiz,
topal, çaresiz beklemesidir...
...
Yalnızlık yazılamaz… Çünkü onun tarifi yoktur… O sadece
yaşanarak anlaşılır ve anlatılamaz... Özelliği ululuğu yada öldürücü yanı
bilinmezliğinden gelmektedir....
...
Yalnız olmadığını iddia edenler; yalnızlıklarının bilincinde
olmayanlardır...
..
Küçük ruhlara göre değildir yalnızlık… Sadece aptallar, deliler,
filozoflar ve bir de dahiler yaşama biçimi haline getirdikleri yalnızlıklıyla;
ne kadar bilge, kahraman, üstün insana
yakın varlıklar olduklarını kanıtlarlar... Akıllılar yalnızlığa yakalanmamak
için özgürlükleri başta olmak üzere ekonomi,onurları başta olmak üzere, her
türlü özgürlüklerinden ödünler vererek çoğul yaşamayı başaran evcil
yaratıklardır... Öyle ki bu duygudan korktukları için kendilerinden daha az
eğitilmiş daha az gelişmiş, daha az çağdaş daha az zekalı kişilere köle olarak
her şeyleriyle onlara bağımlı halde yaşarlar... Akıllıları bırakın yalnız
yaşamayı, bu düşüncenin geçtiği beyinlerinden bile korkarlar ,günlerce ,
aylarca uykularını kaçırarak yaşam dengelerinin alt üst olmasına neden
olurlar... Zaten yalnız yaşamak da korkak, ödleklere göre değildir...O büyük
ruhların büyüklüklerini kanıtlamak için doğanın ortaya koyduğu olağanüstü bir
sihir ölçüsüdür...
...
Yalnızlık resim yapılmamış boş, beyaz, lekesiz bir tual’
dir...
Ve yalnız gün gün, nefes
nefes yaşamıyla o tuali dolduran, dünyadaki canlılık süresince yaşadığı
serüvenleri oraya aktaran kişidir...
...
Yalnızlık yaşamla kişi arasında giderilmesi olanaksız, asla
sağlanamayan iletişim kopukluğu, kapatılamaz uçurum, aydınlatılamaz sonsuz
karanlıktır...
...
Yalnızlık bir tür yaşamdan istifa ederek, ölüme geçmek için
krizli ve acılı bölgedeki yaşamın uzun süren halidir...
...
Yalnızlık yaşamın iddiasız denemesidir...
...
Yalnızlık her günü, her anı, her saniyesi yaşamla yazılmaya
çalışılan bir öyküdür...
...
Tamamı altından daha da değerli varlıklarla ölçülebilecek
kadar değerli mucize zamanlardan oluşan tek yaşamaya yalnızlık deniliyor...
....
Yalnızlık dürüstlüktür…Yalnızlığı herkes değil sadece onurlu,
dürüst, yalandan uzak, erdemli insanlar yaşama şekli haline getirebilirler…Çünkü
onlar kendisini yaşayan maske takma gereği duymayan, kendisini seven, ruhuyla
bedeni birbirleriyle barışık değerlerinden ödün vermeyen kişilerdir.. Bu onurlu
kişiler ancak yaşamlarında yalnızlığın tüm yükünü kaldırabilirler...
...
Yalnızlık sıcak yaz güneşinin altında bile görünmeyen içsel
yağmurlarla sırılsıklam ıslanmaktır...
...
Dışarıdan bakıldığında kapalı bir kutu görüntüsü veren
yalnız;
İçini sadece kendisine açan,
olağanüstü zenginlikler, çoğul yaşayan insanlardan daha coşkulu, renkli bir
kişidir... Ama onun sahip olduğu bu üstünlükler, üzüntüyle belirtmeliyim ki;
kendisi dışında hiç kimse tarafından keşfedilemeyecektir; çünkü yalnız buna
izin vermeyecek, diğer insanlarla paylaşmayacağı için de bu değerlerini
mezarına taşıyacak, hepsinden daha da kötüsü toprağa gömülüp o zenginliklerle
dolu benzersiz define yalnızla birlikte yok olacaktır…
...
Yalnızlık çağında da anlaşılmamaktır...
...
Yalnızlık insanın iç ve dış evreninin kaşifliğini yaparken
kendisiyle yetinmesi; kendisinde sadece kendisiyle yaşama özgürlüğüdür...
...
Yalnızlık kendi değerlerinin hakimi ve kralı olduğu tek
kişilik sessiz dünyadır...
...
Yalnızlık yaşamla ölümü eşitler...
...
Yalnızlıktan kurtulan; aslında kendinden kurtulur...
...
Yalnızlık tek kişilik parti, politika, iktidar,muhalefet,
lider; istediğinde kendisini ömür boyu hapse mahkum eder; istediğinde beraat
ettiren tek kişilik mahkemeden oluşan gizemli dünyadır...
...
Yalnız ömrünü, varlığını, sadece kendisine adayan kişidir...
...
Her yalnız diğer insanların fark edemediği tek kişilik
sonsuz ve çok büyük ve çok zenginlikler içeren inanılmaz bir definedir; yalnız
her çağda kendisinin keşfedilmesini sabırla beklemektedir...
Keşfedildiğinde inanılmazlıklarla dolu ve çok renkli bir dünya olduğu saptanır…
Ama ölümüne kadar fark edilemese yok olup gitmektedir...
...
Yalnız isteyerek ya da istemeyerek girilen düşünce
dünyasında ısrarla sürdürülen dış dünyaya kapalı bir yaşamdır...
...
Yalnız sadece dünyasının yalnız imparatorudur… O yalnız öz
dünyasına, sadece kendisine hükmederek yönetir, eşsiz ve erişilmez dünyalar
kurar, kendi içinde; bu dünyalardan
istediğine imparator olur; istediğinde
keyfine uygun yeni dünyalar yaratır oraların seçeneksiz imparatoru
olur.... Kendini evrenin rakipsiz imparatoru olan yalnızları kurtarmaya
çalışmak, onu, yarattığı eşsiz dünyalarını, imparatorluklarını elinden almaya,
yok etmeye kalkışmaktır... Bırakın tek
başına yaşasın; kendi hayaller dünyasını kurup, yıkmayı, kendisini o dünyaların
imparatoru ve çöpçüsü olarak düşlemeyle yetinsin; yalnızı dünyasından çekip
çıkartmaya çalışmak cinayettir...
...
Yalnızlık kurtuluşu olmayan içsel tutsaklıktır...
...
Yalnızlığı sadece
sağlıklı, ekonomik olarak güçlü geçirilen dönemler toplamı değil; aynı
zamanda hasta, yoksul, yaralı, hatta
deli olarak da sürdürme cesareti ister...
...
Yalnızlık insanı her gün yeniden doğurup, yeniden yoğurup,
her sabah baştan yaratır...
...
Yalnız önce aptalca parçalayıp dağıttığı dünyasını yeniden
toparlamaya çalışan ama bunu
başaramadığı için de tek başına da olsa bari kendisini kurtarmaya
çalışarak varlığını sürdüren, bu arayışı devam ettirirken de yok olup giden
kişidir..
...
Yalnızlık yaşamın en uzun, renkli, vazgeçilmez ama tek
başına görülen rüyasıdır...
...
Yalnızlık kişinin kendi kendisine yönelttiği tehlikeli,
bazen de öldürücü olan güçlü bir silahtır...
...
Yalnızlık gizemli bir dünyadır… Yalnızlığın sadece başlangıcı vardır; bitişi ve çıkış noktası yoktur... Ölüm sessizliği
olan yalnızlığın suskunluğunu kimse bozamaz; buna ona izin vermez...O bazen
girilemeyen ve çıkılamayan dünyanın kralıdır.. Bazen iki yanı da keskin bir bıçak arasında
yaratılan düşünceler dünyasından çıkamamak, tutuklu halin orada sürmesidir...
...
Yalnız ömür boyunca nefesiyle olşuturduğu, tek kişilik sevgi
devletinde kendisini kimseyle paylaşmak
istemeyen kıskanç imparatorudur..
....
Yalnızlığın tarihi insan tarihiyle, tarifi de insan
sayısıyla eşittir...Ve yalnızlık insanın en eski, en soylu, en iyi tanıdığı, en
kıdemli dostudur...
...
İnsan kendi türlerinin çokluğu içinde çoğul yaşadığı için evrendeki yalnızlığının
bilincine yavaş yavaş varmaktadır.. İnsan yalnızlığını tam olarak anladığında
çok büyük acılar çekecek, evreni daha ciddi boyutlarda araştıracaktır... Ancak
büyük ölçekli yıllar ve zamanlar sonunda diğer galaxilerdeki varsa kendi soyuna,
yoksa o noktalara ulaşacak, dünyadaki yaşamını oralara taşıyacaktır...
....
Yalnızlık fiziki
eşsizlik, ruhsal varsıllıktır...
...
Bilgi yalnızlığın acısını arttırır...
...
Yalnız tüm evreni, yaşamı iyi gözlemleyen, hatta çoğu
zamanda kendi içinde kendisini nefes nefes arayan, özünü bulmak isterken
kendinde yiten varlıktır...
....
Yalnız insan aslında çok büyüktür... Yalnız korku, endişe,
şüphelerini yenmeyi, onların üstüne çıkmayı başardığı, diğer insanların çoğul
biçimde savaştığı olaylara tek başına
karşı koyduğu için büyüktür... Dünyada en büyük insan kimdir diye sorsalardı?
Ne dahiler, ne devlet başkanları, ne ulusal kahramanlar, ne krallar, ne de
imparatorları gösterirdim.. Bana göre dünyanın en büyük insanı tüm engelleri
aşarak bilginin ve bilgeliğin arayışında olan, kendini ve iç-dış evrenini
çözmek için gözlemler yapan, kendisini
gerçekleştirmek için tüm zamanını ve tüm varlığını bu yolda harcayan ve bunu başaran yalnızların olduğunu
söylerdim...
...
Yalnız tek bir çiçek gibi açtıktan sonra; yine tek bir çiçek
gibi yok olup gitmek için girilen dönüşsüz yaşamın tek çıkış yoludur...
...
Yalnız toplumun klasik dünyasıyla yetinmeyen; yeni bir
boyut, yeni dünya arayışlarında olan ama genellikle de boşa kürek çekiyormuş
izlenimi veren evrendeki belki de en akıllı insandır...
...
Yalnızlık filozoflaştırır; filozofluk da yalnızlaştırır…
...
Yalnızlık kötülük, yanlış yapma, yalan söyleme, aldatma,
hırsızlık yapma, sahtekarlık, emek sömürme, döneklik, ilkellik, suç işleme, topluma-devletine-insana zarar
verme gibi tüm olumsuz duygularını aşarak zararı ve yararı sadece kendisine ait olan bireysel bir yaşam
seçeneğidir... Ve sadece sözcüklerde kalan “ONUR” u oradan çıkartarak yaşama
biçimi haline getirmeyi başarma kahramanlığıdır...
...
Yalnızlık; sonsuzlukta, sonsuz olma isteğidir...
...
Bazı dostlar dokunmazlar ama, bazı dostlar yalnızlığı
arttırır...
...
Yalnız milli kahramandır… Yalnızlık herkese teni kadar yakın,
nefesi kadar içinde, kanı kadar damarlarında dolaşmaktadır... Her insan
yaşamının her aşamasında şöyle ya da böyle yalnızlığının bilincine varabilir
onu tadabilir... Onu ancak hak edenler, saygıyla yaklaşabilenler, istediği her
türlü özveriyi gösterebilenler yaşama ayrıcalığına ve seçkinliğine
ulaşabilenler; bu niteliklerinden dolayı, yalnızlığı yaşamayı başardıkları için
milli kahraman ilan edilmesi gerekir...
...
Doğru seçilen yalnızlık yoktur... Yanlış seçilen de
yalnızlık olamaz…
...
Yalnızlık dünyanın en yaşlı
yurttaşıdır...
...
Yalnızlık bireyin yaşamla karşılıklı olarak yaptığı ama
tetiği çekerek bitiremediği bir düellodur..
...
Yalnızlık yaşamın görünmeyen ama hissedildiğinde asla
vazgeçilemeyecek kadar doyumlar sunan, doğaüstü ışığıdır...
...
Yalnızlığın tadını sadece yaşayanlar bilir... O tadı da
başkalarıyla paylaşmaya yanaşmadıkları içinde yalnız yaşamlarını sürdürürler…
...
Yalnızlık tek başına yaratılan, bazen ilkellik gibi görünse
de aslında bazı insanların henüz farkına bile varamadığı üstün uygarlıktır...
...
Yalnızlık sadece bir kez tanınan, yaşama şansını, zamanı,
tüm olanaklarını insanın kendisine
bencilce kullanması, çevresine, toplumla paylaşma fırsatı tanımaması, nlara zaman ayırmamasıdır..
...
Yalnızlık öyle bireysel bir iyiliktir ki tüm kötülüklerden
korunmak için kişiyi çoğul yaşamdan alıp yalıtır... Onu anlamsız içi boş
bekleyen kötülüklerden ve kötülerden koruyarak kısa zamanda olgunlaşmasını,
bilgeleşerek eserler vermesini sağlar ve bunu gayet güzel başarır... Çünkü yalnızlık
bilgelik sunan tek ve yüce bir duygudur...
...
Yalnızlığı tanıyan; yalnız olmaktan şikayet etmez...
...
Yalnızlıktan korkmayan ölümden de korkmaz...
...
Yalnızlık içteki saf ben’ ini, yaşamın ortaya çıkartacağı,
yozlaştıracağı, yok edeceği çirkinliklerden, pisliklerden koruma savaşıdır...
Zaten yaşam sahnesinde ben’ nin farkında olanların sayısı da çok az olduğu için
yalnızlık seçkinlikte sayılmalıdır...
...
Yalnızlık bilgeliğe ve onun da ötesindeki filozofluğa giden
belki de en doğru, en kestirme yoldur...
...
Felsefeyi ancak yalnızlığı özgürce sürdürebilenler yaratıp
yaşamışlardır; kural bundan sonra da değişmeyecektir...
...
Filozoflar yalnızlığa, yalnızlar da filozofluğa çok şey
katar...
...
Yalnızlık yolunda başarılı olanların yaşamın tüm aşamalarında da üstün ve yüce
başarılar bekler...
...
En büyük sanatçılar, düşünürler, mucitler, yazarlar, iş adamları, evrensel ödüller
kazanan tıp insanları, sanayiciler, dahi komutanlar hep yalnızlığın eseridir...
...
Yalnızlık bazen insanın çevresinden ve toplumdan kaçarken
kendi içindeki düşünce evreninin çıkılamayacak en derinliklerine düşmesi, orada
kaybolduğunun uzun yıllar bunun farkına varamaması, bilincine ulaştığında ise
çıkış umutlarının ve olanakların yok olması, böylece bireyin yalnız ve tek
başına kalmasıdır...
...
Yalnızlık bazen çok gerekli, bazen gereksizdir... Bunu
belirleme, yaşama uygulama, insanın anlayış biçimine, içinde bulunduğu topluma
kişisel bilgi ve yeteneklerine göre değişir...
...
Yalnızlık bazen de kıskançlığın görünen acısıdır...
…
Yalnızlık rolü oynayanlarla ; gerçek yalnızlar sürekli
birbirlerine karıştırılır...
...
Yalnızlık yürekte saplı hançerdir; yalnız insanın içini
durmadan kanatır...
...
Yalnızlık yalnızlıktır; önemli olan onu yaşamayı
başarmaktır...
...
En kötü yalnızlık; en iyi karşılıksız aşktan daha da
iyidir...
...
Yalnızlık, gençlikte şaka, orta yaşta gerçek , yaşlılıkta
ölüme eşdeğerdir...
...
Yalnız sadece kendisini dinleyen ve durmadan kendini besteleyen
bir müzisyendir...
...
Akıllılar ve deliler yalnızlardan çok şey öğrenirler; çünkü
yalnızlar bazen deliler dünyasının en akıllısı; bazen akıllılar dünyasının da
en delisidir...
...
Her yalnızlığın başında, ortasında, sonunda sevgisiz ve
acılar içinde geçirilmiş bir çocukluğun; ömür boyu bitmeyen hesaplaşması
yatar...
...
Yalnızlık yokluk, açlık, aşağılık kompleksleri içinde sefaletle geçirilmiş ve zedelenmiş bir
ruhun; o bireyi kendinden- toplumdan kopartmasıdır... Zedeli bilinçaltının
bireyin yaşamın tamamına egemen olmasıdır...
....
Yalnızlık davetsiz bir konuktur; bazen iyi huylu olup insanı
belki de yaratıcı yapar; bazen onu krizden krizlere, hatta intihara ve ölüme
sürükler...
...
Yalnızlık yaşamın iniş–yokuş bataklık uçurumlarına karşı tek
kişilik sorun ve tek kişilik çözümdür...
...
Yalnızlık insanın kendisine uyguladığı bitmeyen bireysel
işkencedir...
...
Yalnızlık koskocaman bir devletin ve onun getirdiği tüm
sistemini bir tek bireyde oluşturma çabasıdır...
....
Yalnızlık asla sonuçlanamayan, düşünsel spordur; bazen de taşları
ve oyun alanı olmayan satranç oyunudur...
...
Sevgi yalnızlığın en sihirli anahtarıdır...
...
Yalnızlık kişinin kendi kendine ve evrene tek başına
direnmesidir...
...
Yalnızlık dünyanın en renkli
ekranıdır... O ekrana kişi sadece kendisini koyar, kendisini izler,
kendisini dener, kendisine zaman ayırır...
....
Bazı kişilerin ancak yalnız yaşamayı başardıklarında dünyayı
değiştirmek, insanlığa hizmet için yola
çıktıkları daha çok inandırıcı olur...
...
Yalnızlık bazen doyulmayan zevk, bazen de işkenceler
toplamıdır...
...
Yalnızlık bilinmeyen sonsuzu, sonsuzca bekleme
kahramanlığıdır...
...
Yalnızlığın sonu hiçtir; çoğul yaşamda olduğu gibi....
...
Yalnızlık en gelişmiş olan bilgisayardan daha güçlü ve daha
sınırsız olan insan beyninde çoğul yaşama programına yer verilmemesidir...
....
Yalnızlık yaşamın bitmeyen ve tek başına çıkılmaya çalışılan
, çalışıldıkça patenaj edilen keskin
virajlar , dipsiz uçurumlardan oluşan bir yolculuktur...
...
Yalnızlık insanın kendi avuçlarında, göz bebeklerinde, vücudunun
her tarafında dolaşan küçücük bir kuyruk darbesiyle soktuğunda sonucu yüzde yüz
ölümle bitecek olan tehlikeli bir akrep
gibidir... Bu akrebin sokmaması için insanın kendisiyle tek kişilik olarak
anlaşma yapmalıdır...Ve yaşamı akreple
dost, arkadaş olarak tamamlamaya çalışmalıdır..
...
Yalnızlık doğanın bazen en büyük lütfu, belki de
ihanetidir... İnsanlık henüz bu konuda bir karara varamamıştır...
...
Tüm bireysel ölümsüz sanat eserleri yalnızlığın da eseridir… ...
Yalnızlık dünya gezegenindeki tüm dağları insanın yüklenip,
yaşam boyu sırtında taşıması kadar ağırdır...
...
Yalnızlık ucu çok ince, sivri, acıtan, hatta iç kanamalara
neden olan uzunca bir kazıktır...
...
Yalnızlık bazen belki de gizli bir deliliktir...
...
Yalnızlık içinde sonsuz
zenginliklerin bulunabileceği, hayal edilen içi boşaltılmış, boş bir define
çukurunu boşuna kazmaktır...
...
Yalnızlık insanın tüm duygularına hükmederek onları bastıran,
yaşamlarına asla izin vermeyerek kendisini ön plana çıkartan lider duygudur...
...
Yalnızlık insan isimli mucize varlığın yaşamının en büyük
destanıdır; ama henüz tam olarak yazılmamıştır–yazılamayacaktır... Çünkü
yalnızlık yaşanmadan bilinemez; yaşayanlar da onu zaten yazamaz...
...
Yalnız yaşamın tüm renklerinin dışında kalan , sadece
yaşanarak öğrenilebilen doğa üstü bir tonudur...
...
Yalnız kendinin filozofudur…Yalnız sürekli yaşamı sorgulayan,
toplumsal ve kişisel değerleri eleştiren, bunları yaparken de bilginin
kaynağına inerek derinleşen, çok çeşitli boyutlara ulaşarak yaşamın yeni
gizemlerini ve renklerini tadan, toplumsal kurallarının yerine kendi kural ve
değerlerini yaratacak kadar bilge, zeki; gözlem ve pratik yapma yeteneğine sahip
olan filozoftur... Bu filozof toplumun köhneleşmiş, kokuşmuşluğundan kaçarak,
her köşesi onurla gerçekleştirilen, üstün değerlerin süslediği, dünyanın rakipsiz
imparatorudur... Bu sihrin bozulmaması için yalnızlığını sürdüren herkesten
kıskanan kişidir...
....
Yaşamın yalnızlıkla geçirilmesi, büyük yürek,cesaret, sabır,
hatta kahramanlık gerektirir...
...
Yalnızlıktan boşalan yeri sadece ölüm doldurabilir...
...
Yalnızlık insanın kendini kendi içine kelepçelenmesi,
anahtarını okyanuslara atması, böylece kendi kendine mutluluk duyarak yaşadığı
tutsaklığından kurtulamamasıdır...
...
Yalnız insanın kendisine ve doğaya belki de ihanetidir...
...
Yalnız ne kadar bağırırsa bağırsın; söylediği şarkıyı, sesini
kendisinden başka kimseye duyuramayan kişidir...
...
Yalnızlık yaşamla tek başına sürdürülen, ölümüne yapılan uzun
ve sonu gelmeyecek olan yarıştır...
...
Yalnızlık ruhun beden, bedenin de ruha aykırı olarak
yaratılması sonucu doyurulamayan–tatmin edilemeyen duyguların toplumdan ve
çevreden kaçırılmaya çalışırken ömrün sonuna gelinmesidir... Ve yaşam süresince
doğaya, fiziği, matematiği, tüm bilim kurallarına karşı aykırı davranmaktır...
...
Yalnızlık altın kalemle dünyayı tek başına yaşamı kazımaya
çalışma cesaretidir...
...
Yalnızlık bilgeliktir; onu yaşayan insan bilgeliğin
doruklarına tırmanıp orada fildişi kulesinde yaşamayı başaran üstün bir varlık
konumuna yükselir...
...
Yalnızlık öğrencilerini bir türlü mezun etmeyen tek kişilik
üniversitedir; insan burada yaşamı hep öğrenci olarak sürdürür bundan da asla
yakınmaz...
...
Yalnız üstün yaratıcılık isteyen; en yüce sanattır... Bunu
herkes başaramaz; başaran akıllı insanlara da filozof deniliyor..
...
Yalnızlık bazen zenginlik, bazen de sessizliklerin efendisi
olan ölümün avucundaki bireysel yaşamdır...
....
Yalnızlık insanın kendi içindeki hayvan yanını örtmeye,
unutmaya, uyutmaya çalışarak,
evrimleşmesini tamamlaya çalışan
insanın yüzyılımızdan, binlerce yıl sonra ortaya çıkacak olan ÜSTÜN
İNSAN yanını bularak yaşama ve ortaya koymaya
çalışmasıdır… Tüm insanlık adına çıkılan bu yoldan genellikle eli boş
dönülebilinir...
Ancak yalnız bu yolla ÜSTÜN
İNSAN nın olduğu sınıra kadar yaklaşarak onun, yürek atışlarını, nefesini, vermeye çalıştığı mesajlarını
keşfeder... Bu mesajlar yalnızın öyle hoşuna gider, öyle bağlanır ki; ÜSTÜN İNSAN olma yolunun yalnız insan
olmaktan geçtiğini kişisel yaşamıyla tüm evrene kanıtlamak için yalnızlık
yoluna daha büyük istekle, hırsla, savaşarak devam eder.... Yalnızın
evrimleşmesini tamamlayan üstün insanı ararken, yalnız kalmasının derinliklerdeki
boyutu da budur...
....
Yalnızlıkla akıl birbirine bazen tapar; bazen de nefret
eder...
...
Yalnızlık dünyaya hiç gelmemiş gibi yaşamın en uç duygusal gel-gitlerine aldırış
etmeden yaşamaya çalışmaktır... Yaşamın gerekli gördüğü zorunluluklara,
gereksinimlere, doğal iç dürtülere,
gözleri, kulakları, ağzını kapatmaktır... Yalnızlık iç evreninde bir gün
mutlaka bulacağına inandığı ruhsal inanılmaz definelerin rüyasına gönüllü yatan
insandır...
...
Yalnızlık özseverliktir... Özünü başka birileriyle
paylaşmama inadıdır…
..
Ölülerin yeniden dirilmeyeceği gibi yalnızların da çoğul
yaşaması olanaksızdır; yalnızları çoğul yaşamaya zorlamak, öldürmekle eş
değerdedir...
...
Yalnızlık yaşama tek başına karşı koymaktır… Yaşamı boyunca
tek başına mücadele etme yürekliliğini
göstererek bunda başarılı olmaktır... Böylece ruhun aydınlanması, kişinin
derinlik ve bazı güzelliklere ulaşması, bunu ortaya çıkartmasıdır...İnsan bu
yönüyle diğer insanlarda ayrılarak, ÜSTÜN İNSAN’ nın bazı üstün özelliklerine
daha çok yaklaşabilmektedir... Bu savaşı
da kazanan birey bilgelik derecesine ulaşır ve yaşama gülümseyerek bakmayı
başarır... Böylece evrimleşme yolunda kendisi diğer insanlardan daha da ileriye
geçmiş olur...
...
Büyük ya da küçükte olsa bütün yalnızlıklar güzeldir ve de
yücedir...
...
Yalnızlık tek kişilik hücrede kaçınılmaz olan ölümü, sessiz
sedasız beklerken yaşam ve ÜSTÜN İNSAN’ a ve onun bazı özelliklerine ulaşmanın
yollarını aramak, kısacası bu konuda kendi üzerinde sık sık ve durmadan gözlemler
yapma sürecidir...
...
Yalnızlık sevilemez, ancak aşık olunur...
...
Yalnızlık denizin dibinde yürümek, üstünde koşmak, kayalıklar
üzerinde kürek çekmek, dağ başlarında kulaç atıp yüzmek, karanlıkla güneş resmi
yapmaktır; işin daha da garibi bütün bunları başarmaktır...
...
Yalnızlığı herkes her saniye yaşar ama; aydınlık ve bilge
ruha sahip olanlar onun farkına varıp, geliştirip, derinleştirerek, yaşama
biçimi haline getirip içindeki ÜSTÜN İNSAN a ve onun üstün özelliklerine
ulaşarak örnek insan olmaya çalışır... Karşılığı yaşamın tümü olan bu faturayı
göze alabilenler yalnızlığın gizemli boyutlarına, sonsuz doyumlarına ulaşarak
onu yaşama biçimi haline getirerek doğa üstü bir güç olduklarını kanıtlarlar...
...
Yalnızlar önce kendilerini, sonra da dünyayı değiştirmeyi
isterler... İşe önce kendilerinden başladıkları için bu değiştirmeyi yapmanın
ne kadar zor olduğunu geçte olsa anlarlar... Tüm yaşamlarını kendilerini
değiştirmeye ÜSTÜN İNSAN a ulaşmaya adadıkları için, dünyayı değiştirmeyle
ilgilenecek zamanları ve fırsatları kalmaz; böylece yaşamlarını tek başlarına
tamamlarlar...
...
Yalnız yalnızdır...
...
Yaşamı süresince kişinin kendi içinde; daha iyi, daha
kusursuz, daha üstünlüklere ulaşmak amacıyla yaptığı ve hiçbir zaman
tamamlayamayacağı bir operasyonun adıdır yalnızlık..
...
Yalnızlık bazen bitmeyen ölümdür…Yalnızlık mezar
sessizliğinde yıkkın, küskün, sinirli, kindar, ölümcül, tek başına bir sürdürülmeye
çalışılan yaşamdır...Bu sessizlikte bazen yaratıcı olabilen insan yalnızlığın
zehriyle yaşamını bal’a çevirerek önce kendisine, sonra da tüm insanlığa çare
olabilecek güzellikler ve erdemler de üretir yaratır... Yaşamı boyunca hassas
bir bilim adamı gibi kendi içsel laboratuarı, deneği, gözlemcisi, filozofu,
askeri, sivil operatörü, kralı olarak öz kadavrası üzerinde incelemelere
dalarak insanlığın yolunu aydınlatacak bilgilere ulaşıp, onları dünyaya sunarak
yüce bir varlık olduğunu kanıtlar...
...
Yalnızlık; alıcısı da satıcısı da insanın kendisi olduğu , toplumsal ve ülkelerarası
hiçbir manevi pahası olmayan kişisel bir durumdur...
...
Yalnızlık en büyük içsel ve kişisel devrimler bütünüdür... Öz
lerinde bu devrimi yapanlar sessiz kahraman oldukları için yalnızdırlar...
...
En büyük ve en zor sınavı kendisine karşı sık sık veren
yalnız; her olayda en zorda kendisini inandıran kişidir... Anlattığı ve asla
sonu gelmeyecek olan yaşam öyküsünün sonuna doğru hızla koşarken de yaşamını
tamamlar...
...
Yalnızlığın tüm gizemi ve sihirli tadı ancak bireysel
yaşandığında fark edilebilen içsel sonsuz güzellikler pınarıdır...
...
Yalnızın kapısı sadece ölüme açıktır…Yalnız kişinin kendi
bilinmezliklerindeki sonsuz ve dipsiz mağaralarında sadece ölümün bulabileceği
izi bırakarak, bunu çevresine, dünyaya fark ettirmeyen, dış dünyada yaşar
görünmesine karşın kendi içine saklanmasıdır...
Ve yaşamı boyunca kendi
sırdaşı olarak dünyaya pencerelerinin tamamını kapatarak canlılık sürecini
tamamlamaya çalışmasıdır... Zaman zaman bu mağaradan sisler dünyasından
kurtulmak için çıkış yolu bulsa bile insanlar arasında gördüğü ilkel ve vahşi
acımasızlıklardan tiksinerek; geldiği mağaraya sislerden oluşan kendi içsel
sınırlarına hızla yeniden çekilerek orada içinde bulunduğu boyutlarda
yitmesidir..
...
Yalnızlık insanın dünya içindeki tek kişilik evrenidir...
...
Yalnızlık içsel özgürlüğün kölesi olmaktır; yaşam boyunca
ondan kurtulamamaktır...
...
Yalnızlık yaşamın her aşamasıyla bencilce doyuma ulaşmaya
çabalamak, doyumların zirvesine tek başına ulaşmak, oradaki tadı, mutluluğu,
güzelliği, tatmini kimseyle paylaşmama kıskançlığıdır...
...
En kötü yalnızlık cahil kişilerle çoğul yaşamaktan daha
erdemlidir...
...
Mantık yalnızlığı, yalnızlık da mantığı sürekli reddeder...
...
Yalnızlık kişinin
kendisiyle yaptığı tek kişilik savaş ve nadiren de imzaladığı barıştır…Yalnızlık kişinin beyninde ve iç dünyasında başlayan
ve bir türlü sonuçlanamayan hatta bazen de ölüme kadar bitmeyecek olan uzun bir
savaştır... Yeneni ve yenilenin genellikle belli olmamasına karşın, yaşam boyu
devam eder...Nadiren de olsa bazen ufak–tefek barışların yaşadığı görülür ; ama
yalnızın yaşamında genellikle içsel
savaş hüküm sürer...
...
Yalnızlık yaşamın karmaşası ve acımasızlığına karşın en son
seçilen bireysel zor bir çözümdür...
...
Çoğu yalnızlar yalnız olduğunun bilincine asla varamazlar...
...
Yalnız sadece kendisinin efendisi ve uşağıdır...
...
Yalnızlık en büyük adalettir…En büyük huzur; adalet, barış,
sevgi, mutluluklara ancak yalnızlıkla varılır-tadılır ve yaşanır-vazgeçilmeyecek
biçimde bağlanılır...
Çoğul yaşamda ulaşılamayan içsel ve evrensel zenginliklere
tek kişilik dünyayla rahatlıkla ulaşılır… Her türlü sistem kurulur, barış, adalet,
huzur, gönenç tek kişilik olarak sağlanır... Karmaşalarla dolu, insanların birbirlerini
parçalayarak yok ettiği dünyada tek kişilik huzurlu evrendir yalnızlık...
...
Yalnızlık yaşamın onarılamayacak biçimde ortadan
kırılmasıdır...
...
Yalnızlık bireysel ve çoğul yaşama arasında yok edilemeyen
engeldir..
...
Yalnız sadece kendi sevgilisi, kendi arkadaşı, kendi dostu,
kendi efendisi, kendi kölesi ve kendi düşmanıdır...
...
Yalnızlık yaşamda kişinin sadece kendisine karşı sağladığı
tek kişilik ruhsal ve bedensel uyumluluğudur...
...
Yalnızlık aslında her alanda özel olmaktır...
...
Yalnız yaşam isimli bu sahnede kendi hastası, çaresi, ilacı, doktoru, sevgilisi, idamı ve beraatıdır...
...
Yalnızlık bireyin üzerindeki aile, çevre, toplum, her türlü
baskısını hatta tüm değerlerini kaldırıp atma cesaretidir...Kendi değerlerini
oluşturma, kimseye minnet etmeden varlığını sürdürme inadıdır… Yalnızlık sonu
yüzde yüz ölümle bitecek olan yaşama baş kaldırışıdır...
...
Yalnızlık her saniyesi nefesle oya oya işlenen, üreticisinin
de tüketicisinin de yalnızın kendisi olduğu üstün ve canlı bir sanat
yaratısıdır...
...
Yalnızlık bazen belki de insanın kendi kendine yapmaktan
onur duyduğu ve belki de böylece doyumlara ulaştığı bir seri işkencedir...
...
Bazen her yalnızlığın altında cesaretle işlenmiş,
bilinemeyen, asla da çözülemeyecek olan gizli bir suçta yatar...
...
Yalnız kendi denizi, limanı, gemisi, tayfası, korsanı,
rüzgarı, yelkenidir...
...
Yalnızlık fethedilemeyen, asla girilemeyen tek kişinin
sığabileceği biçimde sadece kendisine açık tek kişilik bir dünyadır..
...
Yalnız kendisini yiye yiye bitiremez...
...
Yalnızlık insanın kendisine kaçması; kendisine sığınması;
kendisinde yok olmasıdır...
...
Tüm zorluklarına karşın yalnızlık yücedir... Çünkü yalnızlık
insanın sadece kendisinde kendisini yaşaması, bir çok gizemlere, çözümlere, doyumlara
ulaşmasıdır... Sadece yaşanarak anlaşılan bu güzellikler ya da zorlukları
başkasına anlatmak, tarif etmek olanaksız olduğu için yalnızın etrafı,
yalnızlığı katletmek, bozmak isteyen, insanlarla doludur... Çünkü insanların
yoğunluğu çoğul yaşadığı için yalnızın bu bireysel zenginlikleri
kıskanır...Herkesin kendileri gibi çoğul yaşayıp, bir koyun örneğinde olduğu
gibi hiçbir etkinlik yapamadan, sürü psikolojisiyle içindeki üstün insanın
bilincine varmadan ölüp gitmesini isterler... Genellikle çoğul yaşayan kümes
hayvanlarından farkları olmayan çoğu insanlar, yalnızların yaşadıkları inanılmazlıkları hayal bile edemedikleri için
onu sürekli kıskanıp yok etmeye çalışırlar; ama asla başarılı olamazlar...
...
Yalnızlık insanı ele vermeyen, sırlarını yaşarken ve
öldükten sonra da saklayan en iyi sırdaş, sadık dost, en değerli ve asla
vazgeçilemeyen vefalı arkadaştır...
...
Yalnızlık yüksek dağlara aniden çıkmaya benzer... Çarpıcı,
yakıcı, yıkıcı, hatta öldürücü özelliklere sahiptir... O ancak kendisini
sevenlere, kendisiyle anlaşabilenlere, kendisine yar olabilenlere sınırsız
doyumlar, mutluluklar sunan, bazen hırçın, bazen inanılmaz uyumlu, bazen de
kendini zorla sevdiren yaramaz bir sevgili gibidir... Ancak kendisiyle dost ve
arkadaş olabilmek için önce ona layık olmak, saygıyla yaklaşmak
gerekir...Aslında kötülemeye çalışanlar da yalnızlığın erdemlerine
ulaşamayanlardır... Yalnızlığın erdemlerine ondan kaçarak değil, tarzını yaşama
biçimi haline getirerek ulaşılabilir...
...
Yalnızın en büyük yararı da zararı da her zaman
kendisinedir...
...
Yalnızlık yemli oltayı çölün ortasından akan masmavi ırmağın
yerine, yanındaki kumlara atıp bir gün balık tutacağına inanmaktır...
Oradan balık tutanların bunu
defalarca kanıtlamalarına, ısrarlarına karşın ucu yemli olan oltayı su yerine
kumların üstüne atarak balık gelmesini ömür boyu inatla beklemektir...
...
Yalnızlık dolu dolu yaşamı asla gelmeyecek olan yarınlara,
sürekli yarınlara bırakma ısrarıdır...
...
Yalnızlık insanın uyumlu yarının militan yanına teslim
olmasıdır; ya da militan yanının ılımlı yanını teslim almasıdır...
...
Yalnızlık ancak uygun yerde ve zamanda gerektiği ölçüde
gerektiği kadar kullanıldığında daha çok erdemler, inanılmaz üstün doyumlar
sağlayarak bireyi yaratıcı-her alanda inanılmaz yapan bir sihirdir...
...
Yalnızlık “HAYIR” larla geçen “EVET” siz bir yaşamdır....
...
Yalnızlık bireyin kendi işgalinden kendisini
kurtaramamasıdır...
...
Yalnızlık üretilen duygusal yetersizliğin, endişelerin yaşamı karmaşık hale getirmesi,
bireyin bu karmaşa içinde hapis olmasıdır...
...
Yalnızlık insanın kendisine;
yaşama; bazı doyumlara her konuda geç kalmasıdır...
...
Yalnızlık bireyin kendisine uyguladığı, kendinden intikam
almaya yönelik kişisel baskısıdır...
...
Yalnızlık yaşamı seyirci locasından izlemek–onun içine
girmeye zaman ayırmamak, bu zamanı asla bulamamaktır...Zamanı bulduğunda da her
şeyin geçip gitmiş bitmiş olması ve geç kalmasıdır...
...
Yalnızlık 7 milyar insanın yaşadığı bu gezegende ölüme her
zaman birinci sırada aday olmaktır...
....
Yalnızlık bireyin ölüme gitmeye karar verdikten sonraki
kendisiyle uzlaşma aradığı ve yaşama tutunmaya çalıştığı son duraktır... Belki
de uygulamaya konulan intihar saatlerince çekilen acıların uzatılmasıdır...
...
Çoğunluk içinde yalnızlığı yaşanların sayısı hayli
fazladır...
...
Yalnızlık yaşam sahnesinde oynanan tek kişilik dramdır...
...
Yalnızlık içimizde bize her zaman “EVET” diyen dostumuz
olduğu kadar aynı, hatta daha fazla duyarlılıkta düşmanımızdır...
...
Yalnız kendine idam hükmü veren yargıç gibidir; ve bu hükmün
yerine getirilmeden önce ölümle yaşam arasında geçen acılarla dolu sürenin
yaşam boyunca devam etmesidir..
...
Yalnız elsiz, ayaksız, başsız, yarı bedenle sürdürülmeye
çalışılan sürekli parçalanıp ufalanmalar serüvenidir...
...
Yalnızlık toplumun, doğanın bağlayıcı ve belirleyici
kurallarından koparak kendi iç dünyasının özgürlüklerinde sonsuz mutluluklar,
sevgiler, güzellikler ülkesine uçmaktır... Bazen de burun üstü yere çakılmanın
adıdır...
...
Yalnızlık sadece alıcı frekansları çalışan; hiçbir çağrıya
yanıt vermeden hep dinlemede kalan yarı ölü
ve yarı canlı bir serüvendir...
...
Yalnız sadece kendisini yaşar...
...
Yalnız kendisiyle arkadaş, sırdaş olarak önce kendisiyle,
sonra yaşamın ortaya koyduğu her şeyle dertleşip, dersler çıkartarak düşüncelerini
zenginleştirerek, yaşamın daha renkli ve bilinmeyen tonlarını yaşayan bir
candır... Elde ettiği zenginliği kimseyle paylaşmayacak kadar cimri olduğu için
de bu zenginlikleri sadece kendisi yaşar, kendisine saklar...
....
Yalnızlık insanın kendisini evrenin ses vermeyen
derinliklerinden geleceğini umut gizemli ve sırlar getireceğine inandığı sesi
beklemesidir...
...
Yalnızlık yanlış yön, yanlış davranış, yanlış yaşama bile
olsa; girilen yoldan asla geri dönmemek, ileride bir şeylerin bulunacağı kesin
olarak bilinmese bile ısrarla yolun sonuna kadar yürümektir...
...
Kendimi, itilmiş–kakılmış, emeği sömürülen, suiistimal
edilen dünya isimli tiyatro sahnesinde rolünü çok iyi oynamasına karşın hakkını
alamayan bir aktör olarak düşündüğüm anlarda bile övündüğüm tek erdemim,
yaşamayı ve derinliklerini keşfetmeyi başardığım, onun yüceliklerinde inanılmaz
renklere ve doyumlara ulaştığıma inandığım yalnızlığımdır... Ve onu yaşama
biçimi haline getirerek beni taşıyabileceği erdemlere ulaşmış olmam; bu
zenginliğimin bana sunduğu en büyük erdemlerden birisidir... İkincisi yaşam
boyunca işçisi olmak ve işçisi olmakla
övündüğüm felsefedir...
...
Yalnızlık evrensel renkler taşıyan düşünceler denizinin
doyulmaz tadını alanların ondan kurtulması, kurtulmak istemesi, ya da
kurtarılması olanaksızdır...Yalnızlığa yapılacak en büyük yardım; onu bir
kişilik dünyasında tek başına yaşamasını kolaylaştırmaya çalışmaktır... Yalnızı
çoğul hale getirmeye çalışmak onu öldürmektir...
...
Yalnız yaşamını kimseyle paylaşmayı düşünmeden, buna değer
insan olmadığına inanarak onu sadece
kendisine adayan kişidir...
...
Yalnızlık bir yanı ölüm sessizliği, diğer yanı uçurumlarla
dolu olan yolda tek başına ömür boyu yürüme cesaretidir...
...
Yalnızlık tüm yaşamsal sorgulamalara, sorunlara karşı
insanın sadece kendisini savunma hazırlığıdır...
...
Yalnızlık evrenin mucizesi olan insana, bilinçli ve akıllı
insana özgüdür... Diğer canlılar düşünme, algılama, yorumlama, yargılama, gülme,
gibi niteliklere sahip değillerdir... Evren adını verdiğimiz bu sonsuz ve
bilinmez boşluktaki gezegenlerden birisi olan dünyanın tek mucize varlığı olan
insan ancak yukarıda sayılan özelliklere sahiptir...
VİCDAN
Vicdan bin defa uyarır… İçimizde oturan bilge olan vicdan
bizi, hatalarımıza, yanlışlarımıza, insafsızlığımıza, adaletsizliklerimize,
hile ve yalanlarımıza karşı sürekli uyarır yol gösterir, öğütler verir; ancak
insanların çoğu onun sesini dinlemez ve böylece
hata üstüne hata yaparak, hem kendisine, hem de topluma karşı yaşamını
hatalarını sürdürerek varlığını acılar denizine çevirir... İçimizdeki bilge olan
vicdanın sesini dinleyip, duyabilirsek, sözlerine uyumlu biçimde hareket
edebilirsek, hatalarımızı sıfıra indirip, yaşamımız mutluluk ve başarılar
denizine dönecektir...
...
Dinlemesini bilenler için vicdanın sesi tüm seslerden daha
çok uyarıcı, daha doğru, daha erdemli ve de etkilidir; iyi bir vicdan en etkili yasalardan daha da
koruma ve yaşam verme gücüne sahiptir...
...
Vicdanıyla dost olmayı başaranlar, ömür boyu kendilerine
doğruyu, gerçeği, erdemi söyleyecek, hata yapmasını önleyecek güvenli ve sadık
bir dosta ulaşmış olurlar...
...
Vicdanını ayaklarının altına alan kişinin yapabileceği kötülüklerin
ve ihanetlerin sınırı yoktur… Vicdanını çıkartıp çöpe atan, ya da onun öldüren,
yok eden bir kişiyi durdurabilecek, yapabileceği kötülüklerin önüne geçebilecek
bir başka güç ve engel asla yoktur... Bu kişiler tehlikeli bir yılan, deliren
bir fil, aç kalan bir aslan, avlarını parçalayan kurttan farkları yoktur.... Ayrıca
bu kişiler tüm dünyayı yok etmek için eline ölümcül silah geçiren bir deli gibi
davranırlar... Bu kişinin kendine, topluma karşı duyarlılığı, ahlak anlayışı,
kendini kontrol edebilme sorumluluğu kalmamıştır ama topluma insanlığa
verebileceği kötülüklerin-ülkesine-toplumuna yapabileceği ihanetlerin de sınırı
yoktur....
...
Vicdan içi boş bir çuvala benzer; içine her şey sığabilir
ama kullanırken insaflı olmak, seçici ve erdemli davranmak gerekir...
...
Vicdanın tartamadığı, onay vermediği her olay kötüdür; uzak
durulması erdem sayılmalıdır...
...
Kara vicdan kötü vicdandır...
...
Doğanın kuralı olarak hiçbir vicdan diğerine benzemez; anne
kız, baba oğlunun vicdan ölçüleri arasında dağlarca fark vardır...
...
İddia ediyorum ki; yoksulların vicdanları zenginlerinkinden
daha da duyarlı, daha doğru tartan, daha güzellikleri işaret eden ve erdemlerle
dolu insaflıdır...
...
Ağlatmayı da güldürmeyi de çok iyi bilen insanı bu konuda
sürekli uyaran, ömür boyu da yaşam okulundan mezun etmeyen, içimizde bizi
sürekli konuşarak uyaran vicdan, huysuz ama insan isimli öğrencisinin her zaman
iyiliğini ve başarısı isteyen bilge bir öğretmen gibidir...
...
Yoksulluklar iyi duyarlı bir vicdan oluşmasını engelleyici
nedendir; ama esas belirleyici etken olamaz...
...
İyi bir vicdana sahip olamayanların sahip olduğu diğer tüm
değerlerin hiç bir anlamı ve önemi yoktur...
...
Herkeste vicdan vardır; ama herkesin iyi bir vicdanı
yoktur...
...
Vicdanın doğruyu söyleyip söylemediğini anlayabilmek için
doğru düşünerek olayları onun imbiğinden geçirip iyi damıtarak sonuca ulaşmak
gerekir... Eğri düşünenlerin doğru vicdanları olamaz..
...
Yoksul sürekli uyaran içindeki vicdanının sesini dinlediği
için yoksul; zengin de vicdanının sesini dinlediği için zengin olmuştur...
...
Vicdan alçak gönüllü kişiyi sevdiği için onların
yüreklerinde barınır.... Alçak gönüllü kişilerde en güzel, en adaletli, üstün,
barışçıl, dostluklarla dolu, yardımlaşma erdemleriyle dolu vicdanlar bulunur...
...
Vicdan içimizdeki tarafsız ve en büyük yargıçtır…En büyük
hesaplaşma; başımızı yastığı koyduğumuzda kendi kendimizle yani vicdanımızla
yaptığımız hesaplaşmadır... İçimizdeki bu yargıçla yaptığımız bu muhasebe sırasında
eğer aklanamayacak olursak; aklanmayı isteyebileceğimiz başka hiçbir makam
yoktur... İntiharların altında yatan gerçek ise kişinin kendi vicdanıyla
yaptığı hesaplaşmada özünde aklanamaması sonucu ölümü seçmek zorunda
kalmasıdır...
Aslında insan yaşamı boyunca
iyi ya da kötü ama sürekli uyaran vicdanın sesinden kurtulamaz... Onu dinlese
de dinlemese de uyarıları sürecektir...Onun sesini duymazlıktan gelip yok saymak kadar rahatsız edici de olsa
bizi uyarabilecek ve durdurabilecek başka ses yoktur... En doğrusu onunla dost olacak
biçimde hareket etmektir; belki de vicdanımız insanı insan yapan en yüce
değerlerin birinci sırasında gelmektedir...
...
Kötü, çirkin, bataklık
dünyalarda yaşayıp pırıl pırıl bir vicdana sahip olanlarla; ulu ve
erişilmez insan kılığında görünüp kötü
vicdanlı insanların olduğu
unutulmamalıdır...
...
Vicdanın algılama derinliği ve yorumlama gücü o kişinin
yaşam deneyimi ve dünya görüşü kadardır...
...
İnsanlık tarihi boyunca iyi vicdan, kötü vicdana karşı hep
galip gelmiştir...
...
ÖLÜM...
Ölüm yenilemez ...
...
Öleceğini bile bile
yaşayan tek canlıdır insan… İlk bakışta
bunu kendisine doğanın bir ihaneti olarak görebilir... Sadece ölümü yenebilmek
için tarihi boyunca ölümsüzlüğün peşinden koşan insan onu ararken, bu günkü
uygarlığı yaratmıştır... Yine ölümsüz
sanat yapıtları bu duygunun ortaya çıkarttığı, insanı ÜSTÜN İNSAN yapan somut
ürünlerdir... Diğer canlıların hiç birisinde ölüm bilinci olmadığı
için yaşamlarında kaygısız, tembel, sadece iç dürtüleriyle hareket ettikleri
için, kaygıları yoktur ve oldukça rahattırlar..Aslında insan bu bilincin korkusu olmasa bu günkü
uygarlığı yaratamaz, uzaya adım dahi atamaz, kendisini eğitip ÜSTÜN İNSAN ve
ölümsüz düşüncelerin peşinden koşmayacağı için de çağdaşlaşamayacaktı...
...
Ölüm yaşamın finalini oynayan tüm canlıların buluştuğu,
zamanın en derin ve acılarla dolu vadisidir...
...
Ölüm her yaşta en yakın, her yaşta en uzaktır... Önemli olan
kendine onu dost edinerek varlığını kabul ederek yaşayabilmektir...
Ancak böylece kendini ölüme
karşı ikna eder; o geldiğinde bilgece kabul ederek onun korkusunu yenip, komik
durumlara düşmekten kurtulur... Üstelik, ölüm geldiğinde insan gitmiş olacağı
ve onunla asla karşılaşmayacağı için sorun da yoktur...
...
Ölüm kapıyı çaldığı an; yaşı kaç olursa olsun ölecek kişi
için zaman hep erkendir... Daha yaşaması gereken milyarlarca duygu, bir o kadar
tadılmamış lezzet, yapması gereken dolu işler listesi çıkar karşısına... Ama
ölüm bunların hiç birisini dinlemeden gerekeni yapar... İşte o an gelmeden, her
duyguyu dolu dolu yaşamak ve yaşamın sunduğu her lezzetin tadına bakmak, dolu
dolu yaşamak için her saniyemizi iyi değerlendirmek gerekir... Ölüme sevgiyle,
saygıyla yaklaşarak, onu bir arkadaş, gelmesi gerekli olan bir misafir olarak
düşünmek, her zaman hazırlıklı olmak insanı yüce ve erdemli bir varlık haline
dönüştürür...
....
Doğduğumuz andan itibaren, her yaşımızda, her nefesimizde ölüme
aldırmadan yürümek, hayalini kurduğumuz
hedeflere büyük ölçüde ulaştırır...Ve başarı ölüme-ölüm korkusuna rağmen
yaratılandır...
...
Ölüm bazen ödül bile olacak kadar onurludur...
...
Ölüm insan için, yeme içme, sindirim, boşaltım, açlık –
susuzluk gibi doğal bir gereksinimdir...
Bu gereksinime karşı çıkmak, korkmak, acıkan insanın karnını doyurmamasına,
büyük ve küçük çiş yapmak isteyen insana engel olmak kadar mantıksızlıktır...
...
Ölüm kaygısı altında ezilen yaşamlar; ölümden değil sadece
korkusundan korkarak yitip gitmektedirler... Bu kaygıyı kaldırıp atanlar,
özgür, gönençli, coşkulu yaşamayı başarmışlardır...
...
Ölüm korkusu ve kaygısını olumluya çevirme başarısı gösterebilirsek
o zaman yaşama daha sıkı sarılırız... Ancak
o zaman bu olayın kendisinden daha çok korkusundan korkmayız... Böylece yaşamımızı daha yükseklere taşıyıp ,
kendimizi ÜSTÜN İNSAN’ nın bazı özelliklerine ulaşarak yaşama konumuna
getirebiliriz...
...
Ölüm korkusu ve kaygısıyla yaşamak; aslında hiç
yaşamamaktır...
...
Ölenleri kıskanıyorum; çünkü onlar yaşamlarının finali olan
yok oluşu oynayarak doğmadan önceki HİÇ’ liğe dönerek, sıralarını savmış
oluyorlar... Ben de diğer tüm ölenler gibi kendi ölümümüm olan yaşamımın
finalini göremeyeceğim; bakalım kimler bunun tadını çıkartacak? Merak
ediyorum...
...
Ölüm anında insanın hafıza isimli kusursuz bilgi sayarın
kayıt ettiği her şeyi silip atarken,
insanın yaşamını da o anda sona erdirmektedir......
...
Öleceğime değil; ama ölümün yaşayanlara karşı bazen büyük
haksızlık ettiğine müthiş üzülüyorum...
...
Ölüm; aslında dolu dolu ve gerektiği kadar yaşadığına inanan
için benimsenen, istenen bir sonsuz uyku-sonsuz özgürlüktür...
....
Bana göre ölmek;
doğmadan önceki HİÇ’ liğe dönmektir...
...
Ölüm doğumla başlayan, zamanımızın tamamlandığı noktadır... Doğmadan
önceki zaman gibi ölümden sonraki zaman da bizi ilgilendirmeyecektir...
...
Ölüm hariç yaşam isimli bu serüvende tatmadığımız hiçbir tat
kalmamalıdır... Ölümün lezzeti mi? o pek önemli değildir; çünkü o geldiğinde
biz gitmiş-bitmiş olacağımız için ölüm kendi tadını bize tattıramayacağı için nasıl
olduğunu da soramayacaktır...
...
Bir gün beni de bulacağını kesinlikle biliyorum; ama ne
ölümden korkuyorum ne nefret ediyorum; ne de ona ulaşmak için can atıyorum... Yaşamımın
her saniyesini dolu dolu okuyarak, düşünerek,
yorumlayarak, yazarak, üreterek, kalıcı olduğuna inandığım eserler
ortaya koyarak değerlendirmeye çalışıyorum... Bu davranışımla hem ölüme kafa
tutuyorum; hem de o her an gelecekmiş gibi hazırlıklarımı yapıyorum...
...
Kimsenin öldüğüne sevinmiyorum; kimse de benim öldüğüme sevinmesin...
Çünkü bu finali tüm canlılar yaşamlarının sonunda oynayacaklardır.... Kimi rolünü
bin yıl önce, kimi de dün oynamıştı, kimi şimdi oynuyor, kimi yarın
oynayacaktır; biliyorum, görüyorum, sonsuzdan sonsuza akan, bana ait zaman
nehrimde finale doğru akıp gidiyorum...
...
Ölümü düşünmemek için ancak ölmek
gerekir...
...
Bütün ölümler erkendir...
....
Ölüm yaşama ve yok olma nedenleri
arasında geçen bahanelerin tümünden kurtulma erdemidir...
....
Ölümden korkanlar; yaşları kaç olursa
olsun henüz yaşama gerçeğini tam olarak çözemeyen, olgunlaşmamış, aklı kıt
zavallılardır...
...
Onuruyla yaşlanmayı başaranların,
korkmadan ölümü kabul etme erdemi göstermeleri gerekir...
...
Bilgeler ölümden korkmaz; onu büyük –
küçük çiş yapmak – terlemek, terlemek, öksürmek, uyumak gibi doğal olarak
karşılarlar...
...
Ölüm ve onun insanda yarattığı korku,
bana göre sadece sanat ve felsefenin gücüyle ile aşılır...
...
Bir
yanım sevgiye dayalı, bir yanım ölüm benim…
Anne babanın sevgisinin görüntüsü olarak yaşama çıkar her
insan, ama sevgilerde ölümlüdür…
Mutluluk ve insan ölüme karşı birbirlerini yaratan iki mucize…
Ölüm düşüncesiyle üzüleceğine, yaşadığın için sevinmelisin…
Ölüm için söylenecek tek söz; yaşamak çok güzel ve de
doyumsuzdur...
Ne iyidir ölüm ne de kötü. Ama gereklidir. Kimi ondan kaçar,
bazıları da koşarak ona gider…
Düşmanlarımızı yakıştırırız ölümü; yakınlarımızda
çirkinleştiğini görürüz; bize gelmesini ise hiç istemediğimiz konuktur…
Yaşamdaki tek gerçektir ölüm; kimse gerçeği bilmek, duymak,
öğrenmek ve görmek istemez…
Her ölüm içinde sınırsız evrenler taşıyan, doğanın en büyük
mucizesi olan insanı yok eder; aradaki boşluğu kapatmak için yeni evrenler,
taşıyan yeni insanları yaşama çıkartmakta acele eder…
İnsanın merak etmesine gerek yok; çünkü doğa yaşamın olduğu
gibi ölüm nedenlerini de kendisi hazırlar ve uygular insanın…
Cesaretsiz yaşam ölümden farksızdır; ölebilmek için bile
cesarete gereksinim duyarız…
Cesurlar ölürken bile saygıdeğerdir…
Yaşamının kralı olabilenlere köledir ölüm…
Ölüm, sadece ölüm paylaşılmaz…
Ölüm insanı hep aşılmaz bir dağ gibi görünmüştür; öldüğünde
ise o dağı aştığının bilincinde bile değildir…
Denilebilir ki; bazı durumlarda yaşamdan daha değerlidir ölüm…
Ölüm paylaşılamaz ama, kalanların acılarına ortak olmak
gerekir…
Sadece çok iyi düşünen bilgeler ölümün gerekliliğini,
vazgeçilmezliğini çok somut biçimde anlar…
Ölüme hazırlıklı olmak aslında iyi ve doğru bir yaşama da
hazırlıklı olmaktır…
Her gün yaşar bir gün de ölürüz ve bununda asla farkında
olmayacağız…
Yaşamı verirken korkmadılar anne babalarımız, öleceğimizden
niçin korkuyorlar…
Kendini ve yaşamını hoş görürsen ölümü de hoş göreceksin…
Yaşayanların yararınadır aslında ölüm; ama ölenler bunu
anlayamaz…
Günümüzdeki insanlar hayatı benim yaşamım, ama başkalarının
ölümü şeklinde anlamaktadır...
Ölümü doğru anladığında insan kendini de doğru anlayacaktır
insan…
Ölümü önemseyenler, yaşamlarında inanılmaz hatalar yaparlar…
Sevgilerimizi-sevişmelerimizi saklayıp, kavgalarla
varlığımızı anlattığımız sürece yaşama da ölüme de hiç bir şey katamayız…
Nasıl yaşarsak yaşayalım, ölüm bize hep borçlu kalacak...
Her insan yaşamı gibi, ölümünün de haini ve kahramanıdır…
Her ölen kendi ölümünü de götürür; her doğan can kendi
ölümünü getirir…
İnsan doğarken, yaşarken, ölürken hep şaheserdir. Ölüm isimli
varış insanı asla küçük düşüremez…
Ölüm yaşam isimli kum saatindeki son kum taneciğinin düşerek
bittiği andır. Ve gitmiş olacağımızdan ne saati ne de son kum tanesinin
düştüğünü asla göremeyeceğiz…
Herkes ölecek, ama her ölüm herkese dost olmayacak…
Denilebilir ki yaşam ölümün eseridir…
Ölüm budayıp yenilemeseydi, yaşam isimli ağaç her zaman taze,
çekici, güzel, gönençli, genç, coşkulu sevgiyle dolup taşamayacaktı…
Ölümle bitecek olan aslında bizim öz varlığımızdır; sonsuzdan
gelip, sonsuza giden yaşam var olmaya devam edecektir…
Her yaş, her gün, her saat ölüm için uygundur. İnsanın
kendisinin hazır olup olmaması ölümün umurun da bile değildir…
Ölümden çok yaşama yönelmeseydi insan yaşayamazdı.
Yaşamımızın uzun ya da kısalığı önemli değildir, asıl olan
mutluluğumuzun doyumlarımızın, coşkularımızın süresidir…
Ölümü hak edecek kadar uzun değildir yaşam. O nedenle insan
kaç yaşında ölürse ölsün yaşamdan hep alacaklı kalır…
Her yaşam onu yaşayanın rengini alır ve tüm renkler bittiği
içinde ölüm simsiyah karanlık kalır…
Tek doğrudur yaşamak, ölüm ise şaşmaz gerçek…
En güzel ölüm dönülebilendir… En güzel yaşamda bittiğini
sandığımız-anda yeniden başlaması-sağlığımızın yeniden yerine gelmesidir…
İnsan yaşamla ölüm arasında çabalar durur, zaman zaman her
ikisine de yenilse de arada bir de yendiği olur…
Zorunluluktur ölüm; bazı yaşlarda zaman zaman seçenek haline
gelir…
Isıları bile
farklıdır; yaşam sıcak ölüm ise soğuktur...
Yaşam ölümün kötü bir işbirlikçisidir. İnsanlığın her çağında
bu kural değişmeyecektir.
Kendisine yük olup taşıyamayacaklarını ölüme teslim etmekten
bir an
bile çekinmeyen yaşam, yoluna sağlıklı ve taşıyabilecekleriyle devam
edecek kadar da bencildir…Bir gün bizi teslim etmek için yaşam sürekli koynunda
saklar ölümü. Çünkü her canlı yaşamında bir gün ona gereksinim duyacaktır…
Ey insan ölümü değil aslında özünü anlayamadığın için kendine
kızmalısın…
Ölümü sevme ya da sevmeme zorunluluğu yoktur. O vardır, gerçektir
ve bir gün bizi alacaktır işte hepsi bu
Tek başına hiç bir anlamı yoktur, ölüme anlamını biz veririz.
Hiç bir yaşam bedel olarak ölümü ödenmesini gerektirecek
kadar dolu dolu yaşanmamıştır…
Ölümün de yaşam gibi ödül olduğunu düşünüyorum bazen...
Herkese yakışmaz ölüm bazılarını ise gerdeğe giriyormuşçasına,
tazeler, renklendirir, dayanılmayacak kadar güzelleştirir…
Aslında yaşam gibi anlaşılmak ölümün de hakkıdır …
Yaşarken elde etmeyi başardığımız mutluluklarımız,
sevinçlerimiz, ortaya koyduğumuz kalıcı eserler aslında ölümün elinden
kurtarabilmeyi başardıklarımızdır…
Yaşamımızın hesabını ölüm kapatır ne hesabımızın sonunu ne de
ölümü asla göremeyiz…
Sanatın gerçek gücü kendisini gerçekleştirebilenlere
ölümsüzlük sunmasıdır…
Ölüm aslında kolaydır acı olan sonsuza kadar yok olarak unutulmaktır…
Her ölüm bir doğmadan önce bulunduğumuz ülkeye yani evimize
dönüşse, oraya bizden önce giden sevdiklerimizle buluşma olanağımız varsa ölmek
önemsizdir.Tamamen tersi olsa da önemli
olmayacaktır…Belki de gerçek şudur ki; yaşam gurbet, ölüm sonsuz ve gerçek
evimize boyut değiştirerek dönmek…
Ölümü nasıl olsa değiştiremeyeceğimize göre bari ölümle
ilgili düşüncelerimizi değiştirerek rahatlayabiliriz…
Başkalarınınkini
izleyerek ölümle ilgili bilgi sahibi olsak bile sadece kendi yerimize
ölürüz…
Kısa bir düş olan yaşamın son ve geride kalanlar için biraz
da acıklı olan son perdesidir ölüm…
Bugün ölümsüz eserleriyle anılanlar ölümün verdiği dersi iyi
öğrenip ölümsüzlüğü yakalamayı başarmışlardır…
Her ölümsüz eser bir ölümlünündür… Ölüm ölümsüz eserler
vermemiz için bizi kışkırtarak kendisini biraz olsun affettirir…
Bilinçaltımızı nasıl programlarsak genellikle öyle
ölürüz.Çöldeki insan su da boğulup ölebilir mi?Düşüncesini böyle programlarsa
neden olmasın?
Yaşamla birlikte ödünç aldığımız her şeyi geri vermeye ölüm
diyoruz...
İstediği gibi yaşayamaz insan, asla istediği gibi de ölemez…
Bu çok az bilgenin ulaşabileceği bilinmez bir sırdır…
İstediğimiz yaşam gibi ölüm
kavramımız da saniye saniye değişeceği için asla düşündüğümüz gibi yaşamla ve
ölümle karşılaşamayacağız…
Yaşamının ne olduğu sorusuna verdiği yanıt insanın ölüme
verdiği yanıttır aslında. Bu iki konuda da doğru ve doyurucu yanıt henüz
bulunamamıştır…
Ağır hastalığı ve yaşı itibarıyla kesinleşenlerle onu aklının
ucundan bile geçirmeyenlere eşit uzaklıktadır ölüm. Ve bu doğal piyangonun önce
kime çıkacağı kesinlikle belirsizdir…
Ölümle birlikte mutluluklar, zenginlikler,doyumların yanında;
hastalık,yoksulluk acılar,olanaksızlıkların da sona ereceğini düşünerek
sevinebilme hakkı vardır insanın..
Büyük ya da küçük çiş yapacağına insan ne kadar üzülüyorsa, öleceğine
de o kadar üzülmelidir. Çiş ve ölüm kadar rahatlık sunan ne vardır ki yaşamda?
Kiracıları sürekli değişen yaşamda ölüm her zaman gerçek ev
sahibidir...
Her günlerini son günleriymiş gibi yaşayabilenler, yaşamdan
daha az alacaklı ayrılırlar…
Yaşam oyun insan oyuncu, ölüm tek kişilik seyirci. Ölümün
yaşam koltuğundan kalkmaması için yaşam isimli oyunumuzu kusursuz, onu
oyalayacak ve hoşuna gidecek biçimde sergilememiz gerekir. Ölümü seyirci
koltuğunda ne kadar uzun oturtmayı başarırsak o kadar uzun yaşarız…
Büyük başarı ölüme karşı yaşamı sağlıklı-mutlu biçimde
sürdürerek kazanılandır…
Yaşamak suçum değildir ki, ölümümden suçlu ve sorumlu
olacağım…
Yaşam ölmeyi öğretmez, koşulları biz hazırlarız, o ölüme
teslim eder…
Ölüm isimli öğretmenin eski öğrencilerinden hiç birisi bu gün
yaşamamaktadır... Ama bugünkü öğrencilerde gelecekte yaşamadıklarını da asla bilmeyeceklerdir…
Ölümle birlikte sonsuza gittiğimizin bilincinde olmayacağımız
için kendimizi çok şanslı saymalıyız…
Övgülerimizi cenaze törenlerinde, sövgülerimizi de o kişi
yaşarken yüzüne karşı yapacak kadar çok yüzlü davranırız…
Evrenin en mucize varlığı olan yaşam isimli sihirli gücün
doğarken de ölürken de oyuncağıdır…
Yaşama sarsılmaz bağlarla bağlanmak salaklıktır, en küçük
ihanetinde ondan vazgeçerek ölüme yönelmek ise aptallık…
Yaşam hainliğini
örtmek için doğarken ve ölürken
bilincimizi kasıtlı olarak devre dışı bırakarak bize iyilik etmeye çalışmakta
böylece de kendisini affettireceğini sanmaktadır.
Bir yandan ihanet eden yaşam, diğer yandan pusuda bekleyen
ölüm. İnsan hangisine gideceğinin kaygı, endişe içinde beklerken geçen zamana
yaşam deniliyor.
Kapısında ölümün beklediği insanın yaşamında boşa geçirilecek
bir tek saniyesi bile yoktur…
Cenazemde yaşarken iyi davrananların kenarda köşede sessiz
kalacaklarına, kötü haince davrananların ise kendi kendilerini affettirmek için
sahneye çıkıp güzel sözlerle önce beni, sonra da kendilerini övmeye
çalışacaklarını ve bunu da inanılmaz biçimde başaracaklarını biliyorum. Yaşamımda
bana iyi davrananların ölümümde cenazemde hakkımda konuşmaya hakları vardır. Kötü, hain, art
niyetli davrananların söyleyecekleri güzel sözlerini reddediyorum ve
kendilerine iade ediyorum…
Ölüm kaçınılmaz olduğuna göre mutlu olmamız kesin ve
tartışmasız olarak zorunluluktur…
Ölüm nasıl olsa her yönden çıkar karşımıza. Mutluluğun yönünü
bulup peşinden koşmamız gerekir…
Ey akıl sahibi insan ölüm gibi yok edici bir garantin varken
yaşamı mutlu geçirmemek için salak olmalısın…
Çaresiz hastalıklara sonsuz tedavi sunan olağanüstü bir
ilaçtır bazen ölüm…
Her insan kendinin yaşama ve ölüm biçimidir…
İnsanın ömrü mutlu bir yaşamı aramak ölüm şeklini bulmaya
çalışmakla da geçer.
Bir insan doğar dünya yeniden doğar, bir insanla dünya
yeniden ölür…
Yaşamın değerinin dünyadaki hiçbir maddi-manevi varlıkla ölçülemeyeceğini,
inanılmaz ve eşsiz bir armağan ve sadece bir kez değerlendirme şansı olduğunu insan
ölüme yaklaşmadan anlayamaz insan…
Yaşarken her alanda kendimizi aşmamız, yapmamız gereken
işleri sıfır hata yüzde yüz şekilde başarmaya zorunluyuz.. Ölünce böyle bir
sorumluluğumuz sonsuza dek olmayacak nasılsa…
Hiç hastalanmasam der insan hastalanır, yaşlanmasam der
yaşlanır, ölmesem der ölür insan…
Ölmekten korkmak doğmaktan korkmak kadar komiktir.
Doğduğumuzu anımsıyor muyuz ki öldüğümüzün bilincinde olacağız?
Akıllı insan bir kez denediği yaşamının her saniyesinde düşünsel
bile olsa sonsuz yaşamlar yaşayabilir ama bir kez ölecektir…
Benimsesek de reddetsek de ölüm yaşamdaki son sahnemizdir;
öyle bir oynayalım ki, düşmanlarımız kadar dostlarımız da bizi alkışlasın…
Ölümler ödünç alınmaz, verilemez, iptal edilemez, tasarruf
edilemez, satılamaz, satın alınamaz, herkesin kendisine gereken sadece bir tek
ölümü vardır…
İnsan ölümle hep köşe kapmaca oynar, ölüm hep kazanır.
2.BÖLÜM...
KEREM VE EMREYE
MEKTUPLAR...
ÖNSÖZ...
Bu gün taslak yasılabilecek yaşamında insan kendisini
yeterince tanımıyor; yeteneklerinin bilincinde değil; düşünce yeteneğinin zenginliğinin sınırlarını bilmiyor... İşin
daha da garibi, bunları arama gereği, kaygısı, sıkıntısı duymuyor, sancısını
yaşamıyor.... Oysa insan evrimleşme, olgunlaşmaya doğru ilerlerken kendisini tanıyıp
bu yeteneklerini geliştirdiği sürece ÜSTÜN İNSAN nın bazı özelliklerini bulmaya
daha hızlı yürüyecektir... Ve kendisini tanıdığı sürece ancak içsel dünyasının
sınırsız zenginliğini, sonsuzluğunu keşfettiğinde adı henüz konulmamış yeni
yeni boyutlara, yeni yeteneklere, inanılmaz düşüncelere ulaşarak daha hızlı
evrimleşerek, ÜSTÜN İNSAN a daha çabuk
ve hızlı adımlarla koşacaktır...
Günümüzde sayıları sınırla da olsa ( ki belki milyonda bir
kişi ) ÜSTÜN İNSAN nın içindeki kalp atışlarının farkına varıp, onu keşfetmek
ve yaklaşıp, bir takım frekanslarını
yakalayıp, yaşamına renklerini katmaktadır... Bunların bir kısmı da;
ulaştıkları, yaşamlarına renklerini kattıkları böyle bir üstünlüğün bilincinde
değildir...
Bilincinde olanlar da bunu
diğer insanlara iletip, diğer insanların
da bu özelliklerden yararlanması konusunda bilgi sahibi değildir...
Tahsin Abimin oğlu KEREM ile Meryem Ablamın oğlu EMRE , insanın geleceği
olduğu için bu evrimleşme süreçlerinde onlardan yola çıkarak tüm gençlere,
insanlara ÜSTÜN İNSAN a yürüyüşlerini sürdürürken; kendi deneyimlerimden yola
çıkarak, edindiğim bazı değerleri, onların da önlerine çıkacak olan engelleri
gösterip bunlardan kurtulmanın, çıkış yollarını anlatmaya çalıştım...İnsanın
kendisini aşmaya çalışırken yaslanması gereken içsel güç ve düşünce
kaynaklarını tanımlayıp bir bir göstermeye çalıştım... İzlediğim yöntemle de
önemli bulduğum konuların önce SÖZLÜK tanımını
“Çünkü” Başlığıyla anlattım. Daha
sonra konuyla ilgili yaşam deneyimlerimi
de ortaya koyarak yorumumu ve öğütlerimi ekledim...
Anlattıklarımın akılda kolay
kalması için de, metindeki görüşlerimi UNUTMA başlığı halinde özetledim... KEREM
VE EMREYE MEKTUPLAR, aslında tüm insanlara, insanlığa iletmeye çalıştığım benim
ulaştığım yaşama biçimi haline getirdiğim, doğruluğuna kesinlikle inandığım
somut değerlerimdir...
Türkiye , Adana , 1997 ABDULKADİR KAÇAR...
....
AĞLAMA ACİZLİĞİNE DÜŞME...
Çünkü; gözyaşı dökmek olarak tanımlanan ağlamak; insanın
acizliğini, çaresizliğini, aklını kullanamadığı için yaşamın önüne çıkardığı
her türlü soruna yenildiğini, zavallılığını kanıtı-fotoğrafıdır...
Ağlamak seni ve tüm insanları
küçülterek gülünç duruma düşürür...
Yaşam isimli serüvenin önüne
çıkarttığı sorunları, engelleri göz yaşlarıyla değil; sadece aklını kullanarak,
kendini geliştirerek, emek vererek, ortaya koyduğun değerlerinle
çözebilirsin...
Dünya isimli bu gezegene gelmiş olmakla beşikten mezara
kadar sonsuz sayıda sorunlarla karşılaşacağını aklına iyice kazı... Doğa sana
sorunlarla birlikte bunları çözecek yetenek, düşünce, fiziksel üstünlük, alet
yapma, sembolleri kullanma gibi hepsinden önemlisi akıl vermiştir... İnsanı
diğer canlılardan ayıran en önemli yönünde akıldır...
İnsan yaşamla savaştığı sürece,
onun tüm sorunlarını aşabilecek yeteneğine, düşünme sistemine, alet yapma
kapasitesine sahiptir....
Sorunların cinsi, türü, sınırları,
etkileyeceği alanını, sayısı ne olursa olsun; insan bunları çözebilecek,
bunların içinden çıkabilecek her yolu, her koşulda
yaratabilmiştir...Geliştirdiği aletler, cihazlar, sağlığını düzenleyecek bir
takım ilaçlar ve tıbbı müdahalelere ve uygarlığımızı buna borçluyuz... Sende
bunların bilincinde olarak, ağlayarak, çirkinleşeceğine, ya da gülünç duruma
düşeceğine; sorunlarının nedenini sapta, aklını kullanarak bunları çözmeye
aşmaya çalış... Göreceksin ki; böyle davrandığında inanılmaz başarılara
ulaşacak ve daha çok rahatlayacaksın...Üstelik göz yaşlarını haklı gösterecek
bir tek neden bilmiyorum ve hiç birisini de kabul etmiyorum...
UNUTMA; ağlayıp aciz, zavallı kalacağın yerde ; çağdaş bilgilerle
süsleyip geliştirdiğin, keskinleştirdiğin aklını bir silah gibi kullanarak
yaşamın tüm engelleriyle savaşıp yenebilirsin...
Önüne çıkacak tüm engelleri
aydın hale getirdiğin akıl isimli silahınla yok edebilirsin... Ve yaşamın tüm
sihiri, tüm gizemini öğrenmek istiyorsan, ona gülümseyerek bakıp, önüne
çıkarttığı olumlu olumsuz tüm sorunları erdemli biçimde kabul edip çözmeye
çalışmalısın… Ölümü kabullenmek, mutlu yaşamak istiyorsan, bilgiyle süslediğin,
eğittiğin, geliştirdiğin, diğer insanlardan daha çok kullanma yeteneğine
ulaşabileceğin aklınla yapacaksın... Sadece deliler ve aptallar akıllarını
kullanmak bir yana, onun varlığının bilincinde değildir...
...
EĞER KULLANABİLİRSEN AKLINEN İYİ ANAHTARDIR...
Çünkü; insanın
düşünme, anlama, önlem alma yetisi olarak tanımlanan akıl; seni diğer 220 milyon tür canlıdan ayırıp ileri
çıkartarak üstün bir varlık konumuna getirir... Onun sayesinde yargılama, düşünme,
iyiyi görme, yorumlama, yaratma, gülme gibi fonksiyonları sağlarsın... Aklını
sadece seni yüceltecek erdemlerini çoğaltacak güzelliklere ve ÜSTÜN İNSAN a
hatta inanılmaz yüceliklere taşıyacak
konulara yönelterek kullanmalısın... Eğer aklını, çok iyi eğittiysen, çok
keskinleştirmişsen, çağının da ötesindeki bilgilerle süslemeyi başardıysan, onu
iyi kullanabilirsen aklın her şeyi açan
sihirli bir anahtar olarak sana kusursuz ve sınırsız hizmet sunacaktır...
Yaşam kötülükleri kadar iyilikleri de sunar; kötü engeller kadar,
başarmamız için olumlu engelleri de önümüze çıkartıp koyar...
Bunların bilincinde olarak
gideceğin yönü seçme yeteneğini akıl sana gösterir verir...İşte bu aşamada sende
etkin ve güçlü hale getirmeyi, doğru kullanmayı başarmışsan aklına
hükmetmelisin... Ve aklını iyi kullanabildiğin, sihirli bir anahtar haline
getirmeyi başardığında: o seni daha da
ilerilere götürecek, her sorununu çözen, önüne çıkan her engelli aşan sihirli bir
anahtar olmanın ötesinde uçan bir halıya dönüşecektir... Seni istediği
mutluluklara, doyumlara, zenginliklere taşıyacak, rengarenk bir yaşam sürmeni
sağlayacaktır... Ancak aklını iyi eğitip, bilgeleşemediysen; kötülüklerin
çoğalması, insanların acılarını arttıracak biçimde kullanacak olursan zamanını
boşa geçirmiş, aklını olumsuz kullanmış olursun...
Doğrulara ve gerçeklere en yakın güzellikleri bulmak , üstün
yaratılar ortaya koymak, yaşamda gönençli ve başarılı olmak istiyorsan; bunu
yapmanın bir tek koşulu vardır, aklını eğitip,bilgeleşerek iyi kullanmaktır... Aklını
diğer insanlardan daha etkili, derin, sihirli kullanmanın yolları da; çağdaş ve
çağın ilerisini gösteren, oralara yönelen bilgilerle süslemen, geliştirmen,
kendini olumlu konulara programlamanla olanaklıdır... Aklını ancak bu hale
getirebilirsen, yaşamın boyunca gereksinim duyduğun tüm konularda en büyük
kurtarıcın, yardımcın o olacaktır....
UNUTMA; doğru gözlemlerle, doğru bilgilerle şekillenen
akılın seni taşıyamayacağı, güzellik, mutluluk, başarı, doyum yoktur...Yeter
ki aklını geliştirip,
düşüncelerini her nefeste yeniden yeniden programlamayı başararak sihirli bir
anahtar haline getirip doğru kullanmayı başar...
....
YÜKSEKLERE ALÇAK GÖNÜLLÜLÜKLE ULAŞ...
Çünkü; daha aşağı olanları kendisiyle eşit tutan; kendi
değerini olduğundan aşağı gösteren, mütevazi insan olarak tanımlanan alçak gönüllülük; insanın olgunluğunun,
erdemliliğinin, hoş görülü olmasının en somut göstergesidir... Alçak
gönüllülükle yüksek yerlere ulaşabilmeyi bu anlayışı yaşama biçimi haline
dönüştürdüğünde; çevrendeki iletişim kurduğun, tüm insanların seni daha çok
onaylayıp, takdir edeceklerini unutma... Alçak gönüllülük; seni yükseltecek,
ruhunu olgunlaştıracak, örnek bir insan haline getirerek toplumun diğer
bireylerinin sana olumlu yaklaşmalarını, sevmelerini, saygı duymalarını, mutlu
yaşaman için her alanda sana yardımcı olmalarını sağlayacaktır... Bu nedenle
insanları mal, mülk, politik düşünce, sosyal sınıf, cins, inanç, dil,
farklılıkları nedeniyle ayırma, onları farklı görme, hor görme, aşağılık
yanlarını örtücü, başarılı yanlarını övücü davran... Her insanı ayrım yapmadan
7 milyarlık dünya insanlık ailesinin bireyi olarak değerlendir…Yaşamındaki her
türlü eksikliklerini hızla tamamla, onların yalanlarını yüzüne vurma,
gereksinimlerini olanakların ölçüsünde gidermeye çalış; çirkinliklerini yok
say, görmezlikten gel ...Hep yüce ve güzel yanlarını ön plana çıkart, o
yönleriyle görmeye değerlendirmeye çalış... Kendine layık gördüğün tüm
güzellikleri bütün dünya insanlık ailesinin her bireyine de layık gör...Kendine
layık görmediklerini onlara da layık görme, onları bu olumsuzluklara karşı
koru... Herkesin, her insanının
hatalarının, yanlışlıklarının olabileceğini aklından çıkartma... Böylece
yaşamına kendiliğinden coşkuların katıldığını, herkesin seni mutlu etmek için
el ele verdiğini göreceksin... Ancak alçak gönüllülük gösterirken aptallaşıp, yaşamının iplerini başkalarının da eline kaptırma... Kullanılan
insan olma...Yoksa erdemin ve yüce duygun insanlar tarafından kötü amaçlarla
kullanılır, zarar verici boyutlara ulaşır... O zaman önce kendine sonrada tüm
yakınlarına ve dünya insanlık ailesine zararlı olursun...
UNUTMA; alçak gönüllü ol ama aptal olma; ancak hedefine
ulaşan alçak gönüllülük en yüce erdemdir...
....
ASIL ZENGİNLİK VE MUTLULUK SAHİP OLDUKLARINLA YETİNMEYİ BAŞARMAKTIR...
Çünkü; malda, mülkte, para da, eşya da, her türlü varlıkta
sınırsız sonsuzluk olarak
tanımlanan zenginlik; insanı doyumsuz,
hedeflerine ulaşmak için vahşi bir varlık haline getirir... İnsanların
yaşamlarında sahip oldukları maddi ve manevi değerlerinin göstergesi ne olursa
olsun, bu duygusunu doyuma ulaştıramaz… Her zaman daha çok, fazla, gözünün
gördüğü, elinin yettiği her şeyi ve onların da daha ötekilerini ister... İnsanın
kendisini bu konuda durdurabileceği hiçbir sınır yoktur... Ona yaşadığı
apartmanı verin, mahalleyi ister, mahallesini verin ülkeyi, dünyayı, ayı,
güneşi, tüm evreni alsa da yine tatmin olmayacaktır... İşte bu duyguda bir
sınır olmadığına göre en büyük zenginlik insanın azda olsa , sınırlı kaynakta
olsa elindekilerle yetinmesidir... Bu konuda
ruhsal doyuma ulaşmak için önce bilgini, becerini, erdemlerini,
cesaretini, tok gözlülüğünü arttırmalısın... Kendine gerekli olacak kadarla
yetinmeyi başararak mutluluğu yakalamalısın... Ancak aklını bilgiyle
aydınlatıp, geliştirip, dönüştürüp, yeni programlarla değiştirip, bilgiyle
süsleyebilirsen, onu keskin bir bıçak gibi kullanabilirsen, maddi değerlerin
fazlasının gereksiz olduğuna inanabilir; kendine bu duygunu tatmin sınırı
doyabilir, sahip olduklarınla yetinmeyi
başararak, en büyük sevinci, mutlulukları yaşayabilirsin... Peki en büyük
yoksulluk nedir? O da insanın sahip olduğu mal, mülk, para, beceri, bilgi
kaynaklarının bilincinde olmaması, onları göz ardı ederek yenilerinin peşinden
koşmaya çalışmasıdır... Böylece olanaklarıyla mutlululuğu yakalamak yerine,
mutsuz olmasıdır...
UNUTMA; Sahip olduklarınla yetinme duygunu olgunlaştırmanın peşinde, çabası içinde ol;
onu yakala, yaşama biçimi haline getir... Ancak böylece hem kendini, hem de
toplumu ve yaşamı hatta tüm evreni sahip olduklarınla daha çok sevecek;
yaşamdan kimselerin alamadığı tadı alacaksın... Zaten sahip olduğun genlerin
bunu sana fazlasıyla sağlayacaktır yeter ki iste…
....
AŞK VE SEVGİDE CÖMERT OL....
Çünkü; Aşırı bağlılık
tutkusu, sevi olarak tanımlanan aşk ve sevgi insanı insan yapan önemli
duygudur… Bu iki duyguyu yaşarken de
olabildiğince cömert ol... Dağıtmakla bitmeyecek, hatta zaman içinde artarak
katlanarak sana geri dönecek, isteyen herkese, dilediğinden fazlasını vermekten
çekinme..... Aşkta ve sevgide ulaşabileceğin sınırsızlığın, seni kendini baştan
baştan yaratmanı, yenilemeni, içinde yürek atışlarını duyduğun ÜSTÜN İNSAN a
daha rahat koşmana ve onun bazı üstün özelliklerini alıp yaşamına katmana
inanılmaz biçimde yardımcı olacaktır…İnsanları diğer varlıklardan ayıran aşk ve
sevgisini sesle ifade edebilme ve uygulama yeteneği ruhunda sonsuz ve sınırsız
biçimde bulunmaktadır... Üstelik bunlar herhangi bir karşılık, çaba
gerektirmeden işleyebileceğin sınırsız madenlerindir.... Korkma, çekinme, cimri
davranma, özgür ol, başka iklimlere,
başka dünyalara ancak aşk ve sevgiyle ulaşabilirsin...Çünkü insan insan
olduğunu ancak sevince, aşık olduğu zaman anlar... İşte sana bu kadar yüce
erdemi tattıran duygularını, tüm insanlarla cömertçe paylaş... Sınırsız ve
sonsuz kaynağı sende bulunan bu güzelliklerini verirken ataların gibi
sınırsızca ve oldukça da cömert davran...
UNUTMA; ilerleyen yaşında geriye dönüp baktığında, yaşamın
dökümünü yaptığında, aşk ve sevgini dağıtıp insanlarla paylaşmaktan karlı çıkan
taraf hep sen olmalısın... En zengin ve en mutlu insan bu duygularını cömertçe
dolu dolu yaşamayı başarandır...
...
BAKMAKLA YETİNME; GÖRMEYE DE ÇALIŞ...
Çünkü; bir şeyin nitelik, nicelik, neden–sonuç ilişkisi
olayların başlangıç ve sonucuna göre önlem anlamına gelen görme; günümüz
insanın en büyük sorunudur... Çünkü herkes her şeye bakmakta ama görenlerin
sayısı bir elini parmaklarının sayısını geçmemektedir...İşte sen bir elin
parmakları sayısınca olan gören nitelikli ÜSTÜN İNSAN a yürüyenlerin arasında,
hatta en başında ol... Ancak görerek yaşamı sıradan insanlara göre daha iyi algılar,
üstün, herkesin takdir ettiği, onayladığı
isabetli yorumlara ulaşıp sağlıklı kararlar alabilirsin...
Böylece dünya isimli bu
sahnede daha mutlu-rahat, bilgece yaşar, örnek ve ÜSTÜN İNSAN a doğru daha
hızlı adımlarla yürürsün...
Görme konusuna gelince; eğer bu bakılan sanat yapıtı olursa,
herkesin fark edemediklerini görüp, farklı boyutları yakalayabilirsin...
Ve insanlara hepsinin baktığı
şeyi öyle boyutlarıyla anlatır ve gösterirsin ki; onlar da şaşırıp kalır ve
senin safında yer alırlar...
Eğer bu politika olursa
gelecekteki olayları önceden tahmin edebilirsin anlatabilirsin; sana çevresindekilere
hatta devlete daha az zarar verecek biçimde geçişmesini sağlayabilirsin... Sana
diğer insanlarda asla olmayan bulunmayacak olan yetenekleri kazandıracaktır
görmek...O nedenle sadece bakmakla yetinme,
olayların objelerin derinliklerindekini, arkasındaki gerçek nedenleri de
görebilecek akılcı bir bakış oluştur, bilgiyle-bilgece bak; diğerlerinin
görmediklerini gör insanlara göster onlarla doğruları ve olumlu değerlerini
sınırsızca paylaş...
UNUTMA; Gören kişi her zaman; bakandan daha akıllıdır ve
üstündür... Bu yetenek onu çağları aşacak görüşler ve kalıcı eserler
oluşturmasını sağlayacak, içindeki bir cevherdir…
....
BAŞLAMAK BİTİRMENİN YARISIDIR...
Çünkü; bir işe girişmek, işi yürür duruma getirmek anlamına gelen; başlamak bitirmenin
yarısıdır... Ama iyilere, olumlu ve güzelliklere, adaletli davranmaya, çare
olmaya, hastaları iyileştirmeye, insanları başarılara götürmeye başlamak kadar;
kötülüklere, insanlara acı ve ölüm getirecek olumsuzluklara başlamak da
olanaklıdır...
İnsan bu konudaki şansı yüzde
elli ellidir... Sen her zaman iyiden, güzelden, erdemden, olumludan, onurludan,
insana yararı dokunacak güzel konulara başlamalısın–bitirmelisin.... Böyle
davranmayı başardığında, iyi, sevgiyi, yaşama sevincini, aşkları, her türlü doyumları,
hoşgörüyü, adaleti başlatan ve yayan kişi olarak saygıyla sevgiyle anılırsın...
Senin güzellikleri, yaratmanda, olumlu ve erdemli düşünen tüm insanları yanında
ve yardımcıların, hizmetkarların olarak bulacaksın... Bu kişiler sana destek verecek,
güzellikleri arttırman konusunda teşvikçin ve yardımcıların olacaktır...Böylece
davrananların sayısı da arttıkça, dünya isimli bu gezegende yüzde yüz ölümle
sonuçlanacak geçici yaşam daha da güzel, mutlu ve çekilebilir ve doyumlar sunan tatlı bir serüvene
dönüşecektir... Bu güzellikler, erdemleri, sadece yüce ruhlu, soylular
başlatarak zirvelere taşıyabilirler... Zaten kalıcı yapıtlar, ölümsüz düşünceler, ölümsüz eserleri ortaya koyanlar,
yüzyıllar boyunca unutulmayanlar, hep iyileri başlatmaktan korkmayanlarca
oluşturulmuştur... Başlattığın ve yaşamın boyunca sürdürdüğün her iyilik,
erdem, önüne tadına doyulmayan güzellikler meyvesi olarak sana geri
dönecektir...
Bundan daha da büyük bir
hizmet ve başarı zaten olamaz...
UNUTMA; kötülükleri başlatmayı, kötü insan olmayı
düşünüyorsan bu sadece düşüncende kalmalı, kimseye söylememeden hemen bir daha
seni rahatsız etmeyecek biçimde bilinçaltından silip atmalısın... Ama güzellik, erdem, iyilik, adalet,
hoşgörü, paylaşmayı başlatmak istiyorsan da bir an önce elini çabuk
tutmalısın...
...
DOGMALARI İNSAN BEYNİ YARATTI....
Çünkü; kesinliğine ve dokunulmazlığına inanılan düşünce
anlamına gelen; dogmalar; yaşamın önünde ÜSTÜN İNSAN a gidiş yolunu tıkayan,
onu sınırlayan, kafasının üstünde her an inecek bir balyoz gibi duran en büyük
engellerdir... Üstelik ayakta pranga, eldeki kelepçedir.... İnsanlık tarihi boyunca yaratılan, korunan, asla
değişmez ve olan dogmalarla fazla uğraşma... Onlar dokunulmazdır… Çocukken
kafana konulanlardan da biran önce kurtulma çabası içinde ol... Bunun için
aklını çok iyi eğit, çok güzel ve çağın ilerisindeki bilgilerle doldurmaya
çalış.... Dogmaların sınırsız olan düşünce sisteminin önünü kapatıp, seni
sınırlamasına izin verme... Her yaşında daha özgür, ileri nitelikli, aydın,
coşkulu, sınırsızlıklara doğru koşarken; mutlu olacaksın… İnan bana bu
dogmalardan kurtulduğunda kendini daha
özgür ve düşüncendeki sınırsızlığın peşinden giderken daha rahat, bu güne kadar
bilinmeyenleri keşfedeceksin, sınırsız ve evrensel düşüncelere ulaştığında her
insandan çok ileride ve olumlu düşünen, bilge kişi sen olacaksın... Evrendeki tek değerin, her şeyiyle mucize
şeklinde varlığını sürdüren insan olduğunu anlayacaksın... İçinde kendisini
keşfetmen için çırpınan, nefes alışlarını hissettiğin ÜSTÜN İNSAN a ancak
dogmalardan kurtularak yükselebileceksin...
UNUTMA; dogmalar insanın kendisini aşmasını engeller...
Dogmalardan kendini koruduğun
sürece kendini keşfedecek, kendin olacak ve içindeki yeni ben’ lerini bulup
yaşayan bilge insan sen olacaksın, içine
bakıp düşüncelerinin sınırsızlıklarında
ÜSTÜN İNSAN ı bulabilmek için daha devasa adımlarla koşacaksın...
....
BİLİNÇALTIN İÇİNDEKİ DÜŞMANINDIR...
Çünkü; bilince ulaşmamış olguların bulunduğu var sayılan
zihin bölgesi anlamına gelen; bilinçaltını eğer dost ve kontrol edinemezsen,
içindeki en büyük düşmanın haline dönüşecektir... İyi şeyleri genellikle
görmezlikten gelerek; kötü, olumsuz, acı, ruhu yaralayan, örseleyen, kin ve
nefret, karamsarlık duygularını yaşamanı sağlayacaktır… Çünkü bu duygularını
kayıt eden bilinçaltı; yaşamın boyunca, olumlu-güzel-başarılara doğru yapacağın
her hamlede önünü tıkayacaktır; başarı grafiğini yükselteceğin, en büyük başarı
hamlesini yapacağın her zaman önüne aşılamaz
en büyük engel olarak çıkartacaktır... O güne kadar yaptığı tüm olumsuz
kayıtlarını , set yaparak senin önüne yığarak aşmanı, ilerlemeni
engelleyecektir...
Bu şekilde bir bilinç altıyla kendini aşman, aydın ve
bilge birisi olarak, ileriye doğru büyük adımlarla ilerlemen, başarılara ve mutluluklara
imza atman olanaksızdır....
Kontrol edip, egemen olamadığımızda içimizdeki bir tür
düşman da diyebileceğimiz bu duygumuzun efendisi olmamız için ona öncelikle hükmetmemiz, egemenliğimiz
altına almamız gerekiyor...
Bunu başarabilmek için, durmadan,
her nefeste kendimizi geliştirmemiz, okumamız, gözlemlememiz, bilinmeyeni
bilmeye, görünmeyeni görmeye, duyulmayanı duymaya çalışarak kendimizi durmadan
yeniden yeniden programlamalıyız… Yavaş yavaş kontrolümüzü kabul etmeye
yaklaşan bilinçaltımızla anlaşmamız , oturup karşılıklı çözümler üretmemiz, yapabiliyorsak
dost olmamız gerekir.. Onunla yaptığımız bu anlaşmaları, özümüzde yaptığımız
devinim, değişim, dönüşüm başkalaşımla kendimizde oluşturduğumuz yeni
programlar eklemekle daha da etkin hale gelebilecektir… Ona göstereceğimiz
sevgi saygı, hoşgörü, bağışlama, gibi erdemler anlaşmamızı sağlamak için temel
verileri oluşturur... Bilinçaltını yendiğinde, yaşamının önüne çıkartabileceği
görünen-görünmeyen tüm engelleri de yenersin; istediğin hedeflere ulaşmak için
istediği hamleleri, başarılı girişimleri yapabilirsin... Ancak önce onu
keşfetmen, tanıman, tanımlaman, hükmetmen, anlaşman ve dost olman gerekecek… Bunu
başardığında mutluluklar adasına doğru devasa başarılı kulaçlarıyla
ulaşacaksın...
UNUTMA; Başarının da, başarısızlığının da sınırlarını
bilinçaltıyla kurduğun dostluktan ya da çatışmaların belirleyecektir...
...
BİLGİN ÖLÇÜSÜNDE SONSUZLUĞA AÇILABİLİRSİN...
Çünkü;iş ya da bir konu üzerinde bilinen her şey anlamına
gelen;
bilgi, bilme, öğrenme, onu
kullanma yeteneği 200 milyon tür olduğu var sayılan canlılar arasında sadece insana özgü bir yetenek, bir
davranıştır... Yine insanın hafıza, bilgi aktarma, bilgi toplama, bilgi
oluşturma, bilgiyi kullanarak güzeli arama, uygarlıklar kurma, evrene hakim
olma gibi yetenekleri sayesinde bu gün bilgi birikimi sınırları zorlayacak
konuma ulaşmıştır... Sen de yaşamının
her aşamasında bilginin peşinde ol, onu oluşturabilmek, alabilmek için ruhunu
sürekli bilgiye ve öğrenmeye her yaşında açık ve öğrenci olarak tut... Bilgiyi
en fazla da kendini, yani insanı öğrenmek ve öğretmek için kullan... Sonsuz
evrenin bir küçük modeli olan mucize insan kendine hükmetmek, evrenin
sınırlarını öğrenmek için yanar tutuşur... Bunu nasıl yapacağını arar; evreni
öğrenmek istiyorsan, işe önce bilgilerinle kendini keşfetmek ve öğrenmekle
başlamalısın... Yaşamın her aşamasında yüzde yüz gerekli olan bilgi en fazla da
kendini çözmen için gereklidir, bunu bilmelisin... Yaşın kaç olursa olsun,
hayata seni bağlayan, en önemli ip bilgi-bilmek-kullanmak, onu öğrenmek, yani hayatının
her alanında bilgili olmaktır... Bilgiyle kimsenin yıkamayacağı, sarsamayacağı,
içinde sadece senin imparatoru olacağın dünyalar kurabilirsin... Bilgiyle;
herkesin karşısında hüngür hüngür ağlayıp korktuğu olayları gülümseyerek
karşılayacak ve onları bir bir aşacaksın... Herkesin ulaşamayacağı başarılara
sen bilgiyle ulaşacaksın... Pırıl pırıl çiçekli yaşam coşkulu dünyalar
yaratman, ölsen bile arkandan yüzyıllarca seni hatırlatacak kalıcı eserler oluşturup
bırakabilmen ancak bilgiyle olacaktır... Bilginin peşinde olman işte bu
özlemlerini hep canlı tutmalı ,peşinden koşmalısın...
Yaşamı bilerek, isteyerek,
bilinçli olarak, coşkuyla, sevmelisin, onun tüm sırlarını bilgiyle öğrenmeli ve
öğretmelisin…
UNUTMA; sadece insana özgü olan öğrenmek, bilgi edinme,
bilgiyle uygarlıklar oluşturma yeteneğiyle kendini aşarak sonsuza doğru açılıp
ÜSTÜN İNSAN ın bazı yönlerini yaşamına katabilirsin...
Bütünün bir parçası olduğunu
sana bilgi öğretecektir...Yaşamın tüm sırlarına da ancak bilgiyle
ulaşabilirsin....
....
ÇAĞININ İLERİSİNDE DÜŞÜN VE YAŞAMAYA ÇALIŞ...
Çünkü; zaman parçası anlamına gelen; çağlar her zaman yeni
bilgiler, yeni keşifler, yeni aletler, yeni icatlar, yeni düşünceler,
bakımından birbirinden farklı, ancak hep birbirinden ileride özellikler
taşır... Bu kural bundan sonra da hızla işleyecektir... Bu nedenle sen her
zaman çağının ilerisinde düşün ve yaşamaya çalış; yeniliklerin peşinde ol,
yarını düşün, 20 yıl sonraki geleceğe bıkmadan usanmadan kafa yor, çözümler-üret,
çözümler ara... Her yaşında, her yeniliğe açık ol; yeniliklere uyum
göstermekten çekinme... Hayat isimli okulda kendini hep öğrenci olarak bilgiye
açık tut... İnsanların tamamına yakın bölümü içinde bulunduğu çağı ileriyi hiç düşünmeden,
hayaller kurmadan, yeni umutlar oluşturup onların peşinden koşma gereği bile
duymadan, koyunlar gibi beslenip, küçük
ve büyük abdestini yapıp, cinsel ilişkilerini kusursuzca sürdürüp sonra ölüp
giderler.... Oysa insan bu değildir; yaşam bu kadar sıradan ve basit
olmamalıdır... Daha ileriyi, daha güzeli
görmeye çalışmalı araştırmalıdır... Bu gün ulaştığımız uygarlığın yaşamımızı
kolaylaştıran buluşları araç – gereçleri,
ürünleri, sürekli gelişen, değişen, akıllı insanların ortaya koyduğu, somut
kanıtlardır... İnsan ancak bu gün kendisini hayrete düşüren ürünleri, icatları
bir sonraki çağda çöpe atacaktır, yerine daha ileride, daha güzel, daha
geliştirdiği, daha yeni, çağın ilerisinde olanları koyacaktı , koymuştur... İşte
bu bilince hemen ulaş; çağında yaşamını kolaylaştıran kullandığın ya da kullanmadığın araç
gereçlerle, ürünlerle yetinme… Hep çağın ilerisinde düşün bin yıl iki bin yıl 5
bin yıl bir milyon yıl sonraki yaşamı
hayal et... O yıllarda insan nasıl, nerelerde, hangi gezegenlere ulaşıp, hangi
galaksilerde yaşayacak? Nelere sahip olacak ? Nelerden vazgeçecek? Bu gün
kullandığı hangi araç–gereçler o yıllarda da nasıl olacak?Nasıl beslenecekler? Cinsel
gereksinimlerini nasıl karşılayacaklar ? Hangi sanat yapıtlarını beğenecekler?
Bunları bu günden düşünerek tasarlamaya
çalış... Hazırlıklarını bu günden yapabilecek yeni düşüncelere ulaşıp, ortaya
düşünsel olarak bir şeyler koymaya çalış....
Kendini çağın ilerisine göre
programladığında, içinde yaşadığın zaman diliminde anlaşılmayabilirsin ama bunu
kendine dert edinme....
İleri çağlarda kesinlikle
seni anlayanlar olacak, gelecek kuşaklarca anlaşılacağını düşünerek ortaya
kalıcı eserlerinde yer alan ölümsüz düşüncelerini de koyarak
rahatlayabilirsin... Zaten büyük düşünürler , ünlü bilgeler, dehalar, büyük
sanatçılar çağlarında değil de ölümlerinden yüzyıllarca sonra anlaşılan
insanlardır... Eğer ileriyi hedefleyen, yaşamında yarattığın fikir, sanat
yapıtları, keşifler, icatlar, ortaya koyabilirsen o zaman bu çağda ilerlemiş
örnek ve bilge bir kişi olursun... Üstelik senden sonra yaşama gelecek olan
insanların önünü aydınlatarak onların evrimleşmesini hızlandırmış olursun... Böylece
bu gezegende yaşam olduğu sürece, anımsanır, ölümsüz yapıtlar , düşünsel ve
bedensel ürünleri ortaya koyarak çağın ilerisinde düşünüp, konuşup, kalıcı
yapıtlar veren insan olarak ölümsüzlüğü hak edersin...
ÇÜNKÜ; şu anda kullandığın, yaşamını kolaylaştıran
uygarlığın her türlü ürünleri, geçmiş çağlarda yaşayan, akıllı kaşifler,
mucitler, sanatçılar tarafından
yaratılmıştır... Sende istersen hem gününün, hem de geleceğin akıllı insanlarından
birisi olabilirsin...
....
DİLİNİN SİHİRBAZI OL...
Çünkü; duygularını, düşüncelerini, bir başkasına kendilerini,
evreni ifade edebilecekleri anlamına gelen; dil eğer iyi kullanabilirsen insanı
diğer canlılardan ayırıp bir adım ileriye çıkartan bu gücü en doğru biçimde
kullanabilirsin... Dilini her yaşında iyi kullan, onun tüm sihirli, çarpıcı,
vurucu, etkin yöntemlerini iyice öğrenerek yaşamına uygulamaya çalış... Kıvrak
zekanla bunu öyle bir geliştir, öyle etkin ve güçlü hale getir ki; insanlarla
konuşurken yıllarını bu işe veren düşünürleri, gazetecileri, filozofları , laf
ebeleri olan hatipleri, yazarları, edebiyatçıları geride bırak... Ağzından
sözler bal gibi aksın; hep olumlu, bakmaya, düşünmeye, konuşmaya, anlatmaya çalış...
İnsanları ikna ederken,
dehanla birleştirdiğin sözcüklerle kendi düşüncelerini kabul ettirebilirsin... Bunu
sağlayacağın tek organın, binlerce
yıldan beri gelişerek kendini yıkayıp, durulayıp, arıtıp yoluna devam eden dili
iyi kullandığında, onun tüm derinliklerini saptadığında önündeki tüm kapıların
hepsini açan sihirli altından daha da değerli bir anahtar olduğunu görüp,
yapabildiklerine tanık oldukça sen de şaşıracak, gözlerine inanamayacaksın... Uygar
insan dilini her türlü olanaklarını çok iyi saptayıp, sihrinin gizemini çözüp
ona ulaşıp, onu kullanabilendir... ÜSTÜN İNSAN insanın bazı özelliklerini
yaşama biçimi haline getirenler dilinden, davranışına kadar her çağda diğer
insanlardan daha ileride yaşayan yarını bu günden gelecek yüzyılları içinde
bulunduğu yüzyılda şekillendiren far yaratan varlıktır...
UNUTMA; dilini iyi kullanamayan kişi; yaşamındaki en etkili
silahtan yoksun kalmış olan aptaldır.... Dilini en etkili biçimde kullanabilen
kişiler altından daha değerli, her kapıyı açan bir anahtara sahip olurlar…
....
DÜŞÜNCELERİN AĞZINDAN ÇIKMADIĞI SÜRECE SENİNDİR...
Çünkü; dış dünyanın insan zihnine yansıması anlamına gelen;
düşünceler; ne kadar tehlikeli, zararlı, yakıcı, yıkıcı, imha edici, olumsuz, kötü, olurlarsa olsunlar; ayrıca çağa; geleneklere-göreneklere, ne kadar aykırı
olurlarsa olsunlar, ne kadar çelişirlerse çelişsinler; ağzından söz olup
çıkmadıkları sürece, yazı olup kağıda dökmediğin sürece sana hiçbir zararı yoktur...
İçeriği kötü ya da iyi de olsa; söz olup
söylendiğinde, yazı olup yayınlandığında artık senin olmaktan çıkmış; toplumun,
insanlığın, evrenin malı olmuştur; onların hafızalarına kazınmıştır... Bu
aşamadan sonra düşüncelerinin sana zarar
vermesini önlemen, önüne geçmen olanaksızdır... Ya
da tam tersi; taraftar bulmaya, seni sevenlerin sayısını çoğaltmaya başlamasına
engel olamazsın... Bu nedenle düşüncelerinin hedeflerini, içeriğini, vuracağı
noktayı çok iyi hesaplayarak, sözlerini söylemeden, yazıya dökmeden önce çok
iyi ölç tart; vereceği zararların
sınırları ya da getireceği yararlarının analizlerini çok iyi ve kusursuz
yaptıktan sonra ağzından çıkart, ya da
yazı olarak yayınla... Ulu orta, rast gele, konuşma; kontrolünün dışında
düşüncelerinin ağzından çıkmasına izin verme... Bazı kötü niyetli,
vatana-millete-insanlığa zarar vermeyi hedefleyen, yıkıcı -bölücü-yakıcı
gurupların sözcüsü olma; onların seni ve düşüncelerini, kalemini kullanmasına
izin verme...Ne söyleyeceğine, sadece sen kendin karar ver; ağzından çıkanlardan sonra asla pişmanlık
duyma… Söylemeyeceklerin için de bu sistemi uygula... Bu yeteneklerin sende
fazlasıyla bulunduğunu söylememe gerek yok...
UNUTMA; Kontrolsüz söylediğin bir söz, yazdığın bir yazı,
sana dosttan fazla düşman kazandıracaktır... Aynı düşüncelerini başka şekilde
söylediğinde sana sayısız taraftar, dost kazandıracaktır…
....
EN BÜYÜK YETENEK SENSİN...
Çünkü; bir şeyi yapabilme gücü anlamına gelen; yetenek seninle başlar ve
seninle biter... Yaşam isimli serüvendeki zaman dilimleri boyunca tüm insanlar
her alandaki yeteneklerini gösterme konusunda birbirleriyle ölürcesine yarış
içindedirler... Bu ölümüne yarış sonunda başarılı fikirler, baş yapıtlar,
icatçılar, inanılmaz emekler harcayarak kalıcı eserler ortaya koyarlar... Sende bu ve benzer her konuda
yarışa gireceksin biliyorum; o nedenle bu üstün nitelikli yeteneklerini ortaya
koymaya çalışırken gereksinim duyacağın her türlü yetenek, kabiliyet, beceri
ham şekliyle içinde cevher olarak sonsuzca bulunmaktadır; bunları işleyip etkin
hale getirmen için beyin bilgiye gereksinim duyar... O nedenle üstün
kabiliyetleriyle çalışıp, senden önce ya da seninle aynı kuşakta sanat, iş,
icat, olağanüstü fikir yaratanların ortaya koyduğu görüş-yapıt ve tüm
eserlerini oluştururken çalıştıkları dünyalarından yararlan....Onların neler
yaptıklarını, nasıl yaptıklarını iyice öğren... Ancak o kişilere aşırı
hayranlık duyma ama beğenmezlikte etme; sadece
duyacağın hayranlığın sınırlarını aklınla belirle… Ancak her zaman önce
kendine inanıp yola çıktığında iç dünyanın-evrenin bilgilerine en kısa zamanda
ulaşmaya çalış, onları yakalayıp yaşamına uygulamak için emek ve zaman harca...
Göreceksin ki hayranı olduğun pek çok
kişiden daha kusursuz çalışmalar yapacak, ya da sanat ürünleri, icatlar, ölümsüz
düşünceler ortaya koyacaksın... Bunun için bana ve sadece kendine güven...
Üstelik yaşamını başkalarının
yeteneklerine hayran olarak geçirme;
onların yaratılarıyla, yapıtlarıyla ilgilen, bilgileri alıp kendi bilgilerin ve deneyimlerinle
birleştirerek daha da ilerilere hedefleyerek yorulmadan, bıkmadan, usanmadan
yılmadan yürüdüğünde daha üstün eserler-işler ortaya koyabilirsin... Dünyanın en
üstün, en yetenekli varlığı sensin; kusursuz, fikir–sanat–ölümsüz düşüncelerin
yer aldığı yapıtları ortaya koyabilirsin... Bunu disiplinli sistemli, tekrar
tekrar yapacağın çalışmalarla başaracak, ortaya koyacaksın... Bunun en basit
formülü de şudur; çalışma, sanat, aşk, diğer tüm alanlardaki yeteneklerini
geliştirmen için kendini çok iyi tanıman, çok sağlam – çağın ilerisini
hedefleyen bilgilere ulaşman, bunun için kendini durmadan geliştirmek için iç
dünyanın sınırsızlıklarının bilincine vararak onların keşfini tamamlaman,
bilinçaltına egemen olarak orada oluşturduğun her yeni programlarla kendini her
nefeste sıfırdan güncelleyip yeniden formatlama çalışmalarını ömür boyu
sürdürmen; bunları bir an önce alıp yaşamına uygulaman koşuldur.... Kendini
tanıyıp anladığında en büyük başarıya ulaşman için inanılmaz sihirli bir anahtarı
eline geçirmiş olacaksın; öyle ki ölümsüz yapıtları üstün ve inanılmaz bir
başarıyla ortaya koyacaksın...
UNUTMA; tüm yetenekleri takdir et-saygı duy; ama hiç kimseyi
kendinden üstün görme... Her alandaki tüm yeteneklerin çok üstündeki yeteneklerin
sende doğuştan, iç evrenin orijinin de bulunduğuna inan; onu keşfedip, ölümsüz
eserler ortaya koymanın çabası ve inanılmaz çalışması içinde ol...
....
EVLENMEDEN ÖNCE DÜŞÜN...
Çünkü; erkekle–kadının aile kurmak için yasaların uygun
gördüğü yoldan bir araya gelerek nikah kıymaları anlamına gelen; evlilik; insan
yaşamının en önemli ve dönüm noktasıdır...Ancak evlilik sözcüğü tanımındaki
kadar kolay, sıradan, basit, çapsız bir uğraşı değildir... Evlenirken kendine
hedefler koymalısın; Bir defa neden evlenmek istediğini düşünmelisin...
-Gencim, cinselliğimin zirvesindeyim evlenip keyfime
bakayım... Ya da ;
-Malım mülküm var; onları ben öldükten sonra yabancılar
almasın çocuklarıma kalsın... Ya da,
-Yarın bir gün yaşlanacağım; param da, malım da yok;
hastalandığımda bana baksınlar diye
çocukları dünyaya getirmek istiyorum ... Ya da,
-Benim hiçbir şeyim yok; her şeyimi çalışarak kazandım,
dünyaya getireceğim
çocuklarım da aynı şekilde çalışıp kendi yaşamlarını kursunlar mı? Bu soruların
sayısını binlerce arttırmak olası... Ama
aklından şunları da çıkartma; evlendiğinde çocuklarına, eşine
verebileceğin; güzel bir yaşam, güzel bir gelecek, mal, mülk, bilgi ve benzeri zenginliğin varsa;
çocuklarını iyi bir eğitimden geçirme ve insanlığa yararlı birey yapma olanağın
varsa; evlenmende hiçbir sakınca yoktur...
Böylece onlar yaşam isimli bu serüvende çok gönençli, sevgiyle dolu,
coşkulu biçimde yaşarlar... Ölüm düşüncesini de kolaylıkla benimseyebilirler;
ölüme karşın mutluluklarını yaratıp inanılmaz başarılı bir serüven izlerler...
Ancak, aç, evsiz, yoksul, çaresiz, eğitimsiz çocuklar dünyaya getirip sokağa
bırakmayı düşünüyorsan; onları terk edip kaçıp kaybolmayı hedefliyorsan;
evlilik gibi bir düşünceyi kafandan çıkartıp atman gerekir... Çünkü
evlendiğinde eşine, çocuklarına sadece acı, sefalet, yoksulluk, aşağılık
duygusu, kötü insan olmanın yollarını öğrenecekleri kötülük yapmış olursun... O
da insan denilen mucizeler ötesindeki akıllı bir canlıya yakışmayacak bir
davranıştır... Bilinçsiz, alt yapısız, hazırlıksız evlenmekle büyük ya da küçük
çişini yapmak arasında hiçbir fark kalmaz...
UNUTMA; evlilik önce karının, sonra da çocuklarının kölesi
olmaktır...Onun acı meyvesi olan çocukları büyütüp, olgunlaştırıp topluma
sunabilmek en büyük başarıdır... Evliliğe karar vermeden önce çok kere ama çok
iyi düşün; başkaları ya da toplum istiyor diye değil; özgür iradenle kararını
ver ve kendine güvenebiliyorsan; kendin bu işi gerçekten akılcı olarak
istiyorsan evlenmelisin; ya da evlenmemelisin...
....
EVİNİN EN GÜZEL KÖŞESİNİ KENDİNE LAYIK GÖR...
Çünkü; bir kimsenin içinde yaşadığı yer anlamına gelen;
ev senin bin bir çaba ve emekle ortaya
koyduğun bir yaratındır... Evinin tek amacı da sana hizmet etmek, senin güzel
ve rahat yaşamanı sağlamak, yaşamını sürdürmen için sana hizmet etmektir... O
evi emeğinle oluşturan kişi olarak en fazla sen yararlanma hakkına sahipsin... Evinin
en güzel köşesinde sen olur; orasını kendine layık gör... En güzel halını,
yemek takımlarımı, yatak takımlarını, örtülerini, vazonu, kullan ki tüm
eşyaların sana hizmet etsin... Bunları bir araya getiren kişi sen olduğun için onlardan en fazla sen
yararlanmalısın...
Hepsinden daha da önemlisi;
bunları senin kendine layık görmen gerekir; senin kendine layık görmediğin bir
şeyi kimsenin, sana evin de olsa layık görmesini bekleme... Bu arada konuklarına
ya da diğer aile bireyleriyle de bu eşyalarını güzellikleri cömertçe paylaşmayı
bilmelisin...
UNUTMA; tüm bunları uygularken de asla bencil olmamalısın...
Senin her türlü sırlarını, varlılığını, yoksulluğunu saklayan evini iyi ve
bakımlı temiz biçimde kullanmalısın...
....
GELECEK SENSİN ...
Çünkü; zaman bakımından ileri olması, gerçekleşmesi beklenen
anlamını taşıyan; gelecek sadece ve sadece sensin... Gelecekte sadece sen
varsın, gelecek sensin... Evrendeki her şey seninle ilgili, evrenin özü sensin…
Sen evrenin aklısın, düşüncesisin, gözü, kulağı, dilisin… Evren seninle
kendisini açıklar, ortaya koyar… Bu kısacık ömründe geleceğe yönelik, seni
olmadığın dünyada gelecek kuşaklara tanıtabilecek kalıcı eserler ortaya koymak
için dev adımlar at... Kendini bilgiye açık tut; tüm yaşamını
daha çok geliştirmeye, uygarlığın üstündeki yüksekliklere, onu layık olduğu
yere taşımanın bilgiyle olacağını unutma bunun çabası ve savaşımı içinde ol... İçinde geleceğin ÜSTÜN İNSAN nın bazı
özelliklerine ulaşmanın yoğun coşkusunu
yarat... Geleceğin insanını bu günden içinde temellendir; yaşayabiliyorsan onun
üstünlüklerinden bazılarını yaşamına uygulamaya çalışarak örnek insan olmaya
çalış...Gelecekte ortaya çıkacak; şu anda senin içinde kalp atışlarını duyduğun
ve ortaya çıkmak için çırpınan, ÜSTÜN İNSAN nın nefesini duy, ona layık olmaya
çalış.... Senin başarın insanın başarısıdır... Buluşun insanın geleceğinde
yaşam kalitesini yükseltecek olan buluşun olacaktır... Geçmişteki insandan
aldığın gen halkalarıyla taşıdığın geleceğe Gen lerini iyi kullan, görevini tam
anlamıyla yapan kişi ol... Gelecek her şeyiyle senin ellerinde şekillenecektir
çünkü gelecek sensin...
UNUTMA; dün olduğu gibi gelecek senin becerin, bilgin, aklınla
şekillenecektir...Gelecek sonsuz zamanda sahnede yerini alacak ÜSTÜN İNSAN ı içinde
şimdiden sen oluşturmaya çalış...
....
GERÇEĞİN OLMADIĞINI BİL; AMA ARAMAKTAN VAZGEÇME...
Çünkü; doğru olan, yalan olmayan anlamındaki; gerçek felsefeye
göre hiç yoktur, olmamıştır, olmayacaktır... Sadece gerçeğe yakın, doğrulara
yakın olanlar vardır... Üstelik bu gerçeklere , doğrulara yakınlık her ülkede,
her çağda, her koşulda, farklı ortamlarda değişikliğe uğramış genellikle farklı
farklı uygulanmıştır...Ancak gerçeğin olmadığını bilmen onu aramana engel
olmamalıdır... Gerçek yoksa da; gerçeğe en yakın olanını bulup yaşama biçimi
haline getirmekten asla vazgeçme... Çünkü gerçeğe en yakın olan seni sen
yapacak; ayaklarının üstünde durmanı sağlayacak, en büyük erdemdir... Bu erdem
kendini her alanda aşmaya ÜSTÜN İNSAN nın bazı özelliklerini elde edip onu
hayatına uygulamana yarayacaktır...
Seni yükseltecek, evrensel
düşünmeni, evrensel bakmanı sağlayacak bir ulaşılmaz merdivene dönüşüp seni
yükseklere taşıyacaktır... Onu bulup
uyguladığın oranda her alanda kendini aşabilecek, özgüven, cesaret,
çalışma, üretme, kalıcı eserlere imza atma yeteneğini kazanacaksın...
UNUTMA; bazı değişiklikler olsa da gerçek insanın
yüzyıllardır peşinden koştuğu; sonsuza kadar da aramaktan vazgeçmeyeceği;
yakalamak istediği en üstün değerler bütünüdür... Üstelik bu değerleri bulduğunda insan ÜSTÜN İNSAN nın bazı
özelliklerini yaşamına uygulama giibi bir yüceliğe ve doğa üstülüğe ulaşacaksın;
insan iyilikler, hoşgörüler, bağışlamalar, adaletli davranmalar gibi erdemlerin
bütününe dönüşecektir... Sen de bunun
peşinden ayrılma...
....
HATALARINI DÜZELTMEK ERDEMİNİ GÖSTERMEKTEN ÇEKİNME...
Çünkü; istenmeden, bilmeden yapılan kusur anlamına gelen; hatalar;
senin örnek ve ÜSTÜN İNSAN a yürürken yaşamının önündeki en büyük
engellerdir... Hatalarla dolu yaşamı çizgisinde onları gidermeden yürümeye
ısrar edersen, karşına giderilmesi olanaksız, daha büyük ve onarılmaz olanları
çıkacak ve hedeflerine giderken yolunu acımasızca kapatacaklardır... Başka
deyişle; ya hatalarını ortadan kaldırıp ÜSTÜN İNSAN a yürüyeceksin; ya da
hatalarının altında kalıp onların
engellerini aşamadan basit, kendini
yönetemez sıradan ölümlü bir varlık haline dönüşeceksin... Hatalarını
aslında hiç yapmamalısın, bunun içinde inanılmaz dikkatli davranmalı, sınırsız
emek harcamalısın; yaptınsa da gidermeye, yinelememeye çalış; bunun gayreti
içinde ol... Bunun yolu çok aydın, bilge
ve bilgili bir insan olmandan, çok okumandan, felsefe yapmandan her alanda
zenginleşmenden geçer... Bilerek yapacağın hatalardan dönmek için zamanın ve
fırsatın her zaman vardır; yeter ki onlara bakmayı bil.... Bu yeteneğini
geliştirmek için de çok çaba harca... Böylece kendini temiz örnek, bilge ve
ÜSTÜN İNSAN yapma konusunda önemli adımlar atmış olursun... Hatalarından ders
alarak kendini doğrulara yöneltmek için
gereksinim duyacağın her şey yüreğinde gen’ lerinde fazlasıyla vardır... Yeter
ki kendinle barış içinde ol, yeter ki kendini sev; özünün dostluğunu kazan;
özüne severek içinin derinliklerine bakmayı ve inmeyi başar... Oradaki sınırsız
varsıllıklarının bilincine vardığında, keşfettiğinde önündeki tüm güzellik ve
varsıllık kapılarının açıldığını hayretle göreceksin....
UNUTMA; bilerek hatanı düzeltmen seni iki defa karlı
çıkartacaktır... Daha verimli, daha erdemli, daha coşkulu, daha bilge,yaşamı
sanat haline getiren örnek insan olacaksın...
.,..
HER ZAMAN BAĞIŞLAYICI OL...
Çünkü; herhangi bir kötü davranışı olmamış sayarak ceza
vermekten vazgeçmek anlamına gelen; Bağışlamayı ancak olgun, ÜSTÜN İNSAN a
yürümeye çalışan üstün ruh taşıyan insanlar gösterebilirler... Tüm
insanları sınırsızca sev; renk, cins,
din, dil, tip, mezhep, sosyal statü, siyasi güç gibi ayrım yapma... Onların
kusurlarını ört, iyi yanlarını ortaya koyarak herkesin dikkatine ve yararına
sun... Hatalarında iyiliklerin de insanın ve yaşamın doğası gereği olduğunu:
her konuda bağışlama soyluluğun somut kanıtıdır... Herkes her koşulda, her
ülkede, her çağda ceza verebilir; ama bağışlayıcı olmak ayrıcalıklı ruhlara,
bilge ve yüce kişilere uygun bir davranıştır... Onlar ki kendilerini aşan
YÜKSEK İNSAN a koşmakta olan, yükseklere
doğru yol alan bilge insanlardır... Bağışlamanın seni hem kendi, hem de diğer
insanların gözünde büyüttüğünü aklından çıkartma... Olgunlaştırdığın ruhuna
bağışlamak seni daha erdemli, yüreği sevgiyle dolu bir varlığa
dönüştürecektir... Yaşamının efendisi yapacaktır…
UNUTMA; bağışlayan her zaman bağışlananlardan daha da
üstündür...
....
HER YAŞINDA BİLGE OL...
Çünkü; çok sağlam bilen, bildiklerini kendisi ve toplum için
kullanan kişi anlamına gelen; Bilgelik yaşamın önüne koyduğu tüm sorunlarını
aşmanda, bilgiye, erdeme, iyiliğe ve iyilikçiliğe ulaşmanda en büyük yardımcın
olacaktır... Bilgece yaşam sahnesindeki
rolünü kusursuz oynayacaksın; yaşın ve konumun ne olursa olsun; her dönemde,
her yaşında, her zaman bilgece davranmaya çalış; bilge olan kişi huzur içinde,
gönençli, sürekli gülümseyen, her şeyi hoş gören temiz, akıllı, keskin zekalı, düşünerek
herkesin bilemeyeceği bilen, göremeyeceğini
gören bilgi ve deneyimlerin derinliklerine kavuşandır... Ve her insanların
aklına gereksinim duyup, her zaman her konuda fikir danışacakları kişidir... Yaşam
bilgece gülümseyerek yaklaş; toplumun
binlerce, hatta on binlerce yıldır oluşturduğu tabuların bilgeliğe yürürken
önünde engel olmasına izin verme...Yön gösterici, erdemlerinle örnek, insanları
iyiliğe çağıran bir kişi ol...İnsanların düşüncelerinde yeni kapılar aç; tek
değerin insan olduğunu insanlara anlat.. Tabuların bazılarının, art niyetli
emperyalist güçler tarafından, sömürü planlarının bir parçası şeklinde ve
genellikle diğer devletlerin gelişmelerine engel olmak için insanlarca
yaratıldığını; insanın aydın aklı
sayesinde bir gün bu tabuları anlayarak aynı şekilde ortadan kaldıracağını
aklından çıkartma ve herkese anlat... Kendi kendine inan; kendine güven; çünkü
tek gerçek sensin; kendini tüm insanlığın mutluluğuna, başarılı olmasına,
onların bazı engelleri aşarak içlerinde bulunan, ÜSTÜN İNSAN a yürümeleri
konularında yönlendir…Önce bu soruları ve değerlerin getirip-götürdüklerini
kendine; sonra da topluma sınırsızca
yardımcı ol...
UNUTMA; bilgeliği yakalayabilirsen; topluma, tutabileceğin
sonsuz bir ışığı elde etmiş olursun... Bu ışık tüm çağları delerek sonsuza kadar insanın önünü aydınlatma da,
ebedi yol gösterici olarak kalacaktır.. Bu yaydığın ışığın kaynağı olarak ve
sonsuza kadar yaşayacağın için mutlu olmalısın olmalısın...
...
HEP LİDER OL...
Çünkü; baş, başkan, öncü, önder, yönetici anlamına gelen;
kendini çağdaş, modern, bilgileri, becerilerle doldurup; ilerisini gören,
yetenekli, aklını en verimli biçimde kullanabilirsen lider bilge olabilirsin…
Ayrıca yaşamını özgürce, kimsenin müdahale etmesine izin vermeden, en sağlıklı,
en verimli, en güzel biçimde eserler vererek sürdürebilirsin…. Ayrıca bazı
yetkileri eline geçirebilir, yardım isteyen her insana olanakların ölçüsünde
yardım etmenin onurunu ve doyumunu yaşarsın… Her zaman karar verici, her alanda inisiyatifi
kullanan kişi, yanlışlara engel olup, doğruları ortaya koyma, hem öz
yaşımda, hem de toplumun seninle iletişim içinde olan kişilerine yardım eden
kişi olursun… Hayatının her aşamasında çok akıllı ol, aklını çağın ilerisini
gösteren bilgilerle süsle, programla liderce davran; yaşamın boyunca hep öyle kal...
En basit günlük işlerinden en yaşamsal kararlarında hep liderce davran... Çevrendeki
insanlara bunu kabul ettir, hissettir, onların da düşüncelerini alarak ince bir
politikayla her şeyin senin çevrende dönüp, yararlarının sende toplanıp,
dağıtan kişi ve her konuda etkili ol...Sorumluluk almaktan korkma, çekinme,
sonuçlar olumsuz çıkarsa vakur olmaktan asla vazgeçme... Oluşacak tüm en büyük
başarılara ya da olumsuzluklara, acılara karşı göstereceğin davranışın
çevrendeki insanların senin liderliğini daha fazla kabul etme ya da
reddetmelerini sağlayacaktır… Çevrende dostlarına, insanlara senin liderlik
özelliğini iyi anlamalarını, öğrenmelerini her hareketinle hissettir ve de sağla...
Ters harekette bulunmak
isteyenleri sadece baş başa kaldığında ve liderce uyar... En son konuşan, en
doğru, en isabetli kararı veren kişi her zaman sen ol... Yaptığın öneriler,
gösterdiğin yolda gidenler pişman olmamalıdır; zarara uğrayanların uğradığı
zararları karşıla... Bu olaylarda başarılı sonuçlar alacak olursan, doya doya
övün, başarının tadını çıkar, sonuçlarını herkese her zaman, her koşulda
anlatmaktan-sergilemekten çekinme... Çevrendeki kişilerden daha akıllı, daha
bilgili, daha ileri görüşlü, tahminleri her zaman doğru çıkan kişi olduğunu her
koşulda hissettir; tüm eylemlerin, düşüncelerin, yol göstericiliğinle bunu
kanıtla...
UNUTMA; lider yaşamındaki riskleri önceden gören; gerekirse
bunlara göğüs geren, önlem alan, sonuçları acı da tatlı da olsa gerektiğinde bu
yola başına koyan kişidir... Yaşamında lider olmak isterken yasadışı oyunlara
sokulan, kullanılan ucuz kişi olma... Lider kendisinin belirlediği iyi ya da
kötü işler arasında kıl kadar ince bir fark olan; bu hat üzerinde otoritesini
kuran bilge ve erdemli kişidir...
....
HEP ŞAİR(OZAN) OL...
Çünkü; ince, duyarlı, duygusal, pırıltılı bir ruha sahip
olan kişi anlamına gelen;söz ve dilin ustası olan şair(ozan) normal insanın
duyamayacağını duyar, hissedemeyeceği
derin şeyleri hisseder, yaşar, anlar, şiirlerine koyarak insanlara bu
güzellikleri anlatır, paylaşır...
O duygular dünyasının tek imparatoru; söz sanatının en yüce ve eşsiz ustasıdır... Duyguların
hep derinlerinde yaşar, ellerini hep geleceğe
daha yükseklere uzatır; insanlara ışıltılı aklı, doğru ve erdemlerle
dolu özgün yaşamıyla, yapıtlarıyla örnek olur... Ancak böylece duyarlı bir
yapıya sahip olduğu için normal kişilerin önündedir; ışıklı ve pırıltılı bir
ruha sahiptir... Her biri lider görüş, düşünce, yorumlama, tahmin etme, anlatma
coşkusuna yakalar... Olaylara hiç kimsenin bakmadığı duyarlılık ve doğrulukla
bakar, onların göremedikleri boyutları görür, anlatamayacağı biçimde anlatır...
Sen de diğer insanlardan daha ileriye çıkmak, farklı ve mutlu olmak; çağı,
zamanını doğru ve gelecekte de söylediklerinin hükmünü yitirmesini istemiyorsan,
dilin sihri taşıyan sözleri kullanmak istiyorsan; kesinlikle şair-ozan olmaya
çalışmalısın... Olayların ve gerçeklerin
özünü derinden kavrama, ince düşünme, yaşamı derinden hissetme kavrama, ince
düşünme yönünde derinlemesine ozanca yaklaşmalısın...
UNUTMA; şair(ozan)olursan yaşama daha dikkatli, daha
derinden iyi gözlemleyebilir; daha doğru
tanılar koyup, sorunlarını daha rahat çözebilir, yarattığın mutluluk ve
güzellik dağları sana , yakınlarına ve tüm topluma hatta tüm insanlığa yetecek
kadar büyük ve sonsuz evrensel boyutlara ulaşır...
....
İYİ ARKADAŞ; AYNI ZAMANDA İYİ DE DÜŞMAN OLABİLİR...
Çünkü; bir işte birlikte olunanlardan her biri; karşılıklı
sevgi ve anlayış gösteren kişiler anlamında olan; arkadaşların bazen sana anne,
baba, kardeş, akrabalarından daha yakın durur... Yaşamının her aşamasında kesin
olarak damgasını vurup, ayrılmaz bir parçan haline gelebilir... O nedenle her
zaman, erdemli, kahraman, yiğit, sır saklamasını bilen, olmadığın yerde seni
savunan, soylu, görgülü, erdemlerini defalarca test ettiğin kişileri önce arkadaş
olarak defalarca sonra dostun olarak gör... Laubali, geveze, şımarık, sözünü
bilmeyen-tonka, haddini her zaman aşan, soysuz, anormal davranışlarda bulunan,
sözleri ve davranışlarıyla toplumca dışlanmış kişilerle sakın arkadaş olma... Eğer
olmak zorunda kalırsan da bir gün kişinin zarar vererek seni satacağından emin
ol.. En yakınındaki arkadaşının, aynı zamanda çıkarları bittiğinde en yakınındaki
düşmanında olabileceğini, öyle ki sırtından bile hançerleyebileceğini aklından
çıkartma...
Çünkü bir arkadaşın en iyi
dostun olduğu kadar en yakınındaki potansiyel düşmanın da olabilir... Bunun
bilincinde ol, tüm sırlarını ona verme;
kendinde kalması gereken sırlarını,
sadece kendinin bilmesi gereken hareketlerinin olacağını da aklından
çıkartma..
Her şeye güvendiğinden fazla denediğin
ve soylu–erdemli arkadaşına güven;
hiçbir düşmana karşı almadığın önlemlerin daha da ağır olanını
arkadaşına karşı al... Her an onun kazık
atabileceği zararlardan etkilendiğinde
nasıl kurtulacağını iyi hesapla... Ondan bir zarar gördüğünde asla hayal
kırıklığına uğrama... Her an her arkadaşından her şeyi beklememeye alış...
Sürekli uyanık ol; kendini en yakın arkadaşından bile koru... Arkadaşının en yakınındaki
en iyi dostun kadar; en acımasız düşmanına da dönüşebileceğini aklından
çıkarmadan hareket edersen daha az hayal kırıklıkları yaşarsın...
UNUTMA; ulaşacağın her zaferde, ya da düşebileceğin her türlü
kötülük çukurunda annenden, babandan, kardeşlerinden daha fazla arkadaşlarının
payı olacaktır...
...
ÜSTÜN İNSAN OLMANIN PEŞİNDEN KOŞ...
Çünkü; düşüncenin tasarlayabileceği her şeyi üstünde
toparlayan kusursuz olan kişi anlamına gelen; ÜSTÜN İNSAN başkalarına yardımcı
olur; dünya insanlık ailesinin yolunu aydınlatır, başkalarının sorunlarını,
acısını, kendisinin gibi kabul ederek onları çözmeye yardım etmeye çalışır... Düşüncelerin
de yüzyıllar sonra geleceği bu günden görür, doğayı severek saygı duyar, ona
zarar vermeden yararlanmasını bilir... Gelişmeye, bilgilerini geliştirerek
kendisini değiştirmeye ve yüceliklere taşımaya adar tüm ömrünü, beynindeki doğmaları
değiştirmek için uğraşır, gücünü oluşturduğunda da söküp atıp onlardan kurtulur;
yerine çağın, modern insanlığın getirdiği değerleri koyar ve o şekilde yaşamını
sürdürür… O kendisiyle,
evrenle, tüm canlı cansız
bütün varlıklarla barış içinde yaşar… Düşünceleriyle bilgeliğe ulaşıp onu
yaşadığı için tüm insanlığın önündeki önceden,
düşünür, evrensel yaşamı doğru analiz ederek diğer insanlara bu
güzellikleri hiçbir karşılık beklemeden sunar… Işıklarını hiçbir koşula bağlı
kalmadan dünya insanlarını renk, cins, dil, din, mezhep, inanç, ekonomik,
sosyal konum ve siyasi gücüne bakmadan aydınlatmakta hiçbir beklentisi olmadan, güneş
gibi cömert davranır... Düşünce boyutunda-hızında hareket etme hızına ulaşmış,
zaman ve mekan sorununu çözmüştür... O tüm insanlığın sevgilisidir, sırdaşıdır,
dostudur, idolüdür.. bu üstünlükleri ve ulaşılması zor olan yücelikleri
kendinde yarat, yaşamına uygula, dünya insanlık ailesine karşılıksız olarak sun...
Hep daha iyi niyetli ol; yaşamını iyiliklerle süsle...Bağışlayıcı ol, barışçıl
ol, anlayışlı ol, adaletli hoşgörülü ol, öyle düşün, öyle yaşamaya devam et...
Öyle bir yaşam çizgisi izle ki tüm insanlık seni örnek almalı, önünde
eğilmelidir... Ama oraya giden yolun ÜSTÜN İNSAN’ nın özelliklerine ulaşıp,
yaşamına uygulayıp örnek insan olmaktan geçtiğini unutma…
UNUTMA; tüm bu üstünlüklere ulaşan, insanları kendi evinin
bireyleri olarak görmeyi başaran, onların mutluluğunu, kendini aşmasını, yüksek
ve ileri düzeyde uygarlıklar kurması için çalışan kişi en üstün ve en soylu
insandır...
....
HEP İLERİYİ DÜŞÜN, HEP İLERİYE KOŞ...
Çünkü; bir şeyin ulaşılacak yönü, geleceği önde bulunan,
benzerlerini geride bırakmış anlamında olan; ileri seni hep farklı, ileride ve
üstün yapacak, örnek insan haline getirecektir... İleriye doğru yaptığın ve
yapacağın her hamle seni daha soylu, nitelikli, üstün bir kişi konumuna
getirecektir... Bu niteliklere hamle
yaparak ulaşman, ilerlemenin yolu ve anahtarları, kültürünü, bilgini,
erdemlerini arttırmandan geçer... Bu değerler seni yükselmen için üstüne
basabileceğin merdivende basamakları oluşturacaktır...
Alışılan hep boş düşüncelerin
ve tüm değerlerin üstüne çıkartacaktır…
Seni farklı, ileride, daha da
yükseltecek olan değerlerini kendin oluştur onlara ulaş uygula ve
güzelliklerini gör... Düşüncelerini asla hiçbir şeyle sınırlama; hep kendinin
ötesinde aşılması gereken, koyun sürüsü gibi insanlar tarafından asla
düşünülemeyen yerlere yönel... ÜSTÜN İNSAN nın bazı özelliklerine ancak bu
şekilde ulaşabilirsin...
Aşamadığın her engel senin
içindeki öze ÜSTÜN İNSAN a ulaşmanı acımasızca engelleyecektir... Buna
asla izin verme; her şeyi alışılmışın
dışında gör hep geleceğe daha derinliklere, sonsuzluklara bak.
Bilmiyorsan öğren kendini daha yükseklere, ilerilere gelecek sonsuzluğa
programlayarak Samanyolu galaksisinin ötesindeki gök adalara ulaşmaya çaba
harca... Oralara koş, düşünce boyutunda bile olsa oralara uzanmaktan korkma,
tembellik etme; bir gün o hedeflerin avuçlarının içinde olduğunu göreceksin,
hedeflerinin gerçekleşmesine inanılmaz biçimde sevineceksin...
UNUTMA; ÜSTÜN İNSAN her zaman diğerlerinden ileridedir;
toplumdan yükseklerdedir, kutup yıldızı gibi diğer insanlara yol gösterir... Sen
de içindeki ÜSTÜN İNSAN ın farkına var, onun yürek atışlarını dinle, nefes
alışlarına tanıklık et...Oraya ulaşma çabasında ve sancısı içinde ol;
inanıyorum ki kesin başaracaksın...
...
KAVGA İLKELLİĞİNİ RUHUNDA BARINDIRMA...
Çünkü; düşmanca davranış ya da sözlerle ortaya çıkan
tartışma, dövüş anlamına gelen; kavga aklın ve zekanın devre dışı bırakıldığı, yerlerde iki kişi arasında başlayan en ilkel
vuruşma, kabul edilemez vahşi bir davranıştır... Bu şekildeki bir davranış seni
çirkinleştirip, hayvansal yanını en açık biçimde ortaya çıkartarak, basit ve
sıradan, hatta sıranın altında bir varlık haline getirir... Bu özellikleri
taşıyan insanlardan da kesinlikle uzak dur; günümüzde bu çirkinlik bireyler ve
devletler arasında hala sürmektedir... Oysa aklın yenemeyeceği, konuşarak çözemeyeceği hiçbir
kavga ve savaş nedeni-sorun yoktur… Bir defa kavga ederek çözebileceğin
sorunlar oluşturma, oluşmuşsa da hepsini aklınla çözmeye çalış; en güçlü silah
olan akılını doğru ve etkin kullandığında kavga etmen için hiçbir neden
kalmayacaktır...
Ama öncelikle aklını , tüm
sorunlarını çözebilecek biçimde eğit, bilgilerle geliştirip incelt,
keskinleştir, yeteneklerini bu konuda en etkili yöntem olmalıdır... O
zaman çirkinleşmene gerek kalmayacaktır;
bu ilkel davranıştan kaçtığın, bu şekilde davranan insanlardan uzak durduğun
ölçüde uygarlaşıp ileri varlık olma yönünde hızla gelişecek ,güçlenecek ,
erdemler bütünü olacaksın...
İlkel toplumlarda cesaret
örneği ve alkışlanan bir davranış olan kavgaların nedeni ne olursa olsun, aklın
karşısında yok olup giderler...
Kavga isimli tuzağa düşmemen
için aklını kullanmalısın; kavga gibi bu ilkel duyguyu ruhunda asla
barındırma... En büyük başarı; beyefendilikle tüm sorunlarını çözebilmektir...
UNUTMA; gözlerini kullanmayacak kadar kör; kulaklarını
kullanmayacak kadar sağır; akıllarını kullanmayacak kadar akılsız insanların
kalkışabileceği kavga en ilkel ve reddedilmesi gereken bir davranıştır... İnsan
aklını iyi kullandığında bunların tamamını aşacaktır...
....
KENDİNLE ANLAŞ...
Çünkü; kendi içinde, kendi kendine, kendinden anlamına gelen;
kendi özünü çözmen, sevmen, dost olman, yaşamını paylaştığın kendinle yapacağın
uzun süreli anlaşmaya – barışa bağlıdır...
İşte bu süreçte, hatta
beşikten mezara kadar her zaman en yakınında, sen kendin olacaksın, özünle baş
başa kalacaksın... O nedenle diğer insanlarla, toplumla, doğayla anlaşman,
barış içinde yaşamını mutlu biçimde sürdürebilmen ve örnek olman çok önemlidir;
ancak bunlardan daha da önemlisi tüm zaman ve olumsuzluklarının arasından
sıyrılıp, mutluluklar, doyumlar, sevinçlere ulaşman için kendinle anlaşman
gerekir... Bunun için de gözlerini, burnunu, bacaklarının uzunluğunu,
dudaklarını, saçının rengini, fiziki görüntünü, cinsel kimliğini, nefesinin
kokusunu, kısacası her zaman ve her koşulda kendini sevmeye zorunlusun... Hasta da olsan,
doğuştan ya da sonradan özürlü de olsan, kendinle her konuda anlaşma
yapmalısın... Üstelik değiştiremeyeceğin yapısal kusurların, değerlerin,
düşüncelerini değiştirmek için çaba harcaman gerekirse bu konuda gerektiğinde
özünle savaşmalısın... Ama bana inan ki;
insan kendiyle mutlulukları, acıları, güzellikleri, coşkularını
paylaştığında dünyanın en rahat en güzel,
en akıllı, en üretken, kalıcı eserler veren olağanüstü insanı haline dönüşecektir... Yaşamın tüm sırlarına kendinle anlaştığında çözmeyi de
başardığında bilge bir kişi konumuna yükselecek
acılarını, başarısızlıklarını azaltacak, mutluluklarını çoğaltan lider konumuna
geleceksin... İnsanlar senin duygularını, düşüncelerini, ulaştığın ve yaşama
biçimi haline getirmeyi başardığı tüm mutluluklarının sırlarını öğrenmek için
birbirleriyle yarışacaklardır... Kendini anladığında, evreni de anlayacaksın;
kendinle anlaştığında yaşamın tüm aşamalarıyla anlaşacaksın... Tüm bunları
başardığında da içindeki ÜSTÜN İNSAN ın
seni beklediğini fark edecek ve acılarının tüm kaynağını yok ederek,
mutluluklarına mutluluklar katacaksın...
UNUTMA; kendisini anlamayan, kusurlu da olsa fiziki ve düşünce
yapısını beğenmeyen, özünü sevmeyen kişinin önce kendisiyle, sonrada yaşamla
anlaşması, mutlu birey olarak yaşaması olanaksızdır... Kendinle anlaşarak,
yaşamın tümüyle, dünya insanlık ailesiyle, anlaşmış olacaksın... Anlaşmak
gönençli yaşamak; özünle çatışıp acı çekerek yaşamaktan daha da üstündür...
....
KENDİNİ CEZALARIN ÜSTÜNDEKİ BİR DÜNYAYA TAŞI...
Çünkü; uygun görülmeyen tepki ve davranışları önlemek
amacıyla acı veren uygulama anlamına gelen, ceza insanın yarattığı ve yine evrenin en üstün varlığı olan insana
yakışmayan bir olumsuz davranıştır... Ceza insanı, hem kendi gözünde, hem de
toplumun önünde küçük düşürerek aşağılar, acı çektirir, gururunu kırar, onurunu
zedeler... Sen hiçbir konuda cezalandırıcı olma; dünyanı cezaların üstündeki
bir yerlere taşı oraya kur... Kendini sevebileceğin kadar yükselt, hep orada
kalmaya çalış... Kendini öv, takdir et, sev, her şeyin en iyisine layık
olduğunu, çoğunlukla da kendini ödüllendirmeyi aklından çıkarma... Cezalardan
uzak, erdemlere dayalı, erdemlerle dolu dünyanı kur... Öyle erdemli davranışlarla
dolu yerlere ulaş ki seni hiçbir şey cezalandıramasın ; Çünkü sana yakışan, insana yakışacak olan davranış
budur... Yerini hep cezaların üstünde olduğu için olanakların ölçüsünde kendini
iyi yetiştirerek korkmadan ileriye doğru, onurlu, vakur, coşkulu biçimde
yürü... Kendini asla aciz, zavallı, basit, akılsız cezalandırılacak bir varlık
olarak görme aptallığına düşme ... Kimseden hiçbir şekilde af isteme, af
dileme.. Kendini cezaların üstündeki yere layık gördüğün sürece en büyük
mutlulukları yakalayabilir o şekilde
yaşayabilirsin, insan düşündüğü hayatı, hayal ettiği ölçüde yaşar...
UNUTMA; cezalandırmak, cezalanmak evrenin en soylu, en güzel
en onurlu, eşsiz ve muhteşem varlığı olan insana yakışmayan bir davranıştır... Bu
yanını bilerek cezalara yaklaş ya da cezalardan uzaklaş... Cezayı kendine ve
evrendeki hiçbir varlığa layık görme... Cezalandırıcı şekilde davrananlardan,
suça yönelten kişilerden kesinlikle uzak
dur, onlarla komşuluk ve arkadaşlık etme...
....
KENDİNE GÜLMEYİ BAŞARI...
Çünkü; hoşa giden tuhaf olgular karşısında sesli biçimde
duyguyu açığa vurmak anlamına gelen, gülmek insanı inanılmaz biçimde
rahatlatır; vücuda etin vereceğinden daha fazla vitamin sağladığı söyleyin… Ve
gülmek tüm duygularına pozitif olarak enerjiler yükler, kan dolaşımını
rahatlatır, insanı sağlıklı yapar ve güzelleştirir... Doğada 200 milyon tür
canlıdan sadece insana özgü olan gülme yeteneği, düşünme devrelerini onarıp,
sinir sistemini güçlendirir, stresten uzaklaştırır, yaşama coşkusu
kazandırır... Düzenli ve belli ölçülerde gülmeyi ihmal etme… Hatta kendi
kendine gülmeyi başarabilirsen daha da olgun bir ruha ulaştığını kanıtlamış
olursun... Eğer kendine gülmenin ne olduğunu hala bilmiyorsan , öğrenmemişsen;
şu andan itibaren kendinle dalga geçip gülmeye çalış... Kendine gülmen demek,
kendini eleştirmen, değiştirmeye, olumsuz yönlerini özünle dalga geçerek
düzeltmek anlamına da gelmektedir.... Ayrıca
sadece bilge insanların olgun ruhların özleriyle dalga geçerek bazen de kendine
gülmeyi başardığını düşünerek sende onların sınıfında yerini alırsın... Kendine
gülerek en büyük eğlenceyi gerçekleştirmiş olursun; yaşamına coşkular katılır,
hatalarını başkalarının göstermesine gerek kalmadan sen seni görüp düzeltirsin...
Gülümseme penceresinden kendini izleyerek olumsuz tüm yönlerini yenilersin...
UNUTMA; kendini yenilemek, stresini atmak, psikolojik ve
duygusal rahatlığa kavuşmak istiyorsan, bunun formülü önce kendinle dalga
geçip, gülmeyi özünü düzeltmeyi başarmak
olmalıdır...
...
KENDİNİ ÖVMEKTEN
KORKMA...
Çünkü; bir kimsenin ya da bir şeyin iyiliklerini söyleyerek,
değerini arttırmak anlamına gelen övmeyi, övünmeyi kendine de layık gör...
Kendini takdir etmekten, iyi yanlarını yüceltmekte çekinme, korkma, geri
durma... Sen seni övmesen ağzınla kuş tutsan da
kimsenin seni övmesini bekleme... Kendini ancak överek, onurlandırarak,
barış içinde özünü severek, hatta hayran olarak daha iyiye ve yüce davranışlar
göstermeye programlayabilirsin... İnsanın ulaşacağı en yüce hedeflere ulaşmanın
anahtarlarından birisini böylece eline geçirmiş olursun... Kendini her konumda
takdir et, gurur duyduğunu söyle, hayran ol ama eleştirecek yanların varsa da
onları ortaya koyup kendinle dalga geçmekten korkma... Bir takım yanlış
öğretilerin, alışkanlıkların, değerlerin getirdiği kendini aciz ve zavallı
görme aptal ve hor görme deliliğine sakın düşme... Sen kendinden nefret edecek,
aciz görecek, aşağılayacak, ne yaptın ki bunları istiyorsun? Bunun için de
hiçbir neden yoktur olmaz, olmayacaktır, olamaz... Ama kendini överek takdir
ederek, çalışma, ürün verme, daha çok üretme motivesi kazanarak kendini daha
çok yükseklere taşıyabilir, farklı erdemlere ulaşabilir, bilge bir insan
olabilirsin... ÜSTÜN İNSAN olma yolunda hızlı adımlarla ilerlersin... O nedenle
ulaşıp, ÜSTÜN İNSAN olma yolunda ilerlerken övme ve övünme konusunda çekimser
davranma...
ÇÜNKÜ; kendini övmeyi başardığında, başarı motorun da tüm
gücüyle daha da hızlı çalışıp, seni yukarılara , en büyük iyiliklere, daha
yükseklere taşıyacaktır…Önündeki hiçbir güç senin başarılı, erdemli, yüce ve
onurlu olmanı önleyemeyecektir...
.....
KENDİNİ SINIRSIZ SEVMELİSİN...
Çünkü; aşk ile bağlanmak, hoşlanmak, okşamak anlamına gelen,
sevmek; insanı diğer canlılardan ayırıp üstün ve ulu bir varlık haline getiren
bir duygudur... Bu sevgi duygusunu önce özüne karşı duymalısın; özünü severek
uygulamalısın... Ancak kendini
sevebilirsen; dünyadaki diğer tüm canlıları hatta cansız varlıkları da severek, evrene yararlı bir varlık olur; tüm
varlıklara zarar vermezsin... Ancak kendini
aşmanın yollarına ulaşabilirsin, kendini seversen mutlu olursun; yaşamla
ve evrenle hepsinden önemlisi kendinle barışı bu şekilde kurabilirsin...
Mutluluklarını oluşturup yaşama biçimi haline sevgiyle getirebilirsin... Dünya
da sevgi pınarı olmanın; tüm insanlara sevgi sunman kendini sevmekle başlayıp;
uzun çileli, bazen mutlu, çoğunlukla çileli, arada bir de çiçeklerle mutluluklar dolu uzun bir maraton
olduğunu unutmamalısın...
ÇÜNKÜ; her şey kendini sevmekle başlar ve biter... Kendini
seven insan evreni de sever, inanılmaz ölçüde erdemleri çoktur; kendini seven
canlı cansız tüm varlıkları sever... Kendisini sevemeyenden hiçbir sevgi
belirtisi beklenemez... Bu kişilerin değil evrene, özlerine bile yararları
yoktur...
...
KENDİNİ YENİLEMEYİ BAŞAR...
Çünkü; kullanılmamış o zamana kadar söylenmemiş,
düşünülmemiş, gösterilmemiş, görülmemiş olan anlamına gelen, yenilik seni hep
ileriye, daha iyiye, daha güzele, daha bilinmez erdemlere, daha üstün bilgilere
ve ÜSTÜN İNSAN’ nın özelliklerine doğru hızla taşıyacaktır... Kendini tepeden
tırnağa yenilemeyi, değiştirmeyi, geliştirmeyi, inanılmaz erdemlere ulaşırsın...Yaşın,
fiziki, ruhsal ve sosyal durumun ne olursa olsun; içinde bulunduğun koşullarını
zorlayarak kendini her koşulda değiştirme, dönüştürme, farklılaştırma, daha
ilerideki bilgilerle, bilinçaltında oluşturduğu yeni programlarla yenileme, gücünü
hep canlı tutmalısın; oraya doğru ısrarla yürümeli, hatta koşmalısın... Her şey
herkes hızla değişip bir saniye öncesine göre farklı olurken, senin değişmemiş,
kendini yenilememiş olman, kabuğunun dışına çıkmamış olman, seni geriletecek
yaşama ve derinleşmeye ayak uyduramayan basit ölümlü, sıradan bir varlık haline
getirecektir... Kendini değiştiremeyen ya da değiştirmenin olanaksız olduğuna
sadece salaklar ve aptallar inanır; bu konuda kıllarını bile kıpırdatmadan,
buldukları kendileriyle ölüme kadar ilerlerler... Kendini yeniliklere
açtığında, bilgilerle, yeni gelişimlere göre, değişimlere, dönüşümlere,
farklılaşma ve başkalaşımlara uygun biçimde programladığında önünde tüm sınırları yok
saydığında, hedeflediğin ÜSTÜN İNSAN ının üstün özelliklerine doğru yürüyeceksin,
ilerleyeceksin... Her şeyden önce kendini yenileme, öğrenmeye ve bilgiye açık
tutma, öğrenci kalma yönlerini geliştirip uygulamalısın...
UNUTMA; evrendeki tüm canlıların içinde sadece insan
kendisini bilgi, beceri, deneyimlerle daha ileriye taşıma yeteneğine
sahiptir... Bunun yarattığı günümüz uygarlıklarıyla kanıtlayan insan, bu
galaksiye ve evrenin dışındaki diğer evrenler ve galaksilere hakim olacak,
orada yaşamı başlatacak kabiliyettedir... Sende bunun sancısını çekenlerden ve
sınırsızca başaranlardan ol...
....
MASKESİZ YAŞAMIN SIRRINA ULAŞ...
Çünkü; insanların karşısındakini kandırmak için çeşitli
maddelerden yapılan yüz anlamına gelen, maske; günümüz insanının arkasına en
çok saklandığı alettir...İnsanlar kullandıkları maskelerin sayısı ve fazlalığı
oranında, mutsuz, kişiliksiz, kimliksiz, zavallı, sahtekar, yalancı, hilekar,
üç kağıtçı, yardıma muhtaç aptal konumuna gelir...Yaşı, makamı, varlığı, sosyal
konumu ne olursa olsun insanlar yüzlerine taktıkları maskeyle ortaya koydukları
davranışlarının tamamen tersini yaparlar...Çünkü maske takmaları, hem
kendilerinden, hem de toplumdan gizlemeye çalıştıkları, bir suç, bir sır, bir
hile ve yalanlarının olduğunun kanıtıdır… Bu şekilde davranmak hem kendisine,
bireye, hem topluma gösterdikleri yüzle maskelerinin arkasına sakladıkları
yaşamları yüzde yüz zıttır.... Mutluluk maskesiyle her sorununu çözdüğünü,
hallettiğini sergilemeye çalışan insanlar tepeden tırnaklarına kadar
mutsuzdur... Sevinç maskesini takanlar en büyük acıları çekerler... Mutsuz
görünenler de neden mutsuz olduklarını ve bu maskeyle neden dolaştıklarını ve
değiştirmeleri gerektiğini, düşünemeyecek kadar bilgi ve becerilerden
yoksundur... İnsanların tamamı günde yüzlerce, belki binlerce maske
kullanmaktadır; onların maskelerini indirmeyi başardığında, maskesiz olarak
yüzlerini görme yeteneğine ulaştığında; korkabileceğin, hiç görmediğin,
hesaplamadığın, düşünemediğin, tahmin bile edemediğin korkunç yüzleriyle
karşılaşabilirsin... İyi ve kusursuz bildiğin insanların gerçek yüzü seni
rahatsız, şoke edecek durumdadır genellikle... Sende insansın, sende zaman
zaman maske takacaksın; ama karşındaki insanın aldatıcı görünüş olan yüzündeki
ifadelerini ve çok maske kullandığında zor görürsün... Buradan yola çıkarak; hiç maske takmamanı öneririm... Bilge, saf,
temiz, dürüst, cesur, yiğit, erdemli, paylaşımcı, adaletli yüzünü göstermekten
asla korkmamalısın… Sıradan ve ölümlü olanların sayısız, belki de binlerce
kullandığı bir dünyada sen ancak maskesiz dolaşmayı başardığında ÜSTÜN İNSAN a doğru daha çok yaklaştığını fark edeceksin... Maskesiz
dolaştığında belki yoksullaşabileceksin
ama doğrulara ve gerçeklere en yakın konumda o zaman olacaksın...
Mutluluklarını arttırarak, erdemlerini çoğaltarak, insanlara dürüstçe, erdemli
ve doğrulara yakın davranış biçimlerini çekinmeden sunabilirsin... Aslında ÜSTÜN
İNSAN nın bazı üstün özelliklerinden birisi de maskesiz yaşamayı başarabilmektir....
UNUTMA; sen maskesiz yaşamayı, ya da mümkün olduğunca
saklayacak-gizleyecek hiçbir sırrının olmadığını, olamayacağını, yaşam çizginle
ortaya koyduğunda en az maskeyle yaşamayı başarabilirsin… Hep kendin ol, hep kendin gibi görün...
Yaşam isimli bu serüvende
mutluluğun en büyük ve en geçerli asla eskimeyen tek formülü kendin olmaktır;
kendin gibi davranmak, maskesiz yüzünle yaşamayı seçmelisin...
.....
OLAYLARIN ARKASINI GÖRMEYE ÇALIŞ...
Çünkü; oluşan bir durum anlamına gelen, olay olmadan, aylar,
öncesinden tahmin etmeli; hatta bazen yıllar önceden hazırlık yapmalı
geldiğinde de uygulamaya koymalısın... Çevremizle bilinçli, kurgulu, kurgusuz,
bize zarar verecek, ya da yarar sağlayacak olaylar her an başlayıp bitmekte,
olup değişip, dönüşüp, başkalaşıp durmaktadır... Bu olaylar bizim dünümüzü
olduğu kadar bu günümüzü, yarınımızı da etkileyecektir... Olayların önüne
geçip; mutluluklarımızı arttıracak, acılarımızı çözebilecek, ileri hamle
yapmamızda motor görevi yapabilecek-daha çok enerji verebilecek bir hale
getirmek için çok uyanık olmak durumundayız... Aniden gelişip sonuçlanan
olaylar da bu kuralı genellikle bozamaz... Sen olayların olduğu ve yüzeyde
görünen bölümlerini değil, derinlemesine bakıp onları hazırlayan neden ve
sonuçlara kadar inmelisin... Üzerinde yoğunlaşmaya, perde arkasındakileri
anlamanın çabası içinde ol... Bunu yaparken de asla duygusal ve alıngan
düşünme... Bulduğun verileri, nesnel olarak değerlendirerek, doğrulara ulaşmaya
ve onları istediğin ve yarar sağlayacağın biçimi alması için çok çalış... Eğer
yüzeysel basit yorumlarla günlük bakış açısıyla konuları çözmeye çalışırsan
sağlıklı bir karara varma olasılığın oldukça güçtür... Neden? Nasıl? Niçin? Ne
zaman? Kim? sorularının üzerinde derinlemesine durmalısın... Üstelik bu
sorulara verilen yanıtlarla yetinme den, kökenine inmeye çalış... Bunu
başardığında yaşamını olumsuz etkileyecek sorunları zaten kendiliğinden de
çözümlenmiş olacaksın, onun perde arkasındaki nedenlerini bulmuş etkisiz hale
getirmiş olacaksın...
UNUTMA; bunun için sürekli bilgilerini sürekli güncelle,
sıfırdan yeni programlarınla düşüncelerini çağın ilerisini de görebilecek
biçimde arttır, felsefeyi öğren, günlük olarak kullandığın yeteneklerinin
üstüne çıkmaya uğraş... Bu yeteneklerin sende fazlasıyla olduğunu görünce
şaşıracaksın... Yaşamınla ilgili oluşan, oluşmakta olan, oluşacak tüm olaylara
müdahale edip en kestirme yoldan onların zararını yok ederek, kendi yararına
gelişmesini sağlayıp, mutluluklarını çoğaltacak duruma getirebilirsin...
...
ÖFKELENMEYE YETECEK ZAMANIN YOK...
Çünkü; bir kimseye ya da bir davranışa kızmak ve kızan
kişide oluşan şiddet duygusu anlamına gelen, öfkeye asla kapılma; senin ve tüm insanlık hatta evren için en zararlı
ve yanlışlara götüren ilkel bir duygu olduğunu aklından çıkartma... Öfke, kin,
nefret, intikam gibi ilkel duyguların, insanı vahşileştirdiğini unutma; insanı
zavallı hale getirecek olan bu duyguların kenarından bile geçme; bu duyguların
oyuncağı olma, bu basitliklerin senin gibi akıllı bir varlığı yolundan
çıkartmasına asla izin verme... Çünkü, hayat göründüğünden daha da kısa ve her
saniyesi dolu dolu olumlu olarak değerlendirmeyi bekler… Bu tür olumsuz
duygulara ayıracak zamanın yok; bir gün yüzde yüz biteceğini bilerek yaşamında
güzellikleri, uyumu, sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, adaleti, paylaşmayı,
kardeşliği, iyi huyluluğu arttırmanın kendinle yarışı içinde ol... Hep olumlu
bakan, olumlu düşünen, olumlu davranan mutlu insanlarla birlikte olmaya çalış;
örneğin aşık ol; sevgililerin olsun; gül, oyna, gönençler içinde şarkılar
söyle, hep sevgiyle mutluluklarla dolu bir yüz ifadenle hayatın her anına
gülümseyerek bak... Her anından her şeyinden lezzet almaya çalış...
Sadece bir kez deneme şansın
olan yaşamını zenginleştir, yücelt coşkularla süsle... Öfkeli insanların önce
kendisine, sonra tüm evrene, insanlığa sayılmayacak kadar zararlı olduklarını
iyice belle... Bu nedenlerden, önce olaylar karşısında kendi tepki ve
davranışlarını, daha sonra da yaşamının önünde oluşabilecek olayları iyi
gözlemle, iyi tahmin et; olaylardan ders alarak, insana yaraşır erdemlere ÜSTÜN
İNSAN a doğru yürümenin çabası içinde ol...
UNUTMA; öfkesine sahip olanların ve sakin davrananların
dostları, arkadaşları çok olacağı için tüm sorunlarını çözümleyenler hiçbir
zaman darda kalmazlar... Öfkesini kontrol edemeyenlerin yolu mutlaka,
karakollara, adliyelere, ceza evelerine-yani zindanlara düşecek, ömrünün bir
bölümünü de oralarda harcamak durumunda kalmaktan kurtulamayacaktır… Öfke
insanı çılgınlaştırır, saldırganlaştırır, kavgacı, geçimsiz, dedikoducu, yaparak canavarlaştırır; hayvanlara hakaret
olacak ama hayvanlaştırır. Ondan uzak kalabildiğin ölçüde erdemlere yakın
olacaksın...
....
“SENİ SEVİYORUM”DEMEKTEN KORKMA ...
Çünkü; hoşlanmak, okşamak anlamına gelen, sevmek her insanın
yaşamında en çok duymak istediği hatta bu uğurda her şeyini feda edebileceği
sihirli bir tümcedir... Yaşamın tüm gizemi bu iki anahtar sözcükte saklıdır...
Ruhsal ve bedensel doyumun zenginliğine ulaşmak istiyorsan, coşkulu, dolu dolu
yaşamı hedefliyorsan, karşılaştığın ya da karşılaşacağın tüm sorunları çözmek
istiyorsan, bunların başına ve sonuna iletişim kurduğum insanlara ”SENİ
SEVİYORUM…” tümcesini anahtar olarak
koymayı unutma... Bir gün yüzde yüz bitecek yaşamında, öldükten sonra
seni kalplerinde yaşatıp, sonsuzlaştıracak kişiler işte yüzlerine karşı “SENİ SEVİYORUM” demeyi
başardığın kişiler arasından çıkacaktır... Ve bu kişiler sana yaşamın bilinen
ve bilinmeyen tüm lezzetlerini tattıracaklardır...
Yaşamın boyunca, her zaman
sevginin merkezi sen ol; karşılıksız olarak dağıtacağın her defasında sende
daha da çok artacak olan şey sevgidir, paylaştığın ölçüde büyüyecektir... Sevgi
sözünün geçtiği her yerde akıllara sen gel “SENİ SEVİYORUM” tümcesini sık sık kullan... Yaşamda
başardığın ve başaracağın en yüce değerler sınırsız ve çok çeşitlidir ama “SENİ
SEVİYORUM” sihriyle inanılmazları
başardığını görecek ve şaşıracaksın...
UNUTMA; evrenin çevrensinde döndüğü yaşamı şekillendirdiği
bu sözcüğü kullandığın sürece insanlar senin önünde saygıyla eğileceklerdir... Üstelik
bu iki sözcük ulaşacağın tüm güzelliklere çıkacağın bir sihirli merdiven
olacaktır...
....
SORUMLULUK ALMAKTAN KORKMA...
Çünkü;bir kimsenin üstüne aldığı, ya da yapmak zorunda
bulunduğu işlerden gerektiğinde hesap sorulması durumu anlamına gelen, sorumluluktan
asla korkma; yaşamında elde edeceğin mutlulukların aldığın sorumluluklarını
yerine getirdiğin ölçüde olacaktır... Bu nedenle alacağın sorumlulukları
kendini-topluma yakınlarına , hatta kendi kanıtlamak için sana tanınmış, ya da
eline geçirdiğin bulunmaz bir fırsat olarak düşün... İyi çözümlere ulaştırmanın
çabası içinde ol; niteliği ne olursa olsun tüm sorumluluklarını yerine
getirirken olağanüstü özverili davranarak işin gerektirdiğinden daha üstün bir
gayretle çalış; daha üstün mücadeleler koy ortaya... Yaşamak aslında bir yerde
alınan sorumluluklar zincirinin hiç bitmeyen tükenmeyen halkalarının yerine getirilmesidir... Başka deyişle aldığın
sorumlulukları çözüme ulaştırdığın ölçüde kendini dünyanın mutluluklarını da mutsuzluklarını da yaratmış
olacaksın… Aynı ölçüde de kendini ÜSTÜN İNSAN a daha da yakınlaştıracak
mutluluklar, başarılar, doyumlar grafiğini yükselteceksin... Yaşamın aslında
baştan sonuna kadar sorumluluklar bütünü olduğunu aklından çıkartma; onları da
yerine getirirken ihmalkar davranma; sorumluluklarına karşı gösterdiğin ilgi,
saygı, sevgiyi, önce kendine sonra yakınlarına, ülkene, devletine, ulusuna
göstermiş olursun...
UNUTMA; en büyük sorumluluğun da içinde çırpınan, senin
görmeni, duymanı, hissetmeni, yaşamına katmak istedikleri üstünlüklerini
sunmaya çalışan ÜSTÜN İNSAN’ a da kulak vermendir… Kendisini fark etmen için seni sürekli
yönlendirmeye çalışan ÜSTÜN İNSAN nın sana ulaşması isteyen ona yardımcı olman,
hak ettiği yerlere taşımaya çalış... Bu yaşamın boyunca yüklendiğin en yüce
sorumluluğundur...
...
SUSMAYIDA KONUŞMAYI DA ÖĞRENİR...
Çünkü; konuşmayı kesmek, kaçınmak, ses çıkartmamak anlamına
gelen, susmayı öğrenmek, konuşmayı öğrenmekten her zaman ve her koşulda daha
zordur... Yaşamları boyunca tüm insanlar her zaman çok konuşmayı, hem de en
etkili konuşmayı, hatipliği, kusursuz konuşmayı öğrenmek için dersler alırlar...
Her konuşmacı etkili konuşmalarıyla karşısındaki
rakibini susturmak, yenmek, bitirmek, onu işe yaramaz hale getirmek,
toplum gözünde küçültmek için büyük
çabalar harcar... Ama aynı insanların susmayı öğrenme konusunda bu güne
kadar aldıkları ders, susmayı öneren bir kişiye uydukları görülmemiştir... Hatta herkes konuşmakta birbirleriyle yarış
ederken, susmanın en büyük politika, en büyük erdem olduğunu hiç kimse bilmez,
bilse de söylemez ve sessiz kalmayı seçerler... Susanlar günümüzde ve her
koşulda her ülkede aptal, geri zekalı yerine
konulmaktadır... Oysa susmak; seni
bazı yerlerde daha etkili, fikir sorulan, bir bilen konumuna getirir... İnsan
bazen susarak anlatacağı şeyler konuşarak anlatacaklarından daha da etkili
olacaktır... Ya da şöyle denilebilir;
susmak en büyük erdemdir; zaten bilge insan da konuşarak değil, susarak çok
şeyi anlatmayı başaran kişidir...
Susmak bilgelik düzeyinin
somut bir kanıtıdır... Susarak ölümlerden, idamlardan, iftiralardan kurtulursun,
hatta beraat edersin... Susarak karşındaki insana konuşacağından daha iyi
biçimde kendini anlatır ve kanıtlarsın...
UNUTMA; yerine göre konuşmak-susmaktan; susmak da, konuşmaktan daha üstündür... Bu
ayrımın bilincinde olman için kendini çok iyi geliştirmelisin; çok iyi okumalı,
araştırmalı, düşünmeli, felsefeyle uğraşmalısın... Bu ayrımın bilincinde
olmayanlar sadece deliler ve aptallardır...
....
POLİTİKADA SEYİRCİ
KOLTUĞUNDA OTUR...
Çünkü: çok yüzlülük anlamına gelen, politika, kendisiyle
uğraşanlardan çoğunlukla da onursuzluk yapmasını, suç işlemesini, iktidara
ulaşması için bası yasadışı, olumsuz davranışlarda bulunarak devlet ve kişi haklarını
ele geçirmeni isteyerek, bu yönde insanları motive eder... Politika
genellikle küçük çıkar peşinden koşan
küçük adamcıklar haline sokarak
insanları suç ve yalan makinesi haline getirir... Politikacılar
hedeflerine yürürken de her türlü suiistimal ,
yapmaya, yasaların dışına çıkmaya, yetim hakkını yemeye, devletin malını
kendi malı haline getirmeye yatkın yapıdaki kişiler oldukları için; sen
politikayı her zaman uzaktan, hatta sadece seyirci koltuğundan izle-asla içine
girmeye çalışma; asla profesyonel meslek
haline getirme, sahaya inme ... Seni her dönemde oraya çekmek, itmek, zekandan
ve sosyal konumundan yararlanabilmek amacıyla oraya bulaştırmak isteyenler hep
olacaktır; bu kötü ve kurnaz tuzaklara asla düşme... Yani profesyonel politikacıları
hep uzaktan izle; onların yüz yüze kaldığı onursuzluklara, aşağılık
davranışlarına, çıkar guruplarının kavgalarına girme, taraf tutma aptallığı
gösterme; seni kullanmalarına asla izin verme; üstüne basmalarına razı olma... Beşikten
mezada kadar yaşamın her aşamasına sinmiş olan politikadan ayrı kalmak belki
olanaksızdır ama profesyonelce politika yapmamak bana göre de en büyük
erdemdir...
UNUTMA; politikacı ve erdem birbirlerinden nefret eder...
ÜSTÜN İNSAN a koşan bir kişi
olarak politika çamuruna bulaşma, kirlenme, çirkefinin kenarından bile
geçme...Asla erdemli olmayan politikacılar yüce ve ÜSTÜN İNSAN olma yolunda bir
milim bile ilerleyemeyen varlıklardır... Hatta normal insanın altına düşme
konusunda asla çekinmeyen, suç ve suistimal makineleridir...
....
TEK DOSTUN YALNIZ KENDİNSİN...
Çünkü; sevilen, aranan, güvenilen, yakın arkadaş anlamını
taşıyan, gerçek dostlarla yaşamın boyunca ya çok az, ya da hiç
karşılaşmayacaksın... Çünkü dünya isimli
bu gezegendeki tüm dostluklar çıkarla başlar ve çıkarlar boyunca büyür ya da
küçülür, çıkarların sona ermesiyle de biter... Dostlukların ömrü genellikle ve
her zaman çıkarlar kadardır... En büyük düşmanlarının da en yakın dostlarının arasında çıkacağını düşüncene
iyice yerleştir...Sana hiçbir koşulda kazık atmayacak, hep iyi olmanı
isteyecek, isteklerin hepsini bir emir kabul edecek, sınırsız fedakarlıklar
yapacak, asla arkandan hançerlemeyecek, verdiği mutluluğu kendi mutluluğu
sayacak ve kabul edecek tek varlık ve dünyadaki edinebilirsen tek dostun sadece
ve sadece kendinsin... Yaşam süresince nereye gidersen git seninle ağlayıp, seninle gülecek, acısını
kendi acısı bilecek tek dostun yine kendinsin... Gerçek dostu dışarıda başka
yerlerde, başka kentlerde başka bedenlerde değil kendinde aramalı ve
bulmalısın... Özünle dost olmayı başarırsan emin ol başka dostlara gereksinim
duymayacaksın… Böylece kendinle arandaki sınırları kaldırmış-beden ve ruhunla
iletişimini daha da çok arttırmış, özüne daha çok yakınlaşmış olursun: kendinle
dost olduğun ölçüde onlara kendine güvendiğin kadar güvenmeyeceksin...
UNUTMA; yaşam serüveninde çıkara dayanmayan, her şeyini
paylaştığın tek ve en büyük yardımcın en son nefesine kadar yanından
ayrılmayacak, tek dostun edinebilirsen sadece kendinsin....Kendini sev, kendini
kendine dost edinmenin yollarını geliştirmeye çalış...
....
YALNIZ KENDİNİ ARA , KENDİNİN PEŞİNDE OL...
Çünkü; kendi içinde, kendi kendinde, kendinden anlamına
gelen, kendinden en büyük yararı, en büyük sevgiyi bulacaksın… ÜSTÜN İNSAN a
yürüyen kişi olarak sadece kendinde kendini ara, her an kendinin peşinde ol; Başkalarının büyüklüğü, erişilmez kutsallığı,
senin kendini büyütmende, kendini arayıp bulup geliştirmende engel
oluşturmasın... Ortaya güzel ahlaklar, davranışlar, yapıtlar koymanın araştırması
ve çabası içinde ol… Büyük ve erdemli
insan kendi peşinde olan, kendisini arayan, içindeki ÜSTÜN İNSAN ın
üstün yönlerini bulup yaşamaya çalışmanın bilinciyle hareket edendir... Bu
insan uludur, yaşama gülümseyerek
bakması nedeniyle özüyle ve tüm evrenle barış içinde olur... Kendine, diğer
insanlara ve tüm evrene adaletli davranır, erdemlerini çoğaltmaya çalışması da
bunun en somut kanıtıdır... Sende başkalarını da gözlemle ama en büyük yararı
göreceğin, asla zarar vermeyecek olan içindeki kendinin peşinde ol; özünü sev, özünle barış
içinde ol; gönençlerini arttırmanın, iç huzurunu geliştirmenin, çoğaltmanın,
özünü her an yeniden daha üstün ve güzelliklere programlamanın ve sürekli
sevgili haline getirmenin çabası içinde ol... Ancak o zaman yüksek değerlere,
bilinmeyen ve keşfedilmeyi bekleyen büyük erdemlere doğru gidersin; doğruluktan
ayrılmadan yürüyeceğin erdemli, aydınlık ve ışıklı yolu bulup açtığında, bu
yoldan kendine ulaştığında, milyonlarca insanın seni takip ederek, lider olarak
seçtiklerini ve peşinden geldiklerini göreceksin... Ve insan evrenin her
köşesinde gerçekten layık olduğu yaşamı başlatacak olan ÜSTÜN İNSAN nın bazı
özelliklerine ulaşma ve onların bazılarını alıp yaşamına uygulama yolunda
kendilerine seni örnek alarak evrimleşmelerini daha da hızlandıracaktır...
UNUTMA; kendi peşinde olursan, en büyük yardımı göreceğin
kişiyi de dost edinmiş olacaksın…
...
YAŞININ İNSANI OL...
Çünkü; doğuştan başlayan ve yıl birikimiyle ölçülen zaman
anlamına gelen, yaşın insanlar tarafından tam olarak anlaşılıp değerlendiği
söylenemez... Kendisi için sınırlı olan sürenin bir gün kesinlikle biteceğini
bilenler, kendilerini gerçekleştirmek, olgunlaştırmak, kalıcı eserlere imza
atmak için nefes nefese bir koşuşturmaca içindedir... İnsanlar bazen normal
yaşının gerektirdiği gibi hareket yerine rast gele sağa–sola anlamsızca
koşuşturdukları bilinir... Kimi dede görünür ruhen çocuktur; kimi çocuk görünür
ruhen bilge, yaşlıdır, bazıları da çocukken tükenmiştir... Sen her zaman
yaşının insanı ol; hep göründüğün yaşının gerektirdiği biçimde davran, her
karanın, hayata bakışın her zaman olumlu olsun… Böylece hem saygın hem erdemli
davranmayı sürdürürsen çevrende görünmeyen sevgi denizleri oluşacaktır... Her
yaşın kendine özgü güzellikleri ve lezzetleri olduğunu aklından çıkartma...
Ayrıca her yaşın güzelliklerinin yanında sorunlar ve riskleri de getirdiğini
peşinen kabullen... Yaşamın boyunca ağarttığın saçların senin onur nişanındır;
onlardan utanma; onlarla gurur duy, bu varlığın senin yaşam isimli serüveni her
koşulda, sürdürebildiğinin, hayatın önüne çıkarttığı tüm sorunlarını çözmeyi
başararak varlığını kahramanca sürdürmenin en somut ve onur kanıtlarıdır...
Yaşının insanı olarak; onun istediği davranışları geliştirerek uygulayabilecek
zekaya, beceriye fazlasıyla sahipsin... Bu konuda gereksinim duyduğun her şeyi
kendinde fazlasıyla bulacaksın...Bir şairin dediği ;
-HEY BANA DEDE DİYEN ÇOCUK/ BEN SENDEN DE ÇOCUĞUM ÇOCUK...
Bu şiirdeki gibi ne dedeyken çocuk, ne de çocukken dede
olma... Her zaman yaşının insanı ol; onun istediği biçimde davranmaya çalış...
UNUTMA; İç evrenine bakmayı, kendini tanımayı
başardığında her şey senin istediğin
biçimde çözümlenecektir...Ve ancak kendini tanımayı başardığında, yaşına göre
davrandığın önce kendi yaşamını düzenleyip mutlu olacaksın, sonra da topluma
ışık olup yol göstereceksin...Önder olmak için bilgini arttır, kendini aş,
erdemli davran, inan bana gerisi kendiliğinden gelecektir...
.....
EN BÜYÜK HİZMETİ VE
İYİLİĞİ KENDİNE LAYIK GÖR...
Çünkü; nitelikleri açısından bir şeyi hak etmiş sayılan
kimseye layık görmek anlamına gelen, hizmetlerin e tüm iyilikleri kendine layık
görmen ÜSTÜN İNSAN a yürürken, özüne karşı göstereceğin saygının en somut
kanıtıdır...Yaşamın tek gerçek ve anlamısın... Dolayısıyla en üstün, en iyi
hizmet, her şeyin güzeline layık olan tek varlıkta sensin... Sahip olduğun
güzelliklerini değerlendirip, lezzetler haline getirip sunabileceğin tek makam
ve en üstün varlık sensin...Her şeyin merkezisin, anlamısın, sen olduğun için güneşin
çevresinde dönüyor... Sen olduğun için dünyanın bir önemi ve anlamı vardır...
İçinde bulunduğun güzellikleri
toplayan , değerlendiren, anlamlandıran, kişi olarak en büyük hizmeti kendine
layık gör...
Kendini her zaman başkalarından
daha çok sev... Sahip olduğun tüm güzelliklerden önce sen tat, keyfine var... Kendine
karşı olan sorumluluklarını yerine getirmekte duraksama... Hizmete değer tek
varlığın kendin olduğunu aklında çıkartma... Senin kendine layık görmediğin
hiçbir davranış başkası tarafından sana layık görülebileceğini düşünme... Kendine
layık görmediğin iyilikleri, hizmetleri başkasına layık gör ama önceliği her
zaman kendine ver…
UNUTMA; tüm bunları yaparken de bencil davranma,
olanaklarını, sahip olduğun değerleri, tatları ve iyilikleri diğer insanlarla
paylaşarak erdemlerini arttır...
....
YAŞAM EN BAŞARILI OLMAN GEREKEN DERSİNDİR...
Çünkü; canlılığını sürdürmek, sağ kalmak anlamına gelen, yaşamın
bu gezegende senin başarı olman gereken ve tek en önemli dersin ve ödevindir...
Derslerine iyi çalışıp, ödevlerini iyi yap; her hareketinden kendine olumlu
puan verebilecek davranışlarda bulunma erdemine bir an önce ulaş...
Öğrendiklerini, deneyimlerini, insanlığa öğretmenin yüce bir erdem olduğunu
aklından çıkartma... Yaşam mesleğin, sosyal ve kültürel hatta politik ve toplumsal
konumun ne olursa olsun, yeni yeni şeyler öğrenmeye, özünü bilgiye, kendini
öğrenmeye ve yeniliklere her zaman açık tut... Değişen, gelişen dünya
koşullarına uygun olarak yaratılan yeni yeni bilgilerin peşinde ol, öğrendiğin
her türlü yeniliği alıp yaşamına uygula ve onu yaşayarak insanlara örnek ol... O
yeni bilgilerden aldığın güçle kendini yükseltmenin
ve değerini yukarılara taşımanın uğraşı
içinde ol...
Bilgilerinle yarattığın
yaşamın seni diğerin sanlardan daha öne çıkartıp, örnek insan haline
getirsin... Bilgeliğe ancak böylece ulaşıp ÜSTÜN İNSAN’ nın bazı özelliklerine
daha hızlı yükselirsin... Yaşam senin bu evrende başarılı olman her yaşta ve
sınıfta daha da geliştirip yukarılara taşıman gereken en önemli dersindir...
ÇÜNKÜ; yaşam dersinde ve ödevinde başarılı olamayanların,
diğer alanlarındaki başarılarının anlam ve değeri hatta önemi yoktur...
....
YAŞAMAN GEREKEN SADECE BİR GÜNÜN VAR...
Çünkü; yaşın, makamın, sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik
konumun ve sınıfın ne olursa olsun; hangi ülkede, hangi kültürde hangi yüzyılda
yaşarsan yaşa; yaşaman ve tadına varman gereken zaman dilimi içinde yaşadığın(an)
gündür... Çünkü kuantum felsefesine göre geçmiş ve gelecek yoktur; geçmiş
geçmiş-yaşanmış bitmiştir… Geleceğin gelip gelmeyeceği bilinmemektedir… Nakit
olarak kullanmamız gereken tek zaman dilimi içinde bulunduğumuz, yaşadığımız içinde bulunduğumuz sonsuz an
vardır… Onun kıymetini iyi bil, üstüne titre, her saniyesini dolu dolu
değerlendirmenin çabası içinde ol... Ölümün
de sana şah damarından ve bir nefes kadar yakın olduğunu düşünerek yapman
gereken tek şey yaşayabildiğin tek
gününü iyi değerlendirmelisin... Bunun için uyanık ol, bilinçli davran,
sağlığını koru... Ve gününü dolu dolu yaşamanı hiç kimsenin engellemesine izin
verme... Günün doyumuna var, sunacağı tüm tatları geri çevirme... Elbette uzun
vadeli planlar, programlar, yatırımlar yap... Geniş düşünerek yaşamının
taşlarını yerine oturtman şarttır...
Ancak dolu dolu yaşaman
gereken sadece bir günün vardır... Üstelik yarınını yaşayabileceğini de, bu
gezegendeki hiçbir güç garanti edemez...
UNUTMA; ben im sadece bir tek günüm var, onu yaşıyorum,
elimden kimsenin almasına izin vermiyorum... Bu günün getireceği tüm
olumsuzluklara, yüceliklere, erdemlere, hazırım kabul ediyorum
diyebilmelisin...
....
YAŞAMLA ANLAŞMAK BÜYÜK KAHRAMANLIKTIR...
Çünkü; canlılarda doğumdan ölüme kadar olan etkinliği
sağlayan olgular bütünü anlamına gelen, yaşamla dost olup, iyi anlaşabilirsen;
onun önüne koyacağı tüm olumsuzlukları aşabilecek hale gelebilirsen;
Her şeyi çözüp rahatlarsın;
sevgiler, sevdalar, aşklar yaşayarak canlılık sürecini gönençli biçimde
tamamlayabilirsin... Bana göre yaşamla anlaşmak, anlaşabilmek en büyük
kahramanlıktır... Aksi takdirde yaşam iğneli bir beşik gibi sana sürekli
işkenceler yapar, kaçacak delik ararken olumsuz koşulların altında ezilerek yok
olursun... Yaşam değiştirebileceğin ve değiştiremeyeceğin koşullardan oluşur;
seni ona bağlayacak, mutluluklarını arttıracak, gücünün yettiği koşulları değiştirmek
için çaba harcamalısın... Bunun için gece gündüz çalışmalı, çok okumalı, çok
düşünmeli, çok üretmeli, bilgiye açık olmalısın... Kendini çağın istediği tüm
beceri ve yeteneklere göre programlayıp, bu niteliklerini her zaman daha da
arttıracak boyutlarda çalışmalısın....Değiştirebileceğin olayların, yaşamını zindan eden konularla olumsuzluklarla
da savaşmalısın...Olumsuzlukları kendi yararına çevirmenin çabası içinde
olmalısı ; değiştiremeyeceğin konularda özünü değiştirip, olayları olduğu
şekliyle kabul etme erdemini göstererek;
hepsinden önemlisi yaşam sahnesinde kalarak, kendini yenileyip, eğiterek,
yaşamın akışına uyum sağlamalısın...
Yaşamla her alanda, sürekli anlaşmak, ona uyum sağlamak en
büyük meydan savaşlarındaki kahramanlıklardan daha da önemlidir...
Üstelik yaşam sadece senin
anlamlandırdığın, iki nefes arasında geçen küçücük bir kımıldama sürecidir... Yaşamla
anlaştığın sürece kendinle de, dünyayla ve de evrenle de anlaşmış olursun… Sadece
bir kez deneme şansın olan acılar, mutsuzluklar, hatta ölümler destesinden
oluşan yaşama kızma, alınganlık gösterme; onu her koşulda sev, dost ol, anlaş,
aşık ol; onun sevmediğin yanlarının, milyarlarca yıldan beri uyguladığı
geleneksel alışkanlıkları ve yasası olduğunu kabul et…
Senin istediğin gibi
davranmasa bile sen onun her durumunu
kabul ederek yaşlılık sürecine doğru sağlıklı biçimde varlığını sürdürmeye
çalış...
UNUTMA; mutluluk yaşamla her alanda, tartışmasızca, yapılan
uyumlara anlaşmasıdır...
...
YÜREĞİNDE KİN BARINDIRMA...
Çünkü; öç almayı amaçlayan gizli düşmanlık anlamına gelen,
kin seni mutsuz eder, huzursuz eder, yaşamını zehir haline getirir, bedenen ve
ruhen seni oldukça çirkinleştirir, dünyanı karartır , insan olmaktan çıkartıp
suç işleyerek kıymetsiz ,değersiz ,basit bir ölümlü varlık haline dönüştürür...Üstelik
bunlarla da kalmaz; seni gözünü karartarak suç makinesi haline getirir... Bir
günde üst üste işlediğin kininden kaynaklanan suçların altında kalarak yok
olabilirsin...
Yüreğindeki bu ilkel duyguyu,
hatta onun kırıntılarını bile söküp atmak için şu andan uygun zaman olamaz...
Kinden kurtulmayı başardığında daha üstünlük, hafiflik, hissederek coşkuların,
mutlulukların zirvesine çıkacaksın inan bana... Böylece önünde seni bekleyen
ÜSTÜN İNSAN a gitmeye hak kazanacaksın.Yaşamın tüm mutluluk kapıları senin
önünde açılacak, oralara elini kolunu sallayarak ulaşacaksın... Huzurlu,
aşklarla, sevgilerle, erdemlerle dolu yaşam seni kinden uzak ortamlarda daha da
mutlu edecektir...
Sende bunları gerçekleştirecek
güç, birikim ve soyluluk her zaman fazlasıyla olacaktır...
UNUTMA; kin, kötülüklere giden yol, hatta oraya açılan karanlık ve içerisi kötülüklerle dolu kapıdır...
İlkel duygudan kurtul, kendini onun üstündeki erdemler, hoşgörüler, anlayışlar
özgürlüklerle dolu adaletli davranabileceğin bir dünyaya taşı... Kinden
kurtularak yaşama coşkusunu yakala... Ruhun kinin altında kalmayacak kadar
büyüktür, yücedir, sınırsızdır, güçlüdür... Bu ilkel duygudan kurtulduğunda
yaşamın boyunca gözüne taktığın dünyayı
hep olumsuz, karanlık, acı, sorunlarla yaşanmaz olarak gösteren gözlük
yerini daha güzel ve pembe olanına bırakacaktır...
....
ZAMAN SONSUZ DEĞİLDİR...
Çünkü; bir eylemin içinde geçtiği, geçeceği, ya da geçmekte
olduğu süre anlamına gelen, zaman senin içinde sınırsız değildir... Onu
kullanırken bir gün yüzde yüz biteceğinin bilincinde ol...
Onu çok titiz, çok dikkatli
ve çok iyi kullan; her saniyesine kendini kazımanın, kalıcı eserler üretmenin,
ölümsüz düşüncelere ulaşmanın ve insanlara sunmanın çabası, heyecanı içinde
ol... Zamana kendini nefes nefes nakış nakış işle; tüm sayfalarını şiirsel estetiklerle
doldur...
Bir tek sayfasının bir tek
satırını, hatta harfinin bile yerini eksik bırakmayacak biçimde çalış... Son
nefesin, son günün, son ışığın çağrısına, son nefesine. zamanın son zerresine
kadar yaşamından asla vazgeçme. Geriye doğru adım atma; insanların hiç bitmeyecekmiş
gibi kullandıkları, yitirilmeden değerini anlayamadıkları zamanı harcarken en
az hata yapmaya çalış... Sıradan insanlar gibi zamanının hiç bitmeyecekmiş
saçıp savurma onu öldürme... Zamanla dost ol, onu sev, söylediklerini iyi
anlamaya çalış, iyi gözlemle, hem kendinle, hem çevrenle, hem de zamanla
mutluluk içinde olursun... Ancak onunla dostluğun sayesinde de zaman sana kendini
yararlı kullanmanda yardımcı olacaktır... Kendinle dost olmak istediğinde önce
kendinle dost olmayı başar... Onun kendi yasa ve kurallarına uyarak her
saniyesini iyi ve yararlı işlerde kullanıp, tutumlu biçimde değerlendirmeyi
öğrendiğinde karlı çıkan taraf sen olacaksın...Geriye dönüp baktığında
değerlendirmeden boşa akıp giden zamanın olduğunu anlayınca her şeyden daha çok
üzüleceksin... Çünkü yeniden dönüp yaşama olanağın olmadığı için de o senin için
yitirilmiş yaşanmamış, boşa akıp giden
nehir suyu konumuna dönüşecektir..
Zamana kızma, ağlama, hor
görme, nefret etme; onun her an kaçabilecek, seni terk edebilecek hırçın, huysuz, şımarık bir sevgili olduğunu düşünerek
her defasında daha fazla yararlanmanın çabası içinde ol...
UNUTMA; mutlu yaşamanı önce kendine, sonra zamanla dost
olmaktan, onu önce anlamaktan, sonra da sevmekten, sarılıp aşık olmaktan
geçtiğini aklından çıkartma... Zamanı kullanırken de her zaman üstün akıllı ve
tutumlu davran...
.....
YAŞLANMAKTAN KORKMA ...
Çünkü; ihtiyarlık anlamına gelen, yaşlılık her canlının yaşamı süresince önüne çıkacak, da yaşayabileceği ömrünün son mevsimidir... Aslında yaşlanıncaya kadar yaşayabilmek büyük şanstır…Doğanın yasasına göre her insan doğar, bebek, çocuk , genç , yetişkin, olgun ve yaşlı olarak yaşamını tamamlar... Çocukluğundan başlamak üzere, yaşamının son mevsimi olan yaşlılığa adım adım kendini alıştır... Yaşlılığını değerlendirirken onun güzel ve seni üstün konuma getiren yanlarını görmeye, ondan olabildiğince yararlanmaya, ikinci bahar olarak değerlendirmeye çalış... Örneğin, senden daha hızlı yaşlanan, aynı yılda doğmuş olmanıza karşın senden önce ölen yada bedensel zihinsel yeteneklerini yitirenlere karşı yaşlanabildiğin için
kendini şanslı say... Diğer
yaşıtlarından önce bu fonksiyonlarını yitirsen de doğanın yanılmaz yasasına,
kaçınılmaz sonucuna bağla...
Yaşlılıkla değiştiremeyeceğin,
geciktiremeyeceğin, asla önüne geçemeyeceğin olayları kesinlikle kafana takma...
Hatta yaşlanmanın bilgeleşmek, saygıya layık olmak en sağlıklı ve çok yönlü
düşünerek çevreye ve topluma akıl hocası olmanın zirvesi, saygınlıklarla dolu
bir dönem olduğunu unutma... Huzurlu olmanın zirvesinin yaşlanmak olduğunu aklından çıkartma... Üstelik ağaran
saçlar, yaşam isimli serüvenin, insanın başına taktığı altından taçtır diye
düşün… Üstelik tüm meyvelerin en tatlı mevsiminin olgunluk olduğunu
yaşlandığında bu olgunluk çağının zirvesi olduğunu anımsayarak rahatla... Sağlıklı
yaşlanabilirsen, sağlıklı olarak delikanlılık çağlarında sürdüremediğin pek çok
etkinliği, çevrenden inanılmaz saygı görerek, ömrünün bu döneminde
gerçekleştirebilirsin...
UNUTMA; her şeyiyle rastlantılar bütünü olan bu macerada
yaşlanabilecek kadar uzun yaşamın ulaşılamaz büyük bir şans, doğanın bir lütfu,
şık eşsiz bir ödül ve çoğu kişinin ulaşamadığı bir zenginlik olduğunu unutma...
....
ÇOCUĞUNA YAŞAMLA, ÖLÜMÜ DE VERİYORSUN...
Çünkü; küçük yaştaki kız ya da oğlan çocuğu anlamına gelen,
çocuklar geleceğin güvencesi,
simgesi, hatta garantisidir... Evliliğin çoğunlukla tatlı bazen de acı meyvesi
olan çocuğu dünyaya getirirken hep iyilikler, mutluluklar, güzellikler,
düşünülür... Anne babanın yapamadığını onun gerçekleştirmesini bekler, ulaşamadığı
doyumları onun yaşamasını ister, kısacası hayal üstüne hayaller kurar... Her
anne-baba çocuğunun sonsuza kadar yaşayacağına inanır, hep birlikte olacağını
sanır; tüm sorunlarını kendinin çözeceğini, onun sorunsuz, acısız, hastalıksız,
hayatın hiçbir engeliyle karşılaşmadan ölümsüzlük
anıtı olarak görür... Ama gün gelip yaşlanıp ölürsen ya da bir beklenmeyen
kazada yaşamını yitirirsen onu yalnız, yapa yalnız, aşsız, ekmeksiz, eğitimsiz
birikimsiz, bırakıp çekip gidersin... Etiyle, kemiğiyle, her şeyiyle canından
can ve senin bir kopyan olan çocuğuna tüm iyiliklerin yanı sıra kötülükleri,
olumsuzlukları da birlikte verdiğini biliyor musun? Aşkın yanında ayrılık
acısını, zenginliğin yanında yoksulluğu,
mutlulukların yanında mutsuzlukları, çareli çaresiz hastalıkları,
bedensel zihinsel sakatlıkları, yetersizlikleri, güzelliklerle birlikte çirkinlikleri
de veriyorsun... Hatta senin yaşadığın tüm acıları yaraları, sevinçleri,
açılıklarını, intiharları, cinayetleri, tüm bedensel yoksunlukları, kavgaları,
cinayetleri, adliyelerde yargılanmayı, cezaevlerinde zindanlara düşme şansını
da birlikte veriyorsun... Tüm bunların da ötesinde yaşamı verirken çocuğuna
ölümü de birlikte vermiş oluyorsun...
UNUTMA; senin karşısında hüngür hüngür ağladığın, kaçış ve
kurtuluşunun olanaksız olduğu ölümü de
sunuyorsun...Sen çocuğunu seviyorsan, onu sonsuza kadar seni yaşatmasını
istiyorsan, ölümü neden ona veriyorsun; ölümden korkmadığını söylüyorsan neden
onun karşısında ağlayıp aciz ve acınacak duruma düşüyorsun...
DURMAK ÖLMEKTİR...
Çünkü; ilerlemez olmak, işlemez olmak, dinmek, kesilmek
anlamına gelen, durmak başka deyişle ölmektir... Ancak her alanda çabaların
sürdüğü ölçüde ruhunu aydınlatır ve kendini aşarsın, güzelliklere, erdemlere
ulaşır, yenidünyalar kurarsın... Yine bu çabalar, savaşımlar, emekler,
mücadeleler ölçüsünde kendini ve yaşamı ÜSTÜN İNSAN a doğru taşıyabilirsin... İşte
bu yoldaki çabalarında durmak değil, daha da arttırarak, daha yüksek bir
enerjiyle, daha ileriye koşmalısın, yaşadığını bu gezegenden geçtiğini herkese
kanıtlayacak kalıcı eserler şekline getirdiğin izler biçiminde bırakmalısın... Durmak her şeyden vazgeçmek
ve bir yerde ölmektir...
Durma ölme koş daha ileriye,
daha güçlü, daha kusursuz, daha etkin, daha çok bilgiyle, bilinçaltında
oluşturduğun daha çağdaş programlarla sil baştan yenilediğin düşüncelerinle
daha yükseklere uzan, oraları elde et, görüp-tadabildiğin, hatta tadamadığın
güzellikleri de yaşamına geçirerek tüm insanlara örnek ol... İnsana durmak
değil; doğası gereği çok çalışmak, hep ileriye, daha ileriye koşarak kendini
aşmak, gelişmek, ölümsüz eserler vermek, yaşamda elde ettiği deneyimleri kalıcı
eserler haline getirip, daha sonra yaşama çıkacak insan nesline ücretsiz olarak
sunmayı başarmasıdır…
UNUTMA; fiziki olarak olmasa bile kendini geliştirmediği
için, düşüncelerinde bir milim ilerleyemediği için olduğu yerde duran, yaşarmış
gibi insanların, cesetleriyle doludur evren... Her şeyden vazgeçmek, yaşamaktan
vazgeçmektir... Sen yaşayarak ÜSTÜN İNSAN olmaya çalış...
…
ÖLÜMDEN SONRASINI DÜŞÜNME...
Çünkü; canlılığın sona ermesi anlamına gelen, ölüm sonrasıyla
ilgili söylencelere kafanı yorma; yaşamın gizemini çözemeyen insanın ölümden
sonrasıyla ilgili düşüncelerinin kenarından geç... Yaşam senin için bir doğumla
nasıl başladıysa, ölümünle de öylece bitecektir... Doğduğunu anımsamadığın gibi
ölümünü de bilmeyeceksin... Sen bütünün parçası olarak yok olman gerektiği için
öleceksin... Bir kelebek, ipek böceği, sarı çiçek, mor menekşe, serçe,
sivrisinek, neden ölüyorsa yok oluyorsa
sende o şekilde yok olacaksın... Bu konu üzerinde düşünmeye bile değmez... Bırak
ölümden sonrasını, hatta yarını; sen şimdi şu anda içinde bulunduğu anı
yaşamaya çalış... Doya doya seviş, koş, zıpla, hobilerini gerçekleştir,
aşklarını yaşamanın çabası ve savaşımı içinde ol... Sanatla, felsefeyle ilgilenerek
düşünce boyutlarının sınırlarını sonsuzlaştırmanın peşinde ol... Şuna kesinlikle
inan; öldüğünde hiç yaşamamış olarak dünyadan çekilip, doğmadan önceki konumuna
gideceksin... Bir deve, timsah, solucan uç uç böceği koyun, öldükten sonra ne olacaksa, sende öyle
olacaksın... Sıradan basit ve ölümlü bir insan olmaman için felsefe yapıp,
aklındaki tüm sorularına yanıtlar bulman gerekiyor, bu da senin kişisel
başarınla , çabalarında gerçekleşecektir...
UNUTMA; doğduğundan itibaren geriye saymaya başlayan sana
ait zamanını anlamsız boş şeylere kafa yorarak geçirme...Her saniyesi altından
da değerli olan, zamanında kendini geliştirip, bilgiye ulaşarak gelişerek,
değişerek, yaşam izlerini ölümsüz düşüncelere ve eserler ortaya koyarak kullanmaya çalış... Kendin için harcadığın
para, zaman, her şey en doğru yaptığın davranışlarındır...
...
İSTEDİĞİN KADAR YAŞA...
Çünkü; canlılardan doğumdan ölüme kadar etkinliği sağlayan
olgular bütünü anlamına gelen, yaşamak olumlu güzellikler, varsıllıklar, renkli
dünyalar, pembe ufuklar, doyumsuz tatlar kadar;
yoksulluklar, acılar,
hastalıklar, sakatlıklar, zamansız ölümler ve inanılmaz olumsuzluklarla da
karşılaşacaksın... Haytaysan acı çekiyorsan;
heyecanını ve yaşama umudunu yitirmişsen, üstelik hiçbir beklentin
kalmamışsa, bu aşamada oturup gerekli kararını vermen gerekir... 1- Ya
koşullarını yeniden sil baştan iyileştirmek için düzenleme, tüm acılara,
hastalıklara, alabildiğince katlanıp yaşayabildiğin kadar yaşaman için her şeye
sıfırdan başlarsın...
2-Ya da yaşamın dışına çıkma
kararını verebilirsin... Her durumda da birinci maddeyi seçmeni öneririm... Her
koşulda yaşam yeni baştan kurulabilir, gittiği son noktaya kadar taşınmaya
çalışabilir... Ve her isteğin biçimde davranarak istediğin şekilde davranma
toleransını doğa her zaman insana sunar...İkinci maddeye gelince;
Eğer ölümün gelip seni
bulmasını beklersen, bu olumsuzluklarının daha da artacağını, daha fazla
ezileceğini, onursuzlaşıp, basit, kendine yetemeyen, bakıma ve yardıma düşkün
acınası bir dilenci konumuna düşersen
çok onursuz bir yaşam sürdürebilirsin... Bunu iyice hesaplayarak kararını
vermelisin... Bunların hepsinden de önemlisi yaşamı hak ettiğinden daha fazla
ortaya koyduğun çalışmalar, sanat eserleri,
ölümsüz düşüncelerin, işlerin, dört dörtlük sergilediğin bir serüven izleyerek
ölümü hak ettiğine inanıyorsan; bu konuda gerekli olan yaşamın dışına çıkma
konusunda gerekli kararı sen
vermelisin...
Çünkü bana göre hak etmeden
ölmek yanlıştır; hatta ölümü hak etmek, yaşamayı hak etmekten daha da zor
kazanılır...
UNUTMA; yaşam her zaman ölüme tercih edilmeli , onun
istediği ve anladığı dilden ve aynı yöntemlerle savaşılmalıdır...
O zaman yüzde yüz başarılı
olursun... Toprağın üstü, altından her zaman daha iyidir...
…
ÖLÜMÜ KABUL ETME
ERDEMİNE ULAŞ...
Çünkü; canlılığın sona ermesi; can vermek, yaşamaz olmak
anlamına gelen, ölüm bilinmeyenden gelip bilinmeyenle bitecek iki nokta arasında
kısa bir süre olarak görülen düşten oluşan yaşam; bir gün yüzde yüz sona
erecektir... Bunun örneklerini ölen kişileri izleyerek çok yaşadın; o nedenle
ölümü ret etmek korkmak, salaklık, aptallıktır... Yaşı, hastalığı, sağlığı,
zenginliği, sosyal ve siyasal konumu ne olursa olsun insan ölümü kendisine
yakın hissetmeye başladığında korkarak, ağlayarak isyan eder... Tüm yaşadığı
güzellikleri, doyumları yok sayma aptallığına kapılır... Sen böyle düşünme... En
iyi yaşam henüz yaşanmamıştır, yaşanmamaktadır, yaşanmayacaktır... Çünkü en iyi
yoktur; en iyiye, en güzele yakın olan değerler vardı... Yapabileceklerini
olanakların ölçüsünde gerçekleştir... Fiziki ve ruhsal yapının
olanaklarından parasal kaynaklarından
sonuna kadar yararlan... Kendini çözümleyip, rol yapmadan, samimi olarak
sadakatle hep kendini oynamaya başar...
Yoksulluklardan,
sıkıntılardan alnının akıyla çıkmak için savaş...
Olabildiğince erdemli
davranmaya çalış, yaşamdan zevk alma oranlarını arttırabildiğince arttır... Yaşadığın
aşklar, mutluluklar, iyilikler damak tatları bu yaşama gelmene değecek
boyutlara ulaşsın...
Sonsuza dek zaten yaşamayı
isteme; böyle bir isteğin olamaz zaten... Olsa da bu olanaksızdır…Artık
sağlığın da bir dönemden sonra ihanet edip, acıların ağrıların artar... Tüm
canlılar için olduğu gibi yaşamın yüzde yüz bitecek ölüm seni bulacaktır... Artık
herkesin sonu olan bu finali korkmadan ağlamadan kabul etmen gerekiyor... Ölümü
candan sevgili gibi kucaklamanın erdemini göster... Ona hazır olduğunu
hissettir ; eğer o seni bulamasa, sorunlarına son vermek için gerekirse sen ona
koşarak da gitmelisin...
UNUTMA; yaşamınla yetinip ölümü kabullenme erdemi seni daha
ulu ve ÜSTÜN İNSAN konumuna getirecektir... Zaten reddederek, korkarak ondan
kurtulman da söz konusu olmayacağı için; ödlek davranarak gülünç durumlara
düşmemek için onu kabul etme erdemini ve kahramanlığını göster.... Yaşamında
olduğu gibi ölümün karşısında da akıllı davran...
....
HASTALIKLARDAN KORKMA ; ÖLÜM DÖŞEĞİNDE AĞLAMA...
Çünkü; organizmada bir takım değişikliklerin çıkmasıyla oluşan
bozukluk anlamına gelen, hastalık insanın bu gezegende her zaman ve her koşulda
karşısına çıkabilecek, yaşamdan alıp götürebilecek büyük riskler ve acı
engellerden birisidir... Türü ve
tehlikesi ne olursa olsun; hastalığını aklınla yenmeye çalış-tüm tıbbi
yardımları alman gerekebilir… Daha da önemlisi
hasta olmamak için gerekli tüm bilgi ve becerileri yaşamın boyunca
edinerek uygulamaya çalış... Doğru beslen, vücudunun istediği-gereksinim
duyduğu, seni sağlıklı yaşatacak olan sporları yap…Yaşamının nedeni olan anne –
babanın; kendilerinin karşısında korktuğu, hastalıklar ve ölümlere karşın seni
yaşama getirdikleri için onlara kızma, onları suçlama... Aksine onları
saygıyla, sevgiyle, hürmetle, minnetle, özlemle an, her nefesinde onlara
teşekkür etmeyi unutma…Hastalıklar, ölümler karşısında üstelik ağlamak, korkmak,
yaşın, konumun, sosyal ve sınıfsal kültürel eğitimin ne olursa olsun ham,
olgunlaşmamış cahil bir kişi gibi davranma... Sosyal biri varlık olan insan
hastalık ve düştüğü zorluklardan kurtulmanın çabası sırasında elbette
çevresinden ilgi, yardım, anlayış, hoşgörü, merhamet, sevgi bekleyecektir... Hastayken
sana bunlar gösterilmese bile yakınlarına, dostlarına, arkadaşlarına bu
davranışlarından dolayı küsme, sitem etme, darılma, kırılma, tavır alma, onları
övücü olmaya, her konuda onurlandırmaya devam et...
Hastaysan insanların günlük
yaşamlarının akışını ve düzenini değiştirecek, rahatlıklarından özveride
bulunacak derecede
onlardan yardım anlayış,
sevgi, hoşgörü bekleme... Ölümün sonsuz rahatlık, sonsuz uyku, hatta sonsuz
huzur olarak düşün, öyle kabullen...Yüzde yüz öleceğinden emin olsan da
moralini son saniyeye kadar hep yüksek tutarak diğer insanlara örnek ol... Asla
duygusal, ağlayan, acılı yüzlerden merhamet isteyen bir görünüme sokma
kendini... Bir gün yeniden uyanmayacak olacağını yüzde yüz bilsen de; bu
gezegende yaptığın en iyi yapıtların,
kitaplarını, resimlerini, çocuklarının, ortaya koyduğun, her türlü çabanın
seni ölümünden sonra da yaşatacağını düşün... Böyle bir çalışman yoksa
şu andan itibaren bu çalışmaya giriş… En
önemlisi sen de bir zamanlar ölenleri
ölüm yatağında son nefesini verirken
diğer insanlarla birlikte
izlemiştin..O zaman seyirci koltuğundaydın; şimdi sahnede oyuncusun, o yatakta
sen varsın, şimdi izleniyorsun...Bu gün seni izleyenleri de yarın başka genç
kuşaklar izleyecektir.. Sen ölürken yaşamını sağlıklı, varlıklı, mutlu, hatta
genç biçimde sürdüren insanları kıskanma; onları korkutma aksine öv, sürekli
yüceltici şeyler olumlu ve onurlandıran sözler söyle... Çünkü hiçbir insan
sonsuza kadar yaşamayacaktır... Bu yaşına kadar hep ölenin senin hakkında
düşündüklerini bu gün senin de arkanda kalanlar senin için düşünecektir...
UNUTMA; doğa yaşam ve ölümle tüm canlılara ne adil biçimde
davranmıştır... Sen de bunlardan sadece bir cansın...Doğanın yasalarına uygun
olarak bu sahneye çıktın, yine aynı yasalarda bu sahneden ineceksin... Senin bu
yasaların dışında kalman zaten olanaksızdır... Üstelik seni ölüme götürecek
hastalıkla sonsuza kadar yaşamanın acısını duymak da istemezsin… Eğer bu yasanın
dışında kalmış olsaydın o zaman üzüntün daha sonsuz olabilirdi , olmalıydı...
Ölümle sen gerekeni yapmış
olmanın mutluluğunu duymaya çalışmalısın...
....
3.Bölüm...
İNSANIN ÖTESİNDE
(çözümlemeler...)
İLK SÖZ
Yaşam isimle rüyam
sırasında bilinçaltı dünyamın sonsuzluğunda düşünce hızına ulaşmayı başararak “ÇÖZÜMLEMELER” adı altında bir deneme yaptım... Çocukluğumdan
beri sürdürdüğüm, içsel evrenimdeki gezilerimi , gözlemlerimi, yaşamın öğrettiklerini,
yorumlarımı seanslar biçimde yazdım... Bunları yaparken de yaşamının acımasız
yerçekimi koşullarından kurtulup, bu güne kadar edindiğim deneyimlerimin de
üstüne basarak daha yükseklere uzanmaya çalıştım... Günümüz insanın
düşünemeyeceği sonsuzluklara, yüksekliklere, yani kendimin ötesine dokunmayı
başardığımı söyleyebilirim... Başka deyişle; ilkellikten ÜSTÜN İNSAN nın bazı
özelliklerine koşan ölümlü bir varlık olarak; gelecek binlerce yıl sonra
insanın ulaşacağı zamansızlık, mekansızlığı düşünsel boyutlarda yaratarak,
insanın ötesindeki üstünlüklere yaptığım içsel gezilerim ve gözlemlerimi ortaya
koydum...Çok değişik dalga boyutlarında yaptığım bu gezilerim, yaşamımın
değerini gözümde daha da çok arttırdı... Uzun sayfalar halinde yıllarca
titizlikle yazdığım denememi okura şiirsel bir dille sunuyorum... 2006 Abdulkadir
Kaçar...
1.SEANS
Yaşam sahnesinde rastlantı sonucu bulunuyorum...
2.SEANS
Yaşam uzun ince bir canlı masal; başrolündeki insan eşsiz,
muazzam, erişilmez nitelikleriyle dolu; ve içinde yürek atışlarını hissettiği
üstünlüğe koşan bir ölümlü...
3.SEANS
İşim gücüm kendimi düşünmek;
içgüdülerimi incelemek, olaylar karşısında öz tepkilerimi ölçmek, yaşamı
her yönüyle sorgulamak... Bu nedenle
asla işsizlik çekmiyorum; kendimin laboratuarı, deneği, rüyası, ozanı,
filozofuyum....
4.SEANS
Ayağımın altındaki karıncaya karşı DEV’ im; sınırsız evrende
bir karınca bile değilim...
5.SEANS
Aslında sorum da özümüm içimde; durmadan kendime koşuyor
6.SEANS
İçimin derin sonsuzluğu! Heyyyyy !!!!!!!!
7.SEANS
İçimdeki sonsuzluktan sonsuzluğa, ufku olmayan boşlukta
üstünlüğe doğru koşuyorum...
8.SEANS
Ulaşmak istediğim tek hedef benim...Yürek atışlarını,
nefesini içinde hissettiğim; içimdeki ÜSTÜN İNSAN bekle sana geliyorum...
9.SEANS
Ahhhh !!!!
10.SEANS
Ben atomlarımla evrende hep olacağım...
11.SEANS
Varlığım yontu sessizliğinde... Kendimi dinliyorum...
12.SEANS
Yaşamın tamamı felsefe… Felsefenin aydınlığında yaşıyorum...
13.SEANS
Ey karanlıkların ötelerindeki gök adalar duyun sesimi...
14.SEANS
Zamansız açan yaban çiçeğiyim... Bazen de çağının
milyonlarca yıl ilerisine düşünsel olarak geçebiliyorum... İçimdeki ÜSTÜN İNSAN’
ı arıyorum, ona koşuyorum...
15.SEANS
Kendimi dinliyorum...
Yine dinliyorum, durmadan dinliyorum, hep dinliyorum...
16.SEANS
Yaşam geri dönülmez bir yol; tersine akmayan nehir...
Bu yolda ilerlerken kendimi
seviyorum...
17.SEANS
Ölüm basit bir HİÇ lik kapısı.. Korkusundan korkmadan ondan
özgürce, yiğitçe, cesurca ve kahramanca geçeceğim…
18.SEANS
Ben de bu gün okum sanki...
19.SEANS
Yiğitseniz kendi oluşturduğunuz öz değerlerinizde arayın
kendinizi... Ben bunu yapıyorum ve de kendimi kendi değerlerimde buluyorum…
20.SEANS
Her şey tartışmasız ben’ im...
21.SEANS
Sevdayım, çiçeğim, selim, ben benim...
22.SEANS
İçimdeki tüm kalın
duvarları yıkıyorum... ÜSTÜN İNSAN a koşuyorum...
23.SEANS
Tek ideolojim ben’ im... Sistem benim…
24.SEANS
Kendime giderken çiçek yağmurlarının arasından geçiyorum...
25.SEANS
Yağmaya hazır bulutların gizemi de çözüm de BEN’ im...
26.SEANS
Tüm yasakları kendime
yasaklıyorum; tüm sınırları kaldırıyorum... ÜSTÜN İNSAN a giden tüm yolları
kendime açıyorum...
27.SEANS
Benim içimde ulaşıp yaşamak istediğim yüksek, yüce, bilge,
filozofluğunda ötesinde ÜSTÜN İNSAN
var... Onu arıyorum…
28.SEANS
Felsefe; yaşamın tüm estetiği...
29.SEANS
Hiç’ liklerin arasından HİÇ olarak geçiyorum…
30.SEANS
Sevgiyim... Barışım… Huzurum… Mutluluğum… Adilim…
31.SEANS
Aşk benim; sevgilim benim, sevginin sonsuz kaynağı da
bendedir...
32.SEANS
Yaşamım da ölümüm de öz be öz ben’ im..
34.SEANS
Tüm değerlerin de üstünde en ulu ve erişilmez değerim...
35.SEANS
Ben’ im...
36.SEANS
Bilgeyim, firariyim, tutukluyum ben’ im...
37.SEANS
Sarı çiçek, mor menekşe, sivrisinek, insan; bu varlıkları birbirinden ayıran tek şey insanın düşüncesi-beyni...
38.SEANS
Geçmiş ben’ im, gelecek de şekillenecektir...
39.SEANS
Evrenim... Yazıyım, öyküyüm, yazarım, düşünürüm, eser
verenim…
40.SEANS
Evren benim...
41.SEANS
Tüm değerler, küçüklüğümde yutturulmuş birer hap… Kurtuluyorum
Üstün İnsan’ a giderken....
...
42.SEANS
Yaklaşıyorum ...Yaklaşıyorum...
43.SEANS
Ey güç!!!
44.SEANS
Benim...
45.SEANS
Sevincim, kavgam ben’ im..
46.SEANS
Rol yapanları saymasam, mutluluk yok... Ama ben mutluyum…
47.SEANS
Mevsim mevsimi çağırıyor; ÜSTÜN İNSAN beni...
48.SEANS
Düşündüklerimi yaşama biçimim haline getirme yeteneğime
kavuştum...Ohhhhh...
49.SEANS
Her an kendimi değiştirmeye, yeniden yeniden programlamaya,
özüme şekil vermeye ömrüm boyunca devam edeceğim...
50.SEANS
Kendimim...
51.SEANS
Ben’ imin kralıyım… Kral benim…
52.SEANS
Tüm yanlışlara darağacı kuruyorum...
53.SEANS
Yaşasın özgürlük...
54.SEANS
Ölüme karşı ölümsüzlüğü istiyorum...
55.SEANS
Yaşamım savaş
meydanım ; hep kendime karşı zaferler kazanıyorum...
56.SEANS
İçim dışım Üstün İNSAN ...
57.SEANS
Tek anlam, tek değerdir insan...
58.SEANS
İçimdeki ÜSTÜN İNSAN ı keşfetmek, evreni keşfetmekten daha da mutluluk verici...
59,SEANS
Tüm maskelerden, hilelerden, entrikalardan, yalanlardan uzak;
erdemli ve dürüstçe içimde kendimi yaşıyorum...
60.SEANS
Hem karanlığım, hem de ışık ben’ im...
61.SEANS
Tek övündüğüm varlık benim...
62.SEANS
Özgürlük ben’ im; özgürlüğüme koşuyorum; Ve yaşıyorum...
Nefes alıp-veriyorum… Mutluyum, sağlıklıyım…
63.SEANS
Gizemi oluşturan, ondan korkan da ben im..
64.SEANS
ÜSTÜN İNSAN’ ı içimde daha derinliklerimde arıyorum; içimin
derinliklerinde onun sesini, nefesini, kalp atışlarını izliyorum, O beni, ben
de onu istiyorum...
65.SEANS
Varlığımın tek kanıtıyım...
66.SEANS
İçimdeki ÜSTÜN İNSAN, yaşamımın en yüce yanıdır; nefes
nefese ona koşuyorum...
67.SEANS
Ey büyük mutluluk… Senin adın ÜSTÜN İNSAN ...
68.SEANS
Tüm değerlerimin mimarıyım...
69.SEANS,
Tek akıllı seyircim ben’ im; senaryomun yazarıyım, eleştirmen,
yönetmen, yaşam isimli bu sahnede başrol oyuncusuyum… İçimdeki ÜSTÜN İNSAN ın
yılmaz takipçisi ve kaşifiyim...
70.SEANS
Her şeyi hak etmeye çalışıyorum, ölümü bile başardığıma inanmıyorum...
71.SEANS
Doğmadan önceki konumuma ilerliyorum lütfen sessizlik....
72.SEANS
ilkem; ödünsüz, yalansız, erdemlerle dolu mutlu yaşamak...
Başarıyorum...
73.SEANS
Karanlıkta bir kıvılcımım; çevremi, iç ve dış evrenimin
tamamını aydınlatmaya çalışıyorum...
74.SEANS
En büyük sorunum da, çözümüm de ben’ im, ÜSTÜN İNSAN…
75.SEANS
Ben’ imin ötesinde–zamanın milyonlarca yıl, çağlarca
ilerisinde yaşıyorum...
76.SEAN
Kendimi paylaşacak insan olmadığı için ben’ imi kendimle cömertçe paylaşıyorum... Adım adım ÜSTÜN
İNSAN ı buluyorum...
77.SEANS
En büyük zenginliğimdir yalnızlığım... Biliyorum, anlıyorum,
anlatıyorum…
78.SEANS
Çatışmalarımı, çıkmazlarımı, sonsuz karanlıklara gömmeyi başarıyorum, ÜSTÜN İNSAN a gidiyorum...
79.SEANS
Bu sahnede ölümle yarışmaktan korkmuyorum... Ölümün adıyım…
80.SEANS
Yaşam filmi inan bana seni çok sevdim...
81.SEANS
Ben’ imle başladığını sandığım her şey; milyonlarca yıldır
vardı... Ölümümden sonra da olmaya devam edecek...
82.SEANS
Bedenim ruhuma dar geliyor... Çık artık içimdeki ÜSTÜN İNSAN…
Çok yordun beni…
83.SEANS
Bilinmezden gelip, bilinmeze
uzanan zaman diliminde; kendini
geliştirerek aşarak, ÜSTÜN İNSAN a ulaşmak için savaşıyorum...
Rakibim sadece ben’im..
84.SEANS
Yalnızım... Büyük ve sonsuz, sınırsız, sayısız kez yalnız…
Eser ben’im… Çare ben’im… ÜSTÜN İNSAN’ nın içimden çıkartıp, sahnelemek
istiyorum…
85.SEANS
Bu sahneyi, bu senaryoyu, yaşım isimli filmim hepsini rastlantılara
borçluyum...
86.SEANS
En büyük savaş kendimle yaptığım; kazandığım en büyük
zaferimde kendime karşı kazandığımdır...
87.SEANS
Kendime giden yolum... Ben’ hep ben’im…
88.SEANS
En akıllı varlık olarak kendimi yeniden düzenliyorum;
yeniden programlıyorum; yolum her an ÜSTÜN İNSAN’ a doğru yürüyorum...
89.SEANS
Kendime yaslanıyorum yorulduğumda... İç limanlarımda
dinleniyorum… Her an sırtımı dönebileceğim tek varlık BEN im..
90.SEANS
Daha yükseği, hep daha ötelerdeki ÜSTÜN İNSAN a
gidiyorum....
91.SEANS
Kendimi her nefeste dönüşüm, başkalaşım, devinimle değiştirme
yeteneğimin en üst sınırındayım... Tüm olumsuz sorulara cevap veriyorum…Ben
ÜSTÜN İNSAN’ ı hissediyorum..
92.SEANS
Zaman sonsuz; sonu olan benim, insan...
93.SEANS
Anne–babamın içgüdüsüyle başlayan yaşamımı nitelikli, yüce
hale getirmem kaçınılmazdı.... ÜSTÜN İNSAN ’a yürürken bunu başardığımı
biliyorum….
94.SEANS
Hiçbir şeye hayret etmiyorum... Her şeyleri kabul ediyorum…
Ölüme bile asla şaşırmıyorum… O yaşları çok geride bıraktım… Artık özgürüm…
95.SEANS
Dostluklar arıyorum; uğruna ölebileceğim dostluklar...
96.SEANS
Kendimin bilgesiyim(filozofuyum)... ÜSTÜN İNSAN’ ım…
97.SEANS
Kendimi güncelliyorum, sil baştan düzeltiyorum, yontuyorum,
kalıplara döküp yeni baştan kendimi her an tekrar tekrar yaratıyorum...
ÜSTÜN İNSAN böyle istiyor...
98.SEANS
Hep kendimi yenileyerek yeniden doğacağım her nefesimde...
99.SEANS
Kendime çok yakınım-içimdeyim; ÜSTÜN İNSAN la birlikte yaşıyorum; kesin
ulaşacağım, ortaya çıkartacağım...
100.SEANS
Sonsuzluk içinde ne kadar sonlu olduğumu düşündükçe kan kendime
daha hızlı, daha bilinçli, değişerek, dönüşerek, devinerek, başkalaşarak,
bilinçaltımda oluşturduğum yeni programlarımla düşüncelerimi sil baştan
düzenliyorum, özüme, içime koşuyorum; çalışıp daha yukarılara Ölümsüz ÜSTÜN İNSAN a ulaşmaya çalışıyorum...
101.SEANS
Minik patikayım kendi içimde; bazen sonsuz galaksi...
102.SEANS
Her şeyin başlangıcı ve sonu ben’ im...
103.SEANS
Zamanı tüm yitirdiklerimi unutuyorum...
104.SEANS
Kendimin ustasıyım; üstünlüklerim, kusursuzluklarımı yaratıp
yaşayanım…
105.SEANS
Bazen kırık bir heykel, tamamlanmamış bir tablo; genellikle
de eşi bulunmayan bir başyapıtım...
106.SEANS
Tepeden tırnağıma kadar hoşgörüyüm...
107.SEANS
Öfke, sana çok öfkeleniyorum....
108.SEANS
Dünyamdaki güneşim, ayım... Onlara anlam veren anlamım…
109.SEANS
Efendisiyim hayatımın...
110.SEANS
En yüksek yargılayıcım olan vicdanım da tüm davaları
kazanıyorum....
111.SEANS
Kendimi her nefesimde baştan yeniden programlıyorum; ben
böyle yaşıyorum...
112.SEANS
Konfüçyüs arkadaşım;
MONTAİGNE baş danışmanım…
Tüm filozoflar benim beş bin
yıllık arkadaşım...
113.SEANS
Tek istediğim, hedefim, yöneldiğim yer ÜSTÜN İNSAN...
114.SEANS
Yittiğim yer kendimdir; kendimi bulduğum yer de BEN im...
115.SEANS
Yaşam isimli serüvende eğilen gölgeme kızıyorum...
116.SEANS
Yaşamım bir garip sonuçtur... Bitmesini hiç istemediğim
başlangıç…
117.SEANS
İçimde kalacağım: yaşama devam edeceğim...
118.SEANS
Yaşamımın her saniyesi dünyanın tüm altınlarından
paralarından daha da çok değerli bir hazinemdir... Her saniyesini kimse
alamaz-pahası, gücü yetmez…
119.SEANS
En yüce değer be’ im...
120.SEANS
Doğduğumdan beri içimde oturan bilge, ÜSTÜN İNSAN seni tanıyorum… Biliyorum, sana geliyorum...
121.SEANS
Ülkem de, ulusum da ben’ im...
122.SEANS
Aklım beni, ben de ÜSTÜN İNSAN ı oluşturduk...
123.SEANS
Bu sahnenin tam adıdır rastlantı...
124.SEANS
Ben’ i yaratıcı yapan şey ateş parçası ruhumdur; o parça
çağlar boyu ruhumdan başka ruhlara geçecek asla sönmeyecektir...
125.SEANS
Barış isimli tek aşkım...
126.SEANS
Temizim, masumum, duruyum, arıyım ÜSTÜN İNSAN a giden yolda, kusursuzum...
127.SEANS
Aradığım en iyi arkadaşım ÜSTÜN İNSAN dır ....
128.SEANS
Boşluklarla dolu yaşamımdaki tek anlam ben’ im...
129.SEANS
Yücelmek, ululaştırmak istiyorum; ÜSTÜN İNSAN la ona koşuyorum... Kendimi ona adıyorum… O
benim, ben de o…
130.SEANS
Öz ümü yoğurarak yeniden, yeniden programlama yeteneğine
ulaştım....
131.SEANS
En büyük kavgam-barış, savaş-anlaşma ben’ im...
132.SEANS
Hazinem ben’ im...
133.SEANS
Yasım da şenliğim de BEN im...
134.SEANS
Bitişim de başlangıcım da BEN im..
135.SEANS
Sıradanlaştıran ağlar sizi tanıyorum... Kenarınızdan bile
geçmiyorum…
136.SEANS
Diğer galaksilerdeki yaşamla bir gün elbet buluşacağız, bunu
biliyorum, hissediyorum, görüyorum...
137.SEANS
Yaşam isimli oyundan başka oyununa inanmadım, öğrenmedim,
bilmiyorum...
138.SEANS
En doğru zamanlar; içimdeki ÜSTÜN İNSAN ı keşfetmek için
yaptığım çalışmalarımdır...
139.SEANS
İç ve dış evrenimi şekillendiriyorum...
140.SEANS
Diğer insanların hayal bile edemedikleri ÜSTÜN İNSAN a ışık hızıyla yaklaşıyorum...
141.SEANS
Sevinçle sürdürdüğüm; yüzde yüz bitecek varlığım tükenmeden
önce ÜSTÜN İNSAN içimden çıkartarak yaşamak
istiyorum...
142.SEANS
Erdemlerimin sunduğu hakkımı sınırsızca sunuyor...
143.SEANS
Yüzde yüz ölümsüzlük ÜSTÜN İNSAN ı keşfedip yaşamakla
olanaklıdır... Bunu kanıtlamaya
çalışıyorum...
144.SEANS
Öz olmalıyım; özümün de özünü damıtıyorum...
145.SEANS
ÜSTÜN İNSAN ı bana verecek olan Özümleyim... Acelem var,
onunda acele etmesini istiyorum… Daha hızlı koşuyorum…
146.SEANS
Kan terleyinceye kadar, ateş soluyuncaya kadar koşmaya devam
edeceğim...
147.SEANS
Tek yol göstericim aklım...
148.SEANS
Her nefesimde kendimi yeniden, daha hızlı düşünmeye, daha
üretici, daha kalıcı eserler vermek için durmadan yeniliyorum, güncelliyorum,
tekrar en baştan programlıyorum.... Ölümsüz düşüncelerin kaynağı olan
içimdeki ÜSTÜN İNSAN’ a ışık hızıyla
gidiyorum...
149.SEANS
Hiçbir makam sığabileceğim kadar büyük değil; hiçbir makam
beni içimdeki ÜSTÜN İNSAN a ulaşmak kadar mutlu etmeyecektir...
150.SEANS
Beni ÜSTÜN İNSAN diğer galaksilere götürecek; bu gezegende konuğum...
151.SEANS
Görülmemiş düşlerimi göreceğim... Göstereceğim…
152.SEANS
Hiçbir şey gerçek değil; yaşamım da, bende evrende...
153.SEANS
Özgürlüğüm, evrene yayılan yaşamımın en özgün sesidir...
154.SEANS
Bilgi zenginiyim tepeden tırnağa...
155.SEANS
İçimdeki, ÜSTÜN İNSAN ona ulaşmam için, yorulmadan, ona
koşuyorum...
156.SEANS
Ben’ imden çıkıp sonsuz evrene yayılan ışık benim...
157.SEANS
ÜSTÜN İNSAN a giden yolumda kabıma sığmıyorum...
158.SEANS
Baştan başa iyiliğim; dürüstlüğüm; erdem benim…
159.SEANS
Hep ÜSTÜN İNSAN ı ,onu istiyorum...
160.SEANS
İçsel sınırsızlıklarımın en zenginiyim...
161.SEANS
Doğru ben’ im...
Yanlışım sıfırdır…
162.SEANS
İçimdeki bilge ÜSTÜN İNSAN a yürümeye devam etmekten başka
işim-gücüm yok; her işim sadece kendimle...
163.SEANS
Ruhumun mimarı ben’ im... Mimar benim…
164.SEANS
Ölümle dost olmayı kusursuzca yerine getiriyorum..
166.SEANS
Gidişim, dönüşüm ben’ imedir...
167.SEANS
Yaşamla anlaşıyorum ÜSTÜN İNSAN a giden yolda daha
hızlanıyorum..
168.SEANS
Değişimim, dönüşümüm, başkalaşımım, dinamizmim öyle tez ve
ani ışık hızıyla oluyor ki; yaşamdaki tüm hızlar bana yetişmiyor...
169.SEANS
Evrensel geleceğimi beynim tasarlıyor; gözlerim görüyor,
ellerim şekillendiriyor... Ben sadece ÜSTÜN İNSAN’ a yöneliyorum…
170.SEANS
İyilik ve üstünlük yanıma hep sevdalıyım
171.SEANS
Özgürlük uğruna duvarları bile geçtim ÜSTÜM İNSAN a giderken...
172.SEANS
Yöneldiğim tek değer kendimim... İç evrenimdeki ÜSTÜN İNSAN’
ımdır…
173.SEANS
Tepeden tırnağa sınırsız, sonsuz, evrenler kadar yoğun ve
türü-rengi-cinsi nedeni belli olmayan tam hoşgörüyüm...
174.SEANS
Kimsenin hayal bile edemeyeceği yerlere tek başıma
yürüyorum...
175.SEANS
Bazen milyarlarca yaşında hissediyorum kendimi; bazen henüz doğmamış bir cenin...
Bazen coşkulu, umutlu, sevinçlerle, neşelerle dolu bir genç... Her nefeste bazen
milyarlarca yıl yaşlanıyorum; düşünsel anlamda bazen milyarlarca kez ölüp
yeniden doğmayı başarıyorum; her nefesimde milyarlarca kez kendimi güncelleyip
yeniden programlıyorum...
176.SEANS
İçimde oturan bilge her koşulda her nefeste kendimi yeniden
programlamayı, özümü aşmayı,ÜSTÜN İNSAN’ a yürümeyi öğretti...
177.SEANS
İçimdeki bilgenin öğütlerini yerine getiriyorum... Mutluluklarım
çoğalıyor....
178.SEANS
Bilgeliğimin en somut göstergesi kesintisiz gülümsememin sihri;
olanaklarımı aşan, asla gerçekleştiremeyeceğim aptalca isteklerden kurtarmış
olmam....
179.SEANS
Beynimden çıkan ışıltılı düşüncelerimin uzunca bir gelecekte
tüm evreni aydınlatarak tüm insanlığa bir gün ulaşacağını biliyorum... Işık
ben’im...
180.SEANS
Bilgim, hoşgörüm, yaşamın
her saniyesine sevgiyle bakmam…
181.SEANS
İçimde her an yürek atışlarını sürdüren ÜSTÜN İNSAN ı
hissediyorum... O ne muhteşem şey...
182.SEANS
Sevgi Ben im... Nefretler bana yaklaşamaz…
183.SEANS
Her yaşımda, her koşulda ve her ortamda, her yaşımda kendime
yetenim…
184.SEANS
Tek sığınağım-sığınağım içimde yaşadıklarım......
185.SEANS
Söylediklerim tepeden tırnağa yiğitçedir...
186.SEANS
İçimdeki ÜSTÜN İNSAN’ a giden yorulmaz yolcusuyum...
187.SEANS
İlk insandan beri, atalarımın hafızalarında kayıt ettikleri,
anne-babanın genleri aracılığıyla çocuklarına geçen, iç ve dış evrenimdeki tüm
bilgileri biriktirerek bana sunan; içimdeki ÜSTÜN İNSAN ı bana tanıtan bilgeme teşekkür ediyorum..
188.SEANS
Beni her an koruyan iç huzurum… ÜSTÜN İNSAN a taşıyan en
yüce makamım, en büyük güç kaynağım...
189.SEANS
Yüreğim evrenin atan nabzıdır, dilim dili, gözüm gözü...
Yanlışları, hileleri, onursuzlukları yok
ederek doğrularla yaşamı güzelleştirmenin kaşifi ve savaşçısıyım...Ben’ im
insanın doğru sırrı, ben’ im okyanusum
kıtam, ben’im anlayan – anlatan – konuşan... Ben ‘im sorum – yanıtım,
yarışım... Ben’ im her şeyi yerine koyan denge, düşünen damıtan, sunan, açılan kapı ışıklı pencere… Ben’im özürüm –
bağışlamam, şekil vermek istediğim çamurum, çiçeğim ruhum, kozmik dünyam, tek tarifim, kaşifim,
tek yönüm…Ben’im kendimi değiştirmeye ÜSTÜN İNSANA giden can, hasretim–kavuşmam, paylaştığım – paylaşamadığım, uygarlığım –
ilkelliğim, ay, yıldız, güneş galaksim
ben’im ben...
190.SEANS
En iyi bildiğim; en iyi yaptığım; kendime gitmek, durmadan
kendimi yenilemek, yenilemek, yenilemek... ÜSTÜN İNSAN gibi coşkunca sonsuzdan
sonsuza akan ıramak, onun özelliklerini yaşamaya çalışmak...
191.SEANS
Sürdükçe büyüyen, büyüdükçe artan, arttıkça sonsuzlaşan
vazgeçilmez bir tattır yalnızlığım...
192.SEANS
Dökülmesini istemediğim için göz yaşlarımın; ağlamayı
kendime yasakladım...
193.SEANS
Geçmiş ben’ im; gelecekte ben...
194.SEANS
Ey doğa! Ortaya koyacağım kalıcı ve ölümsüz düşüncelerimin
yer aldığı eserlerimle seni yeneceğim...
195.SEANS
İnsanın ve evrenin milyarlarca
yıllık belleği bendedir… Bellek ben’im…
196.SEANS
Çukurova doğuruyor
ben’ i; inanılmaz doğum sancıları çekiyor...
197.SEANS
Hedefim durmadan, beklemeden, yorulmadan, kırılmadan,
incinmeden, incitmeden ÜSTÜN İNSAN’ dır…
198.SEANS
Düşüncelerim zamanı aşıyor; beni milyonlarca yıl geleceğe
taşıyor...
199.SEANS
Ey sessiz ve hain hırsız zaman; ötelerine yürüyorum, seni
geçiyorum... Haberin var mı?
200.SEANS
İyilik elbiselerimi giyip, erdem kuşağımı kuşanıyorum...
İyilik ben’im…
201.SEANS
Evrendeki düşüncelerimin içinde kendimi seyrediyorum; Ben’
im kozmos, benim evrendeki sınırsız boşluk...
202.SEANS
Yalnızlığım; en büyük, en sonsuz, beni hayata bağlayan,
üretici yapan, tükenmeyen enerjilerimi sunan diriliğimdir...
203.SEANS
Hafifliyorum, hafifliyorum, tüm ağırlıklarımı atıp;
yükseliyorum; damlanın denize ulaşması gibi bütüne ulaşıyorum....
Ben’ ime, içimdeki ÜSTÜN İNSAN yaklaşıyorum…
204.SEANS
Ölümsüzlüğe giden yol Ben’ im...
205.SEANS
Evrenim... Dünyayım… Yaşamım… İnsanım… Ama üstünlüğe yürüyen
ölümlü varlığım…
206.SEANS
Haydi BEN’ imle gelin...
207.SEANS
Çareyim... İlacım… Sevgiyim… Sargı beziyim… Neşterim…
Doktorum… Hikayeyim… Senaryoyum… Cesaretim… Yaşamım…
208.SEANS
Uzun yaşamak acılarımı,
sıkıntılarımı, sorunlarımı,
sıkıntılarımı, sevinçlerimden, mutluluklarımdan daha fazla çoğaltacağını biliyorum
ve ben yeterince yaşayacağım...
209.SEANS
Cesaretim... Sonsuzdan sonsuza akan zamanın ortaya
çıkarttığı düşünce deviyim…
210.SEANS
Dün yaşandı-bitti-geçti-gitti; yarının olup olmayacağı asla
belli değil; şu anı, içinde bulunduğum nakit zamanı harcıyorum...
211.SEANS
Peşinden gittiğim; bulduğumda sevindiğim tek adres BEN’
im...
212.SEANS
Her şey değişiyor; ben daha hızlı, ışık hızından daha çabuk
kendimi yeniden yeniden değiştiriyorum...
213.SEANS
Sevgi, hoşgörü, adaletli davranma, erdemlerimden
oluşturduğum sihirli anahtarımla, gülen yüzümle karşıma çıkan, açılmaz sanılan
her kapıyı açıyorum....
214.SEANS
Santim santim, hücre hücre, gen gen, kendimi tanıyorum ÜSTÜN
İNSAN a giden yolda…
215.SEANS
İçimde oturan bilge tut ellerimden; sonsuzluğa içimin
derinliklerine yürüyorum..
216.SEANS
ÜSTÜN İNSAN’ ı
hissediyorum, istiyorum, yaşıyorum...
217.SEANS
Kucaklıyorum ben’imi gökyüzünü cebime koyup düşünce hızıyla kendi iklimlerime gidiyorum...
218.SEANS
Fırlatıp atıyorum karanlıkları; yerine ÜSTÜN İNSAN ın aydınlıklarını koyuyorum...
219.SEANS
Tüm gerçeklerin kalıplarının dışından bakıyorum… Evrenin sınırlarını böylece aşıyorum; teşekkürler
içimdeki ÜSTÜN İNSAN....
220.SEANS
İçimdeki ÜSTÜN İNSAN’ nın bana sunduğu bazı özelliklerini bu
gün de yoğurup, her nefeste milyonlarca kez kalıba döktüm; kendimi baştan
yeniden güncelleyip, formatlayıp sıfırdan ÜSTÜN İNSAN’ doğru programladım...
221.SEANS
Kendime yeten bilgeyim…
222.SEANS
Tek hedefim ÜSTÜN İNSAN’ nın da ötesine yürümektir… Onu da başaracağıma
inanıyorum…
223.SEANS
Büyük ve ulaşılamaz görüntüsü veren insanların küçük
yanlarını görüp; halkı nasıl kandırıp, şaşırttıklarını gördükçe kendi kendime
gülüyorum; tüm insanlara acıyorum... Ben’imin masumluğunu, dürüstlüğünü,
erdemlerini seviyorum, onunla övünüyor, kendimle gurur duyuyorum...
224.SEANS
Okyanuslarcasına derinim ve özgünüm...
225.SEANS
Ben’ im için yaşamaya
çaba harcamaya, savaşmaya, barışlar yapmaya, erdemlerimi arttırmaya devam ediyorum...
226.SEANS
Geleceğimi her nefesimle yeniden programlayarak, sil baştan
daha üstün ve daha iyilere ÜSTÜN İNSAN’ a doğru şekillendiriyorum...
227.SEANS
İçimin ruhumun zenginliklerini-sınırsızlıklarını-muhteşemliklerini
keşfettiğimde dışımdaki dünyanın daha çok sahte değerlerle dolu olduğunu somut
biçimde görüyorum...
228.SEANS
Doğan her gün ÜSTÜN İNSAN’ a gitmemde öz su görevi yapan
doğal destek...
229.SEANS
Tüm sınırları kaldırıyorum; ötenin daha da ötelerine
gidiyorum...Yeni ben, yeni yaşam, yeni program, her şeyimle yeni kendimler programlıyorum...
230.SEANS
Yakıyor, pişiriyor, eritiyor, yeni kalıplara döküp kendimden
yeni ben’ ler çıkartıyorum, dolu dolu yaşarken yönüm hep yukarıya, ÜSTÜN’ lüğe
dönüyor…
231.SEANS
İçimde oturan BİLGEM, insanın milyonlarca yıllık belleğiyle
sınırsızca besliyor, sonsuz pınarlarını, sınırsızca sunuyor... Beni yönetiyor,
yönlendiriyor, olgunlaştırıyor, yukarılara çıkmam için uğraşıyor…
232.SEANS
Ruhun bazen henüz doğmamış bir ateş parçası oluyor...
233.SEANS
Hep doğruyum...
234.SEANS
Kendimi kendimle paylaşıyorum...
235.SEANS
Ben’ i benden öteyi biliyorum, orayı istiyorum, aradaki
ÜSTÜN İNSAN a koşuyorum...
236.SEANS
Evrenin çözümüyüm...
237.SEANS
Ululuğun yoluyum...
238.SEANS
Ben’ im evrende bitmeyen ışık..
239.SEANS
100 yaşımın bilgeliğini de hiçbir şeye değişmem doğrusu...
240.SEANS
Ben’ im için evren, evren için de sadece BEN varım...İçimde
ÜSTÜN İNSAN la ölümsüzlüğü yürüyen ölümlü canım...
241.SEANS
Kendimi çok seviyorum; bedenim ve ruhum birbirine aşık;
özümü hor görme cahilliğine, aptallığına kapılmıyorum....
242.SEANS
Hangi yöne yelken açtığımı biliyor; en küçük bir yeli bile
yaşamımı daha iyi yönlendirmek için kullanarak, ÜSTÜN İNSAN ı hissediyorum...
243.SEANS
Aşkın, sevginin sonsuz pınarıyım; sonsuz mutluluğum…
244.SEANS
Doğru BEN’im..
245.SEANS
Ete kemiğe bürünmüş
en somut gerçek, inanılacak tek görüntüyüm...
246.SEANS
Dünyaya ne kadar uzağım, kendime ne kadar yakınım...
247.SEANS
Kim başkasını anlatırsa yanlış anlatır; tüm cevherler ben’
imde var... En kolay Ben’ imi sever, özler çözer, karıştırır, tanır,
tanıtırım...
Kendini keşfedemeden, tanıyamadan, anlamadan, başkalarını anlatmaya,
yazmaya, yapılandırmaya çalışmam yanlıştır...Böyle durumlarda hemen kendime, en yakın tanıdığım olan özüme
koşuyorum, içimdeki bilge ye sığınıyorum, ÜSTÜN İNSAN ın özelliklerine
yaklaşarak varlığımı rahatlatmaya kendi erdemlerimle yaşama yeni baştan
başlamaya çalışıyordum...
248.SEANS
Basamak basamak bazen de en aşağılarıma içime iniyorum;
kendimi dinliyorum; içsel dünyamın o bölümlerini keşfediyorum
249.SEANS
İçimdeki bilge ÜSTÜN İNSAN’ a ulaşabileceğim mesajları
veriyor...
250.SEANS
Benimle başladı evren; ben de bitecek... Başka deyişle, ben
varsam, evren var; yoksam o da yok… Evrene anlam verenim…
251.SEANS
Sırtlayıp yaşamımı içimdeki ÜSTÜN İNSAN’ a gidiyorum...
252.SEANS
Sonsuzdan sonsuza akan yaşam isimli okyanustaki noktalardaki atomlardan biriyim ...
253.SEANS
ÜSTÜN İNSAN a yürümeye, yüreğimdeki on binlerce yaşındaki hafızasını
bana sunan bilgeme ÜSTÜN İNSAN’ a yürümeye devam edeceğim...
254.SEANS
Gizemler içindeki en büyük gizemim..
255.SEANS
Vazoda, ondaki çiçekte benim...
256.SEANS
Yaşamamım bir gün yüzde yüz bitecek; bunun uzun süren bir
düş olduğunu biliyorum...Gocunmuyorum... Durmadan kendimi geliştirmeye,
yenilemeye, yükselmeye yönümü üstünlüğü dönük olarak ışık hızıyla ilerlemeye
devam ediyorum…
257.SEANS
İçimdeki ÜSTÜN İNSAN’
a ulaşmak için koşmam yaşamımın özünü oluşturuyor...
258.SEANS
En mutlu canım; basit varlıktan, kusursuz, ölümsüz ÜSTÜN
İNSAN’ a koşuyorum... Ne büyük mutluluk benim ve tüm insanlık için…
259.SEANS
Sonraki hedefim ÜSTÜN İNSAN a ulaşıp onun bazı özelliklerini yaşamak ve diğer
insanlara örnek olmak...
260.SEANS
Yazdıklarım, anlattıklarım, sonsuzdan sonsuza akan zaman
nehrinde herkese yetecek-düşünsel olarak dünya insan ailesini besleyecek,
durmadan kendisini üreten balıklarımdır...
261.SEANS
Yaşam sahnesinde başka rolleri kabul etmediğim, onlara asla
sığmadığım için sadece kendi rolümü oynuyorum...
262.SEANS
Zamanın örsünde, olayların çekiciyle BEN imi dövüyor, ısıtıyor,
parçalara ayırıp dövüyor, dövüyor, yeniden şekil veriyor, olgunlaştırıyorum... Ateşten
parça olan ruhumu damıttıkça damıtıyor ,
iyiliklere, ÜSTÜN İNSAN a ulaşmak
için tüm kötülerden ve kötülüklerden arınıyorum...
263.SEANS
Ben gerçeğim...
264.SEANS
Ben aklımı, aklım da ben’imi yarattı; ikisi de birleşerek
ÜSTÜN İNSAN a giden yolu göstererek, oraya yönelmemi sağladı…
265.SEANS
Ruhumu araştırma, kendimi yenileme, yeniden programlama
kusursuzluğuna taşımanın savaşçısıyım...
266.SEANS
Bilgeliğin ötesindeki ÜSTÜN İNSAN a gidiyorum...
267.SEANS
Ben’ imle barış ve özgürlük içinde, en iyi şekilde yaşamak istiyorum...
268.SEANS
Tüm filozofların düşüncelerinin altına imzamı atıyorum…
269.SEANS
Öyle büyük, öyle sınırsız, öyle erdemlerle, coşkularla,
sevinçlerle, sevdalarla, aşklarla doluyum ki; insanlar hiç durmadan yazsalar da anlatamayacaklar...
Bu doluluk beni ÜSTÜN İNSAN’ yükseltiyor….
270.SEANS
Kaçırdığımı sandığım bazı yaşamsal fırsatlar ,ÜSTÜN İNSAN’ a
ime giden yolda, yatağımı
derinleştirmeme, yeniden programlayıp, şekillendirmeme ve kutlu yola ulaşmama
yardımcı oluyor...
271.SEANS
Ey ölüm! Sana hazırım: senin korkunu yendiğim için beni asla
korkutamayacaksın... Sen geldiğinde zaten ben beden isimli evimden çoktan çıkıp
gitmiş olacağım... Hiç karşılaşmayacağımız için bu konuda en küçük bir çekince
duymuyorum....
272.SEANS
Tarih öncesi vardım; sonrasında da olacağım...
273.SEANS
Benim evrenin geçmişteki, şimdiki, gelecekteki tek ve en
üstün varlığı...
274.SEANS
Ey içimde oturan BİLGE daha yükseklere, ÜSTÜN İNSAN a
hazırım...
275.SEANS
Tükeniyor yaşam; o bitmeden oraya koşmak, ÜSTÜN İNSAN’ nın
yüksekliğine ulaşmak, ölümsüzlüğün ötesinin ötesine geçmeye gidiyorum...
276.SEANS
Zaman düşüncelerimi daha da bileyip keskinleştiriyor; ben’
imi dünden daha kolay yeniden istediğim her nefesimde defalarca silip yeniden
programlıyorum...
277.SEANS
Zaman benim ...
278.SEANS
Düzen benim; doğruyu
tartan tek terazi de BEN....
279.SEANS
Anahtarı da, kilidi de ben açarım: sonsuzluğa ve özgürlüğü
giden yolum...
280.SEANS
Ben’ im dışıma çıkıp kaçıncı seyrediyorum evreni, kendimi...
281.SEANS
Suskunluğum ben’ imi dinlememdendir...
282.SEANS
Sonsuzluktaki son; sondaki sonsuzluk ben’ im...
283.SEANS
İçimdeki bilge, binlerce yıllık hafızasını bana sunuyor... ÜSTÜN
İNSAN’ a koş diyor, koşuyorum , koşuyorum...
284.SEANS
Dışıma çıkıp evrene, dünyaya, yaşama, kendime, zamanın
akışına bakıyorum... Film şeridi gibi ışık hızıyla geçiyor her şey.... Ayaklarımın
altında kalıyor her şey....
285.SEANS
Görülmeyeni göstermek, tadılmayanı tattırmak, bilinmeyi
öğretmektir görevim...
286.SEANS
Her şeyden arınıp yükseliyorum ÜSTÜN İNSAN’ a ... Ohhh...
287.SEANS
Ben’ im en anlamlı değerim, ben’ im tüm değerlerden daha
anlamlı ve parıltılı-sonsuz ışık...
288.SEANS
Ne çok bilgiye ulaştım? Ne kadar sevgiyle doluyum? Sadece ilginin
ve sevginin tüm evrene yetecek kadar sonsuz kaynağıyım...
289.SEANS
Yüzde yüz öleceğim... Savaşım, çabam olağanüstülüklerle dolu
olan içimdeki ÜSTÜN İNSAN a ulaşmaktır...
290.SEANS
Yaşamın her zerresini
dolu dolu yaşayıp ölümü hak edecek biçimde var olmaya çalışıyorum....
291.SEANS
Yaşamım baştan sona
kadar ÜSTÜN İNSAN a ulaşmak için koştuğum denemeler bütünüdür...
292.SEANS
Tabu ben’ im… Ben tabuyum…
293.SEANS
Zamanların ötesindeki mühür ben’im....
294.SEANS
Düşüncelerimi her çağda daha da çok parlayacak biliyorum; insanların düşüncelerini daha çok bileyen
sihirli güçüm....
295.SEANS
Tüm örtüleri açıyorum; tüm sırları görüyorum, gülüyorum... Bir
nefeste hepsinin ötesine geçiyorum...
296.SEANS
Yükseliyorum... ÜSTÜN İNSAN’ a gidiyorum...
297.SEANS
Ben’ im tek değerim,
tek anlam, pırıltı, ÜSTÜN İNSAN a giden can...
298.SEANS
Çabam savaşım içimdeki ÜSTÜN İNSAN’ a ulaşmaktır....
299.SEANS
Yaşamım gibi ölümü hak edecek biçimde davranıyorum...
300.SEANS
İçimde oturan bilge; binlerce yıllık hafızasını sunuyor
bana...
Bilgem şöyle diyor; Ey insan; kendini zavallı, aciz,
aşağılık, hor görme, nefret etme; kendinden sevgini esirgeme... Kendini küçük
görmekten vazgeçersen, kurtulabilirsen daha çok yücelecek,ÜSTÜN İNSAN olarak
evreni avuçlarının içine alacaksın...
301.SEANS
Aydınlığın peşindeyim; aydınlığın sunduğu ÜSTÜN İNSAN’ a ışıklar
içinde gidiyorum...
302.SEANS
İrkileceğim sınıra yaklaşıyorum ...ÜSTÜN İNSAN beni
bekliyor... Onunla sınırsızlığa akacağım; içimdeki bilge, içimdeki ben’ im tut
elimden haydi...
303.SEANS
Her nefesimde düşünsel boyutta milyonlarca kez doğup,
milyonlarca kez ölüyorum: her ölümümde daha geniş kapılar açıyorum, her
doğumumda yeni bir can, taze bir umut, ölümsüz düşüncelere daha
yakınlaşıyorum... Onları tutuyorum, yaşamıma aktarıyorum, kağıt, kalem,
bilgisayar tuşlarıyla yaşamımın izlerini evrene kazıyarak
belgeselleştiriyorum...
304.SEANS
İçimde milyarlarca evrenler, dünyalar oluşuyor; ÜSTÜN İNSAN nın
gözüyle bakıyorum... Evrenin üstündeyim, ayaklarımın altındaki evreni ilgiyle
izliyorum...
305.SEANS
Ben’im kendime en büyük armağan...
306.SEANS
Yüreğim ışık topuna dönüşüyor, büyük ve sonsuz güneş gibi
selamlıyor beni ÜSTÜN İNSAN...
307.SEANS
ÜSTÜN İNSAN beni sarıp sarmalıyor...
308.SEANS
Delip gökyüzünü ışık ışık akıyorum zamanın içinden zamandan
hızlı, zamanın ötesindeki ÜSTÜN İNSAN’ a...
309.SEANS
Daha ileri, daha yukarılara daha derinlere yürüyorum; kan ter
içinde ÜSTÜN İNSAN’ la ...
310.SEANS
Duru kan sıcağında aydınlıklarımda geziyorum.... Boyuttan
boyuta düşünce hızıyla geçiyorum...Bilinenlerin, görünenlerin ötesindeyim...
311.SEANS
İçimdeki milyarlarca evrenime sığmıyorum; hiçbir evren taşıyamıyor BEN ‘imin
büyüklüğünü...
312.SEANS
İnanılmazlıkların, sınırsız bilinmeyen boyutların
ötesindeyim...
Zamansızlık, mekansızlık, boyutsuzluk kapısını açıyorum,
ÜSTÜN İNSAN la…
313.SEANS
-Ohhhh....
314.SEANS
En yüce mektup benim..
314.SEANS
ÜSTÜN İNSAN...
315.SEANS
Yepyeniyim, pırıl pırılım; dünyaya, yaşama, evrene yeni
gözle bakıyorum....
316.SEANS
Daha ileri, daha yüksek, daha hızlı, daha diri, daha kararlı,
daha özgürüm...
317.SEANS
Akışım da, yatağım da ben’ im...
318.SEANS
Ben başlıyorum her şeyin bittiği yerde...
319.SEANS
Ey ben’ im aydınlık denizim,
bir damla su gibi sonsuzluğuna karışmaya sana geldim...
320.SEANS
Gökler seriliyor ayaklarımın altına... Başım yıldızlardan
daha da yüksek…
321.SEANS
Her zamankinden daha çok olgunum ...
322.SEANS
ÜSTÜN İNSAN ..
323.SEANS
İçimin güneşi; ruhumun eşi ben geldim...
324.SEANS
Özgürüm...
325.SEANS
Bin ömrüm olsa; hepsini bu yolda harcarım...
326.SEANS
Bilgelik benim yolum.....Tüm örtüleri kaldırıyor, net açık,
somut olarak her şeyi gösteriyor ve yaşatıyor....
327.SEANS
İnsanın damarlarında yürüyen kanım...
328.SEANS
Güneşim...
329.SEANS
Uyuyan zamanın kolları arasından sıyrılıp, her nefeste
gecesiz yıldızların ötesindeki boyutlara yumuşakça geçiş yapıyorum....
330.SEANS
Ben’ imin gizemli dalga boyutları tüm sırlarını açıyor,
gösteriyor bana artık...
331.SEANS
Gecesiz, gündüzsüz boyutlardayım; ölümün ötesindeki boyutlarda
beni bekleyen ÜSTÜN İNSAN’ layım....
332.SEANS
-Ben’ imin çizdiği doğru rotasındayım...
333.SEANS
-Ohhhhh....
334.SEANS
-Heyyy!! Duyun beni… Artık yükseklerdeyim..
335.SEANS
Tüm karanlıklar bitiyor; her yer ışık, her yerde sayısız
güneş...
ÜSTÜN İNSAN ı buldum, göstereceğim tüm insanlığa..
336.SEANS
Enerjiyim, sonsuzlukta...
337.SEANS
İçimdeki evrenlerimdeyim...
338.SEANS
Ben’ imin sonsuzluğundayım...
339.SEANS
Heyyy!!!!
340.SEANS
Her nefeste milyarlarca kez kendimi yeniliyorum,
programlıyorum... Tüm dünyasal çekimlerinden kurtuluyorum...
341.SEANS
Işık olup ışığa akıyorum... Her şeyi açıkça görüyorum;
ulaşılmaz geleceklere ayak izlerimi bırakıyorum…
342.SEANS
Karanlıklar eriyor ışığımdan...
343.SEANS
Sınırım, sorunum, yok; evrenim...
344.SEANS
Her şeye ruh veriyorum...
345.SEANS
Zamanın rüzgarına yüklüyorum sesimi; sonsuz geleceğe
gönderiyorum...
346.SEANS
Işık ben’ im..
347.SEANS
Ey doğa! Beni yani insanı oyuncak olarak yarattın kendine;
şimdi ulaştığım kusursuzluğumdan korkuyorsun, ÜSTÜN İNSAN’ dan kaçıyorsun... Yarattığın insan isimli bu oyuncağın başına bir gün dert olacağını,
yarattığın tüm yasaların dışına çıkacağını düşünmedin, hesaplayamadın değil mi?
Bana katlanacaksın başka şansın yok...
348.SEANS
Tüm evren benim ÜSTÜN
İNSAN ‘ım artık...
349.SEANS
Tek hakim ben’im...
350.SEANS
Aydınlıklara akıp, aydınlıklarca çoğalıyorum...
351.SEANS
Kırılan zamandan sonsuzluğa koşuyorum; uçuyorum, ışıkların
kaynağı olan ÜSTÜN İNSAN’ ım..
352.SEANS
Ben’ imle ışık deniziyiz; sonsuzluktan sonsuzluğa akan...
Düşünce hızıyla değişen, gelişen, yenilenen, hareket eden
beyaz, sarı, kırmızı, eflatun, mavi, gökkuşağı renklerinde ben’ im...
353.SEANS
Tüm boyutlarda ben varım... Tüm dalga boyutlarında
olacağım...
354.SEANS
Kutlu zamanlardaki ışıklar denizinden, ışık olup sonsuzdan
sonsuza zamanın önünde akıyorum...
355.SEANS
Dev ateş dağları, okyanusları arasından yürüyerek geçmeyi
başarıyorum; ÜSTÜN İNSAN’ nım...
356.SEANS
Ölçüm, tartım, değerim kimse olamaz... Kimseyle eş
tutulamam... Kimseye benzetilmek istemiyorum… Artık ben ÜSTÜN İNSAN’ ım ...
357.SEANS
Çevremdeki yörüngemde dönüyor tüm evren...
358.SEANS
Boyutları değiştiriyorum; yaşanmamış hayatlar sunuyorum ;
kendimi yeniden yeniden programlıyorum; geliştiriyorum; sonsuz gelecekte de
değiştirilmeyecek kusursuzluğa yürüyorum...
359.SEANS
Sığmıyorum evrene ;
evren benim avuçlarımda...
360.SEANS
Söyleyeceklerim artıyor ; daha da derinleşiyorum...
361.SEANS
Dinliyorum kendimi ; evreni ; içimdeki ÜSTÜN İNSAN ın
sesini...
362.SEANS
Özgürüüüüüüüm!!!!!!
363.SEANS
Gören gönüllere görünüyorum...
364.SEANS
Ben’ i dinleyen kendini anlar, beni gören kendini görür...
365.SEANS
Sevginin sınırsızlığındayım...
366.SEANS
Nehirlerle okyanusların buluştuğu gibi ÜSTÜN İNSAN’ ım.....
367.SEANS
Şimşekler avucumun içinde, gök gürültülerinin arasından
süzülerek Ben im şefkatine, bilgeliğine ulaşıyorum...
368.SEANS
İnsan sıkı dur...
369.SEANS
Bedenimi ısımı, bedenimi, nefesimi, her şeyi bırakıp
ulaşıyorum içimdeki ÜSTÜN İNSAN a ...
370.SEANS
Galaksilerim benim; sonsuzluktaki bilinmezlikler benim;
insanın ayaklarının altına seriyorum... Evrenleri bir hücreme bir genime
sığacak kadar görüyorum...
371.SEANS
Geçmişi geçiyorum; geleceği gökyüzünün olmadığı yerlerdeki
EVRENİM’ imin evrenine giriyorum...
372.SEANS
İnsanın binlerce yıllık bellek kayıtları bende uyandı, görünür
hale geldi, anlamlandı, vücut buldu, düşünce ve yaratma boyutu kazandı...
Söz olup söyledim...Yazı
olup yazdım...Sonsuz zamanlardan tatlara uzanıp onları yakalayıp
yaşadım...
373.SEANS
Yeni boyutları keşfettim; keşfedeceklere yeni yol gösterdim,
rehberlik yaptım...
374.SEANS
Sancıların en büyüğünü çektim...ÜSTÜN İNSAN’ a ulaşırken...
375.SEANS
İçimdeki her şeyden kurtuldum... Düşünce hızıma ulaştım; her
şeyi gördüm, dokundum, anladım, çözdüm....
376.SEANS
Mutluluk, sevinç, doyum, aşk... Ohhhhh!!!!
377.SEANS
Artık kendimleyim; beklediğim, binlerce yıldır özlediğim
mutluluklara ulaştım... Düşünce hızıyla ona kavuştum, zamanın ötesine geçtim:
istediğim, beklediğim an işte buydu...Tüm zamanların üstünde; tüm değerlerin
ötesinde koşarak Ben’ ime ulaşmanın coşkusu tüm evrene yetecek bir ışıktır.... Ben’
imi tüm evrene, tüm insanlığa sunuyorum.... Ölümümün de ötesine geçtim ... Ateşten
ruhum, hep üstün düşüncelere ulaşmak
beyaz, temiz, arı- duru, pırıl pırıl bir yaşama kavuştum artık... Işık ışık
oldum... Her şeyi, her gizemi maskesiz gördüm... Her şeyin üstünde zirvelerin
zirvesindeyim artık...Yeni galaksiler yaratıp, yeni nesil insanlara örnek
olmaya devam edeceğim... ÜSTÜN İNSAN ı yaşamaya , örnek olmaya devam ediyorum... Aslında aradığım da
bulduğumda bendim, kendimdim… Abdulkadir
kaçar, Adana, Türkiye…
SON FİLOZOF KİTABININ ARKA
KAPAINDAKİ ABDULKADİR KAÇAR’LA İLGİLİ YAZILANLAR;
Abdulkadir Kaçar’ın
filozofluğu tartışılmaz
(Y.Sinan Tanyıldız
Gazeteci/yazar)
Abdulkadir Kaçar bu kitabı
yazarak filozof olmayı hak etmiştir…
(M.Demirel Babacanoğlu
eğitimci-şair-yazar)
Yunus’tan Platon’a, Galile’
den Descartes’ea Freud’ sevecenliğiyle insan olmanın düşünsel erdemini yaşama
geçiriyor Abdulkadir Kaçar
(Cumali Karataş
araştırmacı-şair)
O bir filozoftur
(M.Demirel Babacanoğlu
eğitimci-şair-yazar)
Bir filozoftan başka hiç
kimse bu düşüncelere ulaşamaz
(Ahmet Dokuzoğlu, şair-yazar)
Aramızda yaşayan büyük bir
adamdır Abdulkadir Kaçar… Keşfedilmemiş büyük bir hazinedir o…
(Hasan Artuk, araştırmacı-yazar)
Abdulkadir Kaçar kelimenin
tam anlamıyla mutluluk adamıdır…
(Polyanna Succi)
Çocuk oldun mu Abdulkadir?
Olmadıysan şöyle bir saatliğine çocuk ol; bundan sonra nereye gideceksin?
Bakacaksın filzofla buluşacak bu çocuk
(M.Demirel Babacanoğlu Eğitimci-şair-yazar)
…/Kaçar yazça bizden küçüktür
ama aklen büyüktür…
(Battal Pehlivan,
eğitimci-yazar)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder