ABDURRAHMAN BOZTAŞ ANILARI..
(you tube ünlü Türk kahramanı)
ÖNSÖZ-1
Bu dosyada, Adana’lı gazeteci,
bağımsız milletvekili adayı, her tarakta bezi olan, (50 den fazla mesleği
olduğu herkesçe bilinen ) insanların HOCAM; ya da Boztaş diye hitap ettikleri,
benim de 40 yıldan beri tanıdığım, uçuk–kaçık arkadaşım Abdurrahman BOZTAŞ ‘ın
anı gibi fıkraları, fıkra gibi anıları yer alıyor... Abdurrahman Boztaş,
hayallerini yaşayan insandır… Ya da yaşadıklarını da hayal olarak düşünen,
dünyada ikisini birbirinden ayıramayan, ayırsa da kimseleri inandıramayan, her
zaman söyledikleri, yaptıkları, anlattıklarıyla çelişkileri herkes tarafından
açıkça görülen ilginç bir kişiliktir…
Ben, Boztaş’ın
anılarını kendisinden değil, çevresindeki dostlarından, arkadaşlarından,
meslektaşlarından, kentte görüştüğü her meslek gurubundaki insanlardan derledim...
Doğaldır ki, 40 yıldan beri sağımda solumda, bulunan, çeşitli ortamlarda
birlikte olduğumuz, kendi yaşadıklarımı ve gözlemlerimi de kattım...
Ani ölümüm
halinde, bu dosyanın da kitaplaşması, bu çağda yaşayan her Adanalının görevidir
diye düşünüyorum...Kim yayınlarsa yayınlasın, helal olsun... Yaşadığı çağında,
giyimi-kuşamı, anlattıkları, ayaküstü sohbetlerinde ortaya sürdüğü uçuk-kaçık,
mantıkla ilgisi olmayan düşünceleriyle herkesin çok ilginç bulduğu, caddede,
sokakta, çarşıda pazarda, dolmuşta, otobüste, gazetede, televizyonda,
lokantada, bahçede, bol bol zarf atarak hocanın uçuk fikirlerine fikir katan
Boztaş’ı tarih ve zamanın çok iyi
değerlendirerek hak ettiği yere oturtacaklarına inanıyorum…
ABDULKADİR KAÇAR...9 Eylül 2007 Adana, Türkiye…
ÖN SÖZ-2 DİYEBİLİRİZ...
Abdurrahman
Adana nın gülen ve de güldüren yüzüdür...Abdurrahman; süzme Adana lı denilebilir... Bağrı açık, kundurasının
topuğuna basmış, çeyrek yürüyen; sağ omuzu aşağıda - sol omuzu yukarıda,
ceketini yarım giymiş, eski Adanalı havası var...
Diğer
taraftan entelektüel yapıyı hedefleyen, aralarına girmek için her türlü
numarayı çekmesine karşın bir hayli başarısız olan, ama tüm Adanalı’lar gibi o
camianın sempatisini de kazanan birisidir... Ünlü tarihçi Senekon;
-Adanalı’ lar
bedenen kavi, aklen zayi insanlar, diye bir not düşmüş...
İşte Abdurrahman
Boztaş, belki de bu ekolden geliyor... Her insan 100 üzerinden
değerlendirilebilir; ancak Boztaş’ ın 80/’ e kadar değerlendirme şansı var, 80
den sonrasını ALLAHLA BOZTAŞ ın kendisi biliyor… Bir yere kadar akıllı; hem
anlaşılır; deha derecesinde yaratıcı düşüncelere sahip görüntü verirken, birkaç
saniye sonra da anlaşılmaz oluyor... Boztaş’
ın tüm güzellikleri, tüm mücevherleri, tüm dehası aslında o yüzde 20 lik arada-bölümde
bulunuyor... Orasını keşfedenler ise bitip tükenmeyen bir maden bulmuşçasına Boztaş’
a bağımlı hale geliyor... ABDULKADİR
KAÇAR... 2007-Adana, Türkiye…
BAKAN ARKADAŞI ÇIKTI...
Sağlık
bakanı Yıldırım Aktuna’ nın Adana’ ya gelmesini havaalanının apronunda
bekliyoruz... Abdurrahman Boztaş, çevresindeki gazetecilere, heyecanla gün yüzü
görmemiş düşüncelerini, iddialarını anlatıyor ;
-Nuh un
gemisini Toroslar da buldum... Hem gemiyi yaparken kullanılan halatların
yapıldığı sarmaşıkların yerini de saptadım...
-Eski başbakan
Adnan Menderes asılmadı, dublörü asıldı; kendisi bizim köyümüzde yaşıyor...
-Aids
hastalığına çare buldum... Benden başka kimse bu konuda çare bulamaz...
-Uzaylıların
fotograflarını çektim, ama sırlarının açıklanmasını istemedikleri için rica
ettiler, ben de makinemdeki filmi çıkartıp kendilerine verdim, gibi...
Özellikle,
mesleğe yeni başlayan gazeteciler, her iddiası karşısında, adeta nefes almadan şoke
olmuş durumda dinliyorlardı... Boztaş
hocamın sınır tanımayan - ipe, sapa
gelmez daha inanılmaz iddiaların en can alıcısı da, az sonra havaalanına
inecek, uçaktan çıkacak olan Sağlık Bakanıyla ilgili olanıydı... Boztaş zafer
kazanmış bir komutan edasıyla; çevresinde toplanan 50 civarındaki gazeteciye
şöyle dedi;
-Arkadaşlar,
şimdi uçakla gelecek Sağlık Bakanı Dr.
Yıldırım Aktuna da benim arkadaşım... Beni çok iyi tanır, iyi pek çok sohbetlerimiz
olmuştur...
Gazeteciler
iyice şaşırdılar, kiminle konuştuklarını ölçüp tartmaya başladılar... Boztaş ı
önceden tanıyan gazeteciler birbirine göz atıp gülümsedi... Genç gazetecilerin
Boztaş’ ın tuzağına düştüğünü falan işaret ettiler... Bu konuşmalar sürerken,
Bakanın uçağı havaalanına indi; kapıları
açıldı; Yıldırım Aktuna
-Sevgili
Dostum Abdurrahman Boztaş’ ım nasılsın?
diye öptü...
Gazeteciler
şaşkınlıktan neredeyse buz kesti... Herkesin kafası karıştı; Boztaş ın söyledikleri
gerçekten doğruysa... O zaman, Nuh’ un gemisini bulması ve diğer iddiaları da doğrudur diye gazetecilerin kafası karıştı...
....
ADANA DA ÖLECEĞİM...
Abdurrahman
Boztaş müdür beyin yanına geldiğinde morali çok bozuktu...
-Oofff off
Müdür bey...Adana da beni kimse anlamıyor... Artık Adana’ yı terk etmeye karar
verdim... Sen kültürlü adamsın, bana bir Adana ya veda mektubu yazar mısın?
-Hay hay
...Yazarım, dedi müdür bey...İki gün sonra gel mektubunu al...
Boztaş üç
gün sonra sabahleyin erkenden Müdür
Beyin yanındaydı...
Müdür bey,
Boztaş için kaleme aldığı, onun duygu ve düşüncelerini anlatan “ADANA YA VEDA” mektubunu öyle duygulu, öyle içten yazmışı,
öyle etkileyici bir ses tonuyla okuyordu ki; Veda mektubunun ortasına gelmişti
ki; Abdurrahman’ nın gözlerinden yaşlar
süzülmeye başladı... Mektubun sonuna geldiğinde ise, Boztaş hüngür hüngür ağlıyordu... Ve
hıçkırıklar arasındaki ağlayan bir sesle;
-Müdür bey,
beni çok duygulandırdın; harika bir mektup yazmışsın.... Senin sayende benim
Adana için önemimi bir kez daha anladım... Adana’ yı ölünceye kadar terk
etmeyeceğim... Halk beni anlamamakta gayet haklı; ben beni kendimi anlamıyorum
ki; insanların beni anlasın. İnsanlardan bunu bekleyemem...
Mektubu
aldı, gözyaşları arasında cebine koydu, gazetede yayınlatacağını söyleyerek
hızla uzaklaştı....
....
MİKE TYSON HİKAYESİ...
Yeni
kurulan hükümetin Sağlık Bakanı Adana ya
gelmiş; çeşitli kurumlarda incelemelerde bulunmuştu...Bakan Bey parti il
binasında basına kapalı bir toplantı yaparken; biz de Boztaş hocam la biraz
eğlenelim dedik...
Hocamın
başka özelliği; yeryüzündeki herhangi bir konudan söz edilse;
-Hayır onu
bilmem, diyemez, demez..
Dünyayla
ilgili, uzayla ilgili, yer altı ve yerüstündeki tüm konularla, mesleklerle
ilgili her alanda bir şeyler konuşulsa, hocam hemen atılır;
-En iyisini
ben bilirim, der.. Bir konuda bir uzman gerekse ;
-En büyük
uzman benim, der... Kısacası hoca her konuda, en büyük uzmanlardan daha da
uzmandır... Ustalardan daha ustadır, işçilerden daha işçidir... Bakalım dedim,
şimdi hocama bir zarf atayım ne cevherler yumurtlayacak ?
-Hocam,
duyduğuma göre dünya ağır sıklet boks şampiyonu MİKE TYSON’
-Hayır...Mike
Tyson la maç yapan o kişi ben değildim...
Ama, çok samimi bir arkadaşım, devletin üst düzeyinde görevli bir arkadaşım maç
yapıp 3-0 kazandı... Adını söyleyemem... Bu devlet sırrı...
Hoca
hayatında ilk kez kendini piyasaya sürmedi... Ama, laf olsun diye söylediğim,
dünya ağır sıklet boks şampiyonu MİKE TYSON’ la ilgili arkadaşını hayalinde maç
yaptırarak kendisine pay çıkartmış oldu... Yine karlı çıkmayı başardı....
...
VAHİ ÖZ LE 2, YILMAZ GÜNEY LE 3 FİLMDE
OYNADIM...
Yaratıcılıkta
ve hayalcilikte asla sınır tanımaz hocam... Hayallerini olmuş gibi yaşayan
dünyadaki tek insandır... Geçen yıllarda yapılan Altınkoza Film Kültür ve
Sanat etkinliklerinin birisine katılan
sanatçı ve gazeteciler bir ünlü otelin
lobisinde sohbet etmeye başladık.. Hocam az sonra kapıdan beyaz palto, top sakal,
siyah gözlük, hilal kaşları, orjinal piposuyla görkemli biçimde girdi ve
yanımıza geldi...
Konuştuğumuz
sanatçı, bizi bırakıp havalı biçimde aramıza katılan Abdurrahman hocaya
yöneldi: kısa bir tanıştırmadan sonra onu artist falan sandı galiba;
-Abdurrahman
bey, peki sizler neler yapıyorsunuz bu
arada? Yeni projeler var mı? Eskiden
yaptıklarınızdan da söz edin biraz, dedi...
Boztaş,
gerindi, havalara girdi; Hollywood sanatçılarına taş çıkartan bir profesyonel
rol edasıyla; yılda milyarlarca dolar
kazanan bir artist havasıyla;
-Şeeey... Aslında
öyle pek önemli şeyler değil... Adana’ lı ve bizim mahalle çocuğumuz olan rahmetli Vahi
Öz le iki filmde oynadım... Sanatçının gözleri açıldı;
-Eee?Nee?
-Yine
önemli değil; Yılmaz Güney’ yle üç filmde başrol oynadım...
Adana’ ya
Altınkoza film kültür ve sanat etkinliklerine;
konuk olarak gelen sinema sanatçısı hocaya biraz alaycı, biraz üzüntülü
biçimde gülümsemekle yetindi... Kafasından küçük bir hesap yapmıştı bile... Kül
yutacak cinsten değildi... Oysa Vahi Öz Adana’ lıydı ama 1920 li yıllarda
doğmuştu ... Boztaş 1949 da doğduğunda Vahi Öz ün filmleri sinemalarda
gösteriliyordu... Vahi Öz öldüğünde Boztaş kısa pantolonla geziyordu... Sanatçının
kafası iyice karışık olarak Adana dan ayrıldı...
....
BOZTAŞ IN KUVVETLİ NEFESİ
AYTAÇ DURAK I KAZANDIRDI...
Arkadaş
vardır ekmek hava su gibi sürekli ararsın... Arkadaş vardır ilaç gibi
gereksinim duyduğunda ararsın... Arkadaş vardır mikrop gibi kaçarsın... Boztaş,
bu üç gurubu da kapsadığı için; başımızın hem belası, hem sevdası, hem
güzelliklerimizin içindeki bir güzellik... Günlük olarak senaryo yazıp
uyguluyoruz...Günlük senaryolarımızı yaşamak gerek; anlatmakla olmaz... Son
yerel seçimlerde Büyükşehir Belediye Başkan adayıydı... Oy kullanmadan bir gün
önce otomobilimle Adana sokaklarını bir bir gezdirdim hocama... Rakibi olan tüm
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı adaylarının afişlerinin karşısında 3-5 dakika
durduk, hocam rakibi olan belediye başkanlarının afişlerine başarılı olmamaları
için okuyup üfledi... Başka bir afiş ; Hocam yine okudu üfledi... Başka bir
adayın afişinin önünde durduk;
Hocam yaklaşık 15-20 afişin karşısında okuyup üfledi... Aytaç
Durak’ ın afişinin önüne geldik ;
-Haydi
hocam oku üfle !
-Yoook
olmaz...onun için evime gittiğimde
okuyacağım, dedi...
Hocam,
Aytaç Durak ın afişinin karşısında okuyup üfleseydi, inanıyorum ki, o
kaybedecek ve Büyükşehir Belediye Başkanının koltuğuna Abdurrahman Boztaş’ ın
kendisi oturacaktı... Neyse, hevesini
bir daha ki yerel seçimlere saklasın...
....
KORSAN YAZILIMCIYI ÇILDIRTTI...
İstanbul dan Korsan Yazılımla ilgili en üst
düzeyde bir uzman gelmiş; Adana Hilton-sa da bilişim sektörlerinde çalışanlara
seminer veriyordu... Adana’ daki yerel televizyon kanallarında çalışanlar
olarak bizde izliyorduk... Boztaş hocam soru yanıt bölümünün gelmesini
beklemeden, herkesin nefes almadan dinlediği ortamda ayağa kalktı en büyük uzmana sordu ;
-Bey efendi,
benim internet sitem var...Yaptığım bir tablomu, uyguladığım bir projemi
yüklediğimde biri hemen girip
çalıyor...Bunu önlemek için ne yapmalıyım?
Korsan
Yazılım Uzmanı şaşırdı; böyle bir soru beklemiyordu... Henüz soru yanıt
bölümüne geçilmemişti...Yine de terbiyeli ve seviyeli biçimde şöyle dedi ;:
-Beyefendi,
ben yazılım uzmanıyım... İnternet’ le ilgili fazla bilgim yok...
Yüzlerce
kişinin önünde, Boztaş attı fırçasını; Türkiye nin kabul ettiği uzmanı
sıkıştırmaya başladı;
-Nasıl
uzmansın sen o zaman? Bunu bilmeyen insana uzman denilir mi?
-Şeeey...
Uzmanın kafası iyice karıştı, seminer verdiği yüzlerce kişinin içinde renkten
renge girdi... Ne diyeceğini bilemedi.... Boztaş sürdürdü; Boztaş uzmanın
üstüne bir daha hamle yaptı;
-Benim
internetteki sitemin beynine, bilgisayarımın beynine birileri giriyor... Birileri
düşüncelerimi çalıyor... Nasıl çözümleyemezsin? Adana’ ya neden geldin o zaman
?
Dünya
çapındaki uzman yine hık mık etti...Yanıt veremedi... Bu arada, çalıştığı
televizyonun kameramanının uzmanla yaptığı bu atışmayı çektiğini sanan Boztaş a
zarf attım;
-Hocam sen
öyle diyorsun ama Kameramanın bile seni çekmiyor...Dışarıda sigara içiyor....
Boztaş
Kameramanını aramak için koşarak
dışarıya çıktı ;
-Uzman bey,
hocam size bir soru sordu; onu biraz daha konuşturun, dedim... Uzman dalgayı
anladı ;
-Siz,
gülmek için bunu yapıyorsunuz değil mi? dedi...
Boztaş ı
da sorularını da artık gülümseyerek
karşıladı...
...
İNSANLAR AĞAÇ KABUĞUNDAN MEYDANA GELDİ...
Çalıştığım gazeteme gelmek için sabahleyin erkenden
otobüse bindim; baktım Boztaş hocam da orada... Biraz sonra inenler falan oldu, yanına oturmamı istedi... Ben de
oturdum... Hay oturmaz olaydım... Kulağıma eğildi;
-Sana bir
sır vereceğim, ama kimseye söyleme tamam mı?
-Aman hocam
aşk olsun, bu güne kadar hangi sırrını açıkladım ki?
Hoca bana
güvenerek ;
-Kimse
duymasın; insanın yaratılışı konusunda çeşitli teoriler var... Yok efendim Adem
le Havva dan dünyaya gelmişler; yok efendim Mars tan gelmişler, yok efendim maymun soyundan gelmişler... Bunların hepsi
yalan ve uydurma...
Merak
ettim;
-Hocam
öyleyse insanlar nasıl meydana
gelmiştir? Şimdi bunu daha çok merak
etmeye başladım doğrusu?
Fısıltı
şeklinde, kulağıma eğilerek;
-İnsanlar
ağaç kabuğundan meydana geldiler... Yaptığım son bilimsel incelemeler sonucu
gördüğüm olay budur; evet topraktan geldi diyoruz; çünkü ağaç kabukları toprağa
düşüyor, toprak oluyor... İnsan
topraktan ağaç kabuğu sayesinde oluşuyor...
Hocam
konuştukça sıkıldım; ben sıkıldıkça hocam konuştu... Gazeteye varmama daha
belki 5-6 durak olmasına karşı kendimi
Atatürk Caddesinde otobüsten zor attım kendimi hocadan kurtulmayı başardım...
....
ADNAN MENDERES YAŞIYOR...
Hocamla
yine Büyükşehir Belediye Otobüsünde seyahat ediyoruz... Hay karşılaşmaz olaydım;
hoca da bir çene, bir çene var ki susturana aşk olsun... Ama, bu yolculuk
sırasında duyduklarım beni şoke etti...
Hocam gayet
samimi;
-Sana bir
sır vereceğim ama kimseye söylemeyeceksin...
-Tamam...
Ayıp ettin hocam, bu güne kadar hangi sırrını açıkladım ki;
-İyi o
zaman; şimdi dinle...1960 da Türkiye de askeri darbe oldu ya....
-Evet...
-Dönemin
Başbakanı kimdi?
-Rahmetli
Başbakan Adnan Menderes?
-Ne oldu
Adnan Menderes e biliyor musun?
-Bilmiyorum...Merak
ettim hocam...
-Adnan
Menderes’ i asmadılar; yerine dublörünü astılar... Adnan Menderes hala Adana da
yaşıyor... Geçenlerde karşılaştım ve kendisiyle uzun uzun sohbet ettik...
-Yapma
hocam ya?
-Ama, bu
devlet sırrı... Kimse bilmiyor, sen de kimseye söyleme tamam mı?
-Tamam
hocam... Ama benim bildiğim Adnan Menderes 1902 doğumluydu...Yani bu gün için
107 yaşında olması gerekir...
-Sen
oraları karıştırma; bana inan ama kimseye de söyleme tamam mı? Bu bir derin devlet sırrı...
-Peki
hocam... Nasıl istersen öyle olsun...
....
DEVLET BU ADAMDAN YARARLANMALI...
Çalıştığım
televizyondan haber için dışarı çıkıyordum ki;
Çok sevdiğim, saygı duyduğum, işinde gayet başarılı olan
sekreter arkadaşım;
-Bir dakika,
bir şey sorabilir miyim?dedi…
-Tabi, dedim
duraksadım...
-Dün yerel
bir televizyon kanalında bir gazeteci konuşuyormuş... Annem bu kişinin
konuşmalarından çok etkilenmiş... Hatta bu konuşmacıyı komşularla birlikte
izlemişler....
Annem diyor
ki bu gazeteci kim? Çok güzel konuşuyor, çok ilginç fikirleri var... Devlet bu
adamdan yararlansın dedi... Nerede eğitim aldığını merak ediyor... Kendisiyle
tanışmak istiyor... Benden rica etti... Bunu ancak siz yapabilirsiniz... Annemi arayayım isterseniz bir de siz konuşun isterseniz, dedi…
-Tamam, dedim...
Sekreter
annesini aradı, hangi televizyon kanalı olduğunu, saat kaçta konuştuğunu,
kişinin tipinin nasıl olduğunu sordum... Bizim Abdurrahman Boztaş hocam
çıkmasın mı karşıma... Üstelik sadece bizim sekreterin annesi değil, komşuları
da toplu olarak izlemişler programı ve hocama hayran olmuşlar.... Sonuç olarak
;
-Ben
inanıyorum ki; Boztaş hocam ulusal bir televizyonda da program yapsa, tüm
Türkiye izler; ve iddia ediyorum ki, Hulki Cevizoğlu’ nun programını gerilerde
bırakır...
Hocam,
Türkiye ye mal edilmelidir... Türkiye ya mal edilmemesi ülkemizin en büyük
kaybıdır...
....
ADANA NIN İNEK ŞABANI
Hükümetler
Türkiye de olumsuz gündemlere karşı Kemal Sunal filmlerini kullanıyorlar... Örneğin
sigaraya zam yapıldığı gün; akşam Kemal Sunal filmi oynatılıyor... Gündemi İnek
Şaban değiştiriyor...
Güneydoğu
olayları olunca; Kemal Sunal filmleri oynatılıyor... İnek Şaban yine gündemi
değiştiriyor...
Türkiye
deki hükümetler olumsuz her gündem maddesi söz konusu olduğunda, KEMAL SUNAL’
ın , İNEK ŞABANINI oynatıp halkı güldürüp rahatlatıyorlar...
Adana da
diyelim ki moral bozucu bir gündem maddesi çok can sıkıcı... Boztaş hocamı
hemen yerel 4 televizyonun ortak yayın yaptığı ekranlara çıkartmak gerekli...
Adana
diyelim ki çok önemli bir evladını yitirdi diyelim;
Abdurrahman
Boztaş’ı hemen tüm yerel televizyonların ortak yayınlarına çıksın halkın morali
düzelsin... Örneğin, 1998 depremi olmuştu; 145 kişi yaşamını yitirmişti, halk
sokaklarda yatıp kalkıyordu, keşke o zamanlarda Boztaş’ ı ekranlara
çıkartsaydık, herkesi güldürürdü... Abdurrahman’ a da , Adana nın İNEK ŞABAN ı
demek yanlış olmaz... Adana ‘nın şöyle ya da böyle bir rengini oluşturuyor... Ben Hocamı her gördüğümde çok gülüyorum... En son bombası;
-Ben suya
bakınca, normal insanların, yani sizin görmediklerinizi görüyorum... Evde kalmış kızların bahtını bir günde açarım
koca bulmalarını sağlarım… Milli piyangodan para bile çıkartabilirim... Cezaevindeki
idama mahkum olmuş mahkumları bir gecede özgürlüğüne kavuştururum....
Bana ,
geçen gün Boztaş , bunları anlattı... Katıla katıla güldüm; kentimizin bir
rengi Boztaş’ sız bir Adana düşünemiyorum bile... Tam Kemal Sunal filmlerinin
Adana versiyonu gibi....
....
BELEDİYE BAŞKANI KOLTUĞUNDA ZATEN BEN OTURUYORUM....
Abdurrahman
Boztaş, geçen dönemde yapılan Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday
olmuştu... Her yerde afişleri vardı,
kartvizitler dağıtıyordu.... İnönü Parkının yanındaki taksi şoförlerinin
hepsinin otomobilinde Boztaş posterleri yer vardı... Hocamı gördüm;
-Bana neden
çalışmıyorsun? dedi...
-Hocam ben
belediye çalışanıyım, senin propagandanı
gizli gizli yapıyorum...
-Çok
teşekkür ederim dedi, sanki belediye başkanı seçilmiş edasıyla konuştu...
Biraz daha
hava vermek istedim;
-Hocam, bu
gidişle Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna sen oturacaksın...
Seçimlere
daha 1 aydan fazla olmasına karşın;
-Ben Zaten
Büyükşehir Belediye Başkanı koltuğunda oturuyorum... Çok büyük projelerim var
onları birer birer uygulayacağım...
Artık bana
kendisini anlatırken; hayalini kurduğu belediye başkanı olarak mı düşünüyordu,
ya da kendini öyle görüyordu
bilemiyorum... Seçim oldu, hocamı 3 ay ortalıkta göremedim...
....
BELEDİYE BAŞKANINA SAYGILIYIM...
Abdurrahman
Boztaş hocam, Adana Büyükşehir Belediyesinin karşısına şövalesini koymuş,
binanın resmini yapıyordu... Aslında harika bir ressamdır, ama her orijinal
yeteneklerinde olduğu gibi, ressam olarak da çağında anlaşılamamıştır... Tablonun
bir köşesine mevcut Belediye Başkanı Sayın Aytaç Durak’ ın yağlı boya
portresini kondurmuş...Aman ne güzel olmuş... Boztaş a dedim ki ;
-Abdurrahman
Hocam, sen Adana Büyükşehir Belediye binasını çok güzel yapmışsın, ama Sayın Aytaç
Durak’ ın resmini koymuşsun tablonun bir kenarına... Hani, Büyükşehir Belediye
Başkanlığının koltuğunda oturuyordun.... Neden kendi portreni koymadın?
Silkindi,
boğazını temizledi, gayet inandırıcı bir ses tonuyla;
-Olmaaaz...
Mevcut Belediye Başkanına karşı saygısızlık olur.... Halkı şu anda Sayın Aytaç
Durak temsil ediyor... Ona saygım sonsuz...
O tablo
bitti; kenarına da Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Aytaç Durak ın portresini
yerleştirmişti... Sanırım Başkandan yüklü bir bahşiş koparttı... Helal olsun...
....
BEN ADANA NIN MEVLANASIYIM...
-Biz
fırıldak değiliz...
-Bu tekere
çomak sokmayın, sloganlarıyla Adana Bağımsız ve bağlantısız Milletvekili adayı
olan Abdurrahman Boztaş Adana da bir
ilki başlattığını gittiği her yerde övünerek anlatıyordu...
-Ben
dönerek halka mesajımı verdim... Biz fırıldak değiliz, dedim... Ben Adana nın
Mevlana’sıyım.... Tüm İnternet sitelerinde dönen insanlar var... Ve benim
dönmemle birlikte dünya dönmeye başladı...
Boztaş
zaman zaman akıllı mesajlar vermiyor değil...
-Ben Ankara’
ya bağımsız ve bağlantısız milletvekili olarak gitmeyi başarsaydım, büyük bir
fon oluşturacak, yoksul fakir – fukaralara yardım edecektim... Daha da önemlisi
ERKEK SIĞINMA EVİ, KADIN SIĞINMA EVİ açacaktım... Karısından dayak yiyen kocalar,
kocalarından dayak yiyen kadınlar ücretsiz olarak bu evlerde istedikleri kadar
konuk edileceklerdi... Şu andakiler gereksinimlere yanıt vermiyor... Daha da
çoğaltacaktım...
Karısından
dayak yiyen kocalar konusunda çok ciddiyim;
her şeyi yaşayan biri olarak insanları, kadınları, erkekleri çok iyi
tanıyorum artık... Karısından dayak
yiyen erkekler daha mahzun, daha zavallı, daha yardıma muhtaç hale geliyorlar...
Damdan düşen gelsin yanıma özdeyişine ne kadar çok uyuyor...
....
SARI BASIN KARTI VE KURT KÖPEĞİ
Abdurrahman
Boztaş boynunda her zaman üç dört fotograf makinesi eksik olmaz....Bir kaç tane
de kamerası sürekli yanındadır... Ama çektiği ne bir fotoğrafı, ne de bir
görüntüsü gazetelerde ve televizyon kanallarında yer almaz, yer aldığı da
görülmemiştir....
Otomobilin ön
koltuğunda oturan hocamla, benzin almak için petrole girdik; petrolün
bahçesinde harika bir mini hayvan bahçesi vardı... Kanaryalar, papağanlar,
bülbüller cıvıl cıvıl, rengarenk çiçeklerin içinde ötüyordu.. Boztaş ‘a;
-Boztaş...Lütfen,
şu kuşların, papağanların, toplu olarak fotoğraflarını çek... Çok güzel bir
haber olur...
Boztaş,
birkaç saniyelik nazlanmadan sonra otomobilden
indi, mini hayvanat bahçesinin fotograflarını
çekmeye başladı... O sırada, uzun zincirle bağlı, aynı yerdeki kurt köpeği birden
Boztaş’ ın üstüne saldırdı, hocamı uyardım;
-Sarı basın
kartını göster... Hocam sarı basın kartını göster…
Boztaş,
köpek kendisini ısırmasın diye, sarı basın kartını çıkartıp, kurt köpeğinin
yüzüne korkuyla tutup, titrek bir sesle;
-Basın...Basın...diye
feryat etti... Ama, köpeğin basın kartından anlayacağı yoktu... Boztaş ı sanırım en duyarlı bölgesinden ısırıverdi..
....
SEVDA ÖYKÜSÜNÜN BAŞLANGICI ;
Bir kafeteryada,
bir polis memuru arkadaşım ve Abdurrahman Boztaş la birlikte, üçümüz oturuyoruz; polis arkadaşım kardeşine akşam yemeğe
gidecek, kardeşinin ismi de Abdurrahman; yani polisin cep telefonunda iki
Abdurrahman ismi alt alta yazılı... Kardeşine mesaj yazdı ;
-Aşkım bu
gün sana geliyorum...
Mesaj,
yanlışlıkla, polisin kardeşi Abdurrahman a değil de, Abdurrahman Boztaş a
geldi... Aynı masada oturuyoruz, Boztaş bir den çırpınmaya, komik komik hareketler yapmaya, sanki elektrik çarpmış gibi davranmaya başladı... Biz
de korktuk.... Heyecanlandı, gözleri falan açıldı... Sağa sola baktı falan
kalktı;
-Nereye
gidiyorsun Boztaş?
-Sevgilim
aradı... Oraya gideceğim, dedi...
-Oğlum, yıldırım
aşkına mı tutuldun, kara sevdaya mı tutuldun
nedir, neden böyle davranıyorsun?
-Evet, dedi...
Yıldırım aşkına tutuldum, buna kara sevda da diyebilirsiniz...
Daha sonra,
ısrarla bu olayın üstüne gittim, saatlerce sorguladım, sorguladım...
-Sevgilin
kim? Haberim olmadı? Biz kardeş değil miyiz? Her zaman her yerde senin yanında
değil miyim? Lütfen şu sevgilini bana bir anlat kim bakalım?
Benim
söylediklerimden yola çıkarak; o anda aklına ilk gelen isim olan SEVDA’ yı
ağzından çıkartmış bulundu...
-Yengenizin
ismi Sevda.. .Aramızda sır olarak kalsın... O beni seviyor, ben de ona deliler
gibi aşığım... Hem de derin devletten bir kız sevdim, dedi...
O andan
itibaren, o tarihten itibaren, tüm gazeteciler, sivil toplum örgütünün
başkanları, aklınıza gelen gelmeyen herkes; telefonunda Abdurrahman Boztaş ismi
bulunan herkes SEVDA oldu... Biz artık Sevda olarak mesajlar göndermeye başladık...
Günlerce, aylarca sürdü... Hala da yoğunluk artarak devam ediyor...
....
SEVDA ÖL DESE ÖLECEK...
Bir kafeteryada
oturuyoruz... Cep telefonumu masanın altına soktum, örtünün altında ne yaptığımı görmesin diye; cep telefonumun mesaj bölümüne geldim, yanımda oturan Boztaş
ın cep telefonuna mesaj attım..
-Aşkım ben
Sevda‘yım... Seni görüyorum... Gözlüklerini lütfen indir- kaldır... Senin de
beni gördüğünü anlayım, dedim...
Hemen
mesajı okudu, elektrik çarpmış gibi sağa sola baktı, bir saniye sonra da gözlüklerini
indirdi- kaldırdı, tekrar indirdi – kaldırdı....
İçimden
kahkahalarla gülüyordum ama kendimi zor tuttum... Bakalım Sevda için
Abdurrahman Boztaş neler yapacak... Cep telefonumu masanın altına gizleyerek yeni
bir mesaj yazdım yanımda oturan Boztaş’
ın telefonuna Sevda diye gönderdim...
-Hayatım,
şimdi saçlarını tara, dedim...
Mesajı aldı,
başladı saçlarını taramaya... Taradı, taradı, taradı... Gözleri Sevda’ yı
arıyor... Ben masanın altındaki cep telefonumdan ona Sevda diye mesaj atıyorum
hepsi o.... Baktım, Sevda nın söylediği her şeyi yapıyor; bir mesaj daha yazdım
;
Kahverengi
gözlerin/yere gelsin dizlerin...
Bu gece
bize gel /….görsün gözlerin...
Mesajımı
alır almaz, sanki Boztaş’ ı yıldırım çarptı... Sandalyeden güüüüm diye aşağıya
yuvarlardı.... Hemen, bayıldı... Ambulans çağırmaya falan kalktık... Sonra
toparlandı... Ama gözleri hala Sevda yı arıyordu...
...
KIRMIZI KAZAKLI ÇOCUK...
Boztaş
benim üç dört metre ötemdeki bir arkadaşıyla sohbet ediyordu... Hemen kafamda
bir senaryo oluşturdum; Boztaş’ ın cep
telefonuna Sevda gönderiyormuş gibi mesaj
gönderdim...
-Aşkım, Kültür
ve Turizm Müdürlüğünün yanındaki Akbank ‘ın önünde para almak için sıradayım... Çok sıkıldım… Burada bir
tanıdığın varsa gelip bana yardımcı olur
musun?
Banka
Şubesiyle de aramızda 20-
-Aşkım
kuyrukta bekleyen kırmızı kazaklı çocuk var ya, beni öptü... Bana elle
sarkıntılık yaptı... Terbiyesizin dersini ver...
Telefon
mesajlarına ayet gibi inanan, asla en küçük bir şüphe göstermeyen Abdurrahman
hemen kuyrukta bekleyen, hiçbir şeyden haberi olmayan kırmızı kazaklı çocuğa,
Bir tokat
attı... Bir tekme , birkaç tekme daha çocuğa girişti...
Bu sırada
kırmızı kazaklı çocuk, ne olduğunu anlayamadı...
Boztaş’ ın
kendisine durduğu yerde vurmasına çok sinirlendi... Devlet kurumuna kadar bunu
peşinden kovalayıp yakaladı... Su hortumuyla evire çevire bir iyice dövdü... Abdurrahman Boztaş bayılıp yere yığıldı... Öldü diye korktuk.. Hemen 112
yi arayıp ambulans çağırdık... Doktorlar geldi, tansiyonunu falan ölçtüler,
hastaneye kaldırılması gerektiğini söylediler... Biz de tamam dedik... Boztaş’
ın cinliğine bak; kendisini sedyeye bindirmeye çalışan hemşirenin kulağına;
-Merak etmeyin, benim hiç bir şeyim yok... Sular
semtinde beni ambulanstan indirin, demiş…
Dayak
yemekten kurtulmak için öldü numarası yapmış...Atatürk Caddesindeki Sular
semtinde, hastaneye götüren ambulanstan atlayıp kaçtı....
....
SEVDA İÇİN İNTİHAR ...
Abdurrahman
Boztaş hayali aşkı SEVDA için
yapamayacağı çılgınlık, giremeyeceği risk yoktur... Mesajlar çeker; mesajlar
gelir… Boztaş için kimden ve nereden gelirse gelsin her mesaj ayet
hükmündedir... Boztaş inanır ve anında
harekete geçer... Bazen cinleşir; kendisini sevip, nazı geçenlere sık sık mesaj
gönderir ve intihar etmeye karar verdiğini bildirir...
-3 metre ip
aldım intihar ediyorum...
Ya da,
-Çok
rahatsızım, doktora götürün, der..
Ya da,
-Bana para
lazım... Yoksa kendimi Üniversal hastanesinin 18.ci katından aşağıya atacağım der...
Vicdan
sömürüsü yapar ama; karnı tok, cebinde de parası olunca, çok acımasız ve çok diktatörce davranır... Kimseyi takmaz, dediğim
dedik bir ruh haline girer... Kendisini Sabancılarla bir görür, herkese emir
vermeye kalkar...
Gece
yarısını çoktan geçmişti; cep telefonundan bayan sesiyle taklidi yaparak
konuştum;
-Aşkım,
gel beni şu oteldeki hainlerin ellerinden kurtar, dedim..
Gece saat
03;00 04:00 otelin önüne geldi... Baktı bir arkadaşımla orada duruyoruz;
çevrede dolaştı, içeri girdi çıktı, tekrar dolaştı, tekrar girip çıktı... Sonra Sevda’ yı göremeyince evine gitti.... İki üç
gün telefonunu açmadı, kimse ona ulaşamadı.. .Sevda’ nın telefon mesajına çok
üzülmüş olmalıydı... Bir gün oğlu geldi;
-Babam
intihar etti, dedi..
Tabi çok
üzüldüm; ziyaretine gittim... Gerçekten de karnına gelecek biçimde birkaç
kendisine bıçak darbesi vurmuş... Sonra SSK ya gidip sardırmış...
Boztaş, aşkı Sevda uğruna göze alamayacağı hiçbir şey
yoktur...
....
KARISI TELEVİZYONU BASTI...
Yerel bir Televizyonda
Abdurrahman Boztaş’ la canlı
yayındayız... Televizyonun bir arkadaşta canlı yayına güya bir izleyici olarak
bağlandı Boztaş ı hayali sevgilisi, Sevda olarak aradı;
-Canım... Aşkım...
Seni çok seviyorum.. En kısa zamanda görüşelim... Seni çok özledim gibi laflar
etti...
Program
bitti; bir süre sonra dışarıdan inanılmaz sesler gelmeye - kapılar tekmelenmeye
başladı; bir kadın basbas bağırıyordu;
-Bu
rezilliği yanınıza bırakmam... Bana Sevda’ yı bulun... Onun saçını başını
yolacağım...
Dışarıdan
inanılmaz gürültüler, koşuşturmacalar,
tartaklanmalar, tekme tokat, kavga sesleri geliyor... Boztaş nefesini tuttu,
konuşamadı, ayağa kalktı;
-Eyvaahhh...
Hanım televizyonu bastı... Beni saklayın... Beni görmesin diye sus pus oldu..
girecek delik aradı...
Arka
kapıdan Boztaş ı kaçırdık; kıl payı eşinin stüdyoyu basıp kendisine dayak
atmasından kurtulmuştu... Eşinin
televizyonu basması hocamda orijinal fikirlerin oluşmasına neden oldu.....
Abdurrahman Hocam, bağımsız bağlantısız milletvekili seçilebilseydi, ERKEK
SIĞINMA EVİ açacaktı... Eşinden dayak yiyen erkeklerin sığınma evinde galiba en
çokta kendisi kalacaktı.... Bir süre sonra programı yapan arkadaşla bana bir
mektup geldi... Boztaş’ ın tüm kirli çamaşırlarını ortaya döküyordu... Onun
yaptığı yanlışları, hataları bir bir anlatıyordu... Tabi, onu en iyi kim tanır?.
Mektubu Boztaş’ a vermedik... Böylece Abdurrahman Boztaş ailesinin yuvasını
dağılmaktan kurtardık...
....
HER BAYAN ONUN İÇİN KESİN SEVDA
DIR...
Boztaş merkezli yaşayan gazeteciler olarak bir araya geldiğimizde, aklımıza hemen hocam gelir...
-Ne
yapalım, ne yapalım?
-Bitişik
odadaki dahili telefondan Boztaş’ ı bir arayalım ... Neşemizi bulalım...deriz...
O günde yine aramızda bulunan bir Bayan arkadaşın SEVDA olmasını, onun rolünü
oynamasını rica ettik... İş yerindeki dahili Telefonu verip Boztaş ı arattık,
Sevgilisi
SEVDA olarak 15-20 dakika telefonla işletti..
-Nasıl
seçim kampanyası yapıyorsun? Ayıp değil mi ?
Biraz fırça
atınca, morali birden bozuldu, SEVDA’ yı çok sevdiği için;
-Benim işim
var... Sevda, ben seni daha sonra arayacağım, diye telefonu kapattı...
Sevdaya
telefonda bile kötü söz söyleyemeyen Boztaş, odada bulunanlardan çıkarttı
sinirini... Sonra bağıra çağıra, yeri göğe indirerek binayı terk etti...
....
SEVDA DEVLET HASTANESİNDE...
Bir kebapçıda oturuyoruz... Aramızda bulunan bayan
arkadaş, yine Sevda rolünü üstlendi... Bir iki metre uzağında oturan
Abdurrahman Boztaş’ a mesaj çekti ...
-Sevgilim...
Ankesörlü telefonun yanına git ve benden
mesaj bekle, dedi...
Boztaş
koşarak hemen belirtilen ankesörlü telefonun yanına gitti...
Sevda
rolündeki bayan arkadaş daha önceden numarasını bildiği ankesörlü telefonu
çaldırdı; Boztaş hemen kaldırdı ;
-Sevgilim,
ben şu anda kaza yaptım seni biraz sonra yine arayacağım...
-Tamam, diye
Boztaş telefonun yanında beklemeye başladı...
Bu sırada
bir yurttaş, ankesörlü telefonu kullanmak için yaklaşırken; Boztaş telefonun
üstüne abandı;
-Git
kardeşim... Git buradan, diye nasıl bağırdı...
Adam biraz
daha ısrar etti, Boztaş aynı feryat figan ile;
-Telefon
arızalı dedim sana, diye dişlerini sıkıp adamın üstüne yürüyünce, telefondan
vazgeçen kişi kaçarak canını zor kurtardı...
Bir süre
sonra Sevda rolü yapan hanımefendi çok yakınında bulunduğu ankesörlü telefonun bir daha çaldırdı...
-Sevgilim,
şu anda kaza geçirdim… Devlet hastanesinin acilindeyim,acilen oraya gel, dedi...
Boztaş, az
önce oturduğu masadaki çantasını, kaparak kimseyle vedalaşmadan devlet
hastanesine doğru gitti... Yanındaki masadan,
....
SEVDAYA PARA GEREK...
Abdurrahman
Boztaş’ a çalıştığı yerel televizyon para ödemiyordu... Kendisi de çok sevdiği
ekranlarda boy göstermek için sesini çıkartmıyordu... Boztaş bir gün
Televizyonda otururken; Sevda rolünü üstlenen orada çalışan bayan muhabir Abdurrahman ı yandaki odadan, dahili
telefondan aradı...
-Aşkım, dedi...
Annem çok hasta bana acil olarak 300 YTL para gerekli... Bu konuda yardımcı olabilir
misin acaba?
Boztaş,
-Hemen
aşkım, dedi...
Telefonu
kapatıp doğruca televizyondaki
yöneticinin karşısına dikildi;
-Bana para
gerek... Çok acil... Bir yakınım hastanede yatıyor...
Olayları
bilen, yerel televizyon yöneticisi ;
-Tamam... Ne
kadar gerekli?
-300 YTL...
-Hemen
arkadaşın gelsin ödeme yapayım...
Boztaş, olmayan
Sevda yı cep telefonuyla aradı;
-Hemen gel,
televizyon ödeme yapacak... İstersen birlikte televizyonda buluşalım...
-Olmaz
aşkım... Ben tek gelirim… Sonra elin adamı ne der, dedikodu yapılmasına gönlüm
razı olmaz... Senin zor duruma düşmeni asla kabul edemem, dedi...
10 dakika
sonra Boztaş’ ı bitişikteki odadan, dahili telefonla arayan, Sevda rolünü
oynayan arkadaş ;
-Tamam
aşkım...300 YTL ödediler, diye telefon açtı...
Boztaş
sevincinden havalara zıplıyordu...
....
SEVDA DAYAĞI...
Abdurrahman
hocam için yaşamının en önemli kişi hayali
aşkı SEVDA dır...
Sevda yurt
dışı bağlantılıdır..
Sevda gizli haber alma teşkilatında ajandır...
Sevda derin
devlette görev yapar...
Sevda
Amerika da gezer...
Sevda her
yerde her şeydir...
Sevda
Telefon açar; Abdurrahman Boztaş Diyarbakır’ a gider..
Sevda
telefon açar Mersin de randevu verir Boztaş oraya gider...
Hakkari,
Siirt, Karadeniz, sevda aklına gelen her yerde Abdurrahman’ a randevu verir,
hocam oralara koşa koşa gider ama,Sevda bir türlü oralara kendisi gitmez... Randevularına
gitme konusunu asla ihmal etmez Boztaş koşarak, topuğu poposuna değerek gider, Sevda
gelmeyince de üzüntülü biçimde döner gelir...
Yine Sevda rolünü oynayan, yanındaki arkadaşı hocaya, iki
metre öteden cep telefonuyla mesaj
çekti...
-Boztaş ben
Sevda otogarda bekliyorum, dedi...
Boztaş’ a
cep telefonundan mesajı çeken kişi onu
bir gurup arkadaşları olarak otogara götürdük...Tabi Sevda yine ortada yoktu...
Sevda
olarak randevu veren Arkadaşları olarak,
hocamın saflıklarını göstereceği senaryolar üretip günlük stresimizi
atıyorduk... Yeşilevler, Fevzipaşa
Mahallesi’nde dolaşırlarken rast gele bir
ev gösterdik ;
-İşte Sevda
nın evi burası...
Boztaş
ertesi gün kocaman bir tepsi baklava yaptırıp, Sevda’ yı babasından istemeye
eve gitti.. .Kapıyı çaldı, kapıda iki tane genç delikanlı belirdi;
-Hacı baba
evde mi? dedi...
-Hacı baba
kim? Öyle birisi yok, dediler...
Boztaş
ısrar etti ;
-Burası
Sevda nın evi değil mi? Benim sevgilim olur kendisi...
Delikanlıların
kız kardeşinin adının da Selda olduğu için onlar SEVDA’ yı , Selda anlamasınlar
mı?
-Ne
yapacaksın lan sen bizim kız kardeşimizi?
-Allahın
emri Peygamberin kavliyle, kendime isteyeceğim, deyince, delikanlılar Abdurrahman Boztaş eşek sudan gelene kadar
dövdüler...
Daha sonra
öldürmeye karar verdiler; ama araya giren aşiretler, Boztaş’ ın, durumunu
anlattılar falan da, ölümden döndü... Ama Boztaş Sevdasın dan hala vazgeçmedi,
ömrünün sonuna kadar da vazgeçeceğe benzemiyor...
....
SEVDANIN YAKINLARI SIKIYOR...
Abdurrahman
Boztaş la Atatürk Caddesinde gündüz yürüyoruz...
Yeni takım
elbise almış , beyaz paltosu , siyah
gözlükleri , yumurta topuklu , sivri burunlu kunduralarıyla artist gibi
yürüyordu....
Aklıma yeni
bir senaryo geldi ; birden feryat ederek
hocamı uyardım ;
-Hocam
yaaaat yaaaat!!!!Sıkıyorlar....
Mevsim kış
üç günden beri yağmur yağmış her taraf çamur ; hocam kendisini öyle bir yere attı ki , takım elbisesi falan çamurlara bulandı... Ağlamaklı
bir ses tonuyla ;
-Ne oldu
yahu ?Kim sıkıyor ?
-Sevda nın
yakınları , akrabaları taradılar...
-Başını
kollarının arasına almış , bağırıyor ;
-Gittiler
mi ? Geçti mi ?
Bu kadar da
saftır hocam...Takım elbisesi , paltosu , kaşkolu perişan oldu...Onların
temizleme parasını da ben verdim , hocam gıcır gıcır oldu...Ben de az problem
değilim yani...
....
‘ SEVDADAN VAZGEÇMESEN ÖLDÜRÜRÜM...’
Abdurrahman
Boztaş, ben, bir arkadaş daha var yanımızda; Pozantı’ ya, kar görmeye ve mangal
yapmaya gidiyoruz... Arkadaşımla daha önce, senaryo yazdık... Arkadaşım benim duymadığım şekilde Boztaş’ a;
-Bak
..demiş... Bu arkadaşın yılan çıktı... Koynunda yılan beslemişsin....
Utanmadan senin aşkın, sevgilin Sevdaya asılıyor... Böyle
dostluk olur mu?
Gülek
yaylasına geldik ;
-Haydi
çuvallara kar dolduralım, diye aracımızdan aşağıya indik...
Kar topuyla
vura vura hocamı kıvama getirdik...
Arkadaşımda
da silah varmış; Boztaş görmeden
şarjörünü çıkartıp bana verdi;
Çuvala kar
doldururken, tabancayı da Abdurrahman
Boztaş a verdi.... Hocam arkamdan yanaştı, içi boş silahı kafama dayadı;
haykırarak beni tehdit etti;
-Sevda dan
vazgeç... Yılan gibi arkadaş çıktın.... Onun peşini bırak ... Yoksa seni öldürürüm...
Katilin olurum... Sevda’ yı elimden hiç kimse alamaz....
Arkadaşımda
arkadan kıs kıs gülüyor... Ellerimi havaya kaldırdım geri dönüp, silahı elinden
aldım... Avucumdaki şarjörü sürüp havaya 5-6 el ateş etmeye başladım...
Karların arasında yuvarlanıyor; başını ellerinin arasına almış çocuklar gibi
bas bas bağırıyor;
-Ben ettim
sen etme... Kurban olayım... Sen çok iyi bir arkadaşsın... Ayaklarının altını
öpeyim sen etme, diye saatlerce yalvardı hoca... Yani hocam böyle birisi...
Kendisinin
istediği ve anladığı frekanstan konuşmaya devam ediyoruz...
...
SEVDA YA 100 KONTÖR
Dilberler
Sekisinde oturuyoruz; Sevda nın telefon numarası diye kullanılan telefonda
yanımızdaki arkadaşın telefonu... Arkadaşım ellerini masanın altına indirdi; cep
telefonundan karşımızda oturan Boztaş a
mesaj çekti;
-Aşkım,
seni seviyorum... Nasılsın?
Bu elektrik
çarpmış gibi oldu, hemen mesajı okudu... Halbuki mesaj yanımızda oturan
arkadaşın telefondan, Sevda diye gönderdiği mesajdı...
-Benim
kontörüm bitti....100 Kontör gönderir misin?
Anında,
mesajla 100 kontörü Sevda ya gönderdi... Kontur Sevda’ nın bildiği telefon olan,
Boztaş’ ın karşısındaki arkadaşımın telefonuna geldi... Abdurrahman Hocam, aslında kimseye bir kuruş
harcamaz...Herkesten otlanır, ama, parasını
sadece ve sadece Sevda için harcar... Onun dışında kimse ondan kuruş
yararlanamaz...
....
SEVDA NIN SEVGİLİSİ ARIYOR...
Abdurrahman
Boztaş ın hayali sevgilisi Sevda olur da, Sevda nın hayali sevgilisi olmaz mı? Boztaş
hocama cep telefonundan bir geldi;
-Ayağını
denk al... Sevda dan uzak dur.. O benim sevgilim.... Ayaklarını kırarım
senin... Sevda benim aşkım ben cep telefonu şirketinde çalışıyorum... Senin
telefonunu buldum, hattını iptal edeceğim... Türkiye deki hiçbir cep telefonu
şebekesinden telefon alma ve konuşma şansın olmayacak... Hoca sinirlendi,
küfürler savuruyor, kıpkırmızı oldu;
Hemen
kendisini gizli servis görevlisi derin devletten üst düzey gizli devlet yetkili
birisi olarak tanıdığı arkadaşından yardım istedi;
-Sevda nın
sevgilisi diye birisi aradı… Özel bir
telefon şirketinde çalışıyormuş...
Benim Sevda ile görüşmemi engellemeye çalışıyor... Onu
öldüreceğim... Duvara çivileyeceğim... Sözde gizli servis görevlisi rolündeki
arkadaşı;
-Hocam,
rahat ol, biz gerekeni yaparız... Sen sakinleş ben gerekli olanı yapacağım...
Kalbin falan duracak, dediyse de Hocayı ikna edemedi.... Küfürler savurarak o
günden beri morali bozuk şekilde dolaşıyor... Bu senaryomuz hala devam ediyor...
...
SEVDA DA GİZLİ TEŞKİLATTAN...
Boztaş’ ın
hayali sevgilisi her türlü kılığa giriyor... Bir defa gizli haber alma
teşkilatında görev yapmaktadır... Derin devletin en güçlü en başarılı
elemanıdır... Bazen de çeşitli firmalara girer üst düzey yöneticisi olarak
çalışır... Dünyanın her tarafına operasyon ajanı olarak katılır... Türk filmlerindeki
gibi, hayati kurtarma operasyonlarında kahramanlıklar gösterir... Sonra da
Boztaş hocamı arar;
-Aşkım ben
İstanbul’ dayım..
-İsviçre
den arıyorum...
-Ben Ceyhan
dayım ,
-Şanlıurfa
dayım gel bekliyorum, der.. Boztaş ta tıkır tıkır gider ama her defasında da
eli boş döner... Bir gün de;
-Ben
Karakolda yım aşkım...Gel beni kurtar, dedi...
Boztaş,
kamerasını taktığı gibi belirtilen karakola gitti... Ne Sevda vardı, ne de
karakolda suçlu vardı...
-Sevda
burada mı? dedi...
Karakolda
görevlilerde;
-Hayır,
öyle birisi yok yanıtını verdiler...
Boztaş ın
ısrarlı, bunaltıcı soruları ve Sevda yı araması nedeniyle; polis memurları da, inanılmaz zor anlar yaşadılar.... Gazeteci
nin aradığı kızın isminin Sevda olması tele
kız düşüncesini akıllarına getirdiler... Ama kamerası olduğu, gazeteci kimliği
taşıdığı için de bir hayli sıkıntı yaşadı polisler... Ne yapacaklarını şaşırmışlardı...
Zaten Sevda da bir düş ürünüydü...
-Yok
kardeşim... Sevda Mevda yok burada...
Boztaş
inanmadı; karakolun çevresini dolaşıp, pencerelerden içeriyi saatlerce gözlemledi, gözlemledi...
Bu Sırada
Sevda dan mesaj geldi;
-Aşkım
İncirlikteyim... Buraya gelir misin?
Boztaş
İncirlikteyken;
-Balcalı’ya
gel, dedi...
Balcalı’dayken,
-İsviçre deyim;
dönüşte görüşürüz, dedi...
Sevda’ yı
bir günlük izleme rekorunu kırdı o gün hoca ama, epeyce de yorulmuştu... Biz
sadece gülüyor, gülüyor, kahkahalarla kendimizden geçiyorduk…
....
SEVDANIN BABASINI KURTARDI....
Üç dört
kişi otururken Boztaş’ a yeni bir senaryo yazmayı düşündük... Sevda’ nın babası
rolünü üstlenen dördüncü kişiye telefonla arattık...
-Abdurrahman
Yavrum, ben sevda nın babası HACI BABANIM....
-Ooo Buyur
HACI Baba emret...
-Yavrum,
beni emniyet müdürlüğünde göz altında tutuyorlar... Bir yardımcı ol... Bir
yanlışlık oldu galiba gel beni kurtar, dedi...
Boztaş;
-Emredersin
babacığım, hemen gereken yerlere telefon açacağım... Sen merak etme,
kurtaracağım...dedi...
Boztaş ım
durur mu ; kendisini gizli servis
görevlisi olarak tanıtan arkadaşını arayıp durumu anlattı ,
-Abdurrahman
Hocam , sen kafanı yorma...İşi hallederim...
Telefonumu bekle, dedi...
Ama, hocamın
çırpınmasını biz yakın planda kahkahalar atarak gözlemliyoruz; bir taraftan da hepimiz
katıla katıla gülüyoruz... Derin devlet diye bildiği bir kişiyi aradı...
-Hacı babam
gözaltında... Bu konuda yardımcı olur musun? dedi...
Hacı Baba rolündeki
arkadaş 20 dakika kadar sonra cep telefonuyla Boztaş’ı yeniden aradı;
-Sağ ol
yavrum... Sayende özgürlüğüme kavuştum... Zaten bir yanlışlık olmuştu...
Gizli
servis görevlisi rolünü oynayan arkadaşı da telefon açtı;
-Hocam,
işini hallettim.. Nasıl memnun oldun mu ?
-Sağ ol, dedi...
Oysa ne
Hacı Baba vardı, ne gizli servis görevlisi, ne göz altına alınmıştı kimse, ne
de kurtarılmıştı... Kısa metrajlı bir BOZTAŞ
filmi herkesi o an için güldürmüş, stresleri alıp götürmüştü o kadar...
....
KIL DÖNMESİ HİKAYE
SEVDA İLE KARŞILAŞACAK...
Abdurrahman hocam, SSK
Hastanesine kıl dönmesi nedeniyle ameliyat olmak için yattı... Aslında kıl
dönmesi hikaye; asıl amacı hastanede Sevda ile karşılaşmak... Çünkü Onun da
hastanede yattığını bir türlü öğrenmişti.... Yattığının 2. gün 100 dolar verip
sarışın bir kadın bulduk... SEVDA rolünü oynamayı kabul etti... Sevda,
Abdurrahman hocamın hayalindeki gibi sarı saçlı mavi gözlü bir kadındı... Ev
yemekleri yaptırdım... Otomobilimin arkasına koydum, Sevda da ile bunları
Boztaş ı SSK Hastanesinin bahçesinde buluşturdum... Saat 23; 00 e kadar sohbet
ettiler...
-Eh artık
bize müsaade... Sevda Hanımın da uykusu gelmiştir, .diye biz otomobilimize
binip ayrıldık, Boztaş da yukarıdaki odasına çıktı...
Nasıl
yağmur yağıyor; nasıl soğuk hava anlatamam... Biz eve gittik saat 02: 00 kapı çaldı...
Baktık ki; hastanedeki pijamalarıyla Boztaş Hocam evin kapısında, sular gibi
olmuş...
-Buyur
hocam...
-Sevda
nerede?
Aslında
sarışın kadına, Sevda rolünü tam olarak oynadığı için 100 dolarını ödeyip dörtyolda
bıraktık... Zaten hayat kadınıydı... Ama hocanın rüyasını bozmamak için;
-Ses
çıkartma... Bitişik odada uyuyor... Çok yorulmuş... Seni görünce çok
heyecanlanmış, dedik...
Boztaş
elektrik çarpmış gibi yerinde duramıyor... Gözlerini odanın kapısından
ayırmıyor... Neredeyse kalkıp kapıyı açıp içeriye girecek, Sevda nın üstüne
atlayacaktı... Ama Sevda yoktu... Ne yapalım, ne yapalım dedik;
Lambaları
söndürdük, elektrikler kesilir gibi yaptık; kapılar açıldı, kapandı, 3-4 dakika
karanlık oldu... Sonra yeniden yaktık;
-Sevda
gitmiş... Boztaş Hocam... Senin burada olduğunu bilseydi gitmezdi, dedim...
Ziyapaşa
Bulvarında, o bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında; beyaz
çoraplarıyla; bir o tarafa, bir bu tarafa koşup, yağmurun-soğuğun içinde, olmayan
Sevda’ yı saatlerce aradı...
....
“BACIMI NASIL ÜZERSİN ?”
Turizm haftası etkinlikleri
nedeniyle 3-4 otobüslük konvoyla Kozan,
Feke, Saimbeyli, Tufanbeyli yönüne bir gezi düzenlenmişti... Otobüs Vali
yardımcısı başta olmak üzere çok sayıda üst düzey bürokratlar, sivil toplum
örgütlerinin liderleri, gazeteciler, televizyon ekipleri, politikacılar bulunuyordu… Sevda olarak diğer otobüsteki
Boztaş’ı cep telefonumla aradım;
-Aşkım
otobüsü durdur... Otomobille arkadan geliyorum... Senin yanına oturmak, seninle
birlikte tarihi ve doğal güzellikleri izlemek gezmek istiyorum...
Boztaş
hemen koşarak otobüsteki vali yardımcısının yanına gitti;
-Gelen var,
lütfen otobüsü durduralım....
Vali
yardımcısı da;
-Olmaaaz...
Zaman kaybederiz... Konvoydan koparız, dedi itiraz etti...
Bir telefon
daha açtım; doğu şiveli bir delikanlı olarak bastım hocama fırçamı;
-Sen bacımı
nasıl üzersin? Otobüsü neden durdurmadın? Sana vereceğim cezayı kendi ellerinle
seç... Silah mı bıçak mı istersin? Seç istediğini... Adana da artık yaşaman
olanaksız...Ya ölümü, ya Adana yı seçeceksin... Biraz hakaret, biraz küfür
ettim... Boztaş gün boyu yaşadığı stres yüzünden sık sık bayıldı... Zor
ayılttık... Bir kaç hafta sokağa çıkmadı korkusundan, başka zaman bağlasam
durmayacak hocam gece gündüz yanımdaydı...
....
BALIKLI GÖL MACERASI...
Her zaman
söylediğim gibi sevgili Boztaş hocam cep telefonu denilen teknoloji aletinin
kurbanıdır... Gece yarısına doğru cep telefonuna bir mesaj geldi...
-Malum
şahıs seni Şanlıurfa da bekliyor...
Adres falan
bile sormaya gerek görmeden tüm hazırlıklarını yaparak yola çıktı... Doğru
Merkez Otogara gitti... Biletini alıp sabaha karşı kente ulaştı... Şanlıurfa
nın ünlü Balıklı Gölü kenarında iki gün iki gece aralıksız dolaştı...
-Ne gelen
vardı, ne de giden ...
Gözleri hep
aşkını, ebedi aşkı Sevda yı aradı... Her kadını ona benzetti, şarkılar söyledi,
şiirler mırıldandı kendi kendine... Zamanın nasıl geçtiğinin bile bilincinde
değildi...
Şanlıurfa
dayken başka bir mesaj daha geldi;
-Aşkım
Adana dayım...
Hoca Adana
ya döndü... Hayali aşkı Sevda’ dan
kurtulmadığı sürece daha çok felakete uğrayacaktır...Benden
söylemesi....
....
HOCANIN SAHTESİ...
Amacımız hocamı o gün için ekmekti; o gün görüşmedik, ertesi gün geldi
hocam...
-Hocam sen
akşam Tarsus’ ta değil miydin ?
-Haydi beni
ektiniz..Haydi haydi....
-Aman hocam
yapma… Yemin ederim seni ekmedik; dün akşam beni siyah bir araba Tarsus a
götürdü... Masada sen vardın... Birlikte
oturduk ya anımsamadın mı? Hem de üstünde dünkü kıyafetin vardı... Emin olmak
için nüfus cüzdanını istedim gösterdin.... Boztaş hemen senaryodaki rolünü
üstleniverdi;
-Hiç sorma
gardaş, bir hafta önce nüfus cüzdanımı yitirdim... Kimliklerimi kaybettim... Hemen
yenisini çıkarttırdım.... Demek ki benim kopyamı yapmışlar... Kaybettiğim
kimliğimi ve diğer evraklarımı
kullanıyor...
Tamamen
inandı ; hemen Sevda yı aradı ;
-Neredesin
beni arayıp sormuyorsun? Seni çok özledim... Gözlerimde tüttün...Ne zaman
görüşeceğiz ? Sevda da rolünü oynayan
arkadaşta rolünü iyi yaptı;
-Hayatım
aşk olsun yarım saat önce birlikte değimliydik.... Lokantada bana yemekler
ısmarlamadın mı? Hatta getirdiğin kırmızı güller şu anda elimde... Hayalimde
sen varsın, seni yaşatıyorum... Aşkım yarım saat önce görüştük ya sen benimle
dalga mı geçiyorsun?
Hocam iyice
şaşırdı; Sevda’ yı gayet ciddi ve sert biçimde
uyardı;
-Sakın
haaa... O Abdurrahman ben değilim; O
adamın kim olduğunu biliyorum... Senin görev yaptığın derin devlet benim
sahtemi yapmış... Sakın inanma, onunla bir yerlere çıkma....
Boztaş ın
bir ay boyunca sahte mi – gerçek mi olduğunu tartıştık...Gelen Boztaş hocama
dokunuyordu;
-Sahte
misin? Gerçek misin?
-Bu
Abdurrahman sahte mi, gerçek mi? diye her yerine dokundular...
Boztaş,
kendince hemen bir çözüm buldu; çok samimi olduğu her arkadaşına şifreler verdi... Şifreyi bilen ve söyleyenlerle gerçek
Boztaş olarak konuştu... Diğerlerine önem vermedi ve aramadı... Arayanlarla da
konuşmadı... İşte hocam böyle birisi...
....
SEVDANIN ONAYINI HEP ALIR...
Boztaş
hocanın ;
Gizli Haber
alma teşkilatlarında, Milli Savunma Bakanlığında, İçişleri Bakanlığında,
Genel Kurmay da, Kültür ve Turizm Bakanlığında sadece
kendisinin tanıdığı çok üst düzeyde görev yapan yakınları – akrabaları –
arkadaşları – dostları vardır... Bir yerlere aday mı olacak?
Hemen arayıp, onların fikrini alır... Bir konuda basın
toplantısı mı yapacak? Ankara dan bilgi alır, izin alır... Ama asıl onayı SEVDA’
nın cep telefonuyla gönderdiği mesajdan alır... Sevda, yani olmayan sevgilisi(
Ki o gün kim Sevda rolünü kim oynuyorsa odur... Bir gazeteci, bir televizyon
program yapımcısı, bir belediye çalışanı, bir tablacı...) son onayı verir...
Sevda nın
onay vermediği hiçbir konuda adımını bile atmaz...
Zaman zaman
yanlış onaylar verse de Sevda onun için dünyadaki tek varlığıdır...
...
SEVDANIN SELAMI VAR; SİGARA AL...
Abdurrahman
Boztaş, artık sevda konusunda son derece dikkatli davranıyor...
Hatta onu kendisine bir kazanç kapısı yapmaya çalışıyor... Geçenlerde
yanıma geldi; gizemli bir şekilde, alaycı biçimde gülümseyerek; benimle dalga
geçerek;
-Sevda sana
telefon açtı mı? dedi..
-Hayır...Açmadı...
-Abdurrahman
Boztaş hoca ya , aşkıma 2 paket sigara al demedi mi? Kebabını yedir demedi mi?
-Demedi ama,
Boztaş sigara sana feda olsun, dedim hemen iki paket sigarasını aldım.. Kebabını
yedirdim....
Sevda’ nın
selamıyla işi bitirmeyi de öğrendi hocam... Bakalım,bu işi nereye kadar götürecek?
...
DERİN DEVLETTEN BİR KIZ SEVDİM ADI;
SEVDA...
Irak ta Adana
‘lı bir kuyumcu kaçırılmıştı, bir operasyonla kurtarılması gerekiyordu... Derin
Devletin bu konuda girişimleri olduğu kamuoyu tarafından da yakından biliniyordu... Saat 24.00 bir arkadaşın evinde
oturuyoruz... Boztaş hastalandı;
-Hastayım ,
beni hastaneye götür, dedi...
Hocanın
sağlığı bizim için son derece önemlidir; hepimiz onun sağlıklı ve neşeli olması
için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz... Numune Hastanesine götürürken hocaya
bir mesaj geldi ;
-Senin kan
gurubun ARH POZİTİF miydi?
-Evet...
-Hemen Balcalı Hastanesine gel kan ver, diyordu mesaj...
Zaten biz
de Numune Hastanesine yaklaştık....
Boztaş
yatağa yattı kan verdi, bir torba kan verdi...
Hemşire
Hanım; şaşkın,
-Bu kanı ne
yapacağız?
Boztaş
hocam;
-Balcalı’ya
götürün... Orada kan bekleyen Sevda isimli birisi var...
Hemşire
itiraz etti ;
-Kardeşim,
bu kanı biz oraya gönderemeyiz....
Güya, Sevda,
derin devlet ajanı olarak Irak taki kuyumcunun kurtarılması operasyonuna
katılmıştı ve çatışmada yaralanmıştı... Balcalı Hastanesine sevk edilmişti... Öyle
bir zehirli kurşun yemişti ki, bir türlü iyileşemiyordu... Sadece ve sadece Abdurrahman
Boztaş’ ın kanı kurtarabilirdi Sevda’ yı.....
Hemşire,
bize;
-Bu kanı ne
yapalım kardeşim?
Kulağına
eğilip ,
-Çöpe atın,
dedim...
Boztaş
hocam bir hafta boyunca Numune Hastanesi, Balcalı arasında gidip geldi...Sevda ‘sını
aradı, bulamadı... Daha sonra bir mesaj daha geldi;
-Sevda,
Ankara asker hastanesine kaldırıldı...
Boztaş
hocam herkese yalvarıyordu;
-Beni ne olur
Ankara ya götürün.... Yalvarırım Ankara ya götürün...
-Oğlum,
benzin parasını ver götürelim diyenlerle bir daha da konuşmadı...
Tüm bu
olayların olduğu günlerde, Boztaş a bir mesaj daha geldi;
-Enişte,
başın sağ olsun... Sevda’ nın kardeşiyim... Ablam hakkın rahmetine kavuştu... Allah
sabır versin...
Boztaş
hocam kendisini yerden yere atıp başladı ağlamaya; nasıl ağlıyor, nasıl göz
yaşları döküyor anlatmak olanaksız.... Saatlerce ağladı... Göz yaşları sel olup
aktı… Birkaç saat sonra ikinci bir mesaj ;
-Aşkım ben
iyiyim... Kardeşim şaka yaptı, mesajı geldi...
Boztaş
hocanın yüzünde güller açtı... Sevinçten çılgına dönmüştü.... Sevda için sevinçten
herkese sigara ikram etti... Lokum alıp dağıttı... Bir saat sonra yeniden bir
mesaj geldi…
-SEVDA
HAKKIN RAHMETİNE KAVUŞTU...
O günlerde
de fuar yapılıyordu; sivil toplum örgütünün başkanı Sevda’ ya mevlit okuttu; 5
bin kişilik lahmacun dağıttı... Fuarda dağıtılan lahmacunlar, Boztaş’ a göre
Sevda’ nın ruhu için dağıtılmış oldu.... Bu olaydan günler sonra başka bir
tartışma daha başladı ;
-Hocam, sen
Sevda ‘ya kanını verdin... Kan kardeş oldun... Artık nikah düşmez..
Boztaş
hemen İl Müftülüğüne gidip, sordu;
-Hayır... Nikah yapabilirsin... Hiç bir sakınca yok
fetvasını alıp rahatladı...
Karşı görüşte
olan başka bir gurup ise;
-Hocam,
artık sevda senin kardeşindir evlenemezsin iddialarını bu günde sürdürmeye
devam ediyorlar... Sevda yı bulursa hala nikah yapacağını söylüyor hoca....
....
SEVDA ORADAN KAÇ...
Sevda
rolündeki bayan gazeteci arkadaş Boztaş hocamı telefonla aradı;
-Aşkım
Boztaş’ ım, aşkım, çok sevdiğin şu arkadaşın beni yemeğe davet ediyor ne dersin?Gidersem
ne olur? Gitmeme izin veriyor musun?
Boztaş
feryat figan etti, telefondan haykırması kulağıma kadar geldi ;
-Sevda kaç
oradan çabuk kaaaaç!!!O adam ırz düşmanı... Ahlaksız, tecavüzcü... Bırak yemek
yemeyi, suyunu bile içme… Coca colan’ a ilaç koyar sana kötülük yapar...
Sevda ısrar
etti;
-Ama aşkım,
çok ısrar ediyor…
-Sevda sana
oradan uzaklaş dedim... Beni seviyorsan gitme... Gidersen de ölümü gör...
Boztaş
hocam ne yapsa da Sevda yemek davetini geri çeviremedi... Ertesi gün Boztaş işyerimin önüne geldi,
bağırıp çağırıyor ;
-Sen
bitiiiin!!!!Sen artık bir cesetsin!!!!
-Sen
öldüüüün!!!! Adana yı terk et!!!
Neyse,
araya adamlar girdi, işyerime zarar vermesini önlediler... Çalıştığı yerel
televizyona çıktı, penceresi de benim işyerime bakıyor... Bu kez pencereden
bağırıp, çağırmaya başladı...
-Adana
ikimize dar geliyoooor!!!
-Defoooool...
Sen artık bir cesetsin... Sen kendini ölmüş biiiill!!
Aradan iki
saat geçti, sadece gülümseyerek izlediğim Boztaş, bu kez işyerimin kapısına
geldi, bana saldırdı... Üstüme yürüdü... Bir kez daha hamle yaptı... Ben de üstüne
üstüne yürümeye başlayınca bu kez korktu... Yerel televizyon elemanlarından iki
kişi Boztaş hocamı zor zapt etti... Zor güç otomobile bindirip gönderdiler... Boztaş,
bu konu yüzünden de 40 yıllık dostluğumuzu, arkadaşlığımızı bitirdi... Ortada
ne Sevda var, ne yemeğe çıkma var; sadece arkadaşlarının oynadığı bir oyunda
Boztaş, olayı gerçek sanıp kusursuz
biçimde tepki gösterdi...
....
30 GÜN TERAVİH
Boztaş
hocamın 7 Yıllık hayali aşkı olan Sevda yla ilgili yaşadığı olayların sonu asla
gelmez... Boztaş kış mevsimine rastlayan
Ramazan Ayı boyunca; kafasına
fes giyip, merkez caminin ortasında 30 gün teravih namazı kıldı... Neymiş
efendim; kadınların namaz kıldığı bölümdeki Sevda kendisini oradan
görüyormuş... Hacı babası izin vermediği
için Boztaş’ ı sadece Merkez camindeki Teravih namazı sırasında uzaktan görüp
mutlu oluyormuş... Yağmurda, soğukta, kış kıyamette, Boztaş hocam üstünde
şalvar, kırmızı gömlek, siyah yelek ve başında Fes ile 30 gün camiye geldi... Boztaş
camiden çıkıp bir gün benim işyerime geldi...
Muzip
Boztaş hayranları , bu kez benim iş yerime telefonlarını programlamışlar... 30
saniyede bir telefon çaldı , Boztaş hocam koşarak gelip açtı...Ses yok... 30
Saniye sonra bir daha çaldı , Boztaş
hocam telefonun üstüne abandı , ses yok... Ben gittim telefonu Boztaş ın elinden almak istedim ;
-Duuur!!
Diye azarladı....
-Yahu,
belki senin sesini beğenmiyorlar... Ben konuşayım... Burası benim işyerim ve bu
telefon da bana ait, dedim...
-Yok
olmaz... Telefonu kimseye vermem...
Sevda evinden arıyor, babası
gelince geri kapatıyor... Beni az önce merkez camide teravih namazı kılarken
gördü, şimdi de sesimi duymak için arıyor...
Telefon
30-40 defa çaldı, Boztaş hepsinde koşarak açtı ama hiç birisinden de Sevda nın
sesini duyamadı... Arayanlar ise her zamanki Boztaş merkezli yaşayan, yeni
senaryolar yazıp rollerini kusursuz
oynayan çevresindeki arkadaşlarıydı... Ama o görmüyor, görmek istemiyor,
kendisi de bize göre rol yapıyordu…
....
LEYLA AŞKIMI KISKANMA...
Boztaş’ ı
bir gün yolda gören gazeteci meslektaşı Leyla;
-Abi,
vallahi billahi Sevda diye birisi yok... Sevda rolünü ben oynuyorum, seni
telefondan şaka olsun diye Sevda rolü yaparak ben arıyorum.... Seni
kızdırıyorum... Kusura bakma, özür dilerim, şu ölümlü dünyada beni bağışlamanı rica
ediyorum, dedi...
Boztaş,
öksürdü, boğazını temizledi, dik dik Leyla ya baktı;
-Bana bak
Leyla, sende mi aşkımı kıskandın? Herkesten beklerdim de, senden bunu asla beklemezdim...
Leyla neye
uğradığını şaşırdı, her ikisi de aksi yönde yollarına devam ettiler...
....
ZENCİYE SENİ TERCİH ETTİM...
7 yıllık
hayali aşkı Sevda’ ya bir türlü
ulaşamayan Boztaş hocaya, bir gün yine, cep telefonu geldi; konuşan Sevda’ dan
başkası değildi...
-Aşkım ben
Amerika’ya geldim...
-Hoş geldin
aşkım... Seni çok özledim... Ne zaman buluşacağız?
-Aşkım
istediğin zaman buluşuruz ama benim sana anlatmak istediğim bir konu var... Seni
ne kadar çok sevdiğimi bilmeni istediğim bir konuyu anlatmak istiyorum...
-Nedir
aşkım dinliyorum?
-Amerika da
zenci bir arkadaşım vardı... Gel gitme Sevda, seni prensesler gibi yaşatırım
dedi... Günlerce, aylarca yalvardı.... Ama ben gönül terazimin bir tarafına
seni, diğer tarafına Amerikalı zenciyi
koydum... Senin sevgin, senin aşkın senin karizman zenciden daha
da ağır bastı.... Amerikalıyı senin için derk ettim...Kendimi sana
saklıyorum.... Boztaş hocam , neredeyse bayılıp kendinden geçti...
.....
SEVDA MOSKOVA DAN ARADI...
Sevda Boztaş’ ı ( güya )Moskova’
dan aradı; oysa bitişik odadaki dahili telefondan gazeteci bayan muhabir arıyordu...
-Aşkım seni
çok özledim… Şu anda neredeyim haydi bil?
-Bilmiyorum
ama sana artık dayanamıyorum? Ne zaman görüşeceğiz?Artık tahammülüm kalmadı...
-Aşkım ben
şu anda Moskova dayım... Gizli bir görev için buraya geldim.. Senin tanıdığın
Teyzemin kızı var, onu da yanımda
getirdim... Birkaç gün tatil yaptık;
Moskova çok güzel hoşumuza gitti... Teyzemin kızı, ben olmasam, nasıl gelecekti de, nasıl buralarda tatil olanağı
bulacaktı?
Boztaş
öfkelendi ;
-Nee?
Teyzenin kızı mı? Şu kız, tanıyorum onu.... Sevda seni benden kıskanıyor o
Teyzenin kızı... Beni, biricik aşkını senin elinden almaya çalışıyor...
-Aşkım
inanmıyorum... Seni ben seviyorum, Teyzemin kızı değil... İki dünya bir araya
gelse senin saçının teline değişmem...
Boztaş,
daha yumuşak ve temkinli biçimde;
-Sen bana
inan, senin taparcasına sevdiğin beni senin elinden almak istiyor... Ona sakın
güvenme.. Bir an önce Türkiye ye dön, hasret sona ersin.... Boztaş, burada
teyzenin kızına küfrü basıyor...
....
BİTİŞİK ODADAN SEVDA ROLÜ YAPIP
İSTANBUL A ÇAĞIRDIM...
Sevda 7
yıllık sadece hayali aşkı olan Boztaş’ ı cepten aradı ;
-İsviçre
deki gizli bir operasyondan başarıyla çıktık... Artık Türkiye ye geldim...
Aşkım, şu anda ben İstanbul Taksim deki THE MARMARA oteldeyim... Gece gündüz
hayalimde tek sen varsın.. .Ama sen önce kendi olanaklarınla İstanbul’a gel... Ben
seni Haydarpaşa Gar’ ında karşılarım...
Boztaş
hocam çok sevindi; havalara uçtu sevda rolünü oynayan bir kişi olarak kendi
kendime de gülüyordum; Boztaş, çok sevindi,
-Tamam
aşkım, biraz sonra Adana’dan trenle İstanbul’ a hareket ediyorum....
Haydarpaşa Garında buluşuruz...
Ama,
cebinde parası yok, ne yapıp edip benim çağırdığım İstanbul’ a da gelmek
istiyor... Neyse hayırsever bir belediye
basın danışmanı da ona sadece gidiş parası vermiş... Boztaş trene bindiği an;
ben de başarılı operasyondan sonra layık görüldüğüm ve hak ettiğim ödül olarak KUZEY
KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’ ne tatile gittim... Boztaş İstanbul’ a gelmiş... Ama ben
KKTC de tatildeyim... Üstelik cep telefonum uluslar arası konuşmalara açık
olmadığı için ben ona, o da bana ulaşamadı... Kıbrıs dönüşü, Boztaş’ la
yolda bu kez gerçek kimliğimle
karşılaştım...Sesim Sevda, kendim bir insanım...
-Ne oldu
abi? Hani sevda seni İstanbul a çağırmıştı... Buluşamadınız mı?
-Sorma; beni
İstanbul da Haydarpaşa garında karşılayacaktı kızcağız... Ama ben yola
çıktığımda o KKTC ye gitmek zorunda kalmış… Beni karşılayamadı... İstanbul da
param da bitti: üç gün üç gece Haydarpaşa Garında yatıp kalktım... Sokak
çocukları ve bitli adamların arasında yaşadım, her tarafım bitlerle doldu....
-Yazık
olmuş abi, sana yapılır mı bu yahu dedim..
Boztaş
hocam, zafer kazanmış komutan edasıyla ;
-Aşkım
Sevda’ya helal olsun... O her şeye değer...
....
HASTANEDEN KAÇIRTTIM...
Sevda olarak Cep telefonundan Abdurrahman Boztaş ı
aradım ;
-Aşkım şu
anda Avrupa dayım...Herkes senden söz ediyor...Tüm gazetelerin
manşetindesin...Tüm televizyonlar seni gösteriyor...NUH un gemisini bulma
haberin dünyada patladı... Seninle gurur duyuyorum ; sen muhteşemsin aşkım...
Şu anda neredesin ?
-Sevdacığım
, belimde bir sorun olduğu için şu anda
hastanede yatıyorum...Bel fıtığından galiba ameliyat olacağım...
-Aşkım
sakın haaa..Türkiye de hiçbir hastanede ameliyat olma...Ben seni Avrupa daki hastanelerde
, başında bekleyerek ameliyat ettiririm...Türkiye de ameliyat olursan onlar bel fıtığı ameliyatı bahanesiyle senin
beyin suyunu alacaklar , sendeki tüm gizli bilgilere ulaşacaklar...
Boztaş
korktu ; ses tonundan paniklediğini anladım...
-Ne , ne
dedin ? Sevda bunu gerçekten yaparlar mı ? Beyin suyumu alıp , tüm açık ve gizli bilgilerime ulaşabilirler mi ?
-Sevda
zaten ben de şüpheleniyordum...Hemen toparlanıp buradan kaçıyorum...
Boztaş
böylece benim telefonumun ardından birkaç saniyede toparlanıp hastaneden apar-topar kaçıp gitti...
....
SAÇLARINI KAZITTIRDIM...
Boztaş’ı Sevda olarak yeniden aradım;
-Aşkım
Avrupa dan dönüyorum... 09:30 uçağıyla Adana da olacağım... Beni karşılar mısın?
-Sevda
senin için hayatımı vermeye hazırım... Ne demek karşılar mısın? Hemen
geliyorum...
-Yalnız
aşkım senden bir ricam var... Ben ünlü şovmen Cem Yılmaz hayranıyım; saçlarını
kazıtmış ve tam bir Cem Yılmaz görüntüsüyle karşılamanı rica ediyorum... Çünkü
o kazınmış saçlarıyla çok seksi görünüyor... Sen de saçlarını tıpkı Cem Yılmaz
gibi kazıtıp beni karşıla tamam mı?
-Tamam
aşkım... Hemen saçımı kazıtıp hava alanına geliyorum, dedi...
Önce
saçlarını usturaya verdirmiş; Cem Yılmaz gibi olmuş... Sonra da havaalanına
sabahleyin erkenden gelip 24 saat boyunca inen kalkan tüm uçaklarda hayali
sevgilisi Sevda ‘yı aramış ama tabi ki bulamamış...
....
SEVGİLİLER GÜNÜ RİCAMI YAPTI AMA YİNE EVLENEMEDİK......
Sevgililer
gününe bir gün kala SEVDA olarak yine cep telefonundan aradım...
-Aşkım,
yarın sevgililer günü öyle bir şey yapalım ki; hem bu günümüzü kutlayalım, hem
de biraz para kazanalım; sonra nişanlanır evleniriz...
-Ne
istersen ona yaparım Sevda, dedi...
-Ne yapalım?
-Ne yapalım?
-Aklıma
geldi aşkım; sevgililer günü nedeniyle yurttaşların görüşünü alan bir
televizyon programı yapalım... Kaseti satarız, büyük paralar kazanırız… Sonra
da evleniriz...
-Harika bir
düşünce Sevda... Sen harikasın...
-Aşkım
yalnız; siyah şalvar, beyaz gömlek, kırmızı yelek, papyon kravat, kafana da bir fes giy... Tam
Adanalılar gibi olmanı, tarihteki atalarımızı canlandırmanı rica ediyorum...
Boztaş,
Sevda’sını kırar mı?
Aynı tarif ettiğim
biçimde giyinip röportaj yapmaya başladı... Kılığına kıyafetine bakanlar onunun
uzattığı mikrofona asla konuşmuyor.... Önce hocamın fesini çaldılar...Sonra
birisi;
-Sen benim
sevgilimle dalga mı geçiyorsun diye saldırdı...
Boztaş’ la
bu kişi kapışırken, sarhoş birisi de olayı gerçek sanıp araya girip ayırmaya
çalıştı...
-Deli misin
yavrum sen? diyenler...
-Defol git
lan, diyenler...
-Üstüne
yürüyenler, tekme atanlar...
-Soytarı
mısın sen lan? diyenler...
Ancak kaset
hala elimizde duruyor... Satın alacak hiçbir televizyon kanalı bulamadık... Bu
konuda biraz üzüntülüyüm...
.....
ADANA TELEVİZYONLARINDAKİ PARALI İLK
PROGRAMI BOZTAŞ’ IN...
Sevgili hocam daha önce ulusal
ve yerel pek çok televizyon programına katıldı, konu ve konuk oldu; çeşitli
programlar yaptı... Ama hiç birisinden cebine bir kuruş para girmedi... Hocamla
Adana televizyonlarında ilk defa para vererek program yapmaya karar verdim...
Ama, kendilerine direkt söylesem yanıtı biliyorum ;
-Ben çok
ünlüyüm, Türkiye de beni herkes tanıyor, vermeyi düşündüğünüz bu parayı kabul
etmem, diyecekti...
O nedenle;
Boztaş’ ı en iyi tanıyan ve anahtar olan
kişinin yanına gittim;o da Sevda ya arattırdı...
Hayali
aşkı, asla kavuşamayacağı rüyadaki sevgilisi Sevda şöyle dedi;
-Aşkım,
sana yakında bir yerel televizyondan program teklifi yapılacak, aşkımızın
sürmesi için lütfen kabul et...
Boztaş
hocam, Sevda nın emirlerine karşı gelebilir mi?
-Tamam
aşkım, sen ne dersen o olsun... Ama Şelaleyi unutma, dedi...
-Unutur
muyum aşkım? O hayal beni dünyaya ve yaşama bağlıyor, dedi...
Bir gün
sonra hocama teklifi götürdüm; hocam benim Sevda hanımla konuştuğumu bilmiyordu...
Pazarlık payını daha da çok arttırmak, benden daha çok para kopartmak için
itiraz etti...
-Olmaaaz...
Böyle bir teklifle nasıl gelirsin? Bana teklif ettiğin parayla bu işi
yapamam... Beni Türkiye tanıyor ...
Halbuki
hocam; bu güne kadar program yaptığı, ya
da konuk olduğu hiçbir televizyondan, hiçbir kuruş bile almadı, hocama para
vermediler... Hatta bu konuda bir senaryo yazıldı; Sevda kanalıyla hocama para
ödenmiş gibi falan yapıldı... Zaten bu kitapta o bölüm de bulunuyor... Hocam
teklifimi geri çevirince, bir kez daha kilit isime gittim... Sevda ikinci kez
telefon açtı;
-Aşkım hani
kabul edecektin... Neden kabul etmedin... Beni kırma, aşkımızın büyümesi için
lütfen bu teklifi kabul et aşkım... Verecekleri para da kötü değil... Şu ana
kadar alamadıklarının acısını birazcık olsun böylece çıkartırsın...
-Peki
aşkım, dedi...
Program
başına vereceğimiz parayı kabul etti 6, program çektik... Çekilmeyen programlar
içinde parasını tıkır tıkır aldı... Farklı konseptte bir program düşündüğüm
için; hocamla yaptığım programa son vermem gerekiyordu... Şunu söylemek
istiyorum; hocama özel televizyonculuk tarihinde, Adana da ilk ve tek parası
peşin ödenerek yapılan programdır... Ama Boztaş hocam, kıymetimizi anlamadı...
.Bundan sonra da yolu açık olsun… Kendisi bilir…
BOZTAŞ IN DİĞER ÖZELLİKLERİ...
Boztaş
hocam kar topuna benzer; bir toplantıda
Boztaş’la ilgili çıkacak tek bir söz; diğerlerinin de bu konudaki görüşlerini
ortaya koymasıyla büyür, büyür kocaman bir çığa dönüşür... O bir maldır; ama
kamuya mal olmuş bir maldır... Herkes Boztaş’ ı eğip büker; bu hakka
sahiptir... Hatta olmayan konuları da ona mal edebilir… O bir mikroptur; İnsan
kanına zerk edilen; kaşıntı, grip, aids, yapmayan; yararlı ve güldürerek
öldürebilen bir mikroptur... O bir termometredir; çok gergin, stres altında bulunanları
rahatlatıp, öfkesinin derecesini düşürür... Hiç gülmeyen insanları güldürüp
vücut kimyasını olumsuzdan olumluya çevirir...
....
SEVDA İÇİN ADLİYEYE GELDİ...
Adliyede
görev yapan muhabir arkadaşlarla canımız Abdurrahman Boztaş’ ı görmek biraz eğlenmek, biraz onun dahice
fikirlerinden yararlanmak istedik... Bir gazeteci;
-Ben
istersem hemen getirtirim, dedi…
Diğeri ;
-Hadi
canım, dedi..
Öteki
arkadaş ;
-Bak
görürsün, bekle, dedi...
Bayan
arkadaşa telefonumuzu verdik;
-Sevda
rolünü oynayacaksın... Aşkım Adliyedeyim, tutuklanmak üzereyim; senin gibi
büyük bir kişi beni ancak kurtarabilir diyeceksin.... Gerisine karışma, dedik...
-Tamam, dedi
bayan gazeteci...
Boztaş’ ı
cep telefonundan aradık; bayan arkadaşım rolünü çok güzel oynadı... Biraz
bekledik; bir süre sonra tüm gazeteciler saklandık; Boztaş birkaç dakika sonra;
ajan gibi giydiği beyaz pardösü, top sakal, siyah gözlükleriyle koridorun
sonunda belirdi... Hepimiz aynı anda fotograflarını çekmeye, kamerayla görüntü
almak için hocanın üstüne hücum ettik...
-Hayırdır..
Ne oluyor lan? diye şaşırdı... Geri geri gitmeye kalktı....
-Senin ne
işin var hocam?
-Geçerken
uğradım.... Bir arkadaşa bakacaktım...
Ama hoca,
fıldır fırdır gözlerle Sevda yı arıyor...
-Hocam
yavuklun olduğunu söyleyen ve
fotografını çekmemizi istemeyen bir bayan tutuklandı...
-Yapmayın...
Arkadaşlar lütfen onun fotograflarını kullanmayın...O benim kız arkadaşım....
-Tamam
hocam , senin şerefin var ...Ama birkaç gazeteci arkadaş gitti... Onlar fotoğrafları
İstanbul’ a göndermiştir... Biz kullanmayız...
Boztaş, o
gazetenin hemen Adana şefini falan aradı... Adliyeden ayrılırken de , sadece
bizim duyacağımız şekilde;
-Arkadaşlar,
bu iş aşk meselesi... Devlet sırrı meselesidir...
...
SEVDA BİTMEZ...
Boztaş
hocamın hayali aşkı Sevda dizisi
kesinlikle çekilmelidir... Ben inanıyorum ki hocamın Sevda aşkı mezara
kadar asla bitmeyecektir... Sevda
telefon açtı ;
-Aşkıııım...
Seni şalvarlı, fesli görmek istiyorum... Büyükşehir Belediyesinin karşısındaki
kaldırımda ne olur benim için şalvar
giyip, fes takı, giyinip tur atar mısın? Hacı babam yanına gelmeme izin
vermiyor... Ben seni Büyükşehir Belediyesinin bir penceresinden izleyeceğim..
Sana olan hasretim ancak o zaman biter...
-Emrin olur
Sevda... Senin için yapamayacağım şey yoktur... Senin için ölürüm, dedi...
Bir hafta
boyunca, Atatürk Caddesindeki Büyükşehir Belediyesinin karşı kaldırımında;
Sevda nın aşkına başında fes, üzerinde kırmızı gömlek, siyah şalvar, yelek olduğu
halde penguenler gibi belediyenin karşısında olta attı.... Neymiş Sevda, kendisini uzaktan izliyormuş... Arkadaşlar,
bu kez senaryoyu da başarılı biçimde
uygulamaya koymuşlardı o kadar...
....
SAKIN GÖSTERME...
Abdurrahman
Boztaş’ ı tanımamış olmak; bu çağda yaşayan her Adana’ lı için büyük bir
kayıptır... Başka ifadeyle, Boztaş hocamla bir anınız yoksa siz asla Adanalı sayılmazsınız...
Boztaş hocam, gördüğü her sarı saçlı, mavi gözlü kadını SEVDA sanır... Benim
cep telefonumun ekranında Sarı saçlı ,
mavi gözlü bir fotomodel fotografı vardı... Henüz Sevda’sıyla buluşmamış,
karşılaşmamış olan Boztaş’ a , telefonumun ekranındaki bayanı gösterdim ;
-İşte sana
Sevda... Senin sevgilin olan Sevda nın fotografını çekip telefonumun ekranına
yerleştirdim.. Bunu arkadaşlarıma göstereceğim, deyince, kalktı üstüme
yürüdü...
-Sakın...Sakın
gösterme!!!
Bana
tehditler savurdu; inanılmaz öfkelendi... Biraz daha ısrar etsem bana
yumruklarını falan da sallayacaktı... Neyse Sevda sandığı sarı saçlı mavi gözlü
bayanın fotografını kimseye göstermeyerek hocamın hışmından kurtulmanın
mutluluğunu yaşıyorum...
...
SEDAYLA YÜZLEŞME ...
Boztaş
hocamın hayalinde yaşadığı ve yaşattığı Sevda aşkını bütün boyutlarıyla ilgimi
çekiyordu... Ben de onun bu yanını bildiğim için; önce kendi telefonuma mavi
Gül Sevda diye arkadaşımın telefonunu kayıt
ettim... Boztaş hocamla aynı masada yanımızda oturan arkadaşımın telefonla beni
aramasının işaretini verdim.... Arkadaşım telefonu çaldırdı; benim telefonumun ekranın
da ;
-MAVİ GÜL
SEVDA...yazısı çıktı...
Telefonu
hocama gösterdim;
-Boztaş
hocam kusura bakma; Sevda beni arıyor... Onunla görüşmem gerekir... Senin aşık
olduğun Sevda benim de arkadaşım...Çok güzel bir hanımefendi...Beni çok
seviyor...
Senin arkadaşın olduğunu bilmediğim için kendisiyle arkadaş
oldum... Beni affet, dedim..
Hoca
inanmadı ;
-Hadi canım
sende, dedi...
-İşte
telefonla arayan Sevda, dedim...Arkadaşıma bir daha işaret ettim, telefonumu
yine çaldırdı; ekranda;
-Mavi Gül
Sevda, yazısı göründü...
Baktı telefona;
-Evet...Maalesef,
diye büyük hayal kırıklığı yaşadı...
Ben
telefonda hocamı kızdıracak biçimde
sözler söyleyerek başladım konuşmaya;
-Boztaş’ ı
boş ver... O artık yaşlandı.... Ben daha yakışıklıyım... Daha zenginim... Onu
bırak... Artık birlikteyiz, dünya umurumda değil...
Boztaş
hocam dili tutulmuş olarak, heykel gibi konuşmamızı dinledi....Telefon
kapatırken de;
-Tamam
Sevda’cığım... Bir saat sonra Dörtyola gel orada buluşalım, dedim...
Hocama da;
inanmıyorsan sende gel yanımda bulun... Sevda ile yüzleş... Hangimizi isterse
onunla arkadaş olsun...
Hava nasıl
sıcak nasıl sıcak; hocam, tükenmiş bitmiş
ağlar bir ses tonuyla; yaz sıcağında peşime takıldı... Dörtyol ağzında
bir ağacın altında Sevda ‘yı beklemeye başladık....Oysa, ne Sevda var; ne Mevda
var... Amaç hocamla biraz olsun eğlenmek... Sonra bir telefon çaldı ;
-Evet
canım...Geliyorum...dedim...
Hanımın kent
merkezindeki işyerine doğru ben önde
Boztaş arkada yürümeye başladık... İşyerine önce ben girdim; eşim olan işyeri
sahibine dedim ki;
-Eşim
olduğunu sakın söyleme... Ne dersem onu yap, dedim..
Boztaş
hocamı takdim ettim; ama hocam yıkılmış, tükenmiş ihanete uğramış bir aşık
olarak perişan olmuştu... Burnunu sıksan canı çıkacak derler ya o şekilde
yıkkın biçimde Sevda ile yüzleşmek için geldiği eşimin dükkanında akşama kadar
bekledi…
Ne Sevda
vardı; ne de Mevda...
Amaç
hocamın saflığının boyutlarını ölçmekti...
....
LOKANTAYA BİZDEN ÖNCE GİTTİ...
Bir
arkadaşım, Sevda için yeni bir senaryo
üretti... Boztaş’ ın da duyabileceği bir şekilde arkadaşım bana şöyle dedi ki;
-Az
sonra Sevda ile Büyük lokanta da
buluşacağım... Beni otomobilinle lokantaya
bırakabilir misin ?
-Hay hay, dedim..
Konuşmalarımızı
da
....
SEVDA BU HASRET BİTSİN ARTIK...
İzmir den kız arkadaşım, Adana
ya Tüyap Fuar ve Kongre merkezindeki etkinliklere görevli geldi... Fuarın
açılışı yapılırken; kız arkadaşıma Boztaş’ ı anlattım... Cep telefonumu da özel
numaraya ayarladım....
-Bir Sevda
senaryosu uygulayalım, sende mutlu ol, ben de mutlu olayım, dedim...
Bayan
arkadaşım kırar mı?
-Aşkım
nasılsın? Gözlerimde tütüyorsun ...
Boztaş, bir
yandan kulağını kapatarak yüksek sesle yayınlanan müziğin etkisinden kurtulmak
istiyor, bir yandan da, Sevda’yı bulmuş ki;
-Aşkım... Aşkım...
Ben de özledim... İnan her an hayalinde yaşıyorum... Gözlerimde tütüyorsun öyle
özledim ki.... Ama şu anda sesin yeterli gelmiyor... Şu anda ortam müsait
değil...
Boztaş,
elektrik çarpmış gibi garip garip hareketler yapıyordu; bir yandan da müziğin sesinden rahatsız oluyor, hem de
Sevda nın sesini dinleyerek Mutlu oluyordu... Sevda rolünü üstlenen İzmirli
Bayar arkadaşıma son olarak şöyle dedi;
-Aşkım,
canım, bir tanecik Sevdam, bana yüzünü göster, artık dayanamıyorum... Artık bu
hasret bir an önce bitsin... Dayanamayacağım, senin sevdandan ölüyorum...
O sırada
kız arkadaşım görevinin başına dönmek zorundaydı;
-Hoşça kal
aşkım, diye telefonu kapattı...
...
ABDURRAHMAN BOZTAŞ TEKNOLOJİNİN
ESİRİ...
Kıymetli hocam Abdurrahman Boztaş teknolojinin esiridir denilebilir... Başına
ne geliyorsa; çağın teknolojisi olan cep
telefonundan internetten geliyor... Aslında, Abdurrahman Boztaş’ ın kendisinde
yaratıcılık falan yok... Ortada duran bir maden gibi, saf, temiz ve çok verimli ve işletilmeye yüzde yüz
en uygun insan isimli bir maden; biz senaryo yazıp işliyoruz o da karşılık verince
ortaya böyle espriler, güzellikler,
uygulamamız gereken sınırsız senaryolar ortaya çıkıyor...
Örneğin; hocam
internette tek başına iskambil
oynuyordu... Ana bilgisayardan, önüne bir makyajlı manken fotografı
gönderdim...
-Ben
Sevdayım, aşkım nasılsın? dedim...
Boztaş
elektrik çarpmış gibi sağa sola çaktırmadan, Sevda ile buluşmanın heyecanını
yaşadı... Yeniden sordum;
-Beni
seviyor musun aşkım?
Boztaş;
-Canımı
vermeye hazırım... Ne istersen yaparım, dedi...
-Ne kadar
seviyorsun? Elinle göster bakalım?
Kollarını açtı;
-Bana sarıl
o zaman...
Boztaş,
televizyonun üzerinde duran kameraya sarıldı..
-Başına
benim için limon suyu döker misin?dedim...
Garsondan
hemen limon suyu istedi;
-Şimdi saçına
sür bakalım göreyim seni, dedim...
Saçına,
başına limon suyu sürdü...
-Başına
benim için ketçap döker misin aşkım? Benim
için neler yapabileceğini bir görmek istiyorum... Bana olan aşkının boyutunu
ispat etmelisin, dedim...
Garsondan
hemen ketçap istedi, saçına başına ketçap döktü... Sevgili Abdurrahman Boztaş
aslında teknolojinin kurbanı durumunda... Çaresi de yok; gelen her cep telefonu
mesajına ayet gibi inanan Boztaş hocamın başına daha çok şeyler gelecektir,
bunu engellemeye de kimsenin gücü yetmez...
....
BOZTAŞ IN TESBİHİ...
Esas
mesleği elektrik teknisyenliği olan Abdurrahman Boztaş’ ın elinden her iş
gelir... Son zamanlarda tesbih imal ediyor... Öyle ki, porselen taşlar üzerine gümüş kakma ile ürettiği tesbihler çok
kaliteli... Elinde iki tane tesbihi var; birisini Ankara’ ya gittiğinde
milletvekillerinin aldığını söylüyor... Öteki tespihini ise gözü gibi
saklıyor... Kahvede otururken, Boztaş’a yine bir senaryo yazalım dedik... Bir
arkadaşa;
-Boztaş
hocam, tespihini verir misin? Çok hoşuma gitti de dedik...
Hocam;
-Olmaaaz...
Bir tane tespihim kaldı, bunu kimseye veremem... Milletvekilleri istese de
veremem, dedi...
İki dakika
sonra arkadaşı yine gönderdik Boztaş;
-Olmaaaz…
Bu benim tek tespihim... Gökten inse kimseye veremem, dedi...
2-3 dakika sonra başka birini gönderdik;
-Hocam tespihin
çok güzelmiş...Bana verir misin? dedi...
Boztaş
kızdı; bir kişi daha, bir kişi daha, 5 - 6 kişi 10-15 dakikada tespihine talip
olunca; kahveden kalkıp bağırarak çağırarak gitti;
-Adamı
rahat bırakmıyorsunuz beee? Başlarım sizin gözlüğünüze....
Arkadaş giden Boztaş’a arkadan seslendi ;
-Hocam ünlü
olmak, herkesin seni tanıması kolay değil...
Boztaş, bir
daha o kahvehaneye gidip oturmadı...
...
ŞIRDAN DOLMASI
Tüm Adana lılar şırdan dolması
sever... Tabi ki Boztaş hocamın da sevdiğini herkes bilir... Hocamın bir
iddiası şöyle;
-Şirden
dolması kalın tarafından yenmeye
başlanırsa daha bereketli olur, daha doyurucu olur, daha çok vitamin verir...
İnsana güç, enerji verir, azgın boğa haline getirir... Cinsel gücünü tavanlara
çıkartır... İnce yerinden yemeye başlamak, şirdanın tüm sihrini bozar ve
bereketsiz olur, insan yediğinin bile bilincine varmaz… Doyduğunu asla
anlayamaz.... Vücuda hiçbir yararı olmaz, olamaz...
Boztaş
hocamın bu konudaki başka bir iddiasına gelince;
Şirdan
dolmasını şişman tarafından yemeye başlayan insan melek olur uçar... Görünmez
kanatlar takar; bu kanatlar sayesinde, istediği maddi–manevi her türlü
zenginliğe ulaşır... Bu olay da
anlatıyor ve kanıtlıyor ki; SEVDA’ ya belki de bir şirdan dolması yediği sırada
tutulmuştur hocam... Muhabbetleri bol olsun...
....
ABDURRAHMAN BOZTAŞ A İŞ TEKLİFİ...
Abdurrahman Boztaş’ın cep
telefonu borcundan dolayı kapandı… Herkes
hocamı inanılmaz biçimde özledi; ama telefonu kapalı; bulmak olanaksız…
Ev telefonlarına da çıkmıyor; ne yapalım, ne yapalım, onu bulup biraz stresimizi atmayı
düşünürken, birden aklıma, ulusal bir televizyon kanalı genel yayın yönetmeni
olarak iş teklifinde bulunmaya karar verdim... Hemen evini aradım; eşi açtı
telefonu
-Abdurrahman
Boztaş’ ın evi mi ?
-Evet, buyurun...
-İstanbul dan,
star televizyonu genel yayın yönetmeniyim... Kendisiyle görüşebilir miyim?
Bir süre
sessizlik oldu, Boztaş, zor bela telefona geldi...
-Boztaş,
biz Adana da büro açacağız... Başına da seni getirmeyi düşünüyoruz... Kabul
eder misin?
-Ekibimi
kurmama izin verirseniz olur...
-Peki senin
paran da yoktur... Yarın İş Bankası Atatürk caddesi şubesine 300 milyon
gönderiyorum... Git al, işe başla, dedim...
Sevinçten
dört köşe oldu Boztaş... Ertesi gün , bankanın yanındaki kahvehanede otururken,
Abdurrahman Boztaş birden ayağa fırladı;
-Benim işim
var arkadaşlar...
Bir türlü
işinin ne olduğunu söylemiyor... Ama kendisine iş teklif eden kişi olarak, ne
yapacağını, nasıl davranacağını, bizleri nasıl ekeceğini adım adım
izliyorum....
-Biz de
seninle geliyoruz..
-Yok gelmeyin...Ben
giderim, falan dedi...
Ama bizden
kurtuluş yoktu... Peşine takıldık,
doğruca adresini verdiğim bankaya gitti, görevlilere sordu, böyle bir havalenin
gelmediğini öğrenince bankadaki sıraları tekmelemeye başladı... Müşterilerle
kavgaya tutuştu... Boztaş’ı yatıştırıncaya kadar çok büyük sıkıntı çektik... Telefonlarımıza
çıkmayan, ama çok sevdiğimiz Abdurrahman’ ı görmenin başka yolu da yoktu...
Kendisi etti, kendisi buldu... Bizden bu kadar uzak kalmamalıydı...
...
ANNESİNİN EVİNİ BULAMADI...
Turgut Özal
Hükümetinin ünlü Tarım Bakanı Lütfullah Kayalar, Japonlarla, Sabancıların ortak
ürettikleri çekirdeksiz karpuz tanıtımına gelmişti... Törende Abdurrahman Boztaş ın doğup büyüdüğü, halen
annesinin oturduğu Seyhan’ a bağlı ÇAPUTÇU Köyünde gerçekleştirilecekti... Gazeteciler
olarak iki saat önceden gidip, Abdurrahman’ ın doğduğu, büyüdüğü evi girmek
istedik...
-Boztaş
hadi, bize doğduğun köyü-evinizi göster... Annenle tanıştır... Merak ediyoruz, dedik...
İçinde 20-30
gazetecinin bulunduğu minibüs 35-40 haneli ÇAPUTÇU KÖYÜ’ ndeki tüm evlerin
önünden defalarca geçmemize karşılık, Boztaş kendi evini bulup gösteremedi...
Saatler
boyunca geçtiğimiz defalarca önlerinden geçtiğimiz hemen her sokaktaki insanlar
bize garip garip baktı... Ama Abdurrahman Boztaş, Annesinin evini, kendi doğup
büyüdüğü evi bulamadı.... Bakan bey geldi, tören yapıldı ve biz gazetelerimize
döndük... Boztaş la ilgili en önemli notumu o zaman verdim.... Boztaş gerçekten
Boztaş’tı…
....
SALAVAT GETİR...
Turizm
haftası etkinlikleri çerçevesinde Kültür Müdürlüğünün organize ettiği üç otobüsle Karaisalı, Çatalan, Feke, Tufanbeyli
bölgelerini geziyorduk... Bir ara otobüsümüzden bir feryat yükseldi...
-Durun
durun...
Herkes
şaşırdı...
-Abdurrahman
Boztaş kalp krizi geçiyor...
Otobüs
durdu, hepimiz aşağıya indik... Abdurrahman Boztaş, otobüsün kapısındaki
merdiveninin basamaklarına oturmuş... Rengi sapsarı... Titriyor... Neredeyse
öldü ölecekti... Bu sırada, otobüste bulunan bir doktor müdahale etmek istedi
ama dağın başındayız hiçbir tıbbi araç – gereç yoktu... Boztaş, hiç
duraksamadan, hemen sigarasını çıkarttı, herkesin gözü önünde, kalp krizi
geçirirken, sigarasını tüttürmeye başladı...
-Boztaş sen
ne yapıyorsun? Oğlum Salavat getirsene...Belki öteki tarafa gideceksin...Hakkın
rahmetine kavuşacaksın bari cennete gidersin... Salavat getir diyenlere...
-Boşveeer, şeklinde
el işareti yaptı... Sigarasını bitirdi, rengi normale döndü, otobüse herkesten
önce bindi... Yolumuza devam ettik.... Kim bilir, belki de Azrail Boztaş’ ın bu
mutlu gününde canını almaya kıyamamıştı, sevenlerine bir kez daha
bağışlamıştı...
ABD BAŞKANMI CLİNTON ARKADAŞIM...
Abdurrahman
hocamı görünce, herkesin düşünce
konusundaki yaratıcılık sınırları
sonsuzlaşır... Herkes her konuda inanılmaz, uçuk , delicenin de ötesinde abuk
subuk fikirler ortaya atar... Sokakta Boztaş’ın kafasına zarflar atılır ama o
hepsini alır,a çır cevap verir…
Örneğin ;
-Ben dün
gece ay’ a gittim, desem
Boztaş hocam da anında yanıt verir...
-Ben de
geçen hafta oradaydım… Bir sıcak, bir sıcaktı... Ama ay’ dan dünya muhteşem
görünüyordu der... Geçenlerde Boztaş yine çalıştığım televizyona gelmişti...
-Amerika
Başkanı BİLL CLİNTON arkadaşınmış, diye bir zarf attım...
Hiç
tereddüt etmeden ,
-Evet... Hatta
ben ona CLİS derim... O da bana MR.BOZTAŞ..
der... Aynı mahallede büyüdük... Ona resim yapmayı
öğrettim... Kerata Amerikan Başkanı olunca hareketleri değişti.... Neyse bu
günlerde aramız gayet iyi... Beni her gördüğünde halimi hatırımı sorar... Bende
ona CLİŞ’ ciğim diye hitap ederim... Aramızda sevgi saygı hiç eksik
olmamıştır...Kocaman Amerikan başkanı, beni haftada, hatta bazen her gün arayıp
halimi hatırımı sorması az şey mi? Bu tüm Adana lılar için onur ve gurur
kaynağı olmalıdır...
....
130 BİN OYUMU ÇALDILAR...
22 Temmuz
2007 seçimlerinde Abdurrahman Boztaş bağımsız, bağlantısız aday olmuştu...
-Bu tekere
çomak sokmayın...
-Biz
fırıldak değiliz, sloganları kullanmış; hatta temiz siyaset için hamam da basın
toplantısı düzenlemişti... Hamamda üzerine bir damla bile su sürmeden yani yıkanmadan,
gazetecilere poz verdikten sonra da giyinip çıkmıştı...
Eşeğe
binerek Adana çarşılarında dolaşmış, bu görüntüleriyle, ulusal televizyonların
hemen hepsinde canlı yayınlara katılmıştı... Seçimler yapılıp oy sayımı
sonucunda kendisine 3 oy çıktığı belirlendi... Bu üç oyu kimin verdiği hala
araştırılıyor... Ama bir arkadaşı;
-Boztaş,
senin 130 bin oyunu başka partiye aktardılar, diye zarf atınca olan oldu....
Sabahtan
akşama kadar gezdiği yüzlerce yerde, görüştüğü konuştuğu yüzlerce kişiye ısrarla ;
-Benim 130
bin oyum çalındı, yaygarası yaptı...
Gittiği her
yerde, ağlamaklı bir ses tonu ve yüzüyle;
-130 bin
oyumu çaldılar, diye yakındı durdu...
Ama atı
alan Üsküdar ı geçmişti...
-Gelecek
seçimde sandıklara sahip çıkacağım... diye seçim gezilerine bu günden başladı
bile...
Hatırlatma,
130 bin olduğunu iddia ettiği oylarının sayısı bir sokak ötede 145 bine, bu günlerde 283 bine çıktı... Her geçen dakika,
çalındığını iddia ettiği oyların sayısı otomatiğe bağlı olarak artıyor... Gelecek
seçime kadar milyarı falan bulursa şaşmamak gerekir...
...
DERİN DEVLET OLARAK TALİMATLARIMI UYGULATTIRDIM....
Bağımsız
bağlantısız milletvekili adayı olan Boztaş ın sloganı;
-Biz
fırıldak değiliz...
-Bu tekere
çomak sokmayın, şeklindeydi...
Herkes
Boztaş’ la kafa buluyordu... Ben de bu konudan nasiplenmek, hocamla biraz
eğlenmek istedim... Bakalım senaryomda nasıl bir rol alacak, nasıl oynayacaktı?
Cep telefonumdan aradım; doğu şivesiyle ses tonumu değiştirerek tehdit ederek konuştum;
-Sen bizim
liderimize söz söylüyormuşsun... Sen bizden misin, yoksa karşı taraftan mısın?
Sen derin devlettensen yandın bittin... Seni kurşuna dizeceğim, dedim... Boztaş
heyecanlandı, ne diyeceğini şaşırdı, kekeleyerek
-Yok
kardeşim, dedi hocam… Ben ne sizinle, ne de liderinizle ilgilenmiyorum....
Ama ses
tonundan biraz da korktuğunu anladım... 24 saat içinde kararını vermesini hangi tarafta olduğunu açıklamasını emrettim
telefonu kapattım... 15 dakika sonra da
Abdurrahman hocamı ikinci kez bu defa da derin devletten birisi olarak
aradım;
-Ben Ahmet bizim arkadaşlar senin telefonunu
dinlemeye aldılar...Tehdit falan edilmiyormuşsun...Telefonun arkadaşlarım 24 saat dinlemeye aldık.... Seni takip
ediyoruz ve de koruyoruz.... Sen bizim adamımızsın..
Hocam yine
şaşırdı; ben inandırıcı, emredici ve biraz da komutan edasıyla sürdürdüm
talimatlarımı;
-Devlet
senin arkanda... Kimseden korkma... Ben
bir hafta süreyle sana talimat vereceğim; bu talimatları kusursuz ve eksiksiz
uygulayacaksın..
-Tamam
Ahmet Bey, dedi...
Ben Boztaş
biraz rahatlamıştı sanki; ben seçime bir hafta kala hocama günlük olarak
talimatlar verdim....
-Bu gün
beyaz gömlek, siyah şalvar, kırmızı şapka giyeceksin...
-Bu gün
Arap Şeyhi gibi giyin...
-Bu gün
eşeğe bineceksin...
Hoca
dediğim her şeyi yaptı;
-Eşeğe
binmem , binemem, deyince, bunu bir fırçaladım... Kabul etmek zorunda kaldı....
Televizyon kameramanlarının, gazetecilerin olduğu eşekli tören düzenlemeyi
kabul etti... Hatta televizyonlarda eşekle giderken cep telefonuyla
konuşuyordu... O zaman ben kendisine talimat veriyordum... Eşeği Çakmak
caddesinden süreceksin... Eşekle Dörtyol ağzına kadar gel... Tüm güvenlik
önlemleri alındı, şeklinde sık sık talimat verdim...
Bir tek
deve bulamadık, bulsaydık deveye de bindirecektim hocamı... Verdiğim
talimatları günü gününe uyguladı...
-Ahmet Bey,
size hayatımı borçluyum... Sayenizde terör örgütü bana zarar veremedi, dedi...
Hocamı
takibe alan derin devletten Ahmet olarak; hocamı takip etmeye devam ettim... Seçim
gecesi Beyaz Şov da, saat 22 civarında Doğan Haber Ajansı’ndan gelen bilgilere
göre... Hocama 590 oy çıkmıştı.... Hocam bir gün sonra İlçe seçim kuruluna
gitti;170 oy aldığı söylendi kendisine...
-Nerede
benim oylarım? diye merak ediyor...
Bu konuda
şüphelendiği bazı kişiler var; oylarını alıp başka tarafa aktarmışlar; ama
Ahmet Bey olarak benim bunda parmağın yok... Buradan hocama itiraf ediyorum...
....
‘’KURTLAR VADİSİNDEKİ POLAT A RESİM
YAPMAYI BEN ÖĞRETTİM...’’
Boztaş bir
gün çalıştığım televizyona geldi, uzun uzun sohbet ettikten sonra aklıma cinlik
geldi... Bakalım hocam nasıl karşılık verecekti?
-Hayırlı
olsun Boztaş... Kurtlar Vadisi’ nde Polat Alemdar ‘la birlikte başrol
oynayacakmışsın, diye zarf attım...
Boztaş
sevindi, yüzü güldü, rahatladı, arkasına yaslandı...
-Önemli
değil... Polat zaten benim mahallemin çocuğuydu... Ona resim yapmasını ben
öğrettim.... O kısa pantolonuyla gezerken ben resim ve şiir sergileri
açıyordum, deyiverdi..
Hocayı görünce,
ne kadar zarf atarsan at atabildiğin
kadar...Hepsine de yanıt vermeden
geçmez... Hatta, uzayla ilgili, uzaylılarla ilgili ne söylersen söyle Boztaş
her şeyi bilir, daha önce bu konularda inanılmaz deneyim sahibidir çünkü.... Onun
olmadığı bir Adana ve dünya düşünemiyorum...
SEN BİR MİKROPSUN...
Boztaş bu,
ne zaman kızacağı, ne zaman sevineceği asla belli olmaz...
-Sen bir
mikropsun, diyenlere ,
Çok kızar,
tepki gösterir; renkten renge girer, hatta küfürler bile savurur... Duvarları
yumruklar, ağzından köpükler saçılır...
-Sen bana nasıl
böyle bir şey söylersin? Beni ne kadar tanıyorsun? Sen daha çocukken, ben Adana
da sanat yapıyordum... Şiir ve resim sergileri açıyordum.. .Adana’ lılar beni
anlamadı... Sen de beni anlamadın... Adana düşmanları der... Her an saldıracakmış gibi dişlerini ve
yumruklarını sıkarak rakibinin üstüne atlayacağı sırada; aynı kişi;
-Ama
yararlı bir mikrop, faydalı bir virüssün... İnsanlara, sevgi, hoşgörü, sanat, mutluluk aşılıyor, streslerini alıyorsun... Pozitif
enerji kaynağı olan bir insansın.deyince... Boztaş ın ağzı kulaklarına varıp,
biraz önce küfür ettiği kişiye binlerce kez teşekkür eder.... İşte Boztaş
mikrobunu alanlar bir daha onun peşini bırakmaz.... Gazeteci, bakkal, manavı,
kebapçısı, otopark işletmecisi, televizyon program yapımcısı, basın danışmanı,
sivil toplum örgütünün başkanları, politikacılar, Adana da aklınıza kim gelirse
hangi mesleği yapan gelirse hepsi sözleşmişçesine Boztaş merkezli
yaşayanlar var...
....
YUMURTAYI BİZ ATTIK SUÇLUYU BAŞKA YERDE
ARIYOR...
Boztaş
hocam bir yerel Televizyonda muhabirlik yapıyor... Kendisine belirlediği konu şuydu;
-Cadde ve
sokaklarda satış yapan seyyar satıcılar vergi veriyor mu?
Kamerasını
ve mikrofonunu yüzlerce seyyar satıcının bulunduğu Çakmak caddesinde açtı... Oradaki
seyyar esnaflara sırayla sormaya başladı;
-Vergi
veriyor musunuz?
Adam akşama
kadar bir cep telefonu ya satıyor, ya satamıyor, aç yatıp aç kalkıyor; Boztaş
bu kişilere vergi soruyor... Seyyar esnaflar bu soru karşısında çıldıracak
duruma geldiler... Kameradan rahatsız oldular ve Boztaş’ a yanıt vermek
istemediler... Ama o ısrarla;
-Devlete
neden vergi vermiyorsunuz? Siz neden vergi kaçırıyorsunuz? Tüyü bitmemiş
yetimin hakkını yemekten utanmıyor musunuz?diye sıkıştırırken ,
Bir arkadaş
hemen gitti bir kep yumurta aldı... Tepki gösteren esnaf yapıyormuş gibi Boztaş kameranın karşısında program çekerken
kafasına yumurta dolu kepi vurdu... On beş yirmi tane yumurta kafasında kırıldı, omuzlarından aşağıya
yumurtaların sarısı, beyazı aktı; Boztaş hocam rezil oldu, tüm itibarını–inandırıcılığını
yitirdi, karizması sıfırın da altına indi... Perişan halde, saçı, başı, yepyeni
aldığı takım elbisesi, üstü ceketi her tarafı yumurtaya bulandı....
Boztaş
bağırdı;
-Kim yaptı bunu
lan ? feryat etti... Kamerası da bu görüntüleri saniye saniye kayıt etti...
Biz
görüntüdeyiz, kıs kıs gülüyoruz, bir tek
biz yaptık demediğimiz kaldı; bize o kadar çok inanmış, öyle çok seviyor saygı
gösteriyor ki, vatandaşlar yumurtayı bizim attığımızı söyleseler de o
inanmıyor...
-Bu kişiler
attı, diyenlere de,
-Yok onlar
atmaz, diye ısrarla inkar etti... Oysa, olayı tezgahlayanlar da, yumurtayı
atanlar da attıranlarda bizler hep görüntüdeydik... Kamera da, bizim yumurta
atma görüntülerimizi kayıt etmesine, hocam bol bol görüntüleri defalarca
izlemesine karşın, bizden asla şüphelenmedi... Sonra ne mi oldu? Kafasında
yumurta kırdığımız Boztaş’ ı alıp hamama götürdük, temizlikçiden yeni aldığı
ceketini geri götürüp temizlettirdik... Parası da bizim cebimizden çıktı, ama
hocama helal olsun...
...
BOZTAŞ IN SIRTINDAN ZENGİN OLAN REKLAMCI...
Bir gün,
benim Boztaş hocamla aramın iyi olduğunu bilen
eli James Bond çantalı birisi çalıştığım firmaya geldi...
-Buyurun...
-Abdurrahman
Boztaş ın sponsoru siz misiniz ?
-Evet, dedim...
-İktidar
Partisinin bu Pazar günü Uğur Mumcu meydanında bir mitingi var… Genel Başkan ve Sayın Başbakan gelip orada iki
saat konuşacak... Biz, Boztaş’ ın adını devasa balona yazdırıp, genel başkanın yapacağı mitingi boyunca meydanda
-Tamamda
ücret ne olacak? Kaç lira ücret istiyorsunuz?
-Biz
1300.YTL ücret alıyoruz... Ama Abdurrahman Hocama feda olsun... Bu kampanyası
bizden kendisine armağan olsun... Biz ücret istemiyoruz… Onun adını kullanarak
kendi reklamımızı yapacağız...
-Tamam... Kabul
ediyorum... Çok güzel olur... Çok ince düşünmüşsünüz... Teşekkür ederim, dedim...
Hocama
sormama bile gerek kalmadan, ben sponsoru olarak karar verdim... Reklamcı
arkadaş verdiği sözü tuttu; iktidar partisinin düzenlediği Uğur Mumcu
Meydanındaki miting boyunca dev balonun üstüne ABDURRAHMAN BOZTAŞ ismini yazılı
kaldı... Sayın Başbakanın konuşması boyunca balon
...
SEN MALSIN...
Boztaş’ın
kızacağı, ya da sevgiyle davranacağı saatleri belli olmaz...
-Sen bir malsın,
der insanlar önce bir zarf atar...
Boztaş,
renkten renge girer, yumruklarını ve dişlerini sıkar, rakibinin üzerine
saldırıp, boks maçı yapacağı sırada, aynı kişi;
-Ama kamuya
mal olmuşun… Kamunun malısın ... Sen harikasın… Sen şahanesin... Keşke her mal
senin gibi olsa deyince Boztaş ın tüm havası balon gibi iner;
-Teşekkür
ederim... Sen de bir tanesin, deyiverir...
Hocamı çok
iyi anlayan, onun tüm hareketlerini kontrol eden, Abdurrahman Boztaş merkezli
yaşayan sayısız insan var Adana da... Zaten Adana’lı olmanın koşulları arasına
şu da girdi; Boztaş hocamla bir anınız yoksa, siz gerçek Adana lı değilsiniz...
...
SEN KÜTÜK DEDİN...
Boztaş a
bir kalabalık toplantıdaki bir kişi
iltifat etti...
-Sen
kökleri derinlerde, dalları bulutlara ulaşan
dev bir çınarsın... Sevgi çınarısın, aşk çınarısın... Her yere mutluluk,
serinlik, refah saçıyorsun...
Boztaş,
zevkten dört köşe olmuştu ki; muzip
arkadaş söze girdi;
-Sen
Abdurrahman Boztaş’ı şimdi kütük yaptın,
dedi..
Adamcağız söylediğine
bin pişman olur gibi, kızardı, bozardı... Boğazından hıçkırık şeklinde şu
cümleler çıktı...
-Aman
efendim etmeyin, ben, Boztaş hocamla aramızı lütfen bozmayın... Kendisine sevgim saygım
sonsuzdur... Muzip arkadaş devam etti ;
-Çınar
kesilirse ne olur? Odun olur... Odun kesilirse ne olur? Kütük olur... Sen
Abdurrahman Boztaş ı birden kütük yaptın...
Bu
konuşmaların arasında kalan Boztaş; bu
sözlerin kendisinin iyiliğine mi, yoksa kötülüğüne mi söylediklerini bir türlü
anlayamadı... Kafası karıştı... Çekip gitti... Ne iyi diyebildi, ne kötü
diyebildi...
...
BENİ
VALİ VE VEKİLLER KURTARDI....
Adliye muhabirliğim sırasında, infaz bürosunda görev
yapan tanıdığım bir sivil polis yanıma geldi ;
-Göz altına
aldığımız bir gazeteci arkadaş var... Mal beyanı vermediği için tutuklanacak,
yazık olacak; boşuna cezaevine gitmesin
yardımcı olun, dedi...
Biz basın
bürosundaki arkadaşlarla hemen müdahale ettik...
-Ne
gerekiyorsa yapalım diye işe koyulduk...
Cep telefonu şirketine borcu varmış ödeyememiş... Şirket Boztaş’
ı mahkemeye vermiş, mal beyanında da bulunmadığı için hocam cezaevine doğru
yola çıkarılmış... Biz hemen şirketin avukatıyla görüştük :
-Tamam
borcunu ödesin biz davamızdan vazgeçelim, dedi..
Adliyede saat
17:
Boztaş kesin tutuklanacak ; tüm çabalarımıza karşılık
elimizden başka bir şey gelmiyor... Kalemdeki memur, biz gazetecileri tanıdığı
için;
-Gazeteci
arkadaşınıza yardım etmeniz çok hoşuma gitti...
Ben de size
yardımcı olmak istiyorum... Bir taksi tutun, hakim beyin evine gidip imzalatıp
geleyim... Arkadaşlık böyle günlerde belli olur, dedi... Biz gazeteciler olarak
aramızda para topladık... Gereken her türlü özveriyi gösterdik.... Memur
arkadaş hakim beyin evine gitti evrakları imzalattırdı geldi.... Mal beyanı
vermediği için 7 gün hapis cezası alan Abdurrahman Boztaş’ın cezaevine
girmesini engellemiş olduk... Birkaç gün sonra, Boztaş gittiği her yerde;
-Benimle
vali bey ilgilendi... Milletvekillerinin sayesinde cezaevine girmekten
kurtuldum, demez mi? Adliye muhabirleri olarak bu bizi çok üzdü...
Bir
arkadaşım şöyle dedi ;
-Abdurrahman
Boztaş aklı bu; Amerika Başkanı CLİNTON benim askerlik arkadaşımdı... O
kurtardı da diyebilirdi... Yine Valiyi ve belediye başkanlarını,
milletvekillerini söylemiş... Buna da şükretmek gerekir...
Neyse ; cep telefonu şirketine olan 500 .YTL olan
borcunu da bir odanın başkanı babasının hayrına ödedi kurtuldu... Ama bize bir
teşekkür etmedi, o zorumuza gidiyor ...
BAŞKAN BOZTAŞ IN GÖLGEDESİNDE KALACAKTI...
İlçe Belediye
Başkanı Ramazan nedeniyle, ücretsiz yemek dağıtılacak çadırları gezdirmek için
basın toplantısı düzenledi... 30’a yakın kişi basın bürosunda toplandı... Biraz
sonra araca binilip kentin o bölgesine gidilecekti... Basın bürosunu dolduran,
herkes Boztaş’ ın etrafında, onunla konuşuyor, sohbet ediyor, şaka yapıyordu,
kahkahalarla gülüyordu...
Boztaş’ ta inanılmaz düşüncelerini anlatıyor, inanılmazları
söylüyor, yağıp gürlüyordu...
-Mars taki
hayattan...
-45
dakikadır anlattığı sarımsağın yararlarından...
-Amerika
eski başkanı BİLL CLİNTON ile olan dostluğundan...
-Aids
hastalığına çare bulmasından, söz ediyordu...
Belediye Basın
bürosundan toplu olarak araca binmek için çıkarken, basın danışmanı hocama yalvarıyordu ;
-Boztaş,
sen benim makamıma otur... Makamımı sana bırakıyorum... Klimayı aç, serin serin keyfine bak... E – maillerine bak... Arkadaşlar sana yemek söylesinler... Çaycımız
çay getirsin... Bin bir ricadan sonra, Boztaş araca binmek üzere olan guruptan gönülsüz
olarak ayrılıp geride kaldı... Basın danışmanı derin bir ohhhh çekti...
-Neden
Boztaş ın gelmesini istemedin? dediğimde
-Abi,
herkes Boztaş’ la ilgileniyor... Belediye Başkanını kimse dinlemiyor... Belediye
Başkanı onun gölgesinde kalıyor, bu
toplantıya da gelse başkan onun gölgesinde kalacaktı... Basın toplantımız boşa
gitmiş olacaktı... Çok renkli olduğu için, bu geziye katılması, basın
toplantısının etkisini de başarısını da
ortadan kaldıracaktı...O nedenle gelmesini istemedim...
....
MALZEME ÇOK RENKLİ...
Belediye
Basın Danışmanına, Abdurrahman Boztaş la ilgili olarak bir gazeteci şöyle dedi
;
-22 Temmuz
2007 yerel seçimlerinde sen bağımsız ve bağlantısız milletvekili adayı olan
Abdurrahman Boztaş’ a çalıştın...
Boztaş ı
CNN TÜRK’ e , Fox tv ye , Star , TGRT , gibi 10 dan fazla televizyona konuk
olmasını sağladın... Peki basın danışmanı olduğun, belediye başkanını bu kadar sayıdaki ulusal televizyona
çıkarttın mı? Basın danışmanı düşündü ;
-Hayır... Söylediğin
doğru... Ama, Abdurrahman Boztaş isimli malzeme öyle renkli ki... Adam 45 dakika sarımsağın faydalarını
anlatıyor... Mars’taki sevgilisiyle
neler yaptığını söylüyor... Nuh un gemisini bulduğunu iddia ediyor...
Ve daha
niceleri... Soruyu soran arkadaş bir an durakladı;
-Tamam...
Haklısın abi, dedi basın danışmanına gazeteci arkadaş... Söylediklerine ben de
katılıyorum...
...
KABINA SIĞDIRAMADIM...
Gazeteci
arkadaşı, belediye basın danışmanına şöyle dedi;
-Abdurrahman
Boztaş’ ı sen ulusal televizyonlara çıkarttın, onunla yerel televizyonlarda
program yaptın... Adana’nın - Türkiye ve dünyanın gündemine taşıdın...
Yıllardır, onunla ilgileniyorsun... Ama, yaşamını fıkralar şeklinde yazması
gereken kişi beklide sendin... Başka bir arkadaş yazıyor, bunu nasıl açıklarsın
?
İlçe
Belediyesinin Basın Danışmanı aynen şöyle dedi;
-Malzeme öyle renkli, öyle sınırsızdı ki; ölçtüm, biçtim, topladım–böldüm–çarptım–çıkarttım
ama bir türlü kabına sığdıramadım... Onu yazmak, dünyayı yazmaktan daha da
zor...Hatta olanaksız… Yazan arkadaşıma büyük sabır diliyorum... Ama bin yılda yazsan Boztaş kitabı asla bitmez, bitmeyecektir...
Ciltler dolusu da toparlansa da onu tam olarak anlatmak olanaksız...
...
ALNIM AK...
Boztaş
hocam 22 Temmuz genel seçim sonrası belediyeye geldi;
-Benim 130
bin oyumu çaldılar...Ben vatan için, millet için çalıştım... Bağımsız aday
oldum... Bana haksızlık ettiler… Bir süre sustu yeniden konuştu ;
-Aramızda,
bu partiden bazı dönekler var... Oyumu çalan partinin uşakları var...
Öyle ciddi,
öyle saldırgan, öyle inanarak söylüyordu ki; bu sırada, partili genç;
-Senin giydiğin takım elbiseyi, bu partinin il
başkanı almadı mı? Kunduralarını ilçe
başkanı alma dı mı? Cebindeki fotoğraf makinesini basın danışmanı almadı mı?
Boztaş
çıldırdı, itiraz etti;
-Almadı... Kimseden
para almadım..
Genç
partili;
-Bana mı
uşak diyorsun?
-Evet sana
uşak diyorum... Senin partinin genel başkanı bana milletvekilliği, hatta bakanlık teklif etti... Sen kim oluyorsun? Uşaksın, hem de uşaksın,
deyince iyice sinirlendi...
Dayak
yiyeceğini falan düşünmüş olmalı ki; bir
saldırıdan korktuğu için, hem hakaretler
edip hem de kapıya doğru koşarak giderken, kafasını demir kapıya çarptı... Demir
kapının kenarı bıçak gibi hocamın alnını ikiye böldü; başı yarıldı, kanlar
yüzüne gözüne akarken, kan içinde odadan kaçmaya çalışırken hem elini bastırıyor hem de; kanlı alnını ve
yüzünü göstererek ;
-Benim
alnım açık… Benim alnım ak... Kimseden elbise almadım, kimseden rüşvet almadım,
diye haklı olarak bağırıyordu...
...
BEN ÇOCUKLARLA ÇALIŞMAM...
Adana’ nın
ilk yerel televizyonlarından birisine muhabir olarak girmişti.. Ama koyunun
olmadığı yerde keçi Abdurrahman Çelebi geçinirmiş ya; Boztaş, orada kendisini kral ilan etmişti... Soranlara
da ;
-Ben Genel
Yayın yönetmeniyim, diyordu...
Yıllarca
yaygın bir gazete de çalışan; çok büyük başarılara imza atan genç bir gazetecinin muhabir olarak, aynı televizyona
girmesini çekememişti; daha doğrusu onun karşısında yaptığı haberlerle
başarısız olmuştu; ama bunu bir türlü itiraf edemiyordu...
Çalışmamak,
televizyondan ayrılmak için kendisine bir bahane yarattı;
-Ben
çocuklarla çalışmam, diye çekip gitti...
3-4 yıl o
kişiyle konuşmadı.... Bu kadar da kincidir...
...
BOZTAŞ HALKLA DALGA GEÇİYOR...
Eski
gazetecilerden Erol Erk, Adana’lı tüm gazetecilerin, iş adamlarının katıldığı
“ABDURRAHMAN BOZTAŞ’ I BORÇLARINDAN KURTARMA...” gecesi düzenledi...
Mikrofonu
eline aldı;
-Arkadaşlar,
herkes elini cebine atsın... Abdurrahman Boztaş’ın borçlarını sıfırlamamız
gerekir... Bu arkadaşımızı kurtarmamız gerekir... Meslektaşımızın böyle borçlar
harçlar içinde yaşamasına gönlüm razı olmadı, olmaz, olamaz da, dedi...
Herkes,
olanakları ölçüsünde yardımcı oldu... Oldukça da yüklü bir para toplandı.... Boztaş’ın
tüm borçlarının tamamını ödeyeceği gibi kalanıyla da bir yıl gül gibi geçinip
gidecekti... Boztaş sevinçten dört köşe olunca;
Erol Erk,
bu kez Boztaş a dönerek;
-Abdurrahman
Boztaş, borçlarından kurtuldun... Şimdi söyle bakalım; sen mi bizimle dalga
geçiyorsun, yoksa gazeteciler mi seninle dalga geçiyor?
Yanıt, Boztaş’ tan çık çıkmadı... Böyle bir soruyu ne
kendisine sormuş, ne de sordurmuştu, ne de yanıtını biliyordu... Borçlarından
kurtulduğu için sevindi ama, anlaşılan
bu soruya kendisi de o gün bu gündür hala yanıt arıyor ama bulamıyor...
...
MİLLETLE DALGA GEÇMEK ZEKA ÜRÜNÜ...
Gazeteci
arkadaşlar Boztaş olayını sık sık tartışırlar;
-Boztaş mı
bizimle dalga geçiyor? Biz mi onunla dalga geçiyoruz...Ya da Boztaş dünyayla mı?
ya da dünya Boztaş la mı dalga geçiyor? Bu soruya bir türlü yanıt bulamazlar,
bulamayacaklar da... Ama bir gazeteci arkadaş eline kağıt kalemi aldı, çok
güzel bir bilanço çıkartarak, Boztaş hocamla ilgili bu güne kadar asla düşünülmeyen çok güzel bir tanı koydu; dedi ki;
1.Abdurrahman
Boztaş, Çukobirlik’ te Basın Danışmanlığı yaptı...
2.Evli ve 4
çocuğu var... Torunları var…
3.Sosyal ve
cinsel yaşamı var...Sevda nın peşinden koşmasından belli...
4.Devletten
emekli olmayı başardı...
5.Sarı
basın kartı var...
6.Alış –
veriş yapmasını biliyor, paranın değerini anlıyor...
8.Kıyafetleri
uyumlu… Çok lükste giyinebiliyor.
9.İnsanları
tanıyor, tüm işlerini hallettiriyor...
10.Devlet
büyükleriyle diyalogu çok yerinde...
11.Herkes
hocam hocam diye saygı gösteriyor....
12.Gittiği
her yerde sabah, öğlen, akşam bedava yemekler ısmarlatıp, karnını doyuruyor...
13.Günlerce
hiç para harcamadan sigarası alınıyor, takım elbiseleri armağan ediliyor ...
15.Türkiye
nin istediği yerine istediği zaman kendisini götürecek pek çok hayranı
bulunuyor...
16.Konturu
bittiği zaman, yüzüğünden konuşurmuş numarası çekiyor... Neden yüzüğünle
konuşuyorsun diyenlere, konturum bitti deyince istediği kadar kontur alınıp
kendisine hediye ediliyor...
17.Gizli
haber alma teşkilatından olduğunu sandığı insanlar bir dediğini iki
yapmıyorlar... Devletle ve derin devletle olan tüm sorunlarını anında
çözüyorlar...
18.Abdurrahman
Boztaş merkezli yaşayan büyük bir kitleye sahip....
19.Herkes
sevgi ve saygı gösteriyor; dalga geçse de genellikle doğru ve etkin
konuşuyor...
Bu kişinin
deli olması olanaksız; o zaman o milletle ve dünyayla dalga geçiyor... Dalga geçmesi aslında bir
zeka ürünüdür... Boztaş la ilgili bu çağda verilen en son karar: en son tanı bu şekilde....
...
BELEDİYE BAŞKANINDAN
MASRAFLARINI ALDI...
Abdurrahman
Boztaş, Atatürk Caddesindeki Çukurova Gazeteciler Cemiyetinin önündeki otobüs
durağında, Kanalköprü dolmuşunun gelmesini bekliyordu... İnanılmaz bir kış
günüydü ve bardaktan boşanırcasına da yağmur yağıyordu... Seyhan İlçe
Belediyesinin temizlik kamyonları da, durakta temizlik yapıyordu... Bu sırada
geçen dolmuş, çöp kamyonu nedeniyle Boztaş’ ı göremeyince durmamıştı... Boztaş,
temizlik işçilerinin üstüne yürüdü;
-Sizin
yüzünüzden yağmurda ıslandım... Dolmuş duracaktı engel oldunuz... Ben
gazeteciyim... Bunun hesabını size sorarım...
Temizlik
işçilerini öyle kızdırdı ki, Boztaş hocama bir ton dayak attılar... Boztaş’ın birkaç
dişi kırıldı...Yüzünde bazı yerler parçalandı kanadı.... Sabahleyin erkenden İlçe Belediye Başkanının
kapısını çaldı;
-Başkanım,
senin temizlik işçilerin, beni dövdü... Dişlerimi kırdı... Zararımı ödeyin, diye
Belediye Başkana askerce ve sert bir talimat verdi... Başkanın makamına oturdu...
Baktı ki
Başkan da gerçekten söyledikleri doğru; suçun kimde olduğu önemli değil,
dedi...Başkan daha önce tanıdığı için hocaya;
-Boztaş,
bizi affet... Büyüklük sende kalsın, dedi...
Büyük
miktarda bir tomar para verdi... Boztaş zafer kazanmış bir komutan gibi
parasını alıp cebine koydu, kırılan
dişlerini gösterecek şekilde gülümseyerek ilçe belediyesinden ayrıldı... Ama
yediği dayağı başkanın verdiği para unutturmuştu....
....
BOZTAŞ IN SERGİ GEZMESİ...
Abdurrahman
Boztaş, muhteşem bir ressamdır, şairdir, oyuncudur, tarihçidir, doğa
bilimcisidir, 51.5 kiloda boks Adana şampiyonudur, kuru temizleme ustasıdır,
kaportacıdır, elektrik teknisyenidir, fahri
erkek ölü yıkayıcısıdır ,gazetecidir... Yani dünyadaki tüm meslekleri iyi bilir,
hepsinde uzman konumunda bulunur... Adan’ daki tüm sosyal etkinliklere,
sanatsal etkinliklere katılır... Sergiye gelen, serginin kurdelesini kesen
milletvekilinden daha çok ilgi çeker.... Tüm basın mensupları ve Boztaş
merkezli yaşayan hayranları, protokoldekileri bırakıp onunla sohbet eder, her
türden hayali zarflar atarlar, Boztaş’ın sınırsız hayal gücünden yükselen
ulaşılması olanaksız düşüncelerini dinlerler.... Bir gün hocam 75.Yıl
Sanat Galerisindeki sergiye geldi...
Yaz
mevsiminin son sergisi; Haziran ayının
ortaları falan; omzunda İki tane kamera,
boynunda saydım tam dört tane fotoğraf makinesi, üzerinde palto, ellerinde iki
tane şövale, gözlerinde gözlük... Büyük sergi salonunu bu kıyafetlerle bir
saate yakın gezdi; herkes onun bu
haliyle hayret ve ibretle izledi... O üzerindeki ve elindekilerle sergiden daha
da çok ilgi çekmişti... Ellerindekini yere koyup, sergiyi rahat rahat gezmeyi
asla akıl edemedi.. .O yaz sıcağındaki
son sergiyi gezdikten sonra; galerinin çıkışına yakın geldi; yorulmuştu
besbelli ellerindekini yere koydu;
-Ooooff, dedi...Amma
da sıcak...Nasıl da terledim...
Ama,
sergiyi o palto ve üzerindeki ağırlıklarla gezdiğinin bilincinde bile
değildi... O gün hocamla ilgili notumu verdim... Hocam gerçekten hocamdı...
...
KALE KEŞFETTİ...
Bu yüz yılda; Adana da ve
Türkiye de, hatta dünyada keşfedilmeyen yer kaldı mı?
-Kalmadı...
diyorsunuz... Tamamen yanılıyorsunuz…
Siz öyle
sanın... Yüzyılın son en büyük kaşiflerden birisi de hiç şüphesiz Abdurrahman
Boztaş’tır... Bir dönem Turizm İl Müdürlüğünde fahri olarak fotograflar çeken
Abdurrahman Boztaş, sayısız keşiflerine
bir de kaleyi ekledi... Kalenin fotoğraflarını çekti, krokisini çizdi, Kültür
ve Turizm Bakanlığına bir dosya ile durumu bildirdi...
Boztaş’ ın,
bu gayretleri bakan beyden çok büyük takdir aldı... Ve kale, tarihi eser keşfi
olarak kayıt edildi... Ama bu sırada
Adana daki kültür müdürlüğü görevlileri;
-Biz her
gün bu kaleyi her gittiğimizde görüyorduk.. Ama kayıtlı değilmiş... Abdurrahman
Boztaş bulmuş oldu herkesin bildiği
kaleyi, diye onu kıskandılar.... Onlar çatladılar ama Boztaş, bir kale keşfinde
bulunan Adana lı olarak tarihe geçmenin mutluluğunu yaşıyor...
...
KAŞLARIM KAREKTERİMDİR...
Abdurrahman
Boztaş’ın kaşları çok gür, karşıdakine korku verecek şekilde çok görkemlidir...
Özellikle ortalarındaki uzun kılları, yukarıya doğru gelişmesi için saatlerce
ayna karşısında; o kılları kıvırır, kıvırır, kıvırır... Badem yağı sürer,
vazelinler, jöleler, aklınıza gelen gelmeyen her türlü bakımı yapar... Kaşlarının
gürlüğü ve görkemi görenlerin ondan
çekinmesine neden olur.... Amacı kaşlarının Atatürk’ ün kaşları gibi;
bakışların da büyük önder gibi etkili olmasını ister, bunun için gece gündüz
kıvırır da kıvırır, aynanın karşısından asla çekilmez... Bir kamu kurumunda
çalışan, sanat ruhlu Müdür bey Abdurrahman Boztaş’ la odada baş başa kaldığında;
cebinden 100 YTL çıkarttı masanın üstüne koydu;
Boztaş
birden ürktü; müdür bey gayet ciddi olarak;
-Abdurrahman,
al sana 100 Milyon lira...
Boztaş ın
kafası karıştı, yüzü biraz kızardı; müdür
bey devam etti...
-Korkmana
gerek yok... Ama senden bir ricam var; bu parayı al, şu kaşlarının yukarıya
doğru uzayan kıl uçlarını makasla benim kesmeme izin ver...
Boztaş, duvara
çarpmış, sonra da rahatlamış bir eda ile;
-Olmaaaaz...
Onlar benim karakterimdir... Kaşlarımı babama bile elletmem... Karım bile ucuna
dokunamaz... Onlar benim karakterimi oluşturuyor... Kaşlarım cinsel gücümün göstergesi, cinsel
kudretimin gözle görülür hale gelmiş halidir... Ben bu güzelliklerimden
öldürseler de vazgeçemem, demez mi ?
Teklifinden
vazgeçen Müdür bey, parayı alıp utana sıkıla geri cebine koydu...
Müdür bey
çok şaşırmıştı; ne yapacağını bilemeden, parasını alıp cebine geri koydu... Ama
Boztaş la ilgili yeni bir bilgiye ulaşmış oldu...
....
KIRMIZI
KİREMİTLER...
Hemen her
televizyondan ve ulusal–yerel gazetelerinden Adliyede görev yapan muhabirleri olarak Abdurrahman Boztaş’ı uzun
süre göremediğimiz için özledik biraz da gülmek eğlenmek istedik... Yıllardan
beri tanıdığımız; adliyede görev yapan;
her gün selamlaştığımız , birlikte yemek yediğimiz , çay içtiğimiz ; Boztaş ın da her gün gördüğü bir polisle
anlaştık, memur arkadaşa senaryoyu anlattık... O da noktasına virgülüne kadar
çok iyi oynadı... 10 dakika sonra elinde
kelepçe, Copla gazetecilerin yanına
geldi; her gün gördüğü, selamlaştığı, tanıdığı Boztaş la ilgili olarak
mahsustan;
-Abdurrahman Boztaş kim? diye sordu...
Boztaş kızardı–bozardı ama sesi çıkmadı...
Polis
Copunu diğer eline yavaş yavaş vurarak meydan okurcasına; Boztaş ın kendisine
bakarak ;
-Abdurrahman
Boztaş kim ?
Yine ses
yok... Hocam yer yarılmış, sanki yerin dibine girmişti... Bir saç saniye sonra
şaka senaryosunu hatırlayıp uygulayan tüm gazeteciler olarak aynı anda Abdurrahman Boztaş ‘ı gösterdik ;
-Memur bey
Abdurrahman Boztaş bu kişi, dediler...
Polis, sert
bir ses tonuyla;
-Senin
Kırımız Kiremitler diye bir şiirin var... Öyle mi ?
-Evet var..
-Orada sen
komünizim propagandası yapıyormuşsun gibi geldi bana... Bu biraz sakıncalı...
Orada ne demek istedin? Gel, seninle emniyet müdürlüğüne gideceğiz, ifadeni
alacağız, dedi...
Boztaş
renkten renge girdi;
-Şeeey...Polis
bey ...Benim o şiirde anlattığım, aslında kırmızı olan kiremit...
Kırmızının kızıl komünistlikle falan ilgim yok...Aslında ben
politik görüşüm... falan derken polis;
-Kes sesini
uzat ellerini diye kelepçelerini taktı... Boztaş hocam emniyetin yolunu
tuttu... Yüzü önce sarı, mavi, kırmızı renklere büründü...Nefesi kesildi,
yutkunamadı... Çaresiz etrafına bakına bakına polisle birlikte koridorda
ilerlemeye başladı.... Adliyenin çıkış kapısına yöneldiklerinde, gazeteciler olarak kurtarıcı rolünü
oynadık... Hemen Memurun önüne geçip ;
-Memur
bey... Abdurrahman Boztaş şiirinde kominizim propagandası yapamayacak kadar
dürüst ve temiz bir kişidir... Kendisi Mustafa Kemal milliyetçisidir... Zaman
zaman devrimci olduğu iddia edilse bile kendisi bu konuda iyi bir yurttaştır...
Kendisine biz kefiliz..
Lütfen
kelepçelerini çıkartıp, Boztaş’ ı bize bağışlayın, dedik… Poliste, 10 dakika
önce istediğimiz gibi yaptı... Kelepçeleri çıkarttı; Boztaş
derin bir nefes aldı... Kendisini kurtaran gazetecilere ömür boyu minnettar
olduğunu söyledi... Hala bize teşekkür eder...
...
BALIKLAR SUDAN KAÇAMAZ...
Boztaş hocam,
çalıştığı bir yerel televizyon kanalı için Seyhan Nehri kenarında, kendince bir
program çekiyordu… Çevrede balık tutanları programladık; hocaya kızın, biraz
sert yapın bakalım ne diyecek? Bu sırada Boztaş program çekmeye, konuğuna
sorular sormaya devam ediyordu... Balık tutan çocuklar ;
-Abi kes
sesini... Defol git buradan... Seni şimdi döveriz... Oltaya gelecek balıkları
ürkütüyorsun… Balıklarımızı kaçırıyorsun....
Boztaş, bir
yandan mikrofon uzattığı konuğuna sorular sorarken, aniden öfkeli bir sesle
yanıtladı;
-Oğlum siz
manyak mısınız? Programın içine ettiniz... Balıklar zaten suyun içinde...
Balıklar sudan kaçamaz, diye azarladı...
Bu akıllıca
yanıtlar karşısında balıkçılar susmak zorunda kaldı... Boztaş’ın, aklının
göstergesi olan yanıt bu gün hala gazeteciler arasında dilden dile
anlatılmaktadır...
...
OYNAMAYAN FUTBOLCUYA TV YORUMU...
Abdurrahman
Boztaş; her konuda ama her konuda her şeyi bilen adamdır… Dediğim dedikçidir...
Gözünden hiçbir şey kaçmadığını iddia eder... Adana 5 Ocak stadında oynanmakta olan maç sırasında, Abdurrahman
Boztaş a mikrofon uzattım ;
Olmayan bir
futbolcuyu sordum...
-A futbolcusunu
deminden beri izliyorsun, performansını nasıl buldun?
Boztaş
hocamın kameraya bakıp, mikrofonu eline alarak hala devam eden maçta oynamayan futbolcuyla
ilgili yorumunu istedim... Abdurrahman Boztaş, Adana da ve sahada asla olmayan
ve futbol oynamayan eski bir futbolcuyla ilgili kameranın karşısında yorum
yapmaya başladı;
-Bu
futbolcu arkadaş çok silik oynuyor... Sahada varlığı yokluğu belli değil.. Kimseye
pas vermiyor... Çok bencil bir oyuncu… Bu gidişle takım gol yer, A futbolcusunun
yüzünden takım ligden düşer, gibi ipe sapa gelmez yorumlar yaptı...
Boztaş
hocam sahada olmayan ve futbol oynamayan
bir oyuncu ile ilgili olarak 15 dakika yorum yaparak, ne kadar büyük hayalci ve atıcı
olduğunu ortaya koydu... Zaten bu ve
benzer atıcılığı olmasaydı, elinizde tuttuğunuz bu kitapta olmayacaktı...
....
PORNO TUTKUSU...
Abdurrahman Boztaş internetteki Porno sitelerine girmeye
bayılır... Hayali aşkı Sevda ile her
konuşmasının ardından Porno sitelerine girip bol bol sörf yapar... Oradaki sarı
saçlı, mavi gözlü mankenlere bakarak, Sevda ile ilgili hayaller kurar.... Yine
bir gün gazetemize geldi; önce Sevda ile konuştu; arkasından da; interneti açtı
ve porno sitesine girdiği için, gazetenin tüm bilgisayar sistemine virüs
bulaştı, sistem çalışmaz oldu... Hocama herkes çok kızmış ama belli de
etmemişti... Yan masada oturan muhabir, uzun süredir çaktırmadan, uzaktan Boztaş’ ı izliyordu; onu suçüstü yakalayıp;
-Gazetenin
bilgisayarlarına sen virüs bulaştırdın... Senin yüzünden çöktü... Patrona seni
söyleyeceğim, diye tehdit edince, Boztaş alevlendi ;
-Kim kim? Ben
nasıl virüs bulaştırırım kardeşim? Sen manyak mısın? Sen deli misin? Beni deli
mi sandın?
-İşte şu
anda Porno sitesini izliyorsun... Şu anda önündeki ekranda hala Porno
görüntüleri var... Bu ve benzeri siteleri izledin Virüs oradan bulaştı...
Sistemimiz çöktü, deyince, Boztaş iyice kinlendi, bağırdı çağırdı...
Porno
sitesinden kalkıp doğru patronun odasına girdi:
-Bu
muhabiri derhal kovacaksınız.... Yoksa ne senin gazetene gelirim, ne seninle
konuşurum, ne de bir daha yüzümü göremezsin, diye patrona talimat verdi, net
tavrını koydu…
Patron
Boztaş’ ı sakinleştirdi, yaptığını affettiğini söyledi ama; muhabirini de,
Boztaş’ı da iyi tanıdığı içi, herhangi bir işlem yapmadı...
....
STRES TOPUM...
Abdurrahman
Boztaş, bizim gazetede köşe yazıyor ama hocam asla noktalamaları bilmiyor,
hatta sözcükler arasında bile aralık vermiyor... Düzelttiğim zaman kıyameti
kopartıyor... Fırça atıyor... Ben artık yazılarına karışmıyorum... Sadece
sözcüklerin arasını açıyorum... Ama her ne olursa olsun; onu seviyorum, o benim
stres topum... Sarılık hastalığı oldum; 16 gün çay ve sigaradan başka şey
kullanmadım... Onunla karşılaştım, bana hayatımın 6 aylık kahkahasını attırdı,
sarılık hastalığından kurtulup, iştahım açıldı ve birden yemek yemeye
başladım... Nişanlımdan ayrıldım moralim çok bozuktu; hocam beni hayata
bağladı... Kendisine HOCAM diye hitap ederim....O anda derdim tasam biter
gider... İnanıyorum ki; Enflasyon canavarının karşısına Boztaş’ın fotoğrafını
koysalardı; canavar Türkiye ye bir daha gelmemek üzere kaçıp giderdi...
...
CİNSEL GÜCÜM DORUKLARDA...
Gazetede
chatleşmek için mesaj gönderen Boztaş’la kafa bulmak için yandaki odaya geçip,
yanıt verdim... Kendimi İstanbul’ lu bir
bayan olarak tanıttım... O sırada da ekranın yarısında benim görüntüm,
yarısında da internetten aldığım bir bayan görüntüsü vardı... O beni ısrarla
görmüyor, ekranın yarısını kaplayan makyajlı bayana bakıp bir yandan cinsel
fanteziler kuruyor, bir yandan da yazıyordu ;
-Sen Ahmet
Mete Işıkara’ dan da seksisin; bütün organlarım senin emrinde deyince; çok
mutlu oldu...
-Ama o
kambur ben değilim...
-Biliyorum
aşkım, dedim...
Boztaş;
-İstanbul a
gelirsem seni ararım... Gençlere taş çıkartacak enerjim var... Cinsel olarak
seni bulutlara uçururum... Yeter ki
benimle tanış... Beni bir dene gözlerine inanamayacaksın... Bu güne kadar
yaşadığım tüm cinsel deneyimlerinin ötesinde büyük haz duyacaksın, dedi... Cep
telefonunu verdi... Benimle İstanbul da buluşmak için can atıyor... Oysa, ben
bitişik odadaki bilgisayar – internetten sadece bayanım diye rol yapmıştım...
....
BOZTAŞ MERKEZLİ GAZETECİLER...
Adana da
Boztaş merkezli yaşayan gazeteciler vardır... Üç beş, ya da 10-15 gazeteci bir
araya geldiğinde, hoca gündemin birinci maddesini oluşturur... Herkes birbirine
Boztaş’ la ilgili son senaryoları, yaşanan olayları aktarır...
-Boztaş ın
son bombasını duydunuz mu?
-Boztaş dün
neler yaptı biliyor musunuz ?
-Boztaş ı
dün fox tv de izledim...
-Ben de CNN
Türk de izledim...
-Boztaş ın
bağımsız bağlantısız aday olduğunda söylediklerine inanamadım...
-Hey...Boz
taş eşekle Küçüksaatte geziyordu...
Gibi
konuları sadece Abdurrahman Boztaş olan gazeteciler gurubu var...
Geçen
yıllarda Mısır Çarşısında mikrofonu–aynı zamanda radyo vericisi olan bir radyo
satılıyordu... Ben de aldım o radyodan, uzaktan mikrofonla istediğin şeyi söyleyince,
sanki radyodan söyleniyormuş gibi oluyordu... Abdurrahman Boztaş merkezli
gazeteciler olarak ona bir oyun oynamak
istedik.. Boztaş’ ta o sırada Çukurova Gazeteciler Cemiyetindeki bilardo masasında
toplara parmağındaki yüzüklerle sihir yapmaya çalışırken: Radyoyu onun
duyabileceği bir yere koyduk; bitişik
odadan mikrofonla şöyle bir anons yaptı;
-Dikkat
dikkat… ! Azılı terörist, 15 kişinin katili Abdurrahman Boztaş Türkiye’ de
aranıyor... Görüldüğü yerde vur emri
verildi... Bu azılı teröristi görenlerin, bilenlerin en yakın güvenlik
kuvvetlerine bilgi vermeleri gerekmektedir...
O kadar saf,
her şeye öyle çabuk inanırdı ki, radyodaki İlk anonsu nefes almadan dinledi
Boztaş.. İkinci anonsta ise; kazık gibi kasılarak dinledi;
-Güüüüm!!!
Diye bayılıp yerlere serildi...
Bilardo
sopası, sihir yapmaya çalıştığı top yerlere yuvarlandı... Hepimiz yaptığımız
şakanın eşek şakası olduğuna karar verip, Boztaş hocamın ölmemesi için dualar
etmeye başladık... Acilen 112 çağrıldı, şaka yapıldığı falan anlatılsa da,
Abdurrahman Boztaş aylarca kendisine gelemedi... O anonsu yapanlar olarak
kendimizi suçladık... Şakanın boyutunu biraz kaçırmış, eşek şakasına
dönüştürmüştük olayı....
...
BOZTAŞ FIRÇALADI...
Ben
Abdurrahman Boztaş’ı henüz görmemiştim, kendisini henüz tanımıyordum...Ama
yaşadıklarını gazeteci arkadaşlarımdan sık sık duyuyordum... Bir yandan kendi
kendime de;
-Bir
insanla bu kadar insafsızca dalga geçilir mi? diye üzülüyordum...
Bir konser
sırasında, gazetecilerle birlikteyken, Abdurrahman Boztaş’ı ilk defa kanlı –
canlı görme şerefine eriştim... Tanıştık, sohbet ettik... İnanılmazları
anlatmaya devam etti... Öyle atıyordu ki, uzayın en derinliklerindeki galaxiler
bile onun konuşmasından nasibini alıyordu... Konserde herkesin ilgi odağıydı...
Konserde bulunan üç tane milletvekiliyle hiçbir gazeteci ilgilenmiyordu... Aynı
şekilde orada bulunan sahneye çıkan sanatçılarla, Valiyle, belediye
başkanlarıyla hiçbir gazeteci ilgilenmiyordu; herkes varsa yoksa gittiği her
yerde ilgi odağı olan Boztaş’ la ilgileniyordu... Bir ara yine dalga geçmeye
başladılar onunla... Hemen tavır aldım ;
-Arkadaşlar
yapmayın... Bir insanın üstüne bu kadar gidilmez.... Siz başkalarıyla dalga
geçin, dedim...
Boztaş
girdi devreye ;
-Sana ne
kardeşim? Benimle sohbet etmesinler mi? Seni ilgilendirmez... Benimle sohbet
etmeleri battı mı sana? Beni kıskandın mı?
Tavır
koyduğuma bin kez pişman oldum... Hatta
özür bile dilemek zorunda kaldım... Daha sonraki yıllarda ve özellikle içinde
bulunduğumuz bu günlerde kendisinin
istediği şekilde konuşuyorum... Çok ta iyi anlaşıyoruz... Özellikle bir yerel
televizyonda onunla yaptığım bir programı beni alabildiğince mutlu ediyor... Programımın
ismi KALEM TRAŞ – KÜLTÜR FİZİK programı... Adana’ daki yerel televizyonların en
çok izlenen, reating rekorları kıran bir
yapım... Ben ,o programda üstadı sadece dinliyorum, sorular soruyorum... Bir
sarımsağı 45dakika anlatan adam dinlenmez mi? Bu arada, Abdurrahman Boztaş’ ı
televizyona çıkartıp onunla program yapanlar oldu... Onlar Boztaş’ın ününden
yararlanarak kendilerini ünlü yaptılar... İçi boş sahte kahramanlar olarak öne
kendileri çıktı... Boztaş’ ın güneşini asla söndüremediler söndüremezlerde... Dünyadaki
en ünlü shovmanlar bile Boztaş ‘ın reatinginin yanında sönük kalır... Ben
programımda ise, Boztaş ı sadece dinliyorum, sorular sorup geri çekiliyorum... Boztaş
ı kahraman yapan bir program sunuyorum... Benim Boztaş’ın sırtından ünlü olmak
gibi bir isteğim yok ; zaten istesem de olamam ki... Onun renkleri dünyadaki tüm
renklerden daha da parlak, karizması dünyanın en yüksek karizmasıdır...
....
ABDURRAHMAN DAHİ...
Bir
otobüsle Adana Ticaret Odasının Bursa da
düzenlediği toplantıya Boztaş’ ın da
aramızda bulunduğu bir gurup otobüsle gidiyorduk... Toros dağlarına geldiğimizde; kaptanın yanına
gidip sigara içmek için izin istedik… Baktık
Boztaş ta ön koltuklara doğru geliyor, kaptanın kulağına eğildim ;
-Bu arkadaş
anlatılanlara inanır... Hayallerini yaşar... Siz kendi aranızda bu dağlarda
uçan daireler falan gördük deyin...
Bakalım ne diyecek? dedik
Abdurrahman
yanımıza geldiğinde kaptan abi, bizim söylediklerimizi aynen yaptı ...
Boztaş kaptanı konuşturmadı bile, sözü hemen
kendisi aldı.... Başladı Uçan Daireleri anlatmaya; bu cisimlerin fotografını çekmesinden,uzay gemisinin içine
binmesine kadar, uzaylıların’’ sırrımız
şimdilik saklı kalsın ‘’ ricasıyla makinesindeki filmini almalarına kadar her şeyi anlattı;
- Adnan
Menderes’in asılmadığına, hala yaşadığına;
- Nuh un
gemisinden, Ay daki ayak izlerine kadar inanılmaz şeyler anlattı...
Bizim
dolduruşumuzla Boztaş’ ın saçmalıklarını bir iki saat dinleyen kaptan şoför
sonunda şöyle dedi ;
-Yahu siz bu
adam hayallerini yaşadığını sanıyor falan diyorsunuz ama bu adamın anlattıkları
çok mantıklı...
Boztaş,
karizmasını kaptana karşı da en etkili ve en inandırıcı biçimde kullanmayı onu da ikna etmeyi başardı...
...
NUHUN GEMİSİ KONFERANSI...
Boztaş
hocam bir gün Toros dağlarında gezerken; kendisine vahiy gelmiş...
-Boztaaaş!!!Yolunu
değiştir... Şu tarafa sap...Nuh’un
gemisi oradaaaa!!!demiş...
Boztaş o
tarafa sapmış;Aladağların KALDI dağı tepesine ulaşmış... O dağın altında şehir
olduğuna, geminin de o kentin kenarındaki limanda bağlı bulunduğuna dün olduğu
gibi bu gün de inanıyor... Her ne kadar o gemiyi, o kenti bulamamış olsa da
aramaya hayallerinde yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyor...
Abdurrahman
Boztaş, Nuh un gemisi( pardon hocamın ifadesine göre kendi söylemleri SAL şeklindedir...) Toroslar’ da bulduğunu ve kanıtlarını Büyükşehir Belediye Şehir Tiyatrosunda,
tüm yerel ve ulusal gazetelerin, televizyonların muhabirlerinin bulunduğu bir
basın toplantısında açıklayacaktı... Toplantıya 100 e yakın gazeteci,
televizyoncu katılmıştı...
Boztaş hocam konuşma masasına elinde küçük bir torbayla geldi; torbada topladığı küçük küçük taşlar vardı.... Masanın
üstüne bu taşları dizdi başladı konuşmaya;
-Sevgili
Basın mensubu meslektaşlarım, değerli arkadaşlarım; işte bu taşlar Nuh’un
tufanında Toros Dağlarının tepesine oturan Nuh’ un salının bulduğum insan cesetlerinin taşlaşmış
parçacıklarıdır...
Konuşmaya çok
heyecanlı başladı; herkes nefes almadan tarihi bir olaya tanıklık ettiklerini
düşündüklerini sandılar... Ancak aradan bir iki dakika geçmişti ki, sahneye
elma, domates, yumurta, bozuk para yağmur gibi
yağmaya başladı...
-Yalancııı!!!
-Sahtekaaar
!!
-İn o
sahnedeeeeen!!! Seni sahtekaaaar!!!
-Yuuuuhhh, sesleri
arasında konuşmasına bir süre devam etti...
Daha sonra,
bu saldırılar karşısında çaresiz kalınca sahneden inip kaçmaya başladı... Sahnede,
inerken, salondan ayrılıncaya kadar yine kafasına, domates, patates, yumurta
yağdı...
Hem
sahneden–salondan dışarıya kaçıyor, hem de şöyle bağırıyordu;
-Beni
çekemiyorlar... Gösteririm size... Adana düşmanları... Adana hainleri... Vatan
hainleriiii... Adana ya ve Adana lılara ihanet ediyorsunuz… Siz Adana’ lı olamazsınız...
Ruhsuzlar... Benim gibi değere sahip çıkamadınız...Yuh olsun
size... Adana’yı kurtaracak projeler sunuyorum sizler taşlıyorsunuz,
yuhalıyorsunuz...
Boztaş
hocam, salondan çıkıp kendisini Atatürk Caddesine zor attı... Sonuçta Boztaş,
Nuh un gemisinin( pardon kendilerinin ifadesiyle Nuh’un salının ) basın
toplantısını tam olarak yapamadı... Ama o olayı anlatan görüntüler, ABDURRAHMAN BOZTAŞ merkezli
yaşayan tüm gazetecilerin arşivlerinin en vazgeçilmez, en nadide görüntülerini
oluşturuyor....
Hayallerini
yaşadığı iddia edilen birisi, dayak yeme
pahasına, memleketine sahip çıkıyor; diğer yanda ise akıllı olarak kabul
ettiğimiz basın camiasının yuh sesleriyle küfürler yağdıranlar bulunuyor... Bu
konudaki yargı sizin... Acaba kim daha çok akıllı?
....
NUH’ UN GEMİSİ İÇİN BAKANLIKTAN HEYET
GELDİ...
Abdurrahman
Boztaş’ın ;
-Nuh un
gemisini( pardon kendileri hep SAL
sözcüğünü kullanıyor… ) buldum, şeklindeki haberleri tüm ulusal gazetelerde,
televizyonlarda şakayla da karışık olarak yer aldı... Kültür ve Turizm
Bakanlığı, bu konuyu ciddi bularak kış
mevsiminin en acımasız olduğu günlerde Adana’ya Ankara’ dan bir heyet gönderdi...
Bir tarihçi,
doğa bilimcisi, jeolog, kimya profesörü, bir de arkeolog vardı… Olayı
incelemesi gereken kim varsa 15-20 kişilik heyet Adana ya gelip Boztaş’ı
buldu...
-Boztaş,
haydi bize Nuh un gemisini göster, diye özel olarak düzenlenen bir jeep e
bindiler... Boztaş hocamın da içinde bulunduğu jeep; metreleri bulan kar
yığınları arasında saatlerce ama saatlerce Toroslar’ ın zirvesindeki dondurucu kış
mevsiminin ortasında karlarla savaşarak dolaştı, dolaştı, dolaştı, dolaştı...
Bakanlıktan
gelen heyet ısrarla Boztaş’ ın yanıt vermesini istiyorlar, Nuh’ un gemisinin
nerede bulunduğunu söylemesi için neredeyse tehditler savururken o ise
susuyordu...
-Hani Nuh’
un gemisinin kalıntılarını hadi göster? dediler...
Boztaş;
-Az
ileride...
Saatler
sonra, saatler ilerledi, heyettekiler donma noktasına geldi... Boztaş hocam
ısrarla;
-Az
ileride...
-Boztaş,
hadi bize kalıntılar burada demiştin? Kaç tane az ileri geçtik... İddianı
kanıtlayacak hiçbir şey bulamadın...
Boztaş
hocam ;
-Hık mık.. Hık
mık... etti... Karların yağması nedeniyle yazın bulduğu yerleri bulamadı... Kültür
ve Turizm Bakanlığı ekipleri soğuktan, parmakları simsiyah olmuştu...
Torosların insan ayağı değmemiş bölgesinde Jeep kara saplanmıştı... Gösterdiği
az ileriler kalmayınca; profesörlerden oluşan Kültür ve Turizm Bakanlığı
heyeti, kendi aralarında birkaç dakika özel olarak konuştular; şöyle bir karar
aldılar... Boztaş’ ı minibüsten indirip güzel bir patakladılar...
-Bir daha
Nuh un gemisinin adını ağzın anlatmayacaksın? Bir daha onu buldum demeyeceksin…
Gazetecilere, televizyon kameralarını, bu konuda bir tek söz
söylemeyeceksin.... Bir daha bu konuyu açarsan seni gebertiriz.. Nuh un gemisi
konusu tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı... Heyet, uçakla gelmiş 5 yıldızlı
otelde bir hafta tatil yapmış oldu... Ama elleri boş olarak Ankara ya geri
dönüp durumu bakana bildirmişlerdi... Ama Boztaş, bu gün hala NUH’ un gemisi
yerine NUH’ un SALI masalını anlatmaya devam ediyor...
Bakalım Kültür
ve Turizm Bakanlığından gelip; eli boş dönen bilim heyetinin ne zaman canına yetecek? Ya da Boztaş’ın eceli
ne zaman yetecek ?Adana gündeminin en önemli maddesini bu konu oluşturuyor...
Uzun bir gelecekte de gündemdeki yerini korumaya devam edecek…
....
NUH UN SALINI YİNE BULAMADI...
Nuh un
gemisinin olduğu yeri Bakanlıktan gelen, profesörlerden oluşan heyetinden
inanılmaz bir dayak yiyen Abdurrahman Boztaş; başka bir özel Televizyon
Ekibinin ricasını yine kıramadı... Aynı şekilde, özel bir jeep bulundu, Boztaş
Televizyon ekibini yine Toroslar ‘a götürdü... Güneş doğmadan çıktıkları
Torosların gezmedikleri yer kalmadı... En sonunda Demirkazık Zirvesi ne
geldiler... Televizyon ekibi ;
-Boztaş,
tamam, ALADAĞLAR DAKİ KALDI DAĞI burası olarak düşün... Nuh’ un gemisinin
kalıntılarını nasıl bulduğunu anlat...
-Az ileride
anlatacağım…
Saatlerce
yine aynı şekilde gezdiler,
-Boztaş
hadi burada anlat...
-Az ileride
anlatacağım...
Güneş
batmak üzere artık ekiptekiler can vermek üzere, herkes aynı anda;
-Anlat ne
olur, güneş batacak, dedilerse de...
Boztaş, anlatmaya
gönüllü olmayınca; televizyon programcısı şoföre göz kırptı;
Şoför,
jeepi patenaj yaptırdı ;
-Boztaş,
artık buradan öteye jeep gitmiyor... Burada anlat lütfen, dediler...
-Az ileride;
-Az ileride
diye Boztaş hocam; güneşin batmasına
kadar ekibi oyaladı ve Nuh’un gemisini falan da bulamadan ekip İstanbul’a
geldiği gibi geri dönmek zorunda kaldı...
BOZTAŞ SAHTE PEHLİVAN...
Karaisalı’ nın Kızıldağ Yaylası’nda
geleneksel güreş şenlikler yapılacaktı...Cep telefonuma bir mesaj geldi;
-Abdurrahman
Boztaş beni için güreşmelidir...
Hemen
aradım, kabul etti... Kızıldağ Yayla
şenlikleri başlamadan üç gün önce yaylada güneşlerin yapılacağı yere çadır
kurup Abdurrahman Boztaş ‘ı kampa aldık...
Kavurmalar,
tatlılar, şekerler, cezeryeler, kuru üzümler, antepfıstığı, fındık gibi
inanılmaz enerji veren gıdalarla besledik... Bol bol antrenman yaptırdık, bol
oksijen aldı; adaleleri iyice sertleşti, kıvamına geldi ve artık güreşe hazırdır dedik...
Adana’ daki,
hocam merkezli yaşayan Abdurrahman Boztaş hayranlarına da telefondan mesaj
gönderdik;
-KIZILDAĞ
BOĞAZI İLE ADANA BOĞASI ABDURRAHMAN BOZTAŞ Güreşecekler... Herkes davetlidir....
Şenliğe
gelmeyenler de geldi... Sabahleyin güreşten önce kaydını yaptırdık,
tarttırdık... Her şey tamam, Boztaş’ ın meydana çıkmasına dakikalar kaldı... Yanımızdaki
Boztaş birkaç saniye gözden kayboldu gitti... Aradık taradık; bir türlü
bulamadık... Ambulansla anons ettirdik kimse bulamadı.... Arkadaşlar bir
yandan, bizler bir yandan ararken ararken bir de ne görelim; Boztaş can
kurtaranın yanında elini sardırıyor...
-Ne oldu
Boztaş ?
-Elim sakat
güreşemem, demez mi ?
Avucunun
ortasında, çadır kurarken, toplu iğnenin başı kadar bir yer zedelenmişti... Üç
gün boyunca onu görmedi, o konudan şikayet etmedi; ama güreş sabahı bu konuda
yapacağını yaptı... Bir süre sonra da, sadece er meydanını değil Kızıldağ
Yaylasını terk etti...
Boztaş’ın bahanesi sakatlıktı ama asıl gerçek olan Abdurrahman Boztaş’ın,
sahte pehlivan çıkmasıydı... Hepimiz hayal kırıklığına uğradık... Boztaş ‘a
yazdığımız bu senaryo uygulanmamış, stresimizi atamamıştık... Yazık oldu
bize...
...
TEK BAŞARISI ...
Abdurrahman
Boztaş’ ın tek başarısı; babasının 225 milyon sperminden birisi olarak,
annesinin yumurtasını dölleyip dünyaya gelmesidir... Sonra da bağımsız bağlantısız
milletvekili adayı olmasıdır... Boztaş sınırsız hayallerinden birisi de
politikaya merhum Başbakan Adnan Menderes’ in kucağında başlamış olduğudur... Adnan
Menderes Başbakan olarak Adana ya her geldiğinde onların evine gelir, babasının
çayını kahvesini içer, Boztaş’ ı kucağına alıp severmiş...
-Ne kadar
güzel bir bebek...
-Ne kadar
yakışıklı bir delikanlı olacak..
-İnanıyorum
ki Abdurrahman genç kızların yüreklerini çok yakacak, güya dermiş...
Rahmetli
Özal’da eşi Semra hanımla, her Adana ziyaretinde özel olarak evlerine
geliyormuş... Politikayı bu iki büyük insandan öğrendiğini, sevdiğini söyleyen
Boztaş yerel seçimler yaklaşırken kıvranıyor, bir şeyler yapmak istiyor
yapamayınca da, çatacak yer arıyor ama bir türlü duygularını ifade edemiyor.. Zarf
atmakta sınır tanımadığımız Boztaş’ a şaka olsun diye şöyle dedim ;
-Hocam, Adana
Büyükşehir belediyesine adaysın galiba? dedim...
Morali
bozuk ve umutsuz biçimde, kırık bir ses tonuyla ;
-Yok mümkün değil... Beni kim
tanıyor, kim oy verir ki ? -
- Verirler
verirler… Hem de sana inanılmaz oy çıkar görürsün... Söz veriyorum, benim
aşiretimin 15 bin oyu sana feda olsun...
Yine
kararsızdı... Kafasını kaşıdı, kalkıp birkaç tur attı, yerine geri oturdu; ne
yapacağını tam bilemezken Ekspres gazetesi
köşe yazarı Abdulkadir Kaçar
yanımıza geldi...
Abdurrahman
Boztaş ,Kaçar a ,
-Ben
Büyükşehir Belediyesine Başkan adayıyım... 180 bin oyum var... Beni destekleyen
sayısız aşiretler var, demez mi?
Gülsem mi
ağlasam mı diye bir türlü karar veremedim... Kaçar da gidip, gazetesindeki köşesine bu konuyu yazınca; Boztaş gerçekten
aday olarak ortaya çıktı, seçim kampanyaları falan yaptı...Kendisine 1580 oy
çıktı... Boztaş hayatında göremeyeceği oyu almayı başardı... Üç tane bağımsız
aday arasında birinci sırada yer aldı ama Büyükşehir Belediye Başkanı
olamadı.... Bunlar cesaret işidir ; cesaret en çok kimde vardır? Bu konudaki
yorumu da size bırakıyorum...
....
İÇİCİYİM....
Bir gurup
gazeteci; Boztaş hocama gün yüzü görmemiş yeni bir senaryo uygulamaya karar
verdik... Her zaman buluştuğumuz mekan konusunda Abdurrahman Boztaş’a sözde dert yandık...
-Biz,
buraya rahat gelip gidemiyoruz... Polis sürekli bizi arıyor...Üstümüzü sık sık
arıyorlar...
Boztaş
itiraz etti ;
-Ne demek
polisin araması? Yiğitlerse gelip beni arasınlar... Burası öyle bir yer ki
kimse karışamaz, diye yağdı gürledi...
Bu arada
Abdurrahman Boztaş ın cebine pudra yerleştirilmişti bile... Bu konuşmadan iki
dakika sonra daha önceden ayarladığımız sivil polis görünümlü iki kişi içeriye
girdi;
-Biz
polisiz...Arama yapacağız, dediler...
Boztaş bu kişilerin önlerine atıldı ;
-Hoop...
Arayamazsınız, diye itiraz etti...
Tabi cebine
konulan pudradan haberi yoktu....
-Ararız
kardeşim... Sen kim oluyorsun? Bize verilen emir bu, dediler...
-Ben
gazeteciyim? Burası gazetecilerin olduğu yer... Arama yapamazsın, dedi...
Ceplerinden
bir de uyduruk bir belge çıkartıp gösterdiler...
Polislerin
sert yapması ve belge göstermesi üzerine Boztaş ellerini havaya kaldırdı;
- Burada
bir şey yok... Burada hiçbir şey bulamazsınız kardeşim...
Kısa bir
aramadan sonra polis arkadaşların cebine koyduğu pudrayı buldu...Önceden yazdığımız senaryoyu kusursuzca oynayan,
polis rolü yapan iki kişi... Boztaş ın ellerine kelepçe vurdular...
-Tamam… Bu eroin...Seni
tutukluyoruz, dediler...
Boztaş,
önce kırmızı, sonra mor, sonra maviye döndü yüzü... Çünkü gerçektende böyle bir
şakaya kurban gittiğini ona kimse söylememişti... Gerçi söyleselerdi de o
inanmazdı... Boztaş’ ı götürmek için dışarıya çıkacakları sırada; kendilerine polis
süsü veren kişi;
-Beyefendi
sen içici misin? Satıcı mısın? Eğer içiciysen cezan azalır... Ama satıcıysan
onun cezası daha çok ağır... Boztaş ın dili dolaştı;
-Ne demem
gerek bilmiyorum...Y ani şimdi içiciyim desem olur mu?
Bu arada
gazeteci arkadaşlar güya vali beyle konuşur gibi yapıyorlardı...
-Yani içici
olsa cezası hafifler mi? Efendim, Boztaş aslında temiz bir insandır... Kendisine
her alanda beşikten mezarına kadar kefil oluyoruz...
Boztaş ın
kafası karıştı… Kendilerine polis süsü verenlere dönüp, uzaktan yakından
ilişkisi olmadığı, cebine arkadaşlarınca konulan pudra için, sonunda;
-Peki
içiciyim, deyiverdi...
Boztaş,
öyle zor durumdaydı ki; o sırada
aklından neler geçtiğini kimse bilemezdi... Ama yiğitçe arkadaşlarının
şikayetlerine konu olayın başrol oyuncusu olarak buldu kendisini... Boztaş’ın olayın
bir şaka olduğunu hala bilmiyor, söyledik ama kabul etmiyor...
....
CEP TELEFONUMLA TAKİP EDİYORLAR...
Abdurrahman
Boztaş çok ilginç bir kişidir... Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile eşi
Semra hanım Adana ya her geldiklerinde, onların evine uğrayıp çay içerler... Hatta
bir defasında Semra hanım çayı eteğine döker mahçup olur...
Amerika
eski başkanı BİLL CLİNTON’a, Boztaş;
-KLİŞ
deriz...Beni sık sık arayıp halimi hatırımı sorar, der...
Merhum
Başbakan Adnan Menderes in asıldığına hala inanmaz;
-Onun
yerine dublörünü astılar...Menderes
dedemin çiftliğinde yaşıyor, der...
Boztaş cep
telefonun ilk çıktığı günlerde, telefonunu kolye gibi boynunda taşırdı...
Bir gün cep
telefonunu neden taşıdığını sordum ;
-Beni takip
ediyorlar... Buradan giden sinyaller uydulara ulaşıyor... Uydular aracılığıyla,
kiminle konuşuyorum, hangi politikacının yanına gidiyorum; adamlar hepsini
biliyor...
Sordum ;
-Kim takip
ediyor seni Boztaş?
-Amerika,
İngiltere, Rusya, İtalya, Yunanistan,
Kıbrıs Rum Kesimi, Suriye, Suudi Arabistan
ve Türk gizli haber alma teşkilatları...
Bir gurup
gazeteci olarak, yeni bir senaryo yazıp hemen uygulamaya koyduk... Cep
telefonunu bir arkadaş boynundan çıkartıp aldı;
-İşte, dedi...Ben
öldüm...
Kendisini
yerden yere attı... Cep telefonunu alan arkadaşı da;
-Sen,
sevgilini aldatıyorsun biliyorum bu telefonla... Seni zampara, dese de, Boztaş,
telefonunu geri alabilmek için kendisini
yerden yere attı... Hüngür hüngür ağladı...Ama, asıl inandığı konu, Dünya
devletlerinin gizli haber alma teşkilatlarının, bu telefonla kendisini uydular
aracılığıyla izlemesiydi... Amerika Başkanları gibi arkadaşları olan kişinin
can güvenliğini cep telefonuyla, uzaydaki uydular aracılığıyla sağlamak gayet
normal görünüyor Boztaş’a ...Hala bu görüşünden sapma olduğuna inanmıyorum...
....
CUMHURBAŞKANINI KUTLADI...
Abdurrahman
Boztaş, yeni seçilen cumhurbaşkanını telefon açıp kutladı...
-Benim
arkadaşım, dediği Cumhurbaşkanına; öncelikle
yeni görevinizi kutluyorum... Başarılar diliyor, saygılarımı sunuyorum, dediğini
anlattı Boztaş ve devam etti;
-Ancak bir
maruzatım var sayın Cumhurbaşkanım; Sizin parti, benim 130 bin oyumu kendisine
yazdı… Bunu nasıl açıklayacaksınız? Ben bağımsız bağlantısız milletvekili
olacaktım... Biz fırıldak değiliz diye aylarca kampanya yaptım... Eşeklere
binerek Adana’ yı cadde sokak dolaştım... Hamamlara gidip temiz siyaset için
yıkandım... Ulusal tüm televizyonlara çıktım; peşimde inanılmaz bir seçmen
kitlesi vardı... Ben temiz siyaset; temiz toplum oluşması konusunda devasa
projelerim vardı...
Öyle inanmış
öyle gerçekçi anlatıyordu ki, ben de ciddi olarak sordum;
-Peki sayın
Cumhurbaşkanımız ne dedi ?
-Abdurrahman
Bey; çocukluk arkadaşım, bu seçimde
böyle oldu kusura bakma... İktidara gelebilmemiz için böyle olması
gerekiyordu... Ama bundan sonraki seçim için sana böyle bir şeyin olmayacağı
konusunda söz veriyorum...
-Boztaş, beni
bir yerde değerlendirmek ister misiniz? diye sordun mu?dedim...
Boztaş
kendinden emin biçimde;
-Yok abi...
Benim çizgim belli... Bu anlayışla çalışmam olanaksız...
Bağımsız
milletvekili seçilememiş olmasına bir kılıf bulmanın gönül rahatlığıyla
dolaşıyor şimdi...
...
AFİŞLERİNİ SATTIM
BENİMLE KONUŞMYOR...
Boztaş,
sürekli kaşınır; kendisiyle uğraşılmasa,
kendisine sataşılmasa çatlar ölür... Bağımsız, bağlantısız milletvekili adayı
oldu ya... Ben de milletvekili
afişlerini reklamı olsun diye
işyerime astım... Bir sabah baba ile oğlu işyerimin önünden geçerlerken,
televizyondan izledikleri Boztaş Hocamın, dükkanımın camına astığım afişini görüp çok
beğendiklerini söylediler ve satın almak istedikler...
-Neden
istiyorsunuz? Ne yapacaksınız? diye sordum...
-Türkiye
Türkiye olalı, politika politika olalı, demokrasi demokrasi olalı böyle bir
afiş, böyle bir politikacı görmedi... Belki
de dünyada böyle bir afiş yoktur olmadı olamaz... Biz İzmir’e gideceğiz... Boztaş
‘ı takdir ettik, propagandasını destekledik... Bu kişi kesinlikle Bağımsız
Milletvekili olmalıdır... Afişini götürüp İzmirde de adını duyuracağız... Bu
adamı dünyaya tanıtacağız... Dünya tanımalıdır...
-Olmaaaz...Satamam...Propaganda
için iki afişini buraya astım, dedim..
Israr
ettiler, ama nasıl yalvarıyorlar... Adam bir ara ;
-Eğer,
şimdi bize bu afişi vermesen, otobüsümüz gece yarısından sonra saat 01:00 da İzmir e hareket etmeden önce bu
afişini gelip çalarız...
Baktım
aşırı ısrar var;
-5 milyon
verin satayım,dedim...
Adam hemen
çıkarttı verdi...Afişi aldı... Bir süre sonra başka bir kişi öğrenci daha geldi;
-Bu kadar
ünlü bir abinin afişini bende satın almak istiyorum... Afişini alıp sokak sokak
gezdireceğim... Gittiğim her yerde onun propagandasını yapacağım... Bu afişteki
abiyi televizyonda gördüm beğendim… Ben oy kullanamıyorum ama, kullanırsam ilk
oyumu kendisine vereceğim... Afişini daha sonra da yatak odama asacağım... Öyle ısrarla istiyordu
ki, dayanamadım ona da 5 milyona sattım... Hocamın ününü İzmir’e taşıdığım için
bana teşekkür etmesi gerekirdi, tepki gösterdi... İşin başka bir yanına
gelince; hocamın, bana olan borçlarını, afişlerini satarak çıkartmış oldum...
-Vaay
efendim, sen nasıl afiş satarsın? diye
şimdi benimle konuşmuyor... Aramızı
bozanlar utansın, ben hocam olmadan yaşayamam....
....
SAHNEDEN İNDİREMEDİM...
Akrabalarımızdan
birisinin düğünü vardı... Boztaş’ ı da davet etmiştim... Gelir gelmez benim
hesabımdan biraları yuvarlamaya başladı...
-Amman
hocam, az sonra seni sahneye çıkartacağız... Sakın sarhoş olma, diye uyardım...
-Bana bir
şey olmaz, sen kendine bak, diye sözde
espiri de yaptı...
Nihayet,
hocamın sahneye çıkma zamanı geldi, ama hafif hafif çarpık yürümeye
başlamıştı... Neyse adını anons ettirdim; sahneye yalpalayarak zor çıktı.... Ama sahnede bülbüller gibi
şakıdı.... Zeki Müren şarkılarını ondan daha iyi söylüyordu... Düğün salonunu
dolduranların inanılmaz biçimde
takdirini kazandı... Hocam daha sonra pistte dans etmeye başlamasın mı?
Bayanlara karşı bakıp bakıp gülümsüyor... Onlara zarf atıyor... Elini telefon
gibi kulağına götürüp, kendisinin aranmasını falan istiyor... Oysa herkesin
kocası yanında... Başımıza iş açacak diye korktum...
-Aman hocam
hemen sahneden in, kurban olayım... Gelinle damat dans edecekler... Senin
dansını bitirmeni, sahneden inmeni
bekliyorlar...
-Yok ben
inmem, ben sarhoş değilim, diye inanılmaz biçimde dans etmeye devam etti...
Alkolün de
etkisiyle, hocamı iki kişiyle birden tutup
pisten zor indirdik.. Hocam pistte ünlü olmanın verdiği heyecanla,
şöhretin getirdiği sınırsızlıkla daha çok bira içmeye başlamasın mı ? Düğün
bittiğinde hoca da yerlere serilmişti; içtiği 14 tane biranın parasını ödemek
zorunda kaldım... İki kişi koluna girip salondan zorla çıkartıp otomobile
bindirdiler...
....
ELEKTRİK TEKNİSYENİ BOZTAŞ...
Abdurrahman
Boztaş ‘ın düz mantığı şöyle;
-Sudan
elektrik üretiliyor mu ?
Yanıtı;
-Evet...
-İnsanın
üçte ikisi su değil mi?
Yanıtı;
-Evet ...
Boztaş
teorisini ortaya sürüyor;
-O zaman
insandan da su üretilir....
Abdurrahman
Boztaş’ ın mesleğini kimse bilmez... Gazetecidir, ressamdır, şairdir, solcudur,
tarihçidir, buz patencisidir, araştırmacıdır, kamu görevlisidir, doğa
bilimcisidir, arkeologdur, gök bilimcidir, fahri erkek ölü yıkayıcısıdır; o
kendince her şeydir...Geçenlerde Atatürk
Caddesi nde yürürken, dev bir apartmanın önünde bir yurttaş durdurdu;
-Abdurrahman
Boztaş’ ı kaç yıldır tanıyorsun?dedi...
-30-40
yıldır...
-Peki
mesleğinin ne olduğunu biliyor musun?
-Şey,
gazeteci, ressam, sonra bağımsız milletvekili adayı...
-Ben
Abdurrahman Boztaş’ ın Çukobirlik’teki çalışma arkadaşıyım… Bakım Onarım Atölyesinde birlikte
çalıştık, meslektaşıyım...
-Ben de
merak ettim esas mesleğini? Esas mesleği nedir?
-Elektrik
teknisyeniydi... İyi ustadır... Boztaş aslında solcudur… Türkiye nin 1970-80 li
yılları bilirsin... Hükümete Sağ partiler gelir Çukobirlik te çalışan solcuları
çıkartır, kendi yandaşlarını alırdı, sol
partiler gelir tersini yapardı... Ama Abdurrahman Boztaş hocam hangi parti
gelirse gelsin çalışmaya devam etti.... En iyi anlaştıklarının başında da MHP
geliyordu... Aslında hocam çok iyi bir Atatürkçü ‘dür...İyi de resim
yapıyordu...
Beni
durdurup , bu bilgileri veren abiye teşekkür ettim...
Abdurrahman
Boztaş’ ın mesleğinin, gerçek mesleğinin ne olduğunu, somut olarak öğrendim...
Kimseye söylemediği, kendisinin sadece gazeteci olarak tanınmasını istediğinin
aksine, farklı bir meslekten geldiğini de kamuoyuna duyuruyorum... Arkadaşı ben
giderken peşimden şöyle dedi ;
-Acaba
Boztaş’ ı elektrik işi yaparken elektrik mi çarptı da, kendisi bu kadar ünlü
oldu?
-Bilemem...Kendisine
soracağım, dedim...
...
ÇATA – PATA PARTİSİ...
Abdurrahman
Boztaş yeni parti kurmak için gece
gündüz harıl harıl çalışıyor... Partisinin
ismi; ÇAĞDAŞ TÜRKİYE PARTİSİ...
Gazeteci arkadaşlar olarak ona her ne kadar ÇATA PATA
PARTİSİ diyorsak da, hoca bu konuda çok ciddi... Yerel bir televizyon ve
radyonun yönetmeni olan hanımefendi bir gün Boztaş’ı aradı...
-Boztaş
hocam çalışmalarını saygıyla, heyecanla, coşkuyla izliyorum... Türkiye de ve de
Adana da 20 den fazla basın danışmanın olduğunu da biliyorum... Ama, onların
hepsi erkek... Benim elimde yönettiğim
hem radyo, hem de televizyonum var... Senin gönüllü basın danışmanın
olmayı istiyorum...
Aradan uzun
süre geçince, milletvekili adaylığını açıkladığı sırada Boztaş Hocama, aynı televizyonda kameraman olarak çalışan arkadaş sordu;
-Hani bizim
hanımefendi genel yayın yönetmenini basın danışmanı olarak alacaktın, senden
haber bekliyor... Boztaş durdu;
-Ben,
hanımefendiyi kuracağım ÇAĞDAŞ TÜRKİYE
PARTİSİ’ nde Genel Başkan yardımcısı olarak düşünüyorum... Kameraman arkadaş
koşarak geldi, hanımefendiye Boztaş ‘ın düşüncelerini anlatan müjdeyi verdi... Gönüllü
basın danışmanı olmak isteyen hanımefendi, hemen Boztaş a telefon açtı;
-Abdurrahman
Hocam, benimle ilgili olarak bu ince ve nazik düşünceniz için teşekkür
ediyorum... Size layık olmaya çok çalışan bir basın danışmanın olmaya gece
gündüz demeden çalışacağım, dedi... Boztaş durdu ;
-Size kim
ne söyledi? Bilemiyorum ama, benim sizinle ilgili bir düşüncem yok, deyip
kestirip attı...
Boztaş bu;
söz vermek, sözünde durmak gibi konular üzerinde somut bir örnek sergilemiş
bulunuyor... Kurmayı planladığı partisinde tüm sivil toplum örgütlerinin
liderleri, eski cumhurbaşkanları, eski başbakanların yer alacağını her ortamda
anlatıyor...Yolu açık olsun...
....
MAL BEYANI
Radyo,
televizyon, gazete çalışanları olarak kurumlar arası futbol maç yapıyoruz... 22 Temmuz seçimlerine de çok
az bir süre kaldı, milletvekili adayları birer birer mal beyanında
bulunuyorlar... Sordum ;
-Abdurrahman
Boztaş hocam, bağımsız, bağlantısız milletvekili adayı olarak, mal beyanında
bulunacak mısın? Beni tersledi;
-Ne mal
beyanı yahu? Sen kim oluyorsun da bana bunu soruyorsun?
-Her millet
vekili adayı mal bulunuyor... Sen neden
bulunmuyorsun?
-Sana ne...
Bulurum bulunmam...
Biraz daha
üstüne gittim;
-Ne malın
var ki? İpiyle kuşağı diye bir özdeyiş var... Hem evden atılmışsın, sokakta
yatıp kalkıyorsun... Olmayan mal beyanında nasıl bulunacaksın ?
Boztaş,
bozardı, kızardı, mor hale geldi, nefes alması değişti... Boğuk ve sinirli bir
sesle, hem üstüme yürüdü, hem de;
-Sen kısa
donla gezerken, ben kameramanlık yapıyordum... Görürsün, o kamerayı senin
elinden aldırırım... Patronunla konuşup seni işinden attıracağım... Sokaklarda
yatıp – kalkacaksın, diye tehditler savurdu.. İki saniye sonra unuttu, Boztaş hocamla yine can ciğer kuzu sarması
olmuştuk... Sanki ne o konuşma yapılmış, ne Boztaş sinirlenmişti... İçindeki de
dışındadır hocamın... Kin tutmaz, hemen affedecek kadar da büyük bir yüreğe
sahiptir...
....
DÜŞÜNCE SINIRLARINI KALDIRIYOR...
Abdurrahman
Boztaş, farkında olsa da olmasa da; bulunduğu ortamlarda, insanların
düşüncelerindeki tüm sınırları kaldırıyor... Düşüncenin önündeki, dil, din,
inanç, ölçü, eğitim, yetenek, her ölçü yok olup gidiyor... İnsanlığın 50 bin
yıldır ortaya koyduğu tüm ölçüleri alt üst ediyor... O insanları yaratıcılık
konusunda kuralsız düşünme, sınırsız düşünmeleri için bir türlü zorluyor, belki
de diğer akıllı insanlardan en önemli farkı buradadır... Onunla sohbet edenler;
hiçbir şeyin olanaksız olmadığına kısa süreliğine de olsa inanıyorlar...
Bu sınırsızlıklardan
bazı örnekler şöyle ;
Abdurrahman
Boztaş’ a göre dünyanın merkezinin Adanadır...
Ademle
Havva nın yeryüzüne Adana da geldiğini anlatır...
Boztaş’ a
göre; Adana nın tarihi MÖ 9 bin yıllarına dayanıyor...
Nuh’un
tufanı da Çukurova da oldu...
Nuh’ un(
kendileri gemi yerine her zaman ve her
koşulda Sal ifadesini kullanırlar... ) Nuh un gemisi Toroslar da Aladağ’ın bir
bölümünü oluşturan KALDI DAĞI’ nda bulunuyor...
Yeryüzünde
yaşam Çukurova da başlamıştır,
Tufanlar
Çukurova da oluşmuştur,
Dünyanın
sonu da yine Çukurova da bitecektir...
Yani
Kıyamet Adana’ dan kopmaya başlayacak, tüm dünya yok olacaktır...
Boztaş ın
sınır tanımayan bazı iddialarını anlatmaya devam ediyorum....
Oxford
üniversitesinde, İngiltere de eğitim görmüştür...
Halkın
evlerine astığı üç kişinin fotografından birisi kendisine aittir.. Diğeri
Atatürk, diğeri ise Cumhurbaşkanı Abdullah Güldür...
Adana’nın A
sı ,
Abdurrahman’ın
A sı ,
Atatürk’ ün
A sı bir araya gelince hiçbir şey olanaksız değildir...
Bağımsız
bağlantısız milletvekili adayı olduğunda; cebinde kuruş yoktu...
Türkiye deki tüm ulusal televizyon
programlarına konuk edilerek Adana yı tarihinde ulaşması olanaksız olan
zirvelere taşıdı..
Vefasını da
unutmuyor... Bu kampanya süresince, İrfan Ajansa, Polart Ajansa, Mehmet
Esendemir e, Efsun ve Mustafa Tekyeten’e, hele hele de kampanya boyunca en
büyük desteği gördüğü İlçe Belediye Basın Danışmanı Aytekin Gezici ye binlerce teşekkür ediyor... Boztaş Başbakana
kızıyor; 22 temmuz genel seçiminden bir hafta önce kentimize gelen ve Uğur
Mumcu miting alanında
-Bu adam
sandıktan çıkmayacak... Sandığı gömün, dediğine inanıyor......
“BİZ
FIRILDAK DEĞİLİZ – BU TEKERE ÇOMAK SOKMAYIN...”sloganların yer aldığı afiş,
Başbakan Adana ya geldiğinde kendisine verilmiş, şu anda devletin arşivine
girmiş… Seçimden sonra bir ara 130 bin oyunun çalındığını iddia eden Boztaş, bu
günlerde bu sayıyı 283 binlere kadar çıkarttı... Adana nın adliye ve polis haberleriyle gündeme gelen imajını
değiştirdi... Türkiye nin yüzünü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül den önce
Abdurrahman Boztaş güldürdü... Ünlü yazarımız Yaşar Kemal’ e Adana yı bırakıp
gittiği için fırça attığını söyledi... Adana’ yı uluslararası arenaya
kendisinin taşıdığını kentin reklamını Altınkoza Film Kültür ve Sanat
Festivalinden daha etkin tanıttığını söyledi... Heykelinin dikilmesini istiyor :
hem de yaşarken ... Yalnız heykelin gümüş mü, altın mı, karton mu, köpük mü
olması konusunda halktan görüş bekliyor....
.....
CİNSEL GÜCÜM KAŞLARIMDA GÖRÜNÜYOR...
Boztaş alçak gönüllü davranırmış gibi görünse de
cinsellik konusunda iddialı...
Diyor ki;
-İnsanların
cinsel gücü kaşlarında görünür... Benim bu konuda her şeyim açıktır, gizli
hiçbir şeyim yok... Dünyanın en büyük cinsel gücüne sahibim...
Boztaş
bunun nedeni şöyle açıkladı;
-Benim
doğduğum yıllarda, çocuklar dünyaya gelir gelmez, kaşları gür çıksın diye sürme
çekerlermiş... Kaşlarını, badem, ceviz, fındık yağı gibi yağlarla ovarlarmış...
Böylece kaşlarım ortaya çıktı... Atatürk ün kaşı gibi olan kaşlarımla gurur
duyuyorum...
Boztaş ın
en önemli özelliği de; 1970 ‘li yıllarda gençlerin saç uzatmasına duyduğu
öfke... Onlara;
-Anan gibi
saç uzatacağına, baban gibi bıyık, kaş uzat...( doğrusu anan gibi saç uzatacağına
baban gibi bıyık uzat olacaktı ama neyse), Boztaş böyle demiş...
Bu sloganın
da kendine ait olduğunu ve kısa zamanda tüm Türkiye ye kendisinden yayıldığını ileri
sürüyor.....
....
İSRAİL AJANLARI...
Boztaş ın
uluslar arası bir iddiası var...
-İsrail
ajanları, Çukurova toprağını çalıyor... Ülkelerine götürüyorlar...
-Neden ?diye
sordum...
-Çünkü
Çukurova toprağında OMPİSİM isimli bir maden bulunuyor... Biyoenerjisi var;
tıbbi ilaçların yapımında kullanılıyor... Askeri araçların yapımında, özellikle
tanklarda kullanılıyor... Taş şeklinde... Bu sadece Çukurova daki topraklarda
var... Alıp alıp götürüyorlar topraklarımız... Bir gramından 1000 kilovat
enerji üretilebiliyor... O kadar değerli maden... Türkiye Amerika dan bir askeri araç almaya gittiğinde oradakiler,
İsrail’ den alın diye, bizi, bizim toprağımızı işleyen İsrail’e
yönlendiriyorlar...
-Türkler
bunu bilmiyorlar mı ?Bilim adamlarımız ne yapıyor? uyuyor mu?
-Bilmiyorlar...
Bilim adamlarımız Amerikalılar ve İsrailli ajanlar tarafından uyutuluyor... Yazık
çok yazık oluyor ülkemin, kentimin toprağına, madenlerini işletemiyoruz, sahip
çıkamıyoruz, bu tamamen milli bir dava olmuş durumda...
Böyle milli
konulara da fikir yürütüyor; çok milliyetçidir kendileri... Helal olsun...
....
BOZTAŞ OLMASA OLMAZ...
Gazeteciler
uzun bir seyahate çıkacakları zaman yanlarına şunları alırlar;
Fotoğraf
makineleri, not defterleri, bunlardan daha da önemlisi Abdurrahman Boztaş...
Çünkü
Boztaş’ın olduğu gezide, uzun yollar kısalır, sohbetler tatlanır, espriler
birbirini izler… Kahkahalar gökyüzünde yankılanır... Yine bu seyahatlerden
birisinde gazeteciler olarak çok kalabalıktık... İki ayrı otobüsle seyahat
etmemiz gerekti... Kendi aramızda uzun
uzun tartıştık;
-Boztaş
bizim otobüse binecek..
-Hayır
bizim otobüse binecek...
Ama Boztaş
ın bir özelliği, bu tartışmayı kökünden kesip attı... Çünkü Abdurrahman Boztaş,
sürekli konuşmaya başladığında 45 dakika sonra kendisini tekrar ediyordu...
O zaman ilk
kırkbeş dakikayı birinde, diğer kırk beş dakikayı diğer otobüste seyahat ederek
geçirdi... Böylece hocamla birlikte seyahat etmiş oldu tüm gazeteciler...
.....
ADANA ‘YI TERK ETMESİNİ BEN
ENGELLEDİM...
Abdurrahman
Boztaş gittiği her yerde dert yanıyordu...
-Adana beni
anlamıyor... Adana’yı terk edeceğim... Adana’ lılar gidince kıymetimi
anlayacaklar...
Ben de o
sıralarda VARAKPARE isimli gayri fotokopi yöntemiyle çoğaltılan mini bir gazete
çıkartıyordum... Daha sonra da adı MALUMPARE oldu... Ve o mini gazetelerde, tüm
sayfaları hocama ayırdım...
-HOCAM
BİZİ TERK ETME, diye yazdım...
Günlerce
caddelerde, sokaklarda dağıttım... Adana’ da yediden yetmişe herkes tarafından
okundu, elden ele dolaştı ve hocamın Adana dan gitmesini ben engellemiş
oldum...
Birinci
gitmesini de Adana Büyükşehir Belediyesi engellemişti... Ne diyelim;
Abdurrahman hocamla görecek günümüz, çekecek çilemiz varmış... Adana yı terk
etmek istediğinde birileri engel olunca olduğu yerde oturuyor... Engel
olmadıklarında da, güvenilir kaynaklardan edindiğim bilgilere göre beynini
rektefe ettirip toplumun içindeki yerine
geri dönüyor...
....
YUMRUĞU ÇOK AĞIR...
Basın
danışmanlığı yaptığı kamu kuruluşunda sarı saçlı–mavi gözlü bir bayanla arkadaş
olmuş... Hanımefendi evli, üstelik çocukları da var... Sık sık gelip benden
çocuk dergileri alıyordu...
-Hocam bunu
kimlere götürüyorsun?
-Seni
ilgilendirmez, dedi...
-Yoksa
komşularının çocuklarına mı götürüyorsun? dedim...
Hoca gelir
çekildi çekildi, sol eliyle mide boşluğuma aniden;
-Güüüüm...!
diye bir yumruk gömdü, nefesim kesildi, bayılmışım yere yıkılmışım...
-Ne
yapıyorsunnn!! Beni öldürecek misin? Diye inledim vurmaktan vazgeçti...
Bir süre
sonra kendime gelip, zorla yerden kalktım... Kaşlarını kaldırıp, dişlerini
sıkıp üstüme abanırcasına, beni tehdit etti ;
-Sol elim
bu kadar güçlü... Bir daha bu konuda bir şey diyecek olursan sağ yumruğumu da
yer, öteki aleme gidersin... Toprağa gönderirim seni...
Hocamın lise yıllarında zaten 51,5 kilo da Türkiye Boks şampiyonu olduğunu,
lise takımında yıldız boksör olduğunu da
o sayede öğrenmiş oldum....
...
HOCAMIN İLK BIÇAKLAMA OLAYI...
Boztaş
hocamın çocukluğuyla benim çocukluğum, Ayas Koleji, Erciyes Sineması civarı ve
Kuruköprü mahallesinde geçti... Kendisi de belki anımsamaz; o zamanlar buluğ
çağına henüz ulaşmamış 10-11 yaşlarındaydı... LANGIRT isimli bir masa topu
oyunu yaygındı... Bizlerde hocamla ve çevremizdeki arkadaşlarımızla LANGIRT
oynardık... Bir gün hocamı, rakibi olan çocuk yendi...Hocam itiraz etti ;
-Olmaaaz...
Kabul edemem, sen hile yaptın, diye azarladı..
Tartışmalar
sürerken, hocam,cebinde taşıdığı çakı bıçağıyla, LANGIRT oyununda, kendisini
yenen arkadaşını kalçasından bıçakladı... Öyle kazanma hırsıyla doluydu; öyle
güçlüydü ki; bu günlerde onun bu performansını
o günlerden belliydi... O günlerde hocamın Bağımsız–bağlantısız milletvekili adayı; Adana Büyükşehir Belediye Başkan adayı
olacağı ortaya çıkmıştı... Ben ta o yıllarda Boztaş ın ne kadar güçlükleri
yenen bir insan olacağını anlamıştım...
....
SİHİRLİ YÜZÜĞÜ...
Takım,
kolye, ayakkabı, bere, yelek, mont, aklınıza giyim kuşam konusunda ne gelirse;
Boztaş hocam, kendisine en yakışanı bulur, modacıların bile tasarlamadıkları
şekilde giyinir kuşanır çarşıda dolaşır....Tespihiyle, çakmaklarıyla, sihirli
yüzükleriyle de gurur duyar...Yüzük deyince, hocamın yüzükleri karşıdaki kişiyi
etkileme gücü vardır.. Hocam öyle inanır, onu savunur... Bir gün yerel bir
televizyonun canlı yayınında program yapımcısına;
-Benim
yüzüklerimin görünmez gücü vardır... Karşısında hiç kimse duramaz... Benden
izinsiz takanların parmaklarını felç eder bu yüzüğüm, dedi...
Program
yapımcısı da, canlı yayında bu iddiasını kanıtlamak için Boztaş ın, sihirli yüzüğünü alıp parmağına
taktı, gerçekten de parmaklarından üçü bir araya geldi yarı felçli gibi olduğu
numarası yaptı... Boztaş hocam okuyup üfledi de, güya yüzüğü parmağından öyle
çıkarttı... Aslında program yapımcısı zarf attı, Boztaş hocam da yuttu… Bütün
millet de televizyondaki canlı yayında
bu olayı izledi...
....
GÜNDEMİMDE
BOZTAŞ VAR...
İlçe
Belediye Basın danışmanI arkadaşıma sordum;
-Türkiye
nin gündeminde şu anda; Cumhurbaşkanlığı
seçimi var; genel seçimler var...
Partiniz bu seçimlerde başarılı olabilir mi? Cumhurbaşkanı seçilebilecek
mi?
İktidar
partisinin en başarılı belediyesinin, en aktif çalışanlarından birisi olan
basın danışmanı net ve samimi yanıt vermekte gecikmedi;
-Benim
gündemimde Boztaş’ tan başkası yok...
Cumhurbaşkanı
belki seçilemeyebilir; Başbakanın baraj sorunu var; partinin baraj sorunu
var... Ama baraj sorunu olmayan tek kişi bağımsız ve bağlantısız milletvekili
adayım olan Abdurrahman Boztaş’tır... Ondan başka hiç kimse beni
ilgilendirmiyor...
...
BOZTAŞ SADECE GAZETECİ KİMLİĞİNE SIĞMAZ...
Yapılan bir
toplantıda Abdurrahman Boztaş değerlendirilirken İlçe Belediyesinin başarılı
Basın Danışmanı sözü aldı;
-Sayın
Abdurrahman Boztaş yalnızca gazetecilik kimliğine sıkıştırılacak birisi
değildir... O bir ressamdır, masa tenisi ustası, LANGIRT üstadı, tarihçi, doğa
bilimcisi, araştırmacı, Nuh’ un Salı uzmanı, fahri erkek ölü yıkayıcısıdır,
avcıdır, atıcıdır, abartıcıdır, belki de
gazeteci... Ama şuna inanıyorum ki; hocam sadece gazeteci kimliğine sığmayacak
kadar renkli ve etkin bir kişidir...
...
KATİLİM BOZTAŞ OLACAKTI...
Çalıştığım
iş yerimde inanılmaz bir karın ağrısı ile SSK hastanesi acil servisine kaldırdılar...
Ayakkabılarımı bile çıkartmama izin
vermeden; muayene eden doktor acilen apandisit ameliyatı için ameliyathaneye götürülmem
gerektiğini söyledi... Ağır bir ameliyat olan apandisit ameliyatından sonra
dikkat edilmesi gereken en önemli şey; hastanın hapşırmaması, kahkahalarla gülmemesidir... Çünkü hapşırır ve kahkaha
düzeyinde gülerse, dikişleri patlar, kanı zehirlenir hasta ölüme kadar yol
gider.... Ameliyattan sonra ben yavaş yavaş ayılmaya başladım... Çevremde yakın
ailem, yakınlarımı gördüm çok mutlu oldum... Gözlerimi hafifçe açtığım, kendime geldiğimde başım dönüyor ve
inanılmaz biçimde acı çekiyordum... Biraz daha zaman geçti; kendime tam
geldiğimde, SSK Hastanesinin yattığım odamın
yanında bulunan karyolada; bir insanın başına gelebilecek en kötü, en talihsiz
şey geldi... Karşımdaki yatakta Abdurrahman Boztaş yatıyordu.... Yavaş yavaş
ayılırken pişkin pişkin sırıtıyordu....
-Yaa
efendi.... Hep mi sen bana güleceksin? Şimdi de ben sana gülüyorum...
-Aman
hocam, canım hocam beni güldürme... Dikişlerim patlar, sonra ölümüme neden
olursun...dedim...
Ama hoca
anlar mı?
Beni üç gün
boyunca güldürdü; Allaha şükür ki dikişlerim patlama noktasına gelse de
patlamadan iyileşti... Dikişlerim patlasaydı, ölseydim, sebebim zalim hocam
Boztaş olacaktı...
...
BOZTAŞ IN SIRRI...
Düşündüm,
taşındın, gözlemledim, iyice incelikten sonra Abdurrahman Boztaş’ın sırrını
çözdüm ... Sırrı nedir mi? Boztaş hocam, söylediği yalanların hemen
anlaşılmaması için; isim, tarih, mekan gibi konuları gizli tutuyor... O nedenle
yalanlarını belgeleyemiyorum...
-Ankara
Büyükşehir Belediyesinden fotoğraf ödülü aldım diyor...
-TRT nin
kuruluşunda bulundum, diyor...
-Abidin
Dino dan resim dersi aldım, diyor...
-Yılmaz
Güney arkadaşım, diyor...
-Amerikan
Başkanı George W.BUSH ile telefon görüşmesi yaptım, diyor...
Bu ve
benzer tüm konularda, yer, tarih, isim vermiyor... Boztaş’ ı , Boztaş yapanda
belki bu sırlarıdır... Söylediklerini kanıtlayamadığımız sürece hocam
haklıdır...
....
ÇOCUKLUĞUMU NEREDEN BİLECEKSİN ?
Abdurrahman
Hocamla yolda karşılaştık...
Bana
sarıldı, öptü, hal hatır sordu...
-Hey gidi
günler heeey, dedi...
-Senin daha
dünkü halini bilirim... Parmak kadar çocuktun... Kısa donla kedi kovalardın, dedi...
Şaşırdım ;
-Yahu hocam,
sen kaç yaşındasın?
-60
yaşındayım...
-Yahu ben
67 yaşındayım... Sen benim çocukluğumu nereden bileceksin? deyince , Boztaş
önce kırmızı, sonra mavi, sonra sarı renge girdi; rengarenk oldu....
Atmıştı ama
tutturamamıştı... Diğer atmaları gibi isabet ettirememişti...Yanımdan hızla
uzaklaştı...
...
İLÇE BELEDİYE BAŞKANI RAHATLADI...
Genel
seçimler yaklaşırken; bağımsız, bağlantısız milletvekilliğine aday olan Boztaş
hocam; Şalvarlı, kırmızı gömlekli, yelekli, şapkalı, fesli olarak PENGUENLER
gibi Adana sokaklarında dolaşıyor halktan oy istiyordu... Birden karşısına
Adana merkez İlçe Belediye Başkanı çıktı ;
-OOoo
Abdurrahman Bey, size bu kıyafetler ne güzel de yakışmış... Penguenler gibi
olmuşsunuz maşallah.... Hayırlı uğurlu olsun seçimde dilerim kazanırsın...
Boztaş,
kendinden emin, elindeki iri taşlı tesbihini şaklatarak; Belediye başkanına
biraz da yukarıdan bakarak, hava attı...
-Teşekkürler
Sayın Başkan... İyiyim... Seçimden sonra daha da iyi olacağım göreceksiniz, dedi...
Başkan gülümseyerek sözlerine devam etti ;
-Kazanmanızı
canı gönülden isterim de; oyumu da sana vereceğimi aklından çıkartma.... Ama
diyelim ki, bir kaza oldu milletvekilliğini kazanamadınız... Belediye
Başkanlığına adaylığı düşünür müsünüz?
Boztaş aynı
havalı edayla; başkana yine tepeden bakarak
-Şeey...Tabiii...
Başkan
devam etti ;
-Acaba
hangi belediyeye aday olacaksınız?
Boztaş
kendinden emin;
-Benim ilçe
belediye başkanlıklarında gözüm yok.. Orası
beni kesmez... İlçe Belediye Başkanlığı bana çok küçük, çocuk oyuncağı gibi
gelir.... Benim daha büyük projelerim
var, büyük projelerle geleceğim... Ben büyükşehir belediyesine adayım...
deyince,merkez ilçe belediye başkanı derin bir :
-Ohhh
çektikten sonra Boztaş ‘a şöyle dedi;
-Boztaş
hocam, beni çok rahatlattın... Çünkü gelecek seçimlerde kendime en ciddi rakip
olarak sizi görüyordum... Çok rahatladım, çok sevindim... Yolun açık olsun, deyince,
Boztaş, büyük şehir belediye başkanı olmuş
edasıyla, ilçe belediye başkanına tepeden bakarak, penguen kıyafetleriyle,
seçim propagandası için çarşıda taraftarlarını
gezmeye, halkın elini sıkıp oylarını istemeye devam etti...
....
‘OYUNU BANA YAZDILAR
BENİ AFFET BOZTAŞ...’
Belediye
Başkanın annesi vefat etmişti... Boztaş’ a;
-Başkana baş
sağlığına gitmen gerekir... Sen gitmesen çok ayıp olur gitmesen... Başkan seni
sorup duruyormuş zaten, diye ikna ettik... Boztaş ta;
-Tabi
gideceğim... Büyük Belediye Başkanı,
benim de başkanım, dedi...
Annesinin
ölümünden üç gün sonra evine gittiği
belediye başkanına gerekli
sözlerle üzüntülerini anlattı... Başkan birkaç saniye sonra, herkesin duyacağı
şekilde;
-Boztaş,
hakkını helal et... Senin oylarını bana
yazdılar... Bütün suç basın danışmanım ve yardımcısında, dedi... Boztaş derin
bir ah çekti ;
-Biliyorum
başkanım biliyorum... Benim aldığım oy sandıklarını Yenice ve Samsun civarında nasıl yok ettiklerini, yüz binlerce
oyumu size yazdıklarını çok iyi biliyorum...
Taziye
ziyaretine gelenler, bir yandan üzülüyorlar, bir yandan da Boztaş hocanın
incileri karşısında, başkan başta olmak üzere bıyık altından gülüyorlardı...
....
BOZTAŞ IN İDDİALARI...
Sevgili Boztaş ile konuşurken;
çok ilginç iddialarına tanık olurum....
-Türkiye
Büyük Millet Meclisinde muhabirdim...
-Ankara da
1974-75 te adını vermek istemediğim bir gazetede çalıştım...
-Türkiye yi
evrenselliğe nasıl taşırız?Bunun mücadelesini verdim...
-Türkiye
nin ilk uydu - cep telefonuyla, Başbakan Turgut Özal Karataş yolundan TBMM
Başkanını arayıp konuştu... Yanında da Semra hanımefendi vardı...
-Turgut
Özal ve Semra Özal hanımefendinin her zaman ekibindeydim...
-Turgut
Özal Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduğunda hep yanındaydım...
-Çankaya
daki evlerinde 30x40 boyutlarındaki fotografların hepsi benim eserimdir...
-TRT
kurulurken görev yaptım...
-TRT
Televizyonunun 1960 lı yıllarında hazırladığım sanat haberlerim yayınlandı...
-51,5
kiloda Türkiye boks şampiyonu oldum...
-Aids
hastalığına çare buldum...
-Uzaylılar
çektiğim fotografların filmini ve makinemi aldı... Beni uzay gemilerine
bindirdiler , muayene ettiler ...
Testlerden
geçirdiler...
Ve BOZTAŞ
tan bir şiir;
-Seyhan
Nehri sularında,
Aşk
sandalıyla dolaşırken,
Rengarenk
çiçekler arasında,
Maziyi seninle
yaşadım...
ÇAMAŞIR MAKİNESİ DEPREM NEDENİ ...
Boztaş
hocamın inanılmaz gözlemleri, inanılmaz iddiaları, sürpriz açıklamaları
inanılmaz inatları var... Yaptığı gözlemlere göre; çamaşır makineleri
apartmanlara depremden daha çok zarar verirmiş..
-Neden
hocam? dedim..
-Türkiye de
zaten apartmanlar imara aykırı yapılıyor... Müteahhitler demirden çimentodan
çalıyor... Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de apartmanları biz tahrip
ediyoruz...
-Nasıl yani
?
-Çamaşır
makinesi titreşimli biçimde çalışırken, tüm binayı, duvarları, en büyük baba
kolonları bile sallıyor... Makineler titreşimleri
binayı sarstığı için, beton bağlantıları, demir bağlantıları yavaş yavaş aşınıp
birbirinden ayrılmaya başlıyor... Böylece çamaşır makineleri apartmanlara
depremlerden daha çok büyük zarar vermiş oluyor..
-Çözüm
nedir?
-Çözüm,
çamaşır makineleri kesinlikle apartmanlara sokulmamalı... Binaların dışında
özel olarak çamaşırhaneler yapılmalı... Çamaşır makineleri buralarda
çalıştırılmalıdır... Aksi takdirde kısa zaman sonra çamaşır makinelerin yıktığı
pek çok apartman göreceğiz... Depreme bile gerek kalmadan çamaşır makineleri
binaları yıkacaktır.. Yada çamaşır makinelerinin iyice yıprattığı apartmanlar,
en küçük bir depremde yerle bir olup, binlerce, on binlerce insanın ölümüne
neden olacaktır...
....
60 DAKİKA SU ALTI REKORU SAHİBİYİM...
Boztaş
hocamla bir yerel televizyonda yaptığımız program reating(reyting) rekorları kırdı... Ertesi gün televizyona gelen; bunların
arasında, öğretmenler, zengin iş yeri sahipleri, aklınıza gelen her meslekten
insanlar vardı.... Hocamın anlattıklarıyla ilgili şöyle dediler;
-Boztaş
hocamın programlarını dün gece neredeyse nefes almadan izledik... Bu arkadaşın
iddiaları bizleri çok etkiledi... Eğer
izin verirseniz ekonomisi zayıfsa yardımcı olalım... Araştırma yapmak istiyorsa
sponsor olalım....
Binlerce,
kişiden bu ve benzeri teklifler aldım...
Hocamın, en
büyük ve en çekici iddiası, reating( reyting )rekorları kıran iddiası şuydu;
dünyada görülmemiş ve görülmeyecek olan bir konu ;
-Ben, su
altında tüpsüz olarak 60 dakika kalabiliyorum... Balıklarla yarışıyorum...50-60
metrelik derinliklere dalıp, midyelerin içinden çok inci bile çıkarttım... Elimdeki
tespihte kullanılan incileri nereden aldım sanıyorsunuz? İnsanlar değil,
balıklar bile benim nasıl bu kadar su altında kaldığımı görüp kıskanıyorlar... Kıskançlıklarından
çatlayan balıklar bile oldu...
Pek çok
izleyici, bunun bir Adana, Türkiye değil dünya rekoru olduğuna, Boztaş’ ın
dünya dalma şampiyonasına katılması için ne gerekiyorsa yapmaya hazır
olduklarını söylediler... Ne diyelim? Akıllı inanır...
....
SİVRİ SİNEKLER AMELİYAT EDİLİYOR...
Hocamın
iddialarına akıl sır ermez... Hocam diyor ki;
-Vallahi,
billahi gözlerimle gördüm... İstanbul ‘da sivrisinekler karantinaya alınıp
ameliyat edilip kısırlaştırılıyorlar... Sonra da doğaya bırakılıyorlar...
-Boztaş
bunu neden yapıyorlar? dedim...
-Bu
sivrisineklere uygulanan bir katliamdır, bir soy kırımıdır...
-Sivri
sinekler sıtma üretiyorlar, insanları rahatsız ediyorlar, senin bu konudaki
görüşün; yapılmasın mı ?
-Tabi
yapılmasın... Yazık değil mi sivrisineklere.... Hem sivrisinekler insanlara ve
diğer canlılara yararlı hayvanlardır... Bunu biz bu günkü ilim ve teknoloji ile
anlayamıyoruz.. Ama gelecekte ulaşılacak teknolojik, bilimsel aletler ve
gözlemlerle benim söylediklerimin doğruluğu kanıtlanacaktır...
-Neden bu
gün böyle yapıyorlar sivrisineklere?
-Bunu
yapmalarının bir tek nedeni var; efendim Avrupa Birliği yasalarına uyum için
sivrisinekleri ameliyatla kısırlaştırmak, sonrada doğaya salmak gerekiyormuş...
Bunu kabul etmem olanaksız... O hayvanlara soykırım uygulanıyor... Yok ediliyorlar...
Her gördüğümde gözyaşı döküyorum... Çocuğum ölmüş kadar üzülüyor hüngür hüngür
ağlıyorum..
-Yani
Avrupa lılar bunu bizden istiyorlar
değil mi ?
-Bunu
bizden istiyorlar ama, kendi ülkelerinde uygulamıyorlar... Ben Avrupa da bir
tek sivrisineğin bile ameliyathanede karantinaya alınıp ameliyatla
kısırlaştırılıp doğaya bırakıldığını duymadım görmedim, hiçbir yerde de
okumadım... Bu yabancıların Türklere uyguladığı kötü bir senaryodur... Biliyor
musunuz? Ben koyunların da kesilmesine karşıyım...
-Sen daha
iyi bilirsin hocam dedim..
....
BOZTAŞ IN MESLEK FİHRİSTİ...
Evrende ,
dünya adını verdiğimiz gezegenden başka galaxi ve gezegenlerde de dahil olmak
üzere ; hiçbir fani insanın sahip olmadığı mesleklere aynı anda sahiptir Boztaş hocam.....
-Mesleğini
say, desen; inanılmaz meslekler söyler... Kısaca her mesleğe en üst düzeyde
sahiptir... Senarist, ayakkabı imalatçısı ve boyacısı, yüzücü, ormanları
gönüllü koruma sorumlusu, Temacı, gazeteci, ressam, Tv Genel Yayın Yönetmeni,
çiftçi, çim biçme ustası, kriket oyuncusu, astronot, kovboy, döner ustası,
kumpir ustası, patates yetiştiricisi, at terbiyecisi, erkek ölü yıkayıcısı,
aslan terbiyecisi, şoför, boks ve yüzme şampiyonu, LANGIRT uzmanı, piştici,
satranç dahisi, bestekar, söz yazarı, ut üstadı, kanuni, kemani, neyzen,
şerbetçi, dellak, natır, gitarist, zeki Müren şarkı yorumlayıcısı, çaça – twist
gibi oyunların üstadı, fahri erkek ölü yıkayıcısı ...
Buraya
yazılı olmayan meslekleri de siz yazsanız; hepsini bildiğini söyler...
....
BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİNİN
SIRRINI ÇÖZEN DAHİ....
1960,
-Yerin
kilometrelerce altında , devletler, koloniler ve ülkeler ve orada yaşayan milyonlarca belki de milyarlarca insan var... Yer altı dünyasındaki ülkelerde yaşayan
insanlar; yer üstündeki insanlardan daha zeki, daha çalışkan... Bu
insanlar 50-60 santim boyundalar...
İşte bu “BERMUDA
ŞEYTAN ÜÇGENİN” de kaybolan gemiler,
uçaklardaki insanların akıbetleri şöyle; gemiler denizde
battığında, uçaklar denize düştüğünde; hemen bu küçük boylu insanlar
kendilerinin yaptığı ileri teknoloji ürünü olan
deniz altılarıyla, kaza yaptığı
iddia edilen bu araçlarda bulunan dünyalı insanları, sağ salim kurtarıp,
kendilerinin yerin altında kurdukları
devletlere ve kolonilere çalışmaya götürüyorlar... Bizim uçak düştüğünde, gemi
battığında öldü sandığımız insanlar
aslında hepsi de sağ ve yaşıyor; üstelik
yeraltı devletlerinde yaşayan küçük insanların maden ocaklarında işçi
olarak çok zor koşullarda çalıştırıyorlar... Dünyadan oraya, yani yer altına
götürülen insanlar altın madeninden kırmızı cıva elde edilmesinde
çalıştırılıyorlar....Üretilen kırmızı cıva;
insanın bu güne kadar ürettiği enerjilerden daha büyük ve daha güçlü... Bir
gramında bin barajdan ve binlerce atom
bombasından elde edilen enerjiden daha fazla bulunuyor....
-Peki,
yeraltında devletleri, ülkeleri olan 50-60 santim boyundaki insanlar yeryüzüyle
ilişkileri var mı?
-Evet, diyor
hocam... Japonya nın doğusundaki büyük OKYANUS ‘tan dışarıya yer yüzüne çıkıyorlar... Yeryüzünde
incelemeler yapıyorlar... Oradan geri yeraltındaki dünyalarına, ülkelerine
dönüyorlar... Bu geliş gidişler sırasında kırmızı cıvadan elde ettikleri
enerjileri kullandıkları için bol bol okyanusta depremler yaşanıyor... Japonya
bilindiği gibi dünyada en fazla deprem olan ülkedir...
Bu olaydaki
ikinci perdeye gelince;
Hocam
dehasını burada da ortaya koyuyor ;
-İşte bizim
uzaylılar olarak bildiğimiz varlıklar, o kolonilerde yaşayan 50-60 santim
boyundaki varlıkları ben Toroslar da POZANTI NIN ALPU Dağlarında karşılaştım...
Gece yarısı, hatta sabaha karşı uçan daire şeklinde bol ışıklı bir cisim benim
Bu arada,
sırları ortaya çıkmasın diye çektiğim fotoğraflarını kimsenin görmemesi için,
makinemdeki filmi çıkartmamı rica ettiler.... Sonrada bir çanta taş–toprak alıp gemilerine binip yukarıya doğru havalanıp
gittiler...
Bu olayda üçüncü
perdeyi merak mı ettiniz?
Efendim ,
Boztaş hocam bir gün işyerime geldi , bu olayları anlatırken , 35 yıl
Almanya da kalan bir yurttaşımız sohbetimize ortak oldu...
O da
hocanın söylediklerini doğruları...
Ama,
onun Boztaş hocamın anlattıklarına bir
yerde itirazı vardı; o da yeraltındaki devletlerde, kolonilerde yaşayan
insanların boyları 80 ile 100 santimdir demiş olmasıdır...
Boztaş
hocam itiraz etti;
-Kesinlikle
50-60 santim... Ben Pozantı nın Kamışlı yaylasında gece yarısı gördüm....
gördüm, yanıma geldiler, gemilerini gezdirdiler... Kendim cebimdeki cetvelle boylarını bile ölçtüm... Almanyalı arkadaş
itiraz etti;
-Hayır,
bende onları gördüm biliyorum 80 ile 100 santimdir boyları...
Almanyalı
vatandaşla, Boztaş hocam 1 -2, belki de 3 saatlik ateşli bir tartışmanın
sonunda;
Yeraltındaki devletlerde ve kolonilerde gizli yaşayan,
dünyadaki insanların asla bilmediği, Bermuda Şeytan Üçgeninde batan gemiler ve
düşen uçaklardaki insanları kurtarıp, kendileri için çalıştıran, kırmızı cıva
işçiliği yaptırdıkları insanların
boylarının 60 santim boyunda oldukları
konusunda sonunda fikir birliğine
vardılar...
...
ÇUKUROVA YI YAZIN SERİNLETEBİLİRİM...
Boztaş
hocamın inanılmaz ve asla sınır tanımayan yaratıcılıklarından başka bir örnek
daha;
-Ben,
Çukurova’ da yazın sarı sıcak dalgasından
halkımızı, ağaçları, kuşları, karıncaları, kurtarabilirim… Onlara serin
kış havası sunabilirim... Yeter ki bana olanak tanınsın....
-Nasıl
yaparsın hocam? Nasıl bir olanak istersin hocam?
-Çok
kolay... Kentin içindeki çok yüksek apartmanların tepesine, Toroslar’ın Akdeniz
‘e bakan yamaçlarına çok büyük devasa vantilatörler yerleştirilebilirse; bu
vantilatörler aynı anda çalıştırılırsa; Adana sarı sıcak dalgasından
kurtulur...Ve yaz ortasında bahar havası yaşaması olanaklıdır... Boztaş’ ın
olduğu yerde olanaksızlıklar da ortadan kalkar?
....
ADANA’ DAN MERSİN KIZKALESİNE YÜZERİM...
Abdurrahman
Boztaş hocamın hayallerinde asla sınır yoktur.. İşte bunlara bir örnek daha...
-Bir gün
hocamla işyerimde oturuyoruz... Bir yaşlı yurttaş geldi... Çaylarımız
ikilendi.... Söz yüzmeden açıldı... Boztaş hocam;
-Ben, dedi...Adana
‘dan Mersin’ deki Kız Kalesine kadar hiç durmadan yüzebilirim...
Yaşlı adam
şaşırdı;
-Oğlum,
Adana’ da deniz mi var ki?
-Olsun baba? Tarsus’ tan
denize girer yüzerim...
-Olmaz
oğlum... Tarsus da denize 6-
-Mersinde
de mi deniz yok? Oraya gider, oradan denize girer kız kalesine kadar tek başıma,
nefes almadan gider gelirim, dedi...
O sırada
yanımıza gelen bir meslektaşı, sessizce bu konuşmaları dinlerken şöyle dedi;
-Boztaş abi,
seni geçenlerde Büyükşehir Belediyesinin ücretsiz yüzme kurslarının yapıldığı havuzda boğulurken ben kurtarmadım
mı?deyince, Boztaş renkten renge girdi, başını sağa–sola sallaya sallaya
uzaklaştı gitti... Yalanının ortaya çıkmasına dayanamamıştı anlaşılan...
.....
BAŞKA İNGİLİZCE KONUŞUYORLAR...
Birinci
körfez savaşının yapıldığı günlerdeydi... İncirlik hava üssüne en yakın nokta
olan toptancılar sitesinin damlarından uçakların inip kalkmasını; Irak’ı vurmak
için gidiş dönüşleriyle ilgili görüntü
alıyorduk... Sadece biz değil, dünyanın her ülkesinden gelen yabancı
televizyoncular, kameramanlar, fotoğrafçılar, ünlü muhabirler vardı... Hepimiz
sıcaktan oldukça şikayetçiydik... Günün en sıcak saatlerinde, boynunda üç dört
fotograf makinesi, iki kamerayla Abdurrahman Boztaş hocam çıkıp gelmez mi? Çok
uzaklardan bizimle alay etmeye başladı...
-Heeey
yavrum heeey... Adana lı gazetecilerin, televizyon kameramanlarının tamamı burada, ama hiç kimse İngilizce bilmiyor.....
Burada
yabancı gazetecilerle, televizyoncularla sadece ben İngilizce konuşabilirim...
Babam incirlik hava üssü inşa edilirken kepçe operatörü
olarak çalışmıştı... Ben de o zaman Amerikalılarla ilişki kurmuştum... Amerikalılar
beni çok seviyordu... Çocukluğumdan itibaren onların dillerini ana dilim gibi öğrendim... Şimdi
ben yabancılarla İngilizce konuşayım da siz
görün... Yarım saat boyunca hocam yabancı televizyoncu ve gazetecilerle
konuşur gibi yaptı... Ancak iki sözcükten başka bir şey söylemedi...
-Yeees....
-Nooo...
Biz artık
dayanamadık ,
-Hocam
bunlar ne söylediler yarım saatten beri sana ne anlatıyorlar? Lütfen bize de
bilgi ver, dedik...
Hoca
duraksadı;
-Yahu
bunların konuştuklarını bende anlamadım... Başka bir İngilizce konuşuyorlardı
bunlar... Benim öğrendiğim ingilizce’den çok farklı bir lisanları var...
-O zaman
yarım saatten beri neden YES, NO diyordun?
Hoca
kıpkırmızı oldu, sarardı soldu... Biz hocama kahkahalarla gülmeye; yerlerde
yuvarlanmaya, böbreklerimiz çatlayıncaya kadar gülmeye başlayınca;
yabancı televizyon ve gazetecilerin tercümanı olayı onlara da anlattı...
Yabancı televizyoncu ve gazeteciler hocama bizden fazla güldüler... Bir kaç
tanesi fazla gülmekten altına küçük
çişini yaptı... Bir kaç tanesi de kahkaha atmaktan yerde kalp krizi geçiriyordu
neredeyse... Hocamın İngilizce sinin sınırları YES ve NO da bitiyor... Bir adım
ötesi, bir adım berisi yok... Bu günlerde bir gurup öğrenciye de İngilizce
dersi vermekte olduğunu duydum; bundan da büyük gönenç duydum...
....
FOTOGRAFIN ’ F ‘ SİNDEN HABERİ YOK...
Biz son sistem bir fotograf stüdyosu kurduk... En
son ışıklandırma, en son görüntüleme, en son fotografa kayıt yapan 12 milyar
liraya alıp işletmeye açtığımız fotoğrafhanemiz kusursuz biçimde çalışmaya
devam ediyor... Boztaş hocam, ben orada yokken dükkana gelip, dünyanın en son
teknoloji harikası olan makinenin başına geçip
orada çalışan çocukları çevresinde toplayıp sorular sorup; kendisinin de yanıtı bilmediği konularda çocuklara fırça
atıyormuş...
-Enstantane
ne demek?
-Flaş
neresinden çalışıyor?
-Vizör
neresi bana gösterin bakalım? Gibi sorularla, çocukları rezil ediyormuş..
Bir gün ben
geldim; baktım hocam yine çocukları karşısına dizmiş fırça üstüne fırça atıyor...
-Hocam, bu
kaç megapiksel biliyor musun?
-Piksel
değil Fixel, dedi...
-Hocam bu
piksel olarak geçiyor...
-Hayır
fixel diye benimle iddiaya girdi.,..
Tabi
söylediğinin yanlışlığını kabul etmekle hocam için intihar etmek aynı anlama
geliyordu... Hocama söylediğinin yanlış olduğunu kanıtlayınca; 12 milyara
aldığım fotograf makinesinin, çekim sırasında ses kaydı da yaptığını
anlattım... Hocam bu kez kıvırdı;
-Ben bu
makinenin icat edileceğini 12 yıl önceden biliyordum...
Nereden
girip, nasıl çıktığını, sözleri nasıl kıvırdığını benden başka kimse bilemez.. Hocamı
idare ediyoruz artık ne yapalım? Laf aramızda biraz da yaşlandı hani... Dediğim
dedik, çaldığım düdük diyor... Biz de katlanıyoruz...
....
TELEVİZYONDA DOĞRU SÖYLEDİ
SOKAKTA YALAN...
Fotoğrafhanemize
sık sık uğrar sayın hocam; biz de mutlu oluruz... Bir geldiğinde kendisine
hayrımız olsun diye Digital bir fotograf makinesi armağan ettik... Bir yerel
televizyondaki canlı yayında da;
-Evet...Bu
firma bana bu fotograf makinesini armağan etti, diye açıklama yaptı...
Canlı
yayının sabahı bir arkadaşımın işyerine
gitti hocam... Akşam televizyonda, hocanın fotoğraf makinesini ücretsiz olarak
hediye aldığını itiraf ettiğini bilenler, ona biraz yalan söyletmek
istediler.l..
-Oooo
Abdurrahman hocam, makinen hayırlı uğurlu olsun... Kaç liraya satın aldın bu
makineyi?
Hoca hiç
sıkılmadan, akşam televizyondaki programda söylediklerini unutarak;
-200
milyona aldım, dedi..
-Satar
mısın ?
-400 milyon
verirseniz satarım, dedi...
Boztaş, bu
pazarlığı yaparken,kendisinin akşam televizyondan izleyenlerle konuştuğunu
bilmiyordu... Boztaş’ a göre yalan mı yok?Ama televizyondaki canlı yayında
söylediklerini, gündüz de anımsamasında yarar var diye düşünüyorum...
....
PAŞA AKRABAMDI...SENİ BEN ERKEN TERHİS ETTİRDİM...
Askerliğimi Sakarya’ da
paşa fotoğrafçısı olarak yaptım... Tam o sırada yani 1999 ‘daki Marmara
depremi oldu; asker fotoğrafçı olarak
depremin ortaya çıkarttığı insanlığa en büyük acı veren bütün sahnelerini
görüntüledim, binlerce fotoğraf çektim...
Sakarya da
bir de DEPREM FOTOGRAFLARI sergisi açtım... Emrinde olduğum paşa, benim
çalışmalarım nedeniyle özel bir takdir nişanı aldı... Bu başarılarımdan dolayı
da, ödül olarak beni üç ay önce terhis etti... Sevinçten havalara uçuyorum, çok
mutluydum.. Adana ya geldim; Abdurrahman Boztaş hocamla sokakta karşılaştım....
-Ben
desenden teşekkür bekliyorum... Neden beni arayıp teşekkür etmedin? diye fırçaladı...
-Neden
hocam? Hayırdır inşallah ne oldu? Ne yaptım ki?
-Ooooo...Senin
haberin yok... Yanında görev yaptığın Paşa benim akrabamdı... Tele fonla aradım,
seni üç ay önce ben terhis ettirdim....
Hoca yine
hayal görüyordu; ne benim emrinde olduğum paşayı tanıyordu, ne de askerin en
tepesindeki paşayı tanıyordu... Benimle dalgamı geçti? Bu gün bile
anlayabilmiş değilim...Ama, bildiğim tek
şey, paşa fotoğrafçısı olarak başarılı olmam ve üç ay önce terhisle
ödüllendirilmemdir...
....
BİR TEK BOZTAŞ HOCAM BANA İNANMADI...
Sakarya’ da
paşa fotoğrafçısı olarak görev yaptığım sırada 1999 Marmara depremi oldu... Olayın
en feci ve en kötü bölümlerini, en sıcak ve anında görüntüledim binlerce
kare fotograf çekmiştim... O dönemde Sakarya Valisi olan Sayın
Cahit Kıraç, SAKARYA’ da DEPREM FOTOGRAFLARI sergisi açmamı sağladı... Bende
bunu milli bir görev olarak kabul ettiğim için harika bir sergi açtım... Türkiye
de ilk kez sayın valim bana FOTOGRAF SANATÇISI belgesi verdi... Daha sonra da
Adana ya vali olarak gelen Sayın Cahit Kıraç aynı deprem fotoğrafları sergisini
Adana da açmamı sağladı... Sergim büyük ses getirdi; izleyenlerin , sergimde
bulunanların yüzde 99 u çok beğendi... 1999 Sakarya Deprem fotografları sergimi
bir tek kişi ABDURRAHMAN BOZTAŞ hocam beğenmedi...
Benim fotoğraf sanatçısı belgemin sahte olduğunu ileri
sürdü... Canı sağ olsun...Yaşasın, sağlıklı olsun, aramızda olsun da tek
inanmasın...
....
TRAFİK SORUNUNA ÇÖZÜM
İnternet Sitelerinde en çok
tıklananların ilk sıralarında yer alan Abdurrahman Boztaş ülkemizin en renkli
simaların önde gelenlerindendir; oradaki ifadelerle;
Jöleli
kaşları,
Meclise
eşeğiyle geliyor,
Aids
hastalığına çare olacak,
Boztaş
gelecek başa /Fırıldakların başını
Vuracak
taştan taşa /Ey Adana lım sen çok yaşa...
Bu kadar
popüler nitelikleri olan hocam Türkiye deki trafik kazalarına ve trafik canavarına
kendince çözüm buldu...
Diyor ki;
-Türkiye de
her gün 15-20 kişi trafik kazalarında
yaşamını yitiriyor... Ben bu konuda kendimi örnek olarak göstermek
istiyorum... Benim yöntemim uygulandığı takdirde, bu kazalar sıfıra iner kimse
ölmez... İşte bu konudaki önerim;
Ehliyetimi
aldıktan bir süre sonra otomobil kullanmaya başladım… İyi de şoför olmuştum;
tüm arkadaşlarım bana imrenerek bakıyorlardı... Adana caddeleri ve sokakları
bana dar geliyordu... Sabahtan akşama kadar gezip, genç kızların gönüllerini
çalıyordum... Ne zaman küçük bir kaza yaptım; hemen aldığım ehliyetimi Emniyet
Müdürüne götürüp teslim ettim...
-Sayın
Müdürüm, ben kaza yaptım... Daha fazla kazaya ve insan ölümlerine neden olmamak
için ehliyetimi size iade ediyorum... Emniyet Müdürü kalkıp beni yanaklarımdan
öptü...
-Aferin
evladım... Sen çok akıllı bir insanmışsın, dedi... Bu davranışımın herkese
örnek olmasını istedi... Ben inanmıyorum ki; herkes böyle yaparsa; yani en
küçük kaza yapanlar ehliyetlerini iade
ederlerse Türkiye de trafik anarşisi ve trafik canavarı etkisini
yitirecektir...
Boztaş
hocam bu olayı anlatırken bir gazeteci arkadaş ;
-Yahu
hocam, senin ehliyetini Trafik Şube Müdürüne teslim etmen gerekmiyor muydu?
Neden Emniyet Müdürüne teslim ettin... Emniyet Müdürünün görevi bu değil, deyince
hoca iyice bozuldu...
Ama
hocamın kafasında yazdığı ve anlattığı
senaryo muhteşem...
...
ADANLI TÜM ÜNLÜLER BOZTAŞ
HOCAMIN TEZGAHINDA YETİŞMİŞTİR...
Türk Pop
Müziğinin en önemli ve genç seslerinden olan Murat Göğebakan Adana ‘da on binlerce
kişiye harika bir konser verdi...
Konser sonrası Sayın Göğebakan’ ı kendi
otomobilimle evlerine bırakmak için yola
çıktık... Boztaş hocam da otomobilin içinde tesadüfen bulunuyordu... Boztaş hemen söze girdi; yaratıcılıkta sınır
tanımayan hocam başladı konuşmaya;
-Murat
Göğebakan’ ı İstanbul’a ben gönderdim... Otobüs biletini de ben kendi cebimden
aldım.... Tempo Televizyonunda Genel Yayın Yönetmenliği yaptığım sırada, Murat
yanıma geldi; baktım bu çocukta iş var... Hemen İstanbul’ a gitmesini
söyledim...
Bir süre
daha sessizlik oldu; hocam sürdürdü konuşmasını ;
-Adana
lı ünlü şarkıcı Kurtuluşu da ben
İstanbul’ a yönlendirdim... Harika gitar çalıyor, yanık yanık şarkılar
söylüyordu... Onun da yerinin İstanbul olduğunu düşündüm ve hemen oraya
gitmesini sağladım... işte bu gün karşımızda, ünlü iki Adana lı sanatçı var...
Otomobildeki
Murat Göğebakan’ dan hiç ses çıkmıyordu... Hocam hızını alamamıştı ki
yaratıcılıkta sınır tanımayan bombalamalarına devam ediyordu... Oysa yaşıyla
söylediklerinin mümkün olmayan tarafları da vardı; örneğin hocam diyor ki;
-Adana lı
sanatçılar Mustafa Sağyaşar, Ali Şenozan, Ferdi Tayfur, İzzet Altınmeşe, Barış
Manço, Nuran Damcıoğlu, Suna Kan, Hüseyin İleri ve diğer tüm hemşehrim olan
sanatçıları ben Ankara ya ve İstanbul a yönlendirdim.. .(Not ; bu kişiler 70
yaşını çoktan geçtiler...Bazıları da öldü....Ama hocam henüz 58
yaşındadır..1949 doğumludur kendisi..)
Kimseden
ses çıkmıyordu; Boztaş hocam, mangalda kül bırakmadan konuşmasını sürdürdü ;
-Yılmaz
Güney de arkadaşımdı; birlikte üç film
çevirdik... Yılmaz benim filmlerimi imha ederek önümü kesti... oksa ben şu anda
Yılmaz Güney’den daha da çok ünlü olacaktım… Ona da sinema konusunda çok şey
öğrettim... Beni engellemesine karşın onu hala çok severim...
Hocam,
sessiz bir ortam bulunca atmaya, sınır tanımayan hayallerini anlatmaya devam
etti;
-Şunu da
söyleyeyim ki; bu gün Milli Takımlar Teknik Direktörü olan Fatih Terim’ de,
benim oynadığım topu izleyerek yetişti... O dönemlerde kendisi daha çocuk yaştaydı…
Bu günkü Meryem Abdurrahim Gizer İlköğretim Okulunun yeri arsaydı... Biz
mahalledeki arkadaşlarla sürekli top oynardık... Sahanın yıldızı şüphesiz ki
her zaman olduğu gibi yine bendim...
Fatih Terim de gelip, kenardan bize bakardı... Benim gibi yıldız bir futbolcuyu
izleyerek çok şey öğrendiğini kendisi de
defalarca söyledi... Fatih Terim’
e bir takım şeyler öğrettiysem ne mutlu bana...
Kimseden
ses çıkmadı; yaratıcılığının sınırsızlığında Boztaş, Murat Göğebakan’ ı evine
götürünceye kadar yağdı–gürledi...
....
POPÜLER OLMAK İÇİN ÖLECEK...
Boztaş
hocam popüler olmayı çok seviyor... Bir kaç gün sataşılmasa, kendisinden söz
edilmese, kendisi gelip;
-Beni hemen
kaşıyın, asla yerimde duramıyorum der...
Popüler
olmadığı zamanlar da;
-Ben Amerika
ya yerleşeceğim, İstanbul beni bekliyor, tüm televizyon yapımcıları bana hayran...
Adana beni anlamadı, Adana yı terk ediyorum, der..
Değerli
hocamı 22 Kasım 2007 seçimlerinde
Türkiye nin en popüler bağımsız – bağlantısız milletvekili adayı yaptım... Tüm
ulusal ve yerel televizyonlar kendisiyle söyleşi yapabilmek için birbirleriyle yarıştılar... Ancak hoca 22
Temmuz seçimlerinden sonra popülerliği hala sürüyor... Zamanı iyi değerlendiren
hocam; açık göz davranarak hemen parti kurmaya kalktı....
-İl
Başkanları belli oldu, yönetim kurulu üyeleri belli oldu, sadece düğmeye
basmaya kaldı her şey, diyormuş...
Geçenlerde
hocamla yolda karşılaştık;
-Politika
nasıl gidiyor hocam?
-Parti
kuruyorum, son aşamaya geldi... Çok güçlü geliyorum...
Gerek
muhalefetten, gerekse iktidar partisinden büyük katılımlar olacak...
-Peki bizim
bildiğimiz, ünlü isimler var mı partinde?
Boztaş
gözlerin kıstı, zafer kazanmış bir ordu edasıyla yanıtladı;
-Hem de çok
var... Bu aşamada isim vermem doğru olmaz... Ama bir tanesini söyleyeyim,
gerisini siz tahmin edin...
-Kimdir
hocam bu ünlü ?
-Erkan
Mumcu... (anavatan partisi genel başkanı )
-Büyüksün
Apo, diye herkes elini sıktı....
-Valla
senden korkulur Apo, dedim...
BUZ
PATENİ KAZASI
Adana’ ya
yeni açılan devasa bir alış veriş merkezi olan M-1 de bir de buz pateni
bölümü halkımız tarafından büyük ilgi
gördü; Boztaş hocam, burada kayak
yapanlarla bir söyleşi yaparak bir televizyon programı çekmek
istedi... Oradaki görevliler hocamın ayaklarına patenlerini taktılar, iki görevli hocayı buz
pistinin ortasına götürüp bıraktı…
Bir bayanla söyleşi yapmak isteyen hocamın bayanın yanına kayarak gitmesi gerekiyor, ama
kayamadığı için ne bir adım ileriye, ne de geri gidebiliyor... Pistin ortasında
bekledi... Söyleşi yapacağı bayan da kaymayı bilmediği için o da hocama
yaklaşamadı... Kamerayı açtım; hocam bas bas bağırdı¸
-Gel
hanımefendi, dedi..
-Gelemem,
kayamıyorum, düşerim, dedi...
-Gelsene
yahu?
-Gelemem...
Bu
konuşmalar olurken, iki görevli yine Boztaş’ın koltuklarına girerek bayanın
yanına götürmek zorunda kaldı... .Söyleşi yapacağı bayanla birbirlerine
yaklaştılar... Tam anons yapacaktı ki; 8-10 yaşlarındaki profesyonel
kayakçıları aratmayan bir çocuk buz pateniyle hızla kayıp hocama arkadan çarpıp
biçip gitti... Hocamın ayakları havaya geldi, sırt üstü buz pistine bir çakıldı
ki;
-Ah
anaaaam...!!! diye feryadı kentin her yanından duyuldu...
İki görevli
yeniden hocamın koltuklarına girip güçlükle
ayağa kaldırdı... Hocamın ayakları pergel gibi açıldı, açıldı, açıldı
dizlerinin üstüne;
-Güüüüm!!!
Diye oturdu...
Bir daha
kalktı , bir daha düştü;
Bir daha
kalktı bir daha düştü...
Bir daha
kalktı bir daha düştü...
Bir daha
kalktı bir daha düştü...
Hocam,
televizyon programını, düşüp kalkıp, ah anam nidalarıyla tanımladı.... Söyleşi
yapma isteği kursağında kaldı... Ama, buz
pateninde kayarak, söyleşi yapmaya çalışırken düşüp kalkması Adana daki
televizyonda günlerce gülmece efekti ile yayınlandı... Hocam yapmaya çalıştığı
ama başaramadığı televizyon programını şu sözlerle bitirdi;
-Bu işi
bilmiyorsak yapmayalım...
...
HOCAM SALDIRIYA UĞRADI...
Adana’nın
en güzel piknik alanlarından birisi olan Dilberler Sekisinde yine program
çekiyoruz hocamla... Kamerayı açtım;
-Hocam
anons yapabilirsin, işareti verdim...
Hocam bir
türlü objektife bakamadı..
-Hocam
objektife bak...
Sağa sola
baktı..
-Hocam,
konsantre ol...
Yine
yapamadı...
Bu arada,
uzaktan koşa koşa gelen Boztaş’ ın iki katı büyüklüğündeki dev gibi bir kişi
hocama;
-Şraaak!! Diye bir tokat atmasın mı? Hocamın gözlüğü,
saati düştü... Hocam gözlüğünü, saatini aramak için yere eğildiğinde o dev gibi
kişi Hocamın yakasına yapıştı;
-Sen
televizyonlara çıkıp abuk–subuk konuşuyorsun... Bizimle dalga mı geçiyorsun lan?
Bir tokat,
bir tokat daha...
-Nuh’ un
Gemisine neden Nuh un Salı diyorsun...
Birbirlerine
girdiler Boztaş hocam iyi bir dayak yedi... Ben kameramla hocamı izlemek
zorunda olduğum için bir süre çekim yapmak zorunda kaldım... Dayak sahnelerini
kusursuz biçimde çektikten sonra, kameramı yere koyup; bu ikisini zorla
ayırdım... Hocam bu kez de başkalarıyla söyleşi yapmak yerine, kendisine atılan
dayak görüntüleriyle yetinmek zorunda kaldı.... Görev yaptığı televizyonda,
dayak sahneleri günlerce yayınlandı...
-Hocam, sen
bunlarla ilgilenme; programını yap keyfine bak, diye zor ikna ettim...
....
ÇARPIŞAN OTOMOBİL ÇARPTI...
Abdurrahman
Boztaş hocamın başına gelenler; aslında yazılan ve uygulanan senaryolardan
başka bir şey değildir... 23 Nisan şenlikleri yapılırken; M-1 de 0-6 yaş çocuk
yuvasından çocuklar da gelmiş, bu etkinliklere katılmıştı... Boztaş hocam bu konuda bir televizyon programı
yapacaktı... Ancak çocuklar çarpışan otomobillere binmiş , çığlıklar arasında
çılgınca eğlenirken ; hocamı da bu otomobillerden birisine binmeye ikna
ettim... Ancak, bu çarpışan otomobillerde anons yapacak olursa programın daha
güzel olacağına inandırdım... Hocam kabul etti ve en güçlü ve en güzel
otomobili seçerek bindi... Hocam
mikrofonu eline aldı;
-Sevgili
izleyenler... Bakım yurdundan buraya gelen 23 nisan şenliklerine katılan bu
çocuklar bizim çocuklarımız... Bu
çocuklar bizim her şeyimiz...Fedari ( medar-ı
iftiharımız
demesi gerekiyordu)
iftiharımızdır.... Geleceğin Türkiye si
onların elinde daha güzel şekillenecek....
Yazılan
senaryonun uygulanması gerektiği an geldi; senaryo gereği, en güçlü ve en hızlı
çarpışan otomobil hocamın otomobiline çarparsa; Otomobil bir yana; Boztaş hocam bir yana
savruldular... Hocamı çarpışan otomobillerin zeminine yüzün koyun kapaklandı...
Kendilerini o sırada manyetik alandaki elektrik çarptı... Çizgi filmlerindeki gibi
hocam zangır zangır titremeye başladı... Kendisine diğer otomobillerin
çarpmasından zor kurtardık.... Kafasındaki programı çekememiş olsa da; çarpışan
otomobillerdeki kendi başına gelen kaza televizyonumuzda günlerce yayınlandı...
Hoca, saf, dürüst, güzel bir insan olduğu için bir kez daha yazdığımız
senaryonun gönüllü kurbanı olmuştu...
....
TRENE EŞEKLE ZOR YETİŞTİ...
Cemiyetimiz
Toros Dağlarında, sadece trenle
ulaşılabilen Belemedik yaylasına bir gezi düzenledi... DDY bize özel vagonlar
tahsis etti... 100-150 kişilik bir gurup yola çıktık... Tüm gazeteciler çok
mutluydu; çünkü yanımızda Abdurrahman Boztaş gibi bir güzel insan vardı... Bindiğimiz
özel tren Yenice de mola verdi... Boztaş hocam tuvalete gitti...Tren kalkacak
ama Boztaş yok... Biraz daha bekledik, belki Yenice den Adana’ ya dönmüştür
diye düşünerek tren hareket etti...100-
-Boztaş
geliyor...Bekleyiiinn!!! Treni kaçıran Boztaş hocam, köylülerin eşeğini almış,
eşekle trene ulaşmak için dört nala geliyordu... Nasrettin Hoca fıkralarında
bile rastlanmayacak bu sahneyi gazeteciler olarak dakikalarca seyrettik,
hepimiz kahkahalarla gülerken trenden düşecektik... Hemen makinisti uyardık... DDY
tarihinde belki de ilk kez tren geri geri gelerek, eşekle yetişmeye çalışan
Boztaş’ı alıp yolumuza devam ettik...
....
BOZTAŞ NASIL KURTULUR ?
Yıl 1992
Bir gurup gazeteci arkadaş baş baş verip düşündük…
Boztaş’ ın
sağa sola da borcu var... Bir kampanyayla hocayı kurtaralım; borçlarını ödeyelim, fakirin
biraz yüzü gülsün, dedik..
Cemiyetimiz
de Boztaş hocam için bir gece yapmaya karar verdik... Tanesi 50 bin liradan biletler bastırıp sattık... Seyhan
Belediye Başkanı Yalçın Akyol’da gıda paketleri verdi... Başka mağazalardan
başka yardım paketleri de oluşturduk... Hocayı Çetinkaya mağazasına götürdüm;
donundan takım elbisesine, ayakkabısından çorabına kadar tepeden tırnağa giysi
aldım... İnci Otel’ e götürüp iyice bir yıkadıktan sonra kıyafetlerini
giydirdim...
Boztaş için
Çukurova Gazeteciler Cemiyetine geldik... Kampanyayı öyle sıkı tuttuk ki;
İçeriye davetiyesiz kimse alınmadı... Görevlilere göz kırptım; kendisi için düzenlenen geceye;
-Boztaş’ ı
da almayın...dedim...
Bir süre
sonra;
-Haydi
Boztaş, sen git geliyorum, dedim..
Biraz sonra
geldi;
-Beni içeriye
almıyorlar, dedi...
Neyse,
senaryonun bu bölümünü de uyguladık; kendisini kurtarma gecesine benim sayemde
girebildi...Boztaş’ ın harika bir tablosunu açık arttırmaya çıkarttık...Çok
güzel tablo yapar kendileri; Hiç unutmam; tabloyu 3 milyon 744 bin liraya açık arttırmayla sattık... Senaryo
gereği;
-Tabloyu
saklayın, dedim..
15 dakika
süren açık arttırma sonunda tablo bir gazeteci arkadaşımda kaldı... 3 milyon
744 bin lira açık arttırmada birikti; ama
tablo kayıp...Sunucu anons ediyor;
-Tabloyu
kim aldıysa versin... Yoksa toplanan 3 milyon 744 bin lira sahiplerine iade
edilecektir... Tablo ortada yok... Yine anons ettirdim ;
-Tablo
yoksa, herkese parasını iade edeceğiz... Boztaş hocam; heyecandan bıyıklarını
yiyor, kaşlarını kıvırdıkça kıvırıyordu... Birden sinirli ve koşarak sunucunun
yanına geldi; elindeki mikrofonu çekip aldı ;
-Arkadaşlar
kim aldıysa tabloyu getirip versin, dedi...
Sonra da
yüzlerce davetlinin ve gazetecilerin
gözü önünde başladığı çocuklar gibi hüngür hüngür ağlamaya... Neyse
tabloyu da çıkartıp verdik... Hem bilet satışından, hem de tablodan Boztaş’ ı
kurtarmaya 20 milyon liradan fazla birikti... O zaman asgari ücret sanırım 400
bin liraydı... Ertesi gün hesaplaşmak için cemiyet müdürüne dedim ki;
-Boztaş’ ın
parasını vereceğiz ama, biraz daha eğlenelim...
Boztaş hocamı borçlu çıkart, bakalım tepkisi ne olacak? Paradan anlamadığı için, yapılan hesabı da
kontrol edemedi; görevli arkadaşım;
-Boztaş’
ım, canım arkadaşım, bu etkinlikten senin cemiyetimize 30 milyon lira borcun
var... Haydi bunu öde bakalım... Hesaplamaları nefes almadan izleyen; biraz
sonra cebine girecek 20 milyon liranın hayalini kuran Abdurrahman Boztaş, gayet
sakin, kendinden emin biçimde;
-Siz
düzenlediniz geceyi, siz ödeyin bakalım, dedi… Tam kalkıp gideceği sırada; şaka
yaptığımızı anlattık; erzak torbalarını, giysi yardımlarını ve 20 milyon
civarındaki parayı götürüp karısına teslim ettik... Boztaş hocamın en mutlu
olduğu geceydi...
...
....
JİLET CEMİL – BOZTAŞ...
Boztaş
hocama hayali bir düşman yarattık; Jilet Cemil...Jilet Cemil Telefonu açıyor;
küfürler, hakaretler, tehditler savuruyor sonunda da;
-Ben jilet
cemil...Seni çizerim...Karizmanı yok ederim, diyordu...
Boztaş, bir
hafta on gün boyunca kendisini arayıp küfürler ederek–inanılmaz tehditler savuran Jilet Cemil den çok rahatsız oldu...
Gördüğü herkes onun için artı;
-Jilet
Cemil’ di...
Artık
Boztaş hocamın can düşmanı Jilet Cemil di... Ve inanılmaz rahatsızdı... Adana ‘ya
sonbahar gelmiş serinlikler başlamıştı; Eski Mühendislik Çamlığında otururken
hocam yeşil hırkasını giyip bir çay bahçesine yanımıza geldi… Bir arkadaşım,
-Abdurrahman
seni gördüm... Üzerinde yeşil hırkan var... Şimdi senin canını almaya
geliyorum... Seni kalaşnikof silahımla tarayacağım.... Salavat getir P...k...
Boztaş
zangır zangır titremeye başladı... Biz senaryolu bildiğimiz için, içimizden
gülmekten kırılıyoruz... Hocam hemen yerinden kalktı, oturduğumuz yerin
bodrumuna inerken soruyoruz ;
-Hocam ne
oldu? Hocam nereye gidiyorsun?
Sesini
çıkartmadan birkaç dakika sonra geldi...
Jilet Cemil diye telefon açan arkadaşımın uzaktan gördüğünü söylediği yeşil
hırkasını poşete koymuş; soğukta üşüyerek yanımızda oturdu...
Çok
tedirgindi; çok rahatsızdı... Jilet
Cemil 1 haftadan fazla Boztaş’ı anasından doğduğuna pişman edecek şekilde cep
telefonuyla rahatsız etti... 24 saat Boztaş gelen her türlü telefona;
-Bende
senin, diye başlayan küfürler savurdu...
...
AFEDERSİNİZ HANIMEFENDİ...
Boztaş
hocam Jilet Cemil konusundan oldukça rahatsızdı... Bir gece bir çay bahçesinde
oturuyoruz; hocam yanımızda... Bir arkadaşımın canı Boztaş a küfür etmek istemiş... Boztaş ın
telefonu çaldı; hocam;
-Ben de
senin... Ben de senin, diye karşılık verdi...
5-6 dakikalık
bu küfürleşmenin arkasından, arkadaşım Boztaş hocamı evinin telefonundan
aramış... Boztaş ın cep telefonu arayan telefon numarasını göstermesin mi ?
Boztaş ayağa kalktı,
-Ben, şimdi
senin sülaleni bellerim, diye başlayan küfürler etti...
Biz
yalvardık;
-Aman
Boztaş, yanlışlık olmuştur...Lütfen arkadaşı
arama…
Başına iş açma... Hoca anlamadı;
-Ben şimdi
telefonu açıp, ona ettiği küfürlerin 1000 katını etmez miyim?
Büyük
sinirle, ağzından burnundan köpükler savrularak o telefonu arayan Boztaş’ ın
ifadesi aynen şöyleydi ;
-Afedersiniz
hanımefendi...
Telefonu
kapattı; arkadaşım telefonu hanımına vermiş… Hanımı telefonu açar açmaz Boztaş
hocam küfürleri savurmuştu... Hanımı;
-Burası şu
karakol, deyince hocamın tüm yelkenleri suya inmiş, teslim olmuştu... Çok
korktu günlerce sokağa çıkmadı, polislerin kendisini yakalamasından korktuğu
için tedirgin günler geçirdi...
....
KÜFÜRLER SAÇLARINI AĞARTTI...
Jilet Cemil
den oldukça rahatsızlık duymaya başlayan Boztaş hocam; Cumhuriyet Savcılığına
bir dilekçe verdi;
-Benim
telefonlarımı dinlemeye alın... Hakaretler ve küfürlere artık dayanamıyorum...
Biz de
dilekçeyi geri çektik... Çünkü herkes Boztaş hocama canı sıkıldığında küfür
ediyordu.... Bir arkadaşımıza ;
-Sen
Cumhuriyet Savcısı ol, Boztaş’ ın dilekçesiyle ilgili işlemler yapıldığını
söyle, dedik... Tok sesli arkadaşım cepten aradı;
-Abdurrahman
Boztaş Bey dilekçeni aldım işleme koyuyorum...Senden ricam, sana
küfredenlere küfretme... Sen küfür edersen, biz sana küfür edenlerle
ilgili yasal işlem yapamayız... Bir hafta boyunca cep telefonun dinlenecek.. Bir
hafta boyunca; gece gündüz demeden Boztaş’
a gelen tüm telefonlarda küfürlerin oranı da oldukça arttı... Boztaş’ ım hiç
sesini çıkartmadı... Sadece dinlemede kaldı...
-Yaa? Öyle
mi? Sen küfür ediyorsun?
-Küfret,
küfret görürsün sen gününü, gibi
laflarla yetindi... Ama garibimin; telefonunun dinlendiğini sandığı bu
küfürlerle dolu bir haftanın ardından saçları bir haftada bembeyaz oldu...
....
BOZTAŞ DR.ERDAL ATABEK İN KAFASINI
KARIŞTIRDI...
Seyhan
Belediye Başkanı Yalçın Akyol Kültür Şenliği düzenlemişti... Konuklardan birisi
de dönemin en popüler isimlerinden birisi olan, kitapları peynir ekmek gibi
satılan Dr. Erdal Atabek ti... Dr. Atabek konferansını verdikten sonra bir
kafeteryada oturup sohbet etmeye başladık... Dr .Atabek dedi ki;
-Bu masada
pek çok arkadaş var... Ben aşk üzerine bir kitap hazırlıyorum... Teybimi açıp
masaya koydum.. .Birer birer teybime konuşursanız sizin aşk konusundaki düşüncelerinizden de yararlanmak istiyorum...
-Tamam
hocam, dedik...
Ben 5 dakikada aşkı anlattım, başka bir gazeteci
arkadaş 2 dakikada anlattı, başka bir gazeteci arkadaş 4 dakika anlattı... Sıra
Abdurrahman Boztaş a geldi ; Boztaş aşkı ikiye böldü;
1.12 Eylül
öncesi aşk... 2.12 Eylül sonrası aşk... 2 kaset bitti; Boztaş hala
konuşuyordu... Dönemin en başarılı yazarı, en ünlü bilim adamı olan Dr .Erdal
Atabek’in kafasındaki bilimsel kalıpların tamamını değiştirdi Boztaş hocam... Hocanın
bilimsel olarak bildiği tüm sistemleri çökertti... Dr .Erdal Atabek, elektrik
çarpmışa döndü; Boztaş her konuştuğunda,
koskocaman doktor olan o dönemin en popüler yazarı Dr. Erdal Atabek ,
hocamın ağzının içine girip ;
-Yaaa öyle
mi? Sahiden mi?
-Çok doğru
söyledin Boztaş, gibi hayret ifadeleri kullandı...
Ertesi
sabah, kültür şenliğini koordine eden Atom Karınca yanıma geldi;
-Arkadaşlar
siz Erdal Atabek hocama ne yaptınız kardeşim? dedi...
-Ne oldu ki?
-Hoca
sabaha kadar uyumadı; koridorlarda
turladı 12 Eylül öncesi aşk, 12 eylül sonrası aşk... Adam sabaha kadar
uyumadı...
Boztaş
hocam, yine sınır tanımayan düşünceleriyle hocanın bildiği tüm doğruları alt
üst etmişti... Zaten Boztaş’ ın fikirlerini öğrenenler bir süre sonra
uçuyor...Uzunca bir süre sonunda da BOZTAŞ’ laşıyor...
....
HADİ ÇAMAN DA ŞAŞTI BU İŞE...
1992
Yılında Altınkoza etkinliklerinde görev almıştım... 4 arkadaşımla birlikte, bu
festivale katılacak sanatçılarla İstanbul a gidip gelmeye başladım.. .Sanatçılarla
çok da samimi olmuştum... Festival başladı; sanatçılar akın akın Adana’ ya
geldi; eşsiz ve görkemli bir etkinlik oldu... Ünlü sinema sanatçılarından Hadi
Çaman ve bir gurup gazeteci arkadaşımla otelin lobisinde otururken; baktık
Boztaş hocam içeriye girdi... Ben birkaç dakikada Hadi Çaman’ a Boztaş hocamın özelliklerini anlattım...
-Boztaş
olmamış şeyleri olmuş gibi yaşıyor... Şuna bir numara çek... Önceden
tanıyormuşsun gibi bir davran, bakalım ne yapacak?
Boztaş
yanımıza geldiğinde, Hadi Çaman yerinden kalktı boynuna sarıldı;
-Ooo Abdurrahman
Hocam beni sen yarattın... Ben senin eserinim... Hatırlar mısın 1960 lı
yıllarda sen Ankara da Devlet Tiyatrosunda yönetmendin... Ben de oyuncu olmaya
çalışıyordum... HAMLET oyunundaki rolümü iyi yapamayınca yönetmen beni
kovmuştu... Boztaş;
-Evet
evet... Hatırlamaz olur muyum? Sen o zaman küçücük çocuktun...
-Hocam,
yönetmen kovunca, sen bana kol kanat germiştin... Makamına çağırıp çay kahve
ikram etmiş, teselli edici sözler söylemiştin...Sen olmasan ben Hadi Çaman
olamazdım asla... Ver elini öpeyim Abdurrahman Hocam... Boztaş elini verdi öptürdü... Biraz da sohbet etti;
ama çok şaşkındı... Boztaş hocam yanımızdan ayrıldığında, Hadi Çaman dedi ki;
-Yahu bu
benden de beter uçmuş...
....
BABAMIN MEZARINA
BENİ ŞİKAYET ETTİ...
Abdurrahman
Hocam düşünce konusunda tüm sınırları kaldırıyor... İnsanların sınırsız ve
sonsuz şekilde düşünmesini sağlıyor... Genç yaşta trafik kazasında yitirdiğimiz
gazeteci arkadaşımız Bekir Kara’yı anma töreni için Ceyhan’ a gitmiştik... Bekir
‘in mezarıyla babamın mezarının arası 20 metreydi... Hocalar dualar okudu,
bizler dua ettik... Anıları anlattık ; Bekir in ne kadar çalışkan ve başarılı
olduğundan söz ettik...Herkesin gözleri yaşardı, genç yaşta ölmesi konusunda
duygusal konuşmalar yapıldı... Baktım Boztaş, babamın mezarının başında durmuş
konuşuyordu...
-Evet
evet....Amca, tamam öyle... Bu oğlun benimle çok uğraşıyor...Tamam… Peki rahat
uyu... gibi sözler söylüyordu...
-Boztaş
hocam hayırdır ne yapıyorsun?
-Seni
babana şikayet ediyorum..
Mezardaki
birisiyle konuşma; ona yaşayanları şikayet etme konusunda da hocam dünyada bir ilki gerçekleştirdi...
....
BOMBA İHBARI
Bir yerel
gazetede adliye–polis muhabiri olarak çalışıyordu Boztaş hocam... Kendisi için
yeni bir senaryo ürettik... Çalıştığı gazeteye, doğu şivesiyle bir ihbarda
bulunduk...
-Şu
caddedeki, şu bankanın ATM sine bomba koyduk... Yüzlerce kişiyi öldüreceğiz...
Haber
Müdürü olan arkadaş;
-Boztaaaaş...Hemen
koş şu bankaya git...Oradaki ATM ye bomba koymuşlar...Bol fotograf çek, bu
günkü manşet haberimiz bu olacak...
-Tamam Şef,
dedi Boztaş...
Boynunda üç
fotograf makinesi, omzunda devasa çantasıyla belirtilen bankanın şubesinin önüne
kan ter içinde koşarak geldi; bombanın patlamasını da karşı kaldırımdan
izleyecekti; makinelerini gözden geçirdi, objektifler değiştirdi taktı–çıkarttı
tam olarak pozisyon aldı;
Bomba
patlayacak; Boztaş hocam fotograf çekecek, gazete de manşet yapacak...
Tam bu
sırada, cemiyetten çıkan bir arkadaşta ( ihbarı yapanların arasında bulunuyordu)mahsustan
o ATM den kartla para çekmeye doğru yürümeye başladı... Bu arkadaşımızın yolunu
Boztaş kesti;
-Hoop!!!
Sakın gitme oraya... Çok tehlikeli... Ölümü gör gidersen...
-Neden
hocam? Niçin gitmeyeyim?
-Sana gitme
dedim, o kadar, beni dinle zararlı çıkmazsın... Beni seviyorsan, beni dinle
gitme…
Senaryoyu
yazan ve bomba ihbarını yapanlardan
birisi olan bu gazeteci arkadaş;
Boztaş hocanın bu ısrarı karşısında, daha da çok gitmek
ister gibi yaptı; Boztaş hocam, onu bankanın önündeki bombanın patlamasından
hem korumaya çalıştı; hem de bomba patlarken fotograf çekerek haberciliğinden
ödün vermedi... Bu arada, olay polis telsizinden anons edildi; diğer tüm gazetelerin
muhabirleri birkaç dakika içinde oraya yığıldılar... Herkes ne olduğunu
öğrenmeye çalıştı... Ama sadece Boztaş’a yönelik bir senaryo olduğunu sonradan
akıllı bir gazeteci öğrendi... Boztaş hocam da bu senaryonun, başrolünü
kusursuzca oynamış, bizim tezgahımıza düşmüştü...
....
MÜSLÜM GÜRSES
BENİM ŞARKILARIMI SÖYLÜYOR...
Bir gurup
arkadaşla oturduk, biralarımızı içerken
ortam bir hoş oldu; ben de oradaki
görevli abiye;
-Biraz
arabesk çal abi keyfimiz yerine gelsin, dedim...
Görevli de,Müslüm
Gürses’ in kasetini koydu... Hepimiz efkarlandık... Bu sırada Boztaş hocam
beyaz paltosu, siyah gözlüğü, top sakalı, elinde tespihi ile geldi...
-Bu Müslüm
Gürses tam damardan şarkılar söylüyor...
Bayılıyorum, dedim..
Hocam hemen
atıldı...
-Sen bu işin
aslını bilmiyorsun kardeşim?
-Hayırdır
hocam?
-O
şarkıların sözlerinin tamamını ben yazdım... Müslüm Gürses benim şarkılarımı
söylüyor... Ama benim telif haklarımı vermiyor... İstiklal Mahallesinin
çocuğuydu ; aynı sokakta büyüdük...Benim yazdığım şarkı söyleri çok zengin ve
ünlü oldu.... Ama benim bestelediğim şarkıları vermeseydim bu günlere gelir
miydi?
Hepimiz
şoke olduk... Kendi söylediğine inanan dünyadaki tek insandır Boztaş
hocam...Yolu açık olsun...
...
‘’ALTIN BULDUM...’’
Bir gün Boztaş
hocam çalıştığım yerel televizyona geldi... Haber müdürümüze çok ateşli bir
şeyler anlatıyordu... Biraz yaklaştım; hocamın yüzünde bir sevinç, bir sevinç,
sevinçten neredeyse havalara uçacak... Onu
yaşamının hiçbir aşamasında bu kadar coşkulu ve mutlu görmemiştim... Hocam yine
hayallerine inanmış; hayallerini yaşıyordu... Elinde küçük küçük poşetlere
doldurduğu bir maddeyi gösterdi ;
-Bak.. .İşte
bunlar altın tozları... .Altın madeninin
bulunduğu yerden aldığım toprak örneği...Parıl parıl parıldıyor
altınları görüyor musun?
Haber
müdürü sıkılmış olmalı ki; hocamı bana yönlendirdi...
Hocam küçük
küçük naylon poşetlere; kahverengi toprakları bana anlatmaya başladı...
-MTA (Maden
Tetkik Arama) dan geldiler... Tozu aldığım yerde ölçüm yaptılar... Şirket
kuracaklar yüzde 30-40 ını bana verecekler... Bunu söylemek için geldim... Artık
zenginim zengiiiin!!!
-Hocam,
hani bu toprağın neresinde altın?
-Gel dışarıya
çıkalım gösterelim, dedi...
Güneş
ışığında, minik minik tüm tozların parladığı gibi naylon torbacıkta getirdiği
toprakta ışıklar yansıdı... Hocamı ikna etmek kolay olmadı; tabi hayali zengin
olmanın ötesinde, her zaman ve her koşulda gündeme gelmek, popüler olmak
kaygısı da vardır kendisinde... Hoca, altın bulduğu altın madeni işletilmiş,
yurt dışına satılmış dolar milyarderi olmuştu bile hayalinde... Dünyada kendi
kurduğu hayallerine ve yalanlarına
inanan tek insandır belki de hocam...
....
UZAYLILARIN FOTOGRAFINI ÇEKTİM...
Bir
gün hocamın çalıştığı kuruluşun önünden geçerken beni heyecanla içeriye
çağırdı, parmağıyla;
-Suuussss!
Yaparak
fısıltılı bir ses tonuyla ;
-Tüm gizli haber
alma teşkilatları benim peşimde...CIA , Mossad , KGB ve bizim derin devlet...
-Neden
hocam? Ne yaptın ki senin peşindeler?
Hocam yine
sadece ikimizin duyabileceği bir sesle;
-Sana bir
sır vereceğim; ama kimseye söylemeyeceksin...
-Aşk olsun
hocam, bu güne kadar hangi sırrını söyledim ki?
Masasının
oturduğu bölüme geçtik,çekmeceleri açtı;
A-4
kağıtlarını çıkarttı... Kendi eliyle, beyaz parşömenin ortasına bir daire
çizmiş, üstünde bir kubbe, dairenin üç ayağı var; tükenmez kalemle çizmişti...
-Hocam
bunlar nedir?
-Kimseye
söyleme; uçan dairelerin fotograflarını çektim...
Hocam öyle
inanmıştı ki; fotoğraf değil desem morali bozulacak, belki de bana
kırılacaktı... Hocamın bu yönlerini bildiğim için şöyle dedim;
-Hocam,
çektiğini söylediğin bu fotograflar gerçekten uzaylıları tam olarak
kanıtlıyor... Sakın bu fotoğrafları kimseye gösterme... Gösterirsen senin
peşini bırakmazlar...
-Gösterir
miyim? Ben deli miyim? dedi...
Hocam, bana
sus işareti yaparak yoluma devam etmemi söyledi... Bende yoluma devam ettim....
....
ADAM NASIL ÖLDÜ ?
Bir yerel
gazetede haber müdürüydüm... Boztaş’ ta muhabirimdi... Cinayet haberine
gönderdim; gazetede sayfalar bağlanacak, baskıya gidecek, Boztaş bir türlü
haberi yazıp bitiremiyor;
-Haydi
Abdurrahman... Haydi anacığım...
Bilgileri
bana da vermiyor; bana verse , hemen yazıp sayfayı göndereceğim...
-Haydi
Boztaş...
Neyse
Boztaş haberi getirdi;
-Bisikletteki
adam, diye başlamış yazmaya... Tabi, nokta virgül falan yok... Bisikletteki
adam şöyle... Bisikletteki adam böyle... Adam ölmüş gitmiş; ama Boztaş hala
bisikletteki adam diye yazısını sürdürüyordu... Kızdım,
-Oğlum ne
zaman ölecek bu adam? Bisikletten ne zaman indirecek? dedim...
Boztaş
hocam, cinayeti kurban giden adamı, bisikletten bir türlü indiremedi...Neyse
ben alıp yazdım, gazeteyi baskıya gönderdim de, olayı bağladık...
....
ERDAL İNÖNÜ HOCAMDI...
Shp Genel
Başkanı olan Erdal İnönü miting için İskenderun’a gelmişti... Görkemli ve çok
başarılı bir mitinginden sonra harika bir yemek verildi.. .SHP nin tüm üst
düzey yöneticileri orada bulunuyordu... Abdurrahman Boztaş hocamda o yemek
masasında benim yanında otururken birden; aklına nereden geldiyse? Nasıl bir
hayal kurduysa? durup dururken;
-Erdal İnönü
benim üniversiteden hocam, deyiverdi... Ben hocanın hayallerini yaşayan birisi
olduğuna bildiğim için sordum ;
-Nereden
hocan Boztaş ?
-ODTÜ benim
derslerime girdi... Çok iyi tanır, çok samimiyetimiz var... Şimdi protokol
gereği benden uzak durduğuna bakma... Bu kadar insanın içinde beni zorunlu
olarak tanımamazlıktan geliyor...
-Yapma
hocam... O zaman ben gidip Sayın Erdal İnönü ye seni tanıyıp tanımadığını
soracağım...
Biraz
çekinir gibi oldu ama; yine de yiğitliğe yağ sürmedi;
-İnanmasan
git sor, dedi...
Uzun ve
görkemli masanın en başında oturan Erdal İnönü’nün yanına gittim... Aslında
amacım Erdal Beyden özel bir demeç almaktı... Boztaş da beni masadan kalkışımı, Erdal beyin yanına yaklaşmamı,
nefes almadan santim santim izliyordu... Erdal beyin yanına gittim; kısa bir soru sordum; Erdal Bey gülümseyerek o
beyefendi tavrıyla;
-Şimdi
başarılı miting oldu... Orada güzel şeyler söyledim… Hem yemek masasında bu
türlü şeyler olmaz diye rica etti...
Boztaş
uzaktan beni gözlüyor; hop oturup hop kalktı... Yanına geldim, bitişiğindeki
sandalyeme oturdum;
-Boztaş
hocam Erdal Bey seni gerçekten tanıyormuş... Bizim Apo dedi... Hatta hayırsız
olduğunu söyledi… Haylaz bir öğrenci olduğunu falan anlattı... Halbuki ne
Boztaş’ ın adı geçmişti; ne de ondan söz etmiştik... Çünkü Boztaş hocamın
hayalinde oluşturup, beni işletmek için sık sık yaptığı gibi zarf attığını
biliyordum... Neyse otobüse bindik, tüm gazetecilere Boztaş hocam başladı hava
atmaya...
-Erdal
İnönü benim ODTÜ hocam... İnanmasanız sorun arkadaşıma... Şimdi gitti konuştu
geldi... Benden sevgiyle söz etmiş...
....
FIRILDAK DEĞİLİZ DİYEN FIRILDAK...
Mahallemizde
çok iyi konuştuğum ; sürekli alış–veriş yaptığım bazı ortak sırlarımız olan bakkala
bir gün yine uğradım;
-Hah hah hahh..diye
yerlerde yuvarlanıyordu...
Terazi bir
yana gitmiş; ekmekler yerlere saçılmış, dükkan alt üst olmuştu...
-Hayırdır
abi... Kim ne yaptı sana? Neden gülüyorsun?
Bakkal hem
göbeğini tutuyor çatlarcasına gülüyor yerlerde yuvarlanıyor; hem de aşırı
gülmekten göz yaşlarını tutamıyordu;
-Bak, dedi
eliyle işaret etti ekrana bak..Adam bağımsız milletvekili adayı... İsmi
Abdurrahman Boztaş’ mış.... Adamı rezil ediyorlar kardeşim...
-Ne var ki?
-Yahu daha
ne olsun? Adam Biz fırıldak değiliz diyor; sandalyede fırıldak gibi dönüyor... Fırıldak
olmadığını söyleyen fırıldak yapmışlar adamı.... Gerçekten bende baktığımda
inanılmaz biçimde komikti...
-Biz
fırıldak değiliz, diyor ama fırıldak gibi dönüyordu...
Bakkalla
başladık saatlerce güldük; günlerce, aylarca gülmeyi hala sürdürüyoruz...
Boztaş fırıldak olmuş, sandalyede dönüyor ama fırıldak olmadığını söyleyecek
kadar da safça davranıyor...
....
BOZTAŞ IN RESİM SERGİSİ...
Abdurrahman
Boztaş, iyi ressamdır; tabloları satılmasa bile güzel resimler yapar; bu
sanatta oldukça ilerlemiştir ama tüm sanatçılarda olduğu gibi hocanın değeri
de yaşarken bilinmiyor... Hoca
cemiyetimizde son çalışmalarından oluşan harika bir resim sergisi açtı...
Resimlerin üstüne de herkesin alabileceği fiyatlar koydu... 2,5 milyon, 5
milyon, 1 milyon 500 bin lira gibi... Asgari ücret o dönemde 10 milyon lira
dolayındaydı...
Adana
Milletvekilimizden birisi de Orman
Bakanı olmuştu... Bakan olarak cemiyetimizi ziyarete gelen bu kişi, sergiyi
hayretle, sevgiyle, coşkuyla gezdi... Çok beğendiğini anlattı... Basın
danışmanına;
-Bu
resimlerden bir miktarını alalım; Abdurrahman Hocama katkımız olsun... Sen git
fiyatlarını kontrol et, diye talimat verdi... Bende muziplik olsun diye,
bakanın basın danışmanı rakamlara bakmadan önce sonlarındaki üç sıfırları
sildim...
-Sayın
Bakanım, resim fiyatları çok ucuz... Bir kutu kibrit fiyatına bile hepsini
satın alabilirsiniz, dedim... Basın danışmanı geldi;
-Sayın
bakanım, resimler 1 lira, 10 lira, 5 lira çok ucuz... Bunların hepsini satın
alabiliriz... Tabloların üstündeki fiyattan başkasını da veremeyiz, dedi...
Boztaş
kalktı; bakanın olduğu yerde; iyice çıldırmıştı, gözlerinin rengi
dönmüştü, iyice tozuttu; herkese
meydan okuyarak;
-Hangi
şerefsiz fiyatları değiştirdi? Hangi şerefsiz sıfırları sildi?
Bakan,
basın danışmanı, tüm gazeteciler dakikalarca gülmekten kırıldık....
SÜNNET
Hocamın müritleri; kadınlarla
kavga eden kocalar; bir ki duble içerek hafif kafayı bulanlar, iş stresini
atmak isteyenler, gazeteciler, politikacılar, sivil toplum örgütünün üst düzey
yöneticileri, esnaflar, sanatkarlar, avcılar; aklınıza gelen herkes, hocam en
son sünnet konusunu Adana nın bir numaralı gündem maddesi haline getirdiler...
-Hocam
sünnetli...
-Hayır
sünnetli değil...
-Sünnetli
kardeşim ...
-Sünnetli
değil...
Bu
tartışmalar sürüp gitti; bağımsız–bağlantısız milletvekili adayı olduğu
dönemlerde hamama gidip yıkanmıştı... Bir arkadaşına bu konudan rahatsız
olduğunu anlatmış hocam...
-Ben sana
göstereyim; sen bana sünnetsiz diyenlere yanıt verirsin kabul eder misin?
dedi... Arkadaşım;
-Bana soykanı
göstermeye utanmıyor musun? şeklinde itiraz etmiş...
Bu konuda
tartışmalar aralıksız sürüyor... Bakalım hocam ne gibi bir önlem alacak?
...
MERSİN MACERASI...
Hocama bir
mesaj gönderdik;
-Mersin’deki
evde kalıyoruz...Sen de gel...
-Adresini
bildirin geleyim, dedi…
Bir mahalle
ismi söyledik...Sokak numarasını sordu; vermedik... Kendi telefon numaralarını
bölüp–çarpıp–çıkartarak kafasından sokak ve ev numarası buldu... 6588/86 sokak
NO:22... Mersin’ e gitti hocam... Mevsim kış, Mersin sular altında... Hocam
anılan mahalleye gitti... Kendi telefon numarasından oluşturduğu sokak ve evi
de buldu... Mersin de olup olmadığını–yalan söyleyip söylemediğini anlamak için,
PTT den ankesörlü bir telefonla belirttiğimiz numarayı aramasını istedik...Gerçekten
de 324 kotlu telefonla aradı bizi...
Ama
yağmurun altında öyle ıslanmış, öyle perişan olmuş ki; Adana ya geldiğinde
halini görüp üzüldük... Bir hafta falan hasta olur diye düşündük ama hocam
herkesten daha da sağlıklı...
...
BOZTAŞ IN DANIŞMANINI
TRAŞ ETMEK ONURDUR...
Abdurrahman
Boztaş hocamın, gönüllü ve sayısız basın
danışmanları vardır... Ama birisi var ki, o
-Otur
Boztaş dese oturur...
-Kalk, dese
kalkar...
-Yürüme
dese yürümez ...
-Uyuma dese
uyumaz...
Tam bunları
konuşurken, berberin koltuğunda saç ve sakallarını kestiren danışmanın tıraşı sona erdi ve Boztaş ın danışmanı parayı çıkartıp berbere
uzattı; berber itiraz etti;
-Yok...Alamam,
dedi..
-Neden
dedi?
-Boztaş
gibi bir hocanın danışmanını traş etmek benim için onurların en büyüğüdür... Böyle
büyük bir adamın danışmanından para
almak bana yakışmaz...
Parayı
zorla berbere kabul ettiren Danışman şöyle dedi;
-Geçen
Ramazan ayında evde ekmek kalmamış, gece saat 01:00...Ekmek aramaya çıktım,
bakkallar kapalı, marketler kapalı, ünlü kebapçının 24 saat servis veren işyeri
açıktı yanına gittim ...
Adam beni
ayakta karşıladı ;
-Ooo...Beyefendi,
sayın Danışman hoş geldiniz... Abdurrahman
Boztaş hocamın danışmanını gecenin bu saatinde buralarda görmek ne kadar büyük
bir onur, dedi...
Şaşırdım ;
-Valla,
gece sahurda yiyecek ekmek almayı unutmuşuz...
Yanımda da
5 YTL var...
Patron
hemen çalışanlara emir verdi ;
-Abdurrahman
Boztaş hocamın danışmanı ne isterse emrini yerine getirin, ekmek verin, tatlı
verin, dedi...
Kebaplar
yapıldı, salatalar, ayranlar, tatlılar ikram edildi karnımı doyurdum; 24 saat
servis veren ünlü kebapçı patrona sordum;
-Siz benim
Boztaş hocamın danışmanı olduğumu nereden biliyorsunuz ?
-Biraz önce
programınızı yerel televizyondan
izledim... Gerçekten muhteşemdiniz...
demez mi?
Yani,
Abdurrahman Hocamın bazen forsundan yararlanıyoruz... Berber, kebapçı falan; o
herkese mutluluk ve pozitif enerji vermeye devam ediyor... Hayallerini yaşayan
adam olarak tanımladığım hocama sağlıklı ve uzun ömür dilerim...
....
BOZTAŞ YALANI SÖYLEYENİ
DUDAKLARINDAN TANIYOR...
Bir gün
oturuyoruz; hocamla sohbetimiz koyulaştı; çaylar ikilendi... Birden ayağa
kalktı; çevresinde 50 bin kişiye nutuk söyler edasıyla;
-Ben, dedi...
Yalan söyleyeni çok iyi tanırım...
-Nasıl
tanırsın hocam?
-Dudaklarının
hareketlerinden, o kişinin yalan söyleyip söylemediğini anlarım...
-Tebrik
ederim hocam... Zaten seni sen yapan, seni büyük yapan da hiç kimsenin
bilmediği konuları rahatlıkla anlaman ve anlatmandır....
Hoca kürsüden 50 bin kişiye hitap edercesine cesurca ve kahramanca sürdürdü konuşmasını ;
-Çünkü ben
yalan söylüyorum...
Kendisiyle
ilgili bir itirafta bulundu... Devam ederken şaşkınlığım daha da çok arttı... Hocam
şöyle dedi
-Yalan
söyleyeni en iyi yalan söyleyen tanır, ben yalan söylediğim için yalan
söyleyeni de dudaklarından tanırım...
Bir çay
daha içtik; kafamızı karıştıran hoca,
aynı iddia ve hiddetle hoca başka bir konuya geçti...
-Geçenlerde
balık tutmak için baraj gölüne gittim...Öyle büyük bir balık vurdu ki oltama; o
beni çekti, ben onu çektim, üç saat mücadele ettim... O beni çekti, ben onu çektim... Gücümüz
birbirimize yetmedi... Elimdeki olta ipini çam ağacına doladım, balık öyle
büyüktü ki 100 yıllık çam yere yattı; ip koptu, balık kaçıp gitti...
Hocamı
dinlemesi bile zevk... Söylediği yalanlarına bir örnekti bu…
...
BAŞBAKANIN CUMHURBAŞKANLIĞI
TEKLİFİNİ KABUL ETMEDİM...
Hocam bir
gün berbere geldi; saçları bir hayli uzun görünüyordu... Ama, morali hayli
yüksekti... Coşkulu bir ses tonuyla;
-Şu ensemi
biraz düzeltir misin usta? dedi...
Berber,
hocanın isteğini hemen yerine getirdi... O sırada içeriye müşteriler geldi... Ben Boztaş’ ı işaret ederek yeni gelen
müşterilere sordum;
-Tıraş
etmekte olduğum hocamı tanıyor musunuz ?
Adana
dışından gelmiş olmalılar ki, doğal olarakda ;
-Hayır...Tanımıyoruz...deme
gafletinde bulunan müşteriye, hoca bastı fırçasını;
-Sen beni
nasıl tanımazsın? Ben Aytaç Durak’ ın karşısına, Adana Büyükşehir belediye
Başkanı adayı olarak çıkan tek kişiyim... Bağımsız bağlantısız milletvekili
adayıyım... Ben Adana nın sesini dünyaya duyurdum... Tüm ulusal yerel
televizyon kanallarına çıktım... Beni nasıl tanımazsın?
Müşteriler,
biraz kızardı, biraz bozard… Boztaş hocam yeni parti kurma çalışmalarından söz
etti... Soru sorulmasına fırsat bile vermedi, yeni müşterileri azarlar bir ses
tonuyla ;
-Yeni bir
parti kuruyorum... Kimler var biliyor musunuz? 10.Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer, İstanbul Belediye eski başkanı Bedrettin Dalan, Rifat Hisarcıklıoğlu, daha
kimler var kimler...
Müşterilerin
gözleri açılarak hocamın anlattıklarını dinlemeyi sürdürürken, hocam
iddialarına devam etti ;
-22 Temmuz
2007 genel seçimlerinde 130 bin oyum çalındı... Daha sonraki tespitlerimizde bu
sayı 285 bine çıktı... Oylarımı Berdan Çayına ve Seyhan Nehrine, samsun daki
Karadeniz’e çuvallarla atıldı, tesbit ettik, suç duyurusunda bulundum....
Boztaş
hocam, kendisini tanımayan, ama heyecanla ve merakla dinleyen müşterilere en
büyük bombasını patlattı;
-Size bir
devlet sırrı daha vereyim... Benim ne kadar önemli bir insan olduğumu o zaman
daha iyi anlayabilirsiniz... Başbakan arayıp 11.Cumhurbaşkanlığını bana teklif
etti... Ama kabul etmedim...
Hocamın
salvoları karşısında iyice şaşıran berberin yeni müşterileri, ne
söyleyeceklerini bilemediler...
Boztaş ın tıraşı
bitti berberden ayrıldı; kim bilir,
başka hangi ortamlarda akşama kadar daha ne güzellikler anlatacaktı ?
....
“OYLARIM SAMSUNDAN KARAYA ÇIKTI...”
22 Temmuz
da seçimlerinin ertesi gün; yani 23 Temmuz sabahı Abdurrahman hocamı telefonla
aradım...
-Size hocam
mı diye hitap edeyim? Sayın Vekilim diye mi hitap edeyim bilmiyorum... Ama şunu
biliyorum ki bu seçimde skandallar yaşandı.. .Hocam senin oyların Samsun’ dan
karaya vurmuş... Biliyor musun?dedim...
Gayet sakin
biçimde hocam şöyle dedi ;
-Hepsinden
benim haberim var... İnşallah gelecek seçimde ben bu konuda daha uyanık
duracağım, daha iyi bir ekip kuracağım... Daha dikkatli olacağım...
Hocam bu
söyledikleri her zaman şaşırtır... Benim bu ifadelerimi Fox televizyonundaki
canlı yayında söyledi ;
-Ben, dedi...Bağımsız
ve bağlantısız milletvekili seçilecektim... 285 bin oyumu çaldılar... Oylarımın
bir bölümü de Samsundan karaya çıktı...
Herkes
şaşırdı, oysa Adana da kullanılan oyların 8 saatlik içinde Samsun a varması
olanaksızdı; hocamın hikmetinden sual olunmaz...
....
BAŞBAKAN CUMHURBAŞKANI OLMAK İÇİN İCAZET
İSTEDİ...
Türkiye
11.Cumhurbaşkanını henüz seçmemişti...Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanı olması
tartışılıyordu... Türkiye nin bir numaralı gündem maddesi de; başbakanın
cumhurbaşkanı olup olmamasıydı... Ama bu konuda Abdurrahman Hocamın görüşü –
düşünceleri çok önemliydi... Hocama telefon açtık; Başbakanlıktan aradığımızı
anlattık...
-Başbakanla
irtibatlandırıyorum, dedi görevli...
Başbakan
rolünü oynayan arkadaşım, Boztaş’ın önce halini hatırını sormakla başladı
konuşmasına...
-Boztaş Bey,
muhalefet benim cumhurbaşkanı olmamı istemiyor... Peki sana soruyorum benim
11.Cumhurbaşkanı olmamı onaylar mısınız? Benim
11.Cumhurbaşkanı olmam için icazet verir misiniz ?
Boztaş
hocam, gayet samimi, gayet saygılı olarak;
-Sayın
Başbakan, şu anda Türkiye de istikrarın sağlanması 11.Cumhurbaşkanımızın
seçilmesine bağlı... Şu anda o koltuğa en yakın, en uygun kişi sizsizin… Tabi
ki sizin 11.Cumhurbaşkanı olmanızdan büyük mutluluk duyarım....
Başbakan
rolündeki arkadaşım, binlerce kez teşekkür ettikten sonra;
-Abdurrahman
Bey, zaten siz icazet vermeseydiniz ben o koltuğa talip olmayacaktım... Ama
artık gönül rahatlığı ile bu konudaki düşüncemi kamuoyuyla paylaşacağım, dedi...
Ama gerçek
başbakan bir gün sonra ;
-11.Cumhurbaşkanı
adayım canım arkadaşım Abdullah Gül açıklaması yaptı...
Boztaş
hocamın verdiği icazet işe yaramadı anlaşılan...
....
“JAPONYANIN BAŞKENTİ OSAKA “
Yaptığı derin araştırmalarla
Türkiye ve dünya gündemini sürekli sarsan Adana’ lı ünlü tarihçi’ yle hocam bir
yerel televizyonda canlı yayında Abdurrahman hocam ile ateşli biçimde tartışıyordu... Boztaş hocam çok sinirlendi;
-Sen, dedi Tutturmuşsun
bir Ermeni konusu gidiyorsun, ama hiçbir
şey olmuyor... Japonya nın Başkentinin neresi olduğunu biliyor musun?
Tarihçi
hoca böyle bir saldırıyla karşılaşacağını bilmiyordu... Boztaş ünlü tarihçi hocanın bütün bildiklerini,
yüzlerce yıllık tarihi beyin disketini allak–bullak etmişti... Tarihçi Japonya
da ilk aklına gelen kenti söyledi;
-Osaka’ dan
mı bahsediyorsun ?
Hoca
yaptığı salvo atışlarla; sorularıyla ünlü tarihçiyi iyice köşeye sıkıştırdı...Ve
yaka paça birbirlerine girme aşamasına gelen açık oturumu, sunucu zor bela
sonlandırmayı başardı... Ama bu açık oturumun flaşı, kahramanı, ünlü tarihçiyi
yanıltarak Japonya’ nın Başkentinin TOKYO yerine Osaka olduğunu söyleten Boztaş
hocam oldu...
....
BÜYÜK SAATİN İÇİNDE FÜZE RAMPASI VAR...
Hocamı
görünce, düşüncedeki sınırların tamamı kalkıyor... İnanılmazları,
olanaksızlıkları soruyorum; hocam da
sorduğum absürt tüm sorulara peş peşe hemen yanıt veriyor... İşte bunlardan
birisi daha; bir televizyon programında sordum;
-Hocam,
duyduğuma ve yaptığım araştırmalara göre Büyüksaat kulesinin içinde füze
rampası varmış... Türkiye ve Adana olağanüstü bir saldırıya uğrayacak olursa,
6.Kolordu oradaki rampayı kullanıp Hindistan dan Amerika’ ya, Japonya ‘ya kadar
20 bin kilometrelik bir alana füze yağdırabilecekmiş...
Hoca;
parmağına ağzına götürerek;
-Suuss!!
İşareti yaptı...
Kulağıma
eğildi ;
-Benim
yaptığım araştırmalarla senin yaptıkların aynı ve inanılmaz biçimde uyuşuyor...
Aynı sonuçlara ulaşmışız... Ama Bu devlet sırrı... Bunu lütfen bu programda
sorma, program bitsin seninle bu konuyu dışarıda çok detaylı olarak konuşalım, dedi...
Hocam için
yok yok... Her şey olanaklı... Her şey olabilir...
....
KIBRIS BARIŞ HAREKATINI YÖNETTİM...
Hocamın
girmediği devlet kurumu, yönetmediği gizli operasyon yoktur... Bir televizyon
programı sırasında hocam yine incilerini döktürdü...
-Siz
biliyor musunuz? 1974 teki Kıbrıs Barış Harekatında püf noktalarında hep ben
vardım... O zaman henüz KKTC devleti kurulmamıştı... Adaya Türk askerlerinin
çıkartma yapması bekleniyordu... Rauf Denktaş Bey beni aradı...(Abdurrahman
senin fikrine muhtacız...Bu konuda bize taktik ver...Operasyonu sen
yönet...Türk askerleri Kıbrıs a nereden çıksın? Hangi noktalardan vurursak
başarılı oluruz ? Rumları nasıl manevra yaparsak yeneriz?)dedi… Ben 1974 teki
Kıbrıs Barış Harekatını başarılı ve eşsiz biçimde yönettim... Türk askeri çok az zayiatla bu
işi tamamladı... Tarihteki 17.Türk
Devleti olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletini kurulmasını sağladım...Aslında
benim Kıbrıs kahramanı ilan edilmem gerekir...Ama, devlet büyükleri bu konuyu
nedense düşünüp uygulamadılar... Umudumu hala yitirmedim...
....
ZARA’ NIN HOCAM İÇİN DÖKTÜĞÜ GÖZ YAŞLARI
Türk Halk
Müziğinin ünlü sesi Zara konusunu da hocama sordum...
-Hocam
geçenlerde ünlü sanatçı, Türk halk müziğinin eşsiz sesi, Zara Adana’ya geldi... Bana dedi ki; bir
Abdurrahman Boztaş beyefendi vardı... Onu nasıl bulabilirim? Hala yaşıyor mu
kendileri? dedi... Ben de birlikte televizyonda program yaptığımızı anlattım...
Senin adın geçince hocam, öyle duygulandı, öyle duygulandı ki, Zara nın
yanaklarına iki damla yaş süzüldü... Seni çok sevdiğini saydığını göz
yaşlarıyla anlattı... Ben de çok duygulandım hocam... Boztaş, belki de yaşamı boyunca
hiç karşılaşmadığı; görmediği, tanışmadığı ve tanımadığı Zara için şöyle dedi;
-Çukurova
Üniversitesinde okurken parasal olarak çok zor durumdaydı... Yeni yeni Türkü
söylemeye başlamıştı... Ben bu kızda iş var diye parasal olarak yardım yaptım,
deyiverdi, beni yine şaşırttı...
....
BENİ KURTAR...
Türkiye nin
ünlü beyin cerrahı cemiyetimize gelmiş, gazetecilerle sohbet ediyordu.... Bu
arada; Boztaş hocam da orada bulunuyordu... Boztaş hocam konuşmaya başladı ;
-İşte
profesöre sorun; kendisi anlatsın.... Ben işte bu ünlü beyin cerrahı ile
defalarca beyin ameliyatına girdim.. Kanserli beyinleri tedavi ettim... Beyinlerden
urlar çıkarttık hocamla... Pek çok hastayı yaşama geri döndürdük, değil mi
hocam? diye sordu...
Hoca şoke
olmuştu, ne söyleyeceğini bilemedi, kulağıma eğildi;
-Bu adam
hayal görüyor arkadaş.... Bu adamdan ne olur beni kurtarın...Benimle beyin
ameliyatına girdiğini falan söylüyor... Bunların hepsi hayal ürünü... Neredeyse
mesleğimi unutturacak... Boztaş Hocamı dışarıya bir bahaneyle çağırmak ve
göndermek zorunda kaldım...
...
MİLLİ EĞİTİME KATKISI...
Hocam,
iyiliksever, yardım sever, harika bir insandır... Devlet kurumlarından
birisinde basın bürosunda görev yapıyorum.... Her toplantıda fotoğraflar
çekiyorum... Ama, çantam olmadığı için yağmurda fotoğraf makinemi ceketimin
altına falan koyuyordum... Hocam, benim bu durumumdan üzülmüş olmalı ki;
Hemen bana
bir çanta armağan etti... Onun armağanı olan çantayı halen kullanıyorum ve
kendisini saygıyla anıyorum... Bir gün de ismini anımsayamadığım bir okuldan
büyük bir öğrenci gurubu milli eğitime gelmiş; okullarına asmak için Atatürk
Posterleri istiyordu… Maalesef bizde yani çalıştığım devlet kurumunda Atatürk
portreleri yoktu...Hocam Hızır gibi yetişti...
-Gelin
çocuklar, dedi...
Onlara
kucaklar dolusu renkli Atatürk fotoğrafları, posterleri sundu.. Devlet
kurumunun bu konuda yapamadığını Abdurrahman Boztaş hocam yaparak bizi de onore
etti...
Büyüksün
Apo...
....
BOZTAŞ’ IN ŞAPKASINI DİLENCİ KAPTI...
Seyhan
Belediyesi yeni kurulmuş; oturma
gurupları falan daha gelmemiş; biz portakal sandıklarının üstünde oturuyorduk...
Pencereden aşağıya baktığımızda da her gün topal ve sakat rolü oynayan, bir dilenci gelip
insanların vicdanını sömürüyordu... Gazeteci arkadaş Boztaş hocama dedi ki;
-Bu dilenci
rol yapıyor, kesinlikle topal değil... Bak şimdi görürsün, dedi...
Aşağıya
bozuk para attı, para tıngır tıngır tıngır yuvarlandı dilencinin 3-
Topal ve
sakat rolü yapan dilenci, koltuk değneklerini bırakıp koşarak gidip parayı alıp
cebine koydu...Bu arada Boztaş hocam
girdi devreye;
-Bak, dedi...
Şapkamı aşağıya atıyorum... Nasıl kapacak?
Boztaş’ta
şapkasını attı; topal ve mağdur rolünü oynayan dilenci koşarak şapkayı da alıp
başına taktı... Arkadaşın küçük bir parası gitmişti ama Boztaş hocam, sırf
kişisel iddiasını kanıtlamak için kış mevsiminin ortasında şapkasız kalmıştı...
....
MİLLETVEKİLİ OLAMADI AMA TRAFİĞİ AKSATTI...
Geçenlerde
sabah trafiğinde araçlar kilitlenmiş, yol kapanmıştı... Bu sırada karşıdan
karşıya geçen Boztaş hocamı görünce, o kilitlenen araç trafiğinin içinde sırada
beklediğim otomobilimden indim; iki kolumu iki yana açarak ;
-Vaaaayy!!!
Sayın Vekiliiim!!! Diye bağırdım... Bu sefer olmadı, başarılı olamadık ama
kısmet olursa gelecek seçimde seni Ankara ya göndereceğiz... Sana verilen oylar
helal olsun hocaaam! Dedim..
Herkes
büyük bir olay varmış gibi durdu; hocamı görenlerin sinirleri rahatladı...
Baktılar ki Bağımsız–bağlantısız; eşekle seçim propagandası
yapan milletvekili adayı Boztaş geliyor... Ona bir sarıldım; öptüm... İnsanlar
ne olduğunu pek anlayamadılar ama: araç trafiğinin kilitlendiği, morallerin
bozulduğu o günün en güzel fotografını ve esprisini gördüler... Bu Boztaş
hocamdı... Hocamın toplum üzerinde inanılmaz pozitif bir enerji yayma yeteneği
var... İşte bu bazen bireylere, bazen de geniş halk kitleleri üzerinde ortaya
çıkıveriyor... Hocam orada ortaya çıkmasıyla çevrede bulunan yüzlerce kişiyi
büyülemişti adeta...
....
BAŞKANA KÜFÜR HOCAMA YAKIŞMADI...
Seyhan
Belediyesinin yeni kurulduğu yıllardı; odada bir telefon vardı... Bir gazeteci
arkadaşım telefonla beni çalıştığı gazeteden
aradı; konuşmamızın sonunda da;
-Boztaş Hocam da burada... Selamı, saygıları var, dedim...
Hay demez
olaydım; gazeteci arkadaş hocamı telefona vermemi istedi.... Hocam hem
telefonla konuşuyor, hem de çok
sinirleniyordu... Ne olduğunu pek anlayamamıştım, hocam sık sık yumruklarını masaya vuruyordu....
-Bende
senin, ben de senin...
Şrrraaak!!
Diye telefonu kapattı... Telefon bir süre sonra yine çaldı; aynı gazeteci
arkadaş Boztaş’ ı istedi; Boztaş telefonu aldı;
-Ben de
senin...Ben de senin, dedi..
-Şrraaak!!!
Diye telefonu yine kapattı...
Ama hocamın
siniri geçmemişti... Telefona en yakın o oturuyordu… Telefon bir kez daha çaldı; Boztaş telefonu aldı, ana
avrat bastı küfrü;
-Şrraaak!!!
Diye kapattı...
Biraz sonra
belediye başkanının koruması geldi;
-Başkan
sizi makama çağırıyor, dedi..
Gittim, ben
de başkanın beni neden çağırdığını bilmiyordum, merak ediyordum doğrusu... Başkan
bana çıkıştı;
-Ayıp değil
mi? Başkana telefonda neden küfür ediyorsun?
Çok
bozuldum; Boztaş hocam, üçüncü kez telefonu kaldırdığında başkan arıyormuş
meğerse... Şoke oldum, kızardım–bozardım...
-Şeeey...
Başkanım aslında Boztaş’ı kızdırıyordu gazeteci bir arkadaş... O da, o nedenle
birbirlerine küfür ediyorlardı... O arada siz arayınca Hocam, sizi üst üste iki
defa arayan gazeteci arkadaş sanarak küfür etmiş olmalı... Çok özür dilerim...
İlçe
Belediye Başkanı Boztaşı çok iyi tanıdığı, hocamla çok sıkı muhabbetleri olduğu
için bir şey demedi... Boztaş ın başkanıma küfür etmesi yüzünden az daha
işimden olacaktım.. Neyse son saniyelerde kurtardık... Teşekkürler Başkanım...
....
BABAMIN UZAYDA ARSALARI VAR...
Adana dan
Ankara’ya giden bir otobüs dolusu gazetecinin olduğu yolculardan biriside meslektaşlarımızın
değişmez parçası olan Abdurrahman Boztaş tı... Şoför uyumasın diye, her
gazeteci sırayla onun yanındaki koltuğa oturup, sohbet ediyordu... Bir gazeteci
şoföre;
-Kaptan abi,
Boztaş hocam yanına geldiğinde uzaydan,
ufo lardan falan söz et... Sana inanılmaz malzeme verecektir... Hep birlikte
gülelim, dedi..
2-3 dakika
sonra Abdurrahman Hocam şoför arkadaşın yanındaki koltuğa gelip oturdu... Otobüsteki
tüm gazeteciler kulak kesilmişti, Boztaş hocamın ortaya saçacağı incileri merak
ediyordu... Kaptan bir süre sonra;
-Hocam, ben
her gece yolculuğum sırasında Ufo ları görüyorum... Çevremde vızır vızır
uçuyorlar... Boztaş hemen atladı;
-Sen ne
diyorsun kaptan? Ben onların hem uzay gemilerinin, hem de kendilerinin
fotograflarını çektim.... Gemilerini gezdirdiler... Sırlarının açıklanmaması
için benden rica ettiler makinemin içindeki filmlerimi kendilerine verdim... Bir
süre sessizlik oldu; Boztaş hocam sözleriyle herkesi şoke etmişti... Kendileri
devam ettiler;
-Hem benim
babamın uzayda arsaları var... Babam bu arsa konusunda çok büyük yatırımlar
yaptı... Ucu bucağı görülmeyen harika arsalarımız var...
Yine herkes
şaşırdı... Bir gazeteci saf saf;
-Peki
Boztaş, acaba bu arsaları kimden aldınız?
Yanıt
veremedi... Başka bir gazeteci;
-Madem
uzayda arsalarımız var diyorsun...Tapularını göster, her arsa tapuyla sahibinin
olur... Boztaş yine sustu... Yolculuk boyunca, hocam kafasında, kimden
aldıklarını, tapusunun nerede olduğunu araştırmaya; gerçekte olmasa, olamasa
bile hayalde nerelerde olacağını bu gün bile hala düşünüyor...
....
FERHAT KEREM VE MECNUN DA BOZTAŞ GİBİ MİYDİ ?
Boztaş hocama akıl sır
erdiremedim gitti... Kendileri büyük bir aşık yaşıyor... Onun yüreğindeki bu
sevginin büyüklüğüne inanın çok değer veriyorum... Acaba diyorum kendi kendime;
Leyla ve Mecnun ile, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, destanlarındaki
aşıklarda böyle miydi? Boztaş gibi çılgınlar mıydı? Boztaş Hocam gibi büyük
sevda mı yaşıyorlardı? Bu gün hocama bakıyorum;
Aşkı uğuruna ilden ile gidiyor... Ankara ya, Şanlıurfa ya
gidiyor...İstanbul’u ise su yolu yaptı... Aşkı uğruna saatlerce yağmurun
altında şemsiyesiz bekliyor.... Görmediği, tanımadığı her zaman hayalinde
kalacak olan, boş aşkı uğruna;
-Gel
tatlısını yiyelim, diye gelen mesajın peşinden koşup; 3 sini baklava alıp,
müstakbel kayın biraderinin kendisini gelip, aşkına götürmesi için, kanal 2,5 durakta 8-9 saat bekliyor... Gelmeyince,
veresiye aldığı üç sini baklavayı telefonla mesaj çekenler yiyor....
Yok yok
arkadaş... Kararımı bir kez daha verdim
ki; hocam, tarihi destanlarda anlatılan; Kerem, Ferhat, Mecnun’ dan daha büyük
bir aşk ve sevda yaşıyor... Daha çok ta Mecnundur denilebilir… Ortaya koyduğu
bu büyük özveri başka türlü açıklanamaz...
....
İNTERNETTE EN ÇOK HOCAM TIKLANIR...
Pek çok
meslektaşımın bulunduğu bir ortamda; herkes kendi İnternet sitesinden söz
etmeye başladı...
-Benim
internet sayfam günde 10 defa ziyaret ediliyor...
-Yok yahu,
benimki 500 kişi tarafından ziyaret ediliyor...
Ayağa
kalktım; hocam da sessizce yanımda oturuyordu;
-Siz
hocamla asla yarışamazsınız... Hocam internetten her gün 630 bin defa
tıklanıyor... Hoca sustu;
-Hocamın
adını yazdığınızda 700 bin sayfalık bir site çıkıyor karşımıza...
Hocam
benden bulduğu güçle oradaki bulunanlara meydan okudu;
-Buradaki
herkes benim sırtımdan para kazanıyor... Bir de bunu itiraf etseler iyi olur
ama edemiyorlar... Hocam aradaki espriyi
pek anlayamadı ama ben doğruları söylediğim için mutluyum...
...
“BEYNİME KARIŞMAM “
Hocam çok
iyilik severdir, hümanisttir,dünyada bir eşi daha bulunmayan bir kişidir...
Geçtiğimiz yıllarda hocam tüm organlarını bağışladı...
-Ölümüm
halinde tüm organlarımı insanlara bağışlıyorum, diye sözleşme imzalayıp,
kartını da cebine koydu... Hocamı ilk
gördüğümde şöyle dedim;
-Hocam, dedim...
Tüm organlarınızı bağışlayarak ne kadar iyiliksever insan olduğunuzu tüm
dünyaya gösterdiniz... Sizi kutluyorum...
-Önemli
değil... Aslında ben her insanın yapması gerekeni yaptım, diye de alçak
gönüllülük gösterdi...
-Ama hocam
benim bir maruzatım var...
-Buyur, dedi...
-Sizin
beyniniz, şu güzel beyninizi düşünüyorum... Tüm organlarınızı bütün dünya
vatandaşları alsın.. .Ama, lütfen
beyninizin bir Türk’ e verilmesini isteyin... Ancak o zaman gönlümüz rahat
olur... Senin beynin gibi bir beyin bir daha yer yüzüne asla gelmez, gelemez… Bari
Türk milleti yaralansın bu muhteşem varlığınızdan.... Hoca bilgece gülümsedi;
-Ben ölmüş
olacağım için, beynimi şuna verin, buna verin diyemem... Orasına karışamam, dedi…
....
“BEYNİNİ ÇALACAKLAR “
Abdurrahman
hocamın bel ağrısı şikayeti vardı; belinden ameliyat olma isteği ve teşhisiyle
hastaneye yatırıldı... Kendisini çalıştığımız
kurumun elemanları olarak ziyarete gittik? Hemen aklıma bir senaryo geldi;
-Hocam, senin
yanına gelmek ne kadar da zormuş… Dışarıda 4 tane iri iri adam var... Tepeden
tırnağa telsizlerle, silahlarla donatılmışlar... Bizim üstümüzü–başımızı didik
didik aradıktan sonra içeriye girmemize sizin yanınıza gelmemize izin
verdiler...
Hayır sözünü
duymadığım Boztaş hemen anında şöyle dedi ;
-Tamam... Onlar beni koruyorlar... Benim yanıma
geldiğiniz için size zarar vermezler...
Bir süre
daha geçti, çevreye bir baktım ki;
hocamın bel fıtığı ameliyatı olması lazım; ama Beyin Cerrahi bölümünde yatırmışlar...
Fısıltı
halinde, hocama durumu hemen açıkladım ;
-Hocam,
sakın narkoz alma; iğne vurmalarına izin verme...
-Neden?
-Seni
uyuşturup beynini çalacaklar; yerine başka beyin koyacaklar... Artık koyun
beyni mi olur, kuş beyni mi olur, değiştirecekler... Senin için, Adana için,
dünya için en önemli organın olan beynini çalıp, içindeki tüm sırları
öğrenecekler... Hocamın kafası karıştı;
-Yok
yok...Beni seninde gördüğün o kişiler koruyor... Hatta bahçedeki ağaçlar,
ağaçların yaprakları, ağaçların üstündeki özel güvenlikçiler koruyor... Beynimin
Türkiye , Adana ve dünya için ne kadar önemli olduğunu onlara anlattım... Merak
edecek bir şey yok...
....
HOCAMI TV PROGRAMA GERİ DÖNDÜRME SENARYOMUZ
FACİAYA NEDEN OLACAKTI...
Bir yerel
televizyon hocamla program yapıyorduk... Nasıl oldu, neler oldu, araya kimler
girdiyse, hocam canlı yayında programı terk etti...
-Ne
yaparsak hoca geri döner?
-Hangi
senaryo hocamı geri getirir?
-Acaba
hangi yöntemle hocamızı geri kazanabiliriz? diye kara kara düşünmeye
başladık... Bu konuda akla hayale gelmeyen senaryoları üretmeye başladık;
Oysa
televizyonumuzla kendisinin hiçbir sorunu yoktu....Yaptığımız program
başına tıkır tıkır paralarını alıyordu..
.Hatta bir iki ay sonra yapacağı
paralarını bile peşinen ödemiştik... Neyse
aklımıza harika bir fikir geldi; Kozan’ dan, Boztaş yaşında Boztaş hocam gibi düşünen, hiçbir şeye hayır bilmiyorum
gibi sözlerle karşılık vermeyen bir hoca
bulduk... O da Boztaş’ tan fena atıyordu...
-Uzaya
giden ilk insan olan Rus diye tanıtılan Yuri Gagarin, aslında Türk tür... Adı
da Nuri dir, demeye başladı...
Onun da
uzaylılarla ilgisi vardı, uzaylılarla mesajlaşıyordu... Hocamı söz yerindeyse 4
‘e katlayacak atışlar yapıyordu... Programımız, Boztaş hocanın rekorlarının
reytingini çoktan geçti... Halk çok beğeniyor, olumlu telefonlar alıyorduk... Bir
gün hoca canlı yayındayken dışarıya gelmiş; stüdyonun kapısının önünde bizim ara vermemizi bekliyordu... Programa
ara verdik; Kozan’dan getirdiğimiz hocayla çay içmek için dışarıya çıkarken,
Boztaş hocam benim üstüme yürüdü;
-Sen nasıl program yapımcısısın? benim sırtımdan
para kazanıyorsun... Utanmıyor musun?
Bu arada
eski bir güreşçi olan, sessizce olanları izleyen Kozan’ lı hocam Boztaş’ın üstüne yürüdü;
yakasından tutup duvara yapıştıracaktı ki; ben engel oldum...
-Abdurrahman,
sen benim program yapımcıma nasıl böyle dersin? diye Kozanlı hoca
çıldırmıştı...
Hocamı
Kozanlı hocadan zor kurtarıp; zorla gönderdik.....
....
“DÜNYA BENDEN SÖZ EDİYOR; HABERİNİZ YOK...”
Abdurrahman
Boztaş Hocam ile yerel bir televizyonda
program yaparken; senaryo gereği
kendisine sürpriz hazırladık... Photoshop sistemi ile; harika montajlar
yaptık.... Amerika’ nın yıkılan iki gökdeleninin üstüne Boztaş fotografı
yerleştirdik;
-BOZTAŞ
GELECEK / DERTLER BİTECEK...
Paraşütle
atlayan iki kişinin tuttuğu Afişe ;
BOZTAŞ SEN
BİZİM HERŞEYİMİZSİN...
Punkçulara
;
-BİZİM
SEVİNCİMİZ SENSİN...
F-16
pilotlarının kullandıkları uçakların üzerine ;
-BOZTAŞ
GELİYOR...
Gibi akıla
gelecek gelmeyecek her türlü dünyadaki anıtsal ve eşsiz kuruluşlarının üstüne
Boztaş ı işledik... Canlı yayında da bunlar ekrana geldi; hoca programdan sonra
telefon açan bir arkadaşına biraz alaycı, biraz dalga geçercesine şöyle dedi;
-Oğlum, tüm
dünya benden söz ediyor... Sizin haberiniz yok...
Bizim
yaptığımız montajı gerçek sanıp aylarca sağda–solda hava attı hocam... Ne
yapacağı belli olmaz; ne yaparsa kendine, ama sadece kendisine göre doğrudur...
...
AKBABALAR GERÇEKTEN BABADIR...
Hocama son
günlerde hayvanlar alemiyle ilgili sorular yöneltiyorum; o da karşılık
veriyor...
-Ben
bilemem...
-Gerçekten
haberim yok...
-Bilsem
söylerim, gibi sözcükleri asla kullanmıyor...
Bir gün
hocama sordum ;
-Hocam
Akbabalar gerçekten baba mıdır?
Biraz
düşündü ;
-Evet...Akbabalar
baba olmasa Akbaba olur muydu?
Stüdyoda
bulunan iki kameraman canlı yayının ortasında gülmekten yere düştüler... Dakikalarca
güldüler, güldüler... Canlı yayın neredeyse durma aşamasına geldi; neyse
kurtardık... Hocama sordum;
-Hocam
hayvanlar konuşabilir mi ?
-Sevgiyle
yaklaşılırsa, söylemek istediklerini anlamak olasıdır...
-Peki oklu
kirpiye diyelim ki sevgiyle yaklaştık; nasıl okşayacağız? Oklarını atmazlar
mı?Okları batmaz mı?
-Atarlar...
Aslında yeryüzündeki ok ve yayın mucidi oklu kirpilerdir.... İnsanlar onlara
bakarak ok ve yayı düşünmüş ve yaşama uygulamışlardır... Okçuluk sporunun atası
aslında oklu kirpilerdir...
- Peki
hocam; hayvanlar konuşur dedin; nasıl konuşurlar? Birbirleriyle, insanlarla
nasıl anlaşırlar?
-Aslında
hayvanlarda “Z” harfi bulunmadığı için ses çıkartamazlar... Eğer Z harfini kullanabilselerdi,
konuşurlardı...
-Diğer 28
harfi kullanabiliyorlar da, sadece “Z” yi mi kullanamıyorlar ?
-Evet...Hayvanların
beyninde “Z” harfi olmadığı için konuşamıyorlar....
Hocamın her
şeyi hocama göredir...Hikmetinden sual olunmaz...O ne diyorsa odur...
....
ÇİFKÖFTE TABLETİ VAR...
Hocamın sınırsız olan
bilgisinden bu çağdaki insanların yararlanması çok önemlidir... Ben kendi adıma
bunu milli bir görev sayıyorum... Hocamdan
ne kadar çok şey öğrenecek olursak; hem Türkiye, hem de tüm insanlık ailesi
için o kadar iyi ve yararlı olur... Hocam uzaylılardan söz etti...Uçan
daireleri ballandırarak anlattı...
-Uzaylılar
yemek yemez; yemek yerine yemek tabletleriyle beslenirler... Kuru fasulye,
karnı yarık, pirinç çorbası, tavuk haşlama... Ben gözlerimle gördüm, uçan
dairenin içini bile gezdim... Hemen aklıma ilginç bir soru geldi;
-Hocam peki
yemek tabletlerinin içinde acaba çiğköfte tableti de var mıdır ?
Hocam biraz
duraksadı ;
-Hocam bakın
tüm kent sizin bu aydınlık ve güzel fikirlerinizden yararlanıyor... Lütfen
yanıt verin...
-Evet
evet...Çiğköfte tabletleri de var... Ben gördüm...
Hocam bir
tanedir...
....
HİTİT TABLETİ...
Hocam bize
bir gün dedi ki;
-Arkadaşlar,
Kozan’ da HİTİT Tabletleri buldum... Hep beraber gidelim, size bunu
kanıtlayayım... Biz de, hem bir değişiklik olsun, hem de hocamın yeni bir
buluşudur belki diye kabul ettik... Televizyon ekibi olarak dağları–tepeleri
aştık.... Bir dere yatağının kenarındaki kayaların önünde durdu Boztaş hocam...
-İşte
arkadaşlar yüzyılın buluşunu açıklıyorum...Bunlar Hitit
tabletleridir...Savaşlarını, aşklarını, sevgilerini, sevdalarını
anlatıyor...Günümüzden deyince bir arakadış;
-Hoop... Hocam
ayıp oluyor... Bunlar resmen taş... Rüzgarın taşları aşındırması sonucu bu
şekiller oluşmuş... Yazı falan yok burada, dedi… Bana kızdı; küçümser bir
tavırla;
-Sen ne
anlarsın ki? Bunlar Hitit Tableti... iddiasını sürdürdü...
O sırada
yanımıza bir keçi sürüsüyle çoban geldi..
-Çobana sor
istersen? dedim...
Mikrofonu
çobana uzattı;
-Burası ne?
diye sordu...
Çok ilginç
bir görüntüsü olan Çoban da;
-Tarlaaa!!! Yanıtını verdi...
Hocam bir
daha sert ve bitirici bir ses tonuyla sordu;
-Burası
neresi? Bu gördüklerinin ne olduğunu soruyorum sana ?Dövercesine bir ses
tonuyla konuşan Boztaş ‘ın üstüne yürür gibi yaptı çoban;
-Tarla
kardeşim tarla... Bunlarda taş... Rüzgar bu hale getirmiş..
Nuh un
gemisinden sonra dünyaya açıklamayı düşündüğü Hitit Tabletleri dediği şeylerin
taş ve tarla olduğunu çobandan duyunca, hocam bu konudaki ısrarından
vazgeçti...
Ben program yapımcısı olarak ikna edememiştim; ama çoban
Boztaş’ı ikna etti… Helal olsun... Çobanın tanı koymasının ardından orada
çektiğimiz görüntüleri Boztaş’ ın programında maalesef yayınlayamadık...
ABDULKADİR KAÇAR Adana, Türkiye …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder