25 Ekim 2021 Pazartesi

ABDURRAHMAN BOZTAŞ ANILARI..

 

                                             ABDURRAHMAN BOZTAŞ ANILARI..

                                                 (you tube ünlü Türk kahramanı)


                     

 

            ÖNSÖZ-1

            Bu dosyada, Adana’lı gazeteci, bağımsız milletvekili adayı, her tarakta bezi olan, (50 den fazla mesleği olduğu herkesçe bilinen ) insanların HOCAM; ya da Boztaş diye hitap ettikleri, benim de 40 yıldan beri tanıdığım, uçuk–kaçık arkadaşım Abdurrahman BOZTAŞ ‘ın anı gibi fıkraları, fıkra gibi anıları yer alıyor... Abdurrahman Boztaş, hayallerini yaşayan insandır… Ya da yaşadıklarını da hayal olarak düşünen, dünyada ikisini birbirinden ayıramayan, ayırsa da kimseleri inandıramayan, her zaman söyledikleri, yaptıkları, anlattıklarıyla çelişkileri herkes tarafından açıkça görülen ilginç bir kişiliktir…

            Ben, Boztaş’ın anılarını kendisinden değil, çevresindeki dostlarından, arkadaşlarından, meslektaşlarından, kentte görüştüğü her meslek gurubundaki insanlardan derledim... Doğaldır ki, 40 yıldan beri sağımda solumda, bulunan, çeşitli ortamlarda birlikte olduğumuz, kendi yaşadıklarımı ve gözlemlerimi de kattım...

            Ani ölümüm halinde, bu dosyanın da kitaplaşması, bu çağda yaşayan her Adanalının görevidir diye düşünüyorum...Kim yayınlarsa yayınlasın, helal olsun... Yaşadığı çağında, giyimi-kuşamı, anlattıkları, ayaküstü sohbetlerinde ortaya sürdüğü uçuk-kaçık, mantıkla ilgisi olmayan düşünceleriyle herkesin çok ilginç bulduğu, caddede, sokakta, çarşıda pazarda, dolmuşta, otobüste, gazetede, televizyonda, lokantada, bahçede, bol bol zarf atarak hocanın uçuk fikirlerine fikir katan Boztaş’ı  tarih ve zamanın çok iyi değerlendirerek hak ettiği yere oturtacaklarına inanıyorum…

ABDULKADİR KAÇAR...9 Eylül 2007 Adana, Türkiye…

           

 

 

 

            ÖN SÖZ-2  DİYEBİLİRİZ...

            Abdurrahman Adana nın gülen  ve de güldüren yüzüdür...Abdurrahman;  süzme Adana lı denilebilir... Bağrı açık, kundurasının topuğuna basmış, çeyrek yürüyen; sağ omuzu aşağıda - sol omuzu yukarıda, ceketini yarım giymiş, eski Adanalı havası var...

            Diğer taraftan entelektüel yapıyı hedefleyen, aralarına girmek için her türlü numarayı çekmesine karşın bir hayli başarısız olan, ama tüm Adanalı’lar gibi o camianın sempatisini de kazanan birisidir... Ünlü  tarihçi Senekon;

            -Adanalı’ lar bedenen kavi, aklen zayi insanlar, diye bir not düşmüş...

            İşte Abdurrahman Boztaş, belki de bu ekolden geliyor... Her insan 100 üzerinden değerlendirilebilir; ancak Boztaş’ ın 80/’ e kadar değerlendirme şansı var, 80 den sonrasını ALLAHLA BOZTAŞ ın kendisi biliyor… Bir yere kadar akıllı; hem anlaşılır; deha derecesinde yaratıcı düşüncelere sahip görüntü verirken, birkaç saniye sonra da  anlaşılmaz oluyor... Boztaş’ ın tüm güzellikleri, tüm mücevherleri, tüm dehası aslında o yüzde 20 lik arada-bölümde bulunuyor... Orasını keşfedenler ise bitip tükenmeyen bir maden bulmuşçasına Boztaş’ a bağımlı hale geliyor...        ABDULKADİR KAÇAR... 2007-Adana, Türkiye…

 

 

 

 

 

 

 

            BAKAN ARKADAŞI ÇIKTI...

            Sağlık bakanı Yıldırım Aktuna’ nın Adana’ ya gelmesini havaalanının apronunda bekliyoruz... Abdurrahman Boztaş, çevresindeki gazetecilere, heyecanla gün yüzü görmemiş düşüncelerini, iddialarını anlatıyor ;

            -Nuh un gemisini Toroslar da buldum... Hem gemiyi yaparken kullanılan halatların yapıldığı sarmaşıkların yerini de saptadım...

            -Eski başbakan Adnan Menderes asılmadı, dublörü asıldı; kendisi bizim köyümüzde yaşıyor...

            -Aids hastalığına çare buldum... Benden başka kimse bu konuda çare bulamaz...

            -Uzaylıların fotograflarını çektim, ama sırlarının açıklanmasını istemedikleri için rica ettiler, ben de makinemdeki filmi çıkartıp kendilerine verdim, gibi...

            Özellikle, mesleğe yeni başlayan gazeteciler, her iddiası karşısında, adeta nefes almadan şoke olmuş durumda  dinliyorlardı... Boztaş hocamın  sınır tanımayan - ipe, sapa gelmez daha inanılmaz iddiaların en can alıcısı da, az sonra havaalanına inecek, uçaktan çıkacak olan Sağlık Bakanıyla ilgili olanıydı... Boztaş zafer kazanmış bir komutan edasıyla; çevresinde toplanan 50 civarındaki gazeteciye şöyle dedi;

            -Arkadaşlar, şimdi uçakla gelecek Sağlık Bakanı  Dr. Yıldırım Aktuna da benim arkadaşım... Beni çok iyi tanır, iyi pek çok sohbetlerimiz olmuştur...

            Gazeteciler iyice şaşırdılar, kiminle konuştuklarını ölçüp tartmaya başladılar... Boztaş ı önceden tanıyan gazeteciler birbirine göz atıp gülümsedi... Genç gazetecilerin Boztaş’ ın tuzağına düştüğünü falan işaret ettiler... Bu konuşmalar sürerken, Bakanın uçağı havaalanına indi;  kapıları  açıldı; Yıldırım Aktuna 100’ e yakın gazetecinin arasından sıyrılıp geçerek   Abdurrahman Boztaş’ a  yöneldi  elini uzattı ;

            -Sevgili Dostum Abdurrahman Boztaş’ ım  nasılsın? diye öptü...

            Gazeteciler şaşkınlıktan neredeyse buz kesti... Herkesin kafası karıştı; Boztaş ın söyledikleri gerçekten doğruysa... O zaman, Nuh’ un gemisini bulması ve diğer iddiaları da   doğrudur diye gazetecilerin kafası karıştı...

            ....

            ADANA DA ÖLECEĞİM...

            Abdurrahman Boztaş müdür beyin yanına geldiğinde morali çok bozuktu...

            -Oofff off Müdür bey...Adana da beni kimse anlamıyor... Artık Adana’ yı terk etmeye karar verdim... Sen kültürlü adamsın, bana bir Adana ya veda mektubu yazar mısın?

            -Hay hay ...Yazarım, dedi müdür bey...İki gün sonra gel mektubunu al...

            Boztaş üç gün sonra  sabahleyin erkenden Müdür Beyin yanındaydı...

            Müdür bey, Boztaş için kaleme aldığı, onun duygu ve düşüncelerini anlatan  “ADANA YA VEDA”  mektubunu öyle duygulu, öyle içten yazmışı, öyle etkileyici bir ses tonuyla okuyordu ki; Veda mektubunun ortasına gelmişti ki;  Abdurrahman’ nın gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı... Mektubun sonuna geldiğinde  ise, Boztaş hüngür hüngür ağlıyordu... Ve hıçkırıklar arasındaki ağlayan bir sesle;

            -Müdür bey, beni çok duygulandırdın; harika bir mektup yazmışsın.... Senin sayende benim Adana için önemimi bir kez daha anladım... Adana’ yı ölünceye kadar terk etmeyeceğim... Halk beni anlamamakta gayet haklı; ben beni kendimi anlamıyorum ki; insanların beni anlasın. İnsanlardan bunu bekleyemem...

            Mektubu aldı, gözyaşları arasında cebine koydu, gazetede yayınlatacağını söyleyerek hızla uzaklaştı....

            ....

 

 

 

           

            MİKE TYSON HİKAYESİ...

            Yeni kurulan hükümetin Sağlık Bakanı  Adana ya gelmiş; çeşitli kurumlarda incelemelerde bulunmuştu...Bakan Bey parti il binasında basına kapalı bir toplantı yaparken; biz de Boztaş hocam la biraz eğlenelim dedik...

            Hocamın başka özelliği; yeryüzündeki herhangi bir konudan söz edilse;

            -Hayır onu bilmem, diyemez, demez..

            Dünyayla ilgili, uzayla ilgili, yer altı ve yerüstündeki tüm konularla, mesleklerle ilgili her alanda bir şeyler konuşulsa, hocam hemen atılır;

            -En iyisini ben bilirim, der.. Bir konuda bir uzman gerekse ;

            -En büyük uzman benim, der... Kısacası hoca her konuda, en büyük uzmanlardan daha da uzmandır... Ustalardan daha ustadır, işçilerden daha işçidir... Bakalım dedim, şimdi hocama bir zarf atayım ne cevherler yumurtlayacak ?

            -Hocam, duyduğuma göre dünya ağır sıklet boks şampiyonu MİKE TYSON’ la Amerika da çok özel bir maç yapmışsın....Maçı sen 3-0 kazanmışsın... Ver şu mübarek elini öpeyim hocam… Hoca parmağını dudaklarına götürerek sus işareti yapıp kimsenin olmadığı bir bölüme başka bir odaya  geçmemizi işaret etti.... Bir odaya geçtik; ilk defa, hayatında ilk defa şöyle dedi ;

            -Hayır...Mike Tyson la maç yapan o  kişi ben değildim... Ama, çok samimi bir arkadaşım, devletin üst düzeyinde görevli bir arkadaşım maç yapıp 3-0 kazandı... Adını söyleyemem... Bu devlet sırrı...

            Hoca hayatında ilk kez kendini piyasaya sürmedi... Ama, laf olsun diye söylediğim, dünya ağır sıklet boks şampiyonu MİKE TYSON’ la ilgili arkadaşını hayalinde maç yaptırarak kendisine pay çıkartmış oldu... Yine karlı çıkmayı başardı....

            ...

            VAHİ ÖZ LE 2, YILMAZ GÜNEY LE 3 FİLMDE OYNADIM...

            Yaratıcılıkta ve hayalcilikte asla sınır tanımaz hocam... Hayallerini olmuş gibi yaşayan dünyadaki tek insandır... Geçen yıllarda yapılan Altınkoza Film Kültür ve Sanat  etkinliklerinin birisine katılan sanatçı ve gazeteciler  bir ünlü otelin lobisinde sohbet etmeye başladık.. Hocam az sonra kapıdan beyaz palto, top sakal, siyah gözlük, hilal kaşları, orjinal piposuyla görkemli biçimde girdi ve yanımıza  geldi...

            Konuştuğumuz sanatçı, bizi bırakıp havalı biçimde aramıza katılan Abdurrahman hocaya yöneldi: kısa bir tanıştırmadan sonra onu artist falan sandı galiba;

            -Abdurrahman bey, peki sizler neler  yapıyorsunuz bu arada? Yeni projeler var mı?  Eskiden yaptıklarınızdan da söz edin biraz, dedi...

            Boztaş, gerindi, havalara girdi; Hollywood sanatçılarına taş çıkartan bir profesyonel rol  edasıyla; yılda milyarlarca dolar kazanan bir artist havasıyla;

            -Şeeey... Aslında öyle pek önemli şeyler değil... Adana’ lı  ve bizim mahalle çocuğumuz olan rahmetli Vahi Öz le iki filmde oynadım... Sanatçının gözleri açıldı;

            -Eee?Nee?

            -Yine önemli değil; Yılmaz Güney’ yle üç filmde başrol oynadım...

            Adana’ ya Altınkoza film kültür ve sanat etkinliklerine;  konuk olarak gelen sinema sanatçısı hocaya biraz alaycı, biraz üzüntülü biçimde gülümsemekle yetindi... Kafasından küçük bir hesap yapmıştı bile... Kül yutacak cinsten değildi... Oysa Vahi Öz Adana’ lıydı ama 1920 li yıllarda doğmuştu ... Boztaş 1949 da doğduğunda Vahi Öz ün filmleri sinemalarda gösteriliyordu... Vahi Öz öldüğünde Boztaş kısa pantolonla geziyordu... Sanatçının kafası iyice karışık olarak Adana dan ayrıldı...

            ....

            BOZTAŞ IN KUVVETLİ NEFESİ

            AYTAÇ DURAK I KAZANDIRDI...

            Arkadaş vardır ekmek hava su gibi sürekli ararsın... Arkadaş vardır ilaç gibi gereksinim duyduğunda ararsın... Arkadaş vardır mikrop gibi kaçarsın... Boztaş, bu üç gurubu da kapsadığı için; başımızın hem belası, hem sevdası, hem güzelliklerimizin içindeki bir güzellik... Günlük olarak senaryo yazıp uyguluyoruz...Günlük senaryolarımızı yaşamak gerek; anlatmakla olmaz... Son yerel seçimlerde Büyükşehir Belediye Başkan adayıydı... Oy kullanmadan bir gün önce otomobilimle Adana sokaklarını bir bir gezdirdim hocama... Rakibi olan tüm Adana Büyükşehir Belediye Başkanı adaylarının afişlerinin karşısında 3-5 dakika durduk, hocam rakibi olan belediye başkanlarının afişlerine başarılı olmamaları için okuyup üfledi... Başka bir afiş ; Hocam yine okudu üfledi... Başka bir adayın afişinin önünde durduk;

Hocam yaklaşık 15-20 afişin karşısında okuyup üfledi... Aytaç Durak’ ın afişinin önüne geldik ;

            -Haydi hocam oku üfle !

            -Yoook olmaz...onun için  evime gittiğimde okuyacağım, dedi...

            Hocam, Aytaç Durak ın afişinin karşısında okuyup üfleseydi, inanıyorum ki, o kaybedecek ve Büyükşehir Belediye Başkanının koltuğuna Abdurrahman Boztaş’ ın kendisi oturacaktı... Neyse, hevesini  bir daha ki yerel seçimlere saklasın...

            ....

            KORSAN YAZILIMCIYI ÇILDIRTTI...

             İstanbul dan Korsan Yazılımla ilgili en üst düzeyde bir uzman gelmiş; Adana Hilton-sa da bilişim sektörlerinde çalışanlara seminer veriyordu... Adana’ daki yerel televizyon kanallarında çalışanlar olarak bizde izliyorduk... Boztaş hocam soru yanıt bölümünün gelmesini beklemeden, herkesin nefes almadan dinlediği ortamda ayağa  kalktı en büyük uzmana sordu ;

            -Bey efendi, benim internet sitem var...Yaptığım bir tablomu, uyguladığım bir projemi yüklediğimde  biri hemen girip çalıyor...Bunu önlemek için ne yapmalıyım?

            Korsan Yazılım Uzmanı şaşırdı; böyle bir soru beklemiyordu... Henüz soru yanıt bölümüne geçilmemişti...Yine de terbiyeli ve seviyeli biçimde şöyle dedi ;:

            -Beyefendi, ben yazılım uzmanıyım... İnternet’ le ilgili fazla bilgim yok...

            Yüzlerce kişinin önünde, Boztaş attı fırçasını; Türkiye nin kabul ettiği uzmanı sıkıştırmaya başladı;

            -Nasıl uzmansın sen o zaman? Bunu bilmeyen insana uzman denilir mi?

            -Şeeey... Uzmanın kafası iyice karıştı, seminer verdiği yüzlerce kişinin içinde renkten renge girdi... Ne diyeceğini bilemedi.... Boztaş sürdürdü; Boztaş uzmanın üstüne bir daha hamle yaptı;

            -Benim internetteki sitemin beynine, bilgisayarımın beynine birileri giriyor... Birileri düşüncelerimi çalıyor... Nasıl çözümleyemezsin? Adana’ ya neden geldin o zaman ?

            Dünya çapındaki uzman yine hık mık etti...Yanıt veremedi... Bu arada, çalıştığı televizyonun kameramanının uzmanla yaptığı bu atışmayı çektiğini sanan Boztaş a zarf attım;

            -Hocam sen öyle diyorsun ama Kameramanın bile seni çekmiyor...Dışarıda sigara içiyor....

            Boztaş Kameramanını aramak için  koşarak dışarıya çıktı ;

            -Uzman bey, hocam size bir soru sordu; onu biraz daha konuşturun, dedim... Uzman dalgayı anladı ;

            -Siz, gülmek için bunu yapıyorsunuz değil mi? dedi...

            Boztaş ı da  sorularını da artık gülümseyerek karşıladı...

            ...

 

            İNSANLAR AĞAÇ KABUĞUNDAN MEYDANA GELDİ...

            Çalıştığım  gazeteme gelmek için sabahleyin erkenden otobüse bindim; baktım Boztaş hocam da orada... Biraz sonra inenler falan  oldu, yanına oturmamı istedi... Ben de oturdum... Hay oturmaz olaydım... Kulağıma eğildi;

            -Sana bir sır vereceğim, ama kimseye söyleme tamam mı?

            -Aman hocam aşk olsun, bu güne kadar hangi sırrını açıkladım ki?

            Hoca bana güvenerek ;

            -Kimse duymasın; insanın yaratılışı konusunda çeşitli teoriler var... Yok efendim Adem le Havva dan dünyaya gelmişler; yok efendim Mars tan gelmişler, yok efendim  maymun soyundan gelmişler... Bunların hepsi yalan ve uydurma...

            Merak ettim;

            -Hocam öyleyse  insanlar nasıl meydana gelmiştir? Şimdi bunu  daha çok merak etmeye başladım doğrusu?

            Fısıltı şeklinde, kulağıma eğilerek;

            -İnsanlar ağaç kabuğundan meydana geldiler... Yaptığım son bilimsel incelemeler sonucu gördüğüm olay budur; evet topraktan geldi diyoruz; çünkü ağaç kabukları toprağa düşüyor, toprak oluyor...  İnsan topraktan ağaç kabuğu sayesinde oluşuyor...

            Hocam konuştukça sıkıldım; ben sıkıldıkça hocam konuştu... Gazeteye varmama daha belki 5-6  durak olmasına karşı kendimi Atatürk Caddesinde otobüsten zor attım kendimi  hocadan kurtulmayı başardım...

            ....

 

            ADNAN MENDERES YAŞIYOR...

            Hocamla yine Büyükşehir Belediye Otobüsünde seyahat ediyoruz... Hay karşılaşmaz olaydım; hoca da bir çene, bir çene var ki susturana aşk olsun... Ama, bu yolculuk sırasında duyduklarım beni şoke etti...

            Hocam gayet samimi;

            -Sana bir sır vereceğim ama kimseye söylemeyeceksin...

            -Tamam... Ayıp ettin hocam, bu güne kadar hangi sırrını açıkladım ki;

            -İyi o zaman; şimdi dinle...1960 da Türkiye de askeri darbe oldu ya....

            -Evet...

            -Dönemin Başbakanı kimdi?

            -Rahmetli Başbakan Adnan Menderes?

            -Ne oldu Adnan Menderes e biliyor musun?

            -Bilmiyorum...Merak ettim hocam...

            -Adnan Menderes’ i asmadılar; yerine dublörünü astılar... Adnan Menderes hala Adana da yaşıyor... Geçenlerde karşılaştım ve kendisiyle uzun uzun sohbet ettik...

            -Yapma hocam ya?

            -Ama, bu devlet sırrı... Kimse bilmiyor, sen de kimseye söyleme tamam mı?

            -Tamam hocam... Ama benim bildiğim Adnan Menderes 1902 doğumluydu...Yani bu gün için 107 yaşında olması gerekir...

            -Sen oraları karıştırma; bana inan ama kimseye de söyleme tamam mı?  Bu bir derin devlet sırrı...

            -Peki hocam... Nasıl istersen öyle olsun...

            ....

 

            DEVLET BU ADAMDAN YARARLANMALI...

            Çalıştığım televizyondan haber için dışarı çıkıyordum ki;

Çok sevdiğim, saygı duyduğum, işinde gayet başarılı olan sekreter arkadaşım;

            -Bir dakika, bir şey sorabilir miyim?dedi…

            -Tabi, dedim duraksadım...

            -Dün yerel bir televizyon kanalında bir gazeteci konuşuyormuş... Annem bu kişinin konuşmalarından çok etkilenmiş... Hatta bu konuşmacıyı komşularla birlikte izlemişler....

            Annem diyor ki bu gazeteci kim? Çok güzel konuşuyor, çok ilginç fikirleri var... Devlet bu adamdan yararlansın dedi... Nerede eğitim aldığını merak ediyor... Kendisiyle tanışmak istiyor... Benden rica etti... Bunu ancak siz yapabilirsiniz...  Annemi arayayım isterseniz  bir de siz konuşun isterseniz, dedi…

            -Tamam, dedim...

            Sekreter annesini aradı, hangi televizyon kanalı olduğunu, saat kaçta konuştuğunu, kişinin tipinin nasıl olduğunu sordum... Bizim Abdurrahman Boztaş hocam çıkmasın mı karşıma... Üstelik sadece bizim sekreterin annesi değil, komşuları da toplu olarak izlemişler programı ve hocama hayran olmuşlar.... Sonuç olarak ;

            -Ben inanıyorum ki; Boztaş hocam ulusal bir televizyonda da program yapsa, tüm Türkiye izler; ve iddia ediyorum ki, Hulki Cevizoğlu’ nun programını gerilerde bırakır...

            Hocam, Türkiye ye mal edilmelidir... Türkiye ya mal edilmemesi ülkemizin en büyük kaybıdır...          

            ....

            ADANA NIN İNEK  ŞABANI

            Hükümetler Türkiye de olumsuz gündemlere karşı Kemal Sunal filmlerini kullanıyorlar... Örneğin sigaraya zam yapıldığı gün; akşam Kemal Sunal filmi oynatılıyor... Gündemi İnek Şaban değiştiriyor...

            Güneydoğu olayları olunca; Kemal Sunal filmleri oynatılıyor... İnek Şaban yine gündemi değiştiriyor...

            Türkiye deki hükümetler olumsuz her gündem maddesi söz konusu olduğunda, KEMAL SUNAL’ ın , İNEK ŞABANINI oynatıp halkı güldürüp rahatlatıyorlar...

            Adana da diyelim ki moral bozucu bir gündem maddesi çok can sıkıcı... Boztaş hocamı hemen yerel 4 televizyonun ortak yayın yaptığı ekranlara çıkartmak gerekli...

            Adana diyelim ki çok önemli bir evladını yitirdi diyelim;

            Abdurrahman Boztaş’ı hemen tüm yerel televizyonların ortak yayınlarına çıksın halkın morali düzelsin... Örneğin, 1998 depremi olmuştu; 145 kişi yaşamını yitirmişti, halk sokaklarda yatıp kalkıyordu, keşke o zamanlarda Boztaş’ ı ekranlara çıkartsaydık, herkesi güldürürdü... Abdurrahman’ a da , Adana nın İNEK ŞABAN ı demek yanlış olmaz... Adana ‘nın şöyle ya da böyle bir rengini oluşturuyor... Ben  Hocamı her gördüğümde çok gülüyorum...  En son bombası;

            -Ben suya bakınca, normal insanların, yani sizin görmediklerinizi görüyorum...  Evde kalmış kızların bahtını bir günde açarım koca bulmalarını sağlarım… Milli piyangodan para bile çıkartabilirim... Cezaevindeki idama mahkum olmuş mahkumları bir gecede özgürlüğüne kavuştururum....

            Bana , geçen gün Boztaş , bunları anlattı... Katıla katıla güldüm; kentimizin bir rengi Boztaş’ sız bir Adana düşünemiyorum bile... Tam Kemal Sunal filmlerinin Adana versiyonu gibi....

            ....

            BELEDİYE BAŞKANI KOLTUĞUNDA ZATEN BEN  OTURUYORUM....

            Abdurrahman Boztaş, geçen dönemde yapılan Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olmuştu...        Her yerde afişleri vardı, kartvizitler dağıtıyordu.... İnönü Parkının yanındaki taksi şoförlerinin hepsinin otomobilinde Boztaş posterleri yer vardı... Hocamı gördüm;

            -Bana neden çalışmıyorsun? dedi...

            -Hocam ben belediye çalışanıyım, senin propagandanı  gizli gizli yapıyorum...

            -Çok teşekkür ederim dedi, sanki belediye başkanı seçilmiş edasıyla konuştu...

            Biraz daha hava vermek istedim;

            -Hocam, bu gidişle Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna sen oturacaksın...

            Seçimlere daha 1 aydan fazla olmasına karşın;

            -Ben Zaten Büyükşehir Belediye Başkanı koltuğunda oturuyorum... Çok büyük projelerim var onları birer birer uygulayacağım...

            Artık bana kendisini anlatırken; hayalini kurduğu belediye başkanı olarak mı düşünüyordu, ya da  kendini öyle görüyordu bilemiyorum... Seçim oldu, hocamı 3 ay ortalıkta göremedim...

            ....

            BELEDİYE BAŞKANINA SAYGILIYIM...

            Abdurrahman Boztaş hocam, Adana Büyükşehir Belediyesinin karşısına şövalesini koymuş, binanın resmini yapıyordu... Aslında harika bir ressamdır, ama her orijinal yeteneklerinde olduğu gibi, ressam olarak da çağında anlaşılamamıştır... Tablonun bir köşesine mevcut Belediye Başkanı Sayın Aytaç Durak’ ın yağlı boya portresini kondurmuş...Aman ne güzel olmuş... Boztaş a dedim ki ;

            -Abdurrahman Hocam, sen Adana Büyükşehir Belediye binasını çok güzel yapmışsın, ama Sayın Aytaç Durak’ ın resmini koymuşsun tablonun bir kenarına... Hani, Büyükşehir Belediye Başkanlığının koltuğunda oturuyordun.... Neden kendi portreni koymadın?

            Silkindi, boğazını temizledi, gayet inandırıcı bir ses tonuyla;

            -Olmaaaz... Mevcut Belediye Başkanına karşı saygısızlık olur.... Halkı şu anda Sayın Aytaç Durak temsil ediyor... Ona saygım sonsuz...

            O tablo bitti; kenarına da Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Aytaç Durak ın portresini yerleştirmişti... Sanırım Başkandan yüklü bir bahşiş koparttı... Helal olsun...

            ....

            BEN ADANA NIN MEVLANASIYIM...

            -Biz fırıldak değiliz...

            -Bu tekere çomak sokmayın, sloganlarıyla Adana Bağımsız ve bağlantısız Milletvekili adayı olan Abdurrahman Boztaş  Adana da bir ilki başlattığını gittiği her yerde övünerek anlatıyordu...

            -Ben dönerek halka mesajımı verdim... Biz fırıldak değiliz, dedim... Ben Adana nın Mevlana’sıyım.... Tüm İnternet sitelerinde dönen insanlar var... Ve benim dönmemle birlikte dünya dönmeye başladı...

             Boztaş zaman zaman akıllı mesajlar vermiyor değil...

            -Ben Ankara’ ya bağımsız ve bağlantısız milletvekili olarak gitmeyi başarsaydım, büyük bir fon oluşturacak, yoksul fakir – fukaralara yardım edecektim... Daha da önemlisi ERKEK SIĞINMA EVİ, KADIN SIĞINMA EVİ açacaktım... Karısından dayak yiyen kocalar, kocalarından dayak yiyen kadınlar ücretsiz olarak bu evlerde istedikleri kadar konuk edileceklerdi... Şu andakiler gereksinimlere yanıt vermiyor... Daha da çoğaltacaktım...

            Karısından dayak yiyen kocalar konusunda çok ciddiyim;  her şeyi yaşayan biri olarak insanları, kadınları, erkekleri çok iyi tanıyorum artık...  Karısından dayak yiyen erkekler daha mahzun, daha zavallı, daha yardıma muhtaç hale geliyorlar... Damdan düşen gelsin yanıma özdeyişine ne kadar çok uyuyor...

            ....

            SARI BASIN KARTI  VE KURT KÖPEĞİ

            Abdurrahman Boztaş boynunda her zaman üç dört fotograf makinesi eksik olmaz....Bir kaç tane de kamerası sürekli yanındadır... Ama çektiği ne bir fotoğrafı, ne de bir görüntüsü gazetelerde ve televizyon kanallarında yer almaz, yer aldığı da görülmemiştir....

            Otomobilin ön koltuğunda oturan hocamla, benzin almak için petrole girdik; petrolün bahçesinde harika bir mini hayvan bahçesi vardı... Kanaryalar, papağanlar, bülbüller cıvıl cıvıl, rengarenk çiçeklerin içinde ötüyordu.. Boztaş ‘a;

            -Boztaş...Lütfen, şu kuşların, papağanların, toplu olarak fotoğraflarını çek... Çok güzel bir haber olur...

            Boztaş, birkaç saniyelik  nazlanmadan sonra otomobilden indi,  mini hayvanat bahçesinin fotograflarını çekmeye başladı... O sırada, uzun zincirle bağlı, aynı yerdeki kurt köpeği birden Boztaş’ ın üstüne saldırdı, hocamı uyardım;

            -Sarı basın kartını göster... Hocam sarı basın kartını göster…

            Boztaş, köpek kendisini ısırmasın diye, sarı basın kartını çıkartıp, kurt köpeğinin yüzüne korkuyla tutup, titrek bir sesle;

            -Basın...Basın...diye feryat etti... Ama, köpeğin basın kartından anlayacağı yoktu... Boztaş ı  sanırım en duyarlı bölgesinden ısırıverdi..

            ....

           

            SEVDA ÖYKÜSÜNÜN BAŞLANGICI ;

            Bir kafeteryada, bir polis memuru arkadaşım ve Abdurrahman Boztaş la birlikte, üçümüz  oturuyoruz; polis arkadaşım kardeşine akşam yemeğe gidecek, kardeşinin ismi de Abdurrahman; yani polisin cep telefonunda iki Abdurrahman ismi alt alta yazılı... Kardeşine mesaj yazdı ;

            -Aşkım bu gün sana geliyorum...

            Mesaj, yanlışlıkla, polisin kardeşi Abdurrahman a değil de, Abdurrahman Boztaş a geldi... Aynı masada oturuyoruz, Boztaş bir den çırpınmaya,  komik komik hareketler yapmaya, sanki  elektrik çarpmış gibi davranmaya başladı... Biz de korktuk.... Heyecanlandı, gözleri falan açıldı... Sağa sola baktı falan kalktı;

            -Nereye gidiyorsun Boztaş?

            -Sevgilim aradı... Oraya gideceğim, dedi...

            -Oğlum, yıldırım aşkına mı tutuldun, kara sevdaya mı tutuldun  nedir, neden böyle davranıyorsun?

            -Evet, dedi... Yıldırım aşkına tutuldum, buna kara sevda da diyebilirsiniz...

            Daha sonra, ısrarla bu olayın üstüne gittim, saatlerce sorguladım, sorguladım...

            -Sevgilin kim? Haberim olmadı? Biz kardeş değil miyiz? Her zaman her yerde senin yanında değil miyim? Lütfen şu sevgilini bana bir anlat kim bakalım?

            Benim söylediklerimden yola çıkarak; o anda aklına ilk gelen isim olan SEVDA’ yı ağzından çıkartmış bulundu...

            -Yengenizin ismi Sevda.. .Aramızda sır olarak kalsın... O beni seviyor, ben de ona deliler gibi aşığım... Hem de derin devletten bir kız sevdim, dedi...

            O andan itibaren, o tarihten itibaren, tüm gazeteciler, sivil toplum örgütünün başkanları, aklınıza gelen gelmeyen herkes; telefonunda Abdurrahman Boztaş ismi bulunan herkes SEVDA oldu... Biz artık Sevda  olarak mesajlar göndermeye başladık... Günlerce, aylarca sürdü... Hala da yoğunluk artarak devam ediyor...

           

            ....

            SEVDA ÖL DESE ÖLECEK...

            Bir kafeteryada oturuyoruz... Cep telefonumu masanın altına soktum, örtünün altında  ne yaptığımı görmesin diye; cep telefonumun  mesaj bölümüne geldim, yanımda oturan Boztaş ın cep telefonuna  mesaj attım..

            -Aşkım ben Sevda‘yım... Seni görüyorum... Gözlüklerini lütfen indir- kaldır... Senin de beni gördüğünü anlayım, dedim...

            Hemen mesajı okudu, elektrik çarpmış gibi sağa sola baktı, bir saniye sonra da gözlüklerini indirdi- kaldırdı, tekrar indirdi – kaldırdı....

            İçimden kahkahalarla gülüyordum ama kendimi zor tuttum... Bakalım Sevda için Abdurrahman Boztaş neler yapacak... Cep telefonumu masanın altına gizleyerek yeni bir mesaj yazdım yanımda oturan  Boztaş’ ın telefonuna  Sevda diye gönderdim...

            -Hayatım, şimdi saçlarını tara, dedim...

            Mesajı aldı, başladı saçlarını taramaya... Taradı, taradı, taradı... Gözleri Sevda’ yı arıyor... Ben masanın altındaki cep telefonumdan ona Sevda diye mesaj atıyorum hepsi o.... Baktım, Sevda nın söylediği her şeyi yapıyor; bir mesaj daha yazdım ;

            Kahverengi gözlerin/yere gelsin dizlerin...

            Bu gece bize gel /….görsün gözlerin...

            Mesajımı alır almaz, sanki Boztaş’ ı yıldırım çarptı... Sandalyeden güüüüm diye aşağıya yuvarlardı.... Hemen, bayıldı... Ambulans çağırmaya falan kalktık... Sonra toparlandı... Ama gözleri hala Sevda yı arıyordu...

            ...

            KIRMIZI KAZAKLI ÇOCUK...

            Boztaş benim üç dört metre ötemdeki bir arkadaşıyla sohbet ediyordu... Hemen kafamda bir senaryo oluşturdum;  Boztaş’ ın cep telefonuna Sevda gönderiyormuş gibi   mesaj gönderdim...

            -Aşkım, Kültür ve Turizm Müdürlüğünün yanındaki Akbank ‘ın önünde para almak için  sıradayım... Çok sıkıldım… Burada bir tanıdığın varsa gelip  bana yardımcı olur musun?

            Banka Şubesiyle de aramızda 20-30 metre vardı... Abdurrahman hemen koşa koşa Akbank a gitti...  Sağ baktı, sola baktı Sevda’yı göremedi... Tüm hareketlerini izlediğim için Sevda olarak İkinci bir mesaj daha yazdım ;

            -Aşkım kuyrukta bekleyen kırmızı kazaklı çocuk var ya, beni öptü... Bana elle sarkıntılık yaptı... Terbiyesizin dersini ver...

            Telefon mesajlarına ayet gibi inanan, asla en küçük bir şüphe göstermeyen Abdurrahman hemen kuyrukta bekleyen, hiçbir şeyden haberi olmayan kırmızı kazaklı çocuğa,

            Bir tokat attı... Bir tekme , birkaç tekme daha çocuğa girişti...

            Bu sırada kırmızı kazaklı çocuk, ne olduğunu anlayamadı...

            Boztaş’ ın kendisine durduğu yerde vurmasına çok sinirlendi... Devlet kurumuna kadar bunu peşinden kovalayıp yakaladı... Su hortumuyla evire çevire bir iyice  dövdü... Abdurrahman Boztaş bayılıp  yere yığıldı... Öldü diye korktuk.. Hemen 112 yi arayıp ambulans çağırdık... Doktorlar geldi, tansiyonunu falan ölçtüler, hastaneye kaldırılması gerektiğini söylediler... Biz de tamam dedik... Boztaş’ ın cinliğine bak; kendisini sedyeye bindirmeye çalışan  hemşirenin kulağına;

             -Merak etmeyin, benim hiç bir şeyim yok... Sular semtinde beni ambulanstan indirin, demiş…

            Dayak yemekten kurtulmak için öldü numarası yapmış...Atatürk Caddesindeki Sular semtinde, hastaneye götüren ambulanstan atlayıp kaçtı....

            ....

            SEVDA İÇİN İNTİHAR ...

            Abdurrahman Boztaş hayali  aşkı SEVDA için yapamayacağı çılgınlık, giremeyeceği risk yoktur... Mesajlar çeker; mesajlar gelir… Boztaş için kimden ve nereden gelirse gelsin her mesaj ayet hükmündedir...  Boztaş inanır ve anında harekete geçer... Bazen cinleşir; kendisini sevip, nazı geçenlere sık sık mesaj gönderir ve intihar etmeye karar verdiğini bildirir...

            -3 metre ip aldım intihar ediyorum...

            Ya da,

            -Çok rahatsızım, doktora götürün, der..

            Ya da,

            -Bana para lazım... Yoksa kendimi Üniversal hastanesinin 18.ci katından aşağıya atacağım der...

            Vicdan sömürüsü yapar ama; karnı tok, cebinde de parası olunca, çok acımasız ve  çok  diktatörce davranır... Kimseyi takmaz, dediğim dedik bir ruh haline girer... Kendisini Sabancılarla bir görür, herkese emir vermeye kalkar...

            Gece yarısını çoktan geçmişti; cep telefonundan bayan sesiyle taklidi yaparak konuştum;

            -Aşkım, gel  beni şu oteldeki  hainlerin ellerinden kurtar, dedim..

            Gece saat 03;00 04:00 otelin önüne geldi... Baktı bir arkadaşımla orada duruyoruz; çevrede dolaştı, içeri girdi çıktı, tekrar dolaştı, tekrar girip çıktı... Sonra  Sevda’ yı göremeyince evine gitti.... İki üç gün telefonunu açmadı, kimse ona ulaşamadı.. .Sevda’ nın telefon mesajına çok üzülmüş olmalıydı... Bir gün oğlu geldi;

            -Babam intihar etti, dedi..

            Tabi çok üzüldüm; ziyaretine gittim... Gerçekten de karnına gelecek biçimde birkaç kendisine bıçak darbesi vurmuş... Sonra SSK ya gidip sardırmış...

            Boztaş,  aşkı Sevda uğruna göze alamayacağı hiçbir şey yoktur...

           

            ....

 

            KARISI TELEVİZYONU BASTI...

            Yerel bir Televizyonda Abdurrahman Boztaş’ la  canlı yayındayız... Televizyonun bir arkadaşta canlı yayına güya bir izleyici olarak bağlandı Boztaş ı hayali sevgilisi, Sevda olarak aradı;

            -Canım... Aşkım... Seni çok seviyorum.. En kısa zamanda görüşelim... Seni çok özledim gibi laflar etti...

            Program bitti; bir süre sonra dışarıdan inanılmaz sesler gelmeye - kapılar tekmelenmeye başladı;  bir kadın basbas bağırıyordu;

            -Bu rezilliği yanınıza bırakmam... Bana Sevda’ yı bulun... Onun saçını başını yolacağım...

            Dışarıdan inanılmaz gürültüler,  koşuşturmacalar, tartaklanmalar, tekme tokat, kavga sesleri geliyor... Boztaş nefesini tuttu, konuşamadı, ayağa kalktı;

            -Eyvaahhh... Hanım televizyonu bastı... Beni saklayın... Beni görmesin diye sus pus oldu.. girecek delik aradı...

            Arka kapıdan Boztaş ı kaçırdık; kıl payı eşinin stüdyoyu basıp kendisine dayak atmasından  kurtulmuştu... Eşinin televizyonu basması hocamda orijinal fikirlerin oluşmasına neden oldu..... Abdurrahman Hocam, bağımsız bağlantısız milletvekili seçilebilseydi, ERKEK SIĞINMA EVİ açacaktı... Eşinden dayak yiyen erkeklerin sığınma evinde galiba en çokta kendisi kalacaktı.... Bir süre sonra programı yapan arkadaşla bana bir mektup geldi... Boztaş’ ın tüm kirli çamaşırlarını ortaya döküyordu... Onun yaptığı yanlışları, hataları bir bir anlatıyordu... Tabi, onu en iyi kim tanır?. Mektubu Boztaş’ a vermedik... Böylece Abdurrahman Boztaş ailesinin yuvasını dağılmaktan kurtardık...

            ....

 

 

            HER BAYAN ONUN İÇİN KESİN SEVDA DIR...

             Boztaş merkezli yaşayan  gazeteciler olarak bir araya geldiğimizde,  aklımıza hemen  hocam gelir...

            -Ne yapalım, ne yapalım?

            -Bitişik odadaki dahili telefondan Boztaş’ ı bir arayalım ... Neşemizi bulalım...deriz...

            O günde  yine aramızda bulunan bir  Bayan arkadaşın SEVDA olmasını, onun rolünü oynamasını rica ettik... İş yerindeki dahili Telefonu verip  Boztaş ı arattık,

            Sevgilisi SEVDA olarak 15-20 dakika telefonla işletti..

            -Nasıl seçim kampanyası yapıyorsun? Ayıp değil mi ?

            Biraz fırça atınca, morali birden bozuldu, SEVDA’ yı çok sevdiği için;

            -Benim işim var... Sevda, ben seni daha sonra arayacağım, diye telefonu kapattı...

            Sevdaya telefonda bile kötü söz söyleyemeyen Boztaş, odada bulunanlardan çıkarttı sinirini... Sonra bağıra çağıra, yeri göğe indirerek binayı terk etti...

            ....

 

            SEVDA DEVLET HASTANESİNDE...

            Bir  kebapçıda oturuyoruz... Aramızda bulunan bayan arkadaş, yine Sevda rolünü üstlendi... Bir iki metre uzağında oturan Abdurrahman Boztaş’ a mesaj çekti ...

            -Sevgilim... Ankesörlü telefonun yanına git ve  benden mesaj bekle, dedi...

            Boztaş koşarak hemen belirtilen ankesörlü telefonun yanına gitti...

            Sevda rolündeki bayan arkadaş daha önceden numarasını bildiği ankesörlü telefonu çaldırdı; Boztaş hemen kaldırdı ;

            -Sevgilim, ben şu anda kaza yaptım seni biraz sonra yine arayacağım...

            -Tamam, diye Boztaş telefonun yanında beklemeye başladı...

            Bu sırada bir yurttaş, ankesörlü telefonu kullanmak için yaklaşırken; Boztaş telefonun üstüne abandı;

            -Git kardeşim... Git buradan, diye nasıl bağırdı...

            Adam biraz daha ısrar etti, Boztaş aynı feryat figan ile;

            -Telefon arızalı dedim sana, diye dişlerini sıkıp adamın üstüne yürüyünce, telefondan vazgeçen kişi kaçarak canını zor kurtardı...

            Bir süre sonra Sevda rolü yapan hanımefendi çok yakınında bulunduğu  ankesörlü telefonun bir daha çaldırdı...

            -Sevgilim, şu anda kaza geçirdim… Devlet hastanesinin acilindeyim,acilen oraya gel, dedi...

            Boztaş, az önce oturduğu masadaki çantasını, kaparak kimseyle vedalaşmadan devlet hastanesine doğru gitti... Yanındaki masadan, 20 metre uzaktaki ankesörlü telefonu arayan Sevda rolü yapan bayan başta olmak üzere hepimiz hocamın her şeye inanmasına, saflığına  çok güldük...  Hoca sabahtan akşama kadar devlet hastanesinin her odasını aradı ama Sevda’sı yoktu....

            ....

            SEVDAYA PARA GEREK...

            Abdurrahman Boztaş’ a çalıştığı yerel televizyon para ödemiyordu... Kendisi de çok sevdiği ekranlarda boy göstermek için sesini çıkartmıyordu... Boztaş bir gün Televizyonda otururken; Sevda rolünü üstlenen orada çalışan bayan muhabir  Abdurrahman ı yandaki odadan, dahili telefondan aradı...

            -Aşkım, dedi... Annem çok hasta bana acil olarak 300 YTL  para gerekli... Bu konuda yardımcı olabilir misin acaba?

            Boztaş,

            -Hemen aşkım, dedi...

            Telefonu kapatıp doğruca  televizyondaki yöneticinin karşısına dikildi;

            -Bana para gerek... Çok acil... Bir yakınım hastanede yatıyor...

            Olayları bilen, yerel televizyon yöneticisi ;

            -Tamam... Ne kadar gerekli?

            -300 YTL...

            -Hemen arkadaşın gelsin ödeme yapayım...

            Boztaş, olmayan Sevda yı cep telefonuyla  aradı;

            -Hemen gel, televizyon ödeme yapacak... İstersen birlikte televizyonda buluşalım...

            -Olmaz aşkım... Ben tek gelirim… Sonra elin adamı ne der, dedikodu yapılmasına gönlüm razı olmaz... Senin zor duruma düşmeni asla kabul edemem, dedi...

            10 dakika sonra Boztaş’ ı bitişikteki odadan, dahili telefonla arayan, Sevda rolünü oynayan arkadaş ;

            -Tamam aşkım...300 YTL ödediler, diye telefon açtı...

            Boztaş sevincinden havalara zıplıyordu...

           

            ....

           

            SEVDA DAYAĞI...

            Abdurrahman hocam için yaşamının  en önemli kişi hayali aşkı SEVDA dır...

            Sevda yurt dışı bağlantılıdır..

            Sevda  gizli haber alma teşkilatında ajandır...

            Sevda derin devlette görev yapar...

            Sevda Amerika da gezer...

            Sevda her yerde her şeydir...

            Sevda Telefon açar; Abdurrahman Boztaş Diyarbakır’ a gider..

            Sevda telefon açar Mersin de randevu verir Boztaş oraya gider...

            Hakkari, Siirt, Karadeniz, sevda aklına gelen her yerde Abdurrahman’ a randevu verir, hocam oralara koşa koşa gider ama,Sevda bir türlü oralara kendisi gitmez... Randevularına gitme konusunu asla ihmal etmez Boztaş koşarak, topuğu poposuna değerek gider, Sevda gelmeyince de üzüntülü biçimde döner gelir...

            Yine Sevda  rolünü oynayan, yanındaki arkadaşı hocaya, iki metre öteden cep telefonuyla  mesaj çekti...

            -Boztaş ben Sevda otogarda bekliyorum, dedi...

            Boztaş’ a cep telefonundan mesajı çeken kişi  onu bir gurup arkadaşları olarak otogara götürdük...Tabi Sevda yine ortada yoktu...

            Sevda olarak  randevu veren Arkadaşları olarak, hocamın saflıklarını göstereceği senaryolar üretip günlük stresimizi atıyorduk...  Yeşilevler, Fevzipaşa Mahallesi’nde dolaşırlarken  rast gele bir ev gösterdik ;

            -İşte Sevda nın evi burası...

            Boztaş ertesi gün kocaman bir tepsi baklava yaptırıp, Sevda’ yı babasından istemeye eve gitti.. .Kapıyı çaldı, kapıda iki tane genç delikanlı belirdi;

            -Hacı baba evde mi? dedi...

            -Hacı baba kim? Öyle birisi yok, dediler...

            Boztaş ısrar etti ;

            -Burası Sevda nın evi değil mi? Benim sevgilim olur kendisi...

            Delikanlıların kız kardeşinin adının da Selda olduğu için onlar SEVDA’ yı , Selda anlamasınlar mı?

            -Ne yapacaksın lan sen bizim kız kardeşimizi?

            -Allahın emri Peygamberin kavliyle, kendime isteyeceğim, deyince, delikanlılar  Abdurrahman Boztaş eşek sudan gelene kadar dövdüler...

            Daha sonra öldürmeye karar verdiler; ama araya giren aşiretler, Boztaş’ ın, durumunu anlattılar falan da, ölümden döndü... Ama Boztaş Sevdasın dan hala vazgeçmedi, ömrünün sonuna kadar da vazgeçeceğe benzemiyor...

           

            ....

            SEVDANIN YAKINLARI SIKIYOR...

            Abdurrahman Boztaş la Atatürk Caddesinde gündüz yürüyoruz...

            Yeni takım elbise almış ,  beyaz paltosu , siyah gözlükleri , yumurta topuklu , sivri burunlu kunduralarıyla artist gibi yürüyordu....

            Aklıma yeni bir senaryo  geldi ; birden feryat ederek hocamı uyardım ;

            -Hocam yaaaat yaaaat!!!!Sıkıyorlar....

            Mevsim kış üç günden beri yağmur yağmış her taraf çamur ; hocam  kendisini öyle bir yere  attı ki  , takım elbisesi falan çamurlara bulandı... Ağlamaklı bir ses tonuyla ;

            -Ne oldu yahu ?Kim sıkıyor ?

            -Sevda nın yakınları , akrabaları  taradılar...

            -Başını kollarının arasına almış , bağırıyor ;

            -Gittiler mi ? Geçti mi ?

            Bu kadar da saftır hocam...Takım elbisesi , paltosu , kaşkolu perişan oldu...Onların temizleme parasını da ben verdim , hocam gıcır gıcır oldu...Ben de az problem değilim yani...          

            ....

 

            ‘ SEVDADAN VAZGEÇMESEN ÖLDÜRÜRÜM...’

            Abdurrahman Boztaş, ben, bir arkadaş daha var yanımızda; Pozantı’ ya, kar görmeye ve mangal yapmaya gidiyoruz... Arkadaşımla daha önce,  senaryo yazdık... Arkadaşım  benim duymadığım şekilde Boztaş’ a;

            -Bak ..demiş... Bu arkadaşın yılan çıktı... Koynunda yılan beslemişsin....

Utanmadan senin aşkın, sevgilin Sevdaya asılıyor... Böyle dostluk olur mu?

            Gülek yaylasına geldik ;

            -Haydi çuvallara kar dolduralım, diye aracımızdan aşağıya indik...

            Kar topuyla vura vura hocamı  kıvama getirdik...

            Arkadaşımda da silah varmış;  Boztaş görmeden şarjörünü çıkartıp bana verdi;

            Çuvala kar doldururken,  tabancayı da Abdurrahman Boztaş a verdi.... Hocam arkamdan yanaştı, içi boş silahı kafama dayadı; haykırarak  beni tehdit etti;

            -Sevda dan vazgeç... Yılan gibi arkadaş çıktın.... Onun peşini bırak ... Yoksa seni öldürürüm... Katilin olurum... Sevda’ yı elimden hiç kimse alamaz....

            Arkadaşımda arkadan kıs kıs gülüyor... Ellerimi havaya kaldırdım geri dönüp, silahı elinden aldım... Avucumdaki şarjörü sürüp havaya 5-6 el ateş etmeye başladım... Karların arasında yuvarlanıyor; başını ellerinin arasına almış çocuklar gibi bas bas bağırıyor;

            -Ben ettim sen etme... Kurban olayım... Sen çok iyi bir arkadaşsın... Ayaklarının altını öpeyim sen etme, diye saatlerce yalvardı hoca... Yani hocam böyle birisi...

            Kendisinin istediği ve anladığı frekanstan konuşmaya devam ediyoruz...

           

            ...

           

            SEVDA YA 100 KONTÖR

            Dilberler Sekisinde oturuyoruz; Sevda nın telefon numarası diye kullanılan telefonda yanımızdaki arkadaşın telefonu... Arkadaşım ellerini masanın altına indirdi; cep telefonundan  karşımızda oturan Boztaş a mesaj çekti;

            -Aşkım, seni seviyorum... Nasılsın?

            Bu elektrik çarpmış gibi oldu, hemen mesajı okudu... Halbuki mesaj yanımızda oturan arkadaşın telefondan, Sevda diye gönderdiği mesajdı...

            -Benim kontörüm bitti....100 Kontör gönderir misin?

            Anında, mesajla 100 kontörü Sevda ya gönderdi... Kontur Sevda’ nın bildiği telefon olan, Boztaş’ ın karşısındaki arkadaşımın telefonuna geldi...  Abdurrahman Hocam, aslında kimseye bir kuruş harcamaz...Herkesten otlanır, ama, parasını  sadece ve sadece Sevda için harcar... Onun dışında kimse ondan kuruş yararlanamaz...

            ....

            SEVDA NIN SEVGİLİSİ ARIYOR...

            Abdurrahman Boztaş ın hayali sevgilisi Sevda olur da, Sevda nın hayali sevgilisi olmaz mı? Boztaş hocama cep telefonundan bir geldi;

            -Ayağını denk al... Sevda dan uzak dur.. O benim sevgilim.... Ayaklarını kırarım senin... Sevda benim aşkım ben cep telefonu şirketinde çalışıyorum... Senin telefonunu buldum, hattını iptal edeceğim... Türkiye deki hiçbir cep telefonu şebekesinden telefon alma ve konuşma şansın olmayacak... Hoca sinirlendi, küfürler savuruyor, kıpkırmızı oldu;

            Hemen kendisini gizli servis görevlisi derin devletten üst düzey gizli devlet yetkili birisi  olarak tanıdığı  arkadaşından yardım istedi;

            -Sevda nın sevgilisi diye birisi aradı…  Özel bir telefon şirketinde çalışıyormuş...

Benim Sevda ile görüşmemi engellemeye çalışıyor... Onu öldüreceğim... Duvara çivileyeceğim... Sözde gizli servis görevlisi rolündeki arkadaşı;

            -Hocam, rahat ol, biz gerekeni yaparız... Sen sakinleş ben gerekli olanı yapacağım... Kalbin falan duracak, dediyse de Hocayı ikna edemedi.... Küfürler savurarak o günden beri morali bozuk şekilde dolaşıyor... Bu  senaryomuz hala  devam ediyor...

            ...

            SEVDA DA GİZLİ TEŞKİLATTAN...

            Boztaş’ ın hayali sevgilisi her türlü kılığa giriyor... Bir defa gizli haber alma teşkilatında görev yapmaktadır... Derin devletin en güçlü en başarılı elemanıdır... Bazen de çeşitli firmalara girer üst düzey yöneticisi olarak çalışır... Dünyanın her tarafına operasyon ajanı olarak katılır... Türk filmlerindeki gibi, hayati kurtarma operasyonlarında kahramanlıklar gösterir... Sonra da Boztaş hocamı arar;

            -Aşkım ben İstanbul’ dayım..

            -İsviçre den arıyorum...

            -Ben Ceyhan dayım ,

            -Şanlıurfa dayım gel bekliyorum, der.. Boztaş ta tıkır tıkır gider ama her defasında da eli boş döner... Bir gün de;

            -Ben Karakolda yım aşkım...Gel beni kurtar, dedi...

            Boztaş, kamerasını taktığı gibi belirtilen karakola gitti... Ne Sevda vardı, ne de karakolda suçlu vardı...

            -Sevda burada mı? dedi...

            Karakolda görevlilerde;

            -Hayır, öyle birisi yok yanıtını verdiler...

            Boztaş ın ısrarlı, bunaltıcı soruları ve Sevda yı araması nedeniyle; polis  memurları  da, inanılmaz zor anlar yaşadılar.... Gazeteci nin aradığı kızın isminin  Sevda olması tele kız düşüncesini akıllarına getirdiler... Ama kamerası olduğu, gazeteci kimliği taşıdığı için de bir hayli sıkıntı yaşadı polisler... Ne yapacaklarını şaşırmışlardı... Zaten Sevda da bir düş ürünüydü...

            -Yok kardeşim... Sevda Mevda yok burada...

            Boztaş inanmadı; karakolun çevresini dolaşıp, pencerelerden içeriyi saatlerce  gözlemledi, gözlemledi...

            Bu Sırada Sevda dan mesaj geldi;

            -Aşkım İncirlikteyim... Buraya gelir misin?

            Boztaş İncirlikteyken;

            -Balcalı’ya gel, dedi...

            Balcalı’dayken,

            -İsviçre deyim; dönüşte görüşürüz, dedi...

            Sevda’ yı bir günlük izleme rekorunu kırdı o gün hoca ama, epeyce de yorulmuştu... Biz sadece gülüyor, gülüyor, kahkahalarla kendimizden geçiyorduk…

            ....

            SEVDANIN BABASINI KURTARDI....

            Üç dört kişi otururken Boztaş’ a yeni bir senaryo yazmayı düşündük... Sevda’ nın babası rolünü üstlenen dördüncü kişiye telefonla arattık...

            -Abdurrahman Yavrum, ben sevda nın babası HACI BABANIM....

            -Ooo Buyur HACI Baba  emret...

            -Yavrum, beni emniyet müdürlüğünde göz altında tutuyorlar... Bir yardımcı ol... Bir yanlışlık oldu galiba gel beni kurtar, dedi...

            Boztaş;

            -Emredersin babacığım, hemen gereken yerlere telefon açacağım... Sen merak etme, kurtaracağım...dedi...

            Boztaş ım durur mu ; kendisini gizli servis görevlisi olarak tanıtan arkadaşını arayıp durumu anlattı ,

            -Abdurrahman Hocam , sen kafanı yorma...İşi hallederim...

Telefonumu bekle, dedi...

            Ama, hocamın çırpınmasını biz yakın planda kahkahalar atarak gözlemliyoruz; bir taraftan da hepimiz katıla katıla gülüyoruz... Derin devlet diye bildiği bir kişiyi aradı...

            -Hacı babam gözaltında... Bu konuda yardımcı olur musun? dedi...

            Hacı Baba rolündeki arkadaş  20 dakika kadar sonra  cep telefonuyla Boztaş’ı yeniden aradı;

            -Sağ ol yavrum... Sayende özgürlüğüme kavuştum... Zaten bir yanlışlık olmuştu...

            Gizli servis görevlisi rolünü oynayan arkadaşı da telefon açtı;

            -Hocam, işini hallettim.. Nasıl memnun oldun mu ?

            -Sağ ol, dedi...

            Oysa ne Hacı Baba vardı, ne gizli servis görevlisi, ne göz altına alınmıştı kimse, ne de kurtarılmıştı... Kısa metrajlı bir BOZTAŞ  filmi herkesi o an için güldürmüş, stresleri alıp götürmüştü o kadar...

            ....

            KIL DÖNMESİ HİKAYE

            SEVDA İLE KARŞILAŞACAK...

            Abdurrahman hocam, SSK Hastanesine kıl dönmesi nedeniyle ameliyat olmak için yattı... Aslında kıl dönmesi hikaye; asıl amacı hastanede Sevda ile karşılaşmak... Çünkü Onun da hastanede yattığını bir türlü öğrenmişti.... Yattığının 2. gün 100 dolar verip sarışın bir kadın bulduk... SEVDA rolünü oynamayı kabul etti... Sevda, Abdurrahman hocamın hayalindeki gibi sarı saçlı mavi gözlü bir kadındı... Ev yemekleri yaptırdım... Otomobilimin arkasına koydum, Sevda da ile bunları Boztaş ı SSK Hastanesinin bahçesinde buluşturdum... Saat 23; 00 e kadar sohbet ettiler...

            -Eh artık bize müsaade... Sevda Hanımın da uykusu gelmiştir, .diye biz otomobilimize binip ayrıldık, Boztaş da yukarıdaki odasına çıktı...

            Nasıl yağmur yağıyor; nasıl soğuk hava anlatamam...  Biz eve gittik saat 02: 00 kapı çaldı... Baktık ki; hastanedeki pijamalarıyla Boztaş Hocam evin kapısında, sular gibi olmuş...

            -Buyur hocam...

            -Sevda nerede?

            Aslında sarışın kadına, Sevda rolünü tam olarak oynadığı için 100 dolarını ödeyip dörtyolda bıraktık... Zaten hayat kadınıydı... Ama hocanın rüyasını bozmamak için;

            -Ses çıkartma... Bitişik odada uyuyor... Çok yorulmuş... Seni görünce çok heyecanlanmış, dedik...

            Boztaş elektrik çarpmış gibi yerinde duramıyor... Gözlerini odanın kapısından ayırmıyor... Neredeyse kalkıp kapıyı açıp içeriye girecek, Sevda nın üstüne atlayacaktı... Ama Sevda yoktu... Ne yapalım, ne yapalım dedik;

            Lambaları söndürdük, elektrikler kesilir gibi yaptık; kapılar açıldı, kapandı, 3-4 dakika karanlık oldu... Sonra yeniden yaktık;

            -Sevda gitmiş... Boztaş Hocam... Senin burada olduğunu bilseydi gitmezdi, dedim...

            Ziyapaşa Bulvarında, o bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında; beyaz çoraplarıyla; bir o tarafa, bir bu tarafa koşup, yağmurun-soğuğun içinde, olmayan  Sevda’ yı  saatlerce  aradı...

            ....

 

            “BACIMI NASIL ÜZERSİN ?”

Turizm haftası etkinlikleri nedeniyle 3-4 otobüslük konvoyla  Kozan, Feke, Saimbeyli, Tufanbeyli yönüne bir gezi düzenlenmişti... Otobüs Vali yardımcısı başta olmak üzere çok sayıda üst düzey bürokratlar, sivil toplum örgütlerinin liderleri, gazeteciler, televizyon ekipleri, politikacılar  bulunuyordu… Sevda olarak diğer otobüsteki Boztaş’ı cep telefonumla  aradım;

            -Aşkım otobüsü durdur... Otomobille arkadan geliyorum... Senin yanına oturmak, seninle birlikte tarihi ve doğal güzellikleri izlemek gezmek istiyorum...

            Boztaş hemen koşarak otobüsteki vali yardımcısının yanına gitti;

            -Gelen var, lütfen  otobüsü durduralım....

            Vali yardımcısı da;

            -Olmaaaz... Zaman kaybederiz... Konvoydan koparız, dedi itiraz etti...

            Bir telefon daha açtım; doğu şiveli bir delikanlı olarak bastım hocama fırçamı;

            -Sen bacımı nasıl üzersin? Otobüsü neden durdurmadın? Sana vereceğim cezayı kendi ellerinle seç... Silah mı bıçak mı istersin? Seç istediğini... Adana da artık yaşaman olanaksız...Ya ölümü, ya Adana yı seçeceksin... Biraz hakaret, biraz küfür ettim... Boztaş gün boyu yaşadığı stres yüzünden sık sık bayıldı... Zor ayılttık... Bir kaç hafta sokağa çıkmadı korkusundan, başka zaman bağlasam durmayacak hocam gece gündüz yanımdaydı...

            ....

            BALIKLI GÖL MACERASI...

            Her zaman söylediğim gibi sevgili Boztaş hocam cep telefonu denilen teknoloji aletinin kurbanıdır... Gece yarısına doğru cep telefonuna bir mesaj geldi...

            -Malum şahıs seni Şanlıurfa da bekliyor...

            Adres falan bile sormaya gerek görmeden tüm hazırlıklarını yaparak yola çıktı... Doğru Merkez Otogara gitti... Biletini alıp sabaha karşı kente ulaştı... Şanlıurfa nın ünlü Balıklı Gölü kenarında iki gün iki gece aralıksız dolaştı...

            -Ne gelen vardı, ne de giden ...

            Gözleri hep aşkını, ebedi aşkı Sevda yı aradı... Her kadını ona benzetti, şarkılar söyledi, şiirler mırıldandı kendi kendine... Zamanın nasıl geçtiğinin bile bilincinde değildi...

            Şanlıurfa dayken başka bir mesaj daha geldi;

            -Aşkım Adana dayım...

            Hoca Adana ya döndü... Hayali aşkı Sevda’ dan  kurtulmadığı sürece daha çok felakete uğrayacaktır...Benden söylemesi....

            ....

 

            HOCANIN SAHTESİ...

            Amacımız   hocamı o gün için  ekmekti; o gün görüşmedik, ertesi gün geldi hocam...

            -Hocam sen akşam Tarsus’ ta değil miydin ?

            -Haydi beni ektiniz..Haydi haydi....

            -Aman hocam yapma… Yemin ederim seni ekmedik; dün akşam beni siyah bir araba Tarsus a götürdü... Masada  sen vardın... Birlikte oturduk ya anımsamadın mı? Hem de üstünde dünkü kıyafetin vardı... Emin olmak için nüfus cüzdanını istedim gösterdin.... Boztaş hemen senaryodaki rolünü üstleniverdi;

            -Hiç sorma gardaş, bir hafta önce nüfus cüzdanımı yitirdim... Kimliklerimi kaybettim... Hemen yenisini çıkarttırdım.... Demek ki benim kopyamı yapmışlar... Kaybettiğim kimliğimi ve diğer evraklarımı  kullanıyor...

            Tamamen inandı ; hemen Sevda yı aradı ;

            -Neredesin beni arayıp sormuyorsun? Seni çok özledim... Gözlerimde tüttün...Ne zaman görüşeceğiz ?  Sevda da rolünü oynayan arkadaşta rolünü  iyi yaptı;

            -Hayatım aşk olsun yarım saat önce birlikte değimliydik.... Lokantada bana yemekler ısmarlamadın mı? Hatta getirdiğin kırmızı güller şu anda elimde... Hayalimde sen varsın, seni yaşatıyorum... Aşkım yarım saat önce görüştük ya sen benimle dalga mı geçiyorsun?

            Hocam iyice şaşırdı; Sevda’ yı gayet ciddi ve sert biçimde  uyardı;

            -Sakın haaa... O  Abdurrahman ben değilim; O adamın kim olduğunu biliyorum... Senin görev yaptığın derin devlet benim sahtemi yapmış... Sakın inanma, onunla bir yerlere çıkma....

            Boztaş ın bir ay boyunca sahte mi – gerçek mi olduğunu tartıştık...Gelen Boztaş hocama dokunuyordu;

            -Sahte misin? Gerçek misin?

            -Bu Abdurrahman sahte mi, gerçek mi? diye her yerine dokundular...

            Boztaş, kendince hemen bir çözüm buldu; çok samimi olduğu her arkadaşına şifreler  verdi... Şifreyi bilen ve söyleyenlerle gerçek Boztaş olarak konuştu... Diğerlerine önem vermedi ve aramadı... Arayanlarla da konuşmadı... İşte hocam böyle birisi...

            ....

            SEVDANIN ONAYINI HEP ALIR...

            Boztaş hocanın ;

            Gizli Haber alma teşkilatlarında, Milli Savunma Bakanlığında, İçişleri Bakanlığında,

Genel Kurmay da, Kültür ve Turizm Bakanlığında sadece kendisinin tanıdığı çok üst düzeyde görev yapan yakınları – akrabaları – arkadaşları – dostları vardır... Bir yerlere aday mı olacak?

Hemen arayıp, onların fikrini alır... Bir konuda basın toplantısı mı yapacak? Ankara dan bilgi alır, izin alır... Ama asıl onayı SEVDA’ nın cep telefonuyla gönderdiği mesajdan alır... Sevda, yani olmayan sevgilisi( Ki o gün kim Sevda rolünü kim oynuyorsa odur... Bir gazeteci, bir televizyon program yapımcısı, bir belediye çalışanı, bir tablacı...) son onayı verir...

            Sevda nın onay vermediği hiçbir konuda adımını bile atmaz...

            Zaman zaman yanlış onaylar verse de Sevda onun için dünyadaki tek varlığıdır...

            ...

            SEVDANIN SELAMI VAR; SİGARA AL...

            Abdurrahman Boztaş, artık sevda konusunda son derece dikkatli davranıyor...

Hatta onu kendisine bir kazanç kapısı yapmaya çalışıyor... Geçenlerde yanıma geldi; gizemli bir şekilde, alaycı biçimde gülümseyerek; benimle dalga geçerek;

            -Sevda sana telefon açtı mı? dedi..

            -Hayır...Açmadı...

            -Abdurrahman Boztaş hoca ya , aşkıma 2 paket sigara al demedi mi? Kebabını yedir demedi mi?

            -Demedi ama, Boztaş sigara sana feda olsun, dedim hemen iki paket sigarasını aldım.. Kebabını yedirdim....

            Sevda’ nın selamıyla işi bitirmeyi de öğrendi hocam... Bakalım,bu işi  nereye kadar götürecek?

            ...

            DERİN DEVLETTEN BİR KIZ SEVDİM ADI; SEVDA...

            Irak ta Adana ‘lı bir kuyumcu kaçırılmıştı, bir operasyonla kurtarılması gerekiyordu... Derin Devletin bu konuda girişimleri olduğu kamuoyu tarafından da yakından  biliniyordu... Saat 24.00 bir arkadaşın evinde oturuyoruz... Boztaş hastalandı;

            -Hastayım , beni hastaneye götür, dedi...

            Hocanın sağlığı bizim için son derece önemlidir; hepimiz onun sağlıklı ve neşeli olması için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz... Numune Hastanesine götürürken hocaya  bir mesaj geldi  ;

            -Senin kan gurubun ARH POZİTİF miydi?

            -Evet...

            -Hemen  Balcalı  Hastanesine gel kan ver, diyordu mesaj...

            Zaten biz de Numune Hastanesine yaklaştık....

            Boztaş yatağa yattı kan verdi, bir torba kan verdi...

            Hemşire Hanım; şaşkın,

            -Bu kanı ne yapacağız?

            Boztaş hocam;

            -Balcalı’ya götürün... Orada kan bekleyen Sevda isimli birisi var...

            Hemşire itiraz etti ;

            -Kardeşim, bu kanı biz oraya gönderemeyiz....

            Güya, Sevda, derin devlet ajanı olarak Irak taki kuyumcunun kurtarılması operasyonuna katılmıştı ve çatışmada yaralanmıştı... Balcalı Hastanesine sevk edilmişti... Öyle bir zehirli kurşun yemişti ki, bir türlü iyileşemiyordu... Sadece ve sadece Abdurrahman Boztaş’ ın kanı kurtarabilirdi Sevda’ yı.....

            Hemşire, bize;

            -Bu kanı ne yapalım kardeşim?

            Kulağına eğilip ,

            -Çöpe atın, dedim...

            Boztaş hocam bir hafta boyunca Numune Hastanesi, Balcalı arasında gidip geldi...Sevda ‘sını aradı, bulamadı... Daha sonra bir mesaj daha geldi;

            -Sevda, Ankara asker hastanesine kaldırıldı...

            Boztaş hocam herkese yalvarıyordu;

            -Beni ne olur Ankara ya götürün.... Yalvarırım Ankara ya götürün...

            -Oğlum, benzin parasını ver götürelim diyenlerle bir daha da konuşmadı...

            Tüm bu olayların olduğu günlerde, Boztaş a bir mesaj daha geldi;

            -Enişte, başın sağ olsun... Sevda’ nın kardeşiyim... Ablam hakkın rahmetine kavuştu... Allah sabır versin...

            Boztaş hocam kendisini yerden yere atıp başladı ağlamaya; nasıl ağlıyor, nasıl göz yaşları döküyor anlatmak olanaksız.... Saatlerce ağladı... Göz yaşları sel olup aktı… Birkaç saat sonra ikinci bir mesaj ;

            -Aşkım ben iyiyim... Kardeşim şaka yaptı, mesajı geldi...

            Boztaş hocanın yüzünde güller açtı... Sevinçten çılgına dönmüştü.... Sevda  için  sevinçten herkese sigara ikram etti... Lokum alıp dağıttı... Bir saat sonra yeniden bir mesaj geldi…

            -SEVDA HAKKIN RAHMETİNE KAVUŞTU...

            O günlerde de fuar yapılıyordu; sivil toplum örgütünün başkanı Sevda’ ya mevlit okuttu; 5 bin kişilik lahmacun dağıttı... Fuarda dağıtılan lahmacunlar, Boztaş’ a göre Sevda’ nın ruhu için dağıtılmış oldu.... Bu olaydan günler sonra başka bir tartışma daha başladı ;

            -Hocam, sen Sevda ‘ya kanını verdin... Kan kardeş oldun... Artık nikah düşmez..

            Boztaş hemen İl Müftülüğüne gidip, sordu;

            -Hayır...  Nikah yapabilirsin... Hiç bir sakınca yok fetvasını alıp rahatladı...

            Karşı görüşte olan başka bir gurup ise;

            -Hocam, artık sevda senin kardeşindir evlenemezsin iddialarını bu günde sürdürmeye devam ediyorlar... Sevda yı bulursa hala  nikah yapacağını söylüyor hoca....

            ....

            SEVDA ORADAN KAÇ...

            Sevda rolündeki bayan gazeteci arkadaş Boztaş hocamı telefonla aradı;

            -Aşkım Boztaş’ ım, aşkım, çok sevdiğin şu arkadaşın beni yemeğe davet ediyor ne dersin?Gidersem ne olur? Gitmeme izin veriyor musun?

            Boztaş feryat figan etti, telefondan haykırması kulağıma kadar geldi  ;

            -Sevda kaç oradan çabuk kaaaaç!!!O adam ırz düşmanı... Ahlaksız, tecavüzcü... Bırak yemek yemeyi, suyunu bile içme… Coca colan’ a ilaç koyar sana kötülük yapar...

            Sevda ısrar etti;

            -Ama aşkım, çok ısrar ediyor…

            -Sevda sana oradan uzaklaş dedim... Beni seviyorsan gitme... Gidersen de ölümü gör...

            Boztaş hocam ne yapsa da Sevda yemek davetini geri çeviremedi...  Ertesi gün Boztaş işyerimin önüne geldi, bağırıp çağırıyor ;

            -Sen bitiiiin!!!!Sen artık bir cesetsin!!!!

            -Sen öldüüüün!!!! Adana yı terk et!!!

            Neyse, araya adamlar girdi, işyerime zarar vermesini önlediler... Çalıştığı yerel televizyona çıktı, penceresi de benim işyerime bakıyor... Bu kez pencereden bağırıp, çağırmaya başladı...

            -Adana ikimize dar geliyoooor!!!

            -Defoooool... Sen artık bir cesetsin... Sen kendini ölmüş biiiill!!

            Aradan iki saat geçti, sadece gülümseyerek izlediğim Boztaş, bu kez işyerimin kapısına geldi, bana saldırdı... Üstüme yürüdü... Bir kez daha hamle yaptı... Ben de üstüne üstüne yürümeye başlayınca bu kez korktu... Yerel televizyon elemanlarından iki kişi Boztaş hocamı zor zapt etti... Zor güç otomobile bindirip gönderdiler... Boztaş, bu konu yüzünden de 40 yıllık dostluğumuzu, arkadaşlığımızı bitirdi... Ortada ne Sevda var, ne yemeğe çıkma var; sadece arkadaşlarının oynadığı bir oyunda Boztaş,  olayı gerçek sanıp kusursuz biçimde tepki gösterdi...

            ....

            30 GÜN TERAVİH

            Boztaş hocamın 7 Yıllık hayali aşkı olan Sevda yla ilgili yaşadığı olayların sonu asla gelmez... Boztaş kış mevsimine rastlayan  Ramazan Ayı boyunca;    kafasına fes giyip, merkez caminin ortasında 30 gün teravih namazı kıldı... Neymiş efendim; kadınların namaz kıldığı bölümdeki Sevda kendisini oradan görüyormuş...  Hacı babası izin vermediği için Boztaş’ ı sadece Merkez camindeki Teravih namazı sırasında uzaktan görüp mutlu oluyormuş... Yağmurda, soğukta, kış kıyamette, Boztaş hocam üstünde şalvar, kırmızı gömlek, siyah yelek ve başında Fes ile 30 gün camiye geldi... Boztaş camiden çıkıp bir gün benim işyerime geldi...

            Muzip Boztaş hayranları , bu kez benim iş yerime telefonlarını programlamışlar... 30 saniyede bir telefon çaldı , Boztaş hocam koşarak gelip açtı...Ses yok... 30 Saniye sonra bir daha çaldı  , Boztaş hocam telefonun üstüne abandı , ses yok... Ben gittim  telefonu Boztaş ın elinden almak istedim ;

            -Duuur!! Diye azarladı....

            -Yahu, belki senin sesini beğenmiyorlar... Ben konuşayım... Burası benim işyerim ve bu telefon da bana  ait, dedim...

            -Yok olmaz... Telefonu kimseye vermem...  Sevda evinden  arıyor, babası gelince geri kapatıyor... Beni az önce merkez camide teravih namazı kılarken gördü, şimdi de sesimi duymak için arıyor...

            Telefon 30-40 defa çaldı, Boztaş hepsinde koşarak açtı ama hiç birisinden de Sevda nın sesini duyamadı... Arayanlar ise her zamanki Boztaş merkezli yaşayan, yeni senaryolar yazıp  rollerini kusursuz oynayan çevresindeki arkadaşlarıydı... Ama o görmüyor, görmek istemiyor, kendisi de bize göre rol yapıyordu…

            ....

            LEYLA AŞKIMI KISKANMA...

            Boztaş’ ı bir gün yolda gören gazeteci meslektaşı Leyla;

            -Abi, vallahi billahi Sevda diye birisi yok... Sevda rolünü ben oynuyorum, seni telefondan şaka olsun diye Sevda rolü yaparak ben arıyorum.... Seni kızdırıyorum... Kusura bakma, özür dilerim, şu ölümlü dünyada beni bağışlamanı rica ediyorum, dedi...

            Boztaş, öksürdü, boğazını temizledi, dik dik Leyla ya baktı;

            -Bana bak Leyla, sende mi aşkımı kıskandın? Herkesten beklerdim de, senden  bunu asla beklemezdim...

            Leyla neye uğradığını şaşırdı, her ikisi de aksi yönde yollarına devam ettiler...

            ....

            ZENCİYE SENİ TERCİH ETTİM...

            7 yıllık hayali aşkı Sevda’ ya  bir türlü ulaşamayan Boztaş hocaya, bir gün yine, cep telefonu geldi; konuşan Sevda’ dan başkası değildi...

            -Aşkım ben Amerika’ya geldim...

            -Hoş geldin aşkım... Seni çok özledim... Ne zaman buluşacağız?

            -Aşkım istediğin zaman buluşuruz ama benim sana anlatmak istediğim bir konu var... Seni ne kadar çok sevdiğimi bilmeni istediğim bir konuyu anlatmak istiyorum...

            -Nedir aşkım dinliyorum?

            -Amerika da zenci bir arkadaşım vardı... Gel gitme Sevda, seni prensesler gibi yaşatırım dedi... Günlerce, aylarca yalvardı.... Ama ben gönül terazimin bir tarafına seni, diğer tarafına  Amerikalı zenciyi koydum... Senin sevgin, senin aşkın senin karizman zenciden  daha  da ağır bastı.... Amerikalıyı senin için derk ettim...Kendimi sana saklıyorum.... Boztaş hocam , neredeyse bayılıp kendinden geçti...

            .....

 

            SEVDA MOSKOVA DAN ARADI...

            Sevda Boztaş’ ı ( güya )Moskova’ dan aradı; oysa bitişik odadaki dahili telefondan gazeteci bayan muhabir arıyordu...

            -Aşkım seni çok  özledim… Şu anda neredeyim haydi bil?

            -Bilmiyorum ama sana artık dayanamıyorum? Ne zaman görüşeceğiz?Artık tahammülüm kalmadı...

            -Aşkım ben şu anda Moskova dayım... Gizli bir görev için buraya geldim.. Senin tanıdığın Teyzemin kızı var, onu da  yanımda getirdim...  Birkaç gün tatil yaptık; Moskova çok güzel hoşumuza gitti... Teyzemin kızı, ben olmasam, nasıl  gelecekti de, nasıl buralarda tatil olanağı bulacaktı?

            Boztaş öfkelendi ;

            -Nee? Teyzenin kızı mı? Şu kız, tanıyorum onu.... Sevda seni benden kıskanıyor o Teyzenin kızı... Beni, biricik aşkını senin elinden almaya çalışıyor...

            -Aşkım inanmıyorum... Seni ben seviyorum, Teyzemin kızı değil... İki dünya bir araya gelse senin saçının teline değişmem...

            Boztaş, daha yumuşak ve temkinli biçimde;

            -Sen bana inan, senin taparcasına sevdiğin beni senin elinden almak istiyor... Ona sakın güvenme.. Bir an önce Türkiye ye dön, hasret sona ersin.... Boztaş, burada teyzenin kızına küfrü basıyor...

            ....

            BİTİŞİK ODADAN SEVDA ROLÜ YAPIP

            İSTANBUL A ÇAĞIRDIM...

            Sevda 7 yıllık sadece hayali aşkı olan Boztaş’ ı cepten aradı  ;

            -İsviçre deki gizli bir operasyondan başarıyla çıktık... Artık Türkiye ye geldim... Aşkım, şu anda ben İstanbul Taksim deki THE MARMARA oteldeyim... Gece gündüz hayalimde tek sen varsın.. .Ama sen önce kendi olanaklarınla İstanbul’a gel... Ben seni Haydarpaşa Gar’ ında karşılarım...

            Boztaş hocam çok sevindi; havalara uçtu sevda rolünü oynayan bir kişi olarak kendi kendime de gülüyordum; Boztaş, çok sevindi,

            -Tamam aşkım, biraz sonra Adana’dan trenle İstanbul’ a hareket ediyorum....

Haydarpaşa Garında buluşuruz...

            Ama, cebinde parası yok, ne yapıp edip benim çağırdığım İstanbul’ a da gelmek istiyor... Neyse hayırsever bir  belediye basın danışmanı da ona sadece gidiş parası vermiş... Boztaş trene bindiği an; ben de başarılı operasyondan sonra layık görüldüğüm ve hak ettiğim ödül olarak KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’ ne tatile gittim... Boztaş İstanbul’ a gelmiş... Ama ben KKTC de tatildeyim... Üstelik cep telefonum uluslar arası konuşmalara açık olmadığı için ben ona, o da bana ulaşamadı... Kıbrıs dönüşü, Boztaş’ la yolda  bu kez gerçek kimliğimle karşılaştım...Sesim Sevda, kendim bir insanım...

            -Ne oldu abi? Hani sevda seni İstanbul a çağırmıştı... Buluşamadınız mı?

            -Sorma; beni İstanbul da Haydarpaşa garında karşılayacaktı kızcağız... Ama ben yola çıktığımda o KKTC ye gitmek zorunda kalmış… Beni karşılayamadı... İstanbul da param da bitti: üç gün üç gece Haydarpaşa Garında yatıp kalktım... Sokak çocukları ve bitli adamların arasında yaşadım, her tarafım bitlerle doldu....

            -Yazık olmuş abi, sana yapılır mı bu yahu dedim..

            Boztaş hocam, zafer kazanmış komutan edasıyla ;

            -Aşkım Sevda’ya helal olsun... O her şeye değer...

            ....

 

 

            HASTANEDEN KAÇIRTTIM...

            Sevda  olarak Cep telefonundan Abdurrahman Boztaş ı aradım ;

            -Aşkım şu anda Avrupa dayım...Herkes senden söz ediyor...Tüm gazetelerin manşetindesin...Tüm televizyonlar seni gösteriyor...NUH un gemisini bulma haberin dünyada patladı... Seninle gurur duyuyorum ; sen muhteşemsin aşkım... Şu anda neredesin ?

            -Sevdacığım ,  belimde bir sorun olduğu için şu anda hastanede yatıyorum...Bel fıtığından galiba ameliyat olacağım...

            -Aşkım sakın haaa..Türkiye de hiçbir hastanede ameliyat olma...Ben seni Avrupa daki hastanelerde , başında bekleyerek ameliyat ettiririm...Türkiye de ameliyat olursan  onlar bel fıtığı ameliyatı bahanesiyle senin beyin suyunu alacaklar , sendeki tüm gizli bilgilere ulaşacaklar...

            Boztaş korktu ; ses tonundan paniklediğini anladım...

            -Ne , ne dedin ? Sevda bunu gerçekten yaparlar mı ? Beyin suyumu alıp , tüm  açık ve gizli bilgilerime ulaşabilirler mi ?

            -Sevda zaten ben de şüpheleniyordum...Hemen toparlanıp buradan kaçıyorum...

            Boztaş böylece benim telefonumun ardından birkaç saniyede toparlanıp  hastaneden apar-topar kaçıp gitti...

            ....

            SAÇLARINI KAZITTIRDIM...

             Boztaş’ı Sevda olarak yeniden aradım;

            -Aşkım Avrupa dan dönüyorum... 09:30 uçağıyla Adana da olacağım... Beni karşılar mısın?

            -Sevda senin için hayatımı vermeye hazırım... Ne demek karşılar mısın? Hemen geliyorum...

            -Yalnız aşkım senden bir ricam var... Ben ünlü şovmen Cem Yılmaz hayranıyım; saçlarını kazıtmış ve tam bir Cem Yılmaz görüntüsüyle karşılamanı rica ediyorum... Çünkü o kazınmış saçlarıyla çok seksi görünüyor... Sen de saçlarını tıpkı Cem Yılmaz gibi kazıtıp beni karşıla tamam mı?

            -Tamam aşkım... Hemen saçımı kazıtıp hava alanına geliyorum, dedi...

            Önce saçlarını usturaya verdirmiş; Cem Yılmaz gibi olmuş... Sonra da havaalanına sabahleyin erkenden gelip 24 saat boyunca inen kalkan tüm uçaklarda hayali sevgilisi Sevda ‘yı aramış ama tabi ki bulamamış...

            ....

            SEVGİLİLER GÜNÜ RİCAMI YAPTI   AMA YİNE EVLENEMEDİK......

            Sevgililer gününe bir gün kala SEVDA olarak yine cep telefonundan aradım...

            -Aşkım, yarın sevgililer günü öyle bir şey yapalım ki; hem bu günümüzü kutlayalım, hem de biraz para kazanalım; sonra nişanlanır evleniriz...

            -Ne istersen ona yaparım Sevda, dedi...

            -Ne yapalım?

            -Ne yapalım?

            -Aklıma geldi aşkım; sevgililer günü nedeniyle yurttaşların görüşünü alan bir televizyon programı yapalım... Kaseti satarız, büyük paralar kazanırız… Sonra da evleniriz...

            -Harika bir düşünce Sevda... Sen harikasın...

            -Aşkım yalnız; siyah şalvar, beyaz gömlek, kırmızı yelek,  papyon kravat, kafana da bir fes giy... Tam Adanalılar gibi olmanı, tarihteki atalarımızı canlandırmanı rica ediyorum...

            Boztaş, Sevda’sını kırar mı?

            Aynı tarif ettiğim biçimde giyinip röportaj yapmaya başladı... Kılığına kıyafetine bakanlar onunun uzattığı mikrofona asla konuşmuyor.... Önce hocamın fesini çaldılar...Sonra birisi;

            -Sen benim sevgilimle dalga mı geçiyorsun diye saldırdı...

            Boztaş’ la bu kişi kapışırken, sarhoş birisi de olayı gerçek sanıp araya girip ayırmaya çalıştı...

            -Deli misin yavrum sen? diyenler...

            -Defol git lan, diyenler...

            -Üstüne yürüyenler, tekme atanlar...

            -Soytarı mısın sen lan? diyenler...

            Ancak kaset hala elimizde duruyor... Satın alacak hiçbir televizyon kanalı bulamadık... Bu konuda biraz üzüntülüyüm...

            .....      

 

 

          ADANA TELEVİZYONLARINDAKİ PARALI İLK PROGRAMI BOZTAŞ’ IN...

            Sevgili hocam daha önce ulusal ve yerel pek çok televizyon programına katıldı, konu ve konuk oldu; çeşitli programlar yaptı... Ama hiç birisinden cebine bir kuruş para girmedi... Hocamla Adana televizyonlarında ilk defa para vererek program yapmaya karar verdim... Ama, kendilerine direkt söylesem yanıtı biliyorum ;

            -Ben çok ünlüyüm, Türkiye de beni herkes tanıyor, vermeyi düşündüğünüz bu parayı kabul etmem, diyecekti...

            O nedenle; Boztaş’ ı en iyi tanıyan ve  anahtar olan kişinin yanına gittim;o da Sevda ya arattırdı...

            Hayali aşkı, asla kavuşamayacağı rüyadaki sevgilisi Sevda şöyle dedi;

            -Aşkım, sana yakında bir yerel televizyondan program teklifi yapılacak, aşkımızın sürmesi için lütfen kabul et...

            Boztaş hocam, Sevda nın emirlerine karşı gelebilir mi?

            -Tamam aşkım, sen ne dersen o olsun... Ama Şelaleyi unutma, dedi...

            -Unutur muyum aşkım? O hayal beni dünyaya ve yaşama bağlıyor, dedi...

            Bir gün sonra hocama teklifi götürdüm; hocam benim Sevda hanımla konuştuğumu bilmiyordu... Pazarlık payını daha da çok arttırmak, benden daha çok para kopartmak için itiraz etti...

            -Olmaaaz... Böyle bir teklifle nasıl gelirsin? Bana teklif ettiğin parayla bu işi yapamam... Beni Türkiye tanıyor ...

            Halbuki hocam; bu güne kadar  program yaptığı, ya da konuk olduğu hiçbir televizyondan, hiçbir kuruş bile almadı, hocama para vermediler... Hatta bu konuda bir senaryo yazıldı; Sevda kanalıyla hocama para ödenmiş gibi falan yapıldı... Zaten bu kitapta o bölüm de bulunuyor... Hocam teklifimi geri çevirince, bir kez daha kilit isime gittim... Sevda ikinci kez telefon açtı;

            -Aşkım hani kabul edecektin... Neden kabul etmedin... Beni kırma, aşkımızın büyümesi için lütfen bu teklifi kabul et aşkım... Verecekleri para da kötü değil... Şu ana kadar alamadıklarının acısını birazcık olsun böylece çıkartırsın...

            -Peki aşkım, dedi...

            Program başına vereceğimiz parayı kabul etti 6, program çektik... Çekilmeyen programlar içinde parasını tıkır tıkır aldı... Farklı konseptte bir program düşündüğüm için; hocamla yaptığım programa son vermem gerekiyordu... Şunu söylemek istiyorum; hocama özel televizyonculuk tarihinde, Adana da ilk ve tek parası peşin ödenerek yapılan programdır... Ama Boztaş hocam, kıymetimizi anlamadı... .Bundan sonra da yolu açık olsun… Kendisi bilir…

 

 

            BOZTAŞ IN DİĞER ÖZELLİKLERİ...

            Boztaş hocam kar topuna benzer; bir  toplantıda Boztaş’la ilgili çıkacak tek bir söz; diğerlerinin de bu konudaki görüşlerini ortaya koymasıyla büyür, büyür kocaman bir çığa dönüşür... O bir maldır; ama kamuya mal olmuş bir maldır... Herkes Boztaş’ ı eğip büker; bu hakka sahiptir... Hatta olmayan konuları da ona mal edebilir… O bir mikroptur; İnsan kanına zerk edilen; kaşıntı, grip, aids, yapmayan; yararlı ve güldürerek öldürebilen bir mikroptur... O bir termometredir; çok gergin, stres altında bulunanları rahatlatıp, öfkesinin derecesini düşürür... Hiç gülmeyen insanları güldürüp vücut kimyasını olumsuzdan olumluya çevirir...

            ....

            SEVDA İÇİN ADLİYEYE GELDİ...

            Adliyede görev yapan muhabir arkadaşlarla canımız Abdurrahman Boztaş’ ı  görmek  biraz eğlenmek, biraz onun dahice fikirlerinden yararlanmak istedik... Bir gazeteci;

            -Ben istersem  hemen getirtirim, dedi…

            Diğeri ;

            -Hadi canım, dedi..

            Öteki arkadaş ;

            -Bak görürsün, bekle, dedi...

            Bayan arkadaşa telefonumuzu verdik;

            -Sevda rolünü oynayacaksın... Aşkım Adliyedeyim, tutuklanmak üzereyim; senin gibi büyük bir kişi beni ancak kurtarabilir diyeceksin.... Gerisine karışma, dedik...

            -Tamam, dedi bayan gazeteci...

            Boztaş’ ı cep telefonundan aradık; bayan arkadaşım rolünü çok güzel oynadı... Biraz bekledik; bir süre sonra tüm gazeteciler saklandık; Boztaş birkaç dakika sonra; ajan gibi giydiği beyaz pardösü, top sakal, siyah gözlükleriyle koridorun sonunda belirdi... Hepimiz aynı anda fotograflarını çekmeye, kamerayla görüntü almak için hocanın üstüne hücum ettik...

            -Hayırdır.. Ne oluyor lan? diye şaşırdı... Geri geri gitmeye kalktı....

            -Senin ne işin var hocam?     

            -Geçerken uğradım.... Bir arkadaşa bakacaktım...

            Ama hoca, fıldır fırdır gözlerle Sevda yı arıyor...

            -Hocam yavuklun olduğunu söyleyen ve  fotografını çekmemizi istemeyen bir bayan tutuklandı...

            -Yapmayın... Arkadaşlar lütfen onun fotograflarını kullanmayın...O benim kız arkadaşım....

            -Tamam hocam , senin şerefin var ...Ama birkaç gazeteci arkadaş gitti... Onlar fotoğrafları İstanbul’ a göndermiştir... Biz kullanmayız...

            Boztaş, o gazetenin hemen Adana şefini falan aradı... Adliyeden ayrılırken de , sadece bizim duyacağımız şekilde;

            -Arkadaşlar, bu iş aşk meselesi... Devlet sırrı meselesidir...

            ...

           

 

 

            SEVDA BİTMEZ...

            Boztaş hocamın hayali aşkı Sevda dizisi  kesinlikle çekilmelidir... Ben inanıyorum ki hocamın Sevda aşkı mezara kadar  asla bitmeyecektir... Sevda telefon açtı ;

            -Aşkıııım... Seni şalvarlı, fesli görmek istiyorum... Büyükşehir Belediyesinin karşısındaki kaldırımda  ne olur benim için şalvar giyip, fes takı, giyinip tur atar mısın? Hacı babam yanına gelmeme izin vermiyor... Ben seni Büyükşehir Belediyesinin bir penceresinden izleyeceğim.. Sana olan hasretim ancak o zaman biter...

            -Emrin olur Sevda... Senin için yapamayacağım şey yoktur...  Senin için ölürüm, dedi...

            Bir hafta boyunca, Atatürk Caddesindeki Büyükşehir Belediyesinin karşı kaldırımında; Sevda nın aşkına başında fes, üzerinde kırmızı gömlek, siyah şalvar, yelek olduğu halde penguenler gibi belediyenin karşısında olta attı....  Neymiş Sevda, kendisini uzaktan izliyormuş... Arkadaşlar, bu kez senaryoyu da başarılı biçimde  uygulamaya koymuşlardı o kadar...

            ....

            SAKIN GÖSTERME...

            Abdurrahman Boztaş’ ı tanımamış olmak; bu çağda yaşayan her Adana’ lı için büyük bir kayıptır... Başka ifadeyle, Boztaş hocamla bir anınız yoksa siz asla Adanalı sayılmazsınız... Boztaş hocam, gördüğü her sarı saçlı, mavi gözlü kadını SEVDA sanır... Benim cep  telefonumun ekranında Sarı saçlı , mavi gözlü bir fotomodel fotografı vardı... Henüz Sevda’sıyla buluşmamış, karşılaşmamış olan Boztaş’ a , telefonumun ekranındaki bayanı gösterdim ; 

            -İşte sana Sevda... Senin sevgilin olan Sevda nın fotografını çekip telefonumun ekranına yerleştirdim.. Bunu arkadaşlarıma göstereceğim, deyince, kalktı üstüme yürüdü...

            -Sakın...Sakın gösterme!!!

            Bana tehditler savurdu; inanılmaz öfkelendi... Biraz daha ısrar etsem bana yumruklarını falan da sallayacaktı... Neyse Sevda sandığı sarı saçlı mavi gözlü bayanın fotografını kimseye göstermeyerek hocamın hışmından kurtulmanın mutluluğunu yaşıyorum...

            ...

           

            SEDAYLA YÜZLEŞME ...

            Boztaş hocamın hayalinde yaşadığı ve yaşattığı Sevda aşkını bütün boyutlarıyla ilgimi çekiyordu... Ben de onun bu yanını bildiğim için; önce kendi telefonuma mavi Gül Sevda  diye arkadaşımın telefonunu kayıt ettim... Boztaş hocamla aynı masada yanımızda oturan arkadaşımın telefonla beni aramasının işaretini verdim.... Arkadaşım telefonu çaldırdı; benim telefonumun ekranın da ;

            -MAVİ GÜL SEVDA...yazısı çıktı...

            Telefonu hocama gösterdim;

            -Boztaş hocam kusura bakma; Sevda beni arıyor... Onunla görüşmem gerekir... Senin aşık olduğun Sevda benim de arkadaşım...Çok güzel bir hanımefendi...Beni çok seviyor...

Senin arkadaşın olduğunu bilmediğim için kendisiyle arkadaş oldum... Beni affet, dedim..

            Hoca inanmadı ;

            -Hadi canım sende, dedi...

            -İşte telefonla arayan Sevda, dedim...Arkadaşıma bir daha işaret ettim, telefonumu yine çaldırdı; ekranda;

            -Mavi Gül Sevda, yazısı göründü...

            Baktı telefona;

            -Evet...Maalesef, diye büyük hayal kırıklığı yaşadı...

            Ben telefonda  hocamı kızdıracak biçimde sözler söyleyerek başladım konuşmaya;

            -Boztaş’ ı boş ver... O artık yaşlandı.... Ben daha yakışıklıyım... Daha zenginim... Onu bırak... Artık birlikteyiz, dünya umurumda değil...

            Boztaş hocam dili tutulmuş olarak, heykel gibi konuşmamızı dinledi....Telefon kapatırken de;

            -Tamam Sevda’cığım... Bir saat sonra Dörtyola gel orada buluşalım, dedim...

            Hocama da; inanmıyorsan sende gel yanımda bulun... Sevda ile yüzleş... Hangimizi isterse onunla arkadaş olsun...

            Hava nasıl sıcak nasıl sıcak; hocam, tükenmiş bitmiş  ağlar bir ses tonuyla; yaz sıcağında peşime takıldı... Dörtyol ağzında bir ağacın altında Sevda ‘yı beklemeye başladık....Oysa, ne Sevda var; ne Mevda var... Amaç hocamla biraz olsun eğlenmek... Sonra bir telefon çaldı ;

            -Evet canım...Geliyorum...dedim...

            Hanımın kent merkezindeki  işyerine doğru ben önde Boztaş arkada yürümeye başladık... İşyerine önce ben girdim; eşim olan işyeri sahibine dedim ki;

            -Eşim olduğunu sakın söyleme... Ne dersem onu yap, dedim..

            Boztaş hocamı takdim ettim; ama hocam yıkılmış, tükenmiş ihanete uğramış bir aşık olarak perişan olmuştu... Burnunu sıksan canı çıkacak derler ya o şekilde yıkkın biçimde Sevda ile yüzleşmek için geldiği eşimin dükkanında akşama kadar bekledi…

            Ne Sevda vardı; ne de Mevda...

            Amaç hocamın saflığının boyutlarını ölçmekti...

            ....

 

 

            LOKANTAYA BİZDEN ÖNCE GİTTİ...

            Bir arkadaşım, Sevda için  yeni bir senaryo üretti... Boztaş’ ın da duyabileceği bir şekilde arkadaşım bana şöyle dedi ki;

            -Az sonra  Sevda ile Büyük lokanta da buluşacağım... Beni otomobilinle lokantaya  bırakabilir misin ?

            -Hay hay, dedim..

            Konuşmalarımızı da 2 metre ötede bulunan Boztaş hocam da duydu... Biz daha yerimizden kalkmadan, Boztaş hocam yerinden fırladı, ama nasıl fırladı anlatamam... Koşarcasına belediyeden ayrıldı... Lokantanın önüne otomobilimizle vardığımızda, hocam lokantanın önünde sağa–sola olta atıyordu... Sevda’yı arıyor, bizimle buluşmasını  engellemek istiyordu... Biz içeriye girdik, oturduk, sohbet ettik; Sevda falan yoktu aslında... Bizi uzaktan, kartal gözleriyle yiyecekmiş gibi izledi durdu... Biz otomobilimizle uzaklaştığımızda Boztaş hala büyük Lokantanın önünde olta atıp, belki gelir diye, asla  kavuşamayacağı Sevda’ nın hayalini beklemeyi sürdürüyordu...

            ....

 

            SEVDA BU HASRET BİTSİN ARTIK...

            İzmir den kız arkadaşım, Adana ya Tüyap Fuar ve Kongre merkezindeki etkinliklere görevli geldi... Fuarın açılışı yapılırken; kız arkadaşıma Boztaş’ ı anlattım... Cep telefonumu da özel numaraya ayarladım....

            -Bir Sevda senaryosu uygulayalım, sende mutlu ol, ben de mutlu olayım, dedim...

            Bayan arkadaşım kırar mı? 2 metre ötemizdeki Boztaş ı cep telefonundan aradı;

            -Aşkım nasılsın? Gözlerimde tütüyorsun ...

            Boztaş, bir yandan kulağını kapatarak yüksek sesle yayınlanan müziğin etkisinden kurtulmak istiyor, bir yandan da, Sevda’yı bulmuş ki;

            -Aşkım... Aşkım... Ben de özledim... İnan her an hayalinde yaşıyorum... Gözlerimde tütüyorsun öyle özledim ki.... Ama şu anda sesin yeterli gelmiyor... Şu anda ortam müsait değil...

            Boztaş, elektrik çarpmış gibi garip garip hareketler yapıyordu; bir yandan da  müziğin sesinden rahatsız oluyor, hem de Sevda nın sesini dinleyerek Mutlu oluyordu... Sevda rolünü üstlenen İzmirli Bayar arkadaşıma son olarak şöyle dedi;

            -Aşkım, canım, bir tanecik Sevdam, bana yüzünü göster, artık dayanamıyorum... Artık bu hasret bir an önce bitsin... Dayanamayacağım, senin sevdandan ölüyorum...

            O sırada kız arkadaşım görevinin başına dönmek zorundaydı;

            -Hoşça kal aşkım, diye telefonu kapattı...

            ...

            ABDURRAHMAN BOZTAŞ TEKNOLOJİNİN ESİRİ...

            Kıymetli hocam Abdurrahman Boztaş teknolojinin esiridir denilebilir... Başına ne geliyorsa; çağın teknolojisi olan  cep telefonundan internetten geliyor... Aslında, Abdurrahman Boztaş’ ın kendisinde yaratıcılık falan yok... Ortada duran bir maden gibi, saf,  temiz ve çok verimli ve işletilmeye yüzde yüz en uygun insan isimli bir maden; biz senaryo yazıp işliyoruz o da karşılık verince ortaya böyle  espriler, güzellikler, uygulamamız gereken  sınırsız  senaryolar ortaya çıkıyor...

            Örneğin; hocam internette tek başına  iskambil oynuyordu... Ana bilgisayardan, önüne bir makyajlı manken fotografı gönderdim...

            -Ben Sevdayım, aşkım nasılsın? dedim...

            Boztaş elektrik çarpmış gibi sağa sola çaktırmadan, Sevda ile buluşmanın heyecanını yaşadı... Yeniden sordum;

            -Beni seviyor musun aşkım?

            Boztaş;

            -Canımı vermeye hazırım... Ne istersen yaparım, dedi...

            -Ne kadar seviyorsun? Elinle göster bakalım?

            Kollarını açtı;

            -Bana sarıl o zaman...

            Boztaş, televizyonun üzerinde duran kameraya sarıldı..

            -Başına benim için  limon suyu döker misin?dedim...

            Garsondan hemen limon suyu istedi;

            -Şimdi saçına sür bakalım göreyim seni, dedim...

            Saçına, başına limon suyu sürdü...

            -Başına benim için  ketçap döker misin aşkım? Benim için neler yapabileceğini bir görmek istiyorum... Bana olan aşkının boyutunu ispat etmelisin, dedim...

            Garsondan hemen ketçap istedi, saçına başına ketçap döktü... Sevgili Abdurrahman Boztaş aslında teknolojinin kurbanı durumunda... Çaresi de yok; gelen her cep telefonu mesajına ayet gibi inanan Boztaş hocamın başına daha çok şeyler gelecektir, bunu engellemeye de kimsenin gücü yetmez...

            ....

 

            BOZTAŞ IN TESBİHİ...

            Esas mesleği elektrik teknisyenliği olan Abdurrahman Boztaş’ ın elinden her iş gelir... Son zamanlarda tesbih imal ediyor... Öyle ki, porselen taşlar  üzerine gümüş kakma ile ürettiği tesbihler çok kaliteli... Elinde iki tane tesbihi var; birisini Ankara’ ya gittiğinde milletvekillerinin aldığını söylüyor... Öteki tespihini ise gözü gibi saklıyor... Kahvede otururken, Boztaş’a yine bir senaryo yazalım dedik... Bir arkadaşa;

            -Boztaş hocam, tespihini verir misin? Çok hoşuma gitti de dedik...

            Hocam;

            -Olmaaaz... Bir tane tespihim kaldı, bunu kimseye veremem... Milletvekilleri istese de veremem, dedi...

            İki dakika sonra arkadaşı yine gönderdik Boztaş;

            -Olmaaaz… Bu benim tek tespihim... Gökten inse kimseye veremem, dedi...

            2-3  dakika sonra başka birini gönderdik;

            -Hocam tespihin çok güzelmiş...Bana verir misin? dedi...

            Boztaş kızdı; bir kişi daha, bir kişi daha, 5 - 6 kişi 10-15 dakikada tespihine talip olunca; kahveden kalkıp bağırarak çağırarak gitti;

            -Adamı rahat bırakmıyorsunuz beee? Başlarım sizin gözlüğünüze....

            Arkadaş  giden Boztaş’a arkadan seslendi ;

            -Hocam ünlü olmak, herkesin seni tanıması kolay değil...

            Boztaş, bir daha o kahvehaneye gidip oturmadı...

            ...        

 

            ŞIRDAN DOLMASI

            Tüm Adana lılar şırdan dolması sever... Tabi ki Boztaş hocamın da sevdiğini herkes bilir... Hocamın bir iddiası şöyle;

            -Şirden dolması kalın  tarafından yenmeye başlanırsa daha bereketli olur, daha doyurucu olur, daha çok vitamin verir... İnsana güç, enerji verir, azgın boğa haline getirir... Cinsel gücünü tavanlara çıkartır... İnce yerinden yemeye başlamak, şirdanın tüm sihrini bozar ve bereketsiz olur, insan yediğinin bile bilincine varmaz… Doyduğunu asla anlayamaz.... Vücuda hiçbir yararı olmaz, olamaz...

            Boztaş hocamın bu konudaki başka bir iddiasına gelince;

            Şirdan dolmasını şişman tarafından yemeye başlayan insan melek olur uçar... Görünmez kanatlar takar; bu kanatlar sayesinde, istediği maddi–manevi her türlü zenginliğe  ulaşır... Bu olay da anlatıyor ve kanıtlıyor ki; SEVDA’ ya belki de bir şirdan dolması yediği sırada tutulmuştur hocam... Muhabbetleri bol olsun...

            ....

            ABDURRAHMAN BOZTAŞ A İŞ TEKLİFİ...

            Abdurrahman Boztaş’ın cep telefonu borcundan dolayı kapandı… Herkes  hocamı   inanılmaz biçimde  özledi; ama telefonu kapalı; bulmak olanaksız…  Ev telefonlarına da çıkmıyor; ne yapalım,  ne yapalım, onu bulup biraz stresimizi atmayı düşünürken, birden aklıma, ulusal bir televizyon kanalı genel yayın yönetmeni olarak iş teklifinde bulunmaya karar verdim... Hemen evini aradım; eşi açtı telefonu

            -Abdurrahman Boztaş’ ın evi mi ?

            -Evet, buyurun...

            -İstanbul dan, star televizyonu genel yayın yönetmeniyim... Kendisiyle görüşebilir miyim?

            Bir süre sessizlik oldu, Boztaş, zor bela telefona geldi...

            -Boztaş, biz Adana da büro açacağız... Başına da seni getirmeyi düşünüyoruz... Kabul eder misin?

            -Ekibimi kurmama izin verirseniz olur...

            -Peki senin paran da yoktur... Yarın İş Bankası Atatürk caddesi şubesine 300 milyon gönderiyorum... Git al, işe başla, dedim...

            Sevinçten dört köşe oldu Boztaş... Ertesi gün , bankanın yanındaki kahvehanede otururken, Abdurrahman Boztaş birden ayağa fırladı;

            -Benim işim var arkadaşlar...

            Bir türlü işinin ne olduğunu söylemiyor... Ama kendisine iş teklif eden kişi olarak, ne yapacağını, nasıl davranacağını, bizleri nasıl ekeceğini adım adım izliyorum....

            -Biz de seninle geliyoruz..

            -Yok gelmeyin...Ben giderim, falan dedi...

            Ama bizden kurtuluş yoktu...  Peşine takıldık, doğruca adresini verdiğim bankaya gitti, görevlilere sordu, böyle bir havalenin gelmediğini öğrenince bankadaki sıraları tekmelemeye başladı... Müşterilerle kavgaya tutuştu... Boztaş’ı yatıştırıncaya kadar çok büyük sıkıntı çektik... Telefonlarımıza çıkmayan, ama çok sevdiğimiz Abdurrahman’ ı görmenin başka yolu da yoktu... Kendisi etti, kendisi buldu... Bizden bu kadar uzak kalmamalıydı...

            ...

 

            ANNESİNİN EVİNİ BULAMADI...

            Turgut Özal Hükümetinin ünlü Tarım Bakanı Lütfullah Kayalar, Japonlarla, Sabancıların ortak ürettikleri çekirdeksiz karpuz tanıtımına gelmişti... Törende  Abdurrahman Boztaş ın doğup büyüdüğü, halen annesinin oturduğu Seyhan’ a bağlı ÇAPUTÇU Köyünde gerçekleştirilecekti... Gazeteciler olarak iki saat önceden gidip, Abdurrahman’ ın doğduğu, büyüdüğü evi girmek istedik...

            -Boztaş hadi, bize doğduğun köyü-evinizi göster... Annenle tanıştır... Merak ediyoruz, dedik...

            İçinde 20-30 gazetecinin bulunduğu minibüs 35-40 haneli ÇAPUTÇU KÖYÜ’ ndeki tüm evlerin önünden defalarca geçmemize karşılık, Boztaş kendi evini bulup gösteremedi...

            Saatler boyunca geçtiğimiz defalarca önlerinden geçtiğimiz hemen her sokaktaki insanlar bize garip garip baktı... Ama Abdurrahman Boztaş, Annesinin evini, kendi doğup büyüdüğü evi bulamadı.... Bakan bey geldi, tören yapıldı ve biz gazetelerimize döndük... Boztaş la ilgili en önemli notumu o zaman verdim.... Boztaş gerçekten Boztaş’tı…

 

            ....

            SALAVAT GETİR...

            Turizm haftası etkinlikleri çerçevesinde Kültür Müdürlüğünün organize ettiği üç  otobüsle Karaisalı, Çatalan, Feke, Tufanbeyli bölgelerini geziyorduk... Bir ara otobüsümüzden bir feryat yükseldi...

            -Durun durun...

            Herkes şaşırdı...

            -Abdurrahman Boztaş kalp krizi geçiyor...

            Otobüs durdu, hepimiz aşağıya indik...  Abdurrahman Boztaş, otobüsün kapısındaki merdiveninin basamaklarına oturmuş... Rengi sapsarı... Titriyor... Neredeyse öldü ölecekti... Bu sırada, otobüste bulunan bir doktor müdahale etmek istedi ama dağın başındayız hiçbir tıbbi araç – gereç yoktu... Boztaş, hiç duraksamadan, hemen sigarasını çıkarttı, herkesin gözü önünde, kalp krizi geçirirken, sigarasını tüttürmeye başladı...

            -Boztaş sen ne yapıyorsun? Oğlum Salavat getirsene...Belki öteki tarafa gideceksin...Hakkın rahmetine kavuşacaksın bari cennete gidersin... Salavat getir  diyenlere...

            -Boşveeer, şeklinde el işareti yaptı... Sigarasını bitirdi, rengi normale döndü, otobüse herkesten önce bindi... Yolumuza devam ettik.... Kim bilir, belki de Azrail Boztaş’ ın bu mutlu gününde canını almaya kıyamamıştı, sevenlerine bir kez daha bağışlamıştı...

 

 

            ABD BAŞKANMI CLİNTON ARKADAŞIM...

            Abdurrahman hocamı  görünce, herkesin düşünce konusundaki  yaratıcılık sınırları sonsuzlaşır... Herkes her konuda inanılmaz, uçuk , delicenin de ötesinde abuk subuk fikirler ortaya atar... Sokakta Boztaş’ın kafasına zarflar atılır ama o hepsini alır,a çır cevap verir…

            Örneğin ;

            -Ben dün gece ay’ a gittim, desem

             Boztaş hocam da anında yanıt verir...

            -Ben de geçen hafta oradaydım… Bir sıcak, bir sıcaktı... Ama ay’ dan dünya muhteşem görünüyordu der... Geçenlerde Boztaş yine çalıştığım televizyona gelmişti...

            -Amerika Başkanı BİLL CLİNTON arkadaşınmış, diye bir zarf attım...

            Hiç tereddüt etmeden ,

            -Evet... Hatta ben ona CLİS derim... O da bana MR.BOZTAŞ..

der... Aynı mahallede büyüdük... Ona resim yapmayı öğrettim... Kerata Amerikan Başkanı olunca hareketleri değişti.... Neyse bu günlerde aramız gayet iyi... Beni her gördüğünde halimi hatırımı sorar... Bende ona CLİŞ’ ciğim diye hitap ederim... Aramızda sevgi saygı hiç eksik olmamıştır...Kocaman Amerikan başkanı, beni haftada, hatta bazen her gün arayıp halimi hatırımı sorması az şey mi? Bu tüm Adana lılar için onur ve gurur kaynağı olmalıdır...

            ....

            130  BİN OYUMU ÇALDILAR...

            22 Temmuz 2007 seçimlerinde Abdurrahman Boztaş bağımsız, bağlantısız aday olmuştu...

            -Bu tekere çomak sokmayın...

            -Biz fırıldak değiliz, sloganları kullanmış; hatta temiz siyaset için hamam da basın toplantısı düzenlemişti... Hamamda üzerine bir damla bile su sürmeden yani yıkanmadan, gazetecilere poz verdikten sonra da giyinip çıkmıştı...

            Eşeğe binerek Adana çarşılarında dolaşmış, bu görüntüleriyle, ulusal televizyonların hemen hepsinde canlı yayınlara katılmıştı... Seçimler yapılıp oy sayımı sonucunda kendisine 3 oy çıktığı belirlendi... Bu üç oyu kimin verdiği hala araştırılıyor... Ama bir arkadaşı;

            -Boztaş, senin 130 bin oyunu başka partiye aktardılar, diye zarf atınca olan oldu....

            Sabahtan akşama kadar gezdiği yüzlerce yerde, görüştüğü konuştuğu yüzlerce kişiye  ısrarla ;

            -Benim 130 bin oyum çalındı, yaygarası yaptı...

            Gittiği her yerde, ağlamaklı bir ses tonu ve yüzüyle;

            -130 bin oyumu çaldılar, diye yakındı durdu...

            Ama atı alan Üsküdar ı geçmişti...

            -Gelecek seçimde sandıklara sahip çıkacağım... diye seçim gezilerine bu günden başladı bile...

            Hatırlatma, 130 bin olduğunu iddia ettiği oylarının sayısı bir sokak ötede 145 bine,  bu günlerde 283 bine çıktı... Her geçen dakika, çalındığını iddia ettiği oyların sayısı otomatiğe bağlı olarak artıyor... Gelecek seçime kadar milyarı falan bulursa şaşmamak gerekir...

            ...

            DERİN DEVLET OLARAK  TALİMATLARIMI  UYGULATTIRDIM....

            Bağımsız bağlantısız milletvekili adayı olan Boztaş ın sloganı;

            -Biz fırıldak değiliz...

            -Bu tekere çomak sokmayın, şeklindeydi...

            Herkes Boztaş’ la kafa buluyordu... Ben de bu konudan nasiplenmek, hocamla biraz eğlenmek istedim... Bakalım senaryomda nasıl bir rol alacak, nasıl oynayacaktı? Cep telefonumdan aradım; doğu şivesiyle ses tonumu değiştirerek tehdit ederek  konuştum;

            -Sen bizim liderimize söz söylüyormuşsun... Sen bizden misin, yoksa karşı taraftan mısın? Sen derin devlettensen yandın bittin... Seni kurşuna dizeceğim, dedim... Boztaş heyecanlandı, ne diyeceğini şaşırdı, kekeleyerek

            -Yok kardeşim, dedi hocam… Ben ne sizinle, ne de liderinizle ilgilenmiyorum....

            Ama ses tonundan biraz da korktuğunu anladım... 24 saat içinde kararını vermesini   hangi tarafta olduğunu açıklamasını emrettim telefonu kapattım... 15 dakika sonra da  Abdurrahman hocamı ikinci kez bu defa da derin devletten birisi olarak aradım;

            -Ben  Ahmet bizim arkadaşlar senin telefonunu dinlemeye aldılar...Tehdit falan edilmiyormuşsun...Telefonun arkadaşlarım  24 saat dinlemeye aldık.... Seni takip ediyoruz ve de koruyoruz.... Sen bizim adamımızsın..       

            Hocam yine şaşırdı; ben inandırıcı, emredici ve biraz da komutan edasıyla sürdürdüm talimatlarımı;

            -Devlet senin arkanda... Kimseden korkma...  Ben bir hafta süreyle sana talimat vereceğim; bu talimatları kusursuz ve eksiksiz uygulayacaksın..

            -Tamam Ahmet Bey, dedi...

            Ben Boztaş biraz rahatlamıştı sanki; ben seçime bir hafta kala hocama günlük olarak talimatlar verdim....

            -Bu gün beyaz gömlek, siyah şalvar, kırmızı şapka giyeceksin...

            -Bu gün Arap Şeyhi gibi giyin...

            -Bu gün eşeğe bineceksin...   

            Hoca dediğim her şeyi yaptı;

            -Eşeğe binmem , binemem, deyince, bunu bir fırçaladım... Kabul etmek zorunda kaldı.... Televizyon kameramanlarının, gazetecilerin olduğu eşekli tören düzenlemeyi kabul etti... Hatta televizyonlarda eşekle giderken cep telefonuyla konuşuyordu... O zaman ben kendisine talimat veriyordum... Eşeği Çakmak caddesinden süreceksin... Eşekle Dörtyol ağzına kadar gel... Tüm güvenlik önlemleri alındı, şeklinde sık sık talimat verdim...

            Bir tek deve bulamadık, bulsaydık deveye de bindirecektim hocamı... Verdiğim talimatları günü gününe uyguladı...

            -Ahmet Bey, size hayatımı borçluyum... Sayenizde terör örgütü bana zarar veremedi, dedi...

            Hocamı takibe alan derin devletten Ahmet olarak; hocamı takip etmeye devam ettim... Seçim gecesi Beyaz Şov da, saat 22 civarında Doğan Haber Ajansı’ndan gelen bilgilere göre... Hocama 590 oy çıkmıştı.... Hocam bir gün sonra İlçe seçim kuruluna gitti;170 oy aldığı söylendi kendisine...

            -Nerede benim oylarım? diye  merak ediyor...

            Bu konuda şüphelendiği bazı kişiler var; oylarını alıp başka tarafa aktarmışlar; ama Ahmet Bey olarak benim bunda parmağın yok... Buradan hocama itiraf ediyorum...

            ....

 

            ‘’KURTLAR VADİSİNDEKİ POLAT A RESİM YAPMAYI BEN     ÖĞRETTİM...’’

            Boztaş bir gün çalıştığım televizyona geldi, uzun uzun sohbet ettikten sonra aklıma cinlik geldi... Bakalım hocam nasıl karşılık verecekti?

            -Hayırlı olsun Boztaş... Kurtlar Vadisi’ nde Polat Alemdar ‘la birlikte başrol oynayacakmışsın, diye zarf attım...

            Boztaş sevindi, yüzü güldü, rahatladı, arkasına yaslandı...

            -Önemli değil... Polat zaten benim mahallemin çocuğuydu... Ona resim yapmasını ben öğrettim.... O kısa pantolonuyla gezerken ben resim ve şiir sergileri açıyordum, deyiverdi..

            Hocayı görünce, ne kadar zarf atarsan  at atabildiğin kadar...Hepsine de  yanıt vermeden geçmez... Hatta, uzayla ilgili, uzaylılarla ilgili ne söylersen söyle Boztaş her şeyi bilir, daha önce bu konularda inanılmaz deneyim sahibidir çünkü.... Onun olmadığı bir Adana ve dünya düşünemiyorum...     

 

 

            SEN BİR MİKROPSUN...

            Boztaş bu, ne zaman kızacağı, ne zaman sevineceği asla belli olmaz...

            -Sen bir mikropsun, diyenlere ,

            Çok kızar, tepki gösterir; renkten renge girer, hatta küfürler bile savurur... Duvarları yumruklar, ağzından köpükler saçılır...

            -Sen bana nasıl böyle bir şey söylersin? Beni ne kadar tanıyorsun? Sen daha çocukken, ben Adana da sanat yapıyordum... Şiir ve resim sergileri açıyordum.. .Adana’ lılar beni anlamadı... Sen de beni anlamadın... Adana düşmanları der...  Her an saldıracakmış gibi dişlerini ve yumruklarını sıkarak rakibinin üstüne atlayacağı sırada; aynı kişi;

            -Ama yararlı bir mikrop, faydalı bir virüssün... İnsanlara, sevgi, hoşgörü, sanat,  mutluluk aşılıyor, streslerini alıyorsun... Pozitif enerji kaynağı olan bir insansın.deyince... Boztaş ın ağzı kulaklarına varıp, biraz önce küfür ettiği kişiye binlerce kez teşekkür eder.... İşte Boztaş mikrobunu alanlar bir daha onun peşini bırakmaz.... Gazeteci, bakkal, manavı, kebapçısı, otopark işletmecisi, televizyon program yapımcısı, basın danışmanı, sivil toplum örgütünün başkanları, politikacılar, Adana da aklınıza kim gelirse  hangi mesleği yapan gelirse  hepsi sözleşmişçesine Boztaş merkezli yaşayanlar var...

            ....

            YUMURTAYI BİZ ATTIK SUÇLUYU BAŞKA YERDE ARIYOR...

            Boztaş hocam bir yerel Televizyonda muhabirlik yapıyor... Kendisine  belirlediği konu şuydu;

            -Cadde ve sokaklarda satış yapan seyyar satıcılar vergi veriyor mu?

            Kamerasını ve mikrofonunu yüzlerce seyyar satıcının bulunduğu Çakmak caddesinde açtı... Oradaki seyyar esnaflara sırayla sormaya başladı;

            -Vergi veriyor musunuz?

            Adam akşama kadar bir cep telefonu ya satıyor, ya satamıyor, aç yatıp aç kalkıyor; Boztaş bu kişilere vergi soruyor... Seyyar esnaflar bu soru karşısında çıldıracak duruma geldiler... Kameradan rahatsız oldular ve Boztaş’ a yanıt vermek istemediler... Ama o ısrarla;

            -Devlete neden vergi vermiyorsunuz? Siz neden vergi kaçırıyorsunuz? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemekten utanmıyor musunuz?diye sıkıştırırken ,

            Bir arkadaş hemen gitti bir kep yumurta aldı... Tepki gösteren esnaf yapıyormuş gibi  Boztaş kameranın karşısında program çekerken kafasına yumurta dolu kepi vurdu... On beş yirmi tane yumurta  kafasında kırıldı, omuzlarından aşağıya yumurtaların sarısı, beyazı aktı; Boztaş hocam rezil oldu, tüm itibarını–inandırıcılığını yitirdi, karizması sıfırın da altına indi... Perişan halde, saçı, başı, yepyeni aldığı takım elbisesi, üstü ceketi her tarafı yumurtaya bulandı....

            Boztaş bağırdı;

            -Kim yaptı bunu lan ? feryat etti... Kamerası da bu görüntüleri saniye saniye kayıt etti...

            Biz görüntüdeyiz,  kıs kıs gülüyoruz, bir tek biz yaptık demediğimiz kaldı; bize o kadar çok inanmış, öyle çok seviyor saygı gösteriyor ki, vatandaşlar yumurtayı bizim attığımızı söyleseler de o inanmıyor...

            -Bu kişiler attı, diyenlere de,

            -Yok onlar atmaz, diye ısrarla inkar etti... Oysa, olayı tezgahlayanlar da, yumurtayı atanlar da attıranlarda bizler hep görüntüdeydik... Kamera da, bizim yumurta atma görüntülerimizi kayıt etmesine, hocam bol bol görüntüleri defalarca izlemesine karşın, bizden asla şüphelenmedi... Sonra ne mi oldu? Kafasında yumurta kırdığımız Boztaş’ ı alıp hamama götürdük, temizlikçiden yeni aldığı ceketini geri götürüp temizlettirdik... Parası da bizim cebimizden çıktı, ama hocama helal olsun...

           

            ...

            BOZTAŞ IN SIRTINDAN ZENGİN OLAN REKLAMCI...

            Bir gün, benim Boztaş hocamla aramın iyi olduğunu bilen  eli James Bond çantalı birisi çalıştığım firmaya geldi...

            -Buyurun...

            -Abdurrahman Boztaş ın sponsoru siz misiniz ?

            -Evet, dedim...

            -İktidar Partisinin bu Pazar günü Uğur Mumcu meydanında bir mitingi var…  Genel Başkan ve Sayın Başbakan gelip orada iki saat konuşacak... Biz, Boztaş’ ın adını devasa balona yazdırıp, genel  başkanın yapacağı  mitingi boyunca meydanda 50 metre yükseklikte göstereceğiz... Boztaş’ ı destekliyoruz...

            -Tamamda ücret ne olacak? Kaç lira ücret istiyorsunuz?

            -Biz 1300.YTL ücret alıyoruz... Ama Abdurrahman Hocama feda olsun... Bu kampanyası bizden kendisine armağan olsun... Biz ücret istemiyoruz… Onun adını kullanarak kendi reklamımızı yapacağız...

            -Tamam... Kabul ediyorum... Çok güzel olur... Çok ince düşünmüşsünüz... Teşekkür ederim, dedim...

            Hocama sormama bile gerek kalmadan, ben sponsoru olarak karar verdim... Reklamcı arkadaş verdiği sözü tuttu; iktidar partisinin düzenlediği Uğur Mumcu Meydanındaki miting boyunca dev balonun üstüne ABDURRAHMAN BOZTAŞ ismini yazılı kaldı... Sayın Başbakanın konuşması boyunca balon 50 metre yükseklikteydi,  herkes gördü... Hocamın o balonu partinin genel başkanının konuşmasından daha çok hava yaptı; meydanı dolduran onbinlerce kişi  tarafından izlendi  ABDURRAHMAN BOZTAŞ ismi ve akıllardan çıkmayacak şekilde yerini aldı... Daha sonra bu firma, Boztaş hocamın reklamını yaptığı balonla çok başarılı olduğunu, onu örnek şeklinde göstererek  İstanbul dan iş aldı; o firmanın şu anda çok zengin olduğunu duydum... Hocamın ismi pek çok kişiyi zengin etmeye yetiyor da artıyor bile...   

            ...

            SEN MALSIN...

            Boztaş’ın kızacağı, ya da sevgiyle davranacağı saatleri belli olmaz...

            -Sen bir malsın, der insanlar önce bir zarf atar...

            Boztaş, renkten renge girer, yumruklarını ve dişlerini sıkar, rakibinin üzerine saldırıp, boks maçı yapacağı sırada, aynı kişi;

            -Ama kamuya mal olmuşun… Kamunun malısın ... Sen harikasın… Sen şahanesin... Keşke her mal senin gibi olsa deyince Boztaş ın tüm havası balon gibi iner;

            -Teşekkür ederim... Sen de  bir tanesin, deyiverir...

            Hocamı çok iyi anlayan, onun tüm hareketlerini kontrol eden, Abdurrahman Boztaş merkezli yaşayan sayısız insan var Adana da... Zaten Adana’lı olmanın koşulları arasına şu da girdi; Boztaş hocamla bir anınız yoksa, siz gerçek Adana lı değilsiniz...

            ...

            SEN KÜTÜK DEDİN...

            Boztaş a bir kalabalık toplantıdaki bir  kişi iltifat etti...

            -Sen kökleri derinlerde, dalları bulutlara ulaşan  dev bir çınarsın... Sevgi çınarısın, aşk çınarısın... Her yere mutluluk, serinlik, refah saçıyorsun...

            Boztaş, zevkten dört köşe olmuştu ki;  muzip arkadaş söze girdi;

            -Sen Abdurrahman Boztaş’ı şimdi  kütük yaptın, dedi..

            Adamcağız söylediğine bin pişman olur gibi, kızardı, bozardı... Boğazından hıçkırık şeklinde şu cümleler çıktı...

            -Aman efendim etmeyin, ben, Boztaş hocamla aramızı  lütfen bozmayın... Kendisine sevgim saygım sonsuzdur... Muzip arkadaş devam etti ;

            -Çınar kesilirse ne olur? Odun olur... Odun kesilirse ne olur? Kütük olur... Sen Abdurrahman Boztaş ı birden kütük yaptın...

            Bu konuşmaların arasında kalan Boztaş;  bu sözlerin kendisinin iyiliğine mi, yoksa kötülüğüne mi söylediklerini bir türlü anlayamadı... Kafası karıştı... Çekip gitti... Ne iyi diyebildi, ne kötü diyebildi... 

 

            ...

             BENİ VALİ VE VEKİLLER        KURTARDI....

            Adliye  muhabirliğim sırasında, infaz bürosunda görev yapan tanıdığım bir sivil polis yanıma geldi ;

            -Göz altına aldığımız bir gazeteci arkadaş var... Mal beyanı vermediği için tutuklanacak, yazık olacak;  boşuna cezaevine gitmesin yardımcı olun, dedi...

            Biz basın bürosundaki arkadaşlarla hemen müdahale ettik...

            -Ne gerekiyorsa yapalım diye işe koyulduk...

            Cep  telefonu  şirketine borcu varmış ödeyememiş... Şirket Boztaş’ ı mahkemeye vermiş, mal beyanında da bulunmadığı için hocam cezaevine doğru yola çıkarılmış... Biz hemen şirketin  avukatıyla görüştük :

            -Tamam borcunu ödesin biz davamızdan vazgeçelim, dedi..

            Adliyede saat 17: 00’ yi geçince, ne savcı, ne hakim bulunmuyor... Nöbetçi bir savcı bulduk rica ettik, gerekli evrakı hazırlattık bize imzalayıp verdi...      Savcı beyin, bu kararını hakimin onaylaması gerekiyor... Kaleme gittik, hakim bey gitmiş sadece  memur var....

Boztaş kesin tutuklanacak ; tüm çabalarımıza karşılık elimizden başka bir şey gelmiyor... Kalemdeki memur, biz gazetecileri tanıdığı için;

            -Gazeteci arkadaşınıza yardım etmeniz çok hoşuma gitti...

            Ben de size yardımcı olmak istiyorum... Bir taksi tutun, hakim beyin evine gidip imzalatıp geleyim... Arkadaşlık böyle günlerde belli olur, dedi... Biz gazeteciler olarak aramızda para topladık... Gereken her türlü özveriyi gösterdik.... Memur arkadaş hakim beyin evine gitti evrakları imzalattırdı geldi.... Mal beyanı vermediği için 7 gün hapis cezası alan Abdurrahman Boztaş’ın cezaevine girmesini engellemiş olduk... Birkaç gün sonra, Boztaş gittiği her yerde;

            -Benimle vali bey ilgilendi... Milletvekillerinin sayesinde cezaevine girmekten kurtuldum, demez mi? Adliye muhabirleri olarak bu bizi çok üzdü...

            Bir arkadaşım şöyle dedi ;

            -Abdurrahman Boztaş aklı bu; Amerika Başkanı CLİNTON benim askerlik arkadaşımdı... O kurtardı da diyebilirdi... Yine Valiyi ve belediye başkanlarını, milletvekillerini söylemiş... Buna da şükretmek gerekir...

            Neyse ;  cep telefonu şirketine olan 500 .YTL olan borcunu da bir odanın başkanı babasının hayrına ödedi kurtuldu... Ama bize bir teşekkür etmedi, o zorumuza gidiyor ...

 

           

            BAŞKAN BOZTAŞ IN  GÖLGEDESİNDE KALACAKTI...

            İlçe Belediye Başkanı Ramazan nedeniyle, ücretsiz yemek dağıtılacak çadırları gezdirmek için basın toplantısı düzenledi... 30’a yakın kişi basın bürosunda toplandı... Biraz sonra araca binilip kentin o bölgesine gidilecekti... Basın bürosunu dolduran, herkes Boztaş’ ın etrafında, onunla konuşuyor, sohbet ediyor, şaka yapıyordu, kahkahalarla gülüyordu...

Boztaş’ ta inanılmaz düşüncelerini anlatıyor, inanılmazları söylüyor, yağıp gürlüyordu...

            -Mars taki hayattan...

            -45 dakikadır anlattığı sarımsağın yararlarından...

            -Amerika eski başkanı BİLL CLİNTON ile olan dostluğundan...

            -Aids hastalığına çare bulmasından, söz ediyordu...

            Belediye Basın bürosundan toplu olarak araca binmek için çıkarken, basın danışmanı hocama  yalvarıyordu ;

            -Boztaş, sen benim makamıma otur... Makamımı sana bırakıyorum...  Klimayı aç, serin serin keyfine bak...  E – maillerine bak...  Arkadaşlar sana yemek söylesinler... Çaycımız çay getirsin... Bin bir ricadan sonra, Boztaş araca binmek üzere olan guruptan gönülsüz olarak ayrılıp geride kaldı... Basın danışmanı derin bir ohhhh çekti...

            -Neden Boztaş ın gelmesini istemedin? dediğimde

            -Abi, herkes Boztaş’ la ilgileniyor... Belediye Başkanını kimse dinlemiyor... Belediye Başkanı onun gölgesinde  kalıyor, bu toplantıya da gelse başkan onun gölgesinde kalacaktı... Basın toplantımız boşa gitmiş olacaktı... Çok renkli olduğu için, bu geziye katılması, basın toplantısının etkisini de başarısını da  ortadan kaldıracaktı...O nedenle gelmesini istemedim...

            ....

 

            MALZEME ÇOK RENKLİ...

            Belediye Basın Danışmanına, Abdurrahman Boztaş la ilgili olarak bir gazeteci şöyle dedi ;

            -22 Temmuz 2007 yerel seçimlerinde sen bağımsız ve bağlantısız milletvekili adayı olan Abdurrahman Boztaş’ a çalıştın...

            Boztaş ı CNN TÜRK’ e , Fox tv ye , Star , TGRT , gibi 10 dan fazla televizyona konuk olmasını sağladın... Peki basın danışmanı olduğun,  belediye başkanını bu kadar sayıdaki ulusal televizyona çıkarttın mı? Basın danışmanı düşündü ;

            -Hayır... Söylediğin doğru... Ama, Abdurrahman Boztaş isimli malzeme öyle renkli ki...  Adam 45 dakika sarımsağın faydalarını anlatıyor...  Mars’taki sevgilisiyle neler yaptığını söylüyor... Nuh un gemisini bulduğunu iddia ediyor...

            Ve daha niceleri... Soruyu soran arkadaş bir an durakladı;

            -Tamam... Haklısın abi, dedi basın danışmanına gazeteci arkadaş... Söylediklerine ben de katılıyorum...

            ...

            KABINA SIĞDIRAMADIM...

            Gazeteci arkadaşı, belediye basın danışmanına şöyle dedi;

            -Abdurrahman Boztaş’ ı sen ulusal televizyonlara çıkarttın, onunla yerel televizyonlarda program yaptın... Adana’nın - Türkiye ve dünyanın gündemine taşıdın... Yıllardır, onunla ilgileniyorsun... Ama, yaşamını fıkralar şeklinde yazması gereken kişi beklide sendin... Başka bir arkadaş yazıyor, bunu nasıl açıklarsın ?

            İlçe Belediyesinin Basın Danışmanı aynen şöyle dedi;

            -Malzeme  öyle renkli, öyle sınırsızdı ki;  ölçtüm, biçtim, topladım–böldüm–çarptım–çıkarttım ama bir türlü kabına sığdıramadım... Onu yazmak, dünyayı yazmaktan daha da zor...Hatta olanaksız… Yazan arkadaşıma büyük sabır diliyorum... Ama  bin yılda yazsan Boztaş kitabı asla bitmez, bitmeyecektir... Ciltler dolusu da toparlansa da onu tam olarak anlatmak olanaksız...

            ...

             ALNIM AK...

            Boztaş hocam 22 Temmuz genel seçim  sonrası  belediyeye geldi;

            -Benim 130 bin oyumu çaldılar...Ben vatan için, millet için çalıştım... Bağımsız aday oldum... Bana haksızlık ettiler… Bir süre sustu yeniden konuştu ;

            -Aramızda, bu partiden bazı dönekler var... Oyumu çalan partinin uşakları var...

            Öyle ciddi, öyle saldırgan, öyle inanarak söylüyordu ki; bu sırada, partili genç;

            -Senin  giydiğin takım elbiseyi, bu partinin il başkanı  almadı mı? Kunduralarını ilçe başkanı alma dı mı? Cebindeki fotoğraf makinesini basın danışmanı almadı mı?

            Boztaş çıldırdı, itiraz etti;

            -Almadı... Kimseden para almadım..

            Genç partili;

            -Bana mı uşak diyorsun?

            -Evet sana uşak diyorum... Senin partinin genel başkanı bana milletvekilliği, hatta          bakanlık  teklif etti...  Sen kim oluyorsun? Uşaksın, hem de uşaksın, deyince iyice sinirlendi...

            Dayak yiyeceğini falan düşünmüş olmalı ki;  bir saldırıdan  korktuğu için, hem hakaretler edip  hem de kapıya doğru koşarak  giderken, kafasını demir kapıya çarptı... Demir kapının kenarı bıçak gibi hocamın alnını ikiye böldü; başı yarıldı, kanlar yüzüne gözüne akarken, kan içinde odadan kaçmaya çalışırken  hem elini bastırıyor hem de; kanlı alnını ve yüzünü göstererek ;

            -Benim alnım açık… Benim alnım ak... Kimseden elbise almadım, kimseden rüşvet almadım, diye haklı olarak  bağırıyordu...

            ...

            BEN ÇOCUKLARLA ÇALIŞMAM...

            Adana’ nın ilk yerel televizyonlarından birisine muhabir olarak girmişti.. Ama koyunun olmadığı yerde keçi Abdurrahman Çelebi geçinirmiş ya;  Boztaş, orada kendisini kral ilan etmişti... Soranlara da ;

            -Ben Genel Yayın yönetmeniyim, diyordu...

            Yıllarca yaygın bir gazete de çalışan; çok büyük başarılara imza atan  genç bir gazetecinin muhabir olarak, aynı televizyona girmesini çekememişti; daha doğrusu onun karşısında yaptığı haberlerle başarısız olmuştu; ama bunu bir türlü itiraf edemiyordu...

            Çalışmamak, televizyondan ayrılmak için kendisine bir bahane yarattı;

            -Ben çocuklarla çalışmam, diye çekip gitti...

            3-4 yıl o kişiyle konuşmadı.... Bu kadar da kincidir...

            ...

           

            BOZTAŞ HALKLA DALGA GEÇİYOR...

            Eski gazetecilerden Erol Erk, Adana’lı tüm gazetecilerin, iş adamlarının katıldığı “ABDURRAHMAN BOZTAŞ’ I BORÇLARINDAN KURTARMA...” gecesi düzenledi...

            Mikrofonu eline aldı;

            -Arkadaşlar, herkes elini cebine atsın... Abdurrahman Boztaş’ın borçlarını sıfırlamamız gerekir... Bu arkadaşımızı kurtarmamız gerekir... Meslektaşımızın böyle borçlar harçlar içinde yaşamasına gönlüm razı olmadı, olmaz, olamaz da, dedi...

            Herkes, olanakları ölçüsünde yardımcı oldu... Oldukça da yüklü bir para toplandı.... Boztaş’ın tüm borçlarının tamamını ödeyeceği gibi kalanıyla da bir yıl gül gibi geçinip gidecekti... Boztaş sevinçten dört köşe olunca;

            Erol Erk, bu kez Boztaş a dönerek;

            -Abdurrahman Boztaş, borçlarından kurtuldun... Şimdi söyle bakalım; sen mi bizimle dalga geçiyorsun, yoksa gazeteciler mi seninle dalga geçiyor?

            Yanıt,  Boztaş’ tan çık çıkmadı... Böyle bir soruyu ne kendisine sormuş, ne de sordurmuştu, ne de yanıtını biliyordu... Borçlarından kurtulduğu için sevindi ama,  anlaşılan bu soruya kendisi de o gün bu gündür hala yanıt arıyor ama bulamıyor...

            ...

            MİLLETLE DALGA GEÇMEK ZEKA ÜRÜNÜ...

            Gazeteci arkadaşlar Boztaş olayını sık sık tartışırlar;

            -Boztaş mı bizimle dalga geçiyor? Biz mi onunla dalga geçiyoruz...Ya da Boztaş dünyayla mı? ya da dünya Boztaş la mı dalga geçiyor? Bu soruya bir türlü yanıt bulamazlar, bulamayacaklar da... Ama bir gazeteci arkadaş eline kağıt kalemi aldı, çok güzel bir bilanço çıkartarak, Boztaş hocamla ilgili  bu güne kadar asla düşünülmeyen  çok güzel bir tanı koydu; dedi ki;

            1.Abdurrahman Boztaş, Çukobirlik’ te Basın Danışmanlığı yaptı...

            2.Evli ve 4 çocuğu var... Torunları var…

            3.Sosyal ve cinsel yaşamı var...Sevda nın peşinden koşmasından belli...

            4.Devletten emekli olmayı başardı...

            5.Sarı basın kartı var...

            6.Alış – veriş yapmasını biliyor, paranın değerini anlıyor...

            8.Kıyafetleri  uyumlu… Çok lükste giyinebiliyor.

            9.İnsanları tanıyor, tüm işlerini hallettiriyor...

            10.Devlet büyükleriyle diyalogu çok yerinde...

            11.Herkes hocam hocam diye saygı gösteriyor....

            12.Gittiği her yerde sabah, öğlen, akşam bedava yemekler ısmarlatıp, karnını  doyuruyor...

            13.Günlerce hiç para harcamadan sigarası alınıyor, takım elbiseleri armağan ediliyor ...

            15.Türkiye nin istediği yerine istediği zaman kendisini götürecek pek çok hayranı bulunuyor...

            16.Konturu bittiği zaman, yüzüğünden konuşurmuş numarası çekiyor... Neden yüzüğünle konuşuyorsun diyenlere, konturum bitti deyince istediği kadar kontur alınıp kendisine hediye ediliyor...

            17.Gizli haber alma teşkilatından olduğunu sandığı insanlar bir dediğini iki yapmıyorlar... Devletle ve derin devletle olan tüm sorunlarını anında çözüyorlar...

            18.Abdurrahman Boztaş merkezli yaşayan büyük bir kitleye sahip....

            19.Herkes sevgi ve saygı gösteriyor; dalga geçse de genellikle doğru ve etkin konuşuyor...

            Bu kişinin deli olması olanaksız; o zaman o milletle ve dünyayla  dalga geçiyor... Dalga geçmesi aslında bir zeka ürünüdür... Boztaş la ilgili bu çağda verilen en son karar: en son tanı  bu şekilde....

            ...

           

            BELEDİYE BAŞKANINDAN

            MASRAFLARINI ALDI...

            Abdurrahman Boztaş, Atatürk Caddesindeki Çukurova Gazeteciler Cemiyetinin önündeki otobüs durağında, Kanalköprü dolmuşunun gelmesini bekliyordu... İnanılmaz bir kış günüydü ve bardaktan boşanırcasına da yağmur yağıyordu... Seyhan İlçe Belediyesinin temizlik kamyonları da, durakta temizlik yapıyordu... Bu sırada geçen dolmuş, çöp kamyonu nedeniyle Boztaş’ ı göremeyince durmamıştı... Boztaş, temizlik işçilerinin üstüne yürüdü;

            -Sizin yüzünüzden yağmurda ıslandım... Dolmuş duracaktı engel oldunuz... Ben gazeteciyim... Bunun hesabını size sorarım...

            Temizlik işçilerini öyle kızdırdı ki, Boztaş hocama bir ton dayak attılar... Boztaş’ın   birkaç dişi kırıldı...Yüzünde bazı yerler parçalandı kanadı....  Sabahleyin erkenden İlçe Belediye Başkanının kapısını çaldı;

            -Başkanım, senin temizlik işçilerin, beni dövdü... Dişlerimi kırdı... Zararımı ödeyin, diye Belediye Başkana askerce ve sert bir  talimat verdi... Başkanın makamına oturdu...

            Baktı ki Başkan da gerçekten söyledikleri doğru; suçun kimde olduğu önemli değil, dedi...Başkan daha önce tanıdığı için hocaya;

            -Boztaş, bizi affet... Büyüklük sende kalsın, dedi...

            Büyük miktarda bir tomar para verdi... Boztaş zafer kazanmış bir komutan gibi parasını alıp cebine koydu,  kırılan dişlerini gösterecek şekilde gülümseyerek ilçe belediyesinden ayrıldı... Ama yediği dayağı başkanın verdiği para unutturmuştu....

            ....

 

 

 

            BOZTAŞ IN SERGİ GEZMESİ...

            Abdurrahman Boztaş, muhteşem bir ressamdır, şairdir, oyuncudur, tarihçidir, doğa bilimcisidir, 51.5 kiloda boks Adana şampiyonudur, kuru temizleme ustasıdır, kaportacıdır,  elektrik teknisyenidir, fahri erkek ölü yıkayıcısıdır ,gazetecidir... Yani dünyadaki tüm meslekleri iyi bilir, hepsinde uzman konumunda bulunur... Adan’ daki tüm sosyal etkinliklere, sanatsal etkinliklere katılır... Sergiye gelen, serginin kurdelesini kesen milletvekilinden daha çok ilgi çeker.... Tüm basın mensupları ve Boztaş merkezli yaşayan hayranları, protokoldekileri bırakıp onunla sohbet eder, her türden hayali zarflar atarlar, Boztaş’ın sınırsız hayal gücünden yükselen ulaşılması olanaksız düşüncelerini   dinlerler....  Bir gün  hocam  75.Yıl Sanat Galerisindeki sergiye geldi...

            Yaz mevsiminin son sergisi;  Haziran ayının ortaları falan;  omzunda İki tane kamera, boynunda saydım tam dört tane fotoğraf makinesi, üzerinde palto, ellerinde iki tane şövale, gözlerinde gözlük... Büyük sergi salonunu bu kıyafetlerle bir saate yakın gezdi;  herkes onun bu haliyle hayret ve ibretle izledi... O üzerindeki ve elindekilerle sergiden daha da çok ilgi çekmişti... Ellerindekini yere koyup, sergiyi rahat rahat gezmeyi asla  akıl edemedi.. .O yaz sıcağındaki son sergiyi gezdikten sonra; galerinin çıkışına yakın geldi; yorulmuştu besbelli ellerindekini yere koydu;

            -Ooooff, dedi...Amma da sıcak...Nasıl da terledim...

            Ama, sergiyi o palto ve üzerindeki ağırlıklarla gezdiğinin bilincinde bile değildi... O gün hocamla ilgili notumu verdim... Hocam gerçekten hocamdı...

            ...

 

            KALE KEŞFETTİ...

            Bu yüz yılda; Adana da ve Türkiye de, hatta dünyada keşfedilmeyen yer kaldı mı?

            -Kalmadı... diyorsunuz... Tamamen yanılıyorsunuz…

            Siz öyle sanın... Yüzyılın son en büyük kaşiflerden birisi de hiç şüphesiz Abdurrahman Boztaş’tır... Bir dönem Turizm İl Müdürlüğünde fahri olarak fotograflar çeken Abdurrahman Boztaş, sayısız  keşiflerine bir de kaleyi ekledi... Kalenin fotoğraflarını çekti, krokisini çizdi, Kültür ve Turizm Bakanlığına bir dosya ile durumu bildirdi...

            Boztaş’ ın, bu gayretleri bakan beyden çok büyük takdir aldı... Ve kale, tarihi eser keşfi olarak kayıt edildi...  Ama bu sırada Adana daki kültür müdürlüğü görevlileri;

            -Biz her gün bu kaleyi her gittiğimizde  görüyorduk.. Ama kayıtlı değilmiş... Abdurrahman Boztaş  bulmuş oldu herkesin bildiği kaleyi, diye onu kıskandılar.... Onlar çatladılar ama Boztaş, bir kale keşfinde bulunan Adana lı olarak tarihe geçmenin mutluluğunu yaşıyor...

            ...

            KAŞLARIM KAREKTERİMDİR...

            Abdurrahman Boztaş’ın kaşları çok gür, karşıdakine korku verecek şekilde çok görkemlidir... Özellikle ortalarındaki uzun kılları, yukarıya doğru gelişmesi için saatlerce ayna karşısında; o kılları kıvırır, kıvırır, kıvırır... Badem yağı sürer, vazelinler, jöleler, aklınıza gelen gelmeyen her türlü bakımı yapar... Kaşlarının gürlüğü ve görkemi  görenlerin ondan çekinmesine neden olur.... Amacı kaşlarının Atatürk’ ün kaşları gibi; bakışların da büyük önder gibi etkili olmasını ister, bunun için gece gündüz kıvırır da kıvırır, aynanın karşısından asla çekilmez... Bir kamu kurumunda çalışan, sanat ruhlu Müdür bey Abdurrahman Boztaş’ la odada baş başa kaldığında; cebinden 100 YTL çıkarttı masanın üstüne koydu;

            Boztaş birden ürktü; müdür bey gayet ciddi olarak;

            -Abdurrahman, al sana 100 Milyon lira...

            Boztaş ın kafası karıştı,  yüzü biraz kızardı; müdür bey devam etti...

            -Korkmana gerek yok... Ama senden bir ricam var; bu parayı al, şu kaşlarının yukarıya doğru uzayan kıl uçlarını makasla benim kesmeme izin ver...

            Boztaş, duvara çarpmış, sonra da rahatlamış bir eda ile;

            -Olmaaaaz... Onlar benim karakterimdir... Kaşlarımı babama bile elletmem... Karım bile ucuna dokunamaz... Onlar benim karakterimi oluşturuyor...  Kaşlarım cinsel gücümün göstergesi, cinsel kudretimin gözle görülür hale gelmiş halidir... Ben bu güzelliklerimden öldürseler de vazgeçemem, demez mi ?

            Teklifinden vazgeçen Müdür bey, parayı alıp utana sıkıla geri cebine koydu...    

            Müdür bey çok şaşırmıştı; ne yapacağını bilemeden, parasını alıp cebine geri koydu... Ama Boztaş la ilgili yeni bir bilgiye ulaşmış oldu...

            ....

 

            KIRMIZI  KİREMİTLER...

            Hemen her televizyondan ve ulusal–yerel gazetelerinden Adliyede görev yapan  muhabirleri olarak Abdurrahman Boztaş’ı uzun süre göremediğimiz için özledik biraz da gülmek eğlenmek istedik... Yıllardan beri tanıdığımız;  adliyede görev yapan; her gün  selamlaştığımız  , birlikte yemek yediğimiz  , çay içtiğimiz  ; Boztaş ın da her gün gördüğü bir polisle anlaştık, memur arkadaşa senaryoyu anlattık... O da noktasına virgülüne kadar çok iyi oynadı... 10 dakika sonra  elinde kelepçe, Copla  gazetecilerin yanına geldi; her gün gördüğü, selamlaştığı, tanıdığı Boztaş la ilgili olarak mahsustan;

            -Abdurrahman  Boztaş kim? diye sordu...

            Boztaş  kızardı–bozardı ama sesi çıkmadı...

            Polis Copunu diğer eline yavaş yavaş vurarak meydan okurcasına; Boztaş ın kendisine bakarak ;

            -Abdurrahman Boztaş kim ?

            Yine ses yok... Hocam yer yarılmış, sanki yerin dibine girmişti... Bir saç saniye sonra şaka senaryosunu hatırlayıp uygulayan tüm gazeteciler olarak  aynı anda Abdurrahman Boztaş ‘ı gösterdik ;

            -Memur bey Abdurrahman Boztaş bu kişi, dediler...

            Polis, sert bir ses tonuyla;

            -Senin Kırımız Kiremitler diye bir şiirin var... Öyle mi ?

            -Evet var..

            -Orada sen komünizim propagandası yapıyormuşsun gibi geldi bana... Bu biraz sakıncalı... Orada ne demek istedin? Gel, seninle emniyet müdürlüğüne gideceğiz, ifadeni alacağız, dedi...

            Boztaş renkten renge girdi;

            -Şeeey...Polis bey ...Benim o şiirde anlattığım, aslında kırmızı olan kiremit...

Kırmızının kızıl komünistlikle falan ilgim yok...Aslında ben politik görüşüm... falan derken polis;

            -Kes sesini uzat ellerini diye kelepçelerini taktı... Boztaş hocam emniyetin yolunu tuttu... Yüzü önce sarı, mavi, kırmızı renklere büründü...Nefesi kesildi, yutkunamadı... Çaresiz etrafına bakına bakına polisle birlikte koridorda ilerlemeye başladı.... Adliyenin çıkış kapısına yöneldiklerinde,  gazeteciler olarak kurtarıcı rolünü oynadık... Hemen Memurun önüne geçip ;

            -Memur bey... Abdurrahman Boztaş şiirinde kominizim propagandası yapamayacak kadar dürüst ve temiz bir kişidir... Kendisi Mustafa Kemal milliyetçisidir... Zaman zaman devrimci olduğu iddia edilse bile kendisi bu konuda iyi bir yurttaştır... Kendisine biz kefiliz..

            Lütfen kelepçelerini çıkartıp, Boztaş’ ı bize bağışlayın, dedik… Poliste, 10 dakika önce  istediğimiz  gibi yaptı... Kelepçeleri çıkarttı; Boztaş derin bir nefes aldı... Kendisini kurtaran gazetecilere ömür boyu minnettar olduğunu söyledi... Hala bize teşekkür eder...

            ...

 

            BALIKLAR SUDAN KAÇAMAZ...

            Boztaş hocam, çalıştığı bir yerel televizyon kanalı için Seyhan Nehri kenarında, kendince bir program çekiyordu… Çevrede balık tutanları programladık; hocaya kızın, biraz sert yapın bakalım ne diyecek? Bu sırada Boztaş program çekmeye, konuğuna sorular sormaya devam ediyordu... Balık tutan çocuklar ;

            -Abi kes sesini... Defol git buradan... Seni şimdi döveriz... Oltaya gelecek balıkları ürkütüyorsun… Balıklarımızı kaçırıyorsun....

            Boztaş, bir yandan mikrofon uzattığı konuğuna sorular sorarken, aniden öfkeli bir sesle yanıtladı;

            -Oğlum siz manyak mısınız? Programın içine ettiniz... Balıklar zaten suyun içinde... Balıklar sudan kaçamaz, diye azarladı...

            Bu akıllıca yanıtlar karşısında balıkçılar susmak zorunda kaldı... Boztaş’ın, aklının göstergesi olan yanıt bu gün hala gazeteciler arasında dilden dile anlatılmaktadır...

            ...

            OYNAMAYAN  FUTBOLCUYA TV  YORUMU...

            Abdurrahman Boztaş; her konuda ama her konuda her şeyi bilen adamdır… Dediğim dedikçidir... Gözünden hiçbir şey kaçmadığını iddia eder... Adana 5 Ocak stadında  oynanmakta olan maç sırasında, Abdurrahman Boztaş a mikrofon uzattım ;

            Olmayan bir futbolcuyu sordum...

            -A futbolcusunu deminden beri izliyorsun, performansını nasıl buldun?

            Boztaş hocamın kameraya bakıp, mikrofonu eline alarak  hala devam eden maçta oynamayan futbolcuyla ilgili yorumunu istedim... Abdurrahman Boztaş, Adana da ve sahada asla olmayan ve futbol oynamayan eski bir futbolcuyla ilgili kameranın karşısında yorum yapmaya başladı;

            -Bu futbolcu arkadaş çok silik oynuyor... Sahada varlığı yokluğu belli değil.. Kimseye pas vermiyor... Çok bencil bir oyuncu… Bu gidişle takım gol yer, A futbolcusunun yüzünden takım ligden düşer, gibi ipe sapa gelmez yorumlar yaptı...

            Boztaş hocam  sahada olmayan ve futbol oynamayan bir oyuncu ile ilgili olarak 15 dakika  yorum yaparak, ne kadar büyük hayalci ve atıcı olduğunu ortaya koydu...  Zaten bu ve benzer atıcılığı olmasaydı, elinizde tuttuğunuz bu kitapta olmayacaktı...

            ....

                       

            PORNO TUTKUSU...

            Abdurrahman Boztaş internetteki Porno sitelerine girmeye bayılır... Hayali aşkı Sevda ile  her konuşmasının ardından Porno sitelerine girip bol bol sörf yapar... Oradaki sarı saçlı, mavi gözlü mankenlere bakarak, Sevda ile ilgili hayaller kurar.... Yine bir gün gazetemize geldi; önce Sevda ile konuştu; arkasından da; interneti açtı ve porno sitesine girdiği için, gazetenin tüm bilgisayar sistemine virüs bulaştı, sistem çalışmaz oldu... Hocama herkes çok kızmış ama belli de etmemişti... Yan masada oturan muhabir, uzun süredir çaktırmadan, uzaktan  Boztaş’ ı izliyordu; onu  suçüstü yakalayıp;

            -Gazetenin bilgisayarlarına sen virüs bulaştırdın... Senin yüzünden çöktü... Patrona seni söyleyeceğim, diye tehdit edince, Boztaş alevlendi  ;

            -Kim kim? Ben nasıl virüs bulaştırırım kardeşim? Sen manyak mısın? Sen deli misin? Beni deli mi sandın?

            -İşte şu anda Porno sitesini izliyorsun... Şu anda önündeki ekranda hala Porno görüntüleri var... Bu ve benzeri siteleri izledin Virüs oradan bulaştı... Sistemimiz çöktü, deyince, Boztaş iyice kinlendi, bağırdı çağırdı...

            Porno sitesinden kalkıp doğru patronun odasına girdi:

            -Bu muhabiri derhal kovacaksınız.... Yoksa ne senin gazetene gelirim, ne seninle konuşurum, ne de bir daha yüzümü göremezsin, diye patrona talimat verdi, net tavrını koydu…

            Patron Boztaş’ ı sakinleştirdi, yaptığını affettiğini söyledi ama; muhabirini de, Boztaş’ı da iyi tanıdığı içi, herhangi bir işlem yapmadı...

            ....

 

            STRES TOPUM...

            Abdurrahman Boztaş, bizim gazetede köşe yazıyor ama hocam asla noktalamaları bilmiyor, hatta sözcükler arasında bile aralık vermiyor... Düzelttiğim zaman kıyameti kopartıyor... Fırça atıyor... Ben artık yazılarına karışmıyorum... Sadece sözcüklerin arasını açıyorum... Ama her ne olursa olsun; onu seviyorum, o benim stres topum... Sarılık hastalığı oldum; 16 gün çay ve sigaradan başka şey kullanmadım... Onunla karşılaştım, bana hayatımın 6 aylık kahkahasını attırdı, sarılık hastalığından kurtulup, iştahım açıldı ve birden yemek yemeye başladım... Nişanlımdan ayrıldım moralim çok bozuktu; hocam beni hayata bağladı... Kendisine HOCAM diye hitap ederim....O anda derdim tasam biter gider... İnanıyorum ki; Enflasyon canavarının karşısına Boztaş’ın fotoğrafını koysalardı; canavar Türkiye ye bir daha gelmemek üzere kaçıp giderdi...

            ...

            CİNSEL GÜCÜM DORUKLARDA...

            Gazetede chatleşmek için mesaj gönderen Boztaş’la kafa bulmak için yandaki odaya geçip, yanıt verdim... Kendimi İstanbul’ lu bir  bayan olarak tanıttım... O sırada da ekranın yarısında benim görüntüm, yarısında da internetten aldığım bir bayan görüntüsü vardı... O beni ısrarla görmüyor, ekranın yarısını kaplayan makyajlı bayana bakıp bir yandan cinsel fanteziler kuruyor, bir yandan da yazıyordu ;

            -Sen Ahmet Mete Işıkara’ dan da seksisin; bütün organlarım senin emrinde deyince; çok mutlu oldu...

            -Ama o kambur ben değilim...

            -Biliyorum aşkım, dedim...

            Boztaş;

            -İstanbul a gelirsem seni ararım... Gençlere taş çıkartacak enerjim var... Cinsel olarak seni  bulutlara uçururum... Yeter ki benimle tanış... Beni bir dene gözlerine inanamayacaksın... Bu güne kadar yaşadığım tüm cinsel deneyimlerinin ötesinde büyük haz duyacaksın, dedi... Cep telefonunu verdi... Benimle İstanbul da buluşmak için can atıyor... Oysa, ben bitişik odadaki bilgisayar – internetten sadece bayanım diye rol yapmıştım...

            ....

            BOZTAŞ MERKEZLİ GAZETECİLER...

            Adana da Boztaş merkezli yaşayan gazeteciler vardır... Üç beş, ya da 10-15 gazeteci bir araya geldiğinde, hoca gündemin birinci maddesini oluşturur... Herkes birbirine Boztaş’ la ilgili son senaryoları, yaşanan olayları aktarır...

            -Boztaş ın son bombasını duydunuz mu?

            -Boztaş dün neler yaptı biliyor musunuz ?

            -Boztaş ı dün fox tv de izledim...

            -Ben de CNN Türk de izledim...

            -Boztaş ın bağımsız bağlantısız aday olduğunda söylediklerine inanamadım...

            -Hey...Boz taş eşekle Küçüksaatte geziyordu...

            Gibi konuları sadece Abdurrahman Boztaş olan gazeteciler gurubu var...

            Geçen yıllarda Mısır Çarşısında mikrofonu–aynı zamanda radyo vericisi olan bir radyo satılıyordu... Ben de aldım o radyodan, uzaktan mikrofonla istediğin şeyi söyleyince, sanki radyodan söyleniyormuş gibi oluyordu... Abdurrahman Boztaş merkezli gazeteciler olarak  ona bir oyun oynamak istedik.. Boztaş’ ta o sırada Çukurova Gazeteciler Cemiyetindeki bilardo masasında toplara parmağındaki yüzüklerle sihir yapmaya çalışırken: Radyoyu onun duyabileceği bir yere koyduk;  bitişik odadan mikrofonla şöyle bir anons yaptı;

            -Dikkat dikkat… ! Azılı terörist, 15 kişinin katili Abdurrahman Boztaş Türkiye’ de aranıyor...  Görüldüğü yerde vur emri verildi... Bu azılı teröristi görenlerin, bilenlerin en yakın güvenlik kuvvetlerine bilgi vermeleri gerekmektedir...

            O kadar saf, her şeye öyle çabuk inanırdı ki, radyodaki İlk anonsu nefes almadan dinledi Boztaş.. İkinci anonsta ise; kazık gibi kasılarak dinledi;

            -Güüüüm!!! Diye bayılıp yerlere serildi...

            Bilardo sopası, sihir yapmaya çalıştığı top yerlere yuvarlandı... Hepimiz yaptığımız şakanın eşek şakası olduğuna karar verip, Boztaş hocamın ölmemesi için dualar etmeye başladık... Acilen 112 çağrıldı, şaka yapıldığı falan anlatılsa da, Abdurrahman Boztaş aylarca kendisine gelemedi... O anonsu yapanlar olarak kendimizi suçladık... Şakanın boyutunu biraz kaçırmış, eşek şakasına dönüştürmüştük olayı....

            ...

            BOZTAŞ FIRÇALADI...

            Ben Abdurrahman Boztaş’ı henüz görmemiştim, kendisini henüz tanımıyordum...Ama yaşadıklarını gazeteci arkadaşlarımdan sık sık duyuyordum... Bir yandan kendi kendime de;

            -Bir insanla bu kadar insafsızca dalga geçilir mi? diye üzülüyordum...

            Bir konser sırasında, gazetecilerle birlikteyken, Abdurrahman Boztaş’ı ilk defa kanlı – canlı görme şerefine eriştim... Tanıştık, sohbet ettik... İnanılmazları anlatmaya devam etti... Öyle atıyordu ki, uzayın en derinliklerindeki galaxiler bile onun konuşmasından nasibini alıyordu... Konserde herkesin ilgi odağıydı... Konserde bulunan üç tane milletvekiliyle hiçbir gazeteci ilgilenmiyordu... Aynı şekilde orada bulunan sahneye çıkan sanatçılarla, Valiyle, belediye başkanlarıyla hiçbir gazeteci ilgilenmiyordu; herkes varsa yoksa gittiği her yerde ilgi odağı olan Boztaş’ la ilgileniyordu... Bir ara yine dalga geçmeye başladılar onunla... Hemen tavır aldım ;

            -Arkadaşlar yapmayın... Bir insanın üstüne bu kadar gidilmez.... Siz başkalarıyla dalga geçin, dedim...

            Boztaş girdi devreye ;

            -Sana ne kardeşim? Benimle sohbet etmesinler mi? Seni ilgilendirmez... Benimle sohbet etmeleri battı mı sana? Beni kıskandın mı?

            Tavır koyduğuma bin kez  pişman oldum... Hatta özür bile dilemek zorunda kaldım... Daha sonraki yıllarda ve özellikle içinde bulunduğumuz  bu günlerde kendisinin istediği şekilde konuşuyorum... Çok ta iyi anlaşıyoruz... Özellikle bir yerel televizyonda onunla yaptığım bir programı beni alabildiğince mutlu ediyor... Programımın ismi KALEM TRAŞ – KÜLTÜR FİZİK programı... Adana’ daki yerel televizyonların en çok izlenen, reating  rekorları kıran bir yapım... Ben ,o programda üstadı sadece dinliyorum, sorular soruyorum... Bir sarımsağı 45dakika anlatan adam dinlenmez mi? Bu arada, Abdurrahman Boztaş’ ı televizyona çıkartıp onunla program yapanlar oldu... Onlar Boztaş’ın ününden yararlanarak kendilerini ünlü yaptılar... İçi boş sahte kahramanlar olarak öne kendileri çıktı... Boztaş’ ın güneşini asla söndüremediler söndüremezlerde... Dünyadaki en ünlü shovmanlar bile Boztaş ‘ın reatinginin yanında sönük kalır... Ben programımda ise, Boztaş ı sadece dinliyorum, sorular sorup geri çekiliyorum... Boztaş ı kahraman yapan bir program sunuyorum... Benim Boztaş’ın sırtından ünlü olmak gibi bir isteğim yok ; zaten istesem de olamam ki... Onun renkleri dünyadaki tüm renklerden daha da parlak, karizması dünyanın en yüksek karizmasıdır...

 

            ....

 

            ABDURRAHMAN DAHİ...

            Bir otobüsle Adana Ticaret Odasının  Bursa da düzenlediği toplantıya  Boztaş’ ın da aramızda bulunduğu bir gurup otobüsle gidiyorduk...  Toros dağlarına geldiğimizde; kaptanın yanına gidip sigara içmek için  izin istedik… Baktık Boztaş ta ön koltuklara doğru geliyor,  kaptanın kulağına eğildim ;

            -Bu arkadaş anlatılanlara inanır... Hayallerini yaşar... Siz kendi aranızda bu dağlarda uçan  daireler falan gördük deyin... Bakalım ne diyecek? dedik

            Abdurrahman yanımıza geldiğinde kaptan abi, bizim söylediklerimizi aynen yaptı ...

             Boztaş kaptanı konuşturmadı bile, sözü hemen kendisi aldı.... Başladı Uçan Daireleri anlatmaya; bu cisimlerin  fotografını çekmesinden,uzay gemisinin içine binmesine kadar,  uzaylıların’’ sırrımız şimdilik saklı kalsın ‘’ ricasıyla makinesindeki  filmini  almalarına kadar her şeyi anlattı;

            - Adnan Menderes’in asılmadığına, hala yaşadığına;

            - Nuh un gemisinden, Ay daki ayak izlerine kadar inanılmaz şeyler anlattı...

            Bizim dolduruşumuzla Boztaş’ ın saçmalıklarını bir iki saat dinleyen kaptan şoför sonunda şöyle dedi ;

            -Yahu siz bu adam hayallerini yaşadığını sanıyor falan diyorsunuz ama bu adamın anlattıkları çok mantıklı...

            Boztaş, karizmasını kaptana karşı da en etkili ve en inandırıcı biçimde  kullanmayı onu da ikna etmeyi  başardı...

            ...

 

 

            NUHUN GEMİSİ KONFERANSI...

            Boztaş hocam bir gün Toros dağlarında gezerken; kendisine vahiy gelmiş...

            -Boztaaaş!!!Yolunu değiştir...  Şu tarafa sap...Nuh’un gemisi oradaaaa!!!demiş...

            Boztaş o tarafa sapmış;Aladağların KALDI dağı tepesine ulaşmış... O dağın altında şehir olduğuna, geminin de o kentin kenarındaki limanda bağlı bulunduğuna dün olduğu gibi bu gün de inanıyor... Her ne kadar o gemiyi, o kenti bulamamış olsa da aramaya hayallerinde yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyor...

            Abdurrahman Boztaş, Nuh un gemisi( pardon hocamın ifadesine göre kendi söylemleri  SAL şeklindedir...)  Toroslar’ da bulduğunu  ve kanıtlarını Büyükşehir Belediye Şehir Tiyatrosunda, tüm yerel ve ulusal gazetelerin, televizyonların muhabirlerinin bulunduğu bir basın toplantısında açıklayacaktı... Toplantıya 100 e yakın gazeteci, televizyoncu katılmıştı...

Boztaş hocam konuşma masasına elinde küçük  bir torbayla geldi; torbada  topladığı küçük küçük taşlar vardı.... Masanın üstüne bu taşları dizdi başladı konuşmaya;

            -Sevgili Basın mensubu meslektaşlarım, değerli arkadaşlarım; işte bu taşlar Nuh’un tufanında Toros Dağlarının tepesine oturan Nuh’ un salının  bulduğum insan cesetlerinin taşlaşmış parçacıklarıdır...

            Konuşmaya çok heyecanlı başladı; herkes nefes almadan tarihi bir olaya tanıklık ettiklerini düşündüklerini sandılar... Ancak aradan bir iki dakika geçmişti ki, sahneye elma, domates, yumurta, bozuk para yağmur gibi  yağmaya başladı...

            -Yalancııı!!!

            -Sahtekaaar !!

            -İn o sahnedeeeeen!!! Seni sahtekaaaar!!!

            -Yuuuuhhh, sesleri arasında konuşmasına bir süre devam etti...

            Daha sonra, bu saldırılar karşısında çaresiz kalınca sahneden inip kaçmaya başladı... Sahnede, inerken, salondan ayrılıncaya kadar yine kafasına, domates, patates, yumurta yağdı...

            Hem sahneden–salondan dışarıya kaçıyor, hem de şöyle bağırıyordu;

            -Beni çekemiyorlar... Gösteririm size... Adana düşmanları... Adana hainleri... Vatan hainleriiii... Adana ya ve Adana lılara ihanet ediyorsunuz… Siz Adana’ lı olamazsınız...

Ruhsuzlar... Benim gibi değere sahip çıkamadınız...Yuh olsun size... Adana’yı kurtaracak projeler sunuyorum sizler taşlıyorsunuz, yuhalıyorsunuz...

            Boztaş hocam, salondan çıkıp kendisini Atatürk Caddesine zor attı... Sonuçta Boztaş, Nuh un gemisinin( pardon kendilerinin ifadesiyle Nuh’un salının ) basın toplantısını tam olarak yapamadı... Ama o olayı anlatan  görüntüler, ABDURRAHMAN BOZTAŞ merkezli yaşayan tüm gazetecilerin arşivlerinin en vazgeçilmez, en nadide görüntülerini oluşturuyor....

            Hayallerini yaşadığı  iddia edilen birisi, dayak yeme pahasına, memleketine sahip çıkıyor; diğer yanda ise akıllı olarak kabul ettiğimiz basın camiasının yuh sesleriyle küfürler yağdıranlar bulunuyor... Bu konudaki yargı sizin... Acaba kim daha çok  akıllı?

            ....

 

            NUH’ UN GEMİSİ İÇİN BAKANLIKTAN        HEYET GELDİ...

            Abdurrahman Boztaş’ın ;

            -Nuh un gemisini( pardon kendileri  hep SAL sözcüğünü kullanıyor… ) buldum, şeklindeki haberleri tüm ulusal gazetelerde, televizyonlarda şakayla da karışık olarak yer aldı... Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu konuyu ciddi bularak  kış mevsiminin en acımasız olduğu günlerde Adana’ya Ankara’ dan  bir heyet gönderdi...

            Bir tarihçi, doğa bilimcisi, jeolog, kimya profesörü, bir de arkeolog vardı… Olayı incelemesi gereken kim varsa 15-20 kişilik heyet Adana ya gelip Boztaş’ı buldu...

            -Boztaş, haydi bize Nuh un gemisini göster, diye özel olarak düzenlenen bir jeep e bindiler... Boztaş hocamın da içinde bulunduğu jeep; metreleri bulan kar yığınları arasında saatlerce ama saatlerce  Toroslar’ ın zirvesindeki dondurucu kış mevsiminin ortasında karlarla savaşarak dolaştı, dolaştı, dolaştı, dolaştı...

            Bakanlıktan gelen heyet ısrarla Boztaş’ ın yanıt vermesini istiyorlar, Nuh’ un gemisinin nerede bulunduğunu söylemesi için neredeyse tehditler savururken o ise susuyordu...

            -Hani Nuh’ un gemisinin kalıntılarını hadi göster? dediler...

            Boztaş;

            -Az ileride...

            Saatler sonra, saatler ilerledi, heyettekiler donma noktasına geldi... Boztaş hocam ısrarla;

            -Az ileride...

            -Boztaş, hadi bize kalıntılar burada demiştin? Kaç tane az ileri geçtik... İddianı kanıtlayacak hiçbir şey bulamadın...

            Boztaş hocam ;

            -Hık mık.. Hık mık... etti... Karların yağması nedeniyle yazın bulduğu yerleri bulamadı... Kültür ve Turizm Bakanlığı ekipleri soğuktan, parmakları simsiyah olmuştu... Torosların insan ayağı değmemiş bölgesinde Jeep kara saplanmıştı... Gösterdiği az ileriler kalmayınca; profesörlerden oluşan Kültür ve Turizm Bakanlığı heyeti, kendi aralarında birkaç dakika özel olarak konuştular; şöyle bir karar aldılar... Boztaş’ ı minibüsten indirip güzel bir patakladılar...

            -Bir daha Nuh un gemisinin adını ağzın anlatmayacaksın? Bir daha onu buldum demeyeceksin… Gazetecilere, televizyon kameralarını, bu konuda bir tek söz söylemeyeceksin.... Bir daha bu konuyu açarsan seni gebertiriz.. Nuh un gemisi konusu tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı... Heyet, uçakla gelmiş 5 yıldızlı otelde bir hafta tatil yapmış oldu... Ama elleri boş olarak Ankara ya geri dönüp durumu bakana bildirmişlerdi... Ama Boztaş, bu gün hala NUH’ un gemisi yerine NUH’ un SALI masalını anlatmaya devam ediyor...

            Bakalım Kültür ve Turizm Bakanlığından gelip; eli boş dönen bilim heyetinin  ne zaman canına yetecek? Ya da Boztaş’ın eceli ne zaman yetecek ?Adana gündeminin en önemli maddesini bu konu oluşturuyor... Uzun bir gelecekte de gündemdeki yerini korumaya devam edecek…

            ....

 

            NUH UN SALINI YİNE BULAMADI...

            Nuh un gemisinin olduğu yeri Bakanlıktan gelen, profesörlerden oluşan heyetinden inanılmaz bir dayak yiyen Abdurrahman Boztaş; başka bir özel Televizyon Ekibinin ricasını yine kıramadı... Aynı şekilde, özel bir jeep bulundu, Boztaş Televizyon ekibini yine Toroslar ‘a götürdü... Güneş doğmadan çıktıkları Torosların gezmedikleri yer kalmadı... En sonunda Demirkazık Zirvesi ne geldiler... Televizyon ekibi ;

            -Boztaş, tamam, ALADAĞLAR DAKİ KALDI DAĞI burası olarak düşün... Nuh’ un gemisinin kalıntılarını nasıl bulduğunu anlat...

            -Az ileride anlatacağım…

            Saatlerce yine aynı şekilde gezdiler,

            -Boztaş hadi burada anlat...

            -Az ileride anlatacağım...

            Güneş batmak üzere artık ekiptekiler can vermek üzere, herkes aynı anda;

            -Anlat ne olur, güneş batacak, dedilerse de...

            Boztaş, anlatmaya gönüllü olmayınca; televizyon programcısı şoföre göz kırptı;

            Şoför, jeepi patenaj yaptırdı ;

            -Boztaş, artık buradan öteye jeep gitmiyor... Burada anlat lütfen, dediler...

            -Az ileride;

            -Az ileride diye  Boztaş hocam; güneşin batmasına kadar ekibi oyaladı ve Nuh’un gemisini falan da bulamadan ekip İstanbul’a geldiği gibi geri dönmek zorunda kaldı...

 

 

            BOZTAŞ SAHTE PEHLİVAN...

            Karaisalı’ nın Kızıldağ Yaylası’nda geleneksel güreş şenlikler yapılacaktı...Cep telefonuma bir mesaj geldi;

            -Abdurrahman Boztaş  beni için güreşmelidir...

            Hemen aradım, kabul etti...  Kızıldağ Yayla şenlikleri başlamadan üç gün önce yaylada güneşlerin yapılacağı yere çadır kurup Abdurrahman Boztaş ‘ı kampa aldık...

            Kavurmalar, tatlılar, şekerler, cezeryeler, kuru üzümler, antepfıstığı, fındık gibi inanılmaz enerji veren gıdalarla besledik... Bol bol antrenman yaptırdık, bol oksijen aldı; adaleleri iyice sertleşti, kıvamına geldi ve artık  güreşe hazırdır dedik...

            Adana’ daki, hocam merkezli yaşayan Abdurrahman Boztaş hayranlarına da telefondan mesaj gönderdik;

            -KIZILDAĞ BOĞAZI İLE ADANA BOĞASI ABDURRAHMAN BOZTAŞ Güreşecekler... Herkes davetlidir....

            Şenliğe gelmeyenler de geldi... Sabahleyin güreşten önce kaydını yaptırdık, tarttırdık... Her şey tamam, Boztaş’ ın meydana çıkmasına dakikalar kaldı... Yanımızdaki Boztaş birkaç saniye gözden kayboldu gitti... Aradık taradık; bir türlü bulamadık... Ambulansla anons ettirdik kimse bulamadı.... Arkadaşlar bir yandan, bizler bir yandan ararken ararken bir de ne görelim; Boztaş can kurtaranın yanında elini sardırıyor...

            -Ne oldu Boztaş ?

            -Elim sakat güreşemem, demez mi ?

            Avucunun ortasında, çadır kurarken, toplu iğnenin başı kadar bir yer zedelenmişti... Üç gün boyunca onu görmedi, o konudan şikayet etmedi; ama güreş sabahı bu konuda yapacağını yaptı... Bir süre sonra da, sadece er meydanını değil Kızıldağ Yaylasını terk etti...

Boztaş’ın bahanesi sakatlıktı  ama asıl gerçek olan Abdurrahman Boztaş’ın, sahte pehlivan çıkmasıydı... Hepimiz hayal kırıklığına uğradık... Boztaş ‘a yazdığımız bu senaryo uygulanmamış, stresimizi atamamıştık... Yazık oldu bize...

            ...

            TEK BAŞARISI ...

            Abdurrahman Boztaş’ ın tek başarısı; babasının 225 milyon sperminden birisi olarak, annesinin yumurtasını dölleyip dünyaya gelmesidir... Sonra da bağımsız bağlantısız milletvekili adayı olmasıdır... Boztaş sınırsız hayallerinden birisi de politikaya merhum Başbakan Adnan Menderes’ in kucağında başlamış olduğudur... Adnan Menderes Başbakan olarak Adana ya her geldiğinde onların evine gelir, babasının çayını kahvesini içer, Boztaş’ ı kucağına alıp severmiş...

            -Ne kadar güzel bir bebek...

            -Ne kadar yakışıklı bir delikanlı olacak..

            -İnanıyorum ki Abdurrahman genç kızların yüreklerini çok yakacak, güya dermiş...

            Rahmetli Özal’da eşi Semra hanımla, her Adana ziyaretinde özel olarak evlerine geliyormuş... Politikayı bu iki büyük insandan öğrendiğini, sevdiğini söyleyen Boztaş yerel seçimler yaklaşırken  kıvranıyor, bir şeyler yapmak istiyor yapamayınca da, çatacak yer arıyor ama bir türlü duygularını ifade edemiyor.. Zarf atmakta sınır tanımadığımız Boztaş’ a şaka olsun diye şöyle dedim ;

            -Hocam, Adana Büyükşehir belediyesine adaysın galiba? dedim...

            Morali bozuk ve umutsuz biçimde, kırık bir ses tonuyla ;   

            -Yok mümkün değil... Beni kim tanıyor, kim oy verir ki ?  -

            - Verirler verirler… Hem de sana inanılmaz oy çıkar görürsün... Söz veriyorum, benim aşiretimin 15 bin oyu sana feda olsun...

            Yine kararsızdı... Kafasını kaşıdı, kalkıp birkaç tur attı, yerine geri oturdu; ne yapacağını tam bilemezken Ekspres gazetesi  köşe yazarı  Abdulkadir Kaçar yanımıza geldi...

            Abdurrahman Boztaş ,Kaçar a ,        

            -Ben Büyükşehir Belediyesine Başkan adayıyım... 180 bin oyum var... Beni destekleyen sayısız aşiretler var, demez mi?

            Gülsem mi ağlasam mı diye bir türlü karar veremedim... Kaçar da gidip, gazetesindeki  köşesine bu konuyu yazınca; Boztaş gerçekten aday olarak ortaya çıktı, seçim kampanyaları falan yaptı...Kendisine 1580 oy çıktı... Boztaş hayatında göremeyeceği oyu almayı başardı... Üç tane bağımsız aday arasında birinci sırada yer aldı ama Büyükşehir Belediye Başkanı olamadı.... Bunlar cesaret işidir ; cesaret en çok kimde vardır? Bu konudaki yorumu da size bırakıyorum...

            ....

 

 

 

 

            İÇİCİYİM....

            Bir gurup gazeteci; Boztaş hocama gün yüzü görmemiş yeni bir senaryo uygulamaya karar verdik... Her zaman buluştuğumuz mekan konusunda Abdurrahman Boztaş’a  sözde dert yandık...

            -Biz, buraya rahat gelip gidemiyoruz... Polis sürekli bizi arıyor...Üstümüzü sık sık arıyorlar...

            Boztaş itiraz etti ;

            -Ne demek polisin araması? Yiğitlerse gelip beni arasınlar... Burası öyle bir yer ki kimse karışamaz, diye yağdı gürledi...

            Bu arada Abdurrahman Boztaş ın cebine pudra yerleştirilmişti bile... Bu konuşmadan iki dakika sonra daha önceden ayarladığımız sivil polis görünümlü iki kişi içeriye girdi;

            -Biz polisiz...Arama yapacağız, dediler...

            Boztaş  bu kişilerin önlerine atıldı ;

            -Hoop... Arayamazsınız, diye itiraz etti...

            Tabi cebine konulan pudradan haberi yoktu....

            -Ararız kardeşim... Sen kim oluyorsun? Bize verilen emir bu, dediler...

            -Ben gazeteciyim? Burası gazetecilerin olduğu yer... Arama yapamazsın, dedi...

            Ceplerinden bir de uyduruk bir belge çıkartıp gösterdiler...

            Polislerin sert yapması ve belge göstermesi üzerine Boztaş ellerini havaya kaldırdı;

            - Burada bir şey yok... Burada hiçbir şey bulamazsınız kardeşim...

            Kısa bir aramadan sonra polis arkadaşların cebine koyduğu pudrayı buldu...Önceden  yazdığımız senaryoyu kusursuzca oynayan, polis rolü yapan iki kişi... Boztaş ın ellerine kelepçe vurdular...

            -Tamam… Bu eroin...Seni tutukluyoruz, dediler...

            Boztaş, önce kırmızı, sonra mor, sonra maviye döndü yüzü... Çünkü gerçektende böyle bir şakaya kurban gittiğini ona kimse söylememişti... Gerçi söyleselerdi de o inanmazdı... Boztaş’ ı götürmek için dışarıya çıkacakları sırada; kendilerine polis süsü veren kişi;

            -Beyefendi sen içici misin? Satıcı mısın? Eğer içiciysen cezan azalır... Ama satıcıysan onun cezası daha çok ağır... Boztaş ın dili dolaştı;

            -Ne demem gerek bilmiyorum...Y ani şimdi içiciyim desem olur mu?

            Bu arada gazeteci arkadaşlar güya vali beyle konuşur gibi yapıyorlardı...

            -Yani içici olsa cezası hafifler mi? Efendim, Boztaş aslında temiz bir insandır... Kendisine her alanda beşikten mezarına kadar kefil oluyoruz...

            Boztaş ın kafası karıştı… Kendilerine polis süsü verenlere dönüp, uzaktan yakından ilişkisi olmadığı, cebine arkadaşlarınca konulan pudra için, sonunda;

            -Peki içiciyim, deyiverdi...

            Boztaş, öyle zor durumdaydı ki;  o sırada aklından neler geçtiğini kimse bilemezdi... Ama yiğitçe arkadaşlarının şikayetlerine konu olayın başrol oyuncusu olarak buldu kendisini... Boztaş’ın olayın bir şaka olduğunu hala bilmiyor, söyledik ama kabul etmiyor...

            ....

           

            CEP TELEFONUMLA TAKİP     EDİYORLAR...

            Abdurrahman Boztaş çok ilginç bir kişidir... Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile eşi Semra hanım Adana ya her geldiklerinde, onların evine uğrayıp çay içerler... Hatta bir defasında Semra hanım çayı eteğine döker mahçup olur...

             Amerika eski başkanı BİLL CLİNTON’a, Boztaş;

            -KLİŞ deriz...Beni sık sık arayıp halimi hatırımı sorar, der...

            Merhum Başbakan Adnan Menderes in asıldığına hala inanmaz;

            -Onun yerine dublörünü  astılar...Menderes dedemin çiftliğinde yaşıyor, der...

            Boztaş cep telefonun ilk çıktığı günlerde, telefonunu kolye gibi boynunda taşırdı...

            Bir gün cep telefonunu neden taşıdığını sordum ;

            -Beni takip ediyorlar... Buradan giden sinyaller uydulara ulaşıyor... Uydular aracılığıyla, kiminle konuşuyorum, hangi politikacının yanına gidiyorum; adamlar hepsini biliyor...

            Sordum ;

            -Kim takip ediyor seni Boztaş?

            -Amerika, İngiltere,  Rusya, İtalya, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Suriye, Suudi Arabistan  ve Türk gizli haber alma teşkilatları...

            Bir gurup gazeteci olarak, yeni bir senaryo yazıp hemen uygulamaya koyduk... Cep telefonunu bir arkadaş boynundan çıkartıp aldı;

            -İşte, dedi...Ben öldüm...

            Kendisini yerden yere attı... Cep telefonunu alan arkadaşı da;

            -Sen, sevgilini aldatıyorsun biliyorum bu telefonla... Seni zampara, dese de, Boztaş, telefonunu  geri alabilmek için kendisini yerden yere attı... Hüngür hüngür ağladı...Ama, asıl inandığı konu, Dünya devletlerinin gizli haber alma teşkilatlarının, bu telefonla kendisini uydular aracılığıyla izlemesiydi... Amerika Başkanları gibi arkadaşları olan kişinin can güvenliğini cep telefonuyla, uzaydaki uydular aracılığıyla sağlamak gayet normal görünüyor Boztaş’a ...Hala bu görüşünden sapma olduğuna inanmıyorum...

 

            ....

            CUMHURBAŞKANINI KUTLADI...

            Abdurrahman Boztaş, yeni seçilen cumhurbaşkanını telefon açıp kutladı...

            -Benim arkadaşım, dediği Cumhurbaşkanına;  öncelikle yeni görevinizi kutluyorum... Başarılar diliyor, saygılarımı sunuyorum, dediğini anlattı Boztaş ve devam etti;

            -Ancak bir maruzatım var sayın Cumhurbaşkanım; Sizin parti, benim 130 bin oyumu kendisine yazdı… Bunu nasıl açıklayacaksınız? Ben bağımsız bağlantısız milletvekili olacaktım... Biz fırıldak değiliz diye aylarca kampanya yaptım... Eşeklere binerek Adana’ yı cadde sokak dolaştım... Hamamlara gidip temiz siyaset için yıkandım... Ulusal tüm televizyonlara çıktım; peşimde inanılmaz bir seçmen kitlesi vardı... Ben temiz siyaset; temiz toplum oluşması konusunda devasa projelerim vardı...

            Öyle inanmış öyle gerçekçi anlatıyordu ki, ben de ciddi olarak  sordum;

            -Peki sayın Cumhurbaşkanımız ne dedi ?

            -Abdurrahman Bey;  çocukluk arkadaşım, bu seçimde böyle oldu kusura bakma... İktidara gelebilmemiz için böyle olması gerekiyordu... Ama bundan sonraki seçim için sana böyle bir şeyin olmayacağı konusunda söz veriyorum...

            -Boztaş, beni bir yerde değerlendirmek ister misiniz? diye sordun mu?dedim...

            Boztaş kendinden emin biçimde;

            -Yok abi... Benim çizgim belli... Bu anlayışla çalışmam olanaksız...

            Bağımsız milletvekili seçilememiş olmasına bir kılıf bulmanın gönül rahatlığıyla dolaşıyor şimdi...

            ...

 

            AFİŞLERİNİ SATTIM

            BENİMLE KONUŞMYOR...

            Boztaş, sürekli kaşınır;  kendisiyle uğraşılmasa, kendisine sataşılmasa çatlar ölür... Bağımsız, bağlantısız milletvekili adayı oldu ya... Ben de milletvekili  afişlerini reklamı olsun diye  işyerime astım... Bir sabah baba ile oğlu işyerimin önünden geçerlerken, televizyondan izledikleri Boztaş Hocamın,  dükkanımın camına astığım afişini görüp çok beğendiklerini söylediler ve satın almak istedikler...

            -Neden istiyorsunuz? Ne yapacaksınız? diye sordum...

            -Türkiye Türkiye olalı, politika politika olalı, demokrasi demokrasi olalı böyle bir afiş, böyle bir politikacı  görmedi... Belki de dünyada böyle bir afiş yoktur olmadı olamaz... Biz İzmir’e gideceğiz... Boztaş ‘ı takdir ettik, propagandasını destekledik... Bu kişi kesinlikle Bağımsız Milletvekili olmalıdır... Afişini götürüp İzmirde de adını duyuracağız... Bu adamı dünyaya tanıtacağız... Dünya tanımalıdır...

            -Olmaaaz...Satamam...Propaganda için iki afişini buraya astım, dedim..

            Israr ettiler, ama nasıl yalvarıyorlar... Adam bir ara ;

            -Eğer, şimdi bize bu afişi vermesen, otobüsümüz  gece yarısından sonra saat  01:00 da İzmir e hareket etmeden önce bu afişini gelip çalarız...

            Baktım aşırı ısrar var;

            -5 milyon verin satayım,dedim...

            Adam hemen çıkarttı verdi...Afişi aldı... Bir süre sonra başka bir kişi öğrenci daha  geldi;

            -Bu kadar ünlü bir abinin afişini bende satın almak istiyorum... Afişini alıp sokak sokak gezdireceğim... Gittiğim her yerde onun propagandasını yapacağım... Bu afişteki abiyi televizyonda gördüm beğendim… Ben oy kullanamıyorum ama, kullanırsam ilk oyumu kendisine vereceğim... Afişini daha sonra da  yatak odama asacağım... Öyle ısrarla istiyordu ki, dayanamadım ona da 5 milyona sattım... Hocamın ününü İzmir’e taşıdığım için bana teşekkür etmesi gerekirdi, tepki gösterdi... İşin başka bir yanına gelince; hocamın, bana olan borçlarını, afişlerini satarak çıkartmış oldum...

            -Vaay efendim, sen nasıl afiş satarsın?  diye şimdi  benimle konuşmuyor... Aramızı bozanlar utansın, ben hocam olmadan yaşayamam....

            ....

 

            SAHNEDEN İNDİREMEDİM...

            Akrabalarımızdan birisinin düğünü vardı... Boztaş’ ı da davet etmiştim... Gelir gelmez benim hesabımdan biraları yuvarlamaya başladı...

            -Amman hocam, az sonra seni sahneye çıkartacağız... Sakın sarhoş olma, diye uyardım...

            -Bana bir şey olmaz, sen kendine bak, diye  sözde espiri de yaptı...

            Nihayet, hocamın sahneye çıkma zamanı geldi, ama hafif hafif çarpık yürümeye başlamıştı... Neyse adını anons ettirdim; sahneye yalpalayarak zor  çıktı.... Ama sahnede bülbüller gibi şakıdı.... Zeki Müren şarkılarını ondan daha iyi söylüyordu... Düğün salonunu dolduranların inanılmaz biçimde  takdirini kazandı... Hocam daha sonra pistte dans etmeye başlamasın mı? Bayanlara karşı bakıp bakıp gülümsüyor... Onlara zarf atıyor... Elini telefon gibi kulağına götürüp, kendisinin aranmasını falan istiyor... Oysa herkesin kocası yanında... Başımıza iş açacak diye korktum...

            -Aman hocam hemen sahneden in, kurban olayım... Gelinle damat dans edecekler... Senin dansını bitirmeni, sahneden inmeni  bekliyorlar...

            -Yok ben inmem, ben sarhoş değilim, diye inanılmaz biçimde dans etmeye devam etti...

            Alkolün de etkisiyle, hocamı iki kişiyle birden tutup  pisten zor indirdik.. Hocam pistte ünlü olmanın verdiği heyecanla, şöhretin getirdiği sınırsızlıkla daha çok bira içmeye başlamasın mı ? Düğün bittiğinde hoca da yerlere serilmişti; içtiği 14 tane biranın parasını ödemek zorunda kaldım... İki kişi koluna girip salondan zorla çıkartıp otomobile bindirdiler...

            ....

 

            ELEKTRİK TEKNİSYENİ BOZTAŞ...  

            Abdurrahman Boztaş ‘ın düz mantığı şöyle;

            -Sudan elektrik üretiliyor mu ?

            Yanıtı;

            -Evet...

            -İnsanın üçte ikisi su değil mi?

            Yanıtı;

            -Evet ...

            Boztaş teorisini ortaya sürüyor;

            -O zaman insandan da su  üretilir....

            Abdurrahman Boztaş’ ın mesleğini kimse bilmez... Gazetecidir, ressamdır, şairdir, solcudur, tarihçidir, buz patencisidir, araştırmacıdır, kamu görevlisidir, doğa bilimcisidir, arkeologdur, gök bilimcidir, fahri erkek ölü yıkayıcısıdır; o kendince  her şeydir...Geçenlerde Atatürk Caddesi nde yürürken, dev bir apartmanın önünde bir yurttaş durdurdu;

            -Abdurrahman Boztaş’ ı kaç yıldır tanıyorsun?dedi...

            -30-40 yıldır...

            -Peki mesleğinin ne olduğunu biliyor musun?

            -Şey, gazeteci, ressam, sonra bağımsız milletvekili adayı...

            -Ben Abdurrahman Boztaş’ ın Çukobirlik’teki çalışma arkadaşıyım…  Bakım Onarım Atölyesinde birlikte çalıştık,  meslektaşıyım...

            -Ben de merak ettim esas mesleğini? Esas mesleği nedir?

            -Elektrik teknisyeniydi... İyi ustadır... Boztaş aslında solcudur… Türkiye nin 1970-80 li yılları bilirsin... Hükümete Sağ partiler gelir Çukobirlik te çalışan solcuları  çıkartır, kendi yandaşlarını alırdı, sol partiler gelir tersini yapardı... Ama Abdurrahman Boztaş hocam hangi parti gelirse gelsin çalışmaya devam etti.... En iyi anlaştıklarının başında da MHP geliyordu... Aslında hocam çok iyi bir Atatürkçü ‘dür...İyi de resim yapıyordu...

            Beni durdurup , bu bilgileri veren abiye teşekkür ettim...

            Abdurrahman Boztaş’ ın mesleğinin, gerçek mesleğinin ne olduğunu, somut olarak öğrendim... Kimseye söylemediği, kendisinin sadece gazeteci olarak tanınmasını istediğinin aksine, farklı bir meslekten geldiğini de kamuoyuna duyuruyorum... Arkadaşı ben giderken peşimden şöyle dedi ;

            -Acaba Boztaş’ ı elektrik işi yaparken elektrik mi çarptı da, kendisi bu kadar ünlü oldu?

            -Bilemem...Kendisine soracağım, dedim...

            ...

 

 

            ÇATA – PATA PARTİSİ...

            Abdurrahman Boztaş  yeni parti kurmak için gece gündüz  harıl harıl çalışıyor... Partisinin ismi; ÇAĞDAŞ TÜRKİYE PARTİSİ...

            Gazeteci  arkadaşlar olarak ona her ne kadar ÇATA PATA PARTİSİ diyorsak da, hoca bu konuda çok ciddi... Yerel bir televizyon ve radyonun yönetmeni olan hanımefendi bir gün Boztaş’ı aradı...

            -Boztaş hocam çalışmalarını saygıyla, heyecanla, coşkuyla izliyorum... Türkiye de ve de Adana da 20 den fazla basın danışmanın olduğunu da biliyorum... Ama, onların hepsi erkek... Benim elimde yönettiğim  hem radyo, hem de televizyonum var... Senin gönüllü basın danışmanın olmayı istiyorum...

            Aradan uzun süre geçince, milletvekili adaylığını açıkladığı sırada Boztaş Hocama, aynı  televizyonda kameraman olarak çalışan arkadaş  sordu;

            -Hani bizim hanımefendi genel yayın yönetmenini basın danışmanı olarak alacaktın, senden haber bekliyor... Boztaş durdu;

            -Ben, hanımefendiyi  kuracağım ÇAĞDAŞ TÜRKİYE PARTİSİ’ nde Genel Başkan yardımcısı olarak düşünüyorum... Kameraman arkadaş koşarak geldi, hanımefendiye Boztaş ‘ın düşüncelerini anlatan müjdeyi verdi... Gönüllü basın danışmanı olmak isteyen hanımefendi, hemen Boztaş a telefon açtı;

            -Abdurrahman Hocam, benimle ilgili olarak bu ince ve nazik düşünceniz için teşekkür ediyorum... Size layık olmaya çok çalışan bir basın danışmanın olmaya gece gündüz demeden çalışacağım, dedi... Boztaş durdu ;

            -Size kim ne söyledi? Bilemiyorum ama, benim sizinle ilgili bir düşüncem yok, deyip kestirip attı...

            Boztaş bu; söz vermek, sözünde durmak gibi konular üzerinde somut bir örnek sergilemiş bulunuyor... Kurmayı planladığı partisinde tüm sivil toplum örgütlerinin liderleri, eski cumhurbaşkanları, eski başbakanların yer alacağını her ortamda anlatıyor...Yolu açık olsun...

            ....

 

            MAL BEYANI

            Radyo, televizyon, gazete çalışanları olarak kurumlar arası futbol  maç yapıyoruz... 22 Temmuz seçimlerine de çok az bir süre kaldı, milletvekili adayları birer birer mal beyanında bulunuyorlar... Sordum ;

            -Abdurrahman Boztaş hocam, bağımsız, bağlantısız milletvekili adayı olarak, mal beyanında bulunacak mısın? Beni tersledi;

            -Ne mal beyanı yahu? Sen kim oluyorsun da bana bunu soruyorsun?

            -Her millet vekili adayı mal  bulunuyor... Sen neden bulunmuyorsun?

            -Sana ne... Bulurum bulunmam...

            Biraz daha üstüne gittim;

            -Ne malın var ki? İpiyle kuşağı diye bir özdeyiş var... Hem evden atılmışsın, sokakta yatıp kalkıyorsun... Olmayan mal beyanında nasıl bulunacaksın ?          

             Boztaş, bozardı, kızardı, mor hale geldi, nefes alması değişti... Boğuk ve sinirli bir sesle, hem  üstüme yürüdü, hem de;

            -Sen kısa donla gezerken, ben kameramanlık yapıyordum... Görürsün, o kamerayı senin elinden aldırırım... Patronunla konuşup seni işinden attıracağım... Sokaklarda yatıp – kalkacaksın, diye tehditler savurdu.. İki saniye sonra unuttu,  Boztaş hocamla yine can ciğer kuzu sarması olmuştuk... Sanki ne o konuşma yapılmış, ne Boztaş sinirlenmişti... İçindeki de dışındadır hocamın... Kin tutmaz, hemen affedecek kadar da büyük bir yüreğe sahiptir...

            ....

 

 

 

           

            DÜŞÜNCE  SINIRLARINI            KALDIRIYOR...

            Abdurrahman Boztaş, farkında olsa da olmasa da; bulunduğu ortamlarda, insanların düşüncelerindeki tüm sınırları kaldırıyor... Düşüncenin önündeki, dil, din, inanç, ölçü, eğitim, yetenek, her ölçü yok olup gidiyor... İnsanlığın 50 bin yıldır ortaya koyduğu tüm ölçüleri alt üst ediyor... O insanları yaratıcılık konusunda kuralsız düşünme, sınırsız düşünmeleri için bir türlü zorluyor, belki de diğer akıllı insanlardan en önemli  farkı buradadır... Onunla sohbet edenler; hiçbir şeyin olanaksız olmadığına kısa süreliğine de olsa  inanıyorlar...

            Bu sınırsızlıklardan bazı örnekler şöyle ;

            Abdurrahman Boztaş’ a göre dünyanın merkezinin Adanadır...

            Ademle Havva nın yeryüzüne Adana da geldiğini anlatır...

            Boztaş’ a göre; Adana nın tarihi MÖ 9 bin yıllarına dayanıyor...

            Nuh’un tufanı da Çukurova da oldu...

            Nuh’ un( kendileri  gemi yerine her zaman ve her koşulda Sal ifadesini kullanırlar... ) Nuh un gemisi Toroslar da Aladağ’ın bir bölümünü oluşturan KALDI DAĞI’ nda bulunuyor...

            Yeryüzünde yaşam Çukurova da başlamıştır,

            Tufanlar Çukurova da oluşmuştur,

            Dünyanın sonu da yine Çukurova da bitecektir...

            Yani Kıyamet Adana’ dan kopmaya başlayacak, tüm dünya yok olacaktır...

            Boztaş ın sınır tanımayan bazı iddialarını anlatmaya devam ediyorum....

            Oxford üniversitesinde, İngiltere de eğitim görmüştür...

            Halkın evlerine astığı üç kişinin fotografından birisi kendisine aittir.. Diğeri Atatürk, diğeri ise Cumhurbaşkanı Abdullah Güldür...

            Adana’nın A sı ,

            Abdurrahman’ın A sı ,

            Atatürk’ ün A sı bir araya gelince hiçbir şey olanaksız değildir...

            Bağımsız bağlantısız milletvekili adayı olduğunda; cebinde kuruş yoktu...

             Türkiye deki tüm ulusal televizyon programlarına konuk edilerek Adana yı tarihinde ulaşması olanaksız olan zirvelere taşıdı..

            Vefasını da unutmuyor... Bu kampanya süresince, İrfan Ajansa, Polart Ajansa, Mehmet Esendemir e, Efsun ve Mustafa Tekyeten’e, hele hele de kampanya boyunca en büyük desteği gördüğü İlçe Belediye Basın Danışmanı Aytekin Gezici ye  binlerce teşekkür ediyor... Boztaş Başbakana kızıyor; 22 temmuz genel seçiminden bir hafta önce kentimize gelen ve Uğur Mumcu miting alanında 50 metre yükseklikte adı yazılan, konuşması sırasında Abdurrahman Boztaş ismine sürekli kıskanarak bakan Başbakanın  tüm kamu görevlilerine, Boztaş için ;

            -Bu adam sandıktan çıkmayacak... Sandığı gömün, dediğine inanıyor......

            “BİZ FIRILDAK DEĞİLİZ – BU TEKERE ÇOMAK SOKMAYIN...”sloganların yer aldığı afiş, Başbakan Adana ya geldiğinde kendisine verilmiş, şu anda devletin arşivine girmiş… Seçimden sonra bir ara 130 bin oyunun çalındığını iddia eden Boztaş, bu günlerde bu sayıyı 283 binlere kadar çıkarttı... Adana nın adliye ve  polis haberleriyle gündeme gelen imajını değiştirdi... Türkiye nin yüzünü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül den önce Abdurrahman Boztaş güldürdü... Ünlü yazarımız Yaşar Kemal’ e Adana yı bırakıp gittiği için fırça attığını söyledi... Adana’ yı uluslararası arenaya kendisinin taşıdığını kentin reklamını Altınkoza Film Kültür ve Sanat Festivalinden daha etkin tanıttığını  söyledi... Heykelinin dikilmesini istiyor : hem de yaşarken ... Yalnız heykelin gümüş mü, altın mı, karton mu, köpük mü olması konusunda halktan görüş bekliyor....

            .....

 

           

            CİNSEL GÜCÜM KAŞLARIMDA  GÖRÜNÜYOR...

            Boztaş  alçak gönüllü davranırmış gibi görünse de cinsellik konusunda iddialı...

            Diyor ki;

            -İnsanların cinsel gücü kaşlarında görünür... Benim bu konuda her şeyim açıktır, gizli hiçbir şeyim yok... Dünyanın en büyük cinsel gücüne  sahibim...

            Boztaş bunun nedeni şöyle açıkladı;

            -Benim doğduğum yıllarda, çocuklar dünyaya gelir gelmez, kaşları gür çıksın diye sürme çekerlermiş... Kaşlarını, badem, ceviz, fındık yağı gibi yağlarla ovarlarmış... Böylece kaşlarım ortaya çıktı... Atatürk ün kaşı gibi olan kaşlarımla gurur duyuyorum...

            Boztaş ın en önemli özelliği de; 1970 ‘li yıllarda gençlerin saç uzatmasına duyduğu öfke... Onlara;

            -Anan gibi saç uzatacağına, baban  gibi bıyık, kaş  uzat...( doğrusu anan gibi saç uzatacağına baban gibi bıyık uzat olacaktı ama neyse), Boztaş böyle demiş...

            Bu sloganın da kendine ait olduğunu ve kısa zamanda tüm Türkiye ye kendisinden yayıldığını ileri sürüyor.....

            ....

 

            İSRAİL AJANLARI...

            Boztaş ın uluslar arası bir iddiası var...

            -İsrail ajanları, Çukurova toprağını çalıyor... Ülkelerine götürüyorlar...

            -Neden ?diye sordum...

            -Çünkü Çukurova toprağında OMPİSİM isimli bir maden bulunuyor... Biyoenerjisi var; tıbbi ilaçların yapımında kullanılıyor... Askeri araçların yapımında, özellikle tanklarda kullanılıyor... Taş şeklinde... Bu sadece Çukurova daki topraklarda var... Alıp alıp götürüyorlar topraklarımız... Bir gramından 1000 kilovat enerji üretilebiliyor... O kadar değerli maden... Türkiye Amerika dan  bir askeri araç almaya gittiğinde oradakiler, İsrail’ den alın diye, bizi, bizim toprağımızı işleyen İsrail’e yönlendiriyorlar...

            -Türkler bunu bilmiyorlar mı ?Bilim adamlarımız ne yapıyor? uyuyor mu?

            -Bilmiyorlar... Bilim adamlarımız Amerikalılar ve İsrailli ajanlar tarafından uyutuluyor... Yazık çok yazık oluyor ülkemin, kentimin toprağına, madenlerini işletemiyoruz, sahip çıkamıyoruz, bu tamamen milli bir dava olmuş durumda...

            Böyle milli konulara da fikir yürütüyor; çok milliyetçidir kendileri... Helal olsun...

            ....

            BOZTAŞ OLMASA OLMAZ...

            Gazeteciler uzun bir seyahate çıkacakları zaman yanlarına şunları alırlar;

            Fotoğraf makineleri, not defterleri, bunlardan daha da önemlisi Abdurrahman Boztaş...

            Çünkü Boztaş’ın olduğu gezide, uzun yollar kısalır, sohbetler tatlanır, espriler birbirini izler… Kahkahalar gökyüzünde yankılanır... Yine bu seyahatlerden birisinde gazeteciler olarak çok kalabalıktık... İki ayrı otobüsle seyahat etmemiz gerekti... Kendi aramızda  uzun uzun tartıştık;

            -Boztaş bizim otobüse binecek..

            -Hayır bizim otobüse binecek...

            Ama Boztaş ın bir özelliği, bu tartışmayı kökünden kesip attı... Çünkü Abdurrahman Boztaş, sürekli konuşmaya başladığında 45 dakika sonra kendisini tekrar ediyordu...

            O zaman ilk kırkbeş dakikayı birinde, diğer kırk beş dakikayı diğer otobüste seyahat ederek geçirdi... Böylece hocamla birlikte seyahat etmiş oldu tüm gazeteciler...

            .....

 

            ADANA ‘YI TERK ETMESİNİ BEN ENGELLEDİM...

            Abdurrahman Boztaş gittiği her yerde dert yanıyordu...

            -Adana beni anlamıyor... Adana’yı terk edeceğim... Adana’ lılar gidince kıymetimi anlayacaklar...

            Ben de o sıralarda VARAKPARE isimli gayri  fotokopi yöntemiyle çoğaltılan mini bir gazete çıkartıyordum... Daha sonra da adı MALUMPARE oldu... Ve o mini gazetelerde, tüm sayfaları hocama ayırdım...

            -HOCAM BİZİ  TERK ETME, diye yazdım...

            Günlerce caddelerde, sokaklarda dağıttım... Adana’ da yediden yetmişe herkes tarafından okundu, elden ele dolaştı ve hocamın Adana dan gitmesini ben engellemiş oldum...

            Birinci gitmesini de Adana Büyükşehir Belediyesi engellemişti... Ne diyelim; Abdurrahman hocamla görecek günümüz, çekecek çilemiz varmış... Adana yı terk etmek istediğinde birileri engel olunca olduğu yerde oturuyor... Engel olmadıklarında da, güvenilir kaynaklardan edindiğim bilgilere göre beynini rektefe ettirip  toplumun içindeki yerine geri dönüyor...

            ....

            YUMRUĞU ÇOK AĞIR...

            Basın danışmanlığı yaptığı kamu kuruluşunda sarı saçlı–mavi gözlü bir bayanla arkadaş olmuş... Hanımefendi evli, üstelik çocukları da var... Sık sık gelip benden çocuk dergileri alıyordu...

            -Hocam bunu kimlere götürüyorsun?

            -Seni ilgilendirmez, dedi...

            -Yoksa komşularının çocuklarına mı götürüyorsun? dedim...

            Hoca gelir çekildi çekildi, sol eliyle mide boşluğuma aniden;

            -Güüüüm...! diye bir yumruk gömdü, nefesim kesildi, bayılmışım yere yıkılmışım...

            -Ne yapıyorsunnn!! Beni öldürecek misin? Diye inledim vurmaktan vazgeçti...   

            Bir süre sonra kendime gelip, zorla yerden kalktım... Kaşlarını kaldırıp, dişlerini sıkıp üstüme abanırcasına, beni tehdit etti ;

            -Sol elim bu kadar güçlü... Bir daha bu konuda bir şey diyecek olursan sağ yumruğumu da yer, öteki aleme gidersin... Toprağa gönderirim seni...

            Hocamın  lise yıllarında zaten  51,5 kilo da Türkiye Boks şampiyonu olduğunu, lise takımında yıldız boksör  olduğunu da o sayede öğrenmiş oldum....

            ...

            HOCAMIN İLK BIÇAKLAMA OLAYI...

            Boztaş hocamın çocukluğuyla benim çocukluğum, Ayas Koleji, Erciyes Sineması civarı ve Kuruköprü mahallesinde geçti... Kendisi de belki anımsamaz; o zamanlar buluğ çağına henüz ulaşmamış 10-11 yaşlarındaydı... LANGIRT isimli bir masa topu oyunu yaygındı... Bizlerde hocamla ve çevremizdeki arkadaşlarımızla LANGIRT oynardık... Bir gün hocamı, rakibi olan çocuk yendi...Hocam itiraz etti ;

            -Olmaaaz... Kabul edemem, sen hile yaptın, diye azarladı..

            Tartışmalar sürerken, hocam,cebinde taşıdığı çakı bıçağıyla, LANGIRT oyununda, kendisini yenen arkadaşını kalçasından bıçakladı... Öyle kazanma hırsıyla doluydu; öyle güçlüydü ki; bu günlerde onun bu performansını  o günlerden belliydi... O günlerde hocamın Bağımsız–bağlantısız milletvekili  adayı; Adana Büyükşehir Belediye Başkan adayı olacağı ortaya çıkmıştı... Ben ta o yıllarda Boztaş ın ne kadar güçlükleri yenen bir insan olacağını anlamıştım...

            ....

 

            SİHİRLİ YÜZÜĞÜ...

            Takım, kolye, ayakkabı, bere, yelek, mont, aklınıza giyim kuşam konusunda ne gelirse; Boztaş hocam, kendisine en yakışanı bulur, modacıların bile tasarlamadıkları şekilde giyinir kuşanır çarşıda dolaşır....Tespihiyle, çakmaklarıyla, sihirli yüzükleriyle de gurur duyar...Yüzük deyince, hocamın yüzükleri karşıdaki kişiyi etkileme gücü vardır.. Hocam öyle inanır, onu savunur... Bir gün yerel bir televizyonun canlı yayınında program yapımcısına;

            -Benim yüzüklerimin görünmez gücü vardır... Karşısında hiç kimse duramaz... Benden izinsiz takanların parmaklarını felç eder bu yüzüğüm, dedi...

            Program yapımcısı da, canlı yayında bu iddiasını kanıtlamak için  Boztaş ın, sihirli yüzüğünü alıp parmağına taktı, gerçekten de parmaklarından üçü bir araya geldi yarı felçli gibi olduğu numarası yaptı... Boztaş hocam okuyup üfledi de, güya yüzüğü parmağından öyle çıkarttı... Aslında program yapımcısı zarf attı, Boztaş hocam da yuttu… Bütün millet de televizyondaki  canlı yayında bu olayı izledi...

            ....

 

            GÜNDEMİMDE  BOZTAŞ VAR...

            İlçe Belediye Basın danışmanI arkadaşıma sordum;

            -Türkiye nin gündeminde şu anda;  Cumhurbaşkanlığı seçimi var; genel seçimler var...   Partiniz bu seçimlerde başarılı olabilir mi? Cumhurbaşkanı seçilebilecek mi?

            İktidar partisinin en başarılı belediyesinin, en aktif çalışanlarından birisi olan basın danışmanı net ve samimi yanıt vermekte gecikmedi;

            -Benim gündemimde Boztaş’ tan başkası yok...

            Cumhurbaşkanı belki seçilemeyebilir; Başbakanın baraj sorunu var; partinin baraj sorunu var... Ama baraj sorunu olmayan tek kişi bağımsız ve bağlantısız milletvekili adayım olan Abdurrahman Boztaş’tır... Ondan başka hiç kimse beni ilgilendirmiyor...

            ...

 

            BOZTAŞ SADECE GAZETECİ  KİMLİĞİNE  SIĞMAZ...

            Yapılan bir toplantıda Abdurrahman Boztaş değerlendirilirken İlçe Belediyesinin başarılı Basın Danışmanı sözü aldı;

            -Sayın Abdurrahman Boztaş yalnızca gazetecilik kimliğine sıkıştırılacak birisi değildir... O bir ressamdır, masa tenisi ustası, LANGIRT üstadı, tarihçi, doğa bilimcisi, araştırmacı, Nuh’ un Salı uzmanı, fahri erkek ölü yıkayıcısıdır, avcıdır, atıcıdır, abartıcıdır,  belki de gazeteci... Ama şuna inanıyorum ki; hocam sadece gazeteci kimliğine sığmayacak kadar renkli ve etkin bir kişidir...

            ...

 

            KATİLİM BOZTAŞ OLACAKTI...

            Çalıştığım iş yerimde inanılmaz bir karın ağrısı ile SSK hastanesi acil servisine kaldırdılar... Ayakkabılarımı  bile çıkartmama izin vermeden; muayene eden doktor acilen apandisit ameliyatı için ameliyathaneye götürülmem gerektiğini söyledi... Ağır bir ameliyat olan apandisit ameliyatından sonra dikkat edilmesi gereken en önemli şey; hastanın hapşırmaması, kahkahalarla  gülmemesidir... Çünkü hapşırır ve kahkaha düzeyinde gülerse, dikişleri patlar, kanı zehirlenir hasta ölüme kadar yol gider.... Ameliyattan sonra ben yavaş yavaş ayılmaya başladım... Çevremde yakın ailem, yakınlarımı gördüm çok mutlu oldum... Gözlerimi hafifçe  açtığım, kendime geldiğimde başım dönüyor ve inanılmaz biçimde acı çekiyordum... Biraz daha zaman geçti; kendime tam geldiğimde, SSK Hastanesinin yattığım  odamın yanında bulunan karyolada; bir insanın başına gelebilecek en kötü, en talihsiz şey geldi... Karşımdaki yatakta Abdurrahman Boztaş yatıyordu.... Yavaş yavaş ayılırken  pişkin pişkin sırıtıyordu....

            -Yaa efendi.... Hep mi sen bana güleceksin? Şimdi de ben sana gülüyorum...

            -Aman hocam, canım hocam beni güldürme... Dikişlerim patlar, sonra ölümüme neden olursun...dedim...

            Ama hoca anlar mı?

            Beni üç gün boyunca güldürdü; Allaha şükür ki dikişlerim patlama noktasına gelse de patlamadan iyileşti... Dikişlerim patlasaydı, ölseydim, sebebim zalim hocam Boztaş olacaktı...

            ...

 

            BOZTAŞ IN SIRRI...

            Düşündüm, taşındın, gözlemledim, iyice incelikten sonra Abdurrahman Boztaş’ın sırrını çözdüm ... Sırrı nedir mi? Boztaş hocam, söylediği yalanların hemen anlaşılmaması için; isim, tarih, mekan gibi konuları gizli tutuyor... O nedenle yalanlarını belgeleyemiyorum...

            -Ankara Büyükşehir Belediyesinden fotoğraf ödülü aldım diyor...

            -TRT nin kuruluşunda bulundum, diyor...

            -Abidin Dino dan resim dersi aldım, diyor...

            -Yılmaz Güney arkadaşım, diyor...

            -Amerikan Başkanı George W.BUSH ile telefon görüşmesi yaptım, diyor...

            Bu ve benzer tüm konularda, yer, tarih, isim vermiyor... Boztaş’ ı , Boztaş yapanda belki bu sırlarıdır... Söylediklerini kanıtlayamadığımız sürece hocam haklıdır...

            ....

 

            ÇOCUKLUĞUMU NEREDEN BİLECEKSİN ?

            Abdurrahman Hocamla yolda karşılaştık...

            Bana sarıldı, öptü, hal hatır sordu...

            -Hey gidi günler heeey, dedi...

            -Senin daha dünkü halini bilirim... Parmak kadar çocuktun... Kısa donla kedi kovalardın, dedi... Şaşırdım ;

            -Yahu hocam, sen kaç yaşındasın?

            -60 yaşındayım...

            -Yahu ben 67 yaşındayım... Sen benim çocukluğumu nereden bileceksin? deyince , Boztaş önce kırmızı, sonra mavi, sonra sarı renge girdi; rengarenk oldu....

            Atmıştı ama tutturamamıştı... Diğer atmaları gibi isabet ettirememişti...Yanımdan hızla uzaklaştı...

            ...

            İLÇE BELEDİYE BAŞKANI RAHATLADI...

            Genel seçimler yaklaşırken; bağımsız, bağlantısız milletvekilliğine aday olan Boztaş hocam; Şalvarlı, kırmızı gömlekli, yelekli, şapkalı, fesli olarak PENGUENLER gibi Adana sokaklarında dolaşıyor halktan oy istiyordu... Birden karşısına Adana merkez İlçe Belediye Başkanı çıktı ;

            -OOoo Abdurrahman Bey, size bu kıyafetler ne güzel de yakışmış... Penguenler gibi olmuşsunuz maşallah.... Hayırlı uğurlu olsun seçimde dilerim kazanırsın...

            Boztaş, kendinden emin, elindeki iri taşlı tesbihini şaklatarak; Belediye başkanına biraz da yukarıdan bakarak, hava attı...

            -Teşekkürler Sayın Başkan... İyiyim... Seçimden sonra daha da iyi olacağım göreceksiniz, dedi...         

            Başkan  gülümseyerek sözlerine devam etti ;

            -Kazanmanızı canı gönülden isterim de; oyumu da sana vereceğimi aklından çıkartma.... Ama diyelim ki, bir kaza oldu milletvekilliğini kazanamadınız... Belediye Başkanlığına adaylığı düşünür müsünüz?

            Boztaş aynı havalı edayla; başkana yine tepeden bakarak

            -Şeey...Tabiii...

            Başkan devam etti ;

            -Acaba hangi belediyeye aday olacaksınız?

            Boztaş kendinden emin;

            -Benim ilçe belediye başkanlıklarında  gözüm yok.. Orası beni kesmez... İlçe Belediye Başkanlığı bana çok küçük, çocuk oyuncağı gibi gelir.... Benim daha  büyük projelerim var, büyük projelerle geleceğim... Ben büyükşehir belediyesine adayım... deyince,merkez ilçe belediye başkanı derin bir :

            -Ohhh çektikten sonra Boztaş ‘a şöyle dedi;

            -Boztaş hocam, beni çok rahatlattın... Çünkü gelecek seçimlerde kendime en ciddi rakip olarak sizi görüyordum... Çok rahatladım, çok sevindim... Yolun açık olsun, deyince,

             Boztaş, büyük şehir belediye başkanı olmuş edasıyla, ilçe belediye başkanına tepeden bakarak, penguen kıyafetleriyle, seçim propagandası için çarşıda taraftarlarını  gezmeye, halkın elini sıkıp oylarını istemeye devam etti...

            ....

 

            ‘OYUNU BANA YAZDILAR

            BENİ AFFET BOZTAŞ...’

            Belediye Başkanın annesi vefat etmişti... Boztaş’ a;

            -Başkana baş sağlığına gitmen gerekir... Sen gitmesen çok ayıp olur gitmesen... Başkan seni sorup duruyormuş zaten, diye ikna ettik... Boztaş ta;

            -Tabi gideceğim... Büyük  Belediye Başkanı, benim de başkanım, dedi...

            Annesinin ölümünden üç gün sonra evine gittiği  belediye başkanına  gerekli sözlerle üzüntülerini anlattı... Başkan birkaç saniye sonra, herkesin duyacağı şekilde;

            -Boztaş, hakkını helal et...  Senin oylarını bana yazdılar... Bütün suç basın danışmanım ve yardımcısında, dedi... Boztaş derin bir ah çekti ;

            -Biliyorum başkanım biliyorum... Benim aldığım oy sandıklarını Yenice ve Samsun  civarında nasıl yok ettiklerini, yüz binlerce oyumu size yazdıklarını çok iyi biliyorum...

            Taziye ziyaretine gelenler, bir yandan üzülüyorlar, bir yandan da Boztaş hocanın incileri karşısında, başkan başta olmak üzere bıyık altından gülüyorlardı...

            ....

           

            BOZTAŞ IN İDDİALARI...

            Sevgili Boztaş ile konuşurken; çok ilginç iddialarına tanık olurum....

            -Türkiye Büyük Millet Meclisinde muhabirdim...

            -Ankara da 1974-75 te adını vermek istemediğim bir gazetede çalıştım...

            -Türkiye yi evrenselliğe nasıl taşırız?Bunun mücadelesini verdim...

            -Türkiye nin ilk uydu - cep telefonuyla, Başbakan Turgut Özal Karataş yolundan TBMM Başkanını arayıp konuştu... Yanında da Semra hanımefendi vardı...

            -Turgut Özal ve Semra Özal hanımefendinin her zaman ekibindeydim...

            -Turgut Özal Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduğunda hep yanındaydım...

            -Çankaya daki evlerinde 30x40 boyutlarındaki fotografların hepsi benim eserimdir...

            -TRT kurulurken görev yaptım...

            -TRT Televizyonunun 1960 lı yıllarında hazırladığım sanat haberlerim yayınlandı...

            -51,5 kiloda Türkiye boks şampiyonu oldum...

            -Aids hastalığına çare buldum...

            -Uzaylılar çektiğim fotografların filmini ve makinemi aldı... Beni uzay gemilerine bindirdiler , muayene ettiler ...

            Testlerden geçirdiler...

            Ve BOZTAŞ tan bir şiir;

            -Seyhan Nehri sularında,

            Aşk sandalıyla dolaşırken,

            Rengarenk çiçekler arasında,

            Maziyi seninle yaşadım...

           

            ÇAMAŞIR MAKİNESİ DEPREM NEDENİ ...

            Boztaş hocamın inanılmaz gözlemleri, inanılmaz iddiaları, sürpriz açıklamaları inanılmaz inatları var... Yaptığı gözlemlere göre; çamaşır makineleri apartmanlara depremden daha çok zarar verirmiş..

            -Neden hocam? dedim..

            -Türkiye de zaten apartmanlar imara aykırı yapılıyor... Müteahhitler demirden çimentodan çalıyor... Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de apartmanları biz tahrip ediyoruz...

            -Nasıl yani ?

            -Çamaşır makinesi titreşimli biçimde çalışırken, tüm binayı, duvarları, en büyük baba kolonları bile  sallıyor... Makineler titreşimleri binayı sarstığı için, beton bağlantıları, demir bağlantıları yavaş yavaş aşınıp birbirinden ayrılmaya başlıyor... Böylece çamaşır makineleri apartmanlara depremlerden daha çok büyük zarar vermiş oluyor..

            -Çözüm nedir?

            -Çözüm, çamaşır makineleri kesinlikle apartmanlara sokulmamalı... Binaların dışında özel olarak çamaşırhaneler yapılmalı... Çamaşır makineleri buralarda çalıştırılmalıdır... Aksi takdirde kısa zaman sonra çamaşır makinelerin yıktığı pek çok apartman göreceğiz... Depreme bile gerek kalmadan çamaşır makineleri binaları yıkacaktır.. Yada çamaşır makinelerinin iyice yıprattığı apartmanlar, en küçük bir depremde yerle bir olup, binlerce, on binlerce insanın ölümüne neden olacaktır...

            ....

            60 DAKİKA SU ALTI REKORU SAHİBİYİM...

            Boztaş hocamla bir yerel televizyonda yaptığımız program reating(reyting)  rekorları kırdı...  Ertesi gün televizyona gelen; bunların arasında, öğretmenler, zengin iş yeri sahipleri, aklınıza gelen her meslekten insanlar vardı.... Hocamın anlattıklarıyla ilgili  şöyle dediler;

            -Boztaş hocamın programlarını dün gece neredeyse  nefes almadan izledik... Bu arkadaşın iddiaları bizleri  çok etkiledi... Eğer izin verirseniz ekonomisi zayıfsa yardımcı olalım... Araştırma yapmak istiyorsa sponsor olalım....

            Binlerce, kişiden bu ve benzeri teklifler aldım...

            Hocamın, en büyük ve en çekici iddiası, reating( reyting )rekorları kıran iddiası şuydu; dünyada görülmemiş ve görülmeyecek olan bir konu ;

            -Ben, su altında tüpsüz olarak 60 dakika kalabiliyorum... Balıklarla yarışıyorum...50-60 metrelik derinliklere dalıp, midyelerin içinden çok inci bile çıkarttım... Elimdeki tespihte kullanılan incileri nereden aldım sanıyorsunuz? İnsanlar değil, balıklar bile benim nasıl bu kadar su altında kaldığımı görüp kıskanıyorlar... Kıskançlıklarından çatlayan balıklar bile oldu...

            Pek çok izleyici, bunun bir Adana, Türkiye değil dünya rekoru olduğuna, Boztaş’ ın dünya dalma şampiyonasına katılması için ne gerekiyorsa yapmaya hazır olduklarını söylediler... Ne diyelim? Akıllı inanır...

            ....

 

            SİVRİ SİNEKLER AMELİYAT   EDİLİYOR...

            Hocamın iddialarına akıl sır ermez... Hocam diyor ki;

            -Vallahi, billahi gözlerimle gördüm... İstanbul ‘da sivrisinekler karantinaya alınıp ameliyat edilip kısırlaştırılıyorlar... Sonra da doğaya bırakılıyorlar...

            -Boztaş bunu neden yapıyorlar? dedim...

            -Bu sivrisineklere uygulanan bir katliamdır, bir soy kırımıdır...

            -Sivri sinekler sıtma üretiyorlar, insanları rahatsız ediyorlar, senin bu konudaki görüşün; yapılmasın mı ?

            -Tabi yapılmasın... Yazık değil mi sivrisineklere.... Hem sivrisinekler insanlara ve diğer canlılara yararlı hayvanlardır... Bunu biz bu günkü ilim ve teknoloji ile anlayamıyoruz.. Ama gelecekte ulaşılacak teknolojik, bilimsel aletler ve gözlemlerle benim söylediklerimin doğruluğu kanıtlanacaktır...

            -Neden bu gün böyle yapıyorlar sivrisineklere?

            -Bunu yapmalarının bir tek nedeni var; efendim Avrupa Birliği yasalarına uyum için sivrisinekleri ameliyatla kısırlaştırmak, sonrada doğaya salmak gerekiyormuş... Bunu kabul etmem olanaksız... O hayvanlara soykırım uygulanıyor... Yok ediliyorlar... Her gördüğümde gözyaşı döküyorum... Çocuğum ölmüş kadar üzülüyor hüngür hüngür ağlıyorum..

            -Yani Avrupa lılar bunu bizden istiyorlar  değil mi ?          

            -Bunu bizden istiyorlar ama, kendi ülkelerinde uygulamıyorlar... Ben Avrupa da bir tek sivrisineğin bile ameliyathanede karantinaya alınıp ameliyatla kısırlaştırılıp doğaya bırakıldığını duymadım görmedim, hiçbir yerde de okumadım... Bu yabancıların Türklere uyguladığı kötü bir senaryodur... Biliyor musunuz? Ben koyunların da kesilmesine karşıyım...

            -Sen daha iyi bilirsin hocam dedim..

            ....

 

            BOZTAŞ IN MESLEK FİHRİSTİ...

            Evrende , dünya adını verdiğimiz gezegenden başka galaxi ve gezegenlerde de dahil olmak üzere ; hiçbir fani insanın sahip olmadığı mesleklere aynı anda  sahiptir Boztaş hocam.....

            -Mesleğini say, desen; inanılmaz meslekler söyler... Kısaca her mesleğe en üst düzeyde sahiptir... Senarist, ayakkabı imalatçısı ve boyacısı, yüzücü, ormanları gönüllü koruma sorumlusu, Temacı, gazeteci, ressam, Tv Genel Yayın Yönetmeni, çiftçi, çim biçme ustası, kriket oyuncusu, astronot, kovboy, döner ustası, kumpir ustası, patates yetiştiricisi, at terbiyecisi, erkek ölü yıkayıcısı, aslan terbiyecisi, şoför, boks ve yüzme şampiyonu, LANGIRT uzmanı, piştici, satranç dahisi, bestekar, söz yazarı, ut üstadı, kanuni, kemani, neyzen, şerbetçi, dellak, natır, gitarist, zeki Müren şarkı yorumlayıcısı, çaça – twist gibi oyunların üstadı, fahri erkek ölü yıkayıcısı ...

            Buraya yazılı olmayan meslekleri de siz yazsanız; hepsini bildiğini söyler...        

            ....

 

            BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİNİN

            SIRRINI ÇÖZEN DAHİ....

            1960, 1970’ li yıllarda okyanuslarda ünlü,  “BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ” diye tanımlanan bir yer vardı... Gemileri, uçakları yutuyordu... Dünya kamuoyu, yıllarca bu konuyla ilgilendi... Dünyanın tüm bilim adamları, teknoloji dehaları, tarihçiler, coğrafyacılar, su altı bilimcileri, gemiciler, astronotlar, politikacılar, devlet adamları, filozoflar “BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ “ nin sırrını çözmeye çalıştı ama başarılı olamadılar... Bu çalışmaların sürdüğü her yıl 20 den fazla gemi; 20 den fazla uçak  bu üçgende, okyanusun derin sularına gömülüp yok oldu gitti.... Boztaş hocam; dünyanın çözemediği bu işin sırrını çözerek inanılmazları başaran  en büyük dahi olduğunu kanıtladı... Hocamın söyledikleri şöyle;

            -Yerin kilometrelerce altında , devletler, koloniler ve ülkeler ve orada yaşayan  milyonlarca belki de milyarlarca insan  var... Yer altı dünyasındaki ülkelerde yaşayan insanlar; yer üstündeki insanlardan daha zeki, daha çalışkan... Bu insanlar  50-60 santim boyundalar...

            İşte bu “BERMUDA ŞEYTAN  ÜÇGENİN” de kaybolan gemiler, uçaklardaki insanların akıbetleri şöyle; gemiler  denizde  battığında, uçaklar denize düştüğünde; hemen bu küçük boylu insanlar kendilerinin yaptığı ileri teknoloji ürünü olan  deniz altılarıyla,  kaza yaptığı iddia edilen bu araçlarda bulunan dünyalı insanları, sağ salim kurtarıp, kendilerinin yerin altında  kurdukları devletlere ve kolonilere çalışmaya götürüyorlar... Bizim uçak düştüğünde, gemi battığında öldü sandığımız  insanlar aslında hepsi de sağ ve yaşıyor; üstelik  yeraltı devletlerinde yaşayan küçük insanların maden ocaklarında işçi olarak çok zor koşullarda çalıştırıyorlar... Dünyadan oraya, yani yer altına götürülen insanlar altın madeninden kırmızı cıva elde edilmesinde çalıştırılıyorlar....Üretilen kırmızı cıva;  insanın bu güne kadar ürettiği enerjilerden daha büyük ve daha güçlü... Bir gramında bin barajdan ve binlerce  atom bombasından elde edilen enerjiden daha fazla bulunuyor....

            -Peki, yeraltında devletleri, ülkeleri olan 50-60 santim boyundaki insanlar yeryüzüyle ilişkileri var mı?

            -Evet, diyor hocam... Japonya nın doğusundaki büyük OKYANUS ‘tan dışarıya  yer yüzüne çıkıyorlar... Yeryüzünde incelemeler yapıyorlar... Oradan geri yeraltındaki dünyalarına, ülkelerine dönüyorlar... Bu geliş gidişler sırasında kırmızı cıvadan elde ettikleri enerjileri kullandıkları için bol bol okyanusta depremler yaşanıyor... Japonya bilindiği gibi dünyada en fazla deprem olan ülkedir...

            Bu olaydaki ikinci perdeye gelince;

            Hocam dehasını burada da ortaya koyuyor ;

            -İşte bizim uzaylılar olarak bildiğimiz varlıklar, o kolonilerde yaşayan 50-60 santim boyundaki varlıkları ben Toroslar da POZANTI NIN ALPU Dağlarında karşılaştım... Gece yarısı, hatta sabaha karşı uçan daire şeklinde bol ışıklı bir cisim benim  50 metre yakınıma  indi... Kapılar açıldı, ışıklı merdiven yere doğru uzandı... Gemiden aşağıya inip bana el salladılar... Ben de onlara el salladım... Daha sonra yanıma geldiler, uzun süre sohbet ettik... Bana gemilerinin içini en ayrıntılı biçimde gezdirdiler...

            Bu arada, sırları ortaya çıkmasın diye çektiğim fotoğraflarını kimsenin görmemesi için, makinemdeki filmi çıkartmamı rica ettiler.... Sonrada bir çanta taş–toprak  alıp gemilerine binip yukarıya doğru havalanıp gittiler...

            Bu olayda üçüncü perdeyi merak mı ettiniz?

            Efendim , Boztaş hocam  bir gün işyerime  geldi , bu olayları anlatırken , 35 yıl Almanya da kalan bir yurttaşımız sohbetimize ortak oldu...

            O da hocanın söylediklerini doğruları...

            Ama, onun  Boztaş hocamın anlattıklarına bir yerde itirazı vardı; o da yeraltındaki devletlerde, kolonilerde yaşayan insanların boyları 80 ile 100 santimdir demiş olmasıdır...

            Boztaş hocam itiraz etti;

            -Kesinlikle 50-60 santim... Ben Pozantı nın Kamışlı yaylasında gece yarısı gördüm.... gördüm, yanıma geldiler, gemilerini gezdirdiler... Kendim cebimdeki cetvelle  boylarını bile ölçtüm... Almanyalı arkadaş itiraz etti;

            -Hayır, bende onları gördüm biliyorum 80 ile 100 santimdir boyları...

            Almanyalı vatandaşla, Boztaş hocam 1 -2, belki de 3 saatlik ateşli bir tartışmanın sonunda;

            Yeraltındaki  devletlerde ve kolonilerde gizli yaşayan, dünyadaki insanların asla bilmediği, Bermuda Şeytan Üçgeninde batan gemiler ve düşen uçaklardaki insanları kurtarıp, kendileri için çalıştıran, kırmızı cıva işçiliği yaptırdıkları  insanların boylarının  60 santim boyunda oldukları konusunda sonunda  fikir birliğine vardılar...

            ...

 

            ÇUKUROVA YI YAZIN SERİNLETEBİLİRİM...

            Boztaş hocamın inanılmaz ve asla sınır tanımayan yaratıcılıklarından başka bir örnek daha;

            -Ben, Çukurova’ da yazın sarı sıcak dalgasından  halkımızı, ağaçları, kuşları, karıncaları, kurtarabilirim… Onlara serin kış havası sunabilirim... Yeter ki bana olanak tanınsın....

            -Nasıl yaparsın hocam? Nasıl bir olanak istersin hocam?

            -Çok kolay... Kentin içindeki çok yüksek apartmanların tepesine, Toroslar’ın Akdeniz ‘e bakan yamaçlarına çok büyük devasa vantilatörler yerleştirilebilirse; bu vantilatörler aynı anda çalıştırılırsa; Adana sarı sıcak dalgasından kurtulur...Ve yaz ortasında bahar havası yaşaması olanaklıdır... Boztaş’ ın olduğu yerde olanaksızlıklar da ortadan kalkar?

            ....

 

            ADANA’ DAN MERSİN KIZKALESİNE           YÜZERİM...

            Abdurrahman Boztaş hocamın hayallerinde asla sınır yoktur.. İşte bunlara bir örnek daha...

            -Bir gün hocamla işyerimde oturuyoruz... Bir yaşlı yurttaş geldi... Çaylarımız ikilendi.... Söz yüzmeden açıldı... Boztaş hocam;

            -Ben, dedi...Adana ‘dan Mersin’ deki Kız Kalesine kadar hiç durmadan yüzebilirim...

            Yaşlı adam şaşırdı;

            -Oğlum, Adana’ da deniz mi var ki?

            -Olsun baba?  Tarsus’ tan  denize girer yüzerim...

            -Olmaz oğlum... Tarsus da denize 6-7 kilometre uzakta bulunuyor...

            -Mersinde de mi deniz yok? Oraya gider, oradan denize girer kız kalesine kadar tek başıma, nefes almadan gider gelirim, dedi...

            O sırada yanımıza gelen bir meslektaşı, sessizce bu konuşmaları dinlerken şöyle dedi;

            -Boztaş abi, seni geçenlerde Büyükşehir Belediyesinin ücretsiz yüzme kurslarının   yapıldığı havuzda boğulurken ben kurtarmadım mı?deyince, Boztaş renkten renge girdi, başını sağa–sola sallaya sallaya uzaklaştı gitti... Yalanının ortaya çıkmasına dayanamamıştı anlaşılan...

            .....

            BAŞKA İNGİLİZCE KONUŞUYORLAR...

            Birinci körfez savaşının yapıldığı günlerdeydi... İncirlik hava üssüne en yakın nokta olan toptancılar sitesinin damlarından uçakların inip kalkmasını; Irak’ı vurmak için gidiş dönüşleriyle ilgili  görüntü alıyorduk... Sadece biz değil, dünyanın her ülkesinden gelen yabancı televizyoncular, kameramanlar, fotoğrafçılar, ünlü muhabirler vardı... Hepimiz sıcaktan oldukça şikayetçiydik... Günün en sıcak saatlerinde, boynunda üç dört fotograf makinesi, iki kamerayla Abdurrahman Boztaş hocam çıkıp gelmez mi? Çok uzaklardan bizimle alay etmeye başladı...

            -Heeey yavrum heeey... Adana lı gazetecilerin, televizyon kameramanlarının tamamı  burada, ama hiç kimse İngilizce bilmiyor.....

            Burada yabancı gazetecilerle, televizyoncularla sadece ben İngilizce konuşabilirim...

Babam incirlik hava üssü inşa edilirken kepçe operatörü olarak çalışmıştı... Ben de o zaman Amerikalılarla ilişki kurmuştum... Amerikalılar beni çok seviyordu... Çocukluğumdan itibaren onların  dillerini ana dilim gibi öğrendim... Şimdi ben yabancılarla İngilizce konuşayım da siz  görün... Yarım saat boyunca hocam yabancı televizyoncu ve gazetecilerle konuşur gibi yaptı... Ancak iki sözcükten başka bir şey söylemedi...

            -Yeees....

            -Nooo...

            Biz artık dayanamadık ,

            -Hocam bunlar ne söylediler yarım saatten beri sana ne anlatıyorlar? Lütfen bize de bilgi ver, dedik...

            Hoca duraksadı;

            -Yahu bunların konuştuklarını bende anlamadım... Başka bir İngilizce konuşuyorlardı bunlar... Benim öğrendiğim ingilizce’den çok farklı bir lisanları var...

            -O zaman yarım saatten beri neden YES, NO diyordun?

            Hoca kıpkırmızı oldu, sarardı soldu... Biz hocama kahkahalarla gülmeye; yerlerde yuvarlanmaya, böbreklerimiz çatlayıncaya kadar gülmeye  başlayınca;  yabancı televizyon ve gazetecilerin tercümanı olayı onlara da anlattı... Yabancı televizyoncu ve gazeteciler hocama bizden fazla güldüler... Bir kaç tanesi fazla gülmekten altına  küçük çişini yaptı... Bir kaç tanesi de kahkaha atmaktan yerde kalp krizi geçiriyordu neredeyse... Hocamın İngilizce sinin sınırları YES ve NO da bitiyor... Bir adım ötesi, bir adım berisi yok... Bu günlerde bir gurup öğrenciye de İngilizce dersi vermekte olduğunu duydum; bundan da büyük gönenç duydum...

            ....

 

            FOTOGRAFIN ’ F ‘ SİNDEN HABERİ   YOK...

            Biz  son sistem bir fotograf stüdyosu kurduk... En son ışıklandırma, en son görüntüleme, en son fotografa kayıt yapan 12 milyar liraya alıp işletmeye açtığımız fotoğrafhanemiz kusursuz biçimde çalışmaya devam ediyor... Boztaş hocam, ben orada yokken dükkana gelip, dünyanın en son teknoloji harikası olan makinenin başına geçip  orada çalışan çocukları çevresinde toplayıp sorular sorup;  kendisinin  de yanıtı bilmediği konularda çocuklara fırça atıyormuş...

            -Enstantane ne demek?

            -Flaş neresinden çalışıyor?

            -Vizör neresi bana gösterin bakalım? Gibi sorularla, çocukları rezil ediyormuş..

            Bir gün ben geldim; baktım hocam yine çocukları karşısına dizmiş fırça üstüne fırça atıyor...

            -Hocam, bu kaç megapiksel biliyor musun?

            -Piksel değil Fixel, dedi...

            -Hocam bu piksel olarak geçiyor...

            -Hayır fixel diye benimle iddiaya girdi.,..

            Tabi söylediğinin yanlışlığını kabul etmekle hocam için intihar etmek aynı anlama geliyordu... Hocama söylediğinin yanlış olduğunu kanıtlayınca; 12 milyara aldığım fotograf makinesinin, çekim sırasında ses kaydı da yaptığını anlattım... Hocam bu kez kıvırdı;

            -Ben bu makinenin icat edileceğini 12 yıl önceden  biliyordum...

            Nereden girip, nasıl çıktığını, sözleri nasıl kıvırdığını benden başka kimse bilemez.. Hocamı idare ediyoruz artık ne yapalım? Laf aramızda biraz da yaşlandı hani... Dediğim dedik, çaldığım düdük diyor... Biz de katlanıyoruz...

            ....

            TELEVİZYONDA DOĞRU SÖYLEDİ

            SOKAKTA YALAN...

            Fotoğrafhanemize sık sık uğrar sayın hocam; biz de mutlu oluruz... Bir geldiğinde kendisine hayrımız olsun diye Digital bir fotograf makinesi armağan ettik... Bir yerel televizyondaki canlı yayında da;

            -Evet...Bu firma bana bu fotograf makinesini armağan etti, diye açıklama yaptı...

            Canlı yayının sabahı bir arkadaşımın  işyerine gitti hocam... Akşam televizyonda, hocanın fotoğraf makinesini ücretsiz olarak hediye aldığını itiraf ettiğini bilenler, ona biraz yalan söyletmek istediler.l..

            -Oooo Abdurrahman hocam, makinen hayırlı uğurlu olsun... Kaç liraya satın aldın bu makineyi?

            Hoca hiç sıkılmadan, akşam televizyondaki programda söylediklerini unutarak;

            -200 milyona aldım, dedi..

            -Satar mısın ?

            -400 milyon verirseniz satarım, dedi...

            Boztaş, bu pazarlığı yaparken,kendisinin akşam televizyondan izleyenlerle konuştuğunu bilmiyordu... Boztaş’ a göre yalan mı yok?Ama televizyondaki canlı yayında söylediklerini, gündüz de anımsamasında yarar var diye düşünüyorum...

            ....

            PAŞA AKRABAMDI...SENİ BEN ERKEN TERHİS ETTİRDİM...

            Askerliğimi  Sakarya’ da  paşa fotoğrafçısı olarak yaptım... Tam o sırada yani 1999 ‘daki Marmara depremi oldu;  asker fotoğrafçı olarak depremin ortaya çıkarttığı insanlığa en büyük acı veren bütün sahnelerini görüntüledim, binlerce fotoğraf çektim...

            Sakarya da bir de DEPREM FOTOGRAFLARI sergisi açtım... Emrinde olduğum paşa, benim çalışmalarım nedeniyle özel bir takdir nişanı aldı... Bu başarılarımdan dolayı da, ödül olarak beni üç ay önce terhis etti... Sevinçten havalara uçuyorum, çok mutluydum.. Adana ya geldim; Abdurrahman Boztaş hocamla sokakta  karşılaştım....

            -Ben desenden teşekkür bekliyorum... Neden beni arayıp  teşekkür etmedin? diye fırçaladı...

            -Neden hocam? Hayırdır inşallah ne oldu? Ne yaptım ki?

            -Ooooo...Senin haberin yok... Yanında görev yaptığın Paşa benim akrabamdı... Tele fonla aradım, seni üç ay önce ben terhis ettirdim....

            Hoca yine hayal görüyordu; ne benim emrinde olduğum paşayı tanıyordu, ne de askerin en tepesindeki paşayı tanıyordu... Benimle dalgamı geçti? Bu gün bile anlayabilmiş  değilim...Ama, bildiğim tek şey, paşa fotoğrafçısı olarak başarılı olmam ve üç ay önce terhisle ödüllendirilmemdir...

            ....

            BİR TEK BOZTAŞ HOCAM BANA İNANMADI...

            Sakarya’ da paşa fotoğrafçısı olarak görev yaptığım sırada 1999 Marmara depremi oldu... Olayın en feci ve en kötü bölümlerini, en sıcak ve anında görüntüledim binlerce kare  fotograf çekmiştim...          O dönemde Sakarya Valisi olan Sayın Cahit Kıraç, SAKARYA’ da DEPREM FOTOGRAFLARI sergisi açmamı sağladı... Bende bunu milli bir görev olarak kabul ettiğim için harika bir sergi açtım... Türkiye de ilk kez sayın valim bana FOTOGRAF SANATÇISI belgesi verdi... Daha sonra da Adana ya vali olarak gelen Sayın Cahit Kıraç aynı deprem fotoğrafları sergisini Adana da açmamı sağladı... Sergim büyük ses getirdi; izleyenlerin , sergimde bulunanların yüzde 99 u çok beğendi... 1999 Sakarya Deprem fotografları sergimi bir tek kişi ABDURRAHMAN BOZTAŞ hocam beğenmedi...

Benim fotoğraf sanatçısı belgemin sahte olduğunu ileri sürdü... Canı sağ olsun...Yaşasın, sağlıklı olsun, aramızda olsun da tek inanmasın...   

            ....

 

 

            TRAFİK SORUNUNA ÇÖZÜM

            İnternet Sitelerinde en çok tıklananların ilk sıralarında yer alan Abdurrahman Boztaş ülkemizin en renkli simaların önde gelenlerindendir; oradaki ifadelerle;

            Jöleli kaşları,

            Meclise eşeğiyle geliyor,

            Aids hastalığına çare olacak,

            Boztaş gelecek başa /Fırıldakların başını

            Vuracak taştan taşa /Ey Adana lım sen çok yaşa...

            Bu kadar popüler nitelikleri olan hocam Türkiye deki trafik kazalarına ve trafik canavarına kendince çözüm buldu...

            Diyor ki;

            -Türkiye de her gün 15-20 kişi trafik kazalarında  yaşamını yitiriyor... Ben bu konuda kendimi örnek olarak göstermek istiyorum... Benim yöntemim uygulandığı takdirde, bu kazalar sıfıra iner kimse ölmez... İşte bu konudaki önerim;

            Ehliyetimi aldıktan bir süre sonra otomobil kullanmaya başladım… İyi de şoför olmuştum; tüm arkadaşlarım bana imrenerek bakıyorlardı... Adana caddeleri ve sokakları bana dar geliyordu... Sabahtan akşama kadar gezip, genç kızların gönüllerini çalıyordum... Ne zaman küçük bir kaza yaptım; hemen aldığım ehliyetimi Emniyet Müdürüne götürüp teslim ettim...

            -Sayın Müdürüm, ben kaza yaptım... Daha fazla kazaya ve insan ölümlerine neden olmamak için ehliyetimi size iade ediyorum... Emniyet Müdürü kalkıp beni yanaklarımdan öptü...

            -Aferin evladım... Sen çok akıllı bir insanmışsın, dedi... Bu davranışımın herkese örnek olmasını istedi... Ben inanmıyorum ki; herkes böyle yaparsa; yani en küçük  kaza yapanlar ehliyetlerini iade ederlerse Türkiye de trafik anarşisi ve trafik canavarı etkisini yitirecektir...

            Boztaş hocam bu olayı anlatırken bir gazeteci arkadaş ;

            -Yahu hocam, senin ehliyetini Trafik Şube Müdürüne teslim etmen gerekmiyor muydu? Neden Emniyet Müdürüne teslim ettin... Emniyet Müdürünün görevi bu değil, deyince hoca iyice bozuldu...

            Ama hocamın  kafasında yazdığı ve anlattığı senaryo muhteşem...

            ...

            ADANLI TÜM ÜNLÜLER  BOZTAŞ

            HOCAMIN TEZGAHINDA YETİŞMİŞTİR...

            Türk Pop Müziğinin en önemli ve genç seslerinden olan Murat Göğebakan Adana ‘da on binlerce kişiye harika bir konser verdi...         Konser sonrası  Sayın Göğebakan’ ı kendi otomobilimle  evlerine bırakmak için yola çıktık... Boztaş hocam da otomobilin içinde tesadüfen bulunuyordu...  Boztaş hemen söze girdi; yaratıcılıkta sınır tanımayan hocam başladı konuşmaya;

            -Murat Göğebakan’ ı İstanbul’a ben gönderdim... Otobüs biletini de ben kendi cebimden aldım.... Tempo Televizyonunda Genel Yayın Yönetmenliği yaptığım sırada, Murat yanıma geldi; baktım bu çocukta iş var... Hemen İstanbul’ a gitmesini söyledim...

            Bir süre daha sessizlik oldu; hocam sürdürdü konuşmasını ;

            -Adana lı  ünlü şarkıcı Kurtuluşu da ben İstanbul’ a yönlendirdim... Harika gitar çalıyor, yanık yanık şarkılar söylüyordu... Onun da yerinin İstanbul olduğunu düşündüm ve hemen oraya gitmesini sağladım... işte bu gün karşımızda, ünlü iki Adana lı sanatçı var...

            Otomobildeki Murat Göğebakan’ dan hiç ses çıkmıyordu... Hocam hızını alamamıştı ki yaratıcılıkta sınır tanımayan bombalamalarına devam ediyordu... Oysa yaşıyla söylediklerinin mümkün olmayan tarafları da vardı; örneğin hocam diyor ki;

            -Adana lı sanatçılar Mustafa Sağyaşar, Ali Şenozan, Ferdi Tayfur, İzzet Altınmeşe, Barış Manço, Nuran Damcıoğlu, Suna Kan, Hüseyin İleri ve diğer tüm hemşehrim olan sanatçıları ben Ankara ya ve İstanbul a yönlendirdim.. .(Not ; bu kişiler 70 yaşını çoktan geçtiler...Bazıları da öldü....Ama hocam henüz 58 yaşındadır..1949 doğumludur kendisi..)

            Kimseden ses çıkmıyordu; Boztaş hocam, mangalda kül bırakmadan konuşmasını sürdürdü ;

            -Yılmaz Güney de arkadaşımdı; birlikte üç  film çevirdik... Yılmaz benim filmlerimi imha ederek önümü kesti... oksa ben şu anda Yılmaz Güney’den daha da çok ünlü olacaktım… Ona da sinema konusunda çok şey öğrettim... Beni engellemesine karşın onu hala çok severim...

            Hocam, sessiz bir ortam bulunca atmaya, sınır tanımayan hayallerini anlatmaya devam etti;

            -Şunu da söyleyeyim ki; bu gün Milli Takımlar Teknik Direktörü olan Fatih Terim’ de, benim oynadığım topu izleyerek yetişti... O dönemlerde kendisi daha çocuk yaştaydı… Bu günkü Meryem Abdurrahim Gizer İlköğretim Okulunun yeri arsaydı... Biz mahalledeki arkadaşlarla sürekli top oynardık... Sahanın yıldızı şüphesiz ki her zaman olduğu gibi yine  bendim... Fatih Terim de gelip, kenardan bize bakardı... Benim gibi yıldız bir futbolcuyu izleyerek çok şey öğrendiğini kendisi de  defalarca söyledi... Fatih  Terim’ e bir takım şeyler öğrettiysem ne mutlu bana...

            Kimseden ses çıkmadı; yaratıcılığının sınırsızlığında Boztaş, Murat Göğebakan’ ı evine götürünceye kadar yağdı–gürledi...

            ....

 

            POPÜLER OLMAK  İÇİN ÖLECEK...

            Boztaş hocam popüler olmayı çok seviyor... Bir kaç gün sataşılmasa, kendisinden söz edilmese, kendisi gelip;

            -Beni hemen kaşıyın, asla yerimde duramıyorum der...

            Popüler olmadığı zamanlar da;

            -Ben Amerika ya yerleşeceğim, İstanbul beni bekliyor, tüm televizyon yapımcıları bana hayran... Adana beni anlamadı, Adana yı terk ediyorum, der..

            Değerli hocamı  22 Kasım 2007 seçimlerinde Türkiye nin en popüler bağımsız – bağlantısız milletvekili adayı yaptım... Tüm ulusal ve yerel televizyonlar kendisiyle söyleşi yapabilmek için  birbirleriyle yarıştılar... Ancak hoca 22 Temmuz seçimlerinden sonra popülerliği hala sürüyor... Zamanı iyi değerlendiren hocam; açık göz davranarak hemen parti kurmaya kalktı....

            -İl Başkanları belli oldu, yönetim kurulu üyeleri belli oldu, sadece düğmeye basmaya kaldı her şey, diyormuş...

            Geçenlerde hocamla yolda karşılaştık;

            -Politika nasıl gidiyor hocam?

            -Parti kuruyorum, son aşamaya geldi... Çok güçlü geliyorum...

            Gerek muhalefetten, gerekse iktidar partisinden büyük katılımlar olacak...

            -Peki bizim bildiğimiz, ünlü isimler var mı partinde?

            Boztaş gözlerin kıstı, zafer kazanmış bir ordu edasıyla yanıtladı;

            -Hem de çok var... Bu aşamada isim vermem doğru olmaz... Ama bir tanesini söyleyeyim, gerisini siz tahmin edin...

            -Kimdir hocam bu ünlü ?

            -Erkan Mumcu... (anavatan partisi genel başkanı )

            -Büyüksün Apo, diye herkes elini sıktı....

            -Valla senden korkulur Apo, dedim...

                       

 

            BUZ  PATENİ  KAZASI

            Adana’ ya yeni açılan devasa bir alış veriş merkezi olan M-1 de bir de buz pateni bölümü  halkımız tarafından büyük ilgi gördü;  Boztaş hocam, burada kayak yapanlarla bir söyleşi yaparak bir televizyon programı  çekmek  istedi... Oradaki görevliler hocamın ayaklarına  patenlerini taktılar, iki görevli hocayı buz pistinin ortasına götürüp bıraktı…

Bir bayanla söyleşi yapmak isteyen hocamın  bayanın yanına kayarak gitmesi gerekiyor, ama kayamadığı için ne bir adım ileriye, ne de geri gidebiliyor... Pistin ortasında bekledi... Söyleşi yapacağı bayan da kaymayı bilmediği için o da hocama yaklaşamadı... Kamerayı açtım; hocam bas bas bağırdı¸

            -Gel hanımefendi, dedi..

            -Gelemem, kayamıyorum, düşerim,  dedi...

            -Gelsene yahu?

            -Gelemem...

            Bu konuşmalar olurken, iki görevli yine Boztaş’ın koltuklarına girerek bayanın yanına götürmek zorunda kaldı... .Söyleşi yapacağı bayanla birbirlerine yaklaştılar... Tam anons yapacaktı ki; 8-10 yaşlarındaki profesyonel kayakçıları aratmayan bir çocuk buz pateniyle hızla kayıp hocama arkadan çarpıp biçip gitti... Hocamın ayakları havaya geldi, sırt üstü buz pistine bir çakıldı ki;

            -Ah anaaaam...!!! diye feryadı kentin her yanından duyuldu...

            İki görevli yeniden hocamın koltuklarına girip güçlükle  ayağa kaldırdı... Hocamın ayakları pergel gibi açıldı, açıldı, açıldı dizlerinin üstüne;

            -Güüüüm!!! Diye oturdu...

            Bir daha kalktı , bir daha düştü;

            Bir daha kalktı bir daha düştü...

            Bir daha kalktı bir daha düştü...

            Bir daha kalktı bir daha düştü...

            Hocam, televizyon programını, düşüp kalkıp, ah anam nidalarıyla tanımladı.... Söyleşi yapma isteği kursağında kaldı... Ama, buz  pateninde kayarak, söyleşi yapmaya çalışırken düşüp kalkması Adana daki televizyonda günlerce gülmece efekti ile yayınlandı... Hocam yapmaya çalıştığı ama başaramadığı televizyon programını şu sözlerle bitirdi;

            -Bu işi bilmiyorsak yapmayalım...

            ...

            HOCAM SALDIRIYA UĞRADI...

            Adana’nın en güzel piknik alanlarından birisi olan Dilberler Sekisinde yine program çekiyoruz hocamla... Kamerayı açtım;

            -Hocam anons yapabilirsin, işareti verdim...

            Hocam bir türlü objektife bakamadı..

            -Hocam objektife bak...

            Sağa sola baktı..

            -Hocam, konsantre ol...

            Yine yapamadı...

            Bu arada, uzaktan koşa koşa gelen Boztaş’ ın iki katı büyüklüğündeki dev gibi bir kişi hocama;

            -Şraaak!!  Diye bir tokat atmasın mı? Hocamın gözlüğü, saati düştü... Hocam gözlüğünü, saatini aramak için yere eğildiğinde o dev gibi kişi Hocamın yakasına yapıştı;

            -Sen televizyonlara çıkıp abuk–subuk konuşuyorsun... Bizimle dalga mı geçiyorsun lan?

            Bir tokat, bir tokat daha...

            -Nuh’ un Gemisine neden Nuh un Salı diyorsun...

            Birbirlerine girdiler Boztaş hocam iyi bir dayak yedi... Ben kameramla hocamı izlemek zorunda olduğum için bir süre çekim yapmak zorunda kaldım... Dayak sahnelerini kusursuz biçimde çektikten sonra, kameramı yere koyup; bu ikisini zorla ayırdım... Hocam bu kez de başkalarıyla söyleşi yapmak yerine, kendisine atılan dayak görüntüleriyle yetinmek zorunda kaldı.... Görev yaptığı televizyonda, dayak sahneleri günlerce yayınlandı...

            -Hocam, sen bunlarla ilgilenme; programını yap keyfine bak, diye zor ikna ettim...

            ....

 

            ÇARPIŞAN OTOMOBİL ÇARPTI...

            Abdurrahman Boztaş hocamın başına gelenler; aslında yazılan ve uygulanan senaryolardan başka bir şey değildir... 23 Nisan şenlikleri yapılırken; M-1 de 0-6 yaş çocuk yuvasından çocuklar da gelmiş, bu etkinliklere katılmıştı... Boztaş hocam  bu konuda bir televizyon programı yapacaktı... Ancak çocuklar çarpışan otomobillere binmiş , çığlıklar arasında çılgınca eğlenirken ; hocamı da bu otomobillerden birisine binmeye ikna ettim... Ancak, bu çarpışan otomobillerde anons yapacak olursa programın daha güzel olacağına inandırdım... Hocam kabul etti ve en güçlü ve en güzel otomobili seçerek bindi... Hocam  mikrofonu eline aldı;

            -Sevgili izleyenler... Bakım yurdundan buraya gelen 23 nisan şenliklerine katılan bu çocuklar  bizim çocuklarımız... Bu çocuklar bizim her şeyimiz...Fedari ( medar-ı  iftiharımız

 demesi gerekiyordu) iftiharımızdır.... Geleceğin Türkiye si  onların elinde daha güzel şekillenecek....

            Yazılan senaryonun uygulanması gerektiği an geldi; senaryo gereği, en güçlü ve en hızlı çarpışan otomobil hocamın otomobiline çarparsa; Otomobil  bir yana; Boztaş hocam bir yana savruldular... Hocamı çarpışan otomobillerin zeminine yüzün koyun kapaklandı... Kendilerini o sırada manyetik alandaki  elektrik çarptı... Çizgi filmlerindeki gibi hocam zangır zangır titremeye başladı... Kendisine diğer otomobillerin çarpmasından zor kurtardık.... Kafasındaki programı çekememiş olsa da; çarpışan otomobillerdeki kendi başına gelen kaza televizyonumuzda günlerce yayınlandı... Hoca, saf, dürüst, güzel bir insan olduğu için bir kez daha yazdığımız senaryonun gönüllü kurbanı olmuştu...

            ....

            TRENE EŞEKLE ZOR YETİŞTİ...

            Cemiyetimiz  Toros Dağlarında, sadece trenle ulaşılabilen Belemedik yaylasına bir gezi düzenledi... DDY bize özel vagonlar tahsis etti... 100-150 kişilik bir gurup yola çıktık... Tüm gazeteciler çok mutluydu; çünkü yanımızda Abdurrahman Boztaş gibi bir güzel insan vardı... Bindiğimiz özel tren Yenice de mola verdi... Boztaş hocam tuvalete gitti...Tren kalkacak ama Boztaş yok... Biraz daha bekledik, belki Yenice den Adana’ ya dönmüştür diye düşünerek tren hareket etti...100-200 metre gitmiştik ki; Arkadakilerden bir ses geldi;

            -Boztaş geliyor...Bekleyiiinn!!! Treni kaçıran Boztaş hocam, köylülerin eşeğini almış, eşekle trene ulaşmak için dört nala geliyordu... Nasrettin Hoca fıkralarında bile rastlanmayacak bu sahneyi gazeteciler olarak dakikalarca seyrettik, hepimiz kahkahalarla gülerken trenden düşecektik... Hemen makinisti uyardık... DDY tarihinde belki de ilk kez tren geri geri gelerek, eşekle yetişmeye çalışan Boztaş’ı alıp yolumuza devam ettik...

            ....

            BOZTAŞ NASIL KURTULUR ?

            Yıl 1992 Bir gurup gazeteci arkadaş baş baş verip düşündük…

           Boztaş’ ın sağa sola da borcu var... Bir kampanyayla hocayı  kurtaralım; borçlarını ödeyelim, fakirin biraz yüzü gülsün, dedik..

            Cemiyetimiz de Boztaş hocam için bir gece yapmaya karar verdik... Tanesi 50 bin  liradan biletler bastırıp sattık... Seyhan Belediye Başkanı Yalçın Akyol’da gıda paketleri verdi... Başka mağazalardan başka yardım paketleri de oluşturduk... Hocayı Çetinkaya mağazasına götürdüm; donundan takım elbisesine, ayakkabısından çorabına kadar tepeden tırnağa giysi aldım... İnci Otel’ e götürüp iyice bir yıkadıktan sonra kıyafetlerini giydirdim...

            Boztaş için Çukurova Gazeteciler Cemiyetine geldik... Kampanyayı öyle sıkı tuttuk ki; İçeriye davetiyesiz kimse alınmadı... Görevlilere göz kırptım;  kendisi için düzenlenen geceye;

            -Boztaş’ ı da almayın...dedim...

            Bir süre sonra;

            -Haydi Boztaş, sen git geliyorum, dedim..

            Biraz sonra geldi;

            -Beni içeriye almıyorlar, dedi...

            Neyse, senaryonun bu bölümünü de uyguladık; kendisini kurtarma gecesine benim sayemde girebildi...Boztaş’ ın harika bir tablosunu açık arttırmaya çıkarttık...Çok güzel tablo yapar kendileri; Hiç unutmam; tabloyu 3 milyon 744 bin  liraya açık arttırmayla sattık... Senaryo gereği;

            -Tabloyu saklayın, dedim..

            15 dakika süren açık arttırma sonunda tablo bir gazeteci arkadaşımda kaldı... 3 milyon 744 bin lira açık arttırmada birikti; ama  tablo kayıp...Sunucu  anons ediyor;

            -Tabloyu kim aldıysa versin... Yoksa toplanan 3 milyon 744 bin lira sahiplerine iade edilecektir... Tablo ortada yok... Yine anons ettirdim ;

            -Tablo yoksa, herkese parasını iade edeceğiz... Boztaş hocam; heyecandan bıyıklarını yiyor, kaşlarını kıvırdıkça kıvırıyordu... Birden sinirli ve koşarak sunucunun yanına geldi; elindeki mikrofonu çekip aldı ;

            -Arkadaşlar kim aldıysa tabloyu getirip versin, dedi...

            Sonra da yüzlerce davetlinin ve gazetecilerin  gözü önünde başladığı çocuklar gibi hüngür hüngür ağlamaya... Neyse tabloyu da çıkartıp verdik... Hem bilet satışından, hem de tablodan Boztaş’ ı kurtarmaya 20 milyon liradan fazla birikti... O zaman asgari ücret sanırım 400 bin liraydı... Ertesi gün hesaplaşmak için cemiyet müdürüne dedim ki;

            -Boztaş’ ın parasını vereceğiz ama, biraz daha eğlenelim...

Boztaş hocamı borçlu çıkart, bakalım tepkisi ne olacak?  Paradan anlamadığı için, yapılan hesabı da kontrol edemedi; görevli arkadaşım;

            -Boztaş’ ım, canım arkadaşım, bu etkinlikten senin cemiyetimize 30 milyon lira borcun var... Haydi bunu öde bakalım... Hesaplamaları nefes almadan izleyen; biraz sonra cebine girecek 20 milyon liranın hayalini kuran Abdurrahman Boztaş, gayet sakin, kendinden emin biçimde;

            -Siz düzenlediniz geceyi, siz ödeyin bakalım, dedi… Tam kalkıp gideceği sırada; şaka yaptığımızı anlattık; erzak torbalarını, giysi yardımlarını ve 20 milyon civarındaki parayı götürüp karısına teslim ettik... Boztaş hocamın en mutlu olduğu geceydi...

            ...

           

            ....

            JİLET CEMİL – BOZTAŞ...

            Boztaş hocama hayali bir düşman yarattık; Jilet Cemil...Jilet Cemil Telefonu açıyor; küfürler, hakaretler, tehditler savuruyor sonunda da;

            -Ben jilet cemil...Seni çizerim...Karizmanı yok ederim, diyordu...

            Boztaş, bir hafta on gün boyunca kendisini arayıp küfürler ederek–inanılmaz tehditler  savuran Jilet Cemil den çok rahatsız oldu... Gördüğü herkes onun için artı;

            -Jilet Cemil’ di...

            Artık Boztaş hocamın can düşmanı Jilet Cemil di... Ve inanılmaz rahatsızdı... Adana ‘ya sonbahar gelmiş serinlikler başlamıştı; Eski Mühendislik Çamlığında otururken hocam yeşil hırkasını giyip bir çay bahçesine yanımıza geldi… Bir arkadaşım, 20 metre uzağa gidip  trafonun arkasına saklandı ve cep telefonuyla JİLET CEMİL olarak Boztaş’a şunları söyledi ;

            -Abdurrahman seni gördüm... Üzerinde yeşil hırkan var... Şimdi senin canını almaya geliyorum... Seni kalaşnikof silahımla tarayacağım.... Salavat getir P...k...

            Boztaş zangır zangır titremeye başladı... Biz senaryolu bildiğimiz için, içimizden gülmekten kırılıyoruz... Hocam hemen yerinden kalktı, oturduğumuz yerin bodrumuna inerken soruyoruz ;

            -Hocam ne oldu? Hocam nereye gidiyorsun?

            Sesini çıkartmadan  birkaç dakika sonra geldi... Jilet Cemil diye telefon açan arkadaşımın uzaktan gördüğünü söylediği yeşil hırkasını poşete koymuş; soğukta üşüyerek yanımızda oturdu...

            Çok tedirgindi; çok  rahatsızdı... Jilet Cemil 1 haftadan fazla Boztaş’ı anasından doğduğuna pişman edecek şekilde cep telefonuyla rahatsız etti... 24 saat Boztaş gelen her türlü telefona;

            -Bende senin, diye başlayan  küfürler savurdu...

            ...

 

            AFEDERSİNİZ HANIMEFENDİ...

            Boztaş hocam Jilet Cemil konusundan oldukça rahatsızdı... Bir gece bir çay bahçesinde oturuyoruz; hocam yanımızda... Bir arkadaşımın canı  Boztaş a küfür etmek istemiş... Boztaş ın telefonu çaldı; hocam;

            -Ben de senin... Ben de senin, diye karşılık verdi...

            5-6 dakikalık bu küfürleşmenin arkasından, arkadaşım Boztaş hocamı evinin telefonundan aramış... Boztaş ın cep telefonu arayan telefon numarasını göstermesin mi ?

Boztaş ayağa kalktı,

            -Ben, şimdi senin sülaleni bellerim, diye başlayan küfürler etti...

            Biz yalvardık;

            -Aman Boztaş, yanlışlık olmuştur...Lütfen arkadaşı  arama…

Başına iş açma... Hoca anlamadı;

            -Ben şimdi telefonu açıp, ona ettiği küfürlerin 1000 katını etmez miyim?

            Büyük sinirle, ağzından burnundan köpükler savrularak o telefonu arayan Boztaş’ ın ifadesi aynen şöyleydi ;

            -Afedersiniz hanımefendi...

            Telefonu kapattı; arkadaşım telefonu hanımına vermiş… Hanımı telefonu açar açmaz Boztaş hocam küfürleri savurmuştu... Hanımı;

            -Burası şu karakol, deyince hocamın tüm yelkenleri suya inmiş, teslim olmuştu... Çok korktu günlerce sokağa çıkmadı, polislerin kendisini yakalamasından korktuğu için tedirgin günler geçirdi...

            ....

            KÜFÜRLER SAÇLARINI AĞARTTI...

            Jilet Cemil den oldukça rahatsızlık duymaya başlayan Boztaş hocam; Cumhuriyet Savcılığına bir dilekçe verdi;

            -Benim telefonlarımı dinlemeye alın... Hakaretler ve küfürlere artık dayanamıyorum...

            Biz de dilekçeyi geri çektik... Çünkü herkes Boztaş hocama canı sıkıldığında küfür ediyordu.... Bir arkadaşımıza ;

            -Sen Cumhuriyet Savcısı ol, Boztaş’ ın dilekçesiyle ilgili işlemler yapıldığını söyle, dedik... Tok sesli arkadaşım cepten aradı;

            -Abdurrahman Boztaş Bey dilekçeni aldım işleme koyuyorum...Senden ricam, sana küfredenlere  küfretme...  Sen küfür edersen, biz sana küfür edenlerle ilgili yasal işlem yapamayız... Bir hafta boyunca cep telefonun dinlenecek.. Bir hafta boyunca; gece gündüz demeden  Boztaş’ a gelen tüm telefonlarda küfürlerin oranı da oldukça arttı... Boztaş’ ım hiç sesini çıkartmadı... Sadece dinlemede kaldı...

            -Yaa? Öyle mi? Sen küfür ediyorsun?

            -Küfret, küfret görürsün sen gününü,  gibi laflarla yetindi... Ama garibimin; telefonunun dinlendiğini sandığı bu küfürlerle dolu bir haftanın ardından saçları bir haftada bembeyaz oldu...

            ....

            BOZTAŞ DR.ERDAL ATABEK İN KAFASINI KARIŞTIRDI...

            Seyhan Belediye Başkanı Yalçın Akyol Kültür Şenliği düzenlemişti... Konuklardan birisi de dönemin en popüler isimlerinden birisi olan, kitapları peynir ekmek gibi satılan Dr. Erdal Atabek ti... Dr. Atabek konferansını verdikten sonra bir kafeteryada oturup sohbet etmeye başladık... Dr .Atabek dedi ki;

            -Bu masada pek çok arkadaş var... Ben aşk üzerine bir kitap hazırlıyorum... Teybimi açıp masaya koydum.. .Birer birer teybime konuşursanız sizin aşk konusundaki  düşüncelerinizden de yararlanmak istiyorum...

            -Tamam hocam, dedik...

            Ben 5  dakikada aşkı anlattım, başka bir gazeteci arkadaş 2 dakikada anlattı, başka bir gazeteci arkadaş 4 dakika anlattı... Sıra Abdurrahman Boztaş a geldi ; Boztaş aşkı ikiye böldü;

            1.12 Eylül öncesi aşk... 2.12 Eylül sonrası aşk... 2 kaset bitti; Boztaş hala konuşuyordu... Dönemin en başarılı yazarı, en ünlü bilim adamı olan Dr .Erdal Atabek’in kafasındaki bilimsel kalıpların tamamını değiştirdi Boztaş hocam... Hocanın bilimsel olarak bildiği tüm sistemleri çökertti... Dr .Erdal Atabek, elektrik çarpmışa döndü; Boztaş her konuştuğunda,  koskocaman doktor olan o dönemin en popüler yazarı Dr. Erdal Atabek , hocamın ağzının içine girip ;

            -Yaaa öyle mi? Sahiden mi?

            -Çok doğru söyledin Boztaş, gibi hayret ifadeleri kullandı...

            Ertesi sabah, kültür şenliğini koordine eden Atom Karınca yanıma geldi;

            -Arkadaşlar siz Erdal Atabek hocama ne yaptınız kardeşim? dedi...

            -Ne oldu ki?

            -Hoca sabaha kadar uyumadı;  koridorlarda turladı 12 Eylül öncesi aşk, 12 eylül sonrası aşk... Adam sabaha kadar uyumadı...

            Boztaş hocam, yine sınır tanımayan düşünceleriyle hocanın bildiği tüm doğruları alt üst etmişti... Zaten Boztaş’ ın fikirlerini öğrenenler bir süre sonra uçuyor...Uzunca bir süre sonunda da BOZTAŞ’ laşıyor...

            ....

            HADİ ÇAMAN DA ŞAŞTI BU İŞE...

            1992 Yılında Altınkoza etkinliklerinde görev almıştım... 4 arkadaşımla birlikte, bu festivale katılacak sanatçılarla İstanbul a gidip gelmeye başladım.. .Sanatçılarla çok da samimi olmuştum... Festival başladı; sanatçılar akın akın Adana’ ya geldi; eşsiz ve görkemli bir etkinlik oldu... Ünlü sinema sanatçılarından Hadi Çaman ve bir gurup gazeteci arkadaşımla otelin lobisinde otururken; baktık Boztaş hocam içeriye girdi... Ben birkaç dakikada Hadi Çaman’ a  Boztaş hocamın özelliklerini anlattım...

            -Boztaş olmamış şeyleri olmuş gibi yaşıyor... Şuna bir numara çek... Önceden tanıyormuşsun gibi bir davran, bakalım ne yapacak?

            Boztaş yanımıza geldiğinde, Hadi Çaman yerinden kalktı boynuna sarıldı;

            -Ooo Abdurrahman Hocam beni sen yarattın... Ben senin eserinim... Hatırlar mısın 1960 lı yıllarda sen Ankara da Devlet Tiyatrosunda yönetmendin... Ben de oyuncu olmaya çalışıyordum... HAMLET oyunundaki rolümü iyi yapamayınca yönetmen beni kovmuştu... Boztaş;

            -Evet evet... Hatırlamaz olur muyum? Sen o zaman küçücük çocuktun...

            -Hocam, yönetmen kovunca, sen bana kol kanat germiştin... Makamına çağırıp çay kahve ikram etmiş, teselli edici sözler söylemiştin...Sen olmasan ben Hadi Çaman olamazdım asla... Ver elini öpeyim Abdurrahman Hocam... Boztaş  elini verdi öptürdü... Biraz da sohbet etti; ama çok şaşkındı... Boztaş hocam yanımızdan ayrıldığında, Hadi Çaman dedi ki;

            -Yahu bu benden de beter uçmuş...

            ....

 

            BABAMIN MEZARINA

            BENİ ŞİKAYET ETTİ...

            Abdurrahman Hocam düşünce konusunda tüm sınırları kaldırıyor... İnsanların sınırsız ve sonsuz şekilde düşünmesini sağlıyor... Genç yaşta trafik kazasında yitirdiğimiz gazeteci arkadaşımız Bekir Kara’yı anma töreni için Ceyhan’ a gitmiştik... Bekir ‘in mezarıyla babamın mezarının arası 20 metreydi... Hocalar dualar okudu, bizler dua ettik... Anıları anlattık ; Bekir in ne kadar çalışkan ve başarılı olduğundan söz ettik...Herkesin gözleri yaşardı, genç yaşta ölmesi konusunda duygusal konuşmalar yapıldı... Baktım Boztaş, babamın mezarının başında durmuş konuşuyordu...

            -Evet evet....Amca, tamam öyle... Bu oğlun benimle çok uğraşıyor...Tamam… Peki rahat uyu... gibi sözler söylüyordu...

            -Boztaş hocam hayırdır ne yapıyorsun?

            -Seni babana şikayet ediyorum..

            Mezardaki birisiyle konuşma; ona yaşayanları şikayet etme konusunda da  hocam dünyada bir ilki gerçekleştirdi...

            ....

 

 

            BOMBA İHBARI

            Bir yerel gazetede adliye–polis muhabiri olarak çalışıyordu Boztaş hocam... Kendisi için yeni bir senaryo ürettik... Çalıştığı gazeteye, doğu şivesiyle bir ihbarda bulunduk...

            -Şu caddedeki, şu bankanın ATM sine bomba koyduk... Yüzlerce kişiyi öldüreceğiz...

            Haber Müdürü olan arkadaş;

            -Boztaaaaş...Hemen koş şu bankaya git...Oradaki ATM ye bomba koymuşlar...Bol fotograf çek, bu günkü manşet haberimiz bu olacak...

            -Tamam Şef, dedi Boztaş...

            Boynunda üç fotograf makinesi, omzunda devasa çantasıyla belirtilen bankanın şubesinin önüne kan ter içinde koşarak geldi; bombanın patlamasını da karşı kaldırımdan izleyecekti; makinelerini gözden geçirdi, objektifler değiştirdi taktı–çıkarttı tam olarak   pozisyon aldı;

            Bomba patlayacak; Boztaş hocam fotograf çekecek, gazete de manşet yapacak...

            Tam bu sırada, cemiyetten çıkan bir arkadaşta ( ihbarı yapanların arasında bulunuyordu)mahsustan o ATM den kartla para çekmeye doğru yürümeye başladı... Bu arkadaşımızın yolunu Boztaş kesti;

            -Hoop!!! Sakın gitme oraya... Çok tehlikeli... Ölümü gör gidersen...

            -Neden hocam? Niçin gitmeyeyim?

            -Sana gitme dedim, o kadar, beni dinle zararlı çıkmazsın... Beni seviyorsan, beni dinle gitme…

            Senaryoyu yazan ve  bomba ihbarını yapanlardan birisi olan bu gazeteci arkadaş;

Boztaş hocanın bu ısrarı karşısında, daha da çok gitmek ister gibi yaptı; Boztaş hocam, onu bankanın önündeki bombanın patlamasından hem korumaya çalıştı; hem de bomba patlarken fotograf çekerek haberciliğinden ödün vermedi... Bu arada, olay polis telsizinden anons edildi; diğer tüm gazetelerin muhabirleri birkaç dakika içinde oraya yığıldılar... Herkes ne olduğunu öğrenmeye çalıştı... Ama sadece Boztaş’a yönelik bir senaryo olduğunu sonradan akıllı bir gazeteci öğrendi... Boztaş hocam da bu senaryonun, başrolünü kusursuzca oynamış, bizim tezgahımıza düşmüştü...

            ....       

           

            MÜSLÜM GÜRSES

            BENİM ŞARKILARIMI SÖYLÜYOR...

            Bir gurup arkadaşla oturduk, biralarımızı içerken  ortam bir hoş oldu; ben de oradaki  görevli abiye;

            -Biraz arabesk çal abi keyfimiz yerine gelsin, dedim...

            Görevli de,Müslüm Gürses’ in kasetini koydu... Hepimiz efkarlandık... Bu sırada Boztaş hocam beyaz paltosu, siyah gözlüğü, top sakalı, elinde tespihi ile  geldi...

            -Bu Müslüm Gürses tam damardan şarkılar söylüyor...

Bayılıyorum, dedim..

            Hocam hemen atıldı...

            -Sen bu işin aslını bilmiyorsun kardeşim?

            -Hayırdır hocam?

            -O şarkıların sözlerinin tamamını ben yazdım... Müslüm Gürses benim şarkılarımı söylüyor... Ama benim telif haklarımı vermiyor... İstiklal Mahallesinin çocuğuydu ; aynı sokakta büyüdük...Benim yazdığım şarkı söyleri çok zengin ve ünlü oldu.... Ama benim bestelediğim şarkıları vermeseydim bu günlere gelir miydi?

            Hepimiz şoke olduk... Kendi söylediğine inanan dünyadaki tek insandır Boztaş hocam...Yolu açık olsun...

            ...

       ‘’ALTIN BULDUM...’’

            Bir gün Boztaş hocam çalıştığım yerel televizyona geldi... Haber müdürümüze çok ateşli bir şeyler anlatıyordu... Biraz yaklaştım; hocamın yüzünde bir sevinç, bir sevinç, sevinçten neredeyse  havalara uçacak... Onu yaşamının hiçbir aşamasında bu kadar coşkulu ve mutlu görmemiştim... Hocam yine hayallerine inanmış; hayallerini yaşıyordu... Elinde küçük küçük poşetlere doldurduğu bir maddeyi gösterdi ;

            -Bak.. .İşte bunlar altın tozları... .Altın madeninin  bulunduğu yerden aldığım toprak örneği...Parıl parıl parıldıyor altınları görüyor musun?

            Haber müdürü sıkılmış olmalı ki; hocamı bana yönlendirdi...

            Hocam küçük küçük naylon poşetlere; kahverengi toprakları bana anlatmaya başladı...

            -MTA (Maden Tetkik Arama) dan geldiler... Tozu aldığım yerde ölçüm yaptılar... Şirket kuracaklar yüzde 30-40 ını bana verecekler... Bunu söylemek için geldim... Artık zenginim zengiiiin!!!

            -Hocam, hani bu toprağın neresinde altın?

            -Gel dışarıya çıkalım gösterelim, dedi...

            Güneş ışığında, minik minik tüm tozların parladığı gibi naylon torbacıkta getirdiği toprakta ışıklar yansıdı... Hocamı ikna etmek kolay olmadı; tabi hayali zengin olmanın ötesinde, her zaman ve her koşulda gündeme gelmek, popüler olmak kaygısı da vardır kendisinde... Hoca, altın bulduğu altın madeni işletilmiş, yurt dışına satılmış dolar milyarderi olmuştu bile hayalinde... Dünyada kendi kurduğu hayallerine ve yalanlarına  inanan tek insandır belki de hocam...

            ....

 

            UZAYLILARIN FOTOGRAFINI  ÇEKTİM...

            Bir gün  hocamın çalıştığı kuruluşun  önünden geçerken beni heyecanla içeriye çağırdı, parmağıyla;

            -Suuussss!

            Yaparak fısıltılı bir ses tonuyla ;

            -Tüm gizli haber alma teşkilatları benim peşimde...CIA , Mossad , KGB ve bizim derin devlet...

            -Neden hocam? Ne yaptın ki senin peşindeler?

            Hocam yine sadece ikimizin duyabileceği bir sesle;

            -Sana bir sır vereceğim; ama kimseye söylemeyeceksin...

            -Aşk olsun hocam, bu güne kadar hangi sırrını söyledim ki?

            Masasının oturduğu bölüme geçtik,çekmeceleri açtı;

            A-4 kağıtlarını çıkarttı... Kendi eliyle, beyaz parşömenin ortasına bir daire çizmiş, üstünde bir kubbe, dairenin üç ayağı var; tükenmez kalemle çizmişti...

            -Hocam bunlar nedir?

            -Kimseye söyleme; uçan dairelerin fotograflarını çektim...

            Hocam öyle inanmıştı ki; fotoğraf değil desem morali bozulacak, belki de bana kırılacaktı... Hocamın bu yönlerini bildiğim için şöyle dedim;

            -Hocam, çektiğini söylediğin bu fotograflar gerçekten uzaylıları tam olarak kanıtlıyor... Sakın bu fotoğrafları kimseye gösterme... Gösterirsen senin peşini bırakmazlar...

            -Gösterir miyim? Ben deli miyim? dedi...

            Hocam, bana sus işareti yaparak yoluma devam etmemi söyledi... Bende yoluma devam ettim....

            ....

            ADAM NASIL ÖLDÜ ?

            Bir yerel gazetede haber müdürüydüm... Boztaş’ ta muhabirimdi... Cinayet haberine gönderdim; gazetede sayfalar bağlanacak, baskıya gidecek, Boztaş bir türlü haberi yazıp  bitiremiyor;

            -Haydi Abdurrahman... Haydi anacığım...

            Bilgileri bana da vermiyor; bana verse , hemen yazıp sayfayı göndereceğim...

            -Haydi Boztaş...

            Neyse Boztaş haberi getirdi;

            -Bisikletteki adam, diye başlamış yazmaya... Tabi, nokta virgül falan yok... Bisikletteki adam şöyle... Bisikletteki adam böyle... Adam ölmüş gitmiş; ama Boztaş hala bisikletteki adam diye yazısını sürdürüyordu... Kızdım,

            -Oğlum ne zaman ölecek bu adam? Bisikletten ne zaman indirecek? dedim...

            Boztaş hocam, cinayeti kurban giden adamı, bisikletten bir türlü indiremedi...Neyse ben alıp yazdım, gazeteyi baskıya gönderdim de, olayı bağladık...

            ....

            ERDAL İNÖNÜ HOCAMDI...

            Shp Genel Başkanı olan Erdal İnönü miting için İskenderun’a gelmişti... Görkemli ve çok başarılı bir mitinginden sonra harika bir yemek verildi.. .SHP nin tüm üst düzey yöneticileri orada bulunuyordu... Abdurrahman Boztaş hocamda o yemek masasında benim yanında otururken birden; aklına nereden geldiyse? Nasıl bir hayal kurduysa? durup dururken;

            -Erdal İnönü benim üniversiteden hocam, deyiverdi... Ben hocanın hayallerini yaşayan birisi olduğuna bildiğim için sordum ;

            -Nereden hocan Boztaş ?

            -ODTÜ benim derslerime girdi... Çok iyi tanır, çok samimiyetimiz var... Şimdi protokol gereği benden uzak durduğuna bakma... Bu kadar insanın içinde beni zorunlu olarak tanımamazlıktan geliyor...

            -Yapma hocam... O zaman ben gidip Sayın Erdal İnönü ye seni tanıyıp tanımadığını soracağım...

            Biraz çekinir gibi oldu ama; yine de yiğitliğe yağ sürmedi;

            -İnanmasan git sor, dedi...

            Uzun ve görkemli masanın en başında oturan Erdal İnönü’nün yanına gittim... Aslında amacım Erdal Beyden özel bir demeç almaktı... Boztaş da beni  masadan kalkışımı, Erdal beyin yanına yaklaşmamı, nefes almadan santim santim izliyordu... Erdal beyin yanına gittim; kısa  bir soru sordum; Erdal Bey gülümseyerek o beyefendi tavrıyla;

            -Şimdi başarılı miting oldu... Orada güzel şeyler söyledim… Hem yemek masasında bu türlü şeyler olmaz diye rica etti...

            Boztaş uzaktan beni gözlüyor; hop oturup hop kalktı... Yanına geldim, bitişiğindeki sandalyeme oturdum;

            -Boztaş hocam Erdal Bey seni gerçekten tanıyormuş... Bizim Apo dedi... Hatta hayırsız olduğunu söyledi… Haylaz bir öğrenci olduğunu falan anlattı... Halbuki ne Boztaş’ ın adı geçmişti; ne de ondan söz etmiştik... Çünkü Boztaş hocamın hayalinde oluşturup, beni işletmek için sık sık yaptığı gibi zarf attığını biliyordum... Neyse otobüse bindik, tüm gazetecilere Boztaş hocam başladı hava atmaya...

            -Erdal İnönü benim ODTÜ hocam... İnanmasanız sorun arkadaşıma... Şimdi gitti konuştu geldi... Benden sevgiyle söz etmiş...

            ....

            FIRILDAK DEĞİLİZ DİYEN FIRILDAK...

            Mahallemizde çok iyi konuştuğum ; sürekli alış–veriş yaptığım bazı ortak sırlarımız olan bakkala bir gün yine uğradım;

            -Hah hah hahh..diye yerlerde yuvarlanıyordu...

            Terazi bir yana gitmiş; ekmekler yerlere saçılmış, dükkan alt üst olmuştu...

            -Hayırdır abi... Kim ne yaptı sana? Neden gülüyorsun?

            Bakkal hem göbeğini tutuyor çatlarcasına gülüyor yerlerde yuvarlanıyor; hem de aşırı gülmekten göz yaşlarını tutamıyordu;

            -Bak, dedi eliyle işaret etti ekrana bak..Adam bağımsız milletvekili adayı... İsmi Abdurrahman Boztaş’ mış.... Adamı rezil ediyorlar kardeşim...

            -Ne var ki?

            -Yahu daha ne olsun? Adam Biz fırıldak değiliz diyor; sandalyede fırıldak gibi dönüyor... Fırıldak olmadığını söyleyen fırıldak yapmışlar adamı.... Gerçekten bende baktığımda inanılmaz biçimde komikti...

            -Biz fırıldak değiliz, diyor ama fırıldak gibi dönüyordu...

            Bakkalla başladık saatlerce güldük; günlerce, aylarca gülmeyi hala sürdürüyoruz... Boztaş fırıldak olmuş, sandalyede dönüyor ama fırıldak olmadığını söyleyecek kadar da safça davranıyor...

            ....

 

            BOZTAŞ IN RESİM SERGİSİ...

            Abdurrahman Boztaş, iyi ressamdır; tabloları satılmasa bile güzel resimler yapar; bu sanatta oldukça ilerlemiştir ama tüm sanatçılarda olduğu gibi hocanın değeri de  yaşarken bilinmiyor... Hoca cemiyetimizde son çalışmalarından oluşan harika bir resim sergisi açtı... Resimlerin üstüne de herkesin alabileceği fiyatlar koydu... 2,5 milyon, 5 milyon, 1 milyon 500 bin lira gibi... Asgari ücret o dönemde 10 milyon lira dolayındaydı...

            Adana Milletvekilimizden birisi de  Orman Bakanı olmuştu... Bakan olarak cemiyetimizi ziyarete gelen bu kişi, sergiyi hayretle, sevgiyle, coşkuyla gezdi... Çok beğendiğini anlattı... Basın danışmanına; 

            -Bu resimlerden bir miktarını alalım; Abdurrahman Hocama katkımız olsun... Sen git fiyatlarını kontrol et, diye talimat verdi... Bende muziplik olsun diye, bakanın basın danışmanı rakamlara bakmadan önce sonlarındaki üç sıfırları sildim...

            -Sayın Bakanım, resim fiyatları çok ucuz... Bir kutu kibrit fiyatına bile hepsini satın alabilirsiniz, dedim... Basın danışmanı geldi;

            -Sayın bakanım, resimler 1 lira, 10 lira, 5 lira çok ucuz... Bunların hepsini satın alabiliriz... Tabloların üstündeki fiyattan başkasını da veremeyiz, dedi...

            Boztaş kalktı; bakanın olduğu yerde; iyice çıldırmıştı, gözlerinin rengi dönmüştü,    iyice tozuttu; herkese meydan okuyarak;

            -Hangi şerefsiz fiyatları değiştirdi? Hangi şerefsiz sıfırları sildi?

            Bakan, basın danışmanı, tüm gazeteciler dakikalarca gülmekten kırıldık....

 

           

            SÜNNET

            Hocamın müritleri; kadınlarla kavga eden kocalar; bir ki duble içerek hafif kafayı bulanlar, iş stresini atmak isteyenler, gazeteciler, politikacılar, sivil toplum örgütünün üst düzey yöneticileri, esnaflar, sanatkarlar, avcılar; aklınıza gelen herkes, hocam en son sünnet konusunu Adana nın bir numaralı gündem maddesi haline getirdiler...

            -Hocam sünnetli...

            -Hayır sünnetli değil...

            -Sünnetli kardeşim ...

            -Sünnetli değil...

            Bu tartışmalar sürüp gitti; bağımsız–bağlantısız milletvekili adayı olduğu dönemlerde hamama gidip yıkanmıştı... Bir arkadaşına bu konudan rahatsız olduğunu anlatmış hocam...

            -Ben sana göstereyim; sen bana sünnetsiz diyenlere yanıt verirsin kabul eder misin? dedi... Arkadaşım;

            -Bana soykanı göstermeye utanmıyor musun? şeklinde itiraz etmiş...

            Bu konuda tartışmalar aralıksız sürüyor... Bakalım hocam ne gibi bir önlem alacak?

            ...

            MERSİN MACERASI...

            Hocama bir mesaj gönderdik;

            -Mersin’deki evde kalıyoruz...Sen de gel...

            -Adresini bildirin geleyim, dedi…

            Bir mahalle ismi söyledik...Sokak numarasını sordu; vermedik... Kendi telefon numaralarını bölüp–çarpıp–çıkartarak kafasından sokak ve ev numarası buldu... 6588/86 sokak NO:22... Mersin’ e gitti hocam... Mevsim kış, Mersin sular altında... Hocam anılan mahalleye gitti... Kendi telefon numarasından oluşturduğu sokak ve evi de buldu... Mersin de olup olmadığını–yalan söyleyip söylemediğini anlamak için, PTT den ankesörlü bir telefonla belirttiğimiz numarayı aramasını istedik...Gerçekten de 324 kotlu telefonla aradı bizi...

            Ama yağmurun altında öyle ıslanmış, öyle perişan olmuş ki; Adana ya geldiğinde halini görüp üzüldük... Bir hafta falan hasta olur diye düşündük ama hocam herkesten daha da sağlıklı...

            ...

           

 

            BOZTAŞ IN DANIŞMANINI

            TRAŞ ETMEK ONURDUR...

            Abdurrahman Boztaş hocamın, gönüllü  ve sayısız basın danışmanları vardır... Ama birisi var ki, o

            -Otur Boztaş dese oturur...

            -Kalk, dese kalkar...

            -Yürüme dese yürümez ...

            -Uyuma dese uyumaz...

            Tam bunları konuşurken, berberin koltuğunda saç ve sakallarını kestiren danışmanın  tıraşı sona erdi ve  Boztaş ın danışmanı parayı çıkartıp berbere uzattı; berber itiraz etti;

            -Yok...Alamam, dedi..

            -Neden dedi?

            -Boztaş gibi bir hocanın danışmanını traş etmek benim için onurların en büyüğüdür... Böyle büyük bir adamın danışmanından  para almak bana yakışmaz...

            Parayı zorla berbere kabul ettiren Danışman şöyle dedi;

            -Geçen Ramazan ayında evde ekmek kalmamış, gece saat 01:00...Ekmek aramaya çıktım, bakkallar kapalı, marketler kapalı, ünlü kebapçının 24 saat servis veren işyeri açıktı yanına gittim ...

            Adam beni ayakta karşıladı ;

            -Ooo...Beyefendi, sayın Danışman  hoş geldiniz... Abdurrahman Boztaş hocamın danışmanını gecenin bu saatinde buralarda görmek ne kadar büyük bir onur, dedi...

            Şaşırdım ;

            -Valla, gece sahurda yiyecek ekmek almayı unutmuşuz...

            Yanımda da 5 YTL var...

            Patron hemen çalışanlara emir verdi ;

            -Abdurrahman Boztaş hocamın danışmanı ne isterse emrini yerine getirin, ekmek verin, tatlı verin, dedi...

            Kebaplar yapıldı, salatalar, ayranlar, tatlılar ikram edildi karnımı doyurdum; 24 saat servis veren ünlü kebapçı  patrona sordum;

            -Siz benim Boztaş hocamın danışmanı olduğumu nereden biliyorsunuz ?

            -Biraz önce programınızı yerel televizyondan  izledim... Gerçekten muhteşemdiniz...

demez mi?

            Yani, Abdurrahman Hocamın bazen forsundan yararlanıyoruz... Berber, kebapçı falan; o herkese mutluluk ve pozitif enerji vermeye devam ediyor... Hayallerini yaşayan adam olarak tanımladığım hocama sağlıklı ve uzun ömür dilerim...

            ....

            BOZTAŞ YALANI SÖYLEYENİ

            DUDAKLARINDAN TANIYOR...

            Bir gün oturuyoruz; hocamla sohbetimiz koyulaştı; çaylar ikilendi... Birden ayağa kalktı; çevresinde 50 bin kişiye nutuk söyler edasıyla;

            -Ben, dedi... Yalan söyleyeni çok iyi tanırım...

            -Nasıl tanırsın hocam?

            -Dudaklarının hareketlerinden, o kişinin yalan söyleyip söylemediğini anlarım...

            -Tebrik ederim hocam... Zaten seni sen yapan, seni büyük yapan da hiç kimsenin bilmediği konuları rahatlıkla anlaman ve anlatmandır....

            Hoca  kürsüden 50 bin kişiye hitap edercesine  cesurca ve kahramanca sürdürdü konuşmasını ;

            -Çünkü ben yalan söylüyorum...

            Kendisiyle ilgili bir itirafta bulundu... Devam ederken şaşkınlığım daha da çok arttı... Hocam şöyle dedi    

           -Yalan söyleyeni en iyi yalan söyleyen tanır, ben yalan söylediğim için yalan söyleyeni de dudaklarından tanırım...

            Bir çay daha içtik;  kafamızı karıştıran hoca, aynı iddia ve hiddetle hoca başka bir konuya geçti...

            -Geçenlerde balık tutmak için baraj gölüne gittim...Öyle büyük bir balık vurdu ki oltama; o beni çekti, ben onu çektim, üç saat mücadele ettim... O  beni çekti, ben onu çektim... Gücümüz birbirimize yetmedi... Elimdeki olta ipini çam ağacına doladım, balık öyle büyüktü ki 100 yıllık çam yere yattı; ip koptu, balık kaçıp gitti...

            Hocamı dinlemesi bile zevk... Söylediği yalanlarına bir örnekti bu…

            ...

 

            BAŞBAKANIN CUMHURBAŞKANLIĞI

            TEKLİFİNİ KABUL ETMEDİM...

            Hocam bir gün berbere geldi; saçları bir hayli uzun görünüyordu... Ama, morali hayli yüksekti... Coşkulu bir ses tonuyla;

            -Şu ensemi biraz düzeltir misin usta? dedi...

            Berber, hocanın isteğini hemen yerine getirdi... O sırada içeriye müşteriler geldi... Ben  Boztaş’ ı işaret ederek yeni gelen müşterilere sordum;

            -Tıraş etmekte olduğum hocamı  tanıyor musunuz ?

            Adana dışından gelmiş olmalılar ki, doğal olarakda ;

            -Hayır...Tanımıyoruz...deme gafletinde bulunan müşteriye, hoca bastı fırçasını;

            -Sen beni nasıl tanımazsın? Ben Aytaç Durak’ ın karşısına, Adana Büyükşehir belediye Başkanı adayı olarak çıkan tek kişiyim... Bağımsız bağlantısız milletvekili adayıyım... Ben Adana nın sesini dünyaya duyurdum... Tüm ulusal yerel televizyon kanallarına çıktım... Beni nasıl tanımazsın?

            Müşteriler, biraz kızardı, biraz bozard… Boztaş hocam yeni parti kurma çalışmalarından söz etti... Soru sorulmasına fırsat bile vermedi, yeni müşterileri azarlar bir ses tonuyla ;

            -Yeni bir parti kuruyorum... Kimler var biliyor musunuz? 10.Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, İstanbul Belediye eski başkanı Bedrettin Dalan, Rifat Hisarcıklıoğlu, daha kimler var kimler...

            Müşterilerin gözleri açılarak hocamın anlattıklarını dinlemeyi sürdürürken, hocam iddialarına devam etti ;

            -22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde 130 bin oyum çalındı... Daha sonraki tespitlerimizde bu sayı 285 bine çıktı... Oylarımı Berdan Çayına ve Seyhan Nehrine, samsun daki Karadeniz’e çuvallarla atıldı, tesbit ettik, suç duyurusunda bulundum....

            Boztaş hocam, kendisini tanımayan, ama heyecanla ve merakla dinleyen müşterilere en büyük bombasını patlattı;

            -Size bir devlet sırrı daha vereyim... Benim ne kadar önemli bir insan olduğumu o zaman daha iyi anlayabilirsiniz... Başbakan arayıp 11.Cumhurbaşkanlığını bana teklif etti... Ama kabul etmedim...

            Hocamın salvoları karşısında iyice şaşıran berberin yeni müşterileri, ne söyleyeceklerini bilemediler...

            Boztaş ın tıraşı bitti  berberden ayrıldı; kim bilir, başka hangi ortamlarda akşama kadar daha ne güzellikler anlatacaktı ?

            ....

            “OYLARIM SAMSUNDAN KARAYA    ÇIKTI...”

            22 Temmuz da seçimlerinin ertesi gün; yani 23 Temmuz sabahı Abdurrahman hocamı telefonla aradım...

            -Size hocam mı diye hitap edeyim? Sayın Vekilim diye mi hitap edeyim bilmiyorum... Ama şunu biliyorum ki bu seçimde skandallar yaşandı.. .Hocam senin oyların Samsun’ dan karaya vurmuş... Biliyor musun?dedim...

            Gayet sakin biçimde hocam şöyle dedi ;

            -Hepsinden benim haberim var... İnşallah gelecek seçimde ben bu konuda daha uyanık duracağım, daha iyi bir ekip kuracağım... Daha dikkatli olacağım...

            Hocam bu söyledikleri her zaman şaşırtır... Benim bu ifadelerimi Fox televizyonundaki canlı yayında söyledi ;

            -Ben, dedi...Bağımsız ve bağlantısız milletvekili seçilecektim... 285 bin oyumu çaldılar... Oylarımın bir bölümü de Samsundan karaya çıktı...

            Herkes şaşırdı, oysa Adana da kullanılan oyların 8 saatlik içinde Samsun a varması olanaksızdı; hocamın hikmetinden sual olunmaz...

            ....

            BAŞBAKAN CUMHURBAŞKANI OLMAK İÇİN İCAZET İSTEDİ...

            Türkiye 11.Cumhurbaşkanını henüz seçmemişti...Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanı olması tartışılıyordu... Türkiye nin bir numaralı gündem maddesi de; başbakanın cumhurbaşkanı olup olmamasıydı... Ama bu konuda Abdurrahman Hocamın görüşü – düşünceleri çok önemliydi... Hocama telefon açtık; Başbakanlıktan aradığımızı anlattık...

            -Başbakanla irtibatlandırıyorum, dedi görevli...

            Başbakan rolünü oynayan arkadaşım, Boztaş’ın önce halini hatırını sormakla başladı konuşmasına...

            -Boztaş Bey, muhalefet benim cumhurbaşkanı olmamı istemiyor... Peki sana soruyorum benim 11.Cumhurbaşkanı olmamı onaylar mısınız? Benim  11.Cumhurbaşkanı olmam için icazet verir misiniz ?

            Boztaş hocam, gayet samimi, gayet saygılı olarak;

            -Sayın Başbakan, şu anda Türkiye de istikrarın sağlanması 11.Cumhurbaşkanımızın seçilmesine bağlı... Şu anda o koltuğa en yakın, en uygun kişi sizsizin… Tabi ki sizin 11.Cumhurbaşkanı olmanızdan büyük mutluluk duyarım....

            Başbakan rolündeki arkadaşım, binlerce kez teşekkür ettikten sonra;

            -Abdurrahman Bey, zaten siz icazet vermeseydiniz ben o koltuğa talip olmayacaktım... Ama artık gönül rahatlığı ile bu konudaki düşüncemi kamuoyuyla paylaşacağım, dedi...

            Ama gerçek başbakan bir gün sonra ;

            -11.Cumhurbaşkanı adayım canım arkadaşım Abdullah Gül açıklaması yaptı...

            Boztaş hocamın verdiği icazet işe yaramadı anlaşılan...

            ....

            “JAPONYANIN BAŞKENTİ OSAKA “

            Yaptığı derin araştırmalarla Türkiye ve dünya gündemini sürekli sarsan Adana’ lı ünlü tarihçi’ yle hocam bir yerel televizyonda canlı yayında Abdurrahman hocam ile ateşli biçimde  tartışıyordu... Boztaş hocam çok sinirlendi;

            -Sen, dedi Tutturmuşsun bir Ermeni konusu gidiyorsun, ama  hiçbir şey olmuyor... Japonya nın Başkentinin neresi olduğunu biliyor musun?

            Tarihçi hoca böyle bir saldırıyla karşılaşacağını bilmiyordu...  Boztaş  ünlü tarihçi hocanın bütün bildiklerini, yüzlerce yıllık tarihi beyin disketini allak–bullak etmişti... Tarihçi Japonya da ilk aklına gelen kenti söyledi;

            -Osaka’ dan mı bahsediyorsun ?

            Hoca yaptığı salvo atışlarla; sorularıyla ünlü tarihçiyi iyice köşeye sıkıştırdı...Ve yaka paça birbirlerine girme aşamasına gelen açık oturumu, sunucu zor bela sonlandırmayı başardı... Ama bu açık oturumun flaşı, kahramanı, ünlü tarihçiyi yanıltarak Japonya’ nın Başkentinin TOKYO yerine Osaka olduğunu söyleten Boztaş hocam oldu...

            ....                                                                                                                   

            BÜYÜK SAATİN İÇİNDE FÜZE RAMPASI VAR...

            Hocamı görünce, düşüncedeki sınırların tamamı kalkıyor... İnanılmazları, olanaksızlıkları soruyorum; hocam  da sorduğum absürt tüm sorulara peş peşe hemen yanıt veriyor... İşte bunlardan birisi daha; bir televizyon programında sordum;

            -Hocam, duyduğuma ve yaptığım araştırmalara göre Büyüksaat kulesinin içinde füze rampası varmış... Türkiye ve Adana olağanüstü bir saldırıya uğrayacak olursa, 6.Kolordu oradaki rampayı kullanıp Hindistan dan Amerika’ ya, Japonya ‘ya kadar 20 bin kilometrelik bir alana füze yağdırabilecekmiş...

            Hoca; parmağına ağzına götürerek;

            -Suuss!! İşareti yaptı...

            Kulağıma eğildi ;

            -Benim yaptığım araştırmalarla senin yaptıkların aynı ve inanılmaz biçimde uyuşuyor... Aynı sonuçlara ulaşmışız... Ama Bu devlet sırrı... Bunu lütfen bu programda sorma, program bitsin seninle bu konuyu dışarıda çok detaylı olarak konuşalım, dedi...

            Hocam için yok yok... Her şey olanaklı... Her şey olabilir...

            ....

            KIBRIS BARIŞ HAREKATINI YÖNETTİM...

            Hocamın girmediği devlet kurumu, yönetmediği gizli operasyon yoktur... Bir televizyon programı sırasında hocam yine incilerini döktürdü...

            -Siz biliyor musunuz? 1974 teki Kıbrıs Barış Harekatında püf noktalarında hep ben vardım... O zaman henüz KKTC devleti kurulmamıştı... Adaya Türk askerlerinin çıkartma yapması bekleniyordu... Rauf Denktaş Bey beni aradı...(Abdurrahman senin fikrine muhtacız...Bu konuda bize taktik ver...Operasyonu sen yönet...Türk askerleri Kıbrıs a nereden çıksın? Hangi noktalardan vurursak başarılı oluruz ? Rumları nasıl manevra yaparsak yeneriz?)dedi… Ben 1974 teki Kıbrıs Barış Harekatını başarılı ve eşsiz biçimde  yönettim... Türk askeri çok az zayiatla bu işi tamamladı... Tarihteki  17.Türk Devleti olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletini kurulmasını sağladım...Aslında benim Kıbrıs kahramanı ilan edilmem gerekir...Ama, devlet büyükleri bu konuyu nedense düşünüp uygulamadılar... Umudumu hala yitirmedim...

            ....

            ZARA’ NIN HOCAM İÇİN DÖKTÜĞÜ GÖZ YAŞLARI

            Türk Halk Müziğinin ünlü sesi Zara konusunu da hocama sordum...

            -Hocam geçenlerde ünlü sanatçı, Türk halk müziğinin eşsiz sesi,  Zara Adana’ya geldi... Bana dedi ki; bir Abdurrahman Boztaş beyefendi vardı... Onu nasıl bulabilirim? Hala yaşıyor mu kendileri? dedi... Ben de birlikte televizyonda program yaptığımızı anlattım... Senin adın geçince hocam, öyle duygulandı, öyle duygulandı ki, Zara nın yanaklarına iki damla yaş süzüldü... Seni çok sevdiğini saydığını göz yaşlarıyla anlattı... Ben de çok duygulandım hocam... Boztaş, belki de yaşamı boyunca hiç karşılaşmadığı; görmediği, tanışmadığı ve tanımadığı  Zara için şöyle dedi;

            -Çukurova Üniversitesinde okurken parasal olarak çok zor durumdaydı... Yeni yeni Türkü söylemeye başlamıştı... Ben bu kızda iş var diye parasal olarak yardım yaptım, deyiverdi, beni yine şaşırttı...

            ....

            BENİ KURTAR...

            Türkiye nin ünlü beyin cerrahı cemiyetimize gelmiş, gazetecilerle sohbet ediyordu.... Bu arada; Boztaş hocam da orada bulunuyordu... Boztaş hocam konuşmaya başladı ;

            -İşte profesöre sorun; kendisi anlatsın.... Ben işte bu ünlü beyin cerrahı ile defalarca beyin ameliyatına girdim.. Kanserli beyinleri tedavi ettim... Beyinlerden urlar çıkarttık hocamla... Pek çok hastayı yaşama geri döndürdük, değil mi hocam? diye sordu...

            Hoca şoke olmuştu, ne söyleyeceğini bilemedi, kulağıma eğildi;

            -Bu adam hayal görüyor arkadaş.... Bu adamdan ne olur beni kurtarın...Benimle beyin ameliyatına girdiğini falan söylüyor... Bunların hepsi hayal ürünü... Neredeyse mesleğimi unutturacak... Boztaş Hocamı dışarıya bir bahaneyle çağırmak ve göndermek zorunda kaldım...

            ...

            MİLLİ EĞİTİME KATKISI...

            Hocam, iyiliksever, yardım sever, harika bir insandır... Devlet kurumlarından birisinde basın bürosunda görev yapıyorum.... Her toplantıda fotoğraflar çekiyorum... Ama, çantam olmadığı için yağmurda fotoğraf makinemi ceketimin altına falan koyuyordum... Hocam, benim bu durumumdan üzülmüş olmalı ki;

            Hemen bana bir çanta armağan etti... Onun armağanı olan çantayı halen kullanıyorum ve kendisini saygıyla anıyorum... Bir gün de ismini anımsayamadığım bir okuldan büyük bir öğrenci gurubu milli eğitime gelmiş; okullarına asmak için Atatürk Posterleri istiyordu… Maalesef bizde yani çalıştığım devlet kurumunda Atatürk portreleri yoktu...Hocam Hızır gibi yetişti...

            -Gelin çocuklar, dedi...

            Onlara kucaklar dolusu renkli Atatürk fotoğrafları, posterleri sundu.. Devlet kurumunun bu konuda yapamadığını Abdurrahman Boztaş hocam yaparak bizi de onore etti...

            Büyüksün Apo...

            ....

            BOZTAŞ’ IN ŞAPKASINI DİLENCİ KAPTI...

            Seyhan Belediyesi yeni kurulmuş;  oturma gurupları falan daha gelmemiş; biz portakal sandıklarının üstünde oturuyorduk... Pencereden aşağıya baktığımızda da her gün topal  ve sakat rolü oynayan, bir dilenci gelip insanların vicdanını sömürüyordu... Gazeteci arkadaş Boztaş hocama dedi ki;

            -Bu dilenci rol yapıyor, kesinlikle topal değil... Bak şimdi görürsün, dedi...

            Aşağıya bozuk para attı, para tıngır tıngır tıngır yuvarlandı dilencinin 3-4 metre uzağında durdu...

            Topal ve sakat rolü yapan dilenci, koltuk değneklerini bırakıp koşarak gidip parayı alıp cebine koydu...Bu arada  Boztaş hocam girdi devreye;

            -Bak, dedi... Şapkamı aşağıya atıyorum... Nasıl kapacak?

            Boztaş’ta şapkasını attı; topal ve mağdur rolünü oynayan dilenci koşarak şapkayı da alıp başına taktı... Arkadaşın küçük bir parası gitmişti ama Boztaş hocam, sırf kişisel iddiasını kanıtlamak için kış mevsiminin ortasında şapkasız kalmıştı...

            ....

            MİLLETVEKİLİ OLAMADI AMA TRAFİĞİ AKSATTI...

            Geçenlerde sabah trafiğinde araçlar kilitlenmiş, yol kapanmıştı... Bu sırada karşıdan karşıya geçen Boztaş hocamı görünce, o kilitlenen araç trafiğinin içinde sırada beklediğim otomobilimden indim; iki kolumu iki yana açarak ;

            -Vaaaayy!!! Sayın Vekiliiim!!! Diye bağırdım... Bu sefer olmadı, başarılı olamadık ama kısmet olursa gelecek seçimde seni Ankara ya göndereceğiz... Sana verilen oylar helal olsun hocaaam! Dedim..

            Herkes büyük bir olay varmış gibi durdu; hocamı görenlerin sinirleri  rahatladı...

Baktılar ki Bağımsız–bağlantısız; eşekle seçim propagandası yapan milletvekili adayı Boztaş geliyor... Ona bir sarıldım; öptüm... İnsanlar ne olduğunu pek anlayamadılar ama: araç trafiğinin kilitlendiği, morallerin bozulduğu o günün en güzel fotografını ve esprisini gördüler... Bu Boztaş hocamdı... Hocamın toplum üzerinde inanılmaz pozitif bir enerji yayma yeteneği var... İşte bu bazen bireylere, bazen de geniş halk kitleleri üzerinde ortaya çıkıveriyor... Hocam orada ortaya çıkmasıyla çevrede bulunan yüzlerce kişiyi büyülemişti adeta...

            ....

            BAŞKANA KÜFÜR HOCAMA YAKIŞMADI...

            Seyhan Belediyesinin yeni kurulduğu yıllardı; odada bir telefon vardı... Bir gazeteci arkadaşım telefonla beni çalıştığı gazeteden  aradı; konuşmamızın sonunda da;

            -Boztaş  Hocam da burada... Selamı, saygıları var, dedim...

            Hay demez olaydım; gazeteci arkadaş hocamı telefona vermemi istedi.... Hocam hem telefonla konuşuyor, hem de çok  sinirleniyordu... Ne olduğunu pek anlayamamıştım, hocam  sık sık yumruklarını masaya vuruyordu....

            -Bende senin, ben de senin...

            Şrrraaak!! Diye telefonu kapattı... Telefon bir süre sonra yine çaldı; aynı gazeteci arkadaş Boztaş’ ı istedi; Boztaş telefonu aldı;

            -Ben de senin...Ben de senin, dedi..

            -Şrraaak!!! Diye telefonu yine kapattı...

            Ama hocamın siniri geçmemişti... Telefona en yakın o oturuyordu… Telefon  bir kez daha çaldı; Boztaş telefonu aldı, ana avrat bastı küfrü;

            -Şrraaak!!! Diye kapattı...

            Biraz sonra belediye başkanının koruması geldi;

            -Başkan sizi makama çağırıyor, dedi..

            Gittim, ben de başkanın beni neden çağırdığını bilmiyordum, merak ediyordum doğrusu... Başkan bana çıkıştı;

            -Ayıp değil mi? Başkana telefonda neden küfür ediyorsun?

            Çok bozuldum; Boztaş hocam, üçüncü kez telefonu kaldırdığında başkan arıyormuş meğerse... Şoke oldum, kızardım–bozardım...

            -Şeeey... Başkanım aslında Boztaş’ı kızdırıyordu gazeteci bir arkadaş... O da, o nedenle birbirlerine küfür ediyorlardı... O arada siz arayınca Hocam, sizi üst üste iki defa arayan gazeteci arkadaş sanarak küfür etmiş olmalı... Çok özür dilerim...

            İlçe Belediye Başkanı Boztaşı çok iyi tanıdığı, hocamla çok sıkı muhabbetleri olduğu için bir şey demedi... Boztaş ın başkanıma küfür etmesi yüzünden az daha işimden olacaktım.. Neyse son saniyelerde kurtardık... Teşekkürler Başkanım...

            ....

            BABAMIN UZAYDA ARSALARI VAR...

            Adana dan Ankara’ya giden bir otobüs dolusu gazetecinin olduğu yolculardan biriside meslektaşlarımızın değişmez parçası olan Abdurrahman Boztaş tı... Şoför uyumasın diye, her gazeteci sırayla onun yanındaki koltuğa oturup, sohbet ediyordu... Bir gazeteci şoföre;

            -Kaptan abi, Boztaş hocam yanına geldiğinde  uzaydan, ufo lardan falan söz et... Sana inanılmaz malzeme verecektir... Hep birlikte gülelim, dedi..  

            2-3 dakika sonra Abdurrahman Hocam şoför arkadaşın yanındaki koltuğa gelip oturdu... Otobüsteki tüm gazeteciler kulak kesilmişti, Boztaş hocamın ortaya saçacağı incileri merak ediyordu... Kaptan bir süre sonra;

            -Hocam, ben her gece yolculuğum sırasında Ufo ları görüyorum... Çevremde vızır vızır uçuyorlar... Boztaş hemen atladı;

            -Sen ne diyorsun kaptan? Ben onların hem uzay gemilerinin, hem de kendilerinin fotograflarını çektim.... Gemilerini gezdirdiler... Sırlarının açıklanmaması için benden rica ettiler makinemin içindeki filmlerimi kendilerine verdim... Bir süre sessizlik oldu; Boztaş hocam sözleriyle herkesi şoke etmişti... Kendileri devam ettiler;

            -Hem benim babamın uzayda arsaları var... Babam bu arsa konusunda çok büyük yatırımlar yaptı... Ucu bucağı görülmeyen harika arsalarımız var...

            Yine herkes şaşırdı... Bir gazeteci saf saf;

            -Peki Boztaş, acaba bu arsaları kimden aldınız?

            Yanıt veremedi... Başka bir gazeteci;

            -Madem uzayda arsalarımız var diyorsun...Tapularını göster, her arsa tapuyla sahibinin olur... Boztaş yine sustu... Yolculuk boyunca, hocam kafasında, kimden aldıklarını, tapusunun nerede olduğunu araştırmaya; gerçekte olmasa, olamasa bile hayalde nerelerde olacağını bu gün bile hala düşünüyor...

            ....

            FERHAT KEREM  VE MECNUN DA BOZTAŞ GİBİ MİYDİ ?

            Boztaş hocama akıl sır erdiremedim gitti... Kendileri büyük bir aşık yaşıyor... Onun yüreğindeki bu sevginin büyüklüğüne inanın çok değer veriyorum... Acaba diyorum kendi kendime; Leyla ve Mecnun ile, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, destanlarındaki aşıklarda böyle miydi? Boztaş gibi çılgınlar mıydı? Boztaş Hocam gibi büyük sevda mı yaşıyorlardı? Bu gün hocama bakıyorum;  Aşkı uğuruna ilden ile gidiyor... Ankara ya, Şanlıurfa ya gidiyor...İstanbul’u ise su yolu yaptı... Aşkı uğruna saatlerce yağmurun altında şemsiyesiz bekliyor.... Görmediği, tanımadığı her zaman hayalinde kalacak olan, boş aşkı uğruna;

            -Gel tatlısını yiyelim, diye gelen mesajın peşinden koşup; 3 sini baklava alıp, müstakbel kayın biraderinin kendisini gelip, aşkına götürmesi için, kanal  2,5 durakta 8-9 saat bekliyor... Gelmeyince, veresiye aldığı üç sini baklavayı telefonla mesaj çekenler yiyor....

            Yok yok arkadaş...  Kararımı bir kez daha verdim ki; hocam, tarihi destanlarda anlatılan; Kerem, Ferhat, Mecnun’ dan daha büyük bir aşk ve sevda yaşıyor... Daha çok ta Mecnundur denilebilir… Ortaya koyduğu bu büyük özveri başka türlü açıklanamaz...

            ....

            İNTERNETTE EN ÇOK HOCAM TIKLANIR...

            Pek çok meslektaşımın bulunduğu bir ortamda; herkes kendi İnternet sitesinden söz etmeye başladı...

            -Benim internet sayfam günde 10 defa ziyaret ediliyor...

            -Yok yahu, benimki 500 kişi tarafından ziyaret ediliyor...

            Ayağa kalktım; hocam da sessizce yanımda oturuyordu;

            -Siz hocamla asla yarışamazsınız... Hocam internetten her gün 630 bin defa tıklanıyor... Hoca sustu;

            -Hocamın adını yazdığınızda 700 bin sayfalık bir site çıkıyor karşımıza...

            Hocam benden bulduğu güçle oradaki bulunanlara meydan okudu;

            -Buradaki herkes benim sırtımdan para kazanıyor... Bir de bunu itiraf etseler iyi olur ama edemiyorlar... Hocam aradaki  espriyi pek anlayamadı ama ben doğruları söylediğim için mutluyum...

            ...        

 

            “BEYNİME KARIŞMAM “

            Hocam çok iyilik severdir, hümanisttir,dünyada bir eşi daha bulunmayan bir kişidir...

Geçtiğimiz yıllarda hocam tüm organlarını bağışladı...

            -Ölümüm halinde tüm organlarımı insanlara bağışlıyorum, diye sözleşme imzalayıp, kartını da cebine koydu... Hocamı  ilk gördüğümde şöyle dedim;

            -Hocam, dedim... Tüm organlarınızı bağışlayarak ne kadar iyiliksever insan olduğunuzu tüm dünyaya gösterdiniz... Sizi kutluyorum...

            -Önemli değil... Aslında ben her insanın yapması gerekeni yaptım, diye de alçak gönüllülük gösterdi...

            -Ama hocam benim bir maruzatım var...

            -Buyur, dedi...

            -Sizin beyniniz, şu güzel beyninizi düşünüyorum... Tüm organlarınızı bütün dünya vatandaşları alsın.. .Ama, lütfen  beyninizin bir Türk’ e verilmesini isteyin... Ancak o zaman gönlümüz rahat olur... Senin beynin gibi bir beyin bir daha yer yüzüne asla gelmez, gelemez… Bari Türk milleti yaralansın bu muhteşem varlığınızdan.... Hoca bilgece gülümsedi;

            -Ben ölmüş olacağım için, beynimi şuna verin, buna verin diyemem... Orasına karışamam, dedi…

            ....

            “BEYNİNİ ÇALACAKLAR “      

            Abdurrahman hocamın bel ağrısı şikayeti vardı; belinden ameliyat olma isteği ve teşhisiyle hastaneye yatırıldı... Kendisini  çalıştığımız kurumun elemanları olarak ziyarete gittik? Hemen aklıma bir senaryo geldi;

            -Hocam, senin yanına gelmek ne kadar da zormuş… Dışarıda 4 tane iri iri adam var... Tepeden tırnağa telsizlerle, silahlarla donatılmışlar... Bizim üstümüzü–başımızı didik didik aradıktan sonra içeriye girmemize sizin yanınıza gelmemize izin verdiler...

            Hayır sözünü duymadığım Boztaş hemen anında şöyle dedi ;

            -Tamam...  Onlar beni koruyorlar... Benim yanıma geldiğiniz için size zarar vermezler...

            Bir süre daha  geçti, çevreye bir baktım ki; hocamın bel fıtığı ameliyatı olması lazım; ama Beyin Cerrahi bölümünde yatırmışlar...

            Fısıltı halinde, hocama durumu hemen açıkladım ;

            -Hocam, sakın narkoz alma; iğne vurmalarına izin verme...

            -Neden?

            -Seni uyuşturup beynini çalacaklar; yerine başka beyin koyacaklar... Artık koyun beyni mi olur, kuş beyni mi olur, değiştirecekler... Senin için, Adana için, dünya için en önemli organın olan beynini çalıp, içindeki tüm sırları öğrenecekler... Hocamın kafası karıştı;

            -Yok yok...Beni seninde gördüğün o kişiler koruyor... Hatta bahçedeki ağaçlar, ağaçların yaprakları, ağaçların üstündeki özel güvenlikçiler koruyor... Beynimin Türkiye , Adana ve dünya için ne kadar önemli olduğunu onlara anlattım... Merak edecek bir şey yok...

            ....

            HOCAMI TV PROGRAMA GERİ DÖNDÜRME SENARYOMUZ FACİAYA       NEDEN OLACAKTI...

            Bir yerel televizyon hocamla program yapıyorduk... Nasıl oldu, neler oldu, araya kimler girdiyse, hocam canlı yayında programı terk etti...

            -Ne yaparsak hoca geri döner?

            -Hangi senaryo hocamı geri getirir?

            -Acaba hangi yöntemle hocamızı geri kazanabiliriz? diye kara kara düşünmeye başladık... Bu konuda akla hayale gelmeyen senaryoları üretmeye başladık;

            Oysa televizyonumuzla kendisinin hiçbir sorunu yoktu....Yaptığımız program başına  tıkır tıkır paralarını alıyordu.. .Hatta  bir iki ay sonra yapacağı paralarını bile  peşinen ödemiştik... Neyse aklımıza harika bir fikir geldi; Kozan’ dan, Boztaş yaşında Boztaş hocam  gibi düşünen, hiçbir şeye hayır bilmiyorum gibi sözlerle karşılık vermeyen bir hoca  bulduk... O da Boztaş’ tan fena atıyordu...

            -Uzaya giden ilk insan olan Rus diye tanıtılan Yuri Gagarin, aslında Türk tür... Adı da Nuri dir, demeye başladı...

            Onun da uzaylılarla ilgisi vardı, uzaylılarla mesajlaşıyordu... Hocamı söz yerindeyse 4 ‘e katlayacak atışlar yapıyordu... Programımız, Boztaş hocanın rekorlarının reytingini çoktan geçti... Halk çok beğeniyor, olumlu telefonlar alıyorduk... Bir gün hoca canlı yayındayken dışarıya gelmiş; stüdyonun kapısının önünde  bizim ara vermemizi bekliyordu... Programa ara verdik; Kozan’dan getirdiğimiz hocayla çay içmek için dışarıya çıkarken, Boztaş hocam  benim üstüme yürüdü;

            -Sen  nasıl program yapımcısısın? benim sırtımdan para kazanıyorsun... Utanmıyor musun?

            Bu arada eski bir güreşçi olan, sessizce olanları izleyen  Kozan’ lı hocam Boztaş’ın üstüne yürüdü; yakasından tutup duvara yapıştıracaktı ki; ben engel oldum...

            -Abdurrahman, sen benim program yapımcıma nasıl böyle dersin? diye Kozanlı hoca çıldırmıştı...

            Hocamı Kozanlı hocadan zor kurtarıp; zorla gönderdik.....

            ....

            “DÜNYA BENDEN SÖZ EDİYOR; HABERİNİZ YOK...

            Abdurrahman Boztaş Hocam ile yerel  bir televizyonda program yaparken; senaryo gereği  kendisine sürpriz hazırladık... Photoshop sistemi ile; harika montajlar yaptık.... Amerika’ nın yıkılan iki gökdeleninin üstüne Boztaş fotografı yerleştirdik;

            -BOZTAŞ GELECEK / DERTLER BİTECEK...

            Paraşütle atlayan iki kişinin tuttuğu Afişe ;

            BOZTAŞ SEN BİZİM HERŞEYİMİZSİN...

            Punkçulara ;

            -BİZİM SEVİNCİMİZ SENSİN...

            F-16 pilotlarının kullandıkları uçakların üzerine ;

            -BOZTAŞ GELİYOR...

            Gibi akıla gelecek gelmeyecek her türlü dünyadaki anıtsal ve eşsiz kuruluşlarının üstüne Boztaş ı işledik... Canlı yayında da bunlar ekrana geldi; hoca programdan sonra telefon açan bir arkadaşına biraz alaycı, biraz dalga geçercesine şöyle dedi;

            -Oğlum, tüm dünya benden söz ediyor... Sizin haberiniz yok...

            Bizim yaptığımız montajı gerçek sanıp aylarca sağda–solda hava attı hocam... Ne yapacağı belli olmaz; ne yaparsa kendine, ama sadece kendisine göre doğrudur...

            ...

 

            AKBABALAR GERÇEKTEN BABADIR...

            Hocama son günlerde hayvanlar alemiyle ilgili sorular yöneltiyorum; o da karşılık veriyor...

            -Ben bilemem...

            -Gerçekten haberim yok...

            -Bilsem söylerim, gibi sözcükleri asla kullanmıyor...

            Bir gün hocama sordum ;

            -Hocam Akbabalar gerçekten baba mıdır?

            Biraz düşündü ;

            -Evet...Akbabalar baba olmasa Akbaba olur muydu?

            Stüdyoda bulunan iki kameraman canlı yayının ortasında gülmekten yere düştüler... Dakikalarca güldüler, güldüler... Canlı yayın neredeyse durma aşamasına geldi; neyse kurtardık... Hocama sordum;

            -Hocam hayvanlar konuşabilir mi ?

            -Sevgiyle yaklaşılırsa, söylemek istediklerini anlamak olasıdır...

            -Peki oklu kirpiye diyelim ki sevgiyle yaklaştık; nasıl okşayacağız? Oklarını atmazlar mı?Okları batmaz mı?

            -Atarlar... Aslında yeryüzündeki ok ve yayın mucidi oklu kirpilerdir.... İnsanlar onlara bakarak ok ve yayı düşünmüş ve yaşama uygulamışlardır... Okçuluk sporunun atası aslında oklu kirpilerdir...

            - Peki hocam; hayvanlar konuşur dedin; nasıl konuşurlar? Birbirleriyle, insanlarla nasıl anlaşırlar?

            -Aslında hayvanlarda “Z” harfi bulunmadığı için ses çıkartamazlar... Eğer Z harfini kullanabilselerdi, konuşurlardı...

            -Diğer 28 harfi kullanabiliyorlar da, sadece “Z” yi mi kullanamıyorlar ?

            -Evet...Hayvanların beyninde “Z” harfi olmadığı için konuşamıyorlar....

            Hocamın her şeyi hocama göredir...Hikmetinden sual olunmaz...O ne diyorsa odur...

            ....

            ÇİFKÖFTE TABLETİ VAR...

            Hocamın sınırsız olan bilgisinden bu çağdaki insanların yararlanması çok önemlidir... Ben kendi adıma bunu milli bir görev sayıyorum...       Hocamdan ne kadar çok şey öğrenecek olursak; hem Türkiye, hem de tüm insanlık ailesi için o kadar iyi ve yararlı olur... Hocam uzaylılardan söz etti...Uçan daireleri ballandırarak anlattı...

            -Uzaylılar yemek yemez; yemek yerine yemek tabletleriyle beslenirler... Kuru fasulye, karnı yarık, pirinç çorbası, tavuk haşlama... Ben gözlerimle gördüm, uçan dairenin içini bile gezdim... Hemen aklıma ilginç bir soru geldi;

            -Hocam peki yemek tabletlerinin içinde acaba çiğköfte tableti de var mıdır ?

            Hocam biraz duraksadı ;

            -Hocam bakın tüm kent sizin bu aydınlık ve güzel fikirlerinizden yararlanıyor... Lütfen yanıt verin...

            -Evet evet...Çiğköfte tabletleri de var... Ben gördüm...

            Hocam bir tanedir...

            ....

            HİTİT TABLETİ...

            Hocam bize bir gün dedi ki;

            -Arkadaşlar, Kozan’ da HİTİT Tabletleri buldum... Hep beraber gidelim, size bunu kanıtlayayım... Biz de, hem bir değişiklik olsun, hem de hocamın yeni bir buluşudur belki diye kabul ettik... Televizyon ekibi olarak dağları–tepeleri aştık.... Bir dere yatağının kenarındaki kayaların önünde durdu Boztaş hocam...

            -İşte arkadaşlar yüzyılın buluşunu açıklıyorum...Bunlar Hitit tabletleridir...Savaşlarını, aşklarını, sevgilerini, sevdalarını anlatıyor...Günümüzden deyince bir arakadış;

            -Hoop... Hocam ayıp oluyor... Bunlar resmen taş... Rüzgarın taşları aşındırması sonucu bu şekiller oluşmuş... Yazı falan yok burada, dedi… Bana kızdı; küçümser bir tavırla;

            -Sen ne anlarsın ki? Bunlar Hitit Tableti... iddiasını sürdürdü...

            O sırada yanımıza bir keçi sürüsüyle çoban geldi..

            -Çobana sor istersen? dedim...

            Mikrofonu çobana uzattı;

            -Burası ne? diye sordu...

            Çok ilginç bir görüntüsü olan Çoban da;

            -Tarlaaa!!!  Yanıtını verdi...

            Hocam bir daha sert ve bitirici bir ses tonuyla sordu;

            -Burası neresi? Bu gördüklerinin ne olduğunu soruyorum sana ?Dövercesine bir ses tonuyla konuşan Boztaş ‘ın üstüne yürür gibi yaptı çoban;

            -Tarla kardeşim tarla... Bunlarda taş... Rüzgar bu hale getirmiş..

            Nuh un gemisinden sonra dünyaya açıklamayı düşündüğü Hitit Tabletleri dediği şeylerin taş ve tarla olduğunu çobandan duyunca, hocam bu konudaki ısrarından vazgeçti...

Ben program yapımcısı olarak ikna edememiştim; ama çoban Boztaş’ı ikna etti… Helal olsun... Çobanın tanı koymasının ardından orada çektiğimiz görüntüleri Boztaş’ ın programında maalesef yayınlayamadık...

 

ABDULKADİR KAÇAR Adana, Türkiye …

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder